RİBA (FAİZ) 2
Riba'nın
Tarifi 2
Kendisinde
Riba Cereyan Eden
Mallar 2
Riba'nın
Çeşitleri ve Bunların
Hükümleri 2
1.
Riba-yı Fadl 3
2. Riba-yı Nesa. 3
3. Riba-yı Yed. 3
Aynı Cins Sayılan ve
Aynı Cins Sayılmayan Maddeler 4
Aralarında
Riba Cereyan Eden
Malların Birbirleriyle
Değiş-Tokuşunun Sahih Olmasının
Şartları 4
Değiş-Tokuş
Edilen Mallarda Denkliğin
Tahakkuku ve Denkliğe Mani Olan Durumlar 5
Değiş-Tokuş
Edilen Mallar Arasında
Denkliğin Tahakkuku. 5
Malın
Ölçülen veya Tartılan
Mallardan Olduğuna Karar Verilmesi 5
Değiş-Tokuş
Edilen Mallarda Denkliğin
Ne Zaman Aranacağı 5
Denkliğe
Mâni Olan Hususlar 6
Değiş-Tokuş
Edilen Mallardaki Denklik
Zan ve Tahmine Dayalı Değil,
Kesin Olmalıdır. 6
el-Arâya
(=Ariyye) 7
Eti Etle,
Eti Canlı Hayvanla, Hayvanı
Hayvanla Değiş-Tokuş Etmek. 7
Hayvanın
Hayvanla Değiş-Tokuş Edilmesi 7
Eti
Hayvanla Değiş-Tokuş Etmek. 7
Ribah
Muamelelerin İlletler Açısından
Hükmü. 8
4. Riba-yı
Karz. 8
Açıklama ve Uyarı 9
Cumhur'un
Delili 10
Lugatta riba 'artış,
fazlalık' anlamına gelir. Nitekim şu ayet-i kerimelerde riba kelimesi bu
mânâda kullanılmıştır.
Yeryüzünü kupkuru
görürsün. Fakat biz üzerine (gökten yağmur) suyu indirdiğimizde canlanır,
kabarır (=rebet).
(Hac/5)
Yanr üzerine yağmurun
yağmasıyla toprak hareket etmeye, yükselmeye başlar, kabarır.
Bir topluluk diğer bir
topluluktan daha fazla (=erbâ) olduğu için.
(Nahl/92)
Yani sayıca ve kuvvet
bakımından daha fazla olduğu için...
İnsanların mallarında,
artması için verdiğiniz riba Allah
katında artmaz.
(Rum/39)
Yani sermayelerinin
üzerine fazladan faiz yemek için, mallarının artması, nemalanması için
verdiğiniz herşeyi Allah Teâlâ mahveder ve onu bereketlendirmez.
Fakihlefin ıstılahında
riba'nm iki mânâsı vardır: Biri özel bir bedel karşılığında yapılmış akiddir ki
şeriat terazisinde ve akid esnasında eşit oldukları malum değildir veya bedelin
tehir edilmesiyle beraber yapılır.
'Özel bir bedel'den
maksat, beyanı gelecek olan ribalı muamelelerdir. 'Eşit olup olmadıkları malum
olmayan'dan maksat da bedellerin birinin diğerinden fazla olması veya eşit
olduklarının meçhul olmasıdır. 'Şeriat terazisi'nden maksat ise ölçü veya
tartısının belli olmamasıdır. 'Akid esnasında' dememizin sebebi, akidden sonra
bedeller arasındaki temasül bilindiği takdirdeki durumu tariften çıkarmak
İçindir. Meselâ kişi bir yığın buğdayı başka bir yığın buğdayla değiştirir,
fakat kaç kg. veya kaç ölçek olduğunu bilmezse, işte bu alışveriş ribalı bir akiddir.
Akidden sonra yığınlar ölçülse ve eşit oldukları anlaşılsa bile yine de ribalı
bir akiddir, çünkü akid esnasında onların eşit oldukları bilinmemektedir.
'Bedellerin birinin veya ikisinin ertelenmesi'nden maksat da kişilerin malları
akid yaptıkları mecliste vermemeleri veya akidde zaman şartı koşmalarıdır.
Riba şu altı malda
cereyan eder:
1. Altın
2. Gümüş
3. Buğday
4. Arpa
.
5. Hurma
6. Tuz
Riba'nın sadece bu
altı maddede cereyan etmesinin sebebi, bu maddeler hakkında nass'in varid
olmasıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Gümüşü altınla
değiştirmek ribadır, meğer ki (iki taraftan biri diğerine) 'Ha af (o da
öbürüne) 'Ma ver' diye(rek) elden ele peşin verip almış olsunlar. Buğdayı
buğdayla değiştirmek de ribadır. Meğer ki (iki taraf birbirine) Ha al! Ha ver!
diye(rek peşin alıp versinler). Hurmayı hurma ile satmak da riba'dır. Meğer ki
Ha al! Ha ver! denilsin. Riba
bu altı maddenin dışındaki maddelerde de olur. Burada hüküm illet ve nedene
göredir. Bu bakımdan riba'nın illeti hangi maddelerde tahakkuk ederse, o
maddelerde de riba olur. Riba'nın illetinden maksat on vasıftır.ki bunlar hangi
maddede bulunursa, o maddede riba cereyan eder; yani aynı illet karşılıklı
verilen mallarda varsa o muamele ribalı muamele olur. İşte bundan ötürü yalnız
hadîste zikredilen maddelerde değil, aynı illetle malul olan diğer maddelerde
de riba cereyan eder. Fakihler nasslardan bu hükmü çıkararak şöyle demişlerdir:
"Hadîste zikredilen maddeler ya altın ve gümüş gibi paralar veya buğday,
arpa, hurma, tuz gibi insanların zorunlu ihtiyaçları olan yiyecek
maddeleridir". Buna göre bir maddede riba'nın cereyan etmesinin illeti
(nedeni) para veya yiyecek maddesi olmasıdır; onun ölçü veya tartısının belli
olmasıdır. Bu bakımdan sanki Sâri şöyle demektedir: 'Paralar ve yiyecek
maddeleri birtakım şartlar dışında kendi cinsleriyle değiş-tokuş yapılmaz'.
Bu söylediklerimizden
sonra anlaşılmıştır ki günümüzde kullanılan paralar da altın ve gümüş
hükmündedir. Yine aynı şekilde insanların yediği yiyecek maddeleri de hadîste
zikredilen buğday, arpa, hurma ve tuz hükmündedir. Bunların dışında kalan
madenler, kumaşlar ve insanların yiyeceği olmayan maddelerde riba cereyan
etmez. Bu maddelerin ölçülerek veya tartılarak veya başka bir şekilde
değiş-tokuş edilmesinde riba sözkonusu değildir.
Fakihler bir
muamelenin ribalı olup olmadığına karar verirken önce sözü geçen ribalı
malların birbirleriyle değiş-tokuş edilmesine, bu malların birinin diğerinden
fazla olup olmadığına ve zaman tayin edilip edilmediğine bakarlar ve riba'yı
çeşitlere ayırırlar:
Riba-yı Fadl
değiştirilen malların birinin diğerinden fazla olmasıdır. Meselâ 1 müdd buğdayı
2 müdd buğdayla değiştirmek veya 100 gram altını 110 gramla değiştirmek
riba-yı fadl'dır. Bu çeşitte, riba'nın mânâsı artıştır ve bu açıkça
görülmektedir. Bu tür muamele hem haram, hem de yasaktır. Hz. Peygamber şöyle,
buyurmuştur:
Altını altın ile
satmayınız, ancak bunlardan bazısını bazısına ziyade etmeyerek misli misline
(eşit şekilde) satış yapınız. Gümüşü gümüşle satmayınız, ancak bunlardan
bazısını bazısına ziyade etmeyerek misli misline (eşit şekilde) satış yapınız.
Altınla altın, gümüşle
gümüş, buğdayla buğday, arpa ile arpa, hurmayla hurma, tuz ile tuz, misli
misline ve elden ele (mübadele edilmesi caiz)dir. Her kim artırır yahut fazla
almak isterse, muhakkak riba yapmış olur. Bunda alan ve veren müsavidir.
Burada mallardan
birinin daha kaliteli diğerinin de daha kalitesiz olması veya değiştirilen
altının birinin işlenmiş diğerinin işlenmemiş olması hükmü değiştirmez. Çünkü
Hz. Peygamber, değiştirilen malların birinin diğerinden fazla olmasını yasaklamıştır.
Ebu Said el-ITudrî
şöyle rivayet ediyor: "Bilâl en iyi cinsten bir miktar hurma getirdi.
Rasûiuliah (s.a) ona şöyle dedi:
- - Bu hurma nereden?
- Bizde adi hurma vardı, Peygamber'in
yemesi için işte bu
adi hurmalardan iki sa' vererek
karşılığında bir sa1 iyi hurma aldım.
- Eyvah, eyvah! Bu, riba'nın ta kendisidir.
Sakın böyle yapma. Lakin iyi cins hurma almak istediğin zaman önce adi hurmayı
para ile sat, sonra eline geçen ile iyi cins hurma satın al".
İşlenmiş altınla
işlenmemiş altın arasındaki değiş-tokuş da aynen böyledir; yani işlenmiş
altınla işlenmemiş altın birbirleriyle değiştirilirse, tartıları eşit
olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber 'Gümüşü gümüşle değiştirmeyin. Meğer ki misli
misline olsun' buyurmuştur. Hadîsin lafzı mutlaktır, yani işlenmiş ve
işlenmemiş gümüşü de kapsar. Bu nedenle değiş-tokuş yapılan gümüş veya altın
-ister işlenmiş, ister işlenmemiş olsun- aynı miktarda olmalıdır. Değiş-tokuş
edilen gümüşlerden biri diğerinden daha ağır olursa bu ribalı muamele olur.
Eğer kişi işlenmiş gümüş almak istiyorsa para ile almalıdır.
2
Rİba-yı Nesa riba
cereyan eden bir malı diğer bir malla bir müddet sonra vermek şartıyla
değiştirmektir. Burada iki malın cinsinin aynı olup olmaması, birinin
diğerinden fazla olup olmaması meseleyi değiştirmez. Meselâ bir avuç buğdayı
bir avuç buğdayla veya bir avuç arpayı.iki avuç arpayla iki ay sonra vermek
üzere değiştirmek riba-yı nesa, yani gecikmeli ribadır; yani bir taraf peşin
veriyor, öteki taraf iki ay sonra verecek veya 10 gram altını 10 gram altınla
veya 10 gram gümüşü 20 gram gü -müşle falan gün veya bir gün sonra veya iki
saat sonra vermek üzere değiştirmek de aynı şekilde riba-yı nesa'dır. Bu tür
muameleler haram ve yasaktır, çünkü bu muamelede riba'nın mânâsı hakiki olarak
mevcuttur, zahiri görünmemesi durumu değiştirmez. Çünkü peşin olması borca kalmasından
üstündür. Burada bedellerin birinde artış sözkonusudur, her iki mal da peşin
olursa artış bertaraf edilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın hazır olanı gaip
olanla değiştirmeyin.
Yani hazırda olan bir
malı peşin vererek iki ay sonra verilecek bir malla değiştirmeyin. Ayrıca Hz.
Peygamber'in 'Ancak misli misliyle ve elden ele olmak şartıyla değiştirin'
buyurduğu da varid olmuştur. Fakat malların cinsleri değişik olursa istenildiği
gibi değiştirilebilir. Meselâ 100 kg. altın verip 1000 ton gümüş, 1000 ton
buğday verip 10.000 ton arpa alınabilir, ancak malların hazır olması ve peşin
olarak verilmeleri şarttır.
Riba-yı Yed riba
cereyan eden iki malın değiş-tokuş edilip birinin veya her ikisinin akid
meclisinden ayrıldıktan sonra teslim edilmesidir. Zira yukarıda zikredilen
hadîs, malların akid yapılan mecliste teslim edilmesinin vacib olduğuna
delâlet etmektedir.
Fakihler aynı cins
sayılan ve aynı cins sayılmayan maddelerin bilinmesi hususunda şu kaideyi
koymuşlardır: Aynı hilkat ve isimde olan şeyler tek cins, ayrı hilkat ve
isimde olan şeyler ayrı cinstir.
. İsm-i has'tan
maksat, birşeyi ortak isimde olan diğer şeylerden ayıran isimdir. Meselâ hurma,
ism-i has'tır ve diğer meyve çeşitlerinden bu isimle ayrılır.
Hilkat'tan maksat ise
üzerinde yaratıldığı şekildir. Burada isim yeterli sayılmaz. Altın bütün
çeşitleriyle tek cinstir, gümüş de böyledir. Hurma, üzüm, buğday, arpa bütün
çeşitleriyle birer cinstirler. Yaşı ve kurusu olan -yaş ve kuru üzüm, yaş ve
kuru hurma gibi- her madde yaşı ve kurusuyla birlikte tek cinstir. Bir asılda
birleşen maddeler de asıllanyla Deraber tek cinstir. Bu bakımdan buğday, buğday
unu ve bulgur aynı cinstir. Hayvanların etleri ayrı cinstirler; koyun ve keçi
bir cins, sığır ve manda bir cins, develer de bir cinstir. Etin kırmızı veya
beyaz olması ; arasında fark yoktur, onlar tek cins sayılır. Tek cins sayılan hayvanların
etiyle beraber bulunan yağ; kemer, göğüs ve sırt yağlan tek cinstir. Karındaki
yağ ve oturaklar da ayrı birer cinstir. Onlar hem. yağ, hem de et cinsinden
ayrı bir cinstir. Devenin hörgücü, ciğeri, dalağı ve diğer organları da değişik
cinslerdir. Cinsleri muhtelif olan asılların dallan da asılları gibi değişik
cinstirler. Bu bakımdan buğdayın unu ayrı bir cins, arpanın unu
ayrı bir cinstir. Üzümden
yapılan sirke ayrı bir cins, hurmadan yapılan sirke de ayrı bir
cinstir. Yağlar d;a böyledir; yemek veya
ilaç için kullanılan yağlar da asılları gibi değişik cinstirler. Sütler de
değişik cinstirler; koyun ve keçi sütü tek cinstir. Sığır ve manda sütü de tek
cinstir. Devenin sütü de tek cinstir. Kuşların yumurtaları da asıllarına göre
değişik cins sayılırlar.
İnsanlar genellikle
aralarında riba cereyan eden mallarla değiş-tokuş yapmazlar, o mallan diğer
cinslerle değiştirirler. İslâm şeriatı da sıkıntı ve zorlukları kaldırarak
kolaylık getirmiştir.
Allah size kolaylığı
diler ve size zorluk dilemez. (Bakara/185)
O size dinde güçlük
kılmadı. (Hac/78)
Allah Teala birtakım
şartlar dahilinde bu mallarla alışveriş yapmayı onları bırbır erinin bedeli
olarak alıp-vermeyi meşru kılmıştır. Şartlar dahilinde o mallarla alışveriş
yapmak sahih olur, zira o şartlar yapılan mua -meleyı riba olmaktan
çıkarmaktadır. Riba ise akid yapan kişileri günaha sokmakladır. Bu şartlan
riba'mn illet ve çeşitlerinden bahsederken söz aralarında zikretmiştik, burada
onları toplu olarak sıralamak istiyoruz-
1. Aynı mecliste olmalıdır.
Aralarında riba
cereyan eden mallar kendi cinsiyle değiştirilirse, -meselâ buğday buğdayla,
şeker şekerle, altın altınla- bu muamelenin riba olmaması için şu şartların
bulunması gerekir:
a.
Değiştirilen iki mâl eşit olmalıdır.
Eğer biri bir ölçekse
diğeri de bir ölçek, biri 1 müdd ise diğeri de 1 miidd, biri 1 litre ise diğeri
de 1 litre olmalıdır. Eğer onlar tartılan mallardan ise ikisi de aynı kilo da
olmalıdır. Sayılan mallardan ise ikisi de aynı sayıda olmalıdır.
b. Değiştirilen mallar aynı mecliste taraflara
teslim edilmelidir.
Eğer meclisten
ayrıldıktan hemen sonra teslim edilse, bu ribalı bir muamele olur. Yukarıda
zikredilen hadîslerde malların misli misline olması gerektiği belirtilmiştir.
Bu hadîsler, misli misline değiştirilmeyen aynı cins malların ribalı muamele
hükmünde olduğuna delâlet eder. Yine zikredilen hadîslerde belirtilen elden
ele veriniz ibaresinden, malların aynı mecliste peşin olarak verilmesi
durumunda akdin sahih olacağı anlaşılmaktadır.
2. Değiştirilen malların cinsinin ayrı,
illetinin aynı olması gerekir.
Aralarında riba
cereyan eden ve ayrı cinslerden olmakla beraber illetleri aynı olan iki malın
değiştirilmesinin riba olmaması için şu şartların bulunması gerekir:
a. Akid derhal olmalıdır.
b. Mallar akid meclisinde teslim edilmelidir.
Burada malların misli
misline olması şart değildir; yani bir avuç buğday iki avuç arpa ile, 1 gram
altın, 5 gram gümüşle değiştirilebilir. Ubade b. Samit'ten rivayet edilen hadîs
buna delâlet etmektedir; yani farklı cinsten olan mallar birbirleriyle -elden
ele vermek şartıyla- istenildiği gibi değiş-tokuş yapılabilir; misli misline
olması gerekmez.
3. Değiştirilen malların illetlerinin farklı
olması.
Ribalı mallarda
illetin malların asıllarında değil itibarlarında olduğunu belirtmiştik.
Aralarında riba cereyan eden aynı cins iki malın illetinin değişik olması
mümkün değildir. Ancak malların cinsi değişik -meselâ . biri para diğeri
yiyecek- olursa bu mümkün olabilir. Öyleyse değiştirilen malların illetinin
farklı olması durumunda alışverişin sahih olması için sözkonusu şartların
bulunması zoruniu değildir. Bu bakımdan aynı mecliste teslim edilme şartı
bulunmadan bir yığın buğday 10 gram altına satılabilir.
Ebu Hüreyre ve Ebu
Said şöyle rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a) Ensar'dan Adîyoğullan'nın bir
kardeşini Hayber'e vali tayin etti. Sonra bu zat Hayber'den cenib (denilen en
iyi cins) hurma ile geldi. Rasûlullah ona şöyle sordu:
- Hayber'in bütün hurmaları böyle midir?
- Vallahi hepsi böyle değildir ey Allah'ın
Rasûlü! Biz bu iyi hurmadan 1 sa' alır, karşılığında 2 sa' adi hurma veririz.
- Böyle yapmayın, lakin misli misline (eşit
şekilde) değiştirin. Yahut adi hurmayı para ile satın da onun parası ile bu iyi
hurmadan satın alın. Tartılabilen (aynı cins) riba maddeleri hep böyledir-.
Bu hadîs, aynı cinsten
olan ve ayrı cinslerden olan malların değiştirilebileceğine delâlet
etmektedir.
4. Ribalı bir malın
ribalı olmayan bir mal ile değiştirilmesi.
Ribalı bir malın,
ribalı olmayan bir mal ile değiştirilmesi mutlak şekilde helâldir. Aralarında
riba cereyan eden malların değiştirilmesi durumunda riba'dan kurtulmak için
bulunması gereken şartların bu muamelede bulunması gerekmez; yani bu muamelede
malların misli misline olması, aynı meciste peşin olarak teslim edilmesi şart
değildir, çünkü bu akid, mallardan birinin ribalı olmaması nedeniyle ribalı
akid olmaktan çıkmıştır. Bu bakımdan herhangibir yiyeceğin elbise ile
değiştirilmesi veya para ile başka bir maddenin değiştirilmesi mutlak şekilde
caizdir; bu tür muamelelerde malın birinin diğerinden fazla olması, peşin veya
veresiye olması, cinslerinin aynı olması hükmü değiştirmez.
Aralarında riba
cereyan eden malların birinin diğeriyle değiştirilmesi durumunda mallar
arasında denklik bulunması gerektiğini ve alışverişin riba muamelesinden çıkıp
sahih olması için bulunması gereken şartları belirtmiştik. Şimdi değiştirilen
mallar arasındaki denkliğin mahiyetini ve bu denkliğe mani olan hususları izah
etmek istiyoruz:
Değiştirilen mallar
arasında denklik, tartı ve ölçülerinin veya sayılarının eşit olmasıyla
tahakkuk eder. Burada itibar edilmesi gereken husus, ölçülen malların
ölçülerinin, tartılan malların tartılarının eşit olmasıdır.
Bir malın ölçülen veya
tartılan mallardan olup olmadığına karar vermek için Mekke ve Medinelilerin
Hz. Peygamber zamanındaki âdetlerine bakılır. Çünkü Hz. Peygamber onların
âdetlerini bildiği halde buna müsaade etmiştir. Bu da takrir-i sünnet'tir.
Ayrıca Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Miyar (esas) olan
tartı Mekke halkının tartışıdır. (Miyar olan) ölçek de
Medine halkının
ölçeğidir.
Bu bakımdan Hicaz
ehlinin herhangibir husustaki örfü, o mesele hakkında esas kabul edilir. Çünkü
Hz. Peygamber o örfü görüp tasdik etmiştir. İnsanların değişik bölgelerdeki
örfleri dikkate alınmaz. Ancak Hz. Peygamber zamanında hakkında herhangibir
âdet bulunmayan durumlarda şu esasa göre karar verilir: Eğer ayva, nar,
patlıcan gibi ölçülmesi halinde aralarında boşluk kalan maddelerden ise, onun
tartılan, maddelerden olduğu kabul edilir. Ölçülmesi mümkün olan mallarda ise
iki vecih vardır: Biri Hicaz'da o mala en fazla benzeyen madde gibi kabul
edilmesi, diğeri o memleketin örf ve âdetine itibar edilmesidir ki bu daha
kuvvetli bir görüştür.
Hanefîlerden İmam Ebu
Yusuf şöyle der: 'Bir malın ölçü veya tartı ile satılacağına, halkın örf ve
âdetine bakılarak karar verilir. Halk bir malı ölçü ile satıyorsa esas olan
ölçüdür, tartı ile satıyorsa esas olan tartıdır. Buradaki örf her memleketin
kendi örfüdür. Hadîslerde, muamelelerin örf üzerine cereyan etmesinin
söylenmesi, o günkü insanların o örfe
göre davranmaları sebebiyledir. Eğer örf onun hilafına cereyan etseydi, nass da
ona göre varid olacaktı'.
Müteahhir Hanefî
âlimlerinden bazıları Ebu Yusufun bu görüşüyle amel etmeyi tercih etmişlerdir.
Bu görüş halk için daha kolay ve maslahata daha uygundur. Aksi takdirde birçok
memleketteki halkın muamelelerinin fasid ve bâtıl, halkın da asi ve
fastk.olduğuna hükmetmek gerekecektir. Bu yüzden biz Ebu YusuPun bu görüşüyle
amel etmekte herhangibir sakınca görmüyoruz. Allah hakikati daha iyi bilir.
A. Değiştirilen mal ribalı mallardansa, ölçü ve
tartıda değişiyorsa, yaşı ve kurusu varsa, kuru halindeki denkliğine itibar
edilir. Bu bakımdan kurumadıkça bir dane, bir dane ile değiştirilemez.
Denkliğin tam gerçekleşmesi için kabuklarının temizlenmesi de gerekir. Yaş
hurma yaş hurma ile değiştirilemediği gibi, yaş hurma kuru hurma ile de
değiştirilemez. Yaş üzüm yaş üzümle,
yaş üzüm kuru
üzümle değiştirilemez. Çünkü bunlarda denklik, ancak kuruduktan
sonra tahakkuk eder. Meyvelerin de yaşı kurusu ile değiştirilemez.
Sa'd b. Ebî Vakkas
şöyle demiştir: "Rasûlullah'tan işittim; yaş hurma mukabilinde kuru hurma
satın almanın hükmü kendisine sorulduğunda, etrafındakilere 'Yaş hurma,
kuruduğu zaman eksilir mi?' diye sordu. Onlar da 'Evet' deyince, bunu
menetti".
B. Salatalık, kurusu olmayan üzüm, kurusu
olmayan hurma, zeytin gibi yiyecekler yaş olsalar bile denk olmaları
yeterlidir.
Bu mallar ölçekle
satılan mallar olsa bile tartı ile de satılabilirler.
C. Un, bulgur, nişasta ve benzeri maddelerde
denkliğin sağlanması yeterli değildir.
Bu bakımdan bunlar
cinsinden olan misilleriyle ve asıllarıyla değiştirilemezler. Çünkü bunlarda
denklik sağlanması mümkün değildir, zira bunların yumuşaklık ve sertlikleri
değişiktir. Ayrıca bunlar ölçek ile satılan mallardandır ve bunların ölçekte
bıraktığı boşluk da farklı farklıdır. Ancak bunlar aynı cinsten olmayan
maddelerle değiş-tokuş yapılırsa, meselâ buğday unu arpa unuyla aynı miktarda
veya farklı miktarlarda değiştirilirse akid sahih olur. Çünkü cinsleri
değişiktir. Fakat her iki mal da peşin olarak teslim edilmek şartıyla sahih
olur.
D. Susam gibi yağı çıkan maddelerin hem
asıllarında, hem de yağlarında denklik itibara alınır. Ancak susam ile susam
yağı değiş-tokuş edilemez, çünkü burada denklik tahakkuk etmez.
E. Üzümlerde denklik, kuru olduğu zaman tahakkuk
eder.
Hurma da üzüm gibidir.
Bunların sirke ve şıralarında da denklik tahakkuk eder.
F. Katıksız
sütte denklik tahakkuk eder.
Üzerindeki köpük
durulduktan sonra sütle süt değiş-tokuş edilebilir. Yoğurt hem yoğurtla, hem de
sütle misli misline değiştirilebilir. Güneşle veya ateşle tasfiye edilen yağda
da denklik tahakkuk eder. Ancak peynir, çökelek veya kaymak olan sütte denklik
tahakkuk etmez, çünkü peynire maya, çökeleğe tuz, kaymağa yağlı süt
katılmaktadır. Bu bakımdan süt sütten yapılan maddelerle değiş-tokuş
edilemeyeceği gibi, kaymak ile yağ, peynir ile çökelek de değiştirilemez.
Ayrı cinslerden olan
iki şey arasındaki denkliğe mâni olan hususlar:
a. Ateşin tesir etmesi
Ateşin tesir ettiği
-pişirilen et, kaynatılan süt, haşlanan nohut gibi-maddeler, kendi cinsleriyle
de misli misline değiştirilemez. Çünkü ateşin tesiri sınırsızdır. Bu bakımdan
burada denklik tahakkuk etmez. Ancak ateşin, ayırmak üzere tesir etmesi
denkliğe mani olmaz. Meselâ ateşin tesir edip balı balmumundan, yağı sütten,
altın ve gümüşü posasından ayırması bu maddelerde denkliğin tahukkuk etmesine
mâni değildir.
b. Karışım
Ribalı bir mal,
cinsinden olmayan başka bir mal ile karışırsa, o mal ister ribalı olsun, ister
olmasın, artık o malda denklik tahakkuk etmez. Çünkü karışan
malın miktarının ne
kadar olduğu bilinmemektedir. Dolayısıyla karışan mal,
aynı cinsten olan başka birşeyle değiştirilemez. İşte bu nedenle peynirde,
çökelekte denklik itibara alınmamıştır.
Aralarında riba
cereyan eden iki,malın değiş-tokuşunun sahih olması için ölçü veya
tartılarının eşit olması gerektiğini söylemiştik. Bu eşitlik zan ve tahmine
dayalı değil, kesin olmalıdır; yani her iki mal da akid' den önce ölçülmeli
veya tartılmahdır. Meselâ Zeyd bir yığın buğday vererek Amr'dan bir yığın
buğday alırsa veya 100 sa' buğday verip bir yığın buğday alırsa, bunu da ölçü
ve tartı ile değil de tahmin üzere yaparsa, bu alışveriş sahih olmaz. Çünkü iki
mal arasında fazlalık ihtimali vardır. Aynı cins olan malların değiş-tokuşunun
sahih olması için aralarında fazlalık ihtimalinin olmaması gerekir.
Cabir b. Abduliah'dan
şöyle rivayet edilmiştir: 'Rasûlullah (s.a), kile miktarı bilinmeyen hurma
kümesini, kile miktarı tesmiye (tayin) edilmiş hurmaya mukabil satmayı
nehyetti'.
İbn Mes'ud da şöyle
demiştir: 'Bir hususta helâl ve haram hükmü bir araya geldiğinde haram hükmü,
helâl hükmüne takdim edilir'. Yani hem harama, hem de helâle muhtemel bir
hususta, o şeyin haram olma ihtimali, helâl olma ihtimaline takdim edilir ve
men edilir. Bunun sebebi, dinde ihtiyatlı davranmak ve şüpheli şeylerden
sakınmaktır. Burada fazlalığın olmama ihtimali, bir yığını bir diğeriyle
değiş-tokuş etmenin helâl olmasını gerektirirse de fazlalık ihtimali, bu işleri
yasaklamayı gerektirir ve yasak takdim edilir.
el-Muzâbene ve'I-Muhakale
Fazlalık ihtimali
sözkonusu olarak değiş-tokuş yapılan ribalı malların birine muzâbene, diğerine
muhakale denir. Muhakale, başaktaki ekinin, samandan ayrılmış buğday ile
değiş-tokuş edilmesidir. Muzâbene ise ağaçta bulunan yaş hurmanın miktarını
tahmin ederek kuru hurma ile değiştirmektir. Her iki muamele de şer'an
yasaktır, çünkü değiş-tokuş edilen malların eşit olduğu kesin olarak sabit
olmamıştır.
İbn Ömer'den şöyle
rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) muzâbeneyi yani ağaçta bulunan yaş
hurmaları tahmin ederek kuru hurma mukabilinde satmayı, kuru üzümü yaş üzümle
(yine böyle tahminî) ölçekle satmayı; başaktaki yaş ekini de tahmin ederek
samanından ayrılmış buğday mukabilinde satmayı yasakladı'.
el-Arâya (^Ariyye)
lugatta, sahibinin yemek için ayırdığı ağaç demektir. Buna bu ismin
verilmesinin sebebi, onun bahçeden ayrı kabul edilip satılmamasıdır. Arâya'nm
ıstılahı mânâsı ise ağaçta bulunan yaş hurmaları tahminî olarak kuru hurma ile
değiş-tokuş etmektir. Bu da 5 vasık'tan fazla olmamalıdır.
Şeriat insanlara
kolaylık olması için, yenmek üzere ayrılan ağaçların yaş hurmalarının kuru
hurma ile değiş-tokuş edilmesine izin vermiştir. Çünkü insanlar yaş hurma ve
yaş üzüm yemeyi arzu ederler. Fakat her insanın bahçesi ve parası olmadığından
yaş hurma ve yaş üzüm yemesi mümkün olmaz. İşte bu nedenle şeriat buna
izin.vermiştir. Bunun meşru olduğunu bildiren birçok hadîs vardır.
Sehl b. Ebî Hasme'den
şöyle rivayet edilmiştir: 'Rasûlullah (s.a) muzâbene'den (yaş hurmayı ağacında
tahmin ederek kuru hurma ile satmaktan) nehyetti. Ancak ariyye denilen
muameleye ruhsat verdi'.
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber ariyye muamelesine 5 vasık'a (takriben 700 kg.)
veya daha azma kadar ruhsat verdi'.
Râfi b. Hadîc ve Sehl
b. Ebî Hasme'den şöyle rivayet edilmiştir: 'Hz. peygamber muzâbene'den
(ağaçtaki yaş hurmayı kuru hurma ile değiş-tokuş etmekten) nehyetti. Ancak
ariyye sahiplerini nehyetmedi. Hiç şüphe yok ki ariyye sahiplerine izin
verilmiştir'.
Görüldüğü gibi ariyye
sahiplerinin daldaki yaş hurma Üe kuru hurmayı değiş-tokuş etmelerine ruhsat
verilmiştir. Üzüm de hurma'ya kıyas edilmiştir, çünkü ikisi de zekât düşen
mallardandır.
Etler asıllarına göre
ayrı cinstirler ve ribalı mallardandırlar. Bu bakımdan etlerin bir kısmı
diğeriyle değiş-tokuş yapılabilir. Eğer aynı cinsten iseler aralarında denklik
olmalı ve peşin olarak değiş-tokuş yapılmalıdır. Fakat ayrı cinsten iseler,
meselâ koyun eti ile sığır eti değiştirili-yorsa, fazlalık caizdir.
Yukarıdaki izahlardan
canlı hayvanın ribalı mallardan olmadığı anlaşılmıştır, çünkü canlı hayvan ne
yiyecek, ne de paradır. Bu nedenle ister aynı cinsten, ister farklı cinsten
olsun, ister fazlalık bulunsun, ister bulunmasın hayvan hayvanla değiş-tokuş
yapılabilir. Meselâ bir koyun iki koyunla, bir koyun bir deve ile, bir deve üç
koyunla takas yapılabilir. Bunların binek hayvanı veya yük hayvanı veya eti
için beslenen besi hayvanı olması hükmü değiştirmez. Hayvanlar peşin para ile
de, borca da satılabilir.
Abdullah b. Amr'dan
rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber ona bir ordu hazırlamasını emretti,
ordunun hazırlanması tamamlanmadan eldeki develer bitti. Rasûlullah,
Abdullah'a, ileride sadaka develerinin gençlerinden vermek üzere deva satın
almasını emretti. Bunun üzerine Abdullah b. Amr, ileride sadaka develerinden
iki deve vermek üzere bir deve alıyor, ordunun eksiklerini tamamlıyordu.
İmam Nevevî bu hadîs
hakkında sükut etmiş, onun hasen veya
sahih olduğunu söylememiştir.Onun
sükut etmesi -her ne kadar hadîsin
isnadında nazar varsa da-
bu hadîsin onun katında sahih olduğuna delâlet
eder. Beyhakî 'Bu hadîs sahihtir'
diyerek senediyle zikretmiştir.
İster peşin, İster
borca olsun, ister aynı cinsten, ister ayrı cinsten olsun, ister eti yenen,
ister yenmeyen olsun eti hayvanla değiş-tokuş etmek hiçbir şekiide caiz
değildir. Et hükmünde olan yağ, böbrek, kalp, dalak ve hayvanın yenen diğer
kısımları da böyledir. Âlimler tabaklanmış deri ile hayvanın değiş-tokuş
edilmesinin caiz olduğunu söylemişlerdir. Zira tabaklanan deri, et ve et
mânâsında olan diğer şeylerden ayrılır. Tabaklanmamış deri ise et hükmündedir,
dolayısıyla hayvanla değiş-tokuş edilmesi caiz değildir.
Semure'den şöyle
rivayet edilmiştir: 'Hz. Peygamber koyunu et mukabilinde satmayı yasakladı'.
Said b. Müseyyeb'den
mürsel olarak şöyle rivayet edilmiştir: 'Hz. Peygamber hayvanı et mukabilinde
saunayı yasakladı'.
Aralarında riba
cereyan eden aynı cins iki malın değiştirilmesinde fazlalık olursa, ribe'I-fadl
olur. Değiş-tokuş edilen maüar ayrı cinslerden olur da teslimi peşin olmazsa,
riba'n-nesa olur. Fakihler, bu akdin bâtıl olduğuna hükmetmişlerdir. Bu akdin
üzerine herhangibir hüküm terettüb etmez, bu akid sanki hiç yapılmamış-gibidir.
Bunun nedeni şudur: Bedellerde riba olursa onları iptal eder; yani akid yapan
kişilerin birbirlerinden aldıkları malları geri vermeleri vacibdir. Aksi
takdirde ikisi de günahkâr olup Allah'ın azabına müstahak olurlar, kazançları
da haram olur.
Riba-yı Karz bir
kişinin belli miktar malı, zamanı geldiğinde fazlasıyla ödemek üzere veya malı
ödeyinceye kadar her ay faiz vermek üzere borç almasıdır. İşte bu tür muamele,
İslâm'ın öncelikle ve özellikle yasakladığı bir muameledir. Nasslar bu tür
ribayi menedip iptal etmek üzere gelmiştir. .Cahiliyye döneminde yaygın şekilde
uygulanan riba budur. Bu nedenle insanlardan bir grup işi karıştırmak isteyerek
-günümüzde de birçok kimse aynı arzudadır- şöyle demişlerdir: 'Riba, kâr
vasıtalarından biridir. Riba ile alışveriş arasında fark yoktur'.
Bunun üzerine Allah
Teâlâ onları tenkid eden, uyaran, onları tecen-nün etmekle vasıflandıran ve bu
tür muameleleri nehyeden ayetler indirmiştir. Çünkü faizi alışverişe kıyas
etmek, şartlı bir kıyastır. Allah Teâlâ onları, bu sözlerinden, bu
zihniyetlerinden ve bu
karıştırmalarından ötürü elem verici bir azapla tehdid ederek şöyle
buyurmuştur:
Riba (faiz) yiyenler
(kabirlerinden) ancak şeytan'ın çarpmış olduğu kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar. Bu (ceza) ise onların 'Faiz de alışveriş gibidir' demelerinden
ötürüdür. Oysa Allah alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime rabbinden
bir öğüt gelir de (faizden) vazgeçerse, (yasaktan önceki) geçmişi
kendisinindir; onun (affedilme) durumu ise Allah'a aittir. Kim de (faizciliğe
geri) dönerse, işte onlar ateşin ashabıdırlar ve orada ebedi kalacaklardır.
(Bakara/275)
Görüldüğü gibi ayet
açıkça ribanın haram olduğunu, azı ile çoğu arasında hiçbir fark olmadığını
ifade ettikten sonra, ribadan kaçınmayı teşvik ediyor, ribaya dönenleri de
tehdit ediyor. Esasen ayetin amacı, riba ile alışveriş arasındaki büyük farkı
takrir ve tesbit etmektir. Daha sonra
ayet inananlara hitap
ederek mutlak şekilde
ribadan vazgeçmelerini istemekte ve bunu imanın sahihliği için şart
koşmaktadır. Bu yasaktan sonra riba almaya
devam eden kimseleri öyle bir tehdit etmektedir ki hiçbir müslüman
hiçbir haram nedeniyle böyle tehdit edilmemiştir. Daha sonra ayet,
insanları en güzel yola teşvik ederek
yardımlaşmayı, sevgiyi, toplumda kardeşliği yaymayı emrediyor:
Eğer (böyle)
yapmazsanız (faize devam etmeniz halinde) Allah ve Rasûlü'ne karşı bir savaşta
olduğunuzu bilin! Eğer (faizden vazgeçer de) tevbe ederseniz (ana sermayeniz)
sizindir. Böylece ne zulmetmiş, ne de zulme uğramış olursunuz. Eğer borçlu
darda ise bir kolaylığa erişinceye kadar (ona) mühlet verin. Eğer bilirseniz,
alacağınızı tasadduk edip bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. ' "
(Bakara/279-280)
İbn Kesir bu ayetlerin
tefsiriyle ilgili olarak şöyle diyor: Allah mü'minlere takvayı emretmiş,
gazabına yaklaştırıp rahmetinden uzaklaştıran şeyleri onlara yasak etmiştir.
Allah alışverişi helâl, faizi haram kıldığını bildirerek 'eğer mü'min iseniz
ribayı terkedin' demiştir.
Zeyd b. Eşlem, İbn
Cüreyc, Mukatil b. Hayyan ve Süddî şöyle demiştir: "Bu ayet Sakifli Benî
Amr b. Umeyr kabilesi ve Benî Mahzum'dan olan Benî Muğire hakkında nazil
olmuştur. Bunların arasında cahiliyye döneminde riba vardı. İslâm geldikten sonra
Sakifliler Benî Muğire'den faizlerini almak istediler. Benî Muğire istişare
ettikten sonra 'Biz İslâm'da riba vermiyoruz' dedi. Bunun üzerine Mekke valisi
Attab b. Esid, Hz. Peygamber'e bir mektup yazdı ve bu ayet nazil oldu. Bunun
üzerine Sakifliler 'Biz Allah'a tevbe ediyor ve ribayı terkediyoruz' dediler.
Bu, uyarılara rağmen
ribadan vazgeçmeyenler için şiddetli bir tehdit ve korkunç bir vaiddir. Rabia
b. Gülsüm'ün babasından, onun da Said b. Cübeyr'den, onun da İbn Abbas'tan
rivayet ettiğine göre kıyamet günü faiz yiyen kişiye şöyle denir: 'Silahını al
ve savaşa hazırlan'. İbn Abbas bunu söyledikten.sonra ilgili ayeti okumuştur.
Ali b. Ebî Talha'nın
İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre bu cümle hakkında şöyle demiştir.- 'Her kim
ribadan vazgeçmezse, riba almaya devam ederse, tevbeye davet edilir. Buna
rağmen riba almaktan vazgeçmezse boynu vurulur'.
Katade de şöyle
demiştir: 'Allah Teâlâ riba almaya devam eden insanları ölümle tehdit
etmektedir. Nitekim bu tehditi siz de okumaktasınız. Allah Teâlâ ribanın bâtıl
ve değersiz olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle ribah alışverişlerden ve ribadan
kaçının. Çünkü Allah temiz olan herşeyi helâl kılmıştır. Sakın fakirlik sizi
bir masiyete sevketmesin'.
Rebî b. Enes de şöyle
demiştir: 'Allah Teâlâ riba yiyeni ölümle tehdit etmiştir'. (İbn Kesir'in sözü
burada bitti).
Tüm müfessirler Hafız
İbn Kesir'in zikrettiği bu hükümler üzerinde ittifak etmişlerdir. Ayetten
açıkça anlaşılmaktadır ki ribanın azı da çoğu da haramdır. Bu hüküm Hz.
Peygamber döneminden günümüze kadar bu şekilde gelmiştir. Ayet Allah'ın emrine
itaat etmeyi, takvayı, riba'dan geri kalanı bırakmayı emretmektedir. Ayetteki
ma edatı, Arap dilcilerine göre her türlü riba'ya delâlet eder. 'Ana paranız
sizindir' ayetinden de ne kadar az olursa olsun ana paradan fazla olarak alman
miktarın da riba olduğu açık olarak anlaşılmaktadır. Şu ibare de bu mânâyı
tekid etmektedir:
Böylece ne zulmetmiş,
ne de zulme uğramış olursunuz. (Bakara/279)
Tefsir âlimleri şöyle
demişlerdir: 'Ana paranızdan fazla birşey alarak zulmetmeyin. Ana paranızdan
eksiltmek suretiyle size de zulüm yapılmasın'.
Bu ayet-i celile
taşlan bile yumuşatacak nasihatlar içermektedir. Önce. iman edenlere hitap
ederek 'Ey iman edenler! (Faiz hususunda) Allah'tan korkun' dedikten sonra
'Eğer gerçekten mü'minlerseniz' ibaresiyle insanları ribadan sakınmaya davet
etmiş ve riba yiyenlere acı bir azap olduğunu bildirmiştir. Çünkü ısrarla
ribaya devam eden kişi Allah'a ve Rasûlü'ne savaş açmış demektir. Faiz
hususundaki hadîsler de Kur'an'ı tekid etmektedir; onlar da ribanın haram
olduğunu, günahların en korkuncu, en dehşetlisi olduğunu bildirmektedir.
Cabir b. Abdullah
şöyle rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a) riba yiyene, yedirene, riba
muamelesini yazı ile tesbit edene ve bu işin iki şahidine lanet etti ve 'Onlar
(günahta) müsavidirler' dedi".
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a) 'Helak edici yedi şeyden sakının' buyurdu.
Sahabîler 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?' diye sorunca, Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: 'Bunların birincisi Allah'a şirk koşmak, ikincisi sihir yapmak, üçüncüsü
Allah'ın haram kıldığı bir nefsi
öldürmek, dördüncüsü riba (faiz) yemek, beşincisi yetim malı yemek, altıncısı
savaşta kaçmak, yedincisi iffetli kadınlara iftira atmaktır
Alenen zina yapılan ve
riba alınan bir memleket kendini helak etmiş, Allah'ın azabına duçar olmuştur.
Zina ve riba bir
memlekette açıkça yapılmaya başlandığı zaman Allah onların helakine izin verir.
Bu konudaki diğer
hadîsleri zikretmeye gerek yoktur. Bunlar ribanın ne kadar korkunç bir günah
olduğunu ifade etmek açısından yeterlidir. Bunlardan anlaşılıyor ki riba
muamelesine katılanların üzerine lanet yağmaktadır. Riba yiyenler en büyük
mücrim olarak nitelendirilmektedir. Şirk hariç hiçbir günah riba yemekten daha
ağır değildir. Ribanın, insanın işlediği cürümlerin en fahişi olduğuna delâlet
eden delil, ribanın zina ile mukarîn sayılmasıdır. Hiçbir haram zinaya denk
değildir. Zina toplumu fesada sürükler. Riba da zina ile bir kabul edilerek
aynı şekilde toplumun helâkına sebep olduğu belirtilmiştir.
Müslümanlar zinanın
haram olduğu, hatta günahların en büyüklerinden olduğu ve zina yapan kimsenin
fasık olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Allah Teâlâ, ısrarla riba almaya
devam eden kişinin hiçbir amelini kabul etmez. Tüm şeriatlar ribanın ve ribah
muamelelerin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Allah tarafından nazil olmuş,
önünden ve arkasından bâtıl karışmamış olan Kur'an, İsrailoğulları'nın
elleriyle yaptıkları günahlar nedeniyle lanete, azaba müstehak olduklarını
haber vermektedir. Bu günahların başında da riba gelmektedir. Oysa Allah
onları riba'dan nehyetmişti:
Bir de kendilerine
(Tevrat'ta) yasaklandığı halde faiz almalarından ve insanların mallarını haksız
oiarak yemelerinden Ötürü (böyle yaptık).
(Nisa/161)
Fakihlerin cumhuru şu
hususta ittifak etmişlerdir: 'Riba muamelesi ister müslümanlarla, ister
zımmîlerle, isterse zimmî olmayan kafirlerle yapılsın, malı haram eder'.
Ebu Hanife ve talebesi
İmam Muhammed şöyle demiştir: 'Riba, ancak temiz olan mallarda cereyan eder;
yani sahibinin rızası bulunmadan alınması haram olan mallarda riba cereyan
eder. Sahibinin rızası bulunmadığı halde alınması haram olmayan, meselâ harbî
bir kafirin malında, eğer fazlalığı (faizi) alan müslüman olursa riba cereyan
etmez'.
Müslüman bir tüccarın
eman alarak dar'ul-harb'e girip oradaki insanlarla ribah muamele yaparak mal
alması caizdir. Bu görüş İmam Ebu Hanife ile İm'am Muhammed'in görüşüdür. Allah
hakikati daha iyi bilir.
Zımmî'nin malı ise
ittifakla masumdur. Eman alan kâfir de böyledir. Her ikisiyle de ribah muamele
yapmak caiz değildir. Bu hususta dinin değişik olması dikkate alınmaz, çünkü
din birliğinin riba'nın cereyan etme şartlarından olmadığında İttifak vardır.
Riba. hem müsiümanlar,
hem de gayr-ı müslimler için haramdır. Çünkü en sahih görüşe göre gayr-ı
müslimler de şeriatın ferlerinin muhatabıdırlar; yani onların da faiz
yememeleri, namaz kılmaları, oruç tutmaları istenmektedir. Ribah muameleler
hakkında genel olarak varid olan nasslar da böyledir; onları müslümanlara
tahsis edecek delil yoktur.
Ebu Hanife ve İmam
Muhammed'in delili şudur: Harbî bir kafirin malı masun değildir; onu almak
mubahtır. Ancak eman alarak dar'ul-harb'e giden bir müslümana, rızası olmadan harbî bir kafirin malını
alması caiz olmaz. Çünkü burada hainlik sözkonusudur. Ancak harbî kafir kendi rızasıyla malını
bir.müslümana verirse bu engel ortadan kalkar. Çünkü vacibin mucibi yoktur,
yani onu icab ettiren bir delil mevcut değildir. Bu durumda müslüman mubah ve
memluk olmayan bir malt istila etmiş olur ki bu meşrudur. Bu tıpkı kimseye ait
olmayan bir mülkü istila etmek gibidir.
Şu hususa dikkat etmek
gerekir ki günümüzde Ebu Hanife ve İmam Muhammed'in bu görüşüyle amel etmek
mümkün değildir. Zira kanunlara, örf ve âdetlere göre müslüman dar'ul-harb'de
harbî kafirle ticaret yapmak imkânına sahip değildir. Bu nedenle biz fakihlerin
böyle bir meseleyi gündeme getirmekten, müftülerin bu hususta fetva vermekten
kaçınmalarını tavsiye ediyoruz.
Bizim zikrettiğimiz ve
uygun da gördüğümüz bir görüşe muhalefet etmemizin sebebi, birtakım kişilerin
bunu istismar edip haramı helâl etmeye çalışmalarıdır. Bu kişiler yabancı
bankalarla çalışıp faiz almakta ve halka da yedirmektedir. Bunlar bunun caiz
olduğuna dair fetva aldıklarını iddia etmektedirler. Herkese hakkı beyan etmek
için bu görüşü burada zikrettik. Bu görüş sadece harbî kâfire mahsustur. Harbî
kafir, bizim memleketimizle onun memleketi arasında şer'î ve örfî mânâda savaş
bu -lunan kâfirdir. Bu ise bugün sadece müslümanlarla yahudiler arasında
sözkonusudur.
Gayr-ı müslim olan
doğu ve batı memleketleri şer'î mânâda
harbî sayılmazlar. Buniar her ne kadar yahudi ve Siyonistlere yardım
ediyorlarsa da Ebu Hanife ve İmam
Muhammed'in görüşünün onlara tatbik edilmesi uygun olmaz. Bu bakımdan hangi
banka ile olursa olsun, hangi fertle olursa olsun ribalı muamele yapmak haram
ve yasaktır. Onların da İslâm memleketinde ribalı muamele yapmaları aynı
şekilde yasaktır, hatta onların yapması daha da ağırdır. Çünkü burada mallar
müslümanlardan çıkıp gayr-ı müslimlerin menfaati İçin kullanılmaktadır ve bu
yüzden de İslâm memleketleri büyük zararlara ve sıkıntılara maruz kalmaktadır.