El-İMAMET'UI-UZMÂ.. 2
İmametin Önemini ve Hükmünü ve İslâm Toplumunun
Ayakta Durmasının İmametin
Selâmetine Bağlı Olduğunu Beyan Etmek İçin Bir Mukaddime. 2
İmametin
Şartlan. 2
Biat'ın
Şartları ve Keyfiyeti 4
Biat'ın
Sonuçlan. 4
Şura'nın
Hükmü ve Hangi Meselelerde Meşru
Olduğu. 5
Şura'nın
İslâmî Hükümleri İki Kışıma
Ayrılır 5
İmam ve Ümmet Arasındaki Alâkayı Ortaya Koyan Esaslar 6
İmamın
Azledilme Sebepleri 7
Sonuç. 8
İmamet'ul-Uzmâ dinî
bir mertebe ve nübüvvetin halefidir; yani imam (halife) Rasûlullah'in
halifesidir, müslümanların idaresinde Peygamber'i temsil etmektedir. Fakat bir
fark ile ki Rasûlullah (s.a) ümmeti ilzam eden kanunları vahiy olarak alırken,
imam, bu kanunları Kur'an ve Sünnet'in sabit olan nasslarından, ümmetin
icmasından almakta veya İslâmî kaidelere göre ictihad etmektedir.
İmamet (hilafet)
mertebesi, müslümanların manevî varlığının tesbitinde en büyük ehemmiyeti
taşımaktadır. Bu bakımdan bir imam (halife) seçilmesi, şu sebeplerden ötürü
gereklidir:
A. Allah'ın müslümanlara emrettiği vaciblerin en
büyüğü, müslümanların Allah'ın ipine sarılması, tek vücud gibi olmaları, tefrikaya düşmemeleri ve birbirleriye
mücadele etmemeleridir.
Hiçbir toplum,
içlerinden birini idareci yapıp onun emrine uymadıkça tefrikaya düşmekten
kurtulamaz. Bu idareci, onların birliğini sağlar, hâkimiyeti ile onların gücünü
birleştirip bir araya getirir. Bu idareci, nizam ve intizamın sağlanması,
kanunların uygulanması için zaruridir. Hayvanlar bile birliğin gerekli olduğunu
sezmektedirler.
B. İslâm şeriatının hükümlerinin büyük bir
bölümünün uygulanması, imamın (halifer;n) varlığına bağlıdır.
Husûmetlerde meseleyi
hail u fasl etmek, delilleri tayin etmek, hacr'ı ilan etmek, sulhu ikrar etmek
ve benzeri meseleler ancak imamın iradesiyle çözülebilir. Bu bakımdan onun
varlığı -şer'î ahkâmın tam ve doğru bir şekilde tatbik edilebilmesi için-
zaruridir. Evet, tüm bunları yerine getirmek ve meriyete sokmak bir imamın
(halifenin) varlığına bağlıdır.
C. İslâm şeriatında bir kısım hükümler
(meseleler) vardır ki onlara imamet hükümleri
veya sıyaset-i seriye hükümleri denir. Şârî,
bu hükümler (meseleler) hakkında kesin bir emir vermemiş, onları imamın
(halifenin) basiretine veya imamların
-maslahat ve duruma göre-ictihadına bırakmıştır.
Bunlar malî
tazminatlar, askerin eğitilmesi, esirlerle ilgili meseleler ve benzerleridir.
Eğer ortada imamet mertebesini ihraz eden bir halife yoksa, bu meseleler
muallakta kalır ve onlar hakkında bir hüküm verilemez.
D. İslâm ümmeti, her zaman belâ ve felaketlere
maruz kalabilir; zira her an heva ve hevesine uyan, din namına ortaya atılan
bir grubun çıkıp isyan etmesi, birlik ve beraberliği bozması mümkündür. Böyle
fitnelerin ateşini söndürmenin tek
yolu, müslüman ve
adil bir imamın bulunmasıdır. Bu imam, ümmete doğru yolu gösterir ve
onu başka yollara sapmaktan alıkoymaya
çalışır; zira ortada bir imam olduğunda ümmet şaşkınlığa düşmez; imamın
emrettiğini yapar, gösterdiği yoldan yürür.
Çünkü imama itaat etmek farzdır. Müslümanların başında bir imam
bulunmadığı zaman, çeşitli fikir sahipleri müslümanları şaşkınlık içerisinde
değişik gruplara ayırır. Böyle bir tehlike müslümanları felakete götürür. Çünkü
değişik gruplara ayrılan müslümanlar birbirleriyle çarpışır, birbirlerini yok
ederler. Böyece ayrılık ve ihtilaf bütün müslümanların helak olmasına sebep
olur.
İmamet (hilafet)
görevini yüklenecek kişide şu şartların bulunması gerekir:
1. Müslüman olmak
Müslüman olmayan bir
kişinin imameti sahih olmaz. Çünkü imamet şer'î işlerdendir Müslümanların
durumlarını tanzim etmek, hükme bağlamaktır. Müslümanların durumlarının tanzim
edilmesini, bu hükümlere iman etmeyen bir kişiye tevdi etmek mümkün değildir.
2. Erkek
olmak
Kadının imameti sahih
olmaz. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Başlarına emîr olarak
bir kadım seçen toplum felah bulmaz.
Ayrıca imam (halife),
müslümanların maruz kaldığı çeşitli müşkilat-ları halletmek zorundadır. Bu
müşkilatlann bazılarını kadının halletmesi mümkün değildir.
3- Reşid
olmak
Çocuğun, sefihin ve
delinin imameti sahih olmaz. Çocuğun, sefihin ve delinin; etrafında binlerce
vezir, müsteşar, danışman olsa dahi imam (halife) olması caiz değildir. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Çocukların emir
olmasından Allah'a sığının.
4. Adil olmak
Adil olmaktan maksat;
kati, zina, faiz gibi büyük günahları işlememek, küçük günahlarda ısrar
etmemektir. Bu bakımdan fasık bir kimsenin halife olması sahih değildir.
5. Dinî
hükümleri ve delillerini bilmek, yeni çıkan meselelerde ic-tihad yeteneğine
sahip olmak. Zira Hz. Peygamber'den sonra meydana gelen birtakım
meseleler vardır ki
onlar hakkında ancak
halife -müslümanların maslahatına göre- hüküm verebilir.
6. Kulak, göz, dil gibi hassalarının sağlam
olması gerekir.
Halife olacak kişinin
duyu organları sağlam olmazsa, gerektiği şekilde davranmaktan mahrum olur.
7. Uyanık ve umûmi bir sezgiye sahip olmalıdır,
Bu uyanıklık ona idarî
bir kabiliyet vermeli, devleti ve milleti tehdit eden tehlikeleri sezip onlardan
korunmalıdır. Bu uyanıklığın bulunup bulunmadığına ise şura ehli ol in kişiler
karar verir.
8. Kureyş kabilesinden olmalıdır, Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
İmamlar Kureyştendir.
Bu iş (halifelik)
Kureyşe aittir.
İnsanlar şu iş
(hilafet) hususunda Kureyş'e tabidirler.
Maverdi'nin dediği
gibi, bu nasslar varken bu hususta herhangibir şüphe olamaz ve bu nasslara
muhalef eden bir kişinin sözüne de itibar edilmez. Ancak İmam olacak kişinin
Kureyş kabilesinden olması şart olduğu gibi, diğer hilafet şartlarına da sahip
olması gerekir. Eğer Kureyş kabilesinden olan kişide hilafetin diğer şartları
mevcut değilse, diğer Arab kabilelerinden
bir kişi halife
seçilir. Arab kabilelerinde
de hilafet şartlarına sahip olan
bir kişi yoksa,
hilafet şartlarına sahip
olan herhangibir müslüman -hangi soydan olursa olsun- halife seçilir.
Hilafet şartlarının tümüne sahip olan yoksa, yeterli vasıflara sahip olan bir
kişi -şahsî salaha sahip olan kişi
tercih edilerek- halife seçilir.
Meselâ hükümleri bilen, idarî
kabiliyete sahip olan bir kişi, şahsî bir hatası nedeniyle cerhedilmiş olsa
da salih
ve adil olmakla beraber
idarî kabiliyete sahip olmayan bir kişiye tercih edilir. Ancak halife
seçilecek kişinin, her halükârda müslüman olması- şarttır, hiçbir durum bu
şartı ilga edemez.
İmametin Akdedilme
Şekli İmamet, şu yollardan biriyle akdedilir:
Biat yoluyla
Biat'ın keyfiyetinden
ve şartlarından aşağıda bahsedeceğiz.
• Veliaht tayin etmek suretiyle
Yani halifenin
kendisinden sonra halife olacak kişiyi tayin etmesiyle imamet akdedilmiş olur.
Bu yol da şer'î bir yoldur ve bu şekilde halife tayin edilen kişinin hilafeti
sahihtir. Ancak şu iki şartın mevcut olması gerekir:
a. Veliaht tayin edilen kişi, sözkonusu imamet şartlarına sahip olmalıdır.
Yani imamet şartlarına
sahip olması ve bu hususta kendisinden daha üstün bir kişinin bulunmaması
gerekir. Eğer imamet şartlarına sahip olmazsa veya imamet şartlarına sahip olan
ve kendinden üstün olan biri varsa, imamet akdi sahih olmaz.
b. Veliahd,
imameti kabul ettiğini açıkça söylemelidir.
En sahih görüşe göre
veliahd, imameti kabul ettiğini, kendisini tayin eden halife hayattayken
söylemelidir. Bu iki şart mevcut olduğunda kendisini veliahd tayin eden
halifenin ölümü ile o kişi halife olur. Onun halife olması için ehl-i hâl
ve'1-akd'm -ne veliahd tayin eden halifenin yaşadığı sırada, ne de öldükten
sonra- rızası şart değildir. Bunun delili ise Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'i
kendisinden sonrası için halife tayin etmesi ve bunun sahih olduğu hususunda
bütün müslümanların icma etmesidir. Hz. Ebubekir, şu meşhur sözleriyle Hz.
Ömer'i halife tayin ettiğini bildirmiştir: 'İşte bu, Rasûlullah'ın halifesi
Ebubekir'in dünyadan ayrılıp ahirete varacağı bir anda söylediği sözdür. Bu an
öyle bir an ki o anda kâfir müslüman olur, facir ittika eder'.
Bundan sonra Hz.
Ebubekir şöyle devam etmiştir: 'Ben size Ömer b. Hattab'ı halife seçtim. Eğer
doğru söyler, adaletli davranırsa, benim onun hakkındaki kanaatim budur. Eğer
zulmeder, İslâm'ı tebdil ederse, ben gaybı bilmem. Benim kasdım hayırdır'.
Bu durum, halifenin
tek kişiyi halife seçmesi halinde böyledir. Eğer halife, imamet meselesini bir
gruba havale ederse, halifenin vefatından sonra onlar kendi aralarında imamet
şartlarına sahip olan birini halife seçerler. Bunun delili de Hz. Ömer'in
hilafet meselesini altı kişilik bir gruba havale etmesi ve bütün müslümanların
bunun sahih olduğu hususunda ittifak etmeleridir. Hz. Ömer, kendisinden sonra
bir kişiyi halife tayin etmeyerek, bu meseleyi Hz. Ali, Hz. Osman, Zübeyir b.
Avvam, Talha b. Ubeydullah, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas'a
havale etmiş ve aralarından birini halife seçmelerini tenbih etmiştir.
• Kuvvet yoluyla
hilafet makamına gelmek.
Kuvvet yoluyla
hilafete gelen kişinin hilafetinin sahih olması için şu şartlara sahip olması
gerekir:
a. Kuvvet
yoluyla hilafet makamına gelen kişi, sözkonusu imamet şartlarına sahip
olmalıdır veya mevcut insanlar arasında en fazla şarta sahip olan kişi
olmalıdır. Hilafet makamını kuvvet yoluyla ele geçiren kişide adalet olmaması
halinde, o kişinin imametinin sahih olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.
Ancak doğru olan şudur ki hilafet makamını kuvvet yoluyla ele geçiren kişinin
imameti sahihtir, fakat kendisi âsi sayılır.
b. Hilafet
makamı, halifenin ölümünden veya meşru bir şekilde azledilmesinden, sonra
kuvvet yoluyla ele geçirilmiş olmalıdır. Eğer kişi, halife hayatta iken hilafet
makamını kuvvet yoluyla ele geçirirse, o halife de hilafet makamını kuvvet
yoluyla ele geçirmişse, galip olan kişinin imameti sahih olur. Ancak birinci
halife biat veya veliahd tayin edilmek suretiyle halife olmuşsa, hilafet
makamını kuvvet yoluyla ondan alan kişinin imameti sahih olmaz. Bunun delili şu
hadîs-i şeriftir:
İki kişiye biat
edildiği zaman, ikincisini öldürün.
Siyasî idare işiniz
tek bir adam üzerinde birlik ve vahdet halindeyken, sizlere biri gelir de
birliğinizi parçalamak yahut topluluğunuzu fırka fırka bölmek isterse onu
öldürünüz.
İmametin akdolunması
hususunda ilk yolun biat olduğunu söylemiştik. Biat, halife ile halk arasında
yapılan bir ahid (sözleşme)dir. Biat, imametin akdolunmasmda esas yoldur.
Halife ile halk arasında yapılan bu ahid, ancak ehl-i hâl ve'1-akd'in
istişaresinden sonra olur; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
İşleri, kendi aralarında
istişare iledir. (Şûra/38)
Hz. Peygamber
döneminde bir kişi İslâm'a girdiğinde Rasülullah'a, dinlemek ve itaat etmek
üzere biat ederdi. Ayrıca birinci ve ikinci Akabe biatlan da bilinmektedir.
Ubâde b. Sâmit şöyle
rivayet ediyor: 'Biz, Rasûlullah'a zorlukta, kolaylıkta, neşede, kederde ve
başkalarının bizim üzerimize tercih edilmesi hallerinde dinlemek, itaat etmek,
emanet sahibi olan kimselerle emirlik hususunda nizalaşmamak, her nerede
bulunursak bulunalım muhakkak hakkı söylemek, Allah yolunda hiç kimsenin
kınamasından ve kötülemesinden korkmamak üzere biat edip söz verdik1.
Hz. Peygamber vefat
ettiğinde, bir kişinin onun yerine geçip devletin ve milletin meselelerini
halletmesi, idare etmesi gerekmekteydi. Bu ise, Peygamber'den sonra bir kişiye
biat etmek suretiyle gerçekleşir. Böylece Peygamber'e yapılan biat ve ona
gösterilen taat devam eder.
Biat'ın Şartlan
Hilafet ve imamet
biat'ının akdolunması için şu şartların mevcut olması gerekir:
1. Biat,
İslâm âleminin değişik yörelerinden gelen ehl-i hâl ve'l-akd tarafından
yapılmalıdır.
Ehl-i hâl ve'l-akd;
âlimler, liderler ve halkın ileri gelenleridir; yani bir müşkilat olduğunda
veya önemli hususlarda kendilerine başvurulan kimselerdir, islâm aleminin her
köşesinde bulunan ehl-i hâl ve'l akd'in tümünün biat merasimine katılması şart
olmadığı gibi, biat için belli bir sayı da şart değildir, her beldeden cemahir
yeterlidir. Bu hususta erkeklerle kadınlar eşittirler. Ancak kadınların biati
erkeklerin biatindan farklıdır; yani kadınlar biat ederken el sıkışmadan sadece
dilleriyle biat ederler. Bunun delili, Hz. Peygamber'in Mekke fethinden sonra
biat alırken kadınlarla el sıkışmamasıdır.
Buna biaen ehl-i hâl
ve'l-akd veya cemahir, imamet şartlarına sahip olan bir kişiye biat ettikleri
zaman, o kişinin imameti sahih olur, bütün müslümanlar hakikaten ve hükmen o
biat'a katılmış sayılır; yani fiilen veya onu dinlemek ve itaat etmek suretiyle
hükmen biat ederler. Tüm insanların fiilen halifeye biat etmeleri şart
koşulmamış, sadece ehl-i hâl ve'1-akd'in biat'ı ile iktifa edilmiştir. Çünkü
şeriatın kaynaklarından biri olan icma, ehî-i hâl ve'l-akd ile «neydana gelir.
Kendileriyle icma
meydana gelen ehl-i hâl ve'1-akd'in ittifak ettiği bir konuda, halka düşen
onlara ittiba etmektir; zira icma, kesin bir delildir, ona muhalefet etmek caiz
değildir.
2. Ehl-i hâl
ve'I-akd'de şu şartların bulunması gerekir: İmametle ilgili hükümlerde ictihad
derecesine ulaşmış olmalıdırlar.
• Adalet şartına ve
şahitlerde bulunması gereken diğer şartlara sahip olmaları gerekir.
Ehl-i hâl ve'1-akd'de
bu şartlar mevcut değilse, onların biat'ı geçerli olmaz ve dolayısıyla imamet
akdi akdolunmaz.
3. Ehl-i hâl
ve'1-akd'in biat ettiği kişi, açıkça veya kinaye yoluyla halifeliği kabul
ettiğini söylemelidir.
Biat edilen kişi,
halifeliği kabul etmezse, bu hususta zorlanamaz. Çünkü halifelik cebr ve
zorlama ile değil, rıza ile olur.
İmamet şartlarına
sahip olan bir kişi biat veya veliahd tayin edilmek veya kuvvet yoluyla halife
olursa, müslümanların işlerini idare etme hususunda onların velîsi olur ve şu
vazifeler kendisine vacib olur:
• Halife olduğunu halka ilan etmelidir.
Ümmet toptan, imametin
ona verildiğini bilmeli, ismini ve kendisini tanımasa da vasıflarını ve
meziyetlerini bilmelidir.
• Şu hususlara riayet edip şu vazifeleri yerine
getirmesi gerekir:
A. Kur'an, Sünnet ve İcma ile sübut bulan dinî
asılları korumalıdır.
Yani şüpheye düşen
veya bid'ata kayan kişilere doğru yolu delilleriyle beraber açıklayıp izah
etmeli ve gereken hadler ve cezalarla onları muahaze etmelidir.
B. Malî, medenî, ahval-i şahsiyye, cinayetler ve
diğer meselelerle ilgili ilahî hükümleri infaz etmelidir.
C. İslâm beldelerinde emniyet ve asayişi
sağlamalı, İslâm'ı yaymaya çalışmalı ve müslümanların İktisadî, içtimaî ve
kültürel maslahatlarını gözetmelidir.
D. İslâm devletinin sınırlarını
sağlamfaştırmalı, orada düşman saldırısını durduracak kadar kuvvet
hazırlamalıdır.
Sınırları takviye
etmek için gereken herşeyi yapmalıdır.
E. Dünyanın her. tarafındaki insanları İslâm'a
davet etmelidir. İslâm davetinin önüne çıkan tüm engelleri yıkmak için cihad
etmelidir.
Halife, vacibleri
yerine getirmek ve tahkik etmek için uygun olan herşeyi yapabilir, her yolu
deneyebilir. Meselâ gerekli ve uygun görürse vezirler, valiler, kadılar tayin
edebilir ya da azledebilir; zira tüm bu konulardaki kararları belirleyicidir.
• Tüm müslümanlar
-masiyet olmayan her hususta- onun emrine uymak ve ona itaat etmek zorundadır.
Ey İnananlar! Allah'a
itaat edin. Rasûlullah'a ve sizden olan idarecilere itaat edin. (Nisa/59) Hz.
Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Müslüman olan kişiye,
hoşlandığı ve hoşlanmadığı hususlarda (âmirlerini) dinlemek ve itaat etmek
vacibdir. Ancak masiyet ile emredilmesi hali müstesnadır. Masiyet ile
emrolunursa onları dinlemek ve itaat etmek yoktur.
İmam Nevevî şöyle
diyor: 'Âlimler, masiyet olmayan
emirlerde imama itaat etmenin ve masiyet olan hususlarda da imama itaat etmemenin
farz olduğunda ittifak etmişlerdir'.
Masiyet hususunda
olmamak şartıyla adil de olsa, zâlim de olsa imama itaat etmek vacibdir. İmam,
bir masiyeti emrederse, bu hususta ona itaat etmek haramdır ve nerede olursa
olsun hakkı açıkça söylemek vacibdir.
Fakat imamı, halifelik makamından
indirmek veya onunla savaşmak niyetiyle onun emrinden çıkmak,
-müslümanların ittifakıyla-caiz değildir.
Çünkü burada müslümanların
birlik ve beraberliğinin bozulup
parçalanması bahis mevzudur. İmamın fiilen masiyeti işlemesi de masiyeti
emretmesi gibidir. Fiilen masiyet
işieyen imama karşı, müslümanların yapması gereken şey,
onun emrinden çıkmak, onunla savaşmak değil, ona hakkı beyan etmek, onu bu hususta protesto etmektir. Ancak
bu durum, imamın
küfre girmemesi veya
küfrü emretmemesi halinde geçerlidir. Eğer imam kâfir olursa, imameti
ilga olur, müslümanların biatları düşmüş olur. Bunun tafsilatı İmamın Azli
bahsinde gelecektir.
Şura ve meşveret,
hakikate vasıl olmak ve müşkülen çözmek için başkalarının fikir ve
düşüncelerine başvurmak demektir.
I. Bazı hükümler Kur'an ve Sünnet'in açık
nasslanna veya İcma'ya dayanır ki bu hükümler hakkında istişare etmek sözkonusu
değildir; zira ne kadar yetkili olursa olsun, ne kadar âlim olursa olsun hiç
kimse bu hükümleri kaldırma veya değiştirme veya tadil etme yetkisine sahip
değildir. İdarecinin burada, yani Kur'an ve Sünnet'in açık nasslanna veya
İcma'ya dayanan bu hükümler hususunda yapması gereken şey, onları korumak ve
onlara uymaktır.
II. Bunlar birtakım içtihadı hükümlerdir ki kendi
aralarında iki gruba ayrılırlar:
Birinci Grup: Allah'ın
ilminde takrir bulan hükümlerdir. Kur'an veya Sünnet veya İcma veya Kıyas'ın
teşrî delilleri bu hükümleri zımnen kapsamaktadır. Bu hükümleri Kur'an'm veya
Sünnet'in veya İcma'nın veya Kıyas'ın delillerinden çıkarmak için araştırmaya,
cehd ve gayret göstermeye ihtiyaç vardır. İşte bu hükümler Allah Teâlâ'dan
cümleten ve tafsilen tebliği hükümlerdir. Bunlar hususunda karar vermek
-idareci olsun veya olmasın- müctehidlerin yetkisi dahilindedir.
İkinci Grup: Bunlar,
Allah Teâlâ'mn küllî olarak inzal ettiği hükümlerdir ki bu hükümlerin
tafsilatı, müslümanların maslahatlarına uygun olarak nasıl tatbik edileceği, müslümanların gelişen konum ve durumlarının ne yapmayı
gerektirdiği, bütün bunlar müslüman hâkim'in basiretiyle ve müslümaniann
hizmetindeki ihlasi vasıtasıyla görüp takdir ettiği yolla ortaya konur. İşte
bunlara İmamet Hükümleri veya Şer1! Siyasetin Hükümleri denir. Bu
hükümlerde ancak müctehid olan İmam karar
verebilir. Bu bahsin
başında bu hükümlerle
ilgili misalleri zikretmiştik.
İkinci kısımdaki her
iki gruba dahil olan meselelerde (hükümlerde) istişare gerekir; yani imamın bu
hükümlerde karar vermesi, ancak salih müctehidlerin bir kısmıyla istişare
ettikten sonra caiz olur; zira Allah Teâlâ Hz. Peygamber'e şöyle emretmektedir:
İş hususunda onlarla
istişare et. (Âlu İmran/159)
Yine Allah Teâlâ,
müslümanlan methederken şöyle buyurmaktadır:
İşleri, kendi
aralarında istişare iledir. (Şûra/38)
Ayrıca Hz.
Peygamberin, nass bulunmayan
hususlarda ashab-ı kiram ile
istişare etmesi de buna delildir. Meselâ Hz. Peygamber; Bedir,
Uhud ve Hendek
savaşlarında ve Bedir savaşında alınan esirler hususunda ashab-ı kiram ile
istişare etmiştir. Bunun pek çok misali vardır.
Birinci kışıma dahil
olan hükümlerde istişare yapılmayacağına şu ayet-i kerime delâlet etmektedir:
Allah ve Rasûlü bir
işe hüküm verdikleri zaman mü'min erkekle mü'min kadın için kendi işlerinden
dolayı Allah'ın ve Peygamber'in hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur. Kim
Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ederse, şüphesiz o apaçık bir sapıklıkla yolunu
sapılmıştır. (Ahzab/36)
Hz. Peygamber de bu
tür hükümler hususunda hiçbir kimseyle istişare etmemiş, o hükümlere uyma
hususunda hem kendini, hem de sahabîleri mecbur tutmuştur.
Şunu da belirtelim ki
istişare meclisinden çıkan ortak karara veya çoğunluğun kararına imamın
-demokratik sistemlerde olduğu gibi- uyma mecburiyeti yoktur. İmama vacib olan,
ehl-i ilim ve ehl-i basiretin görüşüne
başvurmak, onların fikirlerini
dinleyip incelemek, doğru *
olduğuna İkna olursa ona uymaktır.
Beşerî sistemlerdeki
meclis ile şura arasındaki farkı kısaca şöyle beyan edebiliriz: Beşerî sistemlerde meclis kanun koyucudur ve
çoğunluğun kararı bağlayıcıdır. İslâm şeriatında ise şura, kanun koyucu değil,
Allah'ın hükmünü araştırıcıdır. Bu nedenle de burada azlık ile çokluk eşittir;
zira bazen onların içinden bir kişi Allah'ın hükmüne muttali olabilir. Bu
bakımdan hak, hangisinin dilinde meydana gelirse ona tâbi olmak lazım gelir.
İmamın onlara üstünlüğüne gelince, onun üstünlüğü, insanları Allah'ın hükmüne
götüren basiretinin çokluğu ile sabit olmuş, bu
yüzden kendisine biat edilmiş ve halife seçilmiştir. İmamın, şura
üyelerinin görüşlerinden birini seçmesi, o görüşün diğeF lerinden üstün
olduğuna delâlet eder. Bu nedenle bütün müslümanların ona tâbi olması ve onun
hükmü altında biraraya gelmeleri vacibdir.
İmam -imametin
hükümlerini ve şartlarını belirtmiştik- Allah'ın hükümlerini korumak hususunda
Rasûlullah'ın halifesidir. İmam, bu hükümleri korur, zayi olmasına,
değiştirilmesine mani olur, onların tatbik edilip edilmediğini kontrol eder. Bu
hükümlerin doğru bir şekilde tatbik edilmesinin, emniyet ve sükûn için tek
garanti olduğunda, ümmetin hayr ve saadetinin buna bağlı olduğunda hiç şüphe
yoktur.
İşte bunun için:
1. İmam, kendiliğinden herhangibir kanun
koyamaz. Çünkü kanun koyma yetkisi, Allah'a mahsustur. Hatta Peygamber bile
kanun koyucu değil, Allah'ın kanunlarına uyucu ve onları tebliğ edicidir. Ancak
şu var ki Peygamber bir konuda ictihad edip hüküm verdiğinde, o hükmün
tatbikatının ve meşruiyetinin vahiy yoluyla Allah'ın takririne bağlı olduğu kabul
edilir.
2. İmam; imam olması dolayısıyla herhangibir
imtiyaza sahip değildir.
Şer'î hükümler
karşısında imamın, diğer insanlara hiçbir üstünlüğü yoktur. Meselâ herhangibir
meselede imamın şahitliği, başka bir kişinin şahitliğinden üstün değildir.
İmam, aynı anda hem hâkim, hem de şahit olamaz. İmam, hâkim olduğunda şahitliği
sözkonusu olamaz, şahit olduğunda da hâkimliği sözkonusu olmaz. Hâkim
olduğunda, şahitlerin şahitliğiyle hüküm verir, veya sadece şahit olabilir,
hâkimlik sıfatı -şahit olduğu esnada- kalkar. İmam, tıpkı diğer insanlar gibi
kadı huzuruna şahit olarak çıkar, şahit olarak çıktığında o kadı'yı kendine
naib kılmış . olur.
Bir kişi, Hz. Ömer'e
davasını arzederek 'Şu adam bana zulmetti' dedi ve adamın yaptığı zulmü anlattıktan
sonra 'Ey mü'minlerin emîri! Sen bunu herkesten daha iyi biliyorsun' dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: 'Dilersen aranızda hükmedeyim, dilersen de
hüküm vermeyip sana şahitlik yapayım'.
İmam (halife),
kendisini herhangibir hadd'en, kısastan veya tâzir cezasından kurtaramaz; yani
imam da diğer insanlar gibi işlediği bir suçtan ötürü cezalandırılır.
İmama, yerine
getirmekte olduğu önemli görevler nedeniyle şura meclisi tarafından örfe göre
ve meşru ve şerefli bir hayatın gerektirdiği miktarda bir maaş takdir edilir.
1. İmam, halk arasında Peygamber'in veya
Peygamber'den sonra gelen halifenin halifesidir.
Ancak bir fark
vardır ki o
da Hz. Peygamber'in vahiy alması
ve içtihadının -vahyin tasdikiyle- şer'î hüküm olması veya reddedilmesidir.
Halifeye gelince, onun^Allah'ın kitabına, Hz.
Peygamber'in sünnetine ve
müslümanların icmaına dayanması
gerekir. Bunların dışında bir de ictihad edebilir. Ancak bu içtihadın Kur'an ve Sünnet'in umumi
delaletiyle olması gerekir.
2. İmam, müslümanların -insanların birbirleri
üzerindeki velayetini kabul etmeyen- umumi işlerinde onların velîsidir.
Bu yüzden imamın,
müslümanların umumi işlerindeki tasarrufu, maslahatla kayıtlıdır; yani şer'an
geçerli olması için maslahata uygun olması gerekir. Müslümanların imama itaati,
'Allah'ın hükümleri' diye tabir edilen maslahatın sınırlan dahilinde
sözkonusudur. Yoksa İmam, imameti vasıtasıyla insanlardan menfaat temin etmek
için müslümanların başına geçmiş değildir. Bilakis o, umumi maslahatların hayata
geçirilmesi ve umumi maslahatlarla fertlerin maslahatlarının arasının bulunması
için çalışma imkânına kavuşturulmuştur.
3. İmam derece bakımından kendisinden sonra
gelen idarecileri, vezirleri, kadıları, onlara tevdi edilmiş olan ümmetin
değişik hizmetleri konusunda kontrol eden kimsedir. O devlet görevlilerinden
kaynaklanan herhangibir şikayet ve haksızlık hususunda ümmetin tek merciidir.
İşleri başkalarına havale edip onları kendi hallerine terkedemez ve onları
şahsî çıkarlarıyla başbaşa bırakamaz.
Maverdi,
el-Ahkâm'us-Sultaniye adlı kitabında şöyle diyor: 'İmam, ümmetin ve devletin
idaresini ve koruyuculuğunu yapmak için işleri bizzat takip etmeli, lezzet ve
ibadetlerle meşgul olup tayin ettiği kişilere güvenmemelidir. Çünkü emin
sayılan kişi çoğu kez ihanet eder, nasihat ederi kişi çoğu kez aldatır'.
4. Bütün bunlara binaen imam ile ümmetin
alâkası, hizmet eden ile kendisine hizmet edilen efendinin alâkası gibidir.
Merhametli bir aile reisinin, aile fertleri ile olan alâkası gibidir.
İmam, emniyet ve
güveni bütün ülkeye yaymak hususunda her türlü çabayı şarfetmeli, bunu da güç
kullanarak, zorlayarak değil, şefkat ve merhametle yapmalıdır.
İmam, şu sebeplerden
biri mevcut olduğunda azledilir:
1. Kâfir
olması.
Bu kâfirlik ister açık
bir söz veya fiille olsun, isterse de küfrü iltizam ederi bir sözle olsun hüküm
değişmez. İmam, herhangibir şekilde kâfir olduğunda imameti iptal olunur, ümmet
onun biatından çıkar. Ümmetin isyan edip onu imametten azletmesi farzdır.
İmamın, fasık olmasına
gelince, -bu fasıkhk gerek mahzurlu şeyleri irtikab etmek suretiyle, gerekse
kişiyi kâfir yapmayan birtakım bid'atları işlemek suretiyle olsun- bu, imamın
kâfir olmasını gerektirmez ve dolayısıyla da azledilmesi sözkonusu değildir.
İmam Nevevî Müslim
Şerhinde şöyle diyor: 'Ehl-i sünnet âlimleri, imamın (sultanın) fasık
olması nedeniyle azîedilmeyeceği
hususunda icma etmişlerdir1.
Bunun sebebi şudur:
İmamın azlinden ötürü meydana gelen fitne, imamın fasık olduğu halde imamet
makamında kalmasının zararından daha fazladır.
Fasık. bir kişinin
imam seçilemeyeceğini daha önce söylemiştik. Ancak kişi imam seçildikten sonra
fasık olursa, bu fasıldık imamın azledilmesini gerektirmez. Her ne kadar-Ast
haram olsa da yine de imamın azline sebep olmaz.
2.
Vücudunda, azalarında veya duyu organlarında -imamet görevini yerine
getirmesine mâni olacak derecede- bir eksikliğin, kusurun meydana gelmesi.
Meselâ imamın gözü kör
olursa veya kulağı sağır olursa, el veya ayağı koparsa imamet görevinden
azledilir. Burada meydana gelen eksikliğin şekline değil, bu eksikliğin imamet
görevine mâni olup olmadığına bakılır. İmamın vücudunda, azalarında veya duyu
organlarında meydana gelen özür, imamet görevini yürütmesine mâni değilse,
imamın azledilmesi vacib olmaz; zira sadece vücutta meydana gelen bir
çirkinlik, imamın azledilmesini gerektirmez. Delilik veya baygınlığa maruz
kalmak da imamet görevini yürütmeye mâni olacak derecede olursa -bu delilik
veya baygınlık sürekli olmasa dahî- imamın azledilmesini gerektirir.
3- Tasarruf
ehliyetini Ve imkânını kaybetmesi. Bu da iki şekilde meydana gelir:
a. Hacr
İmamın yakınlarından
biri, ona musallat olup emirlerini infaz etmek imkânını elinden alsa, bu hacr
onun azledilmesine neden olmaz, imametinin devam etmesine zarar getirmez.
Musallat olan kişinin hüküm ve siyasetine bakılır, eğer hüküm ve siyaseti dinî
hükümlere uygun ve adaletin gerektirdiği şekilde ise, aslî imamın imamet hükmü
devam etmekle beraber onun imamet üzerinde durması vacibdir. Eğer musallat olan
kişinin (müstevlinin) hükümleri dinî hükümlere ve adaletin gereklerine uygun
değilse, onun orada durması caiz değildir. Bütün müslümanların ellerinden
geleni yaparak ona karşı çıkmaları ve tagal-lübünü ortadan kaldırmaları
vacibdir.
b. Kahr
Kahr'dan maksat,
imamın düşman eline esir düşmesi ve onu kurtarma yolunun bulunmamasıdır.
İmam düşman eline esir
düşerse ve onu kurtarma imkânı da varsa, bütün müslümanların her yolu deneyerek
onu kurtarmaya çalışmaları vacibdir. İmamın kurtulma ümidi bulundukça, onun
kurtulacağından ürriit kesilmedikçe, onun imameti hükmen devam ediyor sayılır.
Ancak her yol denendikten ve İmamın kurtuluşundan ümit kesildikten sonra onun
imameti ilga edilir. Bu durumda ehl-i hâl ve'l akd derhal bir imam seçmek
mecburiyetindedir. İkinci imam seçildikten sonra, birinci imam esirlikten
kurtulursa, artık imamet görevi ona verilmez. Anca'k ikinci imama biat
edilmeden önce birinci imam kurtulursa, ikinci imama biat edilmez. Birinci
imam, yeni bir biata ihtiyaç olmadan görevine devam eder.
4. İmamın
kendini azletmesi
İmam kendini
azlettiğinde, müslümanlar arasında imamet şartlarına sahip olan biri varsa
-onun derecesinde olmasa bile- onun kendini azletmesi sahih olur. Ancak
müslümanlar arasında onun yerini dolduracak birisi yoksa, onun istifası kabul
edilmez. Çünkü onun azlini gerektirecek şer'î bir sebep mevcut değildir. Eğer
onun azlini gerektirecek şer'î bir sebep olsaydı, müslümanlar onu o makamdan
-kendisi istese de istemese de- indirirlerdi. Her ne kadar imamet akdi,
taraflar arasındaki rızaya dayalı bir akid ise de rızaya dayalı akidler bazen
aniden ortaya çıkan istisnaî sebeplerden ötürü cebrî akidlere dönüşür. İmamın
kendini azletme durumu, -yerine geçebilecek biri bulunduğu takdirde- farz-ı
kifayelerin durumu gibidir. Eğer böyle bir kimse yoksa, onun bu__vazifeyi kabul
etmesi farz-ı ayn olur.
İmam, saydığımız bu
dört sebepten biriyle azledildiği zaman, bütün müslümanlar onun taatından
vebiatından çıkmış olurlar. Artık o her hususta müslümanlardan herhangibiri
gibidir.
İmam, azli gerektiren
bir sebep nedeniyle azledilirse ve ikinci bir imama biat edilmeden azli
gerektiren sebep ortadan kalkarsa, bu durum, onun imamet görevine devam
etmesini gerektirmez. Ehl-i hâl ve ve'l-akd'in tekrar ona biat etmesi gerekir.
Bahsettiğimiz önemli
vazifelerin yapılabilmesi için yukarıda belirttiğimiz şekilde bir irnam seçmek
bütün müslümanlar üzerine bir vecibedir. Eğer müslümanlar, Allah'ın emri olan
bu vecibeyi yerine getirmek için çalışmazlarsa, büyük bir günah yüklenmiş
olurlar. Çünkü bir imam seçmek; dinî, içtimaî ve siyasî zaruretler açısından
vacib olan İslâmî alâmetlerin en büyüğüdür.
Aynı zamanda iki
imamın bulunması caiz değildir; zira imametin en önemli hedeflerinden biri,
yeryüzündeki bütün müslümanları bir araya getirip birleştirmektir. Aynı anda
birden fazla imamın bulunması ise bu hedefe ters düşmektedir. Allah Teâlâ daha
iyi bilir.
Duamızın sonunda 'Hamd
âlemlerin rabbi Allah'a mahsustur'. Dördüncü ve Son Cildin
Sonu