LUKATA.. 2
Tarifi 2
İltikat'ın
(Lukata'nın) Meşruiyeti 2
İltikat'ın
(Lukata'nın) Hükmü. 2
Kaybolan Malı
veya Hayvanı Almak. 2
Harem Dahilinde
Bulunan Malın Durumu. 3
Bulunan
Mala Şahit Tutulması 4
Bulunan Malın İlan Edilmesi 4
Bulunan Mal Nasıl, Nerede ve Ne Kadar İlan Edilir?. 4
Bulunan
Malın İlan Edilme
Masrafının Kime Ait
Olduğu Hususu. 5
Bulunan
Malın Çeşitleri ve
Onlarda Yapılacak Tasarruflar 5
Bulunan
Malın Mülk Edinilmesi 5
Bir Mal Bulan
Kişinin Mal Hususundaki Durumu ve
Bulunan Malın Muhafaza
Edilmesi 6
Bulunan
Malın, Sahibi Olduğunu
İddia Edene Verilmesi 6
• Bir Uyarı 6
Lukata lugatta,
'yerden alınan mal' anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa hakkında şöyle
buyurulmuştur:
Firavun'un adamları
onu yitik olarak (denizden) aldılar.
(Kasas/8)
Lukata'nın ıstılahı
anlamı ise, herhangibir kişiye ait olmayan bir mekânda bulunup sahibinin kim
olduğu bilinmeyen ve korunma altında olmayan mal veya muhterem bir ihtisastır.
Burada ihtisas
kelimesiyle, şer'an mülk edinilemeyen ve fakat kişinin elinin altına girmesinin
ve kendisine ait olmasının mümkün olduğu -meselâ köpek gibi- şeyler
kastedilmektedir.
'Muhterem' kelimesiyle
de malın ve ihtisas'ın vasfı sözkonusu edilmektedir; yani bir malın muhterem
olması demek, "şer'an muteber olması" demektir. Bu bakımdan
oyun-eğlence aletleri, içki, domuz, harbî kâfirin malı gibi şer'an mal
sayılmayan şeyler muhterem değildir. Oysa meselâ av köpeği muhterem bir
ihtisas'tır; böyle olmadığı takdirde muhterem de değildir.
'Korunma altında olmayan
mal'dan maksat da malın, muhafazayı temine yönelik alâmetler taşımaması ve
çevrili bir yerde veya binada olmamasıdır.
Sahibi bilinmeyen
kaybolmuş malı yerden almak caizdir. Hz. Pey-gamber'e yerde bulunan mal hakkında
sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
Onun kabını ve ağız
bağını iyice tanı, sonra onu bir yıl ilan et. Bu müddet zarfında sahibi gelirse
(verirsin), sahibi gelmezse sen onunla faydalan.
Lukata ile ilgili
diğer hadîsler konu içerisinde zikredilecektir. Lukata'mn Meşruiyetinin
Hikmet ve Nedeni
Birşey kaybeden
kişinin üzüleceği şüphesizdir. İnsan kaybettiği şeyi, bazen nerede kaybettiğini
hatırlamaz, bazen de bulunan mal yeterli şekilde tarif edilemez. Kaybolan mal
bazen emin olmayan bir kişinin eline geçer ve böylece sahibinin elinden çıkar,
bazen de kaybolan mal kısa sürede telef olur, kimse ondan faydalanamaz. Bu
bakımdan yerde bulunan bir mah alıp İlan etmek, insanların maslahatı
gereğidir. Böylece malını kaybeden kişi malına kavuşur, malı bulan kişi bir
kardeşine yardım etmiş olur, mal da telef olmaktan kurtulur.
İyilik etmek ve
(fenalıktan) sakınmak husususunda birbirinîzle yardımlasın. Günah işlemek ve
haddi aşmak (düşmanlık) hususunda birbirinizle yardımlaşmayın
(Mâide/2)
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur:
Müslüman bir kul, din
kardeşinin yardımında bulundukça Allah da onun yardımında bulunur.
Malını kaybeden kişi onu bulduğunda sevinir, üzüntüsü
gider. Böylece mah bulup sahibine teslim eden sevap kazanır. Nitekim Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her kim bir mü'minin
dünya gamlarından bir gamım giderirse, Allah da onun kıyamet gününün
gamlarından bir gamını giderir.
Böylece insanlar güven
içinde huzurlu bir şekilde yaşarlar. Zira mallarının korunduğunu, kaybolsa
dahi tekrar bulunup kendisine iade edileceğini bilirler. Kalpleri sevgi ve
kardeşlik hissiyle dolar.
Tarif ettiğimiz
şartlar dahilinde kayıp bir malı bulan kişinin -eğer kendinden emin ise- onu
alması müstehabdır. Malı alıp muhafaza etmelidir. Eğer malın telef olma
tehlikesi yoksa, bulan kişi onu alıp almamakta serbesttir. Malm telef olma
tehlikesi varsa, kendisinden başka emin bir kimse yoksa bulan kişinin malı
alması vacib olur. Çünkü müslümamn malının korunması vacibtir. Malı bulan kişi,
sahibi çıkmadan önce onu yemekten emin değilse, malı alması mekruh olur.
Bulduğu malı, sahibine vermeyip kendine alıkoyacağını bilen kimsenin de onu
alması haram olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bulduğu bir mah ilan
etmeden, ancak dalâlette olan bir kimse alır.
Kaybolan şey bazen
mal, bazen de hayvan olur. Kaybolan şeyin hayvan olması durumunda dikkat
edilmesi gereken hususlar şunlardır:
1. Kaybolan
hayvan at ve deve gibi, kendini küçük yırtıcılardan koruyabilen veya tavşan
gibi hızlı koşan hayvani arda nsâ, onu alıp götürmek caiz olmaz.
Zeyd b. Halid'in
rivayet ettiğine göre bir kişi Hz. Peygamber'e şöyle sordu:
- Yitik devenin hükmü
nedir?
- Ondan sana ne? O hayvanın su tulumu ve
(gezecek) tabanı bera-berindedir. Sahibi onu bulunacaya kadar o kendi kendine
suya varır ve ağaçlardan da yer.
Kendini koruyabilen
hayvanlar da deveye kıyas edilmiştir. Âlimler bu hadîsi mülk edinmek için
almaya hamletmişlerdir. Çünkü deve ve benzeri hayvanlar genellikle otlamaya
çobansız olarak gönderilir. Galip olan,
götürmek caiz
değildir. Ancak sahibi için muhafaza etmek üzere götü-rülebilir, ilan edip
sahibi çıkmayınca da mülk edinmek üzere götürü-lemez. Ancak bu hüküm asayişin
olduğu dönemlerde geçerlidir. Bu
dönemlerde kişi, hayvanı, sahibi için korumak maksadıyla götürür, mülk edinmek
için gerekli olan süre zarfında hayvanı bulduğunu ilan ettikten sonra ona el
koymak için götürmez. Kişi, hayvanı bir şehrin veya bir kasabanın evleri
arasında bulsa da -hayvanın sahradaki durumuyla buralardaki durumu arasında
fark olmasına rağmen- onu alabilir. Çünkü insanların şehir ve kasabaların
arasında otlamaları için hayvanları tek başlarına ve çobansız olarak bırakıp
gitmek âdetleri yoktur. Üstelik şehirlerde insanların -sahraların hilafına- çok
kalabalık olduklarından, hayvanı tek başına dolaşırken gören bir kimse bundan
endişe duyabilir. Oysa sahralarda gelip geçenler azdır.
Hz. Peygamber'in 'suya
varabilir, ağaçtan yiyebilir, sahibi onu bulana değin idare edebilir' sözü, bu
yerlerin sahra olduğuna, oralarda su ve ağaç bulunmadığına delâlet eder. Onu
oralarda alıp götürecek kimse de yoktur. Halbuki bu mânâ şehirler için geçerli
değildir.
2. Kaybolan
hayvan koyun ve benzerleri gibi kendini koruyamayacak hayvanlardansa veya
hasta ve yarahysa -meselâ ayağı kırılmış bir at gibi- onu alıp götürmek
caizdir.
Bu tür hayvanları mülk
edinmek üzere götürmek de caizdir.
Zeyd b. Halid'in
rivayetine göre bir kişi Hz. Peygâmber'e şöyle sordu:
Yitik koyunun hükmü
nedir?
- Yitik koyunu sen
alır, ilan eder de sahibini bulamazsan o sana aittir. Sen almayıp mü'min
kardeşin alırsa onundur, o da almazsa artık koyun kurdundur.
Kendini koruyamayan
diğer hayvanlar da koyuna kıyas edilmiştir. Kaybolan hayvan dışındaki mallar
da, kendini koruyamayan hayvan hükmündedir. Yukarıda söylediğimiz gibi duruma
göre onu almak caiz de olabilir, vacib de olabilir.
Zeyd b. Halid'in
rivayetine göre bir kişi Hz. Peygamber'e lukata'nın hükmünü sordu. Hz.
Peygamber 'Onun kabını ve ağız bağını iyice tanı, sonra onu bir sene ilan et'
buyurdu.1
Daha önce geçmişti.
Ubey b. Ka'b şöyle
rivayet ediyor: "Ben Rasûlullah (s.a) zamanında içinde 100 dinar olan bir
kese buldum. Akabinde bu keseyi Rasûlullah'a getirdim. Rasûlullah 'Bunu bir
sene ilan et, çevrene duyur' dedi. Ben de bir sene onu ilan ettim.
Fakat onu bilen birine rastlamadım.
Sonra Rasûlullah'a geldim. Rasûlullah 'Onu bir sene (daha) ilan et'
buyurdu. Onu bir sene daha ilan ettim. Fakat bilen bir kimseye tesadüf etmedim.
Sonra (üçüncü defa) Rasûlullah'a gelip durumu kendisine arzettim. Bu defa
Rasûlullah 'Bu paranın miktarını, kesesini, ağız bağını hıfzet. Sahibi gelirse
keseyi ona ver, gelmezse ondan faydalanabilirsin1 dedi. Ben de ondan
faydalandım".
: Harem'den maksat, Mekke ve Mekke'nin
etrafındaki kısımlardır ki harem adıyla bilinirler. O kısımlarda avlanmak veya
ağaç kesmek haramdır. Harem dahilinde kaybolan bir malı bulan kişi onu ancak
sahibi için muhafaza etmek üzere alabilir, onu temellük etmesi hiçbir zaman
caiz değildir. Çünkü harem dahilindeki kayıp malda galip olan durum,
sahibinin ne zaman
gelirse gelsin onu
orada bulacağıdır. Hz. Peygamber1 in Fetih Günü Mekke'de
söylediği şu sözlerde buna delâlet eder:
(Mekke'nin) yitiğini
kimse (elini uzatıp) alamaz. Meğer ki sahibini arayıp bulmak için olsun.
Mekke'de bulunan malın
ilan edilmesi için, bulan kişinin Mekke'de ikamet etmesi gerekir. Mekke'den göçmek
istediğinde bulduğu malı hâkim'e veya vekiline teslim etmelidir. Böylece
bulunan mal, sahibi için ilan ve muhafaza edilmiş olur.
En sahih kavle göre
bulunan mal için şahit tutmak vacib değildir. Çünkü bu konuda varid olan
hadîslerde şahit tutmanın vacib olduğundan bahsedilmemiştir. Birşey bulan
kişinin -adil olsa dahi- şahit tutması müstehabdır. Böylece kişi ileride
nefsine uyma tehlikesinden korunmuş, mirasçılarının mala sahip olmalarını
engellemiş olur.
Şu hadîs, bulunan mal
için şahit tutmanın müstehab olduğuna delâlet eder:
Her kim kaybolmuş bir
malı bulup alırsa, adalet sahibi bir veya iki kişiyi şahit tutsun.
Hadîste geçen 'bir
veya iki adil şahit tutsun' sözü, muhayyerliğe delâlet eder. Bu da şahit
tutmanın vacib olmadığını gösterir. Eğer şahit tutmak vacib olsaydı, bir
şahitle yetinilmezdi. Malı bulan kişi, şahitlere malın vasıflarının hepsini
değil, bir kısmını söylemelidir. Bu hususta fazla açıklama yapması mekruhtur.
Bir mal bulan kişi,
şahit tuttuğunda emin olmayan kişilerin haberdar olup onu zorla elinden
alacaklarından endişe ederse, şahit tutmayabilir.
Bulunan mal bir hurma,
bir lokma gibi kıymetsiz olursa -malın kıymetli olup olmadığı örfe, zamana ve
mekâna göre değişir- onu ilan etmeden mülk edinmek caizdir.
Enes b. Mâlik'in
rivayet ettiği şu hadîs buna delâlet etmektedir. Hz. Peygamber (s.a) bir hurma
danesi bulduğunda şöyle demiştir:
Bunun sadaka malı
olmasından korkmasaydım, onu muhakkak yerdim.
Bulunan mal kıymetli
ise; halk böyle bir kayıbı ararsa, onu ilan etmek vacib olur. Yukarıda
zikrettiğimiz hadîsler açıkça buna delâlet etmektedir. En sahih kavle göre
bulunan mal, ister muhafaza edilmek, ister muhafaza edip sonra mülk edinmek
için alınsın, İlan edilmesi vacibtir.
Birincisi: Bir mal bulan kişi, bulduğu malın
vasıflarına iyice dikkat etmelidir ki, malını arayan kişi onu tarif ettiğinde
doğru söyleyip söyleme diğini anlayabilsin. Meselâ bulduğu bir kesenin ve
kesenin ipinin nasıl olduğunu; kumaşını, şeklini, büyüklüğünü, küçüklüğünü,
ipinin kalınlığını, uzunluğunu, kesenin içindeki paranın miktarını, cinsini
bilmelidir. Hz. Peygamber'e bu hususta sorulduğunda şöyle demiştin
Onun kabını, ağız
bağını ve miktarını iyice tanı.
İkincisi: Bir mal
bulan kişi onu ilan etmelidir. Fakat malını arayan kişinin dikkatini çekecek
vasıfları söylememeli, fazla malumat vermemelidir ki mal sahibinden başka
birisi gelip mala sahip çıkmasın. Aksi takdirde o malı haksız yere ve bâtıl
olarak almış olur.
Üçüncüsü: Bulunan mal,
sahibini uzun zaman üzecek birşey ise -hadîste varid olduğu üzere- onu bir sene
ilan etmek gerekir.
Nitekim bu mal bir
yolcuya aitse, zann-ı galibe göre o yolcu, malı kaybettiği yerden bir yıldan
önce ayrılmaz.. Bulunan kıymetli mal, birinci haftada günde iki defa, ikinci
haftada günde bir defa, üçüncü haftadan yedinci haftaya kadar haftada bir defa,
sonra her ayda bir defa ilan edilmelidir. İlk günlerde ilanın fazla olmasının
sebebi, kaybeden kişinin ilk günlerde daha fazla arayacağıdır. İlanın bu
şekilde yapılması, ictihadîdir. Âlimler bunu müstehab kabul etmişlerdir.
Bulunan malın ilan edilme şekli en az malını arayan kişinin duyabileceği kadar
olmalıdır. Bu da örf ve âdetlere göre değişir.
Bulunan malın kıymeti
düşük olursa, zann-ı galibe göre sahibinin onu aramaktan vazgeçeceği zamana
kadar ilan etmek gerekir. Yukarıda zikredilen hadîslerin karineleri buna
delâlet etmektedir.
Hz. Peygamber'e,
içinde 100 dinar bulunan bir kese, yitik koyun ve devenin hükmü sorulmuştur.
Bütün bunlar kıymetli mallar olduğundan sahipleri bir seneden az bir zamanda
onları aramaktan vazgeçmez. Allah hakikati daha iyi bilir.
Dördüncüsü: Bulunan
mal, çarşı, pazar ve cami kapısı gibi umumi yerlerde ilan edilmelidir. Çünkü
malını kaybeden kişi genellikle kalabalık yerlerde onu sorar. Bulunan malı
cami'nin içinde ilan etmek mekruhtur. Çünkü bulunan mal ilan edilirken sesin
yükseltilmesi gerekir ki bu da namaz kılanların, zikredenlerin huzurunu
kaçırır, onlara vesvese verir. Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her kim, mescid içinde
kayıp arayan bir kimseyi işitirse 'Allah onu sana geri vermesin' desin. Çünkü
mescidler bu gibi işler için bina
edilmemiştir.
Mescİd-i Haram bundan
istisna edilmiştir. Çünkü Mescid-i Haram dışındaki mescidlerde, bulduğu malı
ilan eden kişi, onu mülk edinmek istemekle itham edilebilir. Fakat bulduğu
malı Mescid-i Haram'da ilan eden bir kişi için böyle bir itham sözkonusu
değildir. Zira bulunan malın Mescid-i
Haram'da ilan edilmesi, mal sahibinin maslahatı ve malın korunması İçindir.
Çünkü Harem sınırları dahilinde bulunan mal -daha önce de söylediğimiz gibi-
mülk edinilemez. Bulan kişi ilan eder, sahibi çıkarsa malı ona teslim eder.
Eğer sahibi çıkmazsa hâkim'e veya naibine teslim eder.
Günümüzde ise bulunan
mallar hoparlör ile ilan edilmektedir ki bu caizdir. Ayrıca ezan da hoparlör
vasıtasıyla okunmaktadır. Bulunan malı hoparlör ile ilan etmek, mescidde ilan
etmek anlamına gelmez. Çünkü burada ses mescidde değildir, sesi yükselten
makinalardan istifade edilmektedir. Böylece ses, insanların sesinin
ulaşamayacağı yerlere kadar ulaşır. Ayrıca ihtiyaç, hoparlör kullanmayı
gerektirmektir, özellikle de büyük şehirlerde.
Bu bakımdan bulunan
malları hoparlör ile ilan etmek lüzumsuz ve sakıncalı sayılmamalıdır. Her ne
kadar hoparlör kullanmamak daha evla ise de hoparlör kullanıldığında buna
itiraz edilmemelidir. Yâ rabbî! Bizi muaheze etme! Eğer kaybolan veya bulunan
çocuk olursa, hoparlör ile ilan etmeyi vacib kabul ederiz. Çünkü burada
nefislerin ihya edilmesi, çocuğun ailesinin üzüntü ve korkusunu gidermek,
çocuğun gözyaşlarını dindirmek sözkonusudur. Bazen çocuk, annesi, babası veya
ailesinden biri gelinceye kadar ağlamaya devam eder. Eğer hoparlörle ilan
edilmezse durum nasıl olur? Allah hakikâti daha iyi bilir.
Bir mal bulan kişi
isterse onu kendisi ilan eder, isterse de onu ilan etmek için birisini tutar.
Bulunan malın ilan edilmesinin bir masrafı olursa, bu, mal sahibine aittir.
Çünkü bu masraf, onun malının maslahatı
için yapılmıştır.
Malın ilan edilme masrafı -mal sahibi ortaya çıktığında ondan alınmak üzere-
kadı veya malı bulan kişi tarafından veya birisinden borç alınarak karşılanır
veya kadı onun bir parçasını satarak ilan edilme masrafını karşılar. Malı bulan
kişi kadı'nın izni olmadan, kendi malından ilan masrafını ve diğer masraflarını
karşılarsa, teberru olur; mal sahibi ortaya çıktığında masrafları ondan alamaz.
Bulunan mal bazen
hayvan, bazen de başka bir mal olabilir. Bulunan mal bazen uzun müddet kalır,
bazen de kısa sürede bozulur, işe yaramaz hale gelir. Bunların herbirinin ayrı
hükümleri vardır:
1. Bulunan mal, hayvan ise, bulan kişi isterse
onu hayatının sonuna kadar yanında bırakır, hâkim'in izniyle onun masraflarını
karşılar, sahibi çıktığında yaptığı masrafları ondan alır.
Hâkim yoksa, hayvana
yaptığı masraflara şahit tutmalıdır. Aksi takdirde yaptığı masrafları teberru
olarak yapmış sayılır; mal sahibinden masraflarını alamaz.
Hayvanı bulan kişi
isterse onu hâkim'in izniyle satar, parasını muhafaza eder. Eğer satılması zor
olan bir hayvan ise onu mülk edinir, mülk ettiği günkü değerini -sahibi ortaya
çıktığında- sahibine verir.
2. Bulunan mal, hayvan değilse ve çabuk bozulan
mallardansa, bulan kişi onu mülk edinip mal sahibine borçlu olmakla, hâkim'in izniyle malı satıp
parasını muhafaza etmek arasında muhayyerdir.
3- Bulunan
mal, hurma gibi kurutularak bekletilebilen, süt gibi peynir yapılarak muhafaza
edilebilen mallardansa, sahibi için en yararlı olan yol tercih edilmelidir.
Bulan kişi hâkimin
izniyle malın tamamını satıp parasını muhafaza edebilir veya teberru olarak
kurutarak veya başka bir işlem yaparak bekletebilir veya hâkimin izniyle malın
bir kısmını satar, malın korunması için gereken muameleleri yapabilir. Bu
yollardan hangisi, mal sahibi için yararlı ise o yapılmalıdır.
4. Bulunan
mal, hiçbir şey yapılmadığı halde bozulmadan durabilecek mallardansa, bulan
kişi onu ilan edilme müddetinin sonuna kadar bekletmelidir.
Şu hususu belirtmekte
yarar vardır: Bulunan mal, satılsa bile, ilan etme müddeti içinde ilan
edilmelidir. Fakat mahn parası değil, bizzat kendisi ilan edilmelidir.
Bulunan mal veya
satılmışsa parası -ilan etme müddeti bittikten sonra- mülk edinilebilir. Eğer
sahibi ortaya çıkarsa, mülk edinildiği günkü kıymeti ona ödenir. Zira Hz.
Peygamber, bir mal bulan kişiye 'Onu bir sene ilan et, sahibi çıkmazsa, onu mülk
edin. Daha sonra sahibi çıkarsa, malının bedelini ona öde' buyurmuştur.
Bulan kişi, bulduğu
malı mülk edinmek istediğinde 'Ben onu mülk edindim' gibi sarih bir lafızla
veya 'Ben onu aldım1 gibi kinayî bir lafızla mülk edinebilir. Ancak kinayî
lafızda niyet de gerekir. Ancak malın ilan edilme müddeti bitmeden önce mülk
edinilmez.
Bir mal bulan kişi
onu, benzeri malların muhafaza edildiği bir yerde muhafaza etmelidir. Eğer malı
muhafaza etmede bir kusuru olmazsa veya mala saldırganlık etmezse, mal telef
olduğunda sorumlu olmaz. Çünkü bulan kişi, bulduğu malı Allah rızası için
teberru olarak muhafaza etmektedir. Zira Hz. Peygamber, yitik bir mal bulan
kişiye şöyle buyurmuştur:
O senin yanında emanet
olsun.
Bu bakımdan bir mal bulan kişi, ilan etme müddeti esnasında
telef olan maidan sorumlu olmaz. Ancak malı veya parasını temellük ettikten
sonra, zamin olur. Daha önce de söylediğimiz gibi malı bulan kişi onu mülk
edindiği günkü kıymetiyle zamin olur; mal sahibi ortaya çıktığında malın
bedelini ona öder.
Bir kişi gelip de
bulunan malın sahibi olduğunu iddia ederse, malı bulan kişi malın vasıflarını
ve özelliklerini tarif etmesini ondan talep eder, o da malın vasıflarını ve
özelliklerini doğru bir şekilde tarif ederse, malı ona verebilir. Malı ona
vermekle Hz. Peygamber'in şu hadîsine göre amel etmiş olur:
Eğer bir kişi gelir de
bulunan paranın miktarını, kesesini ve kesesinin ipini söylerse, malı ona ver.
Bir mal bulan kişi, o
malı sahibi olduğunu iddia eden birine verirse, -iddia edenin daha sonra
yalancı olduğu ortaya çıksa bile- sorumluluktan kurtulur, zamin olmaz. En
sahih görüşe göre malı bulan kişi, o malın sahibi olduğunu iddia edene, malın
vasıflarını doğru bir şekilde saydığı, kendisi de onun doğru söylediğine kanaat
getirdiği halde malı ona vermek mecburiyetinde değildir. İsterse meseleyi
kadı'ya götürür, iddia eden kişinin delillerine bakılır ve onu göre davranılır.
Kadı delilleri yeterli bulup 'malı ona teslim et' derse, teslim eder. Çünkü
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Eğer insanlara
(beyyinesiz, şahitsiz) yalnız iddiaları ile haklan verilir olsaydı, bir takım
insanlar diğerlerinin kanlarına ve mallarına (sahip çıkmak için) muhakkak
davaya kalkışırlardı. Lâkin iddia edenin delil getirmesi lazımdır, yemin de
müdeâ aleyhe (aleyhine dava açılana) düşer.
Bu nedenle bir kişinin
'Bu benimdir1 demesiyle o şey kendisine verilmez. Kendisinin olduğunu İddia
ettiği mal hususunda delil veya şahit getirmesi gerekir. Ancak ondan sonra o
mal kendisine verilebilir.
Kadı'nın izni veya
ihbarı veya benzer bir durum zikredilirse ve bu da mümkün olursa, kadı'nın malı
zulmen alması veya zayi olması sözkonusu değilse, bulunan mal kadı'ya teslim
edilir. Aksi takdirde teslim edilmez. Allah hakikati daha iyi bilir.