NİKAH.. 4
Nikâh'ın Teşrî Kılınması 4
Evliliğe
Teşvik. 4
Nikâhın Teşrî
Kılınmasının Hikmeti 4
Nikâhın Şer'î
Hükmü. 5
Evlenmemenin
Müstehab Olması 6
Evlenmenin
Mekruh Olması 6
Evlenmemenin
Efdal Olması 6
Evlenmenin
Efdal Olması 6
Ailenin İslâm'daki Yeri ve Önemi 6
İslâm'ın
Aileye Verdiği Önemin
Tezahürleri 7
Evlenilmesi
Haram Olan Kadınlar Bir
Mukaddime. 8
Evlenilmesi
Haram Olan Kadınların
Kısımları 8
Evlenilmesi
Ebediyyen Haram Olan
Kadınlar 8
Süt Nedeniyle Haram
Olanlar 9
Süt Nedeniyle Haram Olanlar Evlilikle de Haram Olur 9
Geçici
Haramlık. 10
Bu
Kadınlarla Evlenmenin Haram
Kılınmasının Hikmeti 10
Dörtten Fazla
Kadını Nikahlamak Haramdır 10
Müşrik
Bir Kadınla Evlenmek
Haramdır 10
Evli Olan
Kadınlarla Nikâh Akdi Yapmak Haramdır 11
İddet
Bekleyen Kadınlarla Evlenmek
Haramdır 11
Üç Talakla
Boşanmış Kadın. 11
Zevceler
Arasında Adaleti Gözetmek. 12
Taaddüd-ü
Zevcat'ın Meşruiyetinin Hikmeti 12
Taaddüd-ü
Zevcat'ı Mubah Kılan
Sebepler 13
Bir Uyarı 13
Evliliğin
Mukaddimeleri 13
Dindar ve Ahlâklı Kadının, Diğer Kadınlara Üstün
Tutulmasının Hikmeti 14
Eşlerin
Soyları 14
Eşler Arasında
Çok Yakın Bir Akrabalık Olmamalıdır 14
Bakire Bir Kadınla Evlenmek. 15
• Doğurgan Bir
Kadınla Evlenmek. 15
Kendisiyle Evlenilecek Kızı Görmek. 15
Yabancı
Bir Erkeğin Kadına
Bakmasının Hükmü. 16
Mahremlere
Bakmak. 16
Yabancı
Kadına Bakmanın Mubah
Olması 16
İstemenin Helâl ve Haram Olduğu Zamanlar 17
Açıktan Evlenme Teklif Etmek. 17
İma Yoluyla
Evlenme Teklifinde Bulunmak. 17
Başkasının
Evlenme Teklif Ettiği
Kadına Evlenme Teklif Etmek. 17
Damat ve Gelin Namzedi Olanlar Hakkında Araştırma
Yapanlara Doğru Bilgi Vermek 17
Kadının
Velisinin Kadını Salih
Kimselere Teklif Etmesi 18
Kız
îstemenin Sünnetleri 18
Akid'den Önce
Kadınla Bir Araya Gelmenin Hükmü. 18
Nikâh'ın
Rükûnlan. 19
Siga'nın
Meşru Kılınmasının Hikmeti 19
Siga'nın
Şartları 19
Arapça'dan Başka Bir Dil ile Nikâh Kıymak. 19
Kinaî Lafızlarla Nikâh Akdetmek. 19
Yazarak Nikâh Akdetmek. 20
Dilsizin İşaretiyle Nikâh Akdetmek. 20
Nikâh-ı Şiğar 20
II. Kadının
Belli Olması 21
III. Koca
Adayının Belli Olması 21
IV.
Veli'nin Bulunması 21
Velayetin Meşruiyetinin Hikmeti 21
Nikâh Akdinde Velinin Hazır Bulunması 21
Kadının
Nikâhında Velisinin Bulunmasının Şart
Olmasının Hikmeti 21
Nikâh
Hususunda Velilerin Tertibi 22
Nikâhta
Oğulun Veliliği 22
Veliliğin
Şartları 22
Bir Uyarı 23
İcbarî Velilik. 23
• İhtiyarî Velilik. 24
Dul
Kadının İzninin Alınmasının
Nedeni 24
Küçük ve Dul Olan Kızı Evlendirmek. 24
Velinin
Hazırda Bulunmaması 24
Kadının
Velisinin Olmaması 24
Evlendirmede
Velinin Vekalet Vermesi 25
V. İki Şahidin
Bulunması 25
Bir Mukaddime. 25
Kadının Razı Olduğuna Dair Şahitlik Etmek. 25
Kâfirlerin
Nikâhları 26
Evli Olan Kâfir Çiftin Müslüman Olması 26
Mehirin
Meşruiyetinin Hikmeti 27
Akid
Esnasında Mehirin Belirlenmesi 27
Mehir Kadının Malıdır 27
Mehir'in
Sınırı 27
Mehirin Acele Verilmesi ve Tehir Edilmesi 28
Mehirin Tümünün veya Yarısının Vacib Olması ve
Düşmesi 28
Mehirin
Tümünün Vacib Olması 28
Mehirin Yarısının Vacib
Olması 28
Mehirin
Tümünün Koca'dan Sakıt
Olması 28
Mehr-i
Misil'in Takdirinde Dikkate
Alınması Gereken Sıfatlar 28
Mehr-i
Misil'in Meşruiyetinin Delili 29
Mehr-i
Misil Gerektiren Durumlar 29
Birinci Mesele. 29
• İkinci
Mesele. 29
Üçüncü
Mesele, 29
Dördüncü
Mesele. 29
Beşinci Mesele. 30
Altıncı Mesele. 30
Birinci Kısım.. 30
İkinci Kısım.. 30
Üçüncü Kısım.. 30
Mut'a'nın
Miktarı 30
Mut'a'nın
Meşruiyetinin Hikmeti 31
Nikâh Akdi ve Gerekleri 31
Nikâhın Sahih ve Bâtıl Olan Çeşitleri 32
Nikâh Akdinin Hükümleri 32
Nikâh
Akdinin Sünnetleri 33
Kişinin Ailesine Yaklaşacağı Zaman Dua Etmesi 33
Velime'nin
Hükmü. 33
Velime
Yemeğinin Ölçüsü. 34
Velime
Yemeğinin Zamanı 34
Velime'nin
Meşruiyetinin Hikmeti 34
Velime
Yemeğinden Yemek. 35
Kadınlar
Arasındaki Taksimatın Hükmü. 35
Taksimata
Müstehak Olan Kadınlar 35
Kadınlar
Arasındaki Taksimatın Keyfiyeti 35
Nüşuz. 36
Kocaya
İsyan Etmenin Hükmü. 36
Nüşuz'un
Keyfiyeti 37
Kadının
Nüşuzu ve Tedavisi 37
Boşanma
Sebebi Olan Kusurlar 38
A) Cinsî
Münasebete Engel Olan Kusurlar 38
B) Cinsî
Münasebete Mâni Olmayan Kusurlar 38
Eşler Arasında Ortak
Olan Kusurlar 38
Bu
Kusurlar Nedeniyle Nikâhı
Feshetme Yetkisine Sahip Olduğunun Delili 38
Sadece
Kadında Bulunan Kusurlar 38
Sadece
Kocada Bulunan Kusurlar 38
Nikâhtan Sonra
Meydana Çıkan Kusurlar 38
Kusurun
Tedavi Edilip Giderilmesi 39
Kadının
Velisinin Nikâhı Feshetme
Yetkisi 39
Nikâhı
Hemen Feshetmek. 39
Nikâhı
Ancak Kadı Feshedebilir 39
İktidarsız
Kocaya Mühlet Vermek. 39
İktidarsızlığın
Sabit Olma Keyfiyeti 39
Nikâhın lügat mânâsı
bitiştirmek, bir araya getirmektir. Istılahı mânâsı ise eşlerin meşru bir
şekilde birbirlerinden istifade etmelerini sağlayan akiddir. Buna
nikâh denmesi, erkek ve kadım
bir araya getirip
birleştirmesindendir. Araplar, cinsî münasebet için ele, akid için de nikâh
kelimesini kullanırlardı. Fakat akid için hakikî anlamda, cinsî münasebet için
ise mecazî anlamda kullanırlardı. Kur'an'da geçen nikâh lafızlarının tümü, akid
mânâsındadır. Bunlardan biri şu ayettir:
Ey mü'minler! Mü'min
kadınları nikahlayıp da onlara dokunmadan boşadığınız zaman sizin için onlar
üzerine sayacağınız bir iddet yoktur.
(Ahzab/49)
Ayette geçen 'Mü'min
kadınları nikahladığınız' ibaresi, 'akid yaptığınız kadınlar' anlamındadır.
Çünkü ayet 'Onlara dokunmadan boşadığınız zaman' ibaresiyle devam etmektedir.
Bundan, cinsî münasebetten önce akid yapıldığı anlaşılır.
İslâm, nikâhı meşru
kılmış ve onu sağlam temeller üzerine oturtarak toplumu korumayı, aile
saadetini sağlamayı, faziletlerin yayılmasını, ahlâkın ve insan neslinin
korunmasını hedeflemiştir.
Nikâhın teşrî
kılınmasına dair Kur'an ve Sünnet'te birçok delil olduğu gibi icma-ı ümmet de
buna delâlet etmektedir. İşte Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerden bazıları
şunlardır.
Hoşunuza giden
kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. (Nisa/3)
İçinizden evli
olmayanları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. (NÛr/32)
Ayetin metninde geçen
eyyama kelimesi, eyyim'in çoğuludur ve bekâr olan erkek ve kadınlar anlamına
gelir. Ayette geçen ibad kelimesi 'erkek köle', imâ kelimesi ise 'kadın köle'
anlamına gelir.
Nikâhın teşrî
kılınmasına delâlet eden birçok hadîs vardır.
Ey gençler! Sizden
kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek gözü (haramdan) daha çok
saklar, iffeti de korur. Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın. Çünkü
oruç onun için şehveti kıran bir ameliyedir.
Hadîsin metninde geçen
elbâe kelimesi, nafakaya güç yetirmekle beraber cinsî münasebete muktedir olmayı
da ifade eder. Hadîsin metninde geçen vicâe kelimesi ise 'şehveti kıran şey'
mânâsına gelir.
Ayrıca âlimlerin tümü,
her asırda nikâhın meşru olduğunda ittifak etmişlerdir.
.
. İslâm, evlenmeye teşvik etmiştir. Çünkü
evlenmede, hem birey, hem de toplum için birçok fayda vardır. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Dünya bir metadır.
Dünyanın en hayırlı metaı da salih olan bir kadındır.
Dört şey
peygamberlerin sünnetler indendir: Haya, güzel koku sü- . rünmek, misvaklanmak
ve evlenmek.
Evliliğin teşrî
kılınmasının birçok faydaları
vardır. Bunlardan bazılarını
şöyle sıralayabiliriz:
1. Allah'ın,
insanı üzerinde yarattığı fıtratın çağrısına icabet etmek.
Allah Teâlâ insanı
yaratmış ve onun tabiatına şehveti, kadınlara bakmayı, onlarla bir araya
gelmeyi ve kadınlara rağbet etmeyi yerleşmiştir. Aynı şeyler kadınlar için1
de-geçerlidir.
İslâm, fıtrat dini
olduğundan, fıtratın gereğini yerine getirir. Fakat onu başıboş bırakmayarak
düzenler. Bunun için de insanın tabiatında köklü bir derinliğe sahip olan
evliliği meşru kılmıştır. İnsanın tabii ihtiyacı. olan bu isteği, İslâm haram
kılmak suretiyle gemlemeye kalkışmamış, insanları ruhbanlığa çağırarak bu tabii
isteği yok etmemiştir.
Semure Hz.
Peygamber'in ruhbanlığı yasakladığını rivayet etmiştir.
Sa'd b. Ebî Vakkas'tan
şöyle rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber, Osman b. Mâzun'un ruhbanlığını
(kadınlardan ve dünya nimetlerinden uzak durmasını) kabul etmedi. Eğer ona
müsaade etseydi kendimizi hadım yapmakta tereddüt etmezdik".
Ancak İslâm, bu tabii
isteğin yularını da serbest bırakmamıştır. Çünkü böyle bir hürriyet, hem
bireyi, hem toplumu ifsa ederek ahlâkı bozar, aile müessesesini yıkar. Eğer bu
isteği tamamen serbest bıraksaydı, şeytan için büyük bir kapı açılmış olurdu.
İslâm fıtratın çağrısına uyarak bu isteği normal bir şekilde düzenleyip tanzim
etmiştir.
2. İslâmî
bir toplumun inşâsına salih bir nesil, tertemiz bir kuşak ile icabet etmiştir.
İslâm, müslümanları
çoğalmaya teşvik etmektedir. Bunu İslâmî bir toplumun inşâsında hedef
kılmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sizler, kocalarına
sevgi besleyen ve çocuk doğuran kadınlarla evlenin. Çünkü ben geçmiş ümmetlere
karşı, sizin çokluğunuzla övünürüm.
İşte bu nedenle
Kur'an, müslümanları evlenmeye teşvik etmiştir.
İçinizden evli
olmayanları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir
iseler Allah fazlından onları zengin eder.
(NÛr/32)
Elbette şefkatli,
yardımsever, ahlâklı bir anne-babanın gölgesinde doğup büyüyen bir nesil, aynı
sıfatları haiz olmayan zina mahsulü bir nesilden daha üstün olur. Bu tür
çocuklar, kendilerini koruyan bir baba tanımadıkları gibi, şefkatli bir anneden
de mahrumdurlar. Bu şartlarda yetişen çocuklar topluma ve insanlığa karşı kin
ve nefret duyarlar. Böyle bir nesilden de hayır gelmesi mümkün değildir.
3. Ruhî istikrar ve nefsî sükûnetin sağlanması
Ruhî istikrar ve
nefsin sükûnet bulması ,ancak meşru bir evlilikle sağlanır.
Sizler için
nefislerinizden, kendileriyle sükûnet ve huzura kavuşmanız için eşler
yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet kılması O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz
ki bunda düşünen bir kavim için birçok ayetler (ibretler) vardır. (Rûm/21)
Hanımlarınız sizin
için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. (Bakara/187)
Bu ayet, eşlerin
birbirleri için birer elbise gibi olmalarını teşvik etmektedir. Çünkü herbiri
diğerini örtüp kapatır. Bu bakımdan eşlerin birbirlerine olan ihtiyacı,
elbiseye olan ihtiyaçları gibidir. Elbiselerin, bedenin kusurlarını örttüğü,
soğuk ve sıcaktan koruduğu gibi, eşler de birbirlerini korur, birbirlerine
huzur ve sükûnet verirler.
4. Ahlâk'ın bozulmasını önlemek
İnsan meşru evlilikten
menedildiğinde, nefsi tabii ihtiyacını karşılamak için onu gayr-ı meşru
yollara sürükler. Zina ve ahlâk bozukluğunun ailelerin yıkılmasına, namusların
payimal edilmesine, hastalıkların yayılmasına, ruhlarda çeşitli sıkıntılar
oluşmasına sebep olduğu akıllı insanların malumudur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Dinini ve ahlâkını
beğendiğiniz kişi siz(in aileniz)den bir kadına talip olursa onu evlendirin
(talip olduğu kadım ona verin). Şayet yapmazsanız yeryüzünde fitne ve fesad
ölür.
5. İnsan türünün aynı şartlarda yetiştirilip
korunması
Allah'ın ilahî âdeti,
çocuğun bir anne ve babadan dünyaya gelmesini gerektirmiştir. Bu da kadın ve
erkeğin meşru şekilde bir araya gelmeleriyle caiz olur. Çünkü İslâm, insanın
neslini ve nesebini korumak için böyle emretmiştir. Eğer insan evlilikten
menedilirse, insan nesli yok olur. İnsan için zina mubah kılınırsa, bu da insan
neslini bozar ve hasta eder. Oysa Allah Teâlâ kulları için hayır irade eder,
onlar için serden hoşlanmaz. Şüphesiz ki Allah kullan için rauf ve rahimdir,
6. Akrabaları çoğaltıp yardımlaşma yollarını
açması
Evlilik akrabaları
çoğaltır, aileleri kaynaştırır, aralarında sevgi bağlan oluşturarak yardımlaşma
kapılarını açar. Erkekle kadın birbirini tamamlar; Kadın, kocasına yardımcı
olur, çocuklarını terbiye eder, evini korur. Erkek de karısını korur,
ihtiyaçlarını karşılar. İslâm, yardımlaşma ve tekâ-fül dinidir. Evlenmeyi de
bütün bu maslahatların tahakkuku için meşru kılmıştır.
Evlilik, bir kadını
geçindirecek, mehir verecek, evlenmediği takdirde zinaya düşmeyecek bir kişi
için müstehabdır. Çünkü burada neslin devamı ve maslahatlar için yardımlaşma
sözkönusudur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey gençler! Sizden
kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zira evlenmek gözü (haramdan) daha çok
saklar, iffeti de korur. Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın. Çünkü
oruç onun için şehveti kıran bir ameliyedir.
Bu durumda evlenme,
bir köşeye çekilip ibadet etmekten daha üstündür. Hz. Peygamber'in,
kadınlardan ve dünya nimetlerinden uzaklaşmak isteyenlere söylediği söz buna
delâlet eder.
Enes b. Mâlik şöyle
rivayet etmektedir: Hz. Peygamber'in ashabından bir grup, Peygamber'in
zevcelerinden, onun hususi amel ve ibadetlerini sordu. (Kendilerine Hz.
Peygamber'in evdeki hususi ibadetleri haber verince) sahabîlerden kimi 'Ben
kadınlarla evlenmem', kimi de 'Ben hiçbir döşek üzerinde yatmam' dediler. (Bu
durumu öğrenen) Hz. .Peygamber hemen Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle
buyurdu:
Bazı kimseler şöyle
şöyle demişlerdir. Bu sözleriyle ne
demek istiyorlar? Ben (nafile) namaz da kılarım, (gecenin bir kısmında) uyku da
uyurum. (Nafile) oruç tutarım, bazen tutmayıp oruçsuz da olurum. Kadınlarla
evlenirim de. (İşte benim sünnetim budur). Kim benim bu sünnetimden yüz
çevirirse artık o benden değildir.
Hadîste geçen 'O
benden değildir' ibaresinin anlamı 'O benim sünnetime aykırı davranmıştır'
demektir.
Kadın da bu hususta
erkek gibidir; yani nefsinin, dininin korunması, nafakasının temini açısından
evlenmeye ihtiyaç duyan kadının evlenmesi müstehabdır.
Evlilik, masraflarını
ve kadının geçimini sağlayamayacak durumdaki kişinin evlenmesi mekruhtur. Bu
durumdaki kişi iffetini korumak için oruç tutmalı ve ibadete yönelmelidir.
Çünkü ibadete yönelip oruç tutmak, nefsî arzuları frenler.
İçinizden evli
olmayanları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir
iseler Allah fazlından onları zengin eder. Allah geniş (rahmet sahibi)dir ve
bilendir. CNûr/32)
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur:
Sizden nafakaya gücü
yetenler evlensin.
Nafakaya gücü yetmeyen
kişinin evlenmeyi terketmesi müstehabdır.
Evlenmek İstemediği
veya herhangibir hastalık sebebiyle evlenmeye ihtiyacı olmayan bir kişinin
evlenmesi mekruhtur. Ayrıca evlilik mehir ve nafaka gerektirir. Bunlara gücü
yetmeyen kişinin evlenmesi de mekruhtur.
Evlilik masraflarını
ve nakafa ihtiyacını karşılayacak güçte olmakla beraber, kendisini ilim ve
ibadete vermiş, evlenmeyi de istemeyen kişinin evlenmemesi efdaldir. Çünkü evlilik
onu ilim ve ibadete yönelmekten alıkoyar.
Kendini ilim ve
ibadete vermemiş, evlilik masraflarını ve kadının geçimini de sağlayacak güçte
olan kişinin evlenmesi efdaldir. Çünkü evlenmemek, onu günaha sürükleyebilir.
Ayrıca evlenmekle neslin çoğalmasına da katkıda bulunmuş olur.
Aile mânâsına gelen
usre kelimesi, lügat bakımından 'kişinin en yakın akrabalarından meydana gelen
topluluk1 demektir. Bunlar anneler, babalar, dedeler, nineler, kızlar, erkek
çocuklar ve onların çocuklarından meydana gelenlerdir.
Fert, toplumun mihenk
taşı ise, aile de kovan gibidir. Fert, ailenin bir parçasıdır ve ilk özelliklerini
aileden, alır.
(Bu kimseler)
birbirinin soyundandır.
(Âlu İmran/34)
Fert, ailenin
tabiatıyla tabiatlanır, onun terbiyesinden, etkilenir. Nitekim Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Her doğan (çocuk)
fıtrat üzere doğar. Bundan sonra anası, babası onu yahudi veya hristiyan veya
mecusî yapar. Nitekim hayvan yavruları, derli toplu bir yavru olarak doğarlar.
Kusursuz doğan bu hayvan yavrularının içinde siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı
kesik olanını hiç görüyor musunuz?
Fıtrat, insanın iyi ve
güzel şeyleri bilip kabul edecek kabiliyette yaratılmasıdır. Beşerin
yaratılışının temeli budur.
Fert ailenin, aile de
toplumun direği ve temelidir. Bu bakımdan fert iyi olursa, aile de iyi olur,
aile iyi olursa toplum da iyi olur. Bu yüzden İslâm dini aileye çok önem
vermiştir. Kur'an ve Sünnet'in hükümlerinin bir çoğu aileyle ilgilidir.
İslâm'ın aileye
verdiği önemi pekçok yerde görmek mümkündür. Bunların tümünü saymak mümkün
değildir. Ancak bunların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
A. Evlenmeyi
emretmiş olması
Çünkü evlilik olmadan
aile olmaz. Meşru bir evlilik temeline dayanmayan ilişki zina olur.
Sakın zinaya
yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlık ve çok kötü bir yoldur.
(İsra/32)
Hür ve iffetli
kadınlarla, zina yapmamış ve gizli dost edinmemiş olduğunuz halde mehirlerini
vermek suretiyle (evlenmeniz) size helâl kılındı.
(Mâide/5)
B.
Kan-kocanın hukukunun belirlenmiş olması
İslâm, karısı hakkında
erkeğe şunları farz kılmıştır:
a.Mehir . .
Kadınlara nikâh
bedellerini (mehirierini) müşkilat çıkarmaksizın verin.
(Nisa/4)
.
b. Nafaka
Bu müddet zarfında
(emziren annelerin) yiyeceği ve giyeceği örf ve âdet gereğince çocuğun babasına
aittir. (Bakara/233)
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur;
Kadınların yiyecek ve
giyecekleri normal bir şekilde olmak üzere sizin üzerinizedir.
c.
Kadınlarla hoş geçinmeyi emretmiştir. Onlarla (kadınlarla) hoş geçinin.
(Nisa/19) İslâm, kadına da kocası hakkında şunları vacib kılmıştır:
a. Masiyetin bulunmadığı yerde kadına kocasına
itaat etmeyi emretmiştir.
Erkekler kadınların yöneticisi ve
.koruyucusuduriar. (Nisa/34)
Ayette geçen kavvam
kelimesinden maksat, evin idaresinin erkeğe ait olması, kadının da ona itaat
etmesidir.
b. Kocanın izni olmadan herhangibir şahsı eve
sokmamasını emretmiştir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Sizin onlar
üzerinde hakkınız, hoşlanmayacağınız kimselere döşeklerinizi çiğnetmemeleridir.
İmam Nevevî, 'Kocanın
eve girmesini istemediği bir kişiye kadirim izin verme yetkisi yoktur1
demiştir.
c. Kadına, kocasının
şerefini, namusunu ve malını koruması emredilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Erkeğin sakladığı en
hayırlı hazinenin ne olduğunu size haber vereyim mi? Saliha bir kadın! Kocası
baktığında kocasını memnun eder, kocası emrettiğinde itaat eder, kocası evde
olmasa bile onun sırrını ve evini muhafaza eder, İşte en hayırlı define budur.
C.
Çocukların geçiminin babaya ait kılınması İslâm, çocukları için babalara
şunları farz kılmıştır:
a.
Nafakasını vermeyi emretmiştir.
Şayet sizler için
(çocuklarınızı) emzirirlerse onlara ücretlerini ödeyin. (Talak/6)
Görüldüğü gibi, Allah
Teâlâ, süt emziren annenin ücretinin verilmesinin baba üzerine vacib olduğunu
beyan etmiştir.
b. Ahlâk ve
ibadet bakımından güzej yetiştirmeyi emretmiştir. . Hz. Peygamber1 şöyle buyurmuştur:,
Çocuklarınızı üç
hasletle yetiştirin: Peygamber sevgisi, ehl-i beyt sevgisi ve Kur'an sevgisi.
Dikkat edin! Hepiniz
çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz, idareci (halife) halkı güden bir
çobandır ve güttüklerinden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve onlardan
sorumludur. Kadın da evi ve çocuğu
hususunda çobandır ve onlardan sorumludur. Köle efendisinin malı hususunda çobandır ve
ondan sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden
sorumlusunuz.
İslâm, çocuklara da
şunları farz kılmıştır:
a. Evlatlar,
Allah'a isyan olmamak şartıyla anne ve babaya itaat ile mükelleftirler.
Anne-baba çocuğa
Allah'ı inkâr etmeyi, İslâm'ın herhangibir farzını inkâr etmeyi emrederse, buna
itaat edilmez. Çünkü Allah'a isyan ederek hiçbir mahluka itaat edilmez.
Ayrıca çocuk
anne-babaşina ihsan etmelidir.
Rabbin yalnız
kendisine kulluk etmenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı emretti. (İsra/23)
Onlarla (annen ve
babanla) dünyada iyi geçin. , (Lokman/15) .
b. Anne ve baba fakir ise çocuğun onlara nafaka vermesi
gerekir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Kişinin yediğinin en
hayırlısı ve helâli kendi kazancından olandır. Kişinin çocuğu da onun
kazanandandır.
Sen ve malın*
babanındır. Çocuklarınız sizlerin en güzel kazanç-lannızdandır. Öyleyse
çocuklarınızın kazancından yeyin.
İşte bu ve benzeri
hükümlerden, İslâm'ın aileye ne kadar önem verdiği açıkça anlaşılır.
İslâm evlenmeyi meşru
kılmış, insanları ona teşvik etmiştir. Fakat bazı kadınlarla evlenmeyi ise
haram kılmıştır. Evlenilmesi haram olan kadınlar şunlardır: Anne, kızkardeş,
kardeşlerin çocukları ve torunları, hala, teyze. Bunlar daima birbirlerini
görüp, aynı ortamda yaşadıkları için evliliğin hedefi tahakkuk etmez. İşte bu
ve benzeri nedenlerden dolayı İslâm, bazı kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır.
Evlenilmesi haram olan
kadınlar iki kısma ayrılır; ebediyyen haram olanlar, geçici olarak haram
olanlar.
Kişi, hangi sebeple
olursa olsun bu kadınlardan biriyle evlenemez. Ebedî Haramlığın
Sebepleri
Ebedî haramlığın üç sebebi vardır:
1. Kan bağı
2. Evlilik
bağı
3. Süt
Kan Bağından Ötürü
Haram Olanlar Kan bağıyla haram olanlar şunlardır:
1. Anne, annenin annesi, babanın annesi
Bunlara insanın
asılları denir. Bunlardan herhangibiriyie evlenmek caiz değildrr.
2. Kız, kızın kızı, oğlun kızı
Bunlara insanın
fer'Ieri (dallan) denir. Bu bakımdan bunlardan birisiyle de evlenmek hiçbir
zaman caiz olmaz.
3. Kızkardeş
İster ana-bababir,
ister bababir, ister anabir olsun hüküm değişmez. Bunlara da ebeveyn'in dalları
denir. Bu bakımdan bunlarla da evlenmek ebediyyen caiz olmaz.
4. Kızkardeşin kızı
Bu kızkardeş ister
ana-bababir, ister bababir, ister anabir olsun, bunların kızlarıyla da evlenmek
ebediyyen caiz olmaz.
5. Hala, babanın halası, annenin halası
Bunlara ceddeyn'in
dallan denir. Bunlarla da ebediyyen evlenmek caiz olmaz.
6. Teyze, annenin teyzesi, babanın teyzesi
Bunlara da ceddeyn'in
dalları denir. Bunlarla da evlenmek ebediyyen caiz değildir.
Bütün bunlarla
evlenmenin haram olduğu hakkında ayet nazil Olmuştur:
(Ey mü'minîer!)
Sizlere (şunları nikahlamak)
haram kılındı: Anneleriniz,
kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız,
teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşl erin izin kızları.
(Nisa/23) '
Buna rağmen kişi
bunlardan biriyle nikâhlanırsa, o nikâh bâtıldır. Eğer bu nikâhı helâl sayarsa,
kâfir olur.
Kadının da babasıyla,
dedesiyle, amcasıyla, dayısıyla, oğluyla, oğlunun oğluyla, kızının oğluyla,
ana-bababir kardeşiyle, bababir kardeşiyle, anabir kardeşiyle, kızkardeşinin
oğluyla, bütün bunların dallarıyla evlenmesi haramdır.
Evlilik Bağıyla
Haram Olanlar Evlilik bağıyla
haram olan kadınlar şunlardır:
. 1. Babanın
ve dedenin hanımları
Bunlara 'asılların
hanımları1 denir. Kişiye, bunlarla evlenmek ebediyyen haramdır.
Babalarınızın
nikahladığı kadınları (üvey annelerinizi) nikahlamayın!
Ancak (İslâm'dan) önce
olan (bu tür hatalar affedilmiş) geçmiştir.
Şüphesiz ki o fahiş
bir iştir. (Mürüvvet sahipleri katında) buğzedilcn (bir hareket)tir. (Bu işi
hoş görenin yolu) ne kötü yoldur!
(Nisa/22)
2. Oğulun
hanımı, torunların hanımı
Bunların aşağıya doğru
bütün dallarıyla evlenmek ebediyyen haram kılınmıştır.
Sulbünüzden olan öz
oğullarınızın (boşanmış veya dul kalmış)
kanlarıyla evlenmeniz (size haram kılındı).
(Nisa/23)
'Sulbünüzden olanlar'
ifadesiyle, evlat edinilen çocukların dul kalan hanımları, bu hükümden istisna
edilmiştir. Çünkü cahiliyye devrinde Araplar, evlatlıklarının hanımlarını da
tıpkı öz oğullarının hanımları gibi haram kabul ederlerdi. İslâm, onların bu
inançlarını reddederek, evlatlıkların dul kılmış eşleriyle evlenmeyi helâl
kılmıştır.
Evlatlıklarınızı da
oğullarınız yapmamıştır. Bunlar ancak sizin ağızlarınızda (söylediğiniz)
sözlerinizdir. Allah hakkı söyler ve O doğru yola hidayet eder.
(Ahzab/4)
Zeyd o kadından ilişkisini
kesince, biz onu sana eş olarak verdik ki evlatlıklarının kendilerinden
ilişkilerini kestikleri kadınlar, mü'minlerin üzerine günah olmasın.
(Ahzab/37)
' 3-
Kayınvalide ile evlenmek caiz değildir. .
Hanımlarınızın
anneleri (size haram kılınmıştır). (Nisa/23)
Kayınvalide gibi,
hanımının kadınlardan olan asıllarıyla evlenmek de haram kılınmıştır. Bunlara,
cinsî münasebet olmasa dahi nikâh haramdır. Eğer bunlardan herhangibiriyle
nikâh akdedilirse, o nikâh bâtıldır. Bunlarla nikâhlanmanın helâl olduğunu
söyleyen kişi kâfir olur.
4. Kişinin
üvey kızlarıyla evlenmesi haramdır.
. 'Fakat bu, mücerred
akidle haram olmaz, ancak annesiyle münasebette bulunduğu takdirde haram olur;
yani annesini nikahlayıp da cinsî münasebette bulunmadan boşarsa, kişi onun
kızıyla evlenebilir.
Kendileriyle cinsî
münasebette bulunduğunuz hanımlarınızdan olan ve himayenizde bulunan üvey
kızlarınızda evlenmeniz haramdır). Eğer üvey kızların anneleriyle (nikâh akdi
yapıldıktan sonra) cinsî münasebette bulunmamış iseniz, (o üvey kızlarla,
anneleri öldüğü veya boşandığı takdirde evlenmenizde herhangibir) beis yoktur.
(Nisa/23)
Kişinin üvey kızıyla
evlenmesinin haram olmasının nedeni, evinde olması değildir. Annesiyle cinsî
münasebette bulunduktan sonra, ister evinde, ister başka yerde bulunsun, üvey
kızıyla evlenmesi haramdır. Avette geçen bu kaydın zikredilmesi, umumi bir
durumun ifadesidir. Tabii kızın da üvey babasıyla evlenmesi haramdır.
Süt nedeniyle yedi
sınıf ile evlenmek haram olur. Kur'an-ı Kerîm bunlardan ikisini zikrederken,
diğerlerini Sünnet zikretmiştir:
1. Süt anne, süt annenin annesi ve dalları
, Bunların hiçbiriyle
evlenmek caiz değildir.
2. Süt kızkardeş -
İkisinin aynı anneden
emmiş olması yeterlidir. Eğer kız, erkeğin annesinden emmişse, o erkeğe ve o
erkeğin tüm kardeşlerine haram olur. Eğer erkek, kızın annesinden emmişse, o
kız ve onun diğer kizkardeşleri o erkeğe haram olur, ancak o kız ve onun
kizkardeşleri o erkeğin kardeşlerine helâl olur. Çünkü o kız, o erkeğin
annesinin sütünü em-memiştir, kizkardeşleri de içmemişlerdir.
Size süt veren
anneleriniz, sütten ötürü kizkardeşleriniz (size haram kılınmıştır).
(Nisa/23)
3. Süt kızkardeşin kızı
4. Süt kardeşin kızı
5. Babası ile aynı kadından süt emen; süt hala
6. Annesi
ile aynı kadından süt emen; süt teyze
7. Hanımından süt emen kız
Çünkü bu durumda
olanlar baba-kız hükmündedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Doğmak ve doğurmaktan
dolayı haram olan şeyler, sütten dolayı da haram- olur.
İbn Abbas'tan şöyle
rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber'in, Hamza'nın kızı ile evlenmesi
istenildi de Peygamber 'O bana helâl olmaz. Çünkü o, benim süt kardeşimin
kızıdır. Rahimden haram olan, sütten de haram olur' buyurdu".
Buna göre kadına da
süt babası, süt oğlu, süt kardeşi ve süt kardeşinin oğluyla evlenmek haram
olur.
1. Sü't annenin annesi de haramdır.
2. Hanımı başkasının hanımı iken ondan süt emen
kız da haramdır.
3. Kişinin babasının başka hanımından olan süt
kızkardeşle evlenmesi haramdır.
4. Kişinin, hanımından emen çocuğun hanımıyla
evlenmesi de haramdır.
.
Geçici (=muvakkat)
haramlık, evlenilmesi geçici olarak haram olan kadınlar içindir. Bu haramhk
belli şartlara bağlıdır. Bu şartlar ortadan kalktığında hürmet (haramlık)
ortadan kalkar. Ancak bağlı bulunduğu şart ortadan kalkmadan nikâh akdi
yapılırsa, o nikâh bâtıldır. Geçici olarak haram olan kadınlar şunlardır:
1. İki
kızkardeşi bir araya gotürmek.
Bunlar ister soy
bakımından kardeş olsun, isterse süt bakımından hüküm değişmez. Ayrıca bunları
ayrı zamanlarda veya aynı zamanda nikahlamak da haramdır. İki kızkardeş
aymanda nikâhlanırsa, iki nikâh da bâtıl olur. Eğer ayrı ayrı zamanlarda
nikâhlanırlarsa öncekiyle yapılan nikâh sahih, sonraki bâtıldır. Ancak
kızkardeşin birini boşadiğında veya öldüğünde diğeriyle evlenebilir.
(Ey mü'minler!)
Sizlere (şu kadınları nikahlamak) haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız,
kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları,
kızkardeşlerinizin kızları, size süt veren anneleriniz, sütten ötürü
kızkardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, kendileriyle cinsî münasebette
bulunduğunuz hanımlarınızdan olan ve himayenizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer
üvey kızların anneleriyle cinsî ilişki kurmamış iseniz, (o üvey kızlarla
anneleri öldüğü veya boşandığı-takdirde evlenmenizde herhangibir) beis yoktur.
Sulbü-1 nüzden olan öz oğullarınızın (boşanmış veya dul kalmış) kanlarıyla
evlenmeniz ve iki kızkardeşi birlikte nikahlamanız da (size haram kılındı).
Ancak cahiliyyet devrinde geçen (bu haram evlenmeler) affedilmiştir. Şüphesiz
ki Allah affedicidir, merhamet edicidir.
(Nisa/23)
2. Bir
kadını halasıyla veya teyzesiyîe birlikte nikahlamak haramdır. Ayrıca kadını,
oğlunun kızıyla veya kızının kızıyla da birlikte nikahlamak haramdır.
Fakihler bu hususu
'Biri erkek, diğeri kadın olsalardı, evlenmeleri caiz olmayacak olan iki kadım
bir arada nikahlamak haramdır' kaidesiyle belirtmişlerdir. Bu kaide, bizim
söylediğimiz herşeyi ifade etmektedir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Bir kadınla halası ve
keza bir kadınla teyzesi, bir kimsenin nikâhı altında toplanamaz.
Sözkonusu kadınların,
bir kişinin nikâhı altında bulundurulmasının haram kılınmasındaki hikmet şudur:
Bu tür bir akid, akrabalık bağlanna zarar verir, akrabalar arasında buğz'a
sebep olur.
Hz. Peygamber, bir
kadının halası ile birlikte aynı adamın nikâhı altında bulundurulmasını
yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
Siz bunu yaptığınız
takdirde sıla-yı rahmi kesmiş olursunuz.
Isa b. Talha'dan şöyle
rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber, sıla-yı rahmin kesilmesinden korkarak
bir kadının akrabasıyla birlikte bir erkeğin nikâhı altında bulunmasını
yasakladı".
, Ancak hanımı öldüğünde veya boşandığında,
onun akrabalarından biriyle evlenmek helâl olur.
Dört kadından fazlasıyla
evlenmek haramdır. Ancak evli olduğu dört kadından birini boşarsa veya biri
ölürse, onun yerine bir tane daha alabilir.
Hoşunuza giden (başka)
kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.
(Nisa/3)
Kays b. Haris şöyle
rivayet etmiştir: "Benim sekiz hanımım varken müslüman oldum. Durumu Hz.
Peygamber'e arzedince, 'Onlardan dört tanesini seç' buyurdu".
Semavî bir kitaba
sahip olmayan (müşrik) kadınlarla, onlar müslüman oluncaya kadar evlenmek
haramdır.
Müşrik kadınlarla -o
kadınlar iman edinceye kadar- evlenmeyin! Muhakkak ki mü'min bir cariye,
hoşunuza gitmiş olsa bile müşrik bir kadından daha hayırlıdır. .
(Bakara/221) İki Uyan
I. Müslüman
bir kadının, müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi caiz değildir.
Erkeğin dini
ne olursa olsun,
müslüman bir kadın
onunla evlenemez. Zira erkeğin hanımı üzerinde velayeti vardır. Bir
kâfir, bir müslüman üzerine velayet sahibi olamaz. Ayrıca kâfir olan erkek, hanımının dinini
ifsad edebilir.
Allah elbette kâfirler
için mü'minlerin aleyhine bir yol kılmayacaktır. (Nisa/141)
Müşrik erkeklerle
-onlar iman edinceye kadar- (mü'min kadınları) evlendirmeyin! Muhakkak ki
mü'min bir köle, hoşunuza gitmiş olsa bile müşrik bir erkekten daha hayırlıdır.
Çünkü onlar (müşrikler) sizi ateşe çağırırlarken, Allah ise kendi iradesiyle
(sizleri) cennet ve mağfirete çağırır. İnsanlar öğüt alsınlar diye onlara
ayetlerini beyan etmektedir.
(Bakara/221)
Kâfir müslüman
olduktan sonra, müslüman bir kadın onunla evlenebilir. Eğer müslüman olmadan
nikâh akdi yapılırsa, akid bâtıldır. Bu durumda müslüman kadın, o kâfirden
ayrılır. Eğer cinsî münasebette bulunurlarsa, zina sayılır.
II. Müslüman
bir erkeğin ehl-i kitab (hristiyan ve yahudi) bir kadınla evlenmesi caizdir.
Çünkü bu evlilik, o
kadının müslüman olmasına sebep olabilir, hatta ailesinin bile müslüman
olmasına sebep olabilir. Müslüman erkeğin, ehl-i kitab olan hanımına, müslüman
olması için baskı yapması caiz değildir. Onun ibadetlerini, istediği gibi
yapmasına mâni olmaya hakkı yoktur.
Bugün tayyibler (temiz
ve pak nimetler) size helâl kılındı. Kendilerine kitab verilenlerin yiyeceği
size helâl kılındığı gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü'minlerden
hür ve iffetli kadınlarla, sizden önce kendilerine kitab verilenlerden
(hristiyanlardan ve yahu-dilerden) hür ve iffetli kadınlarla, zina yapmamış ve
gizli dostlar edinmemiş olduğunuz halde mehirlerini vermek suretiyle (evlenmeniz)
size helâl kılındı. . (Mâide/5)
Evli kadınlarla nikâh
akdi yapmak caiz değildir. Bu kadın kocası ölünceye veya boşanıncaya kadar onun
ismetindedir. Ancak kocası öldükten veya boşandıktan, iddeti de bittikten
sonra başka birisiyle evlenmesi caiz olur.
Nikâhlı kadınlarla
(evlenmeniz) de (size haram kılındı). (Nisa/24)
Bir kadın, ister
boşanma iddeti, ister ölüm iddeti beklesin, iddeti bitmeden onunla evlenmek
caiz değildir.
Müddeti (iddet bekleme
süresi) sona erinceye kadar (kadınlarla) nikâh akdi yapmaya kalkışmayın.
(Bakara/235)
Üç talakla boşanan bir
kadın ilk kocasına, ancak kendisi ikinci bir koca ile şer'î bir şekilde
evlendikten, ikinci koca tarafından rneşrû bir şekilde boşandıktan ve iddetini
de tamamladıktan sonra tekrar varabilir.
Eğer (kocası üçüncü
defa) yine boşarsa, ondan sonra kadın başka birisiyle (meşru bir şekilde)
evlenmedikçe (ve ikinci koca tarafından da boşanıp iddetini tamamlamadıkça)
birinci kocasına helâl olmaz. Eğer (yeni kocası) onu boşarsa, Allah'ın,
sınırlarını gözeteceklerine inanıyorlarsa, tekrar birbirlerine varmalarında
onlara herhangi bir günah yoktur. Bunlar, bilen kimseler için Allah'ın
açıklamış olduğu sınırlarıdır. (Bakara/230)
Hz. Aişe şöyle rivayet
etmiştir: "Rifaa'nın karısı Peygamber'e geldi ve 'Ben Rifaa'nın yanında
idim. Rifaa beni boşadı ve (üç talak ile) boşamayı kat'ileştirdi. Sonra ben de
Abdurrahman b. Zübeyr ile evlendim. Fakat Abdurrahman'in erkeklik aleti şu
elbise saçağı gibi (gevşek)tir* dedi. Rasûlullah tebessüm edip 'Sen tekrar eski
kocan Rifaa'ya mı dönmek istiyorsun? Hayır, sen ikinci kocan Abdurrahman'in
balçığından, o da senin balcığınc'an tatmadıkça bu olmaz' buyurdu".
Hadîsin metninde geçen
febette kelimesi testi demektir. Bu, kesin olarak boşamayı ifade eder.
Elbisenin saçağı gibi ibaresi, cinsel kudretin yokluğundan kinayedir.
Balçığından tatmadıkça ibaresi ise cinsî münasebet zevkinden kinayedir.
Taaddüd-ü Zevcatın
Hükmü, Meşruiyetinin Hikmeti Taaddüd-ü Zevcat (=çok evlilik)
mubahtır.
Eğer yetim (kiz)lar(la
evlendiğiniz takdirde onlar)a haksızlık yapmaktan korkarsanız, hoşunuza giden
(başka) kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. (Nisa/3)
Fakat bazen taaddüd-ü
zevcat rnendub, bazen mekruh, bazen de haram olur. Bu hüküm, birden fazla
evlenmek isteyen kişinin durumuna göre değişir.
A. Kişinin zevcesi onu iffetli kılmaya yeterli
olmaz da ikinci bir kadına ihtiyaç duyarsa veya hanımı hasta ise veya çocuk
doğurmuyorsa kocası da çocuk istiyorsa, bu durumda kişinin birden fazla
evlenmesi mendub olur. Çünkü
burada meşru bir
maslahat bulunmaktadır.
Sahabîlerin çoğu, birden fazla kadınla evlenmiştir.
B. Birden fazla kadınla evlenmek ihtiyaçtan
değil de daha fazla zevk içinse veya kişi birden fazla kadın arasında adaletli
davranama-yacaksa, bu durumda birden fazla evlenmek mekruh olur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Sana kuşku veren şeyi
bırak, kuşku vermeyen şeyi al!
C. Birden
fazla kadınla evlendiği takdirde aralarında adalet yapamayacağından eminse
veya fakir veya zayıf ise, bu durumda birden fazla kadın almak kişiye haram
olur; zira burada başkasına zarar vermek söz-konusudur. Oysa Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Ne başkasına zarar
vermek, ne de zarara uğramak vardır.
Ne kadar uğraşırsanız
uğraşın, kadınlar arasında, (sevgide) adalet yapmaya güç yetiremezsiniz.
(Nisa/129)
Yani kalbinize
hükmedip muhabbette eşit davranmanız gücünüzün dışında birşeydir. Ancak bu
durum, zulme sebep olmamalıdır. .
Eğer (birden fazla
olan) kadınlar arasında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız, bir
tanesiyle veya sağ
ellerinizin mâlik oldukları 1
(cariyeier)le yetinin! Doğru yoldan sapmamanız için nakikate en yakın
olanı budur.
(Nisa/3)
Şu da bilinmelidir ki
ikinci veya üçüncü bir kadınla nikâh yapılırsa bu akid sahih olur. Ancak kişi o
akdin; muaşeret, mehir, nafaka ve benzeri vaciblerini yerine getirmek
zorundadır. Kişinin kadına ihtiyacı olmasa da, zevk için fazla evlense de bu
akid sahihtir. Hatta birden fazla evlenmek o kişiye fakirlik, zayıflık gibi
birtakım sebeplerden ötürü haram olsa bile, bu, nikâhı bâtıl kılmaz. Ancak o
kişi günahkâr olur.
İslâm'ın kişiye farz
kıldığı adalet; nafaka, mesken, geceleme, zevcelerin haklarını yerine getirmek
gibi hususlardaki adalettir. Kalbin birine diğerinden daha fazla muhabbet
duyması ise adaletsizlik değildir. Bu, kadınlar arasında gözetilmesi gereken
adaletin kapsamına girmez. Çünkü hiç kimse sevgi hususunda kalbine hükmedemez.
Şu ayet de bu hususa işaret etmektedir:
Ne kadar uğraşırsanız
uğraşın, kadınlar arasında (sevgide) adalet yapmaya güç yetiremezsiniz.
(Nisa/129)
Yani ne kadar
isteseniz de kalbinize hükmedip zevceler arasında eşit bir şekilde muhabbet
göstermeye gücünüz yetmez. Ancak bu meyliniz, sizi diğer kadına zulmetmeye
itmemelidir.
Fakat nafaka, mesken,
geceleme ve muaşerette adaleti gözetmek mümkündür. Birçok insan buna muvaffak
olabilir. Hz. Peygambe." bu hususta şöyle buyurmuştur:
Allahım! Benim sahip
olduğum yerde taksimata riayetim budur. Ancak senin gücünün yeteceği, benim
gücümün yetmeyeceği şeylerde beni kınama!
Bu sevgi, kalbin
meyline bağlı olan birşeydir. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'yi diğer hanımlarından
daha fazla severdi.
İslâm, çok evliliği
(^poligami) mubah kılmıştır. Çünkü birden fazla evlenmenin toplumun ıslahı
açısından birtakım faydalan vardır. Bunları, ancak basiret erbabı idrak
edebilir. Bunların bir kısmını . şöyle sıralayabiliriz:
A. Birden fazla evlenmenin mubah kıhnmasmdaki
sebeplerden biri, tek kadın ile yetinemeyen kimselerin iffetlerini korumaktır.
Çünkü bu meyil, fıtrî birşeydir. Bu durumdaki kişilerin ikinci, üçüncü ve
dördüncü bir kadın almalarına izin vermek, hem fertler, hem de toplum için daha
yararlıdır.
B. İslâm, şehvetine sahip olamayan kimselerin
kadınların peşinden koşmalarına, gizli dost tutmalarına mâni olmak için birden
fazla evliliği mubah kılmıştır. Çünkü buna izin verilmediği takdirde kadınlar,
haklarından mahrum edilmiş, nesebler karışmış, çocuklar baba şefkatinden
mahrum kalmış olur. Oysa hakları ve şerefleri korunmuş olduğu halde ikinci
zevce olmak, kocasız yaşamaktan veya başkasının metresi olmaktan bin defa daha
hayırlıdır. Çünkü metres olmak şekavet ve zillettir. Bu bakımdan İslâm'ın
birden fazla evlenmeyi mubah kılmasının amacı, erkeği zinadan, kadını metres
olmaktan ve birtakım çirkin hareketlere mâruz kalmaktan, ümitsizlik ve
şekavetten, toplumu da ahlâksızlıktan ve başıboşluktan korumaktır.
Taaddüd-ü zevcat'ın
meşru kılınmasının hikmeti apaçık ortadadır. Bunun mubah kılınmasını gerektiren
birtakım nedenler bulunmaktadır:
1. Karısı hasta olan ve kadına ihtiyacı olan bir
kişinin, zina edip dinini, malını, sıhhatini tehlikeye atması mı veya zina
etmemek için nefsine zulmetmesi mi yoksa meşru bir şekilde mehir ve nafakasını
vererek ikinci bir kadınla evlenmesi mi daha iyidir? Hiç şüphesiz bu üçüncü
durum hem kişiler, hem de toplum için daha iyi, daha faydalı ve daha temizdir.
2. Bugün savaşlar artmış,' hayatın bir parçası
olmuşlardır âdeta. Savaşlar nedeniyle erkekler eksilmektedirler veya çeşitli
yaralar nedeniyle çirkinleşmiş, sakat kalmış,
çalışamaz ve evlilik
yapamaz duruma gelmişlerdir.
Kadınların sayısı ise erkeklerin sayısından çok fazladır. Bu durumda erkeklerin
tek kadınla evlenmesi binlerce kadının erkeğin koruyuculuğundan mahrum
kalması, yaşlanan kadınların kendilerine bakacak çocuktan mahrum kalmaları,
kadınların metres hayatı veya fahişelik yapmaları daha mı iyi? Oysa bu
kadınların meşru bir şekilde bir erkeğin ikinci, üçüncü veya dördüncü karısı
olmaları daha iyi değil mi? Böyle durumlarda 'taaddüd-ü zevcat zaruri ve insanî
birşeydir, mürüvvet ve gayret bunu gerektirir' dersek, hakka ve mantığa
zulmetmiş olur muyuz?
'Hz. Peygamber'in
birden fazla evlenmesi insanî ve şerefli birşeydir' dersek, vakıaya muhalefet
etmiş sayılmayız. Çünkü o kadınların bazıları ailelerini terkederek hicret
ettiler veya kocaları şehid olduğu için yalnız kaldılar veya kocalarından
boşandıkları için çoluk-çocuklarıyla muhtaç duruma düştüler. Onların bu
durumlarına vâkıf olan Hz. Peygamber,. onlarla evlenerek hayırlı bir koruyucu
oldu. Ayrıca onları mü'minlerin annesi olma şerefine ve peygamberlerin efendisinin
hayat arkadaşı olma mertebesine yükseltti.
Hristiyan Avrupa
taaddüd-ü zevcat'ı yasaklamakla ne elde etti? Aileye hıyanet etmekten veya
nefse azap etmekten başka ne elde edebilirdi ki?
3. Sevdiği bir kadınla evli olduğu halde çocuk
doğuramayan o kadını boşamak mı veya erkeğe ikinci bir kadınla evlenme izni
vermeyerek onu çocuksuz ve mahzun bırakmak mı daha iyidir? Yoksa o erkeğe
ikinci bir kadınla evlenme izni vermek, birinci hanıma da zulüm edilmemesini
emretmek mi daha iyidir?
4. Taaddüd-ü
zevcat'tan mahrum bırakılan toplumlarda fesad daha fazladır. O toplumlarda
aileye ihanet artmış, gizli dost edinmeler çoğalmıştır. Durum öyle bir hale
gelmiş ki akıllı insanlar feryad ederek ta-addüd-ü zevcat'ın serbest
bırakılmasını istiyorlar. Çünkü taaddüd-ü zev-cat, toplumsal ve ahlâkî
hayatlarını mahveden kural ve kanunlarından daha uygun ve yararlıdır.
Taaddüd-ü zevcat'ın
mahiyetini bilmeyen bazı cahillerin yaptığı şeyler, İslâm'ın hüküm ve hikmetine
nakısa teşkil etmezler. Bu cahillerin ahmaklıklarının mesuliyetini İslâm
yüklenemez. Çünkü İslâm, taadddüd-ü zevcat'ı kötü muamele yapma aracı olması
için mubah kılmamıştır. Onu
toplumun korunması, ferdin
gözetilmesi, rezaletlerin ortadan kaldırılması için mubah kılmıştır.
Evet bütün bu nedenlerden ötürü ve şer'î şartlarla beraber taaddüd-ü zevcat'ı
mubah kılmıştır; onu ahlâkî ve hukukî hükümlerle koruma altına almıştır. Bu
bakımdan İslâm, insanların tüm ihtiyaçlarını içinde bulunduran bir laboratuara
benzer. Her fert kendi ihtiyacına ve hastalığına uygun olan şeyi ondan alır.
Biri çıkıp da 'Bu laboratuarın önemi azdır, içindekiler tüm fertlerin
ihtiyacını karşılamaya yetmiyor' diyerek onu küçümsemeye kalkışırsa, bu mâkul
olmaz. Yine o laboratuarın içindeki her ilacı herkese; ihtiyacı olmayanlara da
mubah kılsak bu da mâkul olmaz.
Taaddüd-ü zevcat,
İslâm düşmanlarının hoşuna gitmiyor diye, onların bozulmuş mizaçlarına uymuyor
diye, şehvetlerine ters düşüyor diye, onu tenkid etmeye hakkımız yoktur. Onlar
kendi ülkeleriyle birlikte yok olsunlar. Çünkü Allah onları ilahî hükmünün
kapsamına almıştır.
Ailenin saadeti,
çocukların iyi yetişmesi, evlilik hayatının sürekli olması, eşlerin doğru
seçim yapmalarına bağlıdır. Eşler birbirini seçerken geçici heveslere, geçici
maslahatlara iltifat etmemelidirler. Saadet, ancak kalıcı esaslar üzerine bina
edilirse mümkün olabilir. Evlilik ciddi bir iştir, birçok zorlukları ve
yükümlülükleri vardır. Bu nedenle nikâh akdinden önce yapılması gereken
birtakım vecibeler bulunmaktadır;
1. Eşlerde bulunması gereken birtakım
özelliklerin, onlarda bulunup bulunmadığını araştırmak.
2. Adayların birbirlerini görmeleri gerekir.
3- Hitbe
(istemek).
Evlenmeye Aday
Olan Erkek ve
Kadında Bulunması Uygun Olan Özellikleri Araştırmak
İslâm, evlenmeye aday
olan erkek ye kadında bulunması gereken birtakım özelliklerin araştırılmasını
istemiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a. Dindar ve
güzel ahlâklı olmak.
Bu lıususta Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Dinini ve ahlâkını
beğendiğiniz bir kişi siz(in aileniz)den bir kadına talip olursa onu evlendirin
(talip olduğu kadını ona verin)! Şayet yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve fesad
olur.
Kadın dört meziyeti
için nikâh olunur: Malı için, soyu-için, güzelliği için, dindarlığı için. Sen (bunlardan)
dindar olanı ele geçirmeye bak, (böyle yapmazsan) fakirliğe düşersin.
Hadîs metninde geçen
terebet yedâke ibaresi 'fakirliğe düşmek' anlamındadır. Bu ibare, Araplar
tarafından darb-ı mesel olarak kullanılır. Hadîste geçen din ve ahlâk'tan maksat
ise ibadetleri yapmak, salih ameller işlemek, haramlardan uzak durmak ve
kadının haklarını yerine getirmektir.
Din, zaman geçtikte
kuvvetlenir, ahlâk ile din birbirini takip edip tamamlar, hayat tecrübesiyle
beraber dosdoğru giderler. Bu bakımdan evlenecek erkek ve kadının,
birbirlerinde ahlâk ve dindarlık vasıflarını aramaları, onların sevgi ve
muhabbetlerinin devamlılığı için teminattır.
Bunlardan çıkan sonuca
göre, insan soy-sop'tan ötürü bir kadını veya erkeği tercih etmekten
kaçınmalıdır. Eğer bir kızda veya bir erkekte dindarlık vasfı bulunursa, bu
haslet tek başına diğer meziyetlerden daha üstündür. Ancak tüm meziyetler aynı
kişide toplanırsa, bu, nûr üzerine nûr olur.
n mânâsı, kişinin
aslının güzel olmasıdır. Yukarıda naklettiğimiz hadîste 'kadının
meziyetlerinden biri de soylu olmasıdır' ibaresi geçmişti.
Kadında soy arandığı
gibi, erkekte de aranmalıdır. Çünkü evlilik hayatının sürekli olmasını sağlayan
etkenlerden biri de soydur. Soy, güzel geçinmeye yol açar. Soylu kimse,
sevdiğinde keremli olur, nefret ettiğinde ise zulmetmez.
İmam Şafii, en yakın
akrabalarla evlenilmemesini tavsiye etmiştir. Zenzanî İmam Şafii'nin bu kavlini
şöyle açıklamaktadır: 'Bunun sebebi, kabilelerin evlilik yoluyla birleşip
yardımlaşmalarına yol açmaktır. Çünkü akrabalar arasında evlilik olmasa da
onlar birbirlerine yardım ederler'.
Nitekim şöyle bir
rivayet vardır: 'Çok yakın akrabalarla evlenmeyin; zira çocuk zayıf doğar'.
Bunun nedeni, yakın akrabaların birbirlerine olan şehvetlerinin -yabancılara
oranla- zayıf olmasıdır.1
Hz. Peygamber'in
kızını Hz. Ali'ye vermesi, bu hükmün yanlışlığını göstermez. Hz. Peygamber, bunun
caiz olduğunu belirtmek için böyle yapmıştır. Üstelik Hz. Ali ile Hz. Fatıma
arasında çok yakın bir akrabalık yoktur.
Çünkü Hz. Fatıma,
Hz. Ali'nin amcasının
oğlu olan Hz. Muhammed'in kızıdır.
Erkek ve Kadının Birbirine Denk Olması (-Kefâet)
Buradaki denklik (=kefâet)ten maksat, erkekle
kadının birçok yönden
birbirlerine benzemeleridir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
A. Din ve
salahta denk olmak.
Fasık bir erkek,
saliha bir kadına denk değildir.
Şİrbinî, bunu
Nevevî'nin Minhac adlı eserine yazdığı şerhte zikretmiş ve fakat İbn Salah bu
hadîsin mutemed bir aslına ra-dayamadığını
söylemiştir. (İbn Esir, en-Nihaye fi
Garib'il-Hadîs
ve'1-Eser) öyle ise mü'min olan kimse, fasık olan kimse gibi midir? Elbette
bunlar eşit olamazlar. (Secde/18)
B. İşleri denk olmalıdır.
Süpürgecilik,
haccamlık, çobanlık, hamam işçiliği gibi çirkin bir işte çalışan kimse, âlim,
fazıl, tacir bir kimsenin kızına denk değildir.
C. Nikâhın feshedilmesinde sebep olan yapılardan
uzak olmak.
Eğer bir kişide delilik,
alaca hastalığı varsa, sağlıklı bir kadına denk olamaz. Evlilikteki denklik,
kadın ve kadının velileri açısındandır. Kadınla erkeğin denk olması, nikâhın
sıhhatinin şartlarından değildir, fakat kadından ve kadının velilerinden ayıbı
defetmek için aranan bir husustur. Ayrıca çiftler arasındaki hayatın sağlam ve
sürekli olmasının da teminatıdır.
Eşlerin hayat tarzları
ve maddî durumları birbirine yakın olmalıdır ki evlilikleri kalıcı olabilsin.
Eşlerden biri diğerini eski alışkanlıklarını terket-meye veya değiştirmeye
zorlayamaz.
. Kadın veya kadının
vel;'eri, denk olma hakkını düşürebilir. Kadının velisi, kadının da rızasını
alarak onu, dengi olmayan bir erkekle evlendi-rirse, nikâh sahih olur. Çünkü
denklik kadının ve kadının velilerinin hakkıdır. Onlar bu haklarından
vazgeçerlerse, hiç kimse müdahale edemez. Hz. Peygamber, sözüyle evlilikte
denkliği gözetmeyi tavsiye etmiştir:
Nutfeleriniz
(menileriniz) için hayırlı birini seçin. Kızlarınızı dengi olanlara verin,
oğullarınıza da dengi olan kızlar alın.
Bakirelik, daha önce
başından evlilik geçmemiş kaçlının sıfatıdır. Hz. Peygamber, bakire bir kadının
tercih edilmesini tavsiye etmekte ve bunun nedenini şöyle açıklamaktadır:
Bakire kızlarla
evlenin. Çünkü onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha verimlidir ve onlar
daha kanaatkardırlar.
Hadîsteki 'ağızları
daha tatlı' ibaresi, onların yumuşak ve güzel konuşmalarından, dillerine hâkim
olmalarından, kocalarına karşı kaba davranmamalarından kinayedir. Çünkü bu
hasletler, kan-koca arasındaki mutluluğun teminatıdır.
Cabir b. Abdullah
şöyle rivayet etmiştir: "(Babam) Abdullah öldü. Geriye dokuz (yahut yedi)
kız bıraktı. Ben de dul bir kadınla evlendim. Rasûlullah bana 'Ey Cabir!
Evlendin mi?1 diye sordu. Ben de 'Evet, evlendim' dedim. Rasûlullah 'Kız mı
yoksa dul mu?' dedi. Ben 'Dul, ey Allah'ın Rasûlü!' diye cevap verdim. Hz.
Peygamber 'Kendisiyle oynaşacağın ve seninle oynaşacak (yahut güldüreceğin ve
seni güldürecek) bir kızla evlenseydin ya?' buyurdu. Ben de kendisine 'Babam
Abdullah (Uhud'da şehîden) öldü. Geriye dokuz (yahut yedi) tane kız bıraktı.
Doğrusu ben de bunların arasına kendileri gibi bir kız getirmeyi hoş görmedim
de, onların işlerini görecek ve onları terbiye edecek bir kadınla evlenmeyi
(daha) hayırlı buldum' dedim. Rasûlullah 'Febârekallah leke (=Allah eşini sana
mübarek eylesin)!' buyurdu".
Erkeğin de bakir
olması müstehabdır. Çünkü nefisler, ülfiyet ettikleri kimse ile ünsiyet peydah
etmek üzere yaratılmışlardır.
Bir kadının doğurgan
olduğu, annesine, teyzesine, halasına ve diğer yakın akrabalarına bakılarak
anlaşılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sevimli ve doğurgan
kadınlarla evlenin. Çünkü kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla
övünürüm.
İslâm, evlenecek
erkeğe, evlenmek istediği kızı görmesini tavsiye etmiştir. Bu hususta kimseden
izin alması gerekmez. Burada şeriatın izniyle iktifa edilir. Bu şekilde
bakmak, amacın tahakkuk etmesine daha uygundur.
Damat adayı,
isteyeceği kıza ihtiyaç olduğunda tekrar tekrar bakabilir. Çünkü bu, kızı
iyice görmesini, evlendikten sonra pişman olmamasını sağlar. Çünkü bir defa
görmek genellikle yeterli olmaz.
Bir kadına talip olan
Mugire b. Şûbe'ye, Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur:
O kadını gör! Çünkü
görmek, aranızdaki izdivacın başarılı olmasını daha iyi sağlar.
Sehl b. Sa'd şöyle
rivayet etmiştir: "Rasûlullah'a bir kadın geldi ve 'Ey Allah'ın Rasûlü!
Ben nefsimi (kadınlık kıymetimi mehirsiz olarak) sana hibe etmek için geldim'
dedi. Rasûlullah kadına doğru baktı ve bakışını yükseltip alçalttıktan sonra
başını aşağıya indirdi".
Hadîste geçen 'Ben
nefsimi sana hibe etmek için geldim1 sözünden maksat, evlilik işimi sana havale
ediyorum, ister mehirsiz olarak beni al, ister münasip gördüğün kişiye nikâhla
demektir. Bu söz üzerine Hz. Peygamber ona dikkatlice baktı, sonra başını öne
eğdi ve bir daha bakmadı.
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet etmiştir; "Ben Peygamber'in yanında idim.
- O sırada bir kimse
geldi ve Ensar'dan bir kadınla evlenmek istediğini
Peygamber'e haber
verdi. Rasûlullah ona 'O kadına baktın mı?' diye
sordu. O zat 'Hayır
bakmadım' dedi. Rasûlullah 'Öyleyse git ve o kadını
gör. Çünkü Ensar'ın
gözlerinde birşey (küçüklük) vardır' buyurdu".
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Biriniz bir kadınla
evlenmek istiyorsa ona bakmasında bir beis yoktur. O kadın bundan haberdar
olmasa bile ona bakabilirsiniz.
Kendisine talip olunan
kadın da talip olan erkeğe bakabilir. Bakmak, evlendikten sonra pişman olmamayı
sağlar. Çünkü hem erkek, hem de kadın bu bakmak sayesinde birbirlerinin
beğendikleri ve beğenmedikleri yerlerini görebilirler.
Bakmanın Sınırı
Bir kadına talip olan
kişi o kadının yüzüne ve ellerine bakabilir. Çünkü bunlar, Allah'ın Kitabı'nda
işaret ettiği zînet yerleridir:
.. Ancak bunlardan
(zînetlerden) görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesna.
(NÛr/31)
Sadece yüz ve ellere
bakmakla.yetinmenin sebebi, yüzün güzelliğe, ellerin de bedene delâlet
etmesidir. Talip olduğu kadına bakma imkânı olmayan kişi, ona bakıp kendisine
tarif edecek bir kadın göndermelidir. Çünkü Hz. Peygamber, evlenmek istediğ-
bir kadına bakmak için Ümmü Seleme'yi göndererek, ondan o kadının topuklarına
ve bedenindeki koku çıkan yerlerine bakmasını istemiştir.
Bu hadîsten
anlaşıldığına göre talip olunan kadına bakmak için bir kadın göndermek,
kendisinin bakmasından daha fazla şey öğretir.
Âkil-bâliğ olan
kişinin ihtiyar da olsa, cinsî münasebet gücünden yoksun da olsa yabancı bir
kadına bakması haramdır. Buluğ çağına yaklaşan için de hüküm böyledir. Yabancı
kadının da yaşlı bile olsa, bir erkeğe bakması haramdır. Fitne çıkma ihtimali
olmasa dahi böyledir. Mezhebimizin sahjh görüşü budur.
(Ey Rasülüm!) Mü'min
erkeklere (ve mü'min kadınlara), gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da
korumalarını söyle.
(NÛr/3O-3D
" .
Ümmü Seleme
şöyle rivayet etmiştir:
"Meymune ile birlikte Rasülullah'm yanında iken Abdullah b.
Ümm-i Mektum gelerek Hz. Peygamber'in yanına girdi. Bu hâdise, bize örtünme
emri geldikten sonra idi.
Rasûlullah ;Ondan kaçın' buyurdu.
Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! O âmâ değil mi? Nasıl olsa bizi
göremez ve tanıyamaz' dedim. Hz. Peygamber 'Siz de kör müsünüz, siz onu
görmüyor musunuz?' buyurdu".
Kadına bakmak haram
olunca, dokunmak evveliyetle haram olur. Çünkü dokunmak, şehveti harekete
geçirme hususunda bakmaktan daha etkilidir. Şehveti kabartmayan kız çocuğuna
veya erkek çocuğuna bakmak haram değildir. Ancak onların tenasül organlarına
bakmak haramdır.
Erkek, mahremi olan
kadınların diz kapaklanyla göbeği arası hariç vücudunun diğer yerlerine
bakabilir. Kadın da mahremi olan erkeklerin, diz kapaklarıyla göbek arası hariç
diğer yerlerine bakabilir.
İhtiyaç olmadığında
yabancı bir kadına bakmak veya dokunmak haramdır. Ancak zaruret bulunduğu
takdirde bakmak veya dokunmak mubahtır. Zikredeceğimiz şu durumlarda yabancı
bir kadına veya erkeğe bakmak ve dokunmak mubahtır:
1. Tedavi esnasında
Eğer tedavi için bile
bakmak veya dokunmak haram olsaydı, hayat zorlaşırdı. Oysa İslâm, kolaylık
dinidir.
Size dinde güçlük
kılmadı.
(Hac/78) '
Bu bakımdan bakılması
zaruri olan kısımlara bakmakta bir sakınca yoktur.
Cabir'den şöyle
rivayet edilmiştir: "Ümmü Seleme, kan aldırmak hususunda Rasûlullah'tan
izin istedi. Peygamber de Ebu Taybe adındaki haccama, Ümmü Seleme'ye hacamat
yapmasını emretti".
Zaruret varsa, erkek
doktor kadınları tedavi edebiiir. Erkek doktor bulunmadığı takdirde kadın
doktor da erkek hastayı tedavi edebilir. Fakat erkek, kadının yanında ancak
mahremi varken onu tedavi edebilir. Müslüman bir doktor bulunduğu zaman, başka
bir doktora gidilmez.
2. Alışveriş esnasında
Eğer alış-veriş
esnasında bakmayı gerektiren birşey olursa kadınlara bakılabilir.
3- Şahitlik
esnasında
Şahitlik esnasında
erkek kadına, kadın da erkeğe bakabilir. Çünkü kimin kime şahitlik ettiğini
bilmek ancak bakmakla mümkün olur.
4. Ders
esnasında
, Öğrenilmesi farz
olan konularda ders veren erkek, ders verdiği kadına bakabilir. Öğrenilmesi
mendub olan konularda da bakabilir. Çünkü burada meşrû bir fayda sözkonusudur. Hitbe
(=îstemek)
Hitbe araştırma
yapılıp karar verildikten sonra, kadını da gördükten sonra, kadını velisinden
istemektir.
1. Kadın
evli değilse, iddet beklemiyorsa ve diğer şer'î engeller yoksa, ona talip olmak
helâldir.
2. Kocasının
vefatından veya boşanmadan ötürü iddet bekleyen kadına, açıkça evlenme teklifi yapılmaz. Ancak
ima yoluyla teklif yapılabilir.
İddetini bekleyen
kadınlara üstükapah bir şekilde evlenme teklif etmenizde veya kalbinizden
(onlarla evlenmeyi) geçirmenizde sizin için bir günah yoktur. Allah sizin
onları anacağınızı bilir. Sakın onlarla gizlice anlaşmaya çalışmayın! Ancak
onlara normal söz söylemeniz müstesna! İddeti sona erinceye kadar nikâh akdi
yapmaya kalkışmayın. Bilin ki Allah şüphesiz içinizde olanı bilir. O halde
ö'ndan sakının ve bilin ki Allah şüphesiz
çokça bağışlayandır ve halimdir.
(Bafcara/235)
3. Birinci
ve ikinci maddelerde zikrettiğimiz şartların dışında, hiçbir şekilde evlenme
teklifi yapılmamalıdır; zira haramdır. Kendisiyle evlenil-mesi ebediyyen haram
olan ve kendisiyle evlenilmesi geçici olarak haram olan kadınlara da evlenme
teklifi yapmak haramdır. Ric'î talaktan ötürü iddet bekleyen kadına da ister
ima yoluyla, ister açıktan olsun, evlenme
teklifinde bulunmak haramdır.
Çünkü bu kadın
henüz . başkasının hanımı hükmündedir; kocası tekrar ona dönme hakkına
sahiptir.
Boşanmış kadınlar
kendi kendilerine üç hayız süresi beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl
değildir. İddet süresi içinde kocaları, arayı düzeltmek istemeleri durumunda,
onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerinde
(meşrû) haklan olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır Ancak erkeklerin
kadınlardan bir üstün derecesi vardır. Allah herşeye gücü yeten ve herşeyi
yerli yerince yapandır.
(Bakara/228)
Açıkça evlenme teklif
etmek, kesinlik ifade eden bir sözle olur. Meselâ 'Ben seni nikahlamak
istiyorum' veya 'İddetir bitikten sonra seninle evlenmek istiyorum1 gibi
ifadelerle yapılır.
İma yoluyla evlenme
teklif etmek, kesinlik ifade etmeyen bir söz ile olur. Meselâ iddet bekleyen
bir kadına csen güzelsin' veya 'seni isteyen çok olur' veya 'senin benzerin
nerede vardır' gibi ifadelerle yapılır.
Bir erkeğin evlenme
teklif edip de söz kestiği kadına, başka bir erkeğin evlenme teklifinde
bulunması haramdır. Bu, ancak söz alan kişi vazgeçtiğini bildirdiğinde olur.
Fakat evleme
teklifinde bulunan kişiye kabul veya red cevabı veril-memişse, başka bir
kişinin aynı kadına evlenme teklifinde bulunması nikâhı bâtıl hâle getiren bir
haram değildir. Ancak bu, günahkârlığa sebep olan bir haramdır. Bunun delili şu
hadîstir:
Hiç kimse kardeşinin
evlenme sözleşmesi üzerine, bir evlenme sözleşmesine kalkışmasın. Ancak o
kimsenin kendisine izin vermesi hâli müstesnadır.
Damat veya gelin
namzedi olan kişi hakkında araştırma yapan kişilere, onlann istişare ettiği
kişilerin kendi bildikleri şeyleri söylemeleri vacibdir. Böylece pişman olacağı
birisiyle evlenmekten kurtulma şansı olur. Ayrıca bu, gıybet sayılmaz,
müslümana nasihat sayılır. Eğer o kişinin kusurlarını söylemeden, ondan
vazgeçirme İmkânı varsa o kusurlar söylenmez. Meselâ kişiye (bu kişi sana uygun
değildir' gibi sözlerle ikna oluyorsa, kusurlarını söylememek gerekir.
Fatıma binti Kays
şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber'e, Ebu Cehm ile Muaviye b. Ebî
Süfyan'ın benimle evlenmek istediklerini söyledim, Rasûlullah 'Ebu Cehm,
omuzundan asayı indirmeyen bir adamdır. Muaviye ise son derece fakirdir, hiç
malı yoktur. Sen Usame b. Zeyd ile evlen' buyurdu. Ben ondan hoşlanmadım. Sonra
Rasûlullah yine 'Usame ile evlen' buyurdu. Bunun üzerine ben onunla
nikahlandım. Allah Teâlâ bu nikâhta bir hayır halketti ve ben de bundan çok
memmun kaldım".
Kadının velisinin,
kadını salih kimselere teklif etmesi sünnettir. Bu Hz. Şuayb'm sünnetidir. Hz.
Şuayb kızını Hz. Musa'ya teklif etmiştir; Allah Teâlâ onların kıssasını şöyle
hikaye etmiştir:
O kadınlardan
(Şuayb'ın kızlarından) biri 'Ey baba! Bunu (Musa'yı çoban olarak) ücretle tut.
Çünkü o ücretle tutacağın kimselerin en iyisi ve en emniyetli olanıdır' dedi.
Babalan (Musa'ya) 'Bana kendini sekiz sene kiralaman şartıyla bu iki kızımdan
birini sana nikâh etmek istiyorum. Şayet (kendiliğinden) on seneyi tamamlarsan
bu da senin (bir iyiliğin) olmuş olur. Ben sana zahmet vermek istemem.
İnşâallah beni salih kimselerden bulacaksın' dedi. (Kasas/26-27)
Ayrıca bu, Hz. Ömer'in
fiiline de uymaktır. Hz. Ömer de kızı Hafsa'yı önce Hz. Osman'a, sonra Hz.
Ebubekir'e teklif etmiş ve fakat sonunda Hafsa ile Hz. Peygamber evlenmiştir.
Damat adayının veya
vekilinin kız istemeden önce bir hutbe okuması müstehabdır. Bu hutbeye Allah'a
hamdederek başlanmalı, Hz. Peygamber'e salât ve selâm okuyarak devam
edilmelidir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Allah'a hamdetmeden
başlanan her şanlı iş bereketsizdir.
Daha sonra salah ve
takva tavsiye etmeli, sonra da ziyaretinin asıl sebebi olan şeyi 'kerimeniz
falanı, filanca için istemeye gel .ik' diyerek belirtmelidir.
Kızın velisinin de bir
hutbe irad etmesi müstehabdır. Hutbeye Allah'a hamdederek başlamalı, Hz.
Peygamber'e salât ve selâm okuyarak devam etmelidir. Sonra salah ve takva
tavsiye etmeli, sonra da gelen kişilere cevap vermelidir.
Ancak akid'den önce
hutbe okumak, kız istemeden önce hutbe okumadan daha efdaldir. Çünkü selef-i
salihînin böyle yaptığı nakledilir. Nitekim İbn Mes'ud'dan mevkuf ve merfû
olarak şöyle rivayet edilmiştir:
Sizlerden biri bir kız
istediği zaman veya bir ihtiyacı oldjğunda şöyle desin: 'Hamd Allah'a
mahsustur. O'na hamdediyor, O'ndan yardım talep ediyorum; O'ndan bağışlanmamı
diliyorum. Nefsimin şerrinden, amellerimin kötülüğünden Allah'a sığmıyorum.
Allah kime hidayet ederse onu saptırcak yoktur, kimi de saptırırsa ona hidayet
edecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir, ortağı
yoktur. Şehadet ederim ki Munammed O'nun kulu ve" rasûlüdür.
Ey iman edenler!
Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının ve ancak müslüman olduğunuz halde
ölün.
(Âlu İmran/102)
Ey insanlar! Sizi bir
tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden
pekçok erkek ve kadın yaratıp meydana
getiren rabbinizden sakının!
Adıyla birbirinizden dilekte
bulunduğunuz Allah(ın azabın)dan ve akrabalar(ın haklarını korumamak)tan
da sakının. Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde murakabe edicidir. (Nisa/l)
Ey iman edenler!
Allah'tan (azabından) sakının ve doğru söz söyleyin. (Böyle Allah'tan korkar
da doğru sözlü olursanız) Allah sizin işlerinizi düzeltir (sizi muvaffak
kılar), günahlarınızı da bağışlar. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse
kesinlikle o büyük bir zafer elde etmiştir.
(Ahzab/70-71)
İslâm'ın ruhuna uzak
olan bazı çevrelerde, nişandan sonra erkek ile kız arasında ihtilat
başlamaktadır. Bunun da nişanlıların birbirlerini daha iyi tanımaları için
olduğunu söylemektedirler. Oysa bu durumda birbirlerini gerçek anlamda
tanımaları mümkün değildir. Çünkü her iki taraf da birbirlerine iyi görünmek
için çaba harcarlar, tabii olarak davranmazlar.
Damat adayı ile gelin
adayının nikâh akdinden önce bir araya gelmeleri ve yalnız kalmaları haramdır.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hiçbir erkek, mahremi
yanında olmayan bir kadınla sakın yalnız kalmasın.
Nişanlı olan erkek ve
kadın, nikâh akdinden önce birbirlerine yabancı sayılırlar. Nişanlı erkek ve
kadın nikâhtan önce yalnız kalmamalı ve uluorta görüşmemelidirler. Akıllı bir
kız nikâhtan önce nişanlısı ile yalnız kalmasının veya meydanlarda birlikte
görünmelerinin, nişan bozulduğu takdirde kendisine ne gibi zorluk ve zararlar
getireceğini hesaplar. Çünkü böyle birşey olduğunda o kıza kimse talip olmaz.
Nikâh akdi yapıldıktan sonra istedikleri gibi davranabilirler. Çünkü artık
kart-koca sayılırlar. Bu dunjmda herhangibir günah veya zarar sözkonusu olmaz.
Nikâhın rükûnlan beş
tanedir:
, .
1. Siga ('aldım, verdim' veya 'eş olarak kabul
ettim' ya da 'koca olarak kabul ettim1).
2. Kadın
3. Erkek
4. Veli
5, İki şahit
I. Siga
Siga'dan maksat
'Kızımı sana eş olarak verdim' veya 'Kızımı sana nikahladım1 demek, koca
adayının da 'Kızını eş olarak aldım' veya 'Kızını nikahladım' demesidir. Koca
adayının sözünün, kızın velisinin sözünden önce olması evladır Çünkü burada
maksadı ifade etmek hususunda takdim ve tehir eşittir.
Siga'nın hikmeti
şudur: Evlilik akdi, iki tarafın rızasının da gerekli olduğu akidterdendir.
Rıza ise gizli birşeydir. Bu nedenle başkaları ona muttali olamaz. Bundan
dolayı Şârî, icab ve kabulden meydana gelen siga'yı, iki tarafın nefsindeki
rızaya delil olsun diye meşru kılmıştır.
Siga'da şu şartların
bulunması gerekir:
1. Tezvic, nikâh veya onlardan müştak olan kelimelerle
akid yapılmasının şart koşulmasının sebebi, bu lafızların lügat ve şeriat
açısından evlenmeye delâlet etmeleridir. Kur'an ve Sünnet'te tezvic ve nikâh
kelimeleri kullanılmıştır:
Hoşunuza giden (başka)
kadınlarla iki, üç ve dörde kadar ni-kâhlanabilirsiniz.
(Nisa/3)
Zeyd o kadından
ilişkisini kesince biz onu sana tezvic ettik ki evlatlıklarının kendilerinden
ilişkilerini kestikleri eşler, mü'minler üzerine bir günah olmasın.
(Ahzab/37)
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur:
Ey gençler! Sizden
kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin.
2. Tezvic
veya nikâh kelimesini icabda da, kabulde de kullanmak.
Kızın velisi 'Kızımı
sana tezvic ettim' dese, buna karşılık koca adayı da 'Kabul ettim1 dese, nikâh
akdi sahih olmaz. Koca adayı 'Kızını benimle tezvic et' dese, buna karşılık
kızın velisi de 'Kabul ettim' dese yine nikâh akdi sahih oimaz. Nikâh akdinin
sahih olması için iki tarafında tız-vic veya nikâh kelimelerini açıkça
söylemeleri gerekir.
Nikâh akdi,
Arabça'dafı başka dillerle de yapılabilir. Arapça'dan başka bir dille de olsa
icab ve kabul tahakkuk ederse nikâh akdi sahih olur. Koca adayı ve kadının
velisi Arapça bilmeseler dahi mânâ dikkate alınır, tezvic veya nikâh kelimelerini
söylemeleri yeterli olur.
Nikâh akdi hangi dille
olursa olsun kinaî lafızlarla sahih olmaz. Çünkü kinaî lafızlar, nikâh mânâsına
da, başka bir mânâya da gelmesi muhtemel olan lafızlardır. Meselâ 'Sana kızımı
helâl kıldım' veya 'Onu sana hibe eium' gibi. lafızlar kinaîdir. Kinaî lafızlar
niyete muhtaçtır. Niyetin yeri de kalptir. Nikâh akdinin sahih olması için iki
şahit olması şarttır. Şahitlerin de kalplerde olana muttali olmadıkları
muhakkaktır. Kalplerdekine muttali olmadıkları için de şahitlik etmeleri mümkün
değildir. Çünkü kinaî lafızlarla nikâh akdeden kişiler, nikâha da, başka
birşeye de niyet etmiş olabilirler.
Yazmak suretiyle
yapılan nikâh sahih olmaz. Bu bakımdan kadının velisi hazırda olan veya hazırda
olmayan bir kişiye 'Kızımı seninle tezvic ettim' diye yazsa, buna karşılık koca
adayı da 'Kızının nikâhını kabul ettim' dese akid sahih olmaz. Çünkü yazarak
nikâh akdi yapmak, kinaî lafızlarla nikâh yapmak gibidir. Bunun da sahih
olmadığını belirtmiştik.
Dilsizin işaretleriyle
nikâh sahih olur. Çünkü bu işaretler' sarih lafızların yerine geçer. Eğer
dilsizin işaretlerini ancak zekî insanlar anlayabiliyorsa, o işaretlerle nikâh
akdi sahih olmaz. Çünkü bu tür işaretler kinaî lâfızlar hükmündedir.
3. İcab ve
kabul peşpese olmalıdır.
Siga'nın şartlarından
biri de velinin İcabı İle koca adayının kabulünün peşpeşe olmasıdır. Eğer
kadının velisi 'Kızımı seninle tezvic ettim' dese, koca adayı da uzun bir
sükuttan sonra 'Onun tezvicinî kabul ettim' dese, akid sahih olmaz. Çünkü icab
ile kabul arasında uzun bir fasıla olmuştur. Bu da bu müddet zarfında velinin
kızını evlendirmekten vazgeçmiş olabileceği düşüncesini muhtemel hale getirir.
Ancak nefes almaktan veya aksırmaktan ötürü meydana gelen az bir sükut, akdin
sıhhatine zarar vermez.
4. Akdi yapanların ehliyetinin, akid tamamlanıncaya
kadar baki kalması gerekir.
Eğer kadının velisi
'Sana kızımı tezvic ettim' dese, koca adayı 'kabul ettim' demeden cinnet
getirse veya bayılsa, bu durumda nikâh sahih olmaz. Yine koca adayı 'kızını
benimle evlendir' dedikten sonra kızın velisi 'seninle evlendirdim' demeden
bayılsa, icab bâtıl olur, akid de sahih olmaz. Kabul var olsa dahi hüküm
değişmez. Çünkü akid tamamlanmadan önce, taraflardan birinin ehliyeti ortadan
kalkmıştır.
5. Siga kesinlik ifade etmelidir.
Akid, istikbale veya
herhangibir şarta bağlanırsa sahih olmaz. Eğer kadının velisi 'Ramazan ayı
geldiğinde kızımı seninle evlendirdim' dese, koca adayı da 'Onunla evlendim,
zevce olarak kabul ettim' dese, bu akid sahih olmaz. Veya kadının velisi 'Kızım
imtihanı kazanırsa onu seninle evlendirdim' dese, koca adayı da 'Onunla
evlenmeyi kabul ettim' dese, nikâh yine sahih olmaz. Çünkü akid de kesinlik
yoktur. Akdi birtakım şartlara bağlamak da aynen böyledir. , .
6. Siga mutlak olmalıdır.
Nikâh akdini belli bir
vakte bağlamak sahih olmaz. Meselâ 'Bir aylık nikâh' veya 'Bir senelik nikâh'
veya 'Falan adam gelinceye kadar nikâh1 sahih olmaz. Kızın velisi 'Kızımı sana
bir ay için nikahladım' veya 'bir sene için' veya 'falan adam gelinceye kadar
nikahladım' dese, koca . adayı da 'Onunla evlenmeyi kabul ettim' dese, akid
sahih olmaz, bunların tümü fasiddir. Çünkü bu, haram kılınan muta nikâhıdır.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Ey insanlar! Ben,
kadınlarla muvakkat nikâh yapmak suretiyle faydalanmanız hususunda sizlere
izin vermiştim. Şimdi iyi biliniz ki Allah Teâlâ bu muvakkat nikâhla
kadınlardan faydalanmayı kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Artık her kimin
yanında böyle ni-kanlanılmış kadınlardan
bir kadın varsa hemen onun yolunu tahliye etsin (bıraksın) ve bu kadınlara
vermiş bulunduğunuz şeylerden de hiçbirşeyi geri almayınız.
Şiğar bir kimsenin,
kızını bir başkasıyla ve fakat o da kızını kendisine vermek üzere ve aralarında
. mehir de olmaksızın evlendirmesidir. Şiğar nikâhı bâtıldır. Bunun bâtıl bir
nikâh olmasının sebebi, herbir nikâhın diğer nikâh için şart olmasındandır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, şarta bağlı olan akidler geçersizdir. Ayrıca
Hz. Peygamber şiğar nikâhını yasaklamıştır.
İbn Ömer'den şöyle
rivayet edilmiştir: "Rasûlullah, şiğar (suretiyle nikâhtan nehyetmiştir.
Sigar, bir kimsenin, kızını bir başkasıyla ve fakat o da kızını kendisine
vermek üzere ve aralarında mehir de olmaksızın evlendirmesidir".
Nikâhın sıhhati için
kadında şu şartların bulunması gerekir:
1. Kendisinde nikâha mâni olan birşey
olmamalıdır. Bunları daha önce zikretmiştik.
2. Gelin adayının belli olması gerekir.'
Kadının velisi 'Sana
kızlarımdan birini zevce olarak verdim' dese, akid sahih olmaz, çünkü evlenecek
kızın hangisi olduğu belli değildir.
3. Evlenecek kadın hac veya umre için ihrama
girmiş olmamalıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İhramlı kimse (bir
kadınla) evlenemez, evlendirilemez ve evlenme teklifi yapamaz.
Nikâhın sıhhati için
koca adayında şu şartların bulunması gerekir:
1. Kadının mahremlerinden olmamalıdır.
2. Koca adayının belli olması gerekir.
Eğer veli 'Kızımı
içinizden birine verdim' dese, evlilik sıhhatli olmaz, çünkü koca adayı belli
değildir.
Arapçada ve//,
muhabbetle yardım etmek mânâsına gelir.
Kim Allah'ı, O'nun
Rasülü'nü ve iman edenleri veli edinirse, (bilsin ki) Allah'ın hizbi galip
gelenlerin ta kendisidir. (Mâide/56)
Velinin ıstılahtaki
mânâsı ise, başkasına söz geçirmek, onun işlerini idare etmek demektir. Velilik
icbarîve ihtiyarî olarak iki kısma ayrılır. Delilikten, çocukluktan, hastalıktan,
zayıflıktan ötürü olan velilik, ihtiyarî veliliktir.
Bazıları veliliği
şöyle tarif etmişlerdir: İstese de,
istemese de başkasının ona söz
geçirmesidir. Buna göre icbarî velilik de bu tarifin , içine girmektedir.
Şeriat kime velayet hakkı vermişse, oha şer'an veli denir.
Eğer üzerinde hak olan
(borçlu) kimse aklı noksan (yazı yazmayı bilmeyen) ve aciz ya da kendisi
yazdıramayacak durumda ise, velisi onu adil olarak yazdırsın.
(Bakara/282)
Çocuklar ve aciz
insanlar için velayetin meşru kılınmasının hikmeti, onların maslahatlarını
gözetmek içindir. Böylece onların hakları korunur.
İster küçük, ister
büyük, ister bakire, ister dul olsun, her kadının, nikâh akdini yapacak bir
velisinin bulunması şarttır. Hiçbir kadın kendi nikâh akdini ve başka bir
kadının nikâh akdini yapamaz. Bunun delili şu hadîstir:
Hiçbir kadın kendini
evlendiremez, başka bir kadını da evlendiremez.
Kadının fıtratı, nikâh
akdini bizzat yapmaya uygun değildir. Çünkü kadının hayâlı olması vacibdir.
Kadının evlenme
akdinde velisinin bulunmasının farz olduğunun delili Kur'an ve Sünnet'tir. Bu
hususta Kur'an ve Sünnet'te birçok delil vardır.
Kadınları
boşadığıriızda, iddetlerini tamamladıklarında, birbirleriyle güzelce barışıp
anlaşmışlarsa, onların (önceki) kocalarına varmalarında (kadının velisi olarak
onlara) zorluk çıkarıp engel olmayın. Bu, kendisiyle aranızdan Allah'a ve
ahiret gününe iman eden bir kimseye verilen öğüttür. Bu sizin için daha,uygun
ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/232)
İmam Şafii şöyle
demiştir: Bu ayet, veliye itibar edilmesini gerektiren açık bir delildir. Eğer
velinin nikâh akdinde bulunması muteber olmasaydı, velinin kadını evlenmekten
menetmesinin bir anlamı kalmazdı. Çünkü adî kelimesi, kadını evlenmekten,
menetmektir.
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur;
Nikâh, ancak velinin
ve iki adil şahidin bulunmasıyla tahakkuk eder. Kadının velisinin ve iki adil
şahidin bulunmadığı bir nikâh bâtıldır.
Velinin izni olmadan
nikâh olmaz.Velisiz Yapılan
Nikâhın Hükmü
Velisi olmadan kendi
nikâhını akdeden kadının evliliği bâtıldır. Eğer akidden sonra cinsî münasebet
olmuşsa, eşleri ayırmak farzdır. Bu durumda, kadın'mehr-i misil alır. Bunun
delili, Hz. Peygamber'in şu sözüdür;
Hangi kadın velisinin
izni olmadan evlenirse onun nikâhı bâtıldır. (Hz. Peygamber, bu sözü üç defa
tekrar etmiştir). Eğer erkek kadına temas ederse kadına temasından dolayı mehir
vermesi gerekir, eğer veliler arasında ihtilaf çıkarsa velisi olmayanın velisi
sultandır.
Böyle bir nikâhtan
sonra cinsî münasebette bulunan kişilere, zina haddi vacib olmaz. Çünkü velisiz nikâhın sahih olup olmadığında
âlimler ihtilaf etmiştir. Cezalar ise şüpheyle düşer. Ancak tâzir cezası
uygulanır; bu ceza kadı tarafından takdir edilir.
Nikâh hususunda
veliler şu tertip üzere gelmektedir:
a. Önce baba,
b. Sonra babanın babası (dede),
c. Sonra ana-bababir erkek kardeş,
d. Sonra bababir erkek kardeş,
e. Sonra ana-bababir kardeşin oğlu,
f. Sonra bababir erkek kardeşin oğlu,
g. Sonra ana-bababir amca, h. Sonra bababir
amca,
ı. Sonra ana-bababir
amca oğlu, ' . -
i. Sonra bababir amca
oğlu k. Sonra diğer akrabalar.
Eğer erkek akrabaları
yoksa, bu durumda kadının velisi kadı olur. Yukarıda 'Velisi olmayanın velisi
sultandır' hadîsi geçmişti.
Nikâhta ne oğulun, ne
de torunun velayeti olur. Oğul, annesini nikahlamak hususunda' velilik
yapamaz. Çünkü oğul ile anne arasında soy ortaklığı yoktur. Annenin nesebi
babasına, oğulun nesebi ise kendi babasına bağlıdır. Ancak oğulun aynı zamanda
annesinin amcalarının oğullarından olması hali bundan müstesnadır. Şayet oğul
aynı zamanda annesinin amcasının oğullarından ise ve ondan daha yakın bir veli
de bulunamazsa, bu takdirde annesini tecviz hususunda velilik yapması caizdir.
Veli ister baba olsun,
ister başkası olsun, şu şartlara sahip olmalıdır:
a. Müslüman olmak.
-Bu bakımdan bir kâfir
-babası da oisa- bir müslümanı evlendiremez. Çünkü kâfirin müslümana veli
olması sözkonusu değildir.
. Allah elbette
kâfirler için mü'minİerin aleyhine bir yol kilmayacaktır. (Nisa/141)
Nikâhtaki velilik,
mirastaki akrabalık temeli üzerine bina edilir. Kâfir ise müslümana mirasçı
olamaz. Müslüman da kâfire mirasçı olamaz. Kâfir biri dini değişik de olsa
başka bir kâfir kadını evlendirebilir. Meselâ yahudi bir kişi, hristiyan bir
kadını, hristiyan bir kişi de yahudi bir kadını evlendirebilir. Çünkü küfür tek
millettir.
Kâfirler birbirlerinin
velisidirler. (Enfal/73)
b. Adil olmak.
Adaletten maksat,
büyük günahlar işlememiş ve küçük günahlarda da ısrar etmemiş olmaktır. Ayrıca
hürriyeti ihlâl edici fiilleri de işlememiş olmalıdır. Bu bakımdan fasık bir
kişi, mü'min bir kadının nikâh akdini yapamaz.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Nikâh, ancak mürşid
bir veli ile akdedilir.
İmam Şafii, hadîste
geçen el-mürşid kelimesinin, adaletli kişi mânâsına geldiğini, basıklığın
eksiklik olduğunu, eksikliğin de şahitliğe menfi tesir edeceğini, bu bakımdan
da nikâhtaki velilik makamına mâni olduğunu söylemiştir.
Başka bir rivayette
ise şöyle söylediği nakledilmiştir: 'Nikâh akdetmekte şart yoktur. Çünkü
nikâhtaki velilik, akrabalık temeline dayanır. Akraba olan insan da velisi
olduğu kız için şefkatli olur ve o kız için en uygun olanı yapmaya gayret
gösterir. Bu şefkat de adil olanla adil olmayan kişi arasında değişmez'.
Ayrıca adillerin az
olmasından ötürü adalet şartı bazen insanları büyük bir sıkıntıya sokabilir.
Hiçbir devirde fasıkların, kızlarını evlendiremeyecekleri sabit olmamıştır.
c. Baliğ olmak.
Çocuk, nikâh akdinde
veli olamaz. Çünkü baliğ olmayan çocuk kendisinin de velisi değildir.
d. Akıllı olmak.
Deli, başkasına veli
olamaz. Çünkü o kendisinin de velisi değildir.
e. Şuuru yerinde olmak.
İhtiyarlık ve benzeri
sebeplerle şuuru yerinde olmayan kişi veli olamaz.
f. Görüş ve düşünceyi ihlâl eden şeylerden
yoksun olmamak.
g. Sefihlikten ötürü hacr altında olmamak.
Sefihlik sebebiyle
üzerinde hacr olan kişi, malını israf eden kimse demektir. Sefih kişi başkasına
veli olamaz. Çünkü kendisinin de velisi değildir.
h, İhramda
olmamak.
Hac veya umre için
ihrama giren bir kişi, başkasını evlendiremez. Hz. Peygamber'in 'İhramda olan
kişi ne evlenebilir, ne de başkasını evlendirebilir' buyurduğunu
daha önce nakletmiştik.
Velide bulunması
gereken sıfatlar, kadının en yakın velisinde yoksa, velilik hakkı ondan düşer
ve ondan sonraki en yakın akrabaya geçer. Ancak ihramda olan kişi bundan
müstesnadır; yani ihramda olan kişi velilik hakkından mahrum edilemez ve
velilik hakkı ondan bir başkasına intikal etmez. Çünkü ihramda olmak insanın
velilikten mahrum olmasına sebep değildir; zira onda adalet, düşünce ve diğer
sıfatlar mevcuttur. Ancak o ihramh olduğundan başkasını evlendiremez. Bu
nedenle de velilik hakkı ondan sultana intikal eder.
Veliliğin Kısımları
Nikâh akdi hususundaki
velilik, icbarı ve ihtiyarî olarak iki kısma ayrılır.
.
İcbarî velilik, kızın
babasına ve dedesine aittir. Yani sadece baba ve dede kızını cebren evlendirebilir.
Bunun dışındaki velilerin zorla evlendirme yetkileri yoktur. Zorla evlendirmek
de sadece bakire kız için söz-konusudur. Kızın genç veya yaşlı olması, durumu
değiştirmez. Bakire kızın baba veya dedesi, onun iznini almadan kendisini zorla
evlendirebilir. Çünkü baba ve dede, kızın maslahatını kızdan daha iyi bilir.
Ayrıca onların kıza olan şefkatleri herkesten daha fazladır. Bu nedenle onlar
kız için uygun olmayan bir eşi seçmezler.
Bunun delili şu
hadîstir:
Dul kadın, kendi
hakkında karar vermekte herkesten daha çok hak sahibidir.
Çünkü dul kadın,
bakire kız gibi değildir. Fakat icbarî velilik için üç şart ileri sürülmüştür:
1. Veli ile kız arasında açık bir düşmanlığın
bulunmaması
2; Evlendirdikleri kişinin kıza denk olması
3. Mehr-i muaccel'i verebilecek durumda olması
Evlilikte Bakire Kızın
İzninin Alınması
Baba ve dedenin
velayetinin icbarî velilik olması, baba ve dede kızlarını zorla evlendirsin,
onun fikri alınmasın anlamına gelmez. En güzeli ve müstehab olanı, evlilikte
bakire kızın izninin alınmasıdır. Bu kızın şahsiyeti için en uygun olan şeydir.
Bunun delili Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği şu hadîstir:
- Dul kadının sarih
olarak emri alınmadıkça nikâh olunmaz. Bakire kız da kendisinden izin
istenmedikçe nikâh olunmaz.
Ey Allah'ın Rasûlü!
Bakire bir kızın izni nasıl olur? Onun izni sükût etmesidir.
Dul kadın (evleneceği
erkeği seçme husususunda) kendi nefsine velisinden daha evladır. Kızın, kendi
nefsi(ni ilgilendiren bu dava) hakkında izni alınır, onun izni ise susmasıdır.
Bu hadîslerdeki
'bakire kızın izninin alınması' sözü, nedbe hamledilmiştir.
,
İhtiyarî velilik,
sözkonusu edilen tüm veliler için -zikrettiğimiz tertibe göre- sabittir.
İhtiyarî velilik, ancak dul kadının evlendirilmesinde sözko-nusudur. Bu nedenle
dul kadının velileri, onun iznini almadan nikâh akdi yapamazlar. Daha önce
zikrettiğimiz 'Dul kadının izni alınmadan nikâhı akdedilemez' hadîsi bunun
delilidir. Ayrıca şu hadîs de buna delildir:
Dul kadın, kendini
evlendirmekte velisinden daha yetkilidir
Dul Kadının izninin
alınmasının nedeni, dul kadının evliliğin ne olduğunu bilmesidir. Bu yüzden dul
kadın evlenmeye zorlanamaz. Çünkü dul kadın 'beni evlendirin', veya 'ben
evlenmek istiyorum' demekten çekinmez. Fakat bakire kız böyle değildir. O
açıkça 'beni evlendirin' demeye utanır.
•
Küçük ve dul olan kız,
baliğ olmayan kızdır. Onu ne babası, ne de başka bir velisi, baliğ olmadan önce
evlendiremez. Çünkü küçük kızın izni dikkate alınmaz. Bu bakımdan baliğ
oluncaya kadar evlendirilmesi yasaktır. Onun izni, ancak baliğ olduktan sonra
sözkonusu olur.
alinin Evliliğe
Mâni Olması
Âkil ye baliğ olan bir
kız, dengi bir erkekle evlenmek için velisinden izin istediğinde velisinin onu
evlendirmesi farzdır. Kızın babası evliliğe mâni olduğu takdirde Sultan onu
evlendirir. Çünkü onun evlendirilmesi velilerin üzerine bir haktır. Kızın dengi
bir müslüman erkek onu istediği zaman, kız hakkı olan evlilikten menedilirse,
hâkim bu hakkı ona verir.
Bunun delili, Hz.
Peygamber'in şu sözüdür:
Velisi olmayanın
velisi sultandır.
Fakat kadın kendisine
denk olan bir kişiyi seçerse, velisi de başka bir kişiyi seçerse, veln kadının
seçtiğini reddedip kendi seçtiğine nikahlayabilir. Çünkü baba, kızından daha
iyi bilir ve daha uygun olanı seçer.
Kızın birkaç velisi
olur da en yakın velisi iki merhale veya daha fazla bir uzaklıkta bulunursa
{iki merhale, bir gün, bir gecelik yoldur) kızın velilik hakkı ondan alınıp
başka bir veliye verilemez. Bu durumda kızı Sultan evlendirir. Çünkü o kızı
evlendirmek o velinin hakkıdır, o veli de hazırda olmadığı için onun vekili
Sultan olur.
Eğer velinin uzaklığı
iki merhaleden az ise, Sultan onun iznini almak suretiyle kızı evlendirebilir.
Çünkü buradaki mesafe kısadır, ona müracaat edilebilir. O da ister gelir
kendisi evlendirir, isterse vekalet verir.
Yakınlık Derecesi
Aynı Olan Birkaç Velinin Olması
Ana-bababir kardeşler
veya bababir kardeşler gibi nesebden gelen ve yakınlık derecesi aynı olan
birkaç velisi bulunduğu takdirde nikâh hususunda en bilgili olan hangisiyse,
nikâhı onun yapması daha doğru olur. Ondan sonra en muttaki olan o kadını
evlendirir, çünkü o daha şefkatli olur. Ondan sonra da en yaşlıları o kadını
evlendirir, çünkü o daha tecrübelidir.
Eğer velilerin tümü
içlerinden birine izin verirlerse, izin verilen kişi o kadını evlendirir. Eğer
veliler, kadını evlendirmek hususunda ihtilafa düşer de herbiri kendisi
evlendirmek isterse, aralarında kura çekmek va-cib olur, kura kime çıkarsa
kadını o evlendirir.
Kadın, velilerin
tümüne de izin vermişse, onlardan herhangibirinin evlendirmesi caizdir. Eğer
kadın yalnız birine izin vermişse, bir başka veli evlendirdiğinde nikâh
sahih olmaz. Çünkü
kadın ona izin vermemiştir.
Kadının velisi
olmadığı zaman, velayet hakkı kadı'ya (hâkim) intikal eder. Çünkü hâkim, müslümanlann
maslahatını gözetmek için tayin edilmiş bir görevlidir. Velisi olmayan kızı
evlendirmekte kızın maslahatı vardır. Hz. Peygamber'in 'Velisi olmayanın velisi
sultandır' buyurduğunu nakletmiştik.
Kızın babası ve
babasının babası, kızı evlendirmek hususunda onun iznini almadan bir başkasını
vekil tutabilirler. Velinin vekile, koca adayının sıfatlarını
bilmesi vekaletin sıhhati için şart değildir.
Çünkü vekil koca
adayını kendisi seçebilir. Mutlak vekalet verilen vekilin, kadının maslahatını
gözetmesi, ona denk bir kişi bulması farzdır; zira mutlak vekalet, denk bir
kişiyle evlendirme şartını içinde barındırır.
Baba ve dedenin
dışındaki veliler, kızın iznini almadan başkasına vekalet veremezler. Çünkü kendileri
de kızın iznini almadan evlendirme yetkisine sahip değillerdir.
Evlenme akdinde her ne
kadar diğer akidlerde olduğu gibi rıza, icab ve kabul şart ise de İslâm bu akdi
azamet perdesi altına alarak akd'e dinî bir tabiat vermiştir. Onu kulluk
boyasıyla boyamış, insan için sevap ve itaat kapısı yapmıştır. Nikâh akdinin
çok önemli neticeleri olduğu için iki şahit bulunması şart kılınmıştır. Çünkü
nikâh akdi sayesinde muaşeret helâl olmakta, mehir, nafaka, neseb ve miras
hakkı doğmaktadır.
İşte bütün bunların
eşler tarafından yerine getirilmemesi ve ink;.r edilmesi ihtimal dahilinde
olduğundan, İslâm bu hususta ihtiyatlı davranarak en az iki şahidin bu akd'e
şahitlik etmelerini şart kılmıştır.
Şahitlerde bulunan
sıfatlar onları güvenilir kişiler kılar. Nikâh akdinin gerekleri yerine
getirilmediğinde veya inkâr edildiğinde şahitler devreye girerek şahitlikte
bulunurlar.
Nikâh akdinde iki
şahidin bulunmasının vacib olduğunun delili, Hz. Peygamber'in şu sözüdür:
Nikâh ancak bir veli
ve iki adil şahitle olur. Böyle olmayan nikah bâtıldır.
Şahitlerde Bulunması
Gereken Şartlar
Şahitlerde bulunması
gereken şartlar şunlardır:
1. Müslüman olmak.
-
Nikâh akdinde müslüman
olmayan kişinin şahitliği sahih olmaz. Çünkü nikâh akdinin dinî bir veçhesi
vardır. Müslüman olmayan kişi müslümanlar aleyhine şahitlik yapamaz. Ayrıca
şehadet, veliliktir; kâfir ise müsl umana veli olamaz.
Mü'min erkeklerle,
mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler. (Tevbe/71)
Allah elbette kâfirler
için mü'minlerin aleyhine bir yol kılmayacaktır. (Nisa/141)
.
2. Erkek olmak.
Nikâh akdinde
kadınların şahitliği sahih olmaz. Nikâh akdinde bir erkek ve iki kadının
şahitliği de sahih olmaz.
Zührî şöyle demiştir:
'Sünnet, kadınların şahitliğinin hadler (cezalar), nikâh ve talakta caiz
olmadığı üzere sabit olmuştur'.
Zührî tâbiindedir,
tabiinden gelen söz de onu merfû hadîs seviyesine yükseltir.
3. Âkil ve baliğ olmak.
Deli ve çocuk nikâh
akdinde şahitlik yapamazlar.
4. Adil
olmak.
Şahitlerin zahirde de
olsa adil olmaları gerekir. Açıktan fısk işleyen kişinin şahitliği sahih olmaz.
5. Sağır olmamak.
Sağırın veya uyuyanın
şahitliği caiz olmaz. Çünkü sağır olan veya uyuyan kişi, şahitlikten beklenen
faydaları sağlamaz. Çünkü nikâh akdinde şahitlik, sözü duymakla yapılabilir.
6. Kör olmamak.
Görmeyen kişi nikâh
akdinde şahitlik yapamaz. Çünkü burada görmek şarttır.
Nikâh akdi hakkında
kadının razı olduğuna dair şahitlik etmek müs-tehabdır; yani şahitlerin kadının
evlenmeye razı olduğuna şahit olmaları gerekir. Kadın 'Ben bu akd'e razıyım'
veya 'Bu hususta izin verdim' demeli, şahitler de bunu duymalıdır. Bu, kadının
daha sonra bunu inkâr etmemesi için bir tedbirdir.
Baba ve Dedenin
İffetinin Korunması
Çocuk ister kız, ister
erkek, ister müslüman, ister kâfir olsun baba ve dedesinin iffetini korumakla
(onları evlendirmekle) yükümlüdür. Dedesi baba veya anne tarafından olsa da,
kâfir olsa da çocuk onun mehrini vererek veya vermeyi taahhüd ederek, onu
evlendirmelidir. Tabii babası için de bunu yapmalıdır. Çocuğun bunu yapması şu şartlara
bağlıdır:
1. Çocuk, mehiri verecek kadar zengin olmalıdır.
2. Baba veya dedenin evlenmeye ihtiyacı
olmalıdır.
Baba veya dedesinin
iffetli kalıp zinaya düşmemelerini temin etmek ' için onları,
mehirlerini vererek evlendirmek,
nafaka gibi zaruri şeylerdendir. Çünkü
zinaya düşmek, insanı
helake götüren bir durumdur. Ayrıca bu, babalık ve
dedeliğin hürmetine de aykırıdır. Bu onlarla güzel bir şekilde arkadaşlık
yapmak da sayılmaz. Oysa Allah Teâlâ
onlarla güzel bir
şekilde ilgilenmeyi, arkadaşlık
yapmayı emretmiştir:
Onlarla (anne ve
babanla) dünyada iyi geçin. (Lokman/15)
Kâfirlerin kendi
aralarındaki nikâhları sahihtir. Bunun delili de dörtten fazla kadınla evli
olduğu halde müsİüman olan kişilere Hz. Peygam-ber'in 'Dördüncüyü yanında tut,
gerisinden ayrıl1 diye emretmesidir. Hz. Peygamber onlara nikâhlarının durumunu
sormamış ve onların eski nikâhlarını sahih olarak kabul etmiştir.
Evli olan kâfir çift
müslüman olduğunda eski nikâhları sahih kabul edilir. Çünkü nikâhın bâtıl
olması, dinlerinin ayrı olması halinde sözko-nusu olur.
İbn Abbas şöyle
rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber zamanında bir kişi gelip müslüman oldu.
Ondan sonra da karısı gelip müslüman oldu. Adam 'Ey Allah'ın Rasûlü! Karım
benimle beraber müslüman olmuştu, onu bana iade et* dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber, kadını o adama teslim etti".
Erkek müslüman olur da
kadın küfründe devam ederse ve müşrik değil de ehl-i kitab olursa, nikâhları
devam eder. Çünkü ehl-i kitab kadınlarla evlenmek caizdir. Kocası müslüman-olan
kadın müşrikse ve iddet süresi geldiği halde müslüman olmamışsa, kocasının
müslüman olduğu andan itibaren nikâhları geçersiz olur. Ancak iddet zamanında
müslüman olursa, aralarındaki nikâh devam eder. Eğer kadın müslüman olur da
kocası küfürde devam ederse, kadının müslüman olduğu andan itibaren araları
ayrılır. Fakat koca, karısı iddetli iken müslüman olursa, karısı kendisine eski
nikahıyla verilir.
Koca, karısının iddeti
bittikten sonra müslüman olursa, kadın ona verilmez. Bu durumda yeniden nikâh
akdi yapılması gerekir.
Amr b. Şuayb'ın
dedesinden şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlullah, kızı Zeyneb'i
(kendisinden sonra müslüman olan kocası) Ebu'l~As b. er-Rebî'e yeni bir rriehir
ve yeni bir nikâh ile verdi".
Mehir (=Sıdak)
Mehir nikâh akdinden
ötürü kocanın karısına vermekle yükümlü olduğu maldır. Kocanın bunu karısına
vermesi farzdır. Buna sıdak (=mehir) denilmesinin sebebi, onu veren kişinin
sadık (=doğru) olduğunu göstermesidir.
Mehir'in (=Sıdak)
Hükmü
Mehir'in (=sidak)
hükümlerini şöyle özetleyebiliriz:
Akid tamamlandığında
kocanın üzerine mehir vacib olur. tster verilecek mal veya paranın miktarı
tayin edilsin, ister edilmesin onu vermek vacibdir. Hatta taraflar mehir
verilmemesi hususunda anlaşsalar bile yine mehir vermek gerekir,
Mehir'in vacib
olduğunun delili Kur'an, Sünnet ve İcma'dır.
Kadınlara nikâh
bedellerini (mehirlerini) müşkilat çıkarmaksızın (isteyerek) verin.
(Nisa/4)
O halde hangilerinden
nikâh ile faydalandınızsa, farz olan mehirlerini kendilerine verin. Mehir'i
takdir edip belirttikten sonra aranızda anlaşmanızda sizin için herhangibir
günah yoktur.
(Nisa/24)
Kadınlara yaklaşmadan
ve mehirlerini tayin
etmeden onları
.-boşarsanız, size herhangi
bir günah yoktur.
Bu (durumdaki) kadınları faydalandırın.
(Bakara/236)
Sünnet'ten delili ise Sehl b. Sa'ddan rivayet edilen şu
hadîstir: Rasûlullah'a bir kadın geldi ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben nefsimi
(kadınlık kıymetimi mehirsiz olarak) sana hibe etmek için geldim' dedi.
Rasûlullah 'Benim kadına ihtiyacım yoktur' dedi. Bir sahabî 'Bu kadını benimle
evlendir ey Allah'ın Rasûlü!' dedi. Hz. Peygamber 'Ona bir elbise ver' dedi.
Sahabî 'Verecek elbisem yoktur' dedi. Hz. Peygamber 'Demirden dahi olsa ona bir
yüzük ver' dedi. Sahabî, buna da sahip olmadığını söyleyince, Hz. Peygamber
ona 'Kur'an'dan ezberinde ne var?' diye sordu. Sahabî 'Ezberimde şu sûre var,
şu sûre var' diye birtakım sûreleri saydı. Hz. Peygamber 'Ezberindeki sûreleri
ona öğretmen şartıyla onu seninle evlendirdim' dedi.
Hadîste geçen 'nefsimi
sana hibe ettim' ifadesi 'nikâhımı senin eline verdim' demektir.
İcma'dan olan delile
gelince, hiçbir rnüslürnan, hiçbir âlim buna karşı çıkmamış, tüm âlimler
mehirin farz olduğunda ittifak etmişlerdir.
Mehir; kocanın
hanımiyla güzel geçineceğini taahhüd etmesinin bir ifadesidir. Ayrıca kadının
ihtiyaç duyduğu evlilik masraflarını karşılamak için bir imkândır. İslâm
kocanın üzerine mehiri farz kılmakla, kadının para kazanmak için şerefine uygun
olmayan işlerde çalışmasını önlemek istemiştir.
Nikâh esnasında
mehirin belirlenmesi sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber, mehiri belirtmeden nikâh
kiymamıştir. Ayrıca mehiri belirlemek, çiftler arasında çıkması muhtemel olan
ihtilafı önler. Hz. Peygamber'in mehiri belirtmesini, âlimler farz olarak
görmemişlerdir. Çünkü bütün âlimler, nikâh akdinin mehir belirlenmeden de caiz
olduğunu ittifakla söylemişlerdir. Mehir belirlenmeden yapılan nikâh, her ne
kadar Hz. Peygamber'in fiiline aykırı olduğundan mekruh olsa da akid caizdir.
Mehir, sadece kadının
hakkıdır. Kadının velilerinden hiçbirinin me-hirde hakkı yoktur. Veliler sadece
mehri kabul edip kadına vermek üzere alabilirler.
Eğer bir eşi boşayıp
başka bir kadınla evlenmek isterseniz, öncekine (mehir olarak) çok mal vermiş
bulunsanız da o maldan birşey geri almayın. Acaba iftira ederek ve açık günahkârlık
yaparak mı onu ; geri alacaksınız? (Nisa/20)
Eğer onlar
mehirlerinden bir kısmını size bağışlarlarsa, onu afiyetle ve güzelce yeyin.
(Nisa/4)
Mehir'in ne azında, ne
de çoğunda sınır yoktur. Mal ismi verilen herşey veya malın bedeli olan herşey
mehir olarak verilebilir. Meselâ bir seccade, bir evde oturtmak, para, hayvan,
elbise, yüzük gibi şeylerin tümünden ister az olsun, ister çok olsun, mehir
verilebilir. Bunun delili şu ayettir:
(Haram kılınanlar) dışında kalan kadınları,
zinadan uzaklaşmak ve evli yaşamak maksadıyla mallarınızla isteyip
(nikâhlanmanız) size helâl kılındı. (Nisa/24),
Allah Teâlâ bu ayette
malı mutlak olarak zikretmiş, belli bir sınır koymamıştır. Yukarıda Hz.
Peygamber'in 'Demirden bir yüzük dahi olsa kadına ver'
buyurduğunu nakletmiştik.
Âmir b. Rabiâ'dan
şöyle rivayet edilmiştir: "FezâreoğuHarından bir kadın, (mehir olarak) bir
çift ayakkabı karşılığında evlendi. Bunun üzerine Rasûluüah 'Nefsinin
karşılığı ve hakkın (olduğu halde) bir çift ayak: kabıya mı razı oldun?'
buyurdu. Kadın 'evet' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, nikâhı tecviz
etti".
Eğer bir eşi boşayıp
başka bir kadınla evlenmek isterseniz, öncekine (mehir olarak) kantarlarca mal
vermiş bulunsanız da o maldan birşey geri almayın. Acaba iftira ederek ve açık
günahkârlık yaparak mı onu geri alacaksınız? O verdiğiniz (mehir) malını nasıl
alırsınız ki birbirinize katılmış idiniz ve kadınlar (daha önce) sizden
kuvvetli bir . söz almışlardı.
(Nisa/20-21)
Ayetten de anlaşıldığı
gibi Allah Teâlâ, kocanın karısına kantarlarca mehir vermesine rıza göstermiştir.
'Kantarlarca mal' çok mâl demektir. Bu da mehirin sınırı olmadığını gösterir.
Fakat mehirin 10 dirhemden az, 500 dirhemden de fazla olmaması müstehabdır.
Çünkü Hanefîler, mehrin en az 10 dirhem olmasının vacib olduğunu
söylemişlerdir. Hz. Peygamber'in kızlarının ve eşlerinin mehirlerinin de 500
dirhem olduğu rivayet edilmiştir.
Hz. Ömer'in şöyle
dediği rivavet edilmiştir: "Kadınların mehirlerini çoğaltmayın! Zira
mehirleri çoğaltmak dünyada lütuf veya. Allah katında takva olsaydı, ona
Peygamber sizden daha evla idi. Oysa Rasûlullah'ın 12 ûkiyeden fazla mehir
karşılığında kadınlardan hiçbirini kendisine ve kızlarından hiçbirini de
başkasına nikahladığını bilmiyorum".
Mehirin acele (peşin)
verilmesi şart değildir. Mehirin tümü cinsî münasebetten önce de sonra da
verilebilir veya bir kısmı peşin olarak, bir kısmı da tehir edilerek
verilebilir. Ancak mehirin zamanını tayin etmek şarttır. Mehir kadının malı
olduğu için, kadın zamanını tayin edebilir. Eğer mehir, muaccel ise kadın
kendini kocasına teslim etmeyebilir. Değilse buna hakkı yoktur, çünkü kendisi
baştan razı olmuştur.
Mehirin, kadının
kocası üzerinde bulunan hakkı olduğu yukarıdaki bahislerden anlaşılmıştır.
Şimdi mehirin hangi durumlarda tümünün, hangi durumlarda yansının vacib
olduğunu ve hangi durumlarda da mehirin tümünün kocanın üzerinden kalktığını
beyan edeceğiz.
Mehirin tamamını
vermek iki durumda vacib olur: Kocaya, hanımı ister hay izliyken, ister
temizken münasebette bulunduğunda mehirin tümünü Ödemek vacib olur. Çünkü
yaptığı akdin karşılığını almıştır; Bunun bedelini de vermesi gerekir. Şu ayet
buna delâlet etmektedir:
Öyleyse o kadınların
hangisini nikâh edip ondan faydalanmişsanız (lezzet alrruşsamz),
onların-mehirlerini kendilerine farz (tam) olarak verin! (Nisa/24)
Ayetteki istimta
kelimesinden maksat, cinsî münasebet ve ondan alınan zevktir. Ücret'ten maksat,
mehirdir. Mehire ücret denmesinin sebebi, faydalanma mukabili olduğundandır.
Hz. Ömer'den şöyle
rivayet edilmiştir: 'Bir erkek bir kadınla evlenip de cinsî münasebet
kurduğunda mehirin tümünü vermesi gerekir'.
Kadın öldüğünde,
kocası ister onunla cinsî münasebette bulunmuş olsun, ister olmasın, mehirin
tümü vacib olur. Bu hususta sahabîler icma etmiştir.
Eğer koca cinsî
münasebetten önce karısını boşarsa, kesilen mehirin yarısını ödemesi vacib
olur. Şu ayet buna delâlet etmektedir:
Eğer kadınları, onlara
el sürmeden mehirlerini tayin etmiş olduğunuz halde boşarsanız, onlara mehirin
yarısı vardır. Ancak onların haklarından vazgeçmeleri veya nikâh bağı elinde
bulunan (kocanın) ondan (mehirin tümünden) vazgeçmesi müstesnadır.
(Bakara/237)
Kadının kendisi
duhulden önce kocasından ayrılırsa, mehirin tümü kocanın üzerinden düşer.
Meselâ kadın rnüslüman olduktan sonra nikâhı kendisi feshettiğinde veya kadın
mürted olduğunda veya kocada bulunan bir ayıptan ötürü ayrıldığında veya koca
kadında bulunan bir ayıptan ötürü onu boşadığında mehirin tümü kocanın
üzerinden düşer. Çünkü bu durumlarda mehirin düşmesine sebep olan kadının
kendisidir ve bu yolu bizzat kendisi seçmiştir.
Mehr-i Misil
Mehr-i misil, kadının
benzeri kadınlara verilen mehirdir. Bu mehir, kadının soyuna, sopuna,
güzelliğine göre takdir edilen mehirdir. Mehr-i misil hususunda, kadının en
yakın akrabaları dikkate alınır. Bunlar ana-bababir kızkardeşleri, sonra
bababir kızkardeşleri, sonra kızkardeşinin kızları, sonra halalarıdır. Eğer
kadının yakınları yoksa veya evlenmemişse anne, teyze gibi akrabaları dikkate
alınarak mehir takdir edilir. Çünkü bunları dikkate almak, yabancı kadınları
dikkate almaktan daha evladır. Eğer anne tarafından da akrabaları yoksa, aynı
memleketteki yabancı kadınlar dikkate alınır.
Neseb bakımından
eşitlik gözetildikten sonra aşağıdaki vasıflarda da eşitlik gözetilmelidir:
1. Yaş .
2. Akıl
3- Güzellik
4. Zenginlik
5. İffet .
6. Dindarlık '
7.
Takva
-
8. İlim
,
9. Bakirelik
10. Kendisini farklı kılan diğer vasıflar
Bir kadınla evlenip
mehir tayin etmeden ve onunla cinsî münasebette bulunmadan ölen adam hakkında
kendisine sual sorulduğunda îbn Mes'ud şöyle demiştir: 'O kadına, kendi
seviyesindeki kadınların mehrinin benzeri (=mehr-i misil) tahakkuk eder; ne
eksik, ne de fazla; hakkında vefat iddeti lâzım gelir ve miras alır1. Bunun
üzerine Ma'kıl b. Sinan el-Eşcaî kalkarak 'Rasûlullah, bizim aşiretin kadını
Berva binti Vâşık hakkında da senin verdiğin hükmün aynını verdi' dedi ve bu
şehadetle İbn Mes'ud(un gönlü) ferahladı.
Aşağıda zikredeceğimiz
durumlarda mehr-i misil vacib olur:
A. Nikâh akdi fasid olduğunda.
Meselâ şahitsiz veya
velisiz akdedilen nikâhtan sonra cinsî münasebet olmuşsa, mehr-i misil
gerekir. Çünkü nikâhın şartlarından biri veya birkaçı eksik olduğunda hem
nikâh, hem de tayin edilen mehir fasid olur ve onların arasını ayırmak da
vacibdir.
B. Karı-koca mehirin tayin edilip edilmediğinde
ihtilaf ederlerse, mehir fesholunarak mehr-i misil'e dönüşür.
Eğer karı-koca mehirin
tayininde ihtilaf edip de kadın 'Bana mehir tayin ettin' derse, koca da 'Hayır,
etmedim' derse, karı ve koca yemin ederler. Böylece mehir fesholunarak, yerine
mehr-i misil vacib olur. Yine mehirin miktarında ihtilaf olduğunda da hüküm
böyledir. Meselâ kadın 'İki bin lira mehir tayin ettin' derse, koca da 'Hayır
bin lira mehir tayin ettim1 derse, ikisi de yemin ederler ve mehir fesholunarak
mehr-i misil'e dönüşür.
C. Mehiri, fasid bir şekilde ta/in etmek de
mehr-i misil'i vacib kılar. Tayin edilen mehirin fasid olmasını aşağıda
beyan edeceğiz:
Tayin edilen mehir;
şarap, domuz, oyun aletleri gibi şer'an mal sayılmayan maddelerden olursa, bu
mehir fasid olur. Çünkü şeriat mehirin mal olmasını veya malın bedeli olmasını
vacib kılmıştır.
Mehir olarak tayin
edilen mal, kendisinin olmadığı zaman mehri misil vacib olur. Meselâ gasbettiği
bir seccadeyi mehir olarak verirse bu fasid bir mehir olur.
İki veya daha fazla
kadını tek mehirle nikahlayan kişinin, nikâhı sahih, fakat mehiri fasid olur.
Bu durumda kadınların herbirine mehr-i misil vermek gerekir. Çünkü iki veya
daha fazla kadın tek mehirle nı-kâhlandığında, hangisine ne kadar mehir
verileceği bilinemez.
Velisi küçük çocuğu
mehr-i misilden daha fazla mal vererek evlendirirse veya küçük-büyük bakire bir
kızı iznini almadan mehr-i misilden daha az bir mal ile evlendirirse, mehir
fasid olur ve mehr-i misil vacib olur. Çünkü veli, onlar için en uygun olanı
yapmak zorundadır. Bu yüzden tayin edilen mehir, mehr-i misil'e dönüşür.
Reşid olan bakire veya
dul kadın, velisine 'beni mehirsiz olarak evlendir' derse, veli de mehirsiz
olarak evlendirirse mehr-i misil vacib olur. Ancak nikâh akdi ile değil, cinsî
münasebet ile vacib olur.
Mehir tayin edilirken
mehirin bir kısmının kadının babasına veya kardeşine verilmesi şart
koşulduğunda nikâh sahih, mehir fasid olur ve kadına mehr-i misil verilmesi
vacib olur.
Bir Uyarı
Nikâh akdi için
koşulan şartlan üç kısımda beyan edebiliriz:
Koşulan şart, nikâhın
gereklerine uygun olmalıdır. Eğer kadın kendisine nafaka verilmesi" veya
kumalar arasında kendisine fazla gün tayin edilmesi hususunda şart koşarsa,
koşulan bu şartlar geçersizdir. Bu durumda nikâh akdi ve tayin edilen mehir
sahih olur.
Koşulan şart nikâhın
gereklerine aykırı olur da nikâhın asıl amacı olan cinsî münasebete mâni
olmazsa, bu şartlar geçerli olmaz. Meselâ kadın nikâh akdinde kocasına 'Benim
üzerime başka bir kadın almayacaksın' derse veya 'Kendisinin geçimini
üstlenmemek' şartını koşarsa, nikâh akdine zarar vermez, fakat şartlar
geçersiz oluf. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah'ın Kitabı'nda
olmayan her şart bâtıldır.
Eğer mehir fasid bir
şarta bağlanırsa mehir fasid olur. Çünkü mehire razı olmak, şarta bağlanmıştır
ve o şart da fasiddir. Çünkü bu durumda rıza ortadan kalkar.
Koşulan şart, nikâhın
asıl amacı olan cinsî münasebete engel olursa, nikâh bâtıl olur. Meselâ kadın
akid esnasında 'Benimle cinsî münasebette bulunmayacaksın1 veya 'Nikâhtan sonra
beni boşayacaksın' diye şart koşarsa nikâh bâtıl olur. Çünkü bu şart, nikâhın
asıl amacı olan cinsî münasebete engeldir.
Mut'a
Mut'a, meta
kelimesinden türemiştir ve kişinin 'yararlandığı şey' anlamına gelir. Buradaki
mut'a'âan maksat, kocanın, boşadığı hanımına verdiği maldır.
Mut'a'nın Vacib
Olduğu Durumlar Kocanın üzerine
şu durumlarda mut'a vacib olur:
A. Cinsî münasebetten sonra boşadığı zaman,
B. Nikâh akdinde mehir tayin edilmezse, cinsî
münasebetten önce boşadığı zaman,
C. Kocada bulunan birşeyden dolayı kadının
ayrılmasına hükmedildiği zaman.
Meselâ kocanın mürted
olması veya lian yapması durumunda mut'a vermesi gerekir.
Kadınla cinsî münasebette
bulunup bulunmaması hükmü
değiştirmez. Ancak bu, mehir tayin edilmediği zaman sözkonusu olur.
Kendisiyle cinsî
münasebet kurulmadan boşanan kadına, eğer mehir tayin edilmişse mut'a verilmez.
Zira bu durumdaki kadın tayin edilen mehirin yarısını alır. Ayrıca zaten
kocasına da birşey vermemiştir.
Sözkonusu durumlarda
mut'a'nın vacib olduğunun delili şu ayetlerdir:
Kadınlara yaklaşmadan
ve mehirlerinj tayin etmeden onları boşarsanız, size bir günah yoktur. Bu
(durumdaki) kadınları faydalandırın. Zengin olan kendi kudretince, fakir olan
da kendi kudretince uygun bir şekilde faydalandırsın (boşadığı hanımına
birşeyler versin). .
(Bakara/236)
Boşanmış kadınlar
için, uygun bir tarzda faydalandırma (geçimlerini sağlama) vardır. Bu,
Allah'tan sakınanlar üzerine bir haktır. (Bakara/241)
Eğer kan-koca arasında
mut'a tayin edilmişse, aralarında anlaştıkları bu mal ister az, ister çok olsun
kadının hakkıdır. Eğer mut'a konusunda ihtilafa düşerlerse, kadı eşlerin
durumunu dikkate alarak mut'a tayin eder.
Bu (durumdaki)
kadınları faydalandırın. Zengin olan kendi kudretince, fakir olan da kendi
kudretince uygun bir şekilde faydalandırsın. (Bakara/236)
Boşanmış kadınlar
için, uygun bir tarzda faydalandırma vardır. (Bakara/241)
Ancak mut'a'nın otuz
dirhemden az, mehirin yarısından da fazla olmaması müstehabdır.
Mut'a'nın
meşruiyetinin hikmetlerinden biri, kocasından ayrılan kadının gönlünü hoş
etmek, onun elemini hafifletmektir.
Halkın çoğu, mehiri
kadının bedeli olarak görüp aşırı gitmektedir. Onlar mehirde aşırı gitmenin,
kadının mertebesini ve ailesini taltif etmek olduğunu zannediyorlar. Oysa
mehirde aşırı davranmak, ne kadını, ne de ailesini taltif etmek anlamına gelir.
Mehir, kadının evlenmeye istekli olduğunla ve bunu meşru bir şekilde yapmak
istediğine delâlet eder. Mehir, aile binasının temel taşlarından biridir.
Ayrıca bu kişiler, mehirde aşın davranmanın topluma ve evlenen kişilere zararı
dokunacağından, hatta toplumsal bir felâket halini alıp birtakım sosyal
sorunlara sebep olacağından habersizdirler. Yine bu kişiler, Hz. Peygamber'in
sünnetine aykırı davrandıklarından da habersizdirler. Çünkü Hz. Peygamber, mehirin
az ve kolay olmasını tavsiye ederek bunun berekete sebep olduğunu
belirtmiştir.
Mehirde aşırı
davranmanın .sebep olabileceği toplumsal
mefse-detlerin bazılarını şöyle zikredebiliriz:
Mehir hususunda aşın
davranmak gençleri, özellikle de fakir gençleri evlenmekten uzaklaştırır. Bu
durumdaki gençler de şeytana uyarak zinaya düşebilirler. Bu da neseblerin
karışmasına, namusların kirlenmesine, hastalıkların artmasına sebep olur.
Gençler zamanında
evlendirilirlerse, bu evlilik onları iffetli kılmaya sebep olur, ahlâk ve
dinlerini muhafazada yardımcı olur. Bu durumda da toplum günah ve fücurdan
korunur.
Mehir hususunda aşırı
davranmak, kadınları fıtratın gereği olan evlilikten mahrum bırakır, bunun
sonucu olarak da baba evlerinde uykularını kaçıran bir huzursuzluk ve boşluk
içinde bocalamalarına sebep olur. Çünkü kadınlar huzursuzluk ve vesveselerini
ortadan kaldıracak bir koca evine ihtiyaç duyarlar. O ev onların sükûnet ve
ihtiyaçlarını karşılar. Fakat baba evinde
bu ortamı bulamazlar.
Dolayısıyla bu duruma düşmelerinin sebebi de mehir hususunda
babalarının aşırı davranmasından kaynaklanmaktadır.
Ne var ki kadınların bu durumu, normal bir ortamda,
yollarına fesad çıkmadığı zamanlarda böyledir. Eğer yollan uygunsuz bir ortama
düşerse, kocasız kadınların çoğunda olduğu gibi hemen fitneye kapılırlar ve
toplumu fesada sürüklerler, helak ederler.
Hz. Peygamber'in mehir
hususundaki sözlerine kulak verelim:
Evliliğin en
bereketlisi, mehir ve nafaka bakımından en kolay olanıdır.
Nikâhın en hayırlısı,
en kolay olanıdır.
Bu bakımdan ticaret
amacıyla, şeref göstergesi olarak veya gurur ve kibir nedeniyle talep edilen
mehirde hayır ve bereket olmaz.
Enes b. Mâlik'ten
şöyle rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber, Abdurrah-man b. AvPın üzerinde
san bir boya lekesi gördü de 'Bu nedir?' diye sordu. Abdurrahman 'Ey Allah'ın
Rasûlü! Ben 5 dirhem ölçüsünde altın bir çekirdek mukabilinde bir kadınla
evlendim1 dedi. Rasûlullah 'Allah sana mübarek eylesin. Bir koyunla da olsa
düğün ziyafeti ver1 buyurdu".
Hz. Peygamber,
Abdurrahman b. AvPa bereket için dua etmiştir. Bereket de 'hayrın çokluğu1
demektir. Çünkü bu evlilikte hayır vardır ve bu, mehirin az olmasının daha
hayırlı olduğu düşüncesini pekiştirir. Acaba bu hususta aşırı gidip de bereketi
yok edenlerin durumu nasıldır?
Hz. Ömer'in şöyle
dediği rivayet edilmiştir: "Kadınların mehirlerini çoğaltmayın! Zira
mehirleri çoğaltmak dünyada kerem veya Allah katında takva olsaydı, ona
Peygamber hiç kuşkusuz sizden daha evla idi. Oysa Rasûlullah'ın 12 ukiyeden
fazla mehir karşılığında kadınlarından hiçbirini kendisine ve kızlarından
hiçbirini de başkasına nikahladığını bilmiyorum'"
Sonuç olarak mehirde
aşırı davranmak mekruh, mutedil davranmak da mendub'dur. Mehirde mutedil olmak,
hem karı-koca için ve hem de toplum için hayır ve bereket sebebidir.
Nikâhın lügat mânâsı,
iki şeyi birbirine birleştirmek, karıştırmaktır. Şer'î mânâsı ise akiddir; dolayısıyla
eşlerin birbirlerinden faydalanmalarını mubah kılmaktır.
,
Nikâh sahih ve bâtıl
olmak üzere iki çeşittir. Bâtıl olan nikâh, sıhhat şartlarından birinin eksik
olduğu nikâhtır. Bu tür nikâhın haram olmaktan başka hükmü yoktur. Dolayısıyla
bu tür nikâhın üzerine evliliğin yükümlülükleri terettüb etmez. Ancak bâtıl
olan bazı nikâhlarda mehr-i misil va-cib olur. Meselâ velisiz olarak yapılan
nikâhtan sonra cinsî münasebet vuku bulursa, kadına mehr-i misil vermek vacib
olur. Hz. Peygamber'in, üç defa 'Velisinin izni olmadan yapılan nikâh bâtıldır'
dediğini nakletmiştik. Böyle bir nikâhtan sonra cinsî münasebette bulunan
kişinin, kadının cinsel uzvunu helâl kıldığından dolayı mehr-i misil vermesi gerektiği
rivayet edilmiştir.
Sahih olan nikâh ise,
nikâhın rükün ve şartlarından hiçbirinin eksik olmadığı nikâhtır, İşte böyle
bir nikâhın üzerine aşağıda zikredeceğimiz birtakım yükümlülükler terettüb
eder.
Nikâh akdinin birçok rüknü
vardır. Nikâh ve nikâhın hükümlerinden bahsederken onları beyan etmiştik.
Sahih Olan
Nikâh Akdi Üzerine
Terettüb Eden Hak
ve Vacibler
Nikâh akdi sahih
olarak yapıldıktan sonra, eşlerin üzerine karşılıklı olarak terettüb eden
birtakım hak ve vecibeler vardır. Bu hak ve vecibeleri kendi yerlerinde
zikredeceksek de şimdi onları burada maddeler halinde belirtmek istiyoruz:
1. Eşlerin herbiri diğerinden meşru bir şekilde
istifade etmelidir.
Kadınlar sizin
tarlamzdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin. (Bakara/223)
2. Kadın, kocasına tâbi olmalı ve itaat
etmelidir. Ayrıca nefsini kocasına teslim etmeli ve onun evinin koruyucusu
olmalıdır.
Bu hususta Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kadın, kocasının
yatağını (mazeretsiz) terkederek gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar
lanet ederler.
Bir erkek karısını
yatağına davet ettiği zaman kadın (mazereti olmadığı halde) gelmez ve kocası
da ona dargın olarak gecelerse, melekler sabaha kadar o kadına lanet ederler.
Sizin onlar (kadınlar)
üzerindeki hakkınız, hoşlanmayacağınız kimselere döşeklerinizi
çiğnetmemeleridir.
3. Koca, karısının mehirini vermelidir. Çünkü
mehir, kadının kocası üzerindeki bir hakkıdır.
Kadınlara nikâh
bedellerini (rnehirlerini) müşkilat çıkarmaksizın (isteyerek) verin! (Nisa/4)
4. Kadının geçimi kocanın üzerinedir.
Tüm müslümanlar,
kadının geçiminin koca üzerine vacib olduğunda ittifak etmişlerdir.
(Boşadiğınız)
kadınları gücünüz nisbetinde oturmakta olduğunuz yerin bir bölümünde oturtun.
Onları darlık ve sıkıntıya sokmak maksadıyla
kendilerine zarar vermeyin. Eğer
gebe iseler, yüklerini birakmcaya kadar
onlara nafaka verin. (Talak/6)
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur:
Onların (kadınların)
sizin üzerinizdeki hakları da mâruf veçhile nzıklandırılmaları ve giydirilmeleridir.
Nafaka; yeme, içme,
elbise ve meskeni kapsamaktadır. Bunun
tafsilatı -Allah'ın izniyle- ileride beyan edilecektir.
5. Kadınlar
arasında adil davranmalıdır.
Eğer erkeğin birden
fazla hanımı varsa onlar arasında adalete uygun olarak taksimat yapması
gerekir. Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir erkeğin iki kârısı
olur ve onlar arasında adalet yapma2sa, kıyamet günü bir tarafı çarpık olarak
gelir.
Hz. Aişe şöyle rivayet
etmiştir: "Hz. Peygamber, hanımları arasında (günlerini) adaletle böler ve
'Allahim! Elimden geldiği kadarıyla benim taksimim budur! Senin kadir olduğun
ve benim elimden gelmeyen hususlarda beni kınama' derdi".
6. Nesebin
sabit olması
Cinsî münasebetten
sonra, hamileliğin bilinen müddeti içinde doğan çocuklar kadının kocasına
nisbet edilir. Hamileliğin en az müddeti altı ay, en fazla müddeti ise dört
yıldır. Bu bakımdan meşru olan her evlilikten doğan çocuklar kocaya nisbet
edilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:"
Çocuk döşek
sahibinindir. Zâni'ye de taş (hadd) vardır.
7. Miras
Mirasın şartlan tamam
olduğunda, eşler arasında miras sabit olur. Vasiyetler yerine getirildikten ve
borçlar ödendikten sonra, eğer çocukları da yoksa, hanımlarınızın bıraktığı
malın yarısı; eğer çocukları varsa 1/4'i
sizindir. Vasiyetlerinizin ve borcunuzun ifa edilmesinden sonra eğer çocuğunuz da yoksa
bıraktığınız malın 1/4'i, eğer çocuğunuz varsa l/S eşinizindir. Babası,
annesi ve evlâdı olmadığı halde vefat eden bir erkek veya kadının erkek veya
kizkardeşi varsa, vasiyeti ve borcu çıktıktan sonra onların herbirine terekenin
1/6'i düşer. Eğer kardeşler birden fazla iseler, hepsi vasiyet ve borç
çıktıktan sonra zarara uğratılmış olmaksızın terekenin 1/3'inde
ortaktırlar. Bu, Allah'tan bir tavsiyedir (emirdir). Allah bilendir ve
halimdir. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse, Allah o kimseyi altından
nehirler akan cennetlere yerleştirir. O cennetlerde ebedî kalıcıdırlar. Bu,
büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Nisa/12)
Nikâh akdinin birtakım
sünnetleri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:1
A. Nikâh akdinden önce hutbe okumak.
Bu hutbenin koca adayı
veya onun vekili tarafından okunması müs-tehabdır. Bu hususta Abdullah b.
Mes'ud'dan merfû olarak rivayet edilen bir hadîsi Hutbe bahsinde nakletmiştik.
B. Eşlere dua etmek.
Nikâh esnasında eşlere
dua etmek sünnettir. Zira Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir: "Rasûlullah
evlenen bir kimseyi tebrik edeceği vakit 'Allah sana mübarek eylesin, sana
mübarek olsun, aranızı hayırla cem etsin1 buyurdu". .
C. Nikâhı ilan etmek.
Nikâhı aleni yapmak ve
tef çalarak ilan etmek sünnettir. Nikâhı gizlet mek veya gizli yapmak
mekruhtur. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bu nikâhı aleni yapın,
onu ilan etmek için de tef çalın.
Haram (birleşme) ile
helâl (izdivac)ı birbirinden ayıran şey,.tef ve ses teşhir)dir!
Bu nikahı aleni yapın,
onu mescidlerin içinde kurun ve onun için tef çalın.
Nikâh için sevinç
gösterileri yapmak, güzel oyunlar oynamak da sünnettir.
Hz. Aişe Ensar'dan bir
kişiye gelin götürdü-. Hz. Peygamber 'Ey Aişe! Beraberinizde çalgı aletleri var
mıydı? Çünkü Ensar bunu sever' dedi.
Ancak fitneye,
şehvetleri tahrik etmeye sebep olan şeyler ve içinde hayasız sözler bulunan
şarkılar haramdır.
Kişinin, hanımına
yaklaşacağı zaman şöyle dua etmesi müstehabdır: 'Allah'ın izniyle başlıyorum.
Yârab! Bizi ve bize ihsan edeceğin çocuğu şeytanın şerrinden muhafaza eyle!'
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Onların biri eşine
(cinsî münasebet için) yaklaşmak istediği zaman 'Bismillah, yâ Allah! Bizi
şeytandan uzaklaştır, şeytanı da bize ihsan edeceğin çocuktan uzak kıl1 derse,
şu muhakkak ki karakocanın bu birleşmesinden bir çocuk doğduğu takdirde artık o
çocuğa ebediy-yen şeytan zarar veremez.
9. Velime
vermek sünnettir.
Velime, içtima
mânâsına gelen velim kökünden müştaktır. Buna velime denmesinin sebebi,
koçların biraraya gelmesindendir. Velimenin lügat mânâsı, düğün ve davetlerde
verilen yemek demektir.
Düğün sebebiyle velime
yemeği vermek sünnet-i müekkede'dir. Çünkü bu, Hz. Peygamber'in hem fiili, hem
de sözüyle sabit olmuştur.
Bu hususta Enes b.
Mâlik'ten şöyle rivayet edilmiştir: 'Rasûlullah, Saıiye binti Huyey için kavut
ve hurmadan düğün ziyafeti verdi'.
Yine Enes b. Mâlik
şöyle rivayet etmiştir: 'Gün yükseldiği zaman Rasûlullah bizlere (Zeyneb İçin)
ekmek ve et ziyafeti verdi'.
Yine Enes b. Mâlik
şövie rivayet etmiştir: "Abdurrahmah b. Avf, Rasûlullah zamanında ahu
.ian bir çekirdek karşıhğında evlendi de
Rasûlullah ona 'Bir koyunla da olsa düğün ziyafeti yap' buyurdu".
Âlimler, Hz.
Peygamber'in fiilini ve sözünü nedb üzerine hamletmişlerdir.
Velime yemeğinin en
azı, bir koyundur. En çoğunun ise sınırı yoktur.
Düğün velimesinin
zamanı, akidden itibaren başlar, gerdek gecesine kadar devam eder. Ancak cinsî
münasebetten önce velime yemeği vermek en efdalidir. Çünkü Hz. Peygamber,
velime yemeklerinin tümünü cinsî münasebetten önce vermiştir.
Düğün velimesinin
meşru kılınmasının hikmeti, kendisini evlenmeye ve insanları kendisinin yanında
toplamaya muvaffak ettiğinden ötürü Allah'a şükretmektir. Çünkü bu toplantı
sayesinde insanlar tanışırlar, yakınlaşırlar. Ayrıca nikâh da gizlilikten
aleniyete çıkmış olur.
Velime Yemeğine İcabet
Etmenin Farz-ı Ayn Olması ve Bu Yemeğe
İcabet Etmemenin Hükmü
Velime yemeğine icabet
etme hususunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sizden biri düğün
yemeğine davet olunduğunda oraya gelsin. Ebu
Hüreyre'nin rivayeti şöyledir:
Kim (özürsüz
olarak) davete gitmezse,
muhakkak Allah'a ve Rasülüne
isyan etmiş clur.
Düğün yemeğine icabet
etmenin vacib olmasının birtakım şartlan vardır. Alimler bu şartlan şöyle beyan
etmişlerdir:
A. Davet
sahibi, sadece zenginleri davet etmemelidir. -
Sadece zenginlerin
davet edildiği düğün yemeğine icabet etmek vacib değildir. Ebu Hüreyre şöyle
rivayet etmektedir:
:ı;: Zenginlerin davet
edilip de fakirlerin terkolunduğu düğün yemeği, ne kötü bir yemektir! Her kim (özürsüz olarak)
davete gitmezse, ufı-muhakkak Allah'a ve Rasûlü'ne isyan etmiş olur.
Bu hadîs, sadece
zenginlerin davet edilip fakirlerin terkedildiği bir zamanın geleceğini haber
vermektedir. Bu Hz. Peygamber'in bir mucize-sidir. Bugün bu mucize tahakkuk
etmiştir.
B. Davet
eden de, davet edilen de müslüman olmalıdır.
Müslüman olmayan
kişinin velime davetine
icabet etmesi farz değildir.
. C. Velime
yemeğinin ikinci günü olmamalıdır.
Eğer velime yemeği
birkaç gün devam ediyorsa birinci gün değil de ikinci gün davet edilirse, buna
icabet etmek farz değil, müstehabdır. Eğer üçüncü gün davet edilirse, buna
icabet etmek mekruh olur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Birinci günün yemeği
vacib, ikinci günün yemeği sünnet, üçüncü günün yemeği ise gösteriştir; her kim
gösteriş yaparsa Allah da onu (kıyamet günü) teşhir eder.
Velime, birinci günde
hak, ikinci günde mâruf, üçüncü günde ise riya ve gösteriştir.
D. Davet,
sevgi nedeniyle yapılmış olmalıdır.
Eğer korkudan veya o
kişiden faydalanmak amacıyla davet yapılırsa, icabet etmek vacib olmaz. Bu
durumda kişi muhayyerdir.
E. Davet sahibi zâlim, şerir ve malını haramdan
kazanan bir kişi olmamalıdır. Böyle olan kişinin davetine icabet etmek vacib
değildir.
F. Davet
yerinde münker birşey olmamalıdır.
Meselâ erkek ve
kadınların karışık bulunduğu bir davete, insan ve hayvan
resimlerinin/heykellerinin bulunduğu bir davet yerine gitmek vacib değildir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim Allah'a ve ahiret
gününe iman etmişse, içkilerin dolaştırıldığı bir sofrada oturmasın. '
Davete icabet eden
kişinin icabetiyle münkerler ortadan kalkacak-olursa, davete icabet etmek vacib
olur.
.
Velime davetine icabet
eden kişinin, velime yemeğinden yemesi vacib değildir. Vacib olan sadece orada
hazır bulunmasıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İçinizden biri bir
yemeğe davet edildiği zaman hemen İcabet etsin; artık isterse yemek yer,
isterse yemeyip bırakır.
Bazı âlimler, oruçlu
olmayan kişinin velime yemeğinden yemesinin vacib olduğunu söylemişler ve buna
delil olarak da şu hadîsi göstermişlerdir:
Sizden biri bir davet
alırsa, icabet etsin, eğer oruçlu ise davet sahibine dua etsin, oruçsuz ise
yemek yesin.
Hadîsin metninde geçen
Feyusalli (salât etsin) ibaresinin mânâsı, 'dua etsin' demektir. Salât'm lügat
mânâsı dua demektir.
Onlar için dua et
(=salli), şüphesiz senin saîâtın (=duan) onlara huzur verir.
(Tevbe/103)
Velime yemeğine davet
edilen kişinin, birşeyler yemesi müstehabdır. Gelin üzerine şeker, badem,
ceviz, dinar ve dirhem gibi şeyler serpmek caizdir. Serpilen şeyleri toplamak
da helâldir. Ancak toplamamak daha evladır.
Kadınlar Arasında Taksimat ve
Onunla ilgili Meseleler
Kasm'm (^taksimin)
lügat mânâsı, nasiptir. Istılahı mânâsı ise, birden fazla hanımı olan kişinin
hanımlarının yanında eşit bir şekilde geceleme-sidir.
Birden fazla hanımı
olan kişinin, onların arasında taksimat yapması ve ona göre gecelemesi gerekir.
Onlar arasında adaleti yerine getirmesi için bu vacibdir.
Taksim ve
Diğer Haklarda Kadınlar
Arasında Adaletin Vacib Olduğunun
Delili
Taksim ve diğer
haklarda, kadınlar arasında adaleti gözetmenin vacib olduğunun delili Kur'an ve
Sünnet'tir.
Eğer (velisi
bulunduğunuz) yetim (kız)lar(la evlendiğiniz takdirde onlar)a haksızlık
yapmaktan korkarsanız, hoşunuza giden (başka) kadınlarla iki, üç ve dörde kadar
evlenebilirsiniz. Eğer (birden fazla) kadınlar arasında adaletsizlik yapmaktan
korkarsanız, bir tanesiyle veya sağ ellerinizin mâlik oldukları (cariyeler) ile
yetinin!
(Nisa/3)
Bu ayeti kerime,
kadınlar arasında adaletin gerektiğine işaret etmekte 'Kadınlar arasında
taksimatta adaleti gerçekleştirememekten korkarsanız, sadece bir kadınla
evlenin1 anlamına gelmektedir.
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur:
Bir erkeğin iki karısı
olur ve onlar arasında adalet yapmazsa, kıyamet günü bir tarafı çarpık olarak
gelir.
Hz. Aişe'den şöyle
rivayet edilmiştir: "Rasûlullah, hanımları arasında (günlerini) adaletle
böler ve 'Allahım! Elimden gelen hususta benim taksimim budur. Senin kadir
olduğun ve fakat benim elimden gelmeyen hususlarda beni kınama' derdi".
Kocasına itaat eden
kadınlar hasta, hayızlı ve nifash olsalar bile taksimata müstehak olurlar.
Kocasına itaat etmeyen kadınlar ise taksimata müstehak olmazlar. Çünkü
kocalarına itaat etmemekle bu haklarını kaybetmişlerdir. Kocaya itaat
etmemenin keyfiyetinden ileride bahsedeceğiz.
Koca, her karısı için
bir gece tayin edebilir, eğer gece çalışıyorsa her karısı için bir gündüz tayin
edebilir. Her gece bir karısının odasına gidebileceği gibi, sıra ile her kadını
bir odaya da çağırabilir. Ancak kocanın, kadınların odalarına gitmesi daha
evladır. Eğer kadınlardan birinin yanında gecelerse, diğerlerinin yanında da
gecelemesi vacib olur. Hanımlarından birinin yanma giderken, diğerini yanına
çağırma
ramdır. Çünkü
kumaların birbirlerinin evlerine çağınlmaları kendilerine ağır gelir. Ayrıca
rızalarını almaksızın hanımların hepsini aynı evde barındırmak da haramdır.
Çünkü bu, aralarında kin ve nefrete sebep olur. Ayrıca koca, hanımlarının
herbirine ikişer veya üçer gün tayin edebilir, Ancak üçten fazla gün tayin
etmek haramdır. Zira kadının üç günden fazla yalnız kalması tehlikelidir.
Koca, birini diğerine
tercih etmemek için hanımları arasında kura çekerek sıralarını belirlemelidir.
Sırası olmayan hanımının yanma gündüz gidebilir. Ancak ihtiyaçtan fazla
kalmamalıdır.
Hz, Aişe Urve b.
Zübeyr'e şöyle demiştir: 'Ey kızkardeşimin oğlu! Rasûlullah, (biz hanımlarının)
nöbetlerimizde yanımıza uğrarken bazımızı bazımıza tercih etmezdi, hatta bazı
günler olurdu ki o hepimizi dolaşır, hanımlarından herbirine cimada
bulunmaksızın yaklaşırdı, o kadının kendi nöbeti gelip Rasûlullah onun yanında
kalana kadar bu böyle devam ederdi'.
Kocanın, sırası
olmayan hanımının evine geceleyin girmesi -hastalık ve benzeri mazeretler
müstesna- caiz değildir.
Evlendiği kadın bakire
ise başlangıçta ona yedi gün ayırabilir. Bu yedi günün peşpeşe olması vacibdir.
Evlendiği kadın dul olursa, ona da üç gün ayırabilir. T3ü uç güntrrr peşpeşe
oiması-vaeibdtr.
Enes b. Mâlik şöyle
demiştir: 'Bir kimse dul (karısı) üzerine bakire bir kızla evlendiğinde (nöbete
tâbi olmaksızın) yedi gün onun yanında kalırdı, (sonra nöbet tayin olunurdu).
Bakire kız üzerine dul bir kadınla evlendiğinde de onun yanında üç gün
kalırdı'.
Ravi Halid el-Hazza
şöyle demiştir: "Ben, Enes bu hadîsi 'Peygamber buyurdu' diye rivayet etti deseydim,
hiç kuşkusu;, yine doğru söylemiş olurdum. Lâkin Enes 'Sünnet böyledir'
tabiriyle rivayet etmiştir".
Ebubekir b.
Abdurrahman'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlullah Ümmü Seleme ile
evlenip onunla zifafa girdiği zaman, zifaf müddeti sonunda yanından ayrılmak
isteyince Ümmü Seleme Peygamber'i elbisesinden
tuttu. Bunun üzerine Rasûlullah 'Eğer
istersen senin yanında kalmayı artırırım da bu fazlalığı
nöbetine sayarım. Çünkü bakire için yedi gün, dul için de üç gün (nikâh hakkı)
vardır' buyurdu".
Kadınlardan biri kendi
sırasını kumasına verirse, koca onun yanında iki gece kalabilir. Ancak bu,
hakkını veren kadının sırasının geldiği gecede olmalıdır. Eğer ikisinin sırası
peşpeşe geliyorsa, onun yanında peşpeşe iki gece kalabilir. Nitekim Şevde binti
Zem'a, kendi sırasını Hz. Aişe'ye verdiğinde Hz. Peygamber böyle yapmıştır.
Hz. Aişe şöyle rivayet
etmiştir: "Şevde binti Zem'a kadar ahlâkını edinmeyi istediğim bir kadın
görmüş değilim. O, kendisinde kalp kuvveti ve zekâ keskinliği bulunan bir
kadındı. O yaşlandığı zaman Rasûlullah'tan hakkı olan nöbet gününü bana hibe
etti. Bizzat kendisi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben sende hakkım olan nöbet günümü
Aişe'ye hibe ettim' dedi. Artık Rasûlullah da biri benim günüm, diğeri de
Seyde'nin günü olmak üzere benim için iki gün ayırır oldu".
Sefere çıkmak isteyen
kişi hanımları arasında kura çekmeli ve kura kime çıkarsa onu beraberinde
götürmelidir. Nitekim Rasûlullah böyle yapmıştır:
Hz. Aişe şöyle rivayet
etmiştir: 'Rasûlullah bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kura
çekerdi. Kura, onlardan hangisine çıkarsa Rasûlullah onu beraberinde sefere
çıkarırdı'.
Nüşuz, neşz kökünden
gelir ve 'isyan etmek' anlamındadır. Kadının nüşuzu, kocasına isyan etmesi,
kocasının üzerindeki haklarını yerine getirmemesi demektir.
Lügat âlimi İbn Faris,
neşezeti'l-mer'etu ifadesinin 'kadın kocasına isyan etti' anlamına geldiğini
söylemiştir.
Serkeşlik (=nüşuz) etmelerinden
korktuğunuz kadınlara nasihat edin. (Nisa/34)
.
Kadının, kocasına
itaatsizlik edip isyan etmesi haramdır ve büyük günahlardandır. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Koca, hanımını yatağa
davet eder de kadın mazeretsiz olarak gelmezse, koca da hanımına dargın olarak
sabahlarsa, melekler sabaha kadar o kadına lanet okurlar.
Nefsimi kudret elinde
tutan Allah'a yemin ederim ki kadın kocasının hakkını yerine getirmedikçe,
rabbinin hakkını yerine getirmiş sayılmaz.
,
Kadının, kocasına
itaat etmemesi, isyan etmesi nüşuz'dur. Meselâ kocasından izin almadan veya
mazereti olmadan evinden çıkması veya sefere çıkması veya kocasına kapıyı
açmaması veya kocasına evine girme müsaadesi vermemesi veya mazeretsiz olarak
kendisini kocasına teslim etmemesi veya kocasının davetine icabet etmemesi,
kadının nüşuzu (kocasına isyan etmesi) anlamına gelir.
Kadında kocasından
imtina etmek, yüzünü ekşitmek, kocasına sert ve kaba davranmak gibi serkeşlik
alâmetleri belirdiğinde kocanın ona nasihat etmesi, onu Allah'ın gazabından
sakındırması gerekir. Hz. Peygamber'in 'Kocası kendisinden razı olduğu halde
ölen kadın cennete gider' ve
'Kocası yatağına davet ettiği halde ona icabet etmeyen kadına, melekler sabaha
kadar lanet ederler'
hadîslerini hatırlatmalıdır.
Bu nasihatlardan sonra
kadın gidişatını düzeltirse mesele kalmaz. Eğer nasihatlara aldırmaz da
serkeşlik ederse, koca karısının yatağını ter-ketmelidir. Çünkü yatağı ayırmak,
kadının serkeşliğine gösterilen açık bir tepkidir. Kadının yatağını terketmek
veya yatağını ayırmak, onunla cinsî münasebette bulunmamak demektir. Bundan
sonra kadın kendini düzeltirse yine mesele kalmaz. Fakat serkeşliğinde ısrar
ederse, koca karısını,
bir yerini kırmamak ve
yaralamamak şartıyla dövebilir. Ayrıca kadının yüzüne de vurmamahdır. Eğer
kadının dayakla yola geleceği sözkonusu ise dövmelidir. Dayak bir işe
yaramayacaksa veya inat ve öfkesini daha da artıracaksa dövmemek en doğrusudur.
Bu hükümlerin delili
şu ayettir:
Serkeşlik etmelerinden
korktuğunuz kadınlara nasihat edin. (Fayda vermezse) onlan yataklarında yalnız
bırakın. (Bu da fayda vermezse) onları dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık
incitilmeleri için aleyhlerinde herhangibir yola başvurmayın. Şüphesiz ki
Allah yücedir, büyüktür. (Nisa/33) Karı-Koca
Arasını Düzeltmek İçin Hakem
Tayin Etmek
Karı-koca arasındaki
anlaşmazlık ve ihtilaf kendileri
tarafından giderilemezse, karı ve kocanın ailelerinden birer hakem tayin
edilmelidir. Ancak tayin edilen hakemler karı-kocanm razı olduğu kimselerden olmalıdır.
Hakemler kan-kocanın arasını düzeltmeye çalışırlar, eğer muvaffak olurlarsa
mesele yok, fakat muvaffak olamazlarsa, karı ve koca, hakemlere vekaletlerini
verirler, hakemler de onların boşanmalarına karar verirlerse ayrılırlar. Fakat
hakemler de ihtilafa düşerse, kadı onların yerine başka hakemler tayin eder. Hu
hakemler bir noktada biri esirlerse, karı-koca onların hakemliğine razı
olmasalar bile, kadı hakemlerin kararıyla amel ederek kan-kocadan hangisi
suçluysa ona tazir cezası verebilir veya birinin hakkını diğerinden alır.
Eğer (karı ile koca
arasında) ayrılık olacağından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir, kadının
ailesinden de bir hakem gönderin. Eğer bu iki hakem barıştırmayı dilerlerse,
Allah eşlerin arasına uyum verir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir ve herşeyden
haberdardır. (Nisa/34)
Kocanın Huysuzluk
Etmesi (=Erkeğin Nüşuzu)
Erkek, karısının
haklarına riayet etmez, huysuzluk ederse; kadının nafakasını vermezse, kötü
sözler söylerse, kadının yatağına gitmezse, kadın kocasına nasihat etmeli, ona
Allah'ın vacib Kıldığı hakları hatırlatmalıdır. Meselâ kocasına şu ayeti
okumalıdır:
Ey iman edenler!
Kadınlara zoraki bir tarzda varis olmanız size helâl değildir. Kadınlardan açik
bir kötülük (zina) görülmedikçe, mehir olarak verdiğinizden bir kısmını almak
için onları sıkıştırmanız (da) helâl değildir. Onlarla hoş geçinin. Eğer
onlardan hoşlanmazsanız (sabır ve
tahammül gösterin). Olabilir ki siz birşeyi hoş görmezsiniz,
fakat Allah o şeyle
birçok hayır takdir etmiş olabilir.
(Nisa/19)
Ayrıca kadın, kocasına
Hz. Peygamber'in şu sözlerini de hatırlatmalıdır:
Sizin en hayırlınız
aile efradı için en hayırlı olamnızdır. Ben aile efradım hakkında sizin en
hayırlmızım.
(Ey mü'minler!) Kadınlar hakkında
birbirinize hayır ve iyilik tavsiye edin.
Kadın, kendisine
zulmeden kocasına nasihat ederek onu zulmün neticelerinden sakındırmahdir. Eğer
düzelirse mesele kalmaz, düzel-rnezse, meseleyi kadıya götürmelidir. Çünkü
kadı, haklan hak sahiplerine vermek için vardır.
Ayrıca kadın,
kocasından hakkını almadıkça kendisini ona teslim etmemelidir.
Kadı, kocaya
taksimatta adil davranmasını, kadınlara zulmetmemesini tavsiye edip onu bunları
yapmaktan meneder. Eğer koca bu nasihatlara aldırmaz da karısına zulmetmeye
devam ederse, kadı bu sefer erkeğe tâzir cezası uygular. Eğer kan-koca
arasındaki ihtilaf çoğalırsa, kadı onların aralarını düzeltmek veya onları
birbirinden ayırmak üzere karı-kocanın ailelerinden birer hakem tayin eder.
Eğer bir kadın
kocasının aldırışsızlığından veya huysuzluğundan korkarsa, aralarında anlaşmaya
çalışmalarında üzerlerine bir günah yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır.
(Nisa/128)
Boşanmaya sebep teşkil
eden kusurlar, cinsî münasebete engel olan ve olmayanlar olmak üzere iki kısma
ayrılır:
Cinsî münasebete mâni
olan kusurlar, tenasül uzvunun kesik olması, iktidarsızlık, kadının cinsel
organının et veya kemikle kapalı olması veya cinsî münasebete mâni olan bir
perdenin bulunmasıdır.
Bu kusurlar, cinsî
münasebete mâni olmamakla beraber insanı tiksindiren veya insana zarar veren
hastalıklardır. Bu hastalıklar cüzzam, bedendeki alacalık, delilik gibi
hastalıklardır.
Bu kusurlar eşlere
nisbeteri üç kısma ayrılırlar:
1. Cüzzam ve beres hastalığı gibi eşler arasında
müşterek olanlar.
2. Retka ve
karna gibi sadece kadında olanlar.
3.
İktidarsızlık ve tenasül uzvunun kesik olması gibi sadece erkekte olanlar.
Eşlerden biri
diğerinde delilik, cüzzam u- beres hastalığı gibi bir hastalık görürse,
kendisinde de bu hastalık bulunsa dahi nikâhı feshetme yetkisine sahip
olur. Çünkü insan
kendisinde ola n bir
hastalığa tahammül edebilir, fakat aynı hastalık başkasında c'.ırsa
tahammül edemeyebilir.
Bu tür kusurlar
nedeniyle kocasın, nikâhı feshetme yetkisine sahip olduğunun delili, İbn
Ömer'in rivayet ettiği şu hadîstir: "Hz. Peygamber Gıfar kabilesinden bir
kadınla evlendi. Zifaf odasına girdiğinde kadının baldırında beres hastalığı
gördü, ve kadına 'Elbiseni giy, ailenin yanına dön' dedi. Kadının ailesine de
'Beni kandırdınız' dedi".
imam Şafii, Hz.
Ömer'in, delilik ve beres hastalığı nedeniyle nikâhı feshettiğini rivayet
etmiştir. Hz. Ömer'in
böyle yapması, ancak Rasûlullah'tan duyması veya görmesiyle
mümkün olabilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Cüzzamh bir kişiden,
arslandan kaçar gibi kaçın.
İmam Şafii, el-Umm
isimli eserinde şöyle demiştir: 'Cüzzam ve beres hastalığı kocayı karısından
tiksindirir. Çünkü hiçbir erkek bu hastalıklara mübtela olmuş bir kadınla
yaşamayı istemez'.
Koca, karısında cinsî
münasebete mâni olan bir kusur gördüğünde nikâhı feshedebilir. Meselâ karısında
retka veya karna gören kişi nikâhı feshedebilir. Çünkü nikâhın amacı, cinsî
münasebette bulunmaktır.
Kadın, tenasül uzvu
kesik olan veya iktidarsız olan kocasından boşanma hakkına sahiptir. Maverdî
ceb ve anet hastalığından dolayı kadının nikâhı feshetme hakkına sahip
olduğunda icma olduğunu söylemiştir. Çünkü bunlar nikâhtan gayeyi ortadan
kaldırır.
Sözkonusu kusurlardan
biri nikâhtan sonra meydana çıkarsa -ister erkekte, ister kadında bulunsun,
ister cinsî'münasebetten önce, ister sonra olsun- eşlere nikâhı feshetme
yetkisi verir. Ayıp ve hastalığın eskiden beri devam edip gelmesiyle, nikâhtan
sonra olması arasında hiçbir fark yoktur.. Her iki durumda da nikâhı feshetme
yetkileri vardır. Ancak
i. iktidarsızlık bundan
istisna edilmiştir. Bu da kadının nikahı feshetme
hakkını düşürür. Çünkü
iktidarsızlık cinsî münasebetten sonra meydana gelmiştir. Nikâhın amacı ise
cinsî münasebettir ve burada amaç gerçekleşmiştir. Ayrıca cinsî münasebet- vö
mehir gerçekleşmiş olduğuna göre iktidarsızlık bunlardan sonra ortaya
çıkmıştır. Bu da (cinsî münasebet gerçekleştikten sonra iktidarsızlığın ortaya
çıkması da) kadının nikâhı feshetme hakkını düşürür.
Kadının cinsel
organını kapatan et, kemik ve perde gibi engelin ameliyat ile ortadan
kaldırılması mümkün ise, kadın da ameliyata razı olursa. koca nikâhı
feshedemez. Çünkü nikâhın feshedilme nedeni ortadan kalkmıştır. Tıpkı bunun
gibi giderilmesi mümkün olan delilik, alacalık, cüzzam gibi hastalıklar tedavi
edildiğinde, nikâhı feshetmek yetkisi ortadan kalkar.
Nikâhtan önce
kocada bulunan sözkonusu
kusurlar nedeniyle kadının
velisinin nikâhı feshetme yetkisi vardır. Kadının ayrılmayı istememesi hükmü
değiştirmez. Çünkü bu kusur nedeniyle kadının velisi de utanmak durumunda
kalmıştır.
Fakat cinsî
münasebetten sonra kocada meydana gelen herhangibir ayıptan ötürü kadının
velisinin nikâhı feshetme yetkisi yoktur. Çünkü bu durumda örfe göre kadının
velisi açısından utanılacak bir durum meydana gelmiş sayılmamaktadır. Yine akid yapılırken
meydana çıkan kusurlar nedeniyle de kadının velisinin nikâhı feshetme yetkisi
yoktur. Çünkü burada zarar
gören sadece kadındır
ve o da buna rıza göstermiştir. Örfe göre kadının velisi
açısından utanılacak bir durum meydana gelmiş sayılmaz.
Sözkonusu kusurlar
bilindiğinde, nikâh feshedilmek isteniyorsa, bu hemen yapılmalıdır. Çünkü
kusurlar nedeniyle nikâhı feshetmede muhayyerlik vardır; eğer taraflar bu
haklarını kullanmak isterlerse hemen itiraz edip razı olmadıklarını
belirtmeli, sonra da hâkim'e giderek nikâhın feshini istemelidirler.
Eğer eşlerden biri diğerinin ayıbını
bildiği halde sükût ederse, feshetme
hakkını kaybeder. Fakat ayıptan ölürü nikâhı feshetme hakkına sahip olduğunu
bilmiyorsa, feshetme hakkı düşmez.
Koca veya kadın
-sözkonusu kusurlardan Ötürü- nikâhı feshedemez. Meseleyi kadı'ya götürüp
nikâhın feshini istemek mecburiyetindedirler. Eğer sözkonusu kusur, kadı'nın
huzurunda tahakkuk ederse, kadı nikâhın feshine hükmeder.
Kocanın iktidarsız
olduğu kadı'nın huzurunda sabit olursa, kadı ona bir sene mühlet vermelidir. Çünkü
iktidarsızlığın mevsimler nedeniyle izale olma ihtimali vardır. Eğer bu bir
sene zarfında iktidarsızlık izale olursa mesele kalmaz. Aksi takdirde kadı
nikâhı fesheder.
Bunun delili şu
rivayettir: 'IIz. Ömer, İktidarsız olan kocaya bir yıl mühlet verirdi. Eğer bir
yıl içinde düzelmezse, nikâhı feshederdi. Ayrıca hanıma mehirinin verilmesini
ve iddel beklemesini emrederdi'.
Diğer kusurlar ikrar
veya doktorun şehadetiyle sabit olur, iktidarsızlık ise ancak kocanın hâkim
huzurunda itiraf etmesiyle sabit olur. Eğer kadı kocaya iktidarsız olmadığına
dair delil getirme teklifinde bulunur, koca da bundan kaçınırsa ve kadırt da onun iktidarsız
olduğuna yemin ederse, iktidarsızlığı sabit olur.
Sözkonusu Kusurlar
Nedeniyle Feshedilen Nikâhın Üzerine Terettüb Eden
Meseleler
Sözkonusu kusurlardan
ötürü nikâh feshedildiğinde, iki mesele vardır:
a. Fesh, cinsî münasebetten önce olmuştur.
b. Fesh, cinsî münasebetten sonra, olmuştur.
Eğer fesh, cinsî
münasebetten önce olmuşsa, kadına mehir de mut'a da verilmesi gerekmez. Çünkü
kocadaki ayıptan ötürü nikâh feshedilmişse, nikâhı kadın feshetmiş demektir ve
bu durumda kocanın mettir ve mut'a verme yükümlülüğü yoktur. Eğer kusur kadında
ise yine kadına birşey verilmesi gerekmez. Zira fesh, onda bulunan bir ayıptan
dolayı meydana gelmiştir. Bu durumda feshi kadın yapmış gibi olur.
Eğer fesh, cinsî
münasebetten sonra, akidde mevcut olan bir ayıptan veya akidle cinsî münasebet
arasında meydana gelen bir ayıptan ötürü gerçekleşmişse, cinsî İlişkide bulunan
kişi bunu unutmuşsa veya bunun feshe sebep olduğunu bilmiyorsa, kadına mehr-i
misil verilmesi gerekir.
Eğer fesh, cinsî
münasebetten sonra olmuşsa, kusur da cinsî ilişkiden sonra meydana gelmişse,
kadına mehr-i misil verilmesi gerekir. Çünkü mehir, feshe sebep olan ayıptan
önce hakedilmiştir.
Koca, Ayıbını
Kendisinden Saklayan Hanımından
Mehîri Geri Alamaz
Koca, ayıbını
kendisinden saklayan hanımından veya hanımının velisinden mehiri geri alamaz.
Çünkü nikâhın amacı olan cinsî münasebet zevkini tamamen almıştır.
En doğrusunu Allah
bilir.