VEDİA.. 2
Vedia'nın
Tarifi 2
Vedia'nın
Meşruiyeti 2
Vedia'nın
Meşruiyetinin Hikmet ve Sebebi 2
Vedia'nın
Hükmü. 3
Vedia'nın Rükûnları
ve Şartları 3
1. Akid Yapan
İki Kişi 3
2. Siga. 4
3. Emanet
Bırakılan Mal 4
Vedia Akdinin
Üzerine Terettüb Eden Hükümler 4
Malı
Vedia Olarak Alan
Kişinin Mal Hususundaki
Durumu. 4
Emanet
Bırakılan Mahn Tazmin
Edilme Zamanı 5
Malın İki
Kişiye Emanet Bırakılması 6
İki
Kişinin, Ortak Oldukları Malı
Başkasına Emanet Bırakması 6
Vedia
Akdinin Sona Ermesi 7
Vedia
Akdinin Sona Ermesiyle
Emanetin Hükmü Ortadan Kalkar 7
:
Lugatta vedia, birşeyi
muhafaza etmesi için başkasına vermek anlamına gelir. Terkeden birşeye de
vedia denir. Vedia, terketmek anlamına gelen vedi kökünden gelmektedir. Nitekim
şu hadîste de vedi kelimesi, terketmek (veda) anlamında kullanılmıştır:
Birtakım kimseler cuma
namazlarını terketmekten ya vazgeçerler, yahut da Allah onların kalplerini
muhakkak mühürler, sonra da kendileri muhakkak surette gafillerden olurlar.
Vedia kelimesi şer'an,
muhafaza için başkasının yanma bırakılan malın adı olduğu gibi, İyda akdinin de
adıdır. Buna göre vedia, muhterem ve hususi bir malı özel bir şekilde korumak,
birini vekil kılmaktır.
Temlik'ten maksat,
temiz ve kullanılması mubah olan mallar gibi, mülk edinmesi şer'an caiz olan
nesnedir. 'Muhterem ve hususi olmak'tan maksat, temellük edilmesi şer'an sahih
olmayan, fakat kendisine mahsus olan av köpeği
gibi şeylerdir. 'Muhterem
olması'nın mânâsı, telef edilmesi emredilmemiş nesnedir.
Vedia'nın rükûnlarından bahsederken bunu izah edeceğiz.
Kur'an, Sünnet ve İcma
vedia'nın meşruiyetine delâlet etmektedir:
Şüphesiz ki Allah,
sizlere emanetleri sahiplerine teslim etmeyi emrediyor. (Nisa/58)
Şayet birbirinize
güvenirseniz, güvenilen kimse emaneti (aldığı borcu) iade etsin.
(Bakara/283)
Emânet kelimesi, borcu
ve korumak üzere teslim edilen herşeyi kapsayan umumi bir lafızdır. Bir malı
emanet bırakmak, vedia'dır. Onun sahibine geri verilmesi gerekir. Kendisine
emanet bırakılan kişi, emanet bırakanın hakkında hüsn-ü zan beslediği bir
kimsedir. Bu nedenle emin olması ve emaneti sahibine teslim etmesi gerekir.
Emanetlerin korunmasını ve sahibine geri verilmesini emretmek ise, bunun
meşrûiyyetini ilan etmek demektir.
Vedia'nın meşruiyetine
delâlet eden hadîslere gelince, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
(Herhangibir şeyi)
sana emanet olarak bırakana, emanetini iade et. Sana hıyanet edene sen hıyanet
etme.
Şöyle rivayet
edilmiştir: 'Mekkelilerin Hz. Peygamber'in yanında emanetleri vardı. Hz.
Peygamber hicret etmek istediğinde kendisinde bulunan emanetleri Ümmü Eymen
isimli cariyesine teslim etti. Hz. Ali'ye de o emanetleri sahiplerine teslim
etmesini emretti'.
Bu husustaki icma'ya
gelince, her asırdaki İslâm âlimleri, sahabîlerden bugüne kadar vedia'nın caiz
ve meşru olduğunda ittifak etmişlerdir.
Vedia'nın müslümanlara
kolaylık olması, maslahatlarının gözetilmesi, sıkıntı ve zararlarının
defedilmesi için meşru kılındığı açıktır. Böylece müslümanların birbirine
yardım etme yolları açılmış olur. Çünkü insan bazen mallarını koruyacak bir
kişiye muhtaç olur. Meselâ malını koyacak emin bir yeri bulunmaz veya malını saldırganlardan
korumaktan aciz olur. Diğer tarafta ise o malı evine koyacak ve koruyacak emin
bir kişi olur. Hiçbir saldırgan onun evine yaklaşmaya, malına el uzatmaya
cesaret edemez.
Bu durumda malını
koyacak yeri olmayan veya malını korumaktan aciz olan müslüman, malını bu
müslümana koruması için emanet bırakır veya sefere çıkmak isteyen bir müslüman
mallarını koruması için, mallarını, onları koruyacak birine emanet bırakma
ihtiyacı duyar veya pazardan çeşitli yerlerden çeşitli mallar alan bir kişi,
bunları taşıyamadığı için orada bulunan bir esnafa emanet bırakma durumunda
kalabilir veya kişi ileride ihtiyaç duyacağı birtakım eşyalar alır, fakat
onları koyacak bir yeri olmayabilir. İşte bütün bu durumlarda ihtiyaç, o
malların bir yere emanet olarak bırakılmasını gerektirir.
Allah sizin için
kolaylık diler, zorluk dilemez.
(Bakara/185)
O halde emanetin-
meşru kılınması, müslümanlar için bir kolaylıktır. Mümkün olduğu halde emanet
kabul etmemek zorluktur.
İyilik etmek ve
(fenalıktan) sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın. Günah
işlemek ve haddi aşmak (düşmanlık) hususunda birbirinizle
yardımlaşmayın. (Mâide/2)
Emanetin meşru
kılınmasında, insanların iyilikte yardımlaşmalarına teşvik, günah ve
düşmanlıktan menetmek vardır.
Vedia'nın hükümleri
beştir, bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Müstehab
olması
Aslolan vedia'nın
müstehab/mendub olmasıdır. Ancak vedia'nın müstehab olması, malın kendisine
emanet bırakıldığı kişinin emin ve onu korumaya muktedir olmasına bağlıdır.
Çünkü mendub olmasının nedeni, emaneti kabul etmekle müslüman bir kardeşine
yardım ediyor olmasıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslüman bir kul, din
kardeşinin yardımında bulundukça Allah da onun yardımında bulunur.
2. Yacib
olması
Bazen vedia'yı kabul
etmek, kendisine müracaat edilen kişi için vacib olur. Meselâ emin olan,
emaneti korumaya muktedir olan bir kişiye emanet arzedilirse, ondan daha emin
olan, malı korumaya daha muktedir olan kimse yoksa, emaneti kabul etmesi o
kişiye vacib olur. Çünkü emaneti kabul etmediği takdirde.mal zayi olur. Oysa
Hz. Peygamber malın zayi edilmesini nehyetmiştir.
Mü'minin malının
hürmeti, kanının hürmeti gibidir.
Bir müslüman nasıl din
kardeşini müdafaa etmek, kanının dökülmesinden onu muhafaza etmek
mecburiyetinde ise, onun malını da korumak, zayi olmaması için muhafaza etmek
mecburiyetindedir.
3- Mekruh
olması
Emaneti kabul etmek
bazen mekruh olur. Meselâ kendisine emanet bir mal bırakılmak istenen kişi
kendine güvenemiyorsa o mala tamah etmekten korkuyorsa, emaneti kabul etmesi
mekruh olur. Çünkü emanete hıyanet etmesi, mal sahibinin malının zayi olması
sözkonusudur.
4. Haram olması
Kendisine emanet bir
mal bırakılmak istenen kişi, onu koruyamayacağını biliyorsa, emaneti
kabul.etmesi haram olur. Çünkü burada malın zayi olması sözkonusudur. Malın
zayi edilmesi ise yasaklanmıştır.
5. Mubah olması
Kendisine emanet bir
mal bırakılmak istenen kişinin, onu kabul etmesi de, etmemesi de aynı
olduğunda, emaneti kabul etmek mubah olur. Meselâ kişi mala tamah
etmeyeceğinden emin değilse veya emaneti koruyamama ihtimali varsa, mal sahibi
de bunu bildiği halde malını ona emanet bırakmaya razı oluyorsa, emaneti kabul
etmesi mubahtır.
Vedia akdinin üç rüknü vardır:
1. Akid
yapan iki kişi
2. Siga
3. Emanet
bırakılan mal
Her rüknün de birtakım
şartları bulunmaktadır:
Bunlar mal sahibi ile
malı emanet -olarak muhafaza eden kişidir. Her ikisinin de vekalet verme
ehliyetine sahip olması şarttır. Çünkü vedia, malın korunması hususunda vekalet
vermedir. Bu bakımdan vekil olma ve vekalet verme ehliyetine sahip herkese,
malın emanet olarak verilmesi, onun da emaneti kabul etmesi caizdir.
Vekalet bahsinde de
geleceği üzere vekil tutanın da, vekil olanın da akîl ve baliğ olması şarttır.
Müvekkil olsa da vekilin, vekil olsa da müvekkilin malda tasarrufu sahihtir.
Bu nedenle çocuğun ve delinin, emanet vermesi de, emanet kabul etmesi de sahih
olmaz. Çünkü bunlar vekalet verme ehliyetine sahip olmadıkları gibi, mükellef
de değillerdir. Sefihhk sebebiyle hacr altına alman bir kişiye de emanet
bırakmak sahih değildir. Çünkü emanet (vedia), mâlî bir tasarruftur, hacr
altında olan kişi ise malında tasarruf etme yetkisine sahip değildir. Müslüman
olmayan bir kimseye, emanet olarak mushaf bırakmak da sahih olmaz. Çünkü gayr-ı
müslimin mushafa dokunması caiz değildir.
Eğer bir kişi malını,
bir çocuğa veya bir deliye emanet olarak bırakırsa, o mal da telef olursa,
-onu korumakta kusur işlemiş olsalar bile-çocuk veya deli, mala zamin olmazlar.
Gayr-ı müslime emanet
bırakılan mushafın durumu da aynıdır-, yani mushaf telef olduğunda gayr-ı
müslimin onu ödemesi gerekmez. Çünkü mal sahibi, emaneti bırakırken kusurlu
davranmış, onu bırakılması uygun olmayan bir yere bırakmıştır.
Siga, icab ve
kabuldür. .Meselâ emanet bırakmak isteyen kişinin 'Şu malı sana emanet
bırakıyorum' demesi icab, kendisine emanet bir mal bırakılmak istenen kişinin
de 'Kabul ettim1 demesi kabul'dür. Kabul'ün icab'tan önce olması caizdir.
Meselâ kişi 'Şu elbiseyi benim yanımda emanet bırak' dese, diğeri de 'Peki
bıraktım' dese, akid sahih olur.
Vedia akdinde,
tarafların ikisinin lafzı şart değildir; birinin lafzı, diğerinin fiili
yeterlidir. Meselâ emanet bırakan kişi 'Sana şu kitabı emanet bıraktım' dese,
diğeri de kitabı eline alıp bir yere bırakırsa, vedia akdi gerçekleşmiş olur
veya emanetçi 'Şu eşyayı benim yanımda emanet bırak' dese, mal sahibi de eşyayı
ona verse ve bir zaman konuşmasa da vedia akdi sahih olur. Vedia akdinde, akde
delâlet eden sarih lafızlar kullanılması şart değildir; vedia niyetiyle, vedia
akdine delâlet eden bir karineyle beraber kinayî lafızlar yeterlidir. Meselâ
mal sahibi 'Şu malımı yanına koy' veya 'Bunu emanet olarak al' veya 'Ben seni,
şu malı koruman için kendime kılıyorum' dese, emanetçi de malı alsa akid sahih
olur.
Emanet bırakılan mal
için de vedia kelimesi kullanılır. Emanet bırakılan malın, emanet bırakan
kişinin mülkü veya şer'an mal kabul edilen nesnelerden olması gerekir. Meselâ
domuz ve lehv (oyun) aletleri gibi şer'an itlaf edilmesi emredilen şeyleri
vedia olarak vermek ve almak sahih değildir. Ancak şer'an mal sayılmamakla
birlikte kişinin mülkünde olan av köpeği, tezek ve az bir buğday gibi malların
vedia olarak verilmesi ve alınması caizdir.
Sahih olan vedia akdi
üzerine terettüb eden hükümleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Malı
emanet olarak alan kişinin onu koruması vacib olur. Çünkü mal sahibinin malını
herhangi bir kişiye vedia olarak bırakmasının amacı, onun korunmasıdır; yani
malını vedia olarak bırakan kişi 'Bu hususta seni emin sayıyorum' demiş
olmakta, malı vedia olarak kabul eden de 'Onu korumayı kendime vacib kılıyorum'
dem.iş olmaktadır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslümanlar
şartlarının üzerindedirler.
Yani müslümanlar kabul
ettikleri şartlara riayet etmek mecburiyetindedirler.
2. Malı
vedia olarak kabul eden kişi onu hırz-ı misil'de korumalıdır; yani o malı, o
tür malların muhafaza edildiği bir mekânda, bizzat korumalıdır. O malı çocuğuna,
hanımına veya hizmetçisine emanet olarak bırakamaz. Çünkü mal sahibi, onları
değil, kendisini emin saymıştır. Ancak mal sahibi, emanetçiye bu hususta izin
vermişse veya emanetçinin. bir özrü varsa, meselâ sefere çıkması gerekirse veya
deposu yanarsa veya emaneti sahibine, vekiline veya kadıya teslim edemeyecek
bir du-rurrida ise, malın korunmasını başka birine devredebilir.
Vedia akdi caiz bir
akiddir; dolayısıyla akid yapan taraflardan biri istediği zaman akdi
feshedebilir. Bu hususta diğer tarafın iznini alması gerekmez; yani mal sahibi
her an malını isteyebilir, emanetçi de her an malı geri verebilir. Mal sahibi
malını istediğinde, emanetçinin mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde malı
teslim etmesi vacibdir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz ki Allah
sizlere, emanetleri sahiplerine teslim etmeyi (...) emrediyor. (Nisa/58)
Emaneti sahibine geri
vermek, onu yüklenip sahibine götürmek demek değildir. Emaneti sahibine teslim
etmek, emanet sahibi emanetini istediğinde, onunla malı arasından çekilmek,
onun malı almasına izin vermektir.
Malı vedia olarak alan
kişinin mal Üzerindeki eli, emanet elidir; yani o mal telef olduğunda ona zamin
olmaz. Ancak malı korumakta kusur gösterirse veya malın telef olmasına bizzat
sebep olursa, onu ödemek zorundadır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Emaneti kabul eden emanetçiye herhangibir tazminat düşmez, ancak gafil olan
bir kimse zamin olur.
Eğer emanetçi zamin
olursa, insanlar emanet kabul etmekten imtina ederler. Bu da ümmete sıkıntı ve
zorluk getirir. Ayrıca emanetçi, emaneti korumayı bir ihsan olmak üzere ve
Allah rızası için yüklenmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Çünkü iyilik edenlerin
(muaheze edilmek için) aleyhine bir yol yoktur. CTevbe/91)
Ayrıca emanetçinin
eli, vedianın üzerinde mal sahibinin elinin yerine geçer. O mal sahibinin
elinde heîâk olduğunda nasıl tazminat yoksa, emanetçinin elinde de
kendiliğinden telef olduğunda tazminat olmaz. Bu bakımdan mal sahibi, malı
emanet olarak kabul eden kişiye 'Bu mal telef olduğunda ödeyeceksin' veya 'Bu
mal telef olduğunda- ne şekilde telef olursa olsun- zamin değilsin1 dese, vedia
akdi sahih olmaz.
Vedia olarak verilen
malın telef olması halinde, emanetçinin -malı korumada bir kusuru veya
saldırganlığı sozkonusu değilse- zamin olmayacağını söylemiştik. Ancak
emanetçi şu durumlarda zamin olur:
1. Emanetçi, malı -sahibinin iznini almadan veya
geçerli bir mazereti olmadan- bir başkasına teslim eder, mal da telef olursa,
malın tazmin edilmesi gerekir. Mal sahibi isterse birinci emanetçiden, isterse
de ikinci emanetçiden malının bedelini alır. Ancak ikinci emanetçi, kendisine
bırakılan malın bırakan kişiye teslim edilmiş bir emanet olduğunu bilmiyorsa,
mal sahibine verdiği bedeli birinci emanetçiden alır, fakat kendisine bırakılan
malın, bırakan kişinin malı olmadığını ve sahibinin izni olmadan kendisine
teslim edildiğini biliyorsa, ödediği bedeli birinci emanetçiden alamaz. Çünkü
kendisi gasıb durumundadır.
2. Emanetçi korumayı bıraktığında, zamin olur.
Emanetçinin malı
korumasının vacib olduğunu belirtmiştik. Emanetçi malı korumayı bırakır, mal da
telef olursa, malı ödemek mecburiyetindedir. Emaneti korumayı bırakmanın
keyfiyetini şu şekilde izah edebiliriz:
a. Emanet
aldığı malı, emniyetli olan ilk mekânından, emniyeti daha az veya emniyetsiz
bir mekâna nakletmek, malı korumayı bırakmak anlamına gelir ve mal telef
olduğunda ödenmesi gerekir.
Malın nakledildiği
ikinci mekân, emniyet açısından birinci mekâna eşit olursa veya birinci
mekândan daha emniyetli olursa-, malın telef olması durumunda tazmin edilmez.
Ancak mal sahibi vedia akdi yaparken malın bir mekânda durmasını, yerinin değiş
tir ilmemesini şart koşarsa, mal birinci mekândan daha emniyetli bir mekâna
taşınmış olsa da telef olması halinde tazmin edilmesi gerekir.
Malın birinci mekândan
ikinci mekâna nakledilmesi tehlikeli ise, taşınırken mal da telef olursa yine
tazmin edilmesi gerekir. Çünkü mal, emanetçinin kusuru nedeniyle telef
olmuştur.
b. Emanetçi,
korumak üzere aldığı maldan, mala zarar verecek, malı telef edecek tehlikeleri
uzaklaştırmaz, mal da telef olursa, zamin olur.
Malı telef edecek
tehlikelerin mümkün olduğu kadar maldan uzaklaştırılması vacibdir, zira
tehlikelerin bertaraf edilmesi emanetin korunması cümlesindendir. Meselâ emanet
olarak bırakılan bir hayvana, açlık veya susuzluktan ölecek kadar bir süre yem
veya su verilmezse, hayvan da ölürse, emanetçi hayvanın bedelini ödemek
zorundadır.
Mal sahibinin, hayvanı
emanet verirken ver' deyip dememesi hükmü değiştirmez. Çünkü
hayvana yem ve su vermek Allah'ın
hakkıdır. Emaneti kabul eden kişi bunu kendisine vacib kılmış olur veya emanet
bırakılan malın -meselâ yün gibi- arasıra açık havaya çıkarılması, güneşte
bekletilmesi gerekiyorsa veya ilaçlanması gerekiyorsa, emanetçi de bunları
yapmazsa, mal telef olduğunda bedelini ödemek mecburiyetindedir.
Fakat mal sahibi,
emanetçiyi, malı telef edecek tehlikelerin maldan uzaklaştırılmasından
nehyederse, mâl da telef olursa, emanetçi zamin olmaz. Çünkü mal sahibi malın
tehlikelerden korunmasını menederek, malı telef etmiş sayılır. Ancak emanet
bırakılan bir hayvan olursa, sahibi 'Onu telef et' dese de telef etmekle
emanetçi günah işlemiş olur. Fakat zamin olmaz.
3. Emanet bırakılan mal kullanılırsa, telef
olduğunda ödenmesi gerekir.
Emanet bırakılan mal
kullanılırken veya kullanıldıktan sonra telef olursa, emanetçi onu ödemekle
yükümlü olur. Çünkü malı sahibinden izinsiz olarak kullanmıştır, bu da
saldırganlık sayılır. Saldırgmlık vedia akdini bozar, o mal emanet olmaktan
çıkar. Bu durumda telef olan mal ödenmek zorundadır. Ancak yeniden vedia akdi
yapılır, mal ondan sonra telef olursa, emanetçi zamin olmaz.
4. Emanetçi, emanet aldığı malı beraberinde
sefere götürür, mal da telef olursa, ödemekle yükümlüdür.
Emanetçi, emanet
aldığı malı başka bir memlekete götüremez. Çünkü emanet olarak alınan mal
hırz-ı misü'de (o tür malların muhafaza edildiği mekânda) korunmak zorundadır,
sefer ise hırz-ı misil'den değildir. Emanetçi sefere çıkmak mecburiyetinde
kaldığında, emanet olarak aldığı mah sahibine veya onun vekiline vermelidir.
Malın sahibi veya
vekilini bulamazsa, adil olan hâkime teslim etmelidir. Hâkim de yoksa, emin
bir kişiye bırakmalıdır. Emaneti bunlara vermez, beraberinde sefere götürürse,
zamin olur. Eğer sözkonusu kişilerden hiçbirini bulamazsa, beraberinde sefere götürmekte
mazurdur, zira emin olmayan bir kişiye bırakmaktansa beraberinde götürmesi daha
emniyetlidir.
Bu hükümler ağır
hastalığa tutulan kişiler için de geçerlidir. Bu du-'rumdaki bir kişi yanındaki
emaneti vasiyet etmelidir; yani 'Falan adamın şu malı benim yanımda emanettir'
demelidir. Aksi takdirde zamin olur.
Emanet mal,
emanetçinin ölümünden sonra telef olursa, vasiyet de etmemişse, o mal
mirasından alınır. Zira emanetçi vasiyeti terketmekle, emanet aldığı malı helak
olmaya terketmiş olur. Çünkü varisleri -vasiyet yapılmadığı takdirde- o malın
emanet olduğunu inkâr edebilirler. Zaten mal da zahiren kişinin malı olarak
görünmektedir.
5.
Herhangibir sebep yokken emaneti inkâr eden emanetçi zamin olur.
Mal sahibi malını
istediğinde emanetçi inkâr ederse -sonra itiraf etse bile- inkârından sonra mal
telef olursa, emaneti ödemek mecburiyetindedir. Çünkü inkâr etmekle elindeki
malı gasbetmiş oluyor, gâsıbın eli de tazminat elidir.
Emanet mal ne şekilde
telef olursa olsun, emanetçi onu ödemekle yükümlüdür. Zira vedia akdi, inkâr
nedeniyle ortadan kalkmıştır. Ancak yeni bir akidle yerine gelebilir. Eğer
emanetçi, geçerli bir mazeret nedeniyle emaneti inkâr etmişse, mal telef
olduğunda ödenmesi gerekmez.
Buna şöyle bir misal
verilebilir: Birisi mal sahibini, emanet verdiği malı alması için zorlarsa, bu
kişi de bir gâsıb veya zâlim ise, emanetçi de malı sahibine teslim ettiği
takdirde o gâsıb veya zâlimin mala el koyacağını biliyorsa, bu sebeple emaneti
inkâr ederse, sonra mal kendi elinde iken telef olursa zamin olmaz. Çünkü
burada emanetçinin herhangibir saldırganlığı sözkonusu değildir.
6. Mal sahibi emanet
verdiği malı istediği halde emanetçi vermezse zamin olur.
Emanet (vedia) akdinin
caiz bir akid olduğunu, dolayısıyla taraflardan herhangibirinin istediğinde
feshedebileceğini, emanetçinin, mal sahibi emanetini istediğinde onu teslim
etmesinin vacib olduğunu söylemiştik. Eğer mazereti olmaksızın emaneti
sahibine vermekten kaçınırsa, zamin olur. Bir mazeretten ötürü malı sahibine
vermeyi geciktirirse, meselâ geri verilmesi mümkün olmayan bir zamanda
istendiği için veremezse veya verdiği takdirde gâsıb veya zâlimlerin el
koyacağını düşünerek vermezse, zamin olmaz.
7. Emanetçi, emanet aldığı malı başka mallarla
karıştırırsa, zamin olur.
Emanetçinin, emanet
aldığı malı hırz-ı misil'de koruması vacibdir. Onu kendi malına
karıştırmamalıdır. Emanet malı kasden kendi malına karıştıran emanetçi zamin
olduğu gibi, kendiliğinden karışsa yine zamin olur. Çünkü burada emanetçinin
kusuru sözkonusudur.
Başka bir mala kasden
karıştırılan veya kendiliğinden karışan mal o maldan aynlabiliyorsa,, emanetçi
zamin olmaz. Fakat karıştırıldığında ayrılması zor olan malları birbirine
karıştırmak -meselâ buğday ile arpayı birbirine karıştırmak- emanetçiyi zamin
yapar. Çünkü, ayrılmanın zor olması, sanki olmaması gibidir. Fakat dinarlar
dirhemlere, Türk parası Suriye parasına karıştırılırsa -bunları ayırmak kolay
olduğundan- emanetçi zamin olmaz.
Tazmin edilmesi
gereken emanet mal, misli olan mallardansa emanetçi onun mislini vermek,
tazmin edilmesi gereken emanet mal, bedelli mallardansa emanetçi onun bedelini
ödemek mecburiyetindedir. Telef olan malın kıymeti (bedeli), emanet verildiği
günden telef olduğu güne kadar ki süre içindeki en yüksek bedelden -tıpkı
gasbedilen malda olduğu gibi- ödenir. Emanet malın misli veya bedeli
ödendiğinde, emanet mal, emanetçinin mülkü olur.
8. Mal sahibinin, emanet hususundaki şartına
riayet etmemek, emanetçinin zamin olmasını gerektirir.
Meselâ mal sahibi,
emanet olarak bıraktığı malın belli bir mekânda muhafaza edilmesini veya belli
bir şekilde muhafaza edilmesini şart koşarsa, emanetçi de başka bir mekânda ve
başka bir şekilde muhafaza ederse, mal da zayi olursa emanetçi malı Ödemekle
yükümlüdür. Çünkü vedia akdinin şartlarına riayet etmemiştir.
Malın muhafaza
edilmesi âdet olan şekli bırakıp başka bir tarzda muhafaza etmeye çalışmak da
aynen böyledir; yani mal telef olduğunda emanetçi zamin olur. Meselâ 'malın
korunduğu sandığa -her zaman bir kilit vurulurken- iki kilit vurulursa, bu hırsızların
dikkatini çeker, sandıkta kıymetli bir mal olduğunu düşündürür ve bu hırsızlan
kışkırtır. Bu nedenle de sandığa iki kilit vuran emanetçi, mal telef olduğunda
ödemek zorundadır' şeklinde zayıf bir görüş vardır.
En sahih görüş,
bu durumdaki emanetçinin zamin
olmamasıdır. Çünkü emanetçinin yaptığı şey korumayı artırmaktır.
Mal sahibi malını iki
kişiye emanet bırakırsa, bu emanet de para gibi ikiye bölünebilen cinsten ise,
emanetçiler malı ikiye bölerek herbiri yarısını muhafaza eder. Eğer biri
koruması gereken payı diğerine teslim ederse, mal da telef olursa malın yansını
ödemek zorundadır. Çünkü mal sahibi malını onlardan birine emanet etmemiştir.
Bazıları bu durumdaki
kişinin zamin olmayacağını, çünkü mal sahibinin ikisinin de malı korumasına
razı olduğunu, bu nedenle de onlardan birinin o malı korumak için diğerine
verebileceğini söylemişlerdir.
İki kişiye emanet
bırakılan mal, bölünmeyecek cinsten ise, onlardan biri diğerine malı korumak
üzere verebilir, malın telef olması durumunda da zamin olmaz. Çünkü bölünmesi
mümkün olmayan bir mal, iki ayrı mekânda muhafaza edilemez. Mal sahibi de
onların ikisinin bir arada bulunmadığını, malın ancak birinin deposunda veya
evinde korunacağını bilmektedir. Buna rağmen malı ikisine birden emanet etmesi,
herhangibi-rinin muhafaza etmesine razı olduğuna delâlet eder.
İki kişi, ortak
oldukları bir malı bir kişiye emanet bıraksa, sonra onlardan biri gelip emanet
bırakılan malın tümünü veya kendi payını istese, emanetçi diğer ortak gelmeden
emaneti teslim etmez. Çünkü emanetin diğer sahibinin buna rızası olup olmadığı
belli değildir. Ancak emanet sahiplerinden biri sadece kendi payını istiyorsa,
mesele kadı'ya götürülür, kadı emaneti bölerek onun payını verir.
Emanet sahibi
emanetini geri alırsa veya emanetçi emaneti sahibine teslim ederse vedia akdi
sona erer. Emanetin korunmasının vacib olduğu bir durumda, emaneti sahibine
-sahibi istemediği halde- iade etmek haramdır.
Emanetin korunmasının mendub
olduğu bir durumda, emaneti sahibine -sahibi istemediği
halde- iade etmek de mekruhtur.
Vedia akdi, emanet
veren ve emaneti kabul eden kişilerden birinin ölümü ile sona erer. Çünkü akid
bu kişiler arasında yapılmıştır. Vedia akdi, akdi yapan taraflardan birinin
delirmesi, sürekli baygınlık geçirmesi, sefihlik veya iflas nedeniyle veya hacr
altına alınmasıyla sona erer. Mal sahibinin mülkünü satması, hibe etmesi veya
benzeri bir muamele yapmasıyla da vedia akdi sona erer.
Vedia akdi, iade veya
istirdad'ın gayrısıyla sona ererse, mal emanetçinin elinde kaybolan bir mal
gibi şer'î bir emanete dönüşür. Bu durumda emanetçinin o malı sahibine veya
velîsine -mal sahibi malını istememiş olsa bile- iade etmesi gerekir. İade
etmekten maksat, mal sahibine veya velîsine, gelip malı almasını söylemektir.
Mal sahibi veya velîsi yoksa, mal kadı'ya teslim edilir. Eğer emanetçi bu
şekilde hareket etmez de vedia akdi sona erdikten sonra mal telef olursa, onu
ödemekle yükümlü olur.