Kul Hakkı
Gönderen Kadir Hatipoglu - Ekim 18 2019 03:00:00

                                                        Vaaz Resimleri: w.jpg

Aziz Mü’minler!

Yeryüzündeki varlıkların en mükemmeli insandır.

Çünkü o; en güzel bir şekilde yaratılmış, akıl nimetiyle donatılmıştır. İnsan için başka insanlarla tanışmak, yardımlaşmak, onlarla bir arada yaşamak, en tabii bir ihtiyaçtır. Yeryüzünde huzur içerisinde bir hayat sürdürmek, Allah’ın sayısız nimetlerinden meşru ölçüler içerisinde yararlanmak, neslinin devamını sağlamak ve ihtiyaçlarını karşılamak, toplu halde yaşamaya bağlıdır. Cemiyet halinde yaşamak, karşılıklı hak ve sorumlulukları da beraberinde getirmektedir.

İslâm dininde çok özel bir yeri olan hak kavramı geniş anlamı ile “Bir sözü, bir işi, yerinde zamanında ve gerektiği kadar söylemek veya yapmaktır” diye ifade edilmiştir. Özel anlamıyla ise, “Hak, hukukun koruduğu menfaattir” şeklinde tarif edilmiştir. Demek ki, her hak, bir takım sorumlulukları da beraberinde getirir.

Her insanın üzerinde bir çok hak ve sorumluluk bulunmaktadır. İnsan üzerindeki bu haklar, Hukukullah dediğimiz Allah’ın hakları ve hakku’l-ibad denilen yaratılmışların hakları diye iki kısımda özetlenebilir.

Allah’ın üzerimizdeki hakları, O’nun  varlığına ve birliğine  inanmak, hiçbir şeyi ortak koşmadan  O’na ibâdet edip emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktır.

Hakkul ibad, yaratılmışların hakkıdır. Yaratılmışların başında da, insanlar gelmektedir. İnsanlar arasındaki bütün ilişkiler, “fertlerin karşılıklı hakları” içerisinde yer almaktadır. Ana-baba, evlat, eş, komşu, akraba, arkadaş, işçi-işveren hakları bu tür kul haklarındandır.

Canlı varlıkların da gözetmemiz gereken hakları vardır. Bu haklar da onları incitmemek, aç ve susuz bırakmamak, yuvalarını yıkmamak ve yavrularını öldürmemektir. Diğer varlıklardan, meşrû bir çerçevede faydalanıp israf etmemektir. Doğal çevreyi, evimiz gibi korumak, doğal dengeyi bozacak işler yapmamaktır.

Ayrıca kamu hakları denilen haklar da vardır ki, hem “Hukukullah” hem de hakku’l-ibad, yani kul hakları  kapsamında değerlendirilmektedir.

   Müslüman, herkesin hak ve hukukuna saygılı olur. Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkmaktan sakınır. Kul ve kamu hakkını, hak sahibi bağışlamadıkça Allah’ın bağışlamayacağını bilir. Dünyadaki bir çok kötülük, kavga ve cinayetlerin, insanlar arasındaki huzursuzlukların, kul haklarına saygı göstermemekten meydana geldiğini asla unutmaz. 

O halde; Müslüman, kul ve kamu  haklarına son derece titizlik göstermelidir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını alan kimse, o hakkı ödemek ve helalleşmek suretiyle kendisini kurtarmaya çalışmalıdır. Haksızlık edip de, hak sahibine hakkını vermeyenler; Ahirette pişmanlık duyacaklar ve çetin bir azaba uğrayacaklardır

Değerli Mü’minler!

Hiç şüphesiz bu dünya hayatı aldatıcıdır, geçicidir, bir oyundan ibarettir. Nitekim Cenab-ı Allah Hadid suresi 20. ayetinde şöyle buyuruyor:

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ

يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

  “Bilin ki, dünya hayati oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah’ın hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayati ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.”   (Hadid, 57/20)

Bir gün bu fani hayat son bulacak, gerçek hayat dediğimiz Ahiret hayatı başlayacak ve herkes dünyadaki hayatından hesaba çekilecektir. Akıllı ve basiretli insan; Allah’a ve O’nun kullarına karşı vazifelerini yapan, hak ve hukuka saygı gösterip, hesap gününe borçsuz ve günahsız olarak gitmeye çalışandır.

Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır: Kim iyilik ve kötülük olarak ne yapmışsa; mutlaka karşılığını görecektir. Nitekim Cenâbı Hak, Kur’an-ı Kerim’inde:

 فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَه

وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَه

 “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onu görür”( Zilzal, 99/7-8.) buyurmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz ise;

ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # مَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ مَظْلَمَةٌ ﻷخِيهِ مِنْ عِرْضِهِ أوْ شَىْءٍ مِنْهُ فَلْيَتَحَلِّلْهُ مِنْهُ الْيَوْمَ مِنْ قَبْلِ أنْ َ يَكُونَ دِينارٌ وَ دِرْهَمٌ، إنْ كَانَ لَهُ عَمَلٌ صَالِحٌ أُخِذَ مِنْهُ بِقَدْرِ مَظْلَمَتِهِ، وإنْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ صَاحِبِهِ فَحُمِلَ عَلَيْهِ

“Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, (Bir kimsenin diğer bir kimsenin haysiyetine, yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa,)dinar ve dirhemin bulunmadığı (altın ve gümüşün geçmediği) hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde o gün,- salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde (yaptığı haksızlık ölçüsünde)-  kendinden alınır. Eğer hasenatı (iyiliği) yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir”." [Buhârî, Mezalim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyamet 2, (2421).] buyurmaktadır.

Azîz Müslümanlar!

İslâm dinine göre, başkasının hak ve hürriyetlerine zarar vermemek kaydıyla, her insanın bu dünyada yaşama, çeşitli nimetlerden yararlanma, mal-mülk edinme, neslini devâm ettirme, seyahat etme, öğrenme, düşünme ve düşündüklerini ifade etme, ticaret yapma, çalışma ve kazandığını koruma, inanma ve inancının gereğini yerine getirme gibi, Allah vergisi olan hak ve hürriyetleri vardır. Irkı, rengi, dili, dini ve cinsiyeti ne olursa olsun, bütün insanlar, kanun önünde eşittirler. Yerde ve gökte bulunan canlı ve cansız  varlıklar, insanların faydalanması için yaratılmışlardır. İnsanlar ise,

 وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِي

“Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat, 51/56) meâlindeki âyetin beyânıyla yalnız Allah’a kulluk etmekle görevlidirler.

Bir insanın hakkını yemek,  onun sosyal hayattaki itibârını düşürücü, onurunu kırıcı  sözler sarf etmek veya aynı anlama gelen  davranışlarda bulunmak haramdır. Çünkü  insanlar, yerilecek veya istenildiği zaman kendilerinden faydalanılacak varlıklar değillerdir. Onlar, Yüce Allah’ın üstün yetkilerle donattığı, özel görevler verdiği seçkin varlıklardır. Her insan, Allah’a hesap verecektir.

O halde insan, kendi sorumluluk sınırlarını aşmamalıdır. Çünkü Yüce Allah,

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ

“Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn,23/115.)

   أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى

“İnsan,  başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyame,75/36.)diye buyurmuştur.

Değerli Müminler!

Toplum halinde yaşamaya muhtaç olan insanlar, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı esâs almalıdırlar. Çünkü insanlar, çeşitli ihtiyaçlarını, ancak karşılıklı rızaya dayanan alış-veriş, sözleşme ve anlaşmalarla karşılayabilirler. Öyle ise, aramızdaki sözleşmelere sâdık kalmamız, bunlardan doğan  haklara saygılı olmamız ve kul hakkını gözetmemiz gerekir.

İş verdiğimiz insanların sosyal güvenliklerini sağlayacak önlemleri almamızın, bu konuda gereken işlemleri zamanında yapmamızın, insanî ve İslâmî bir görev ve aynı zamanda  bir kul hakkı olduğunu unutmamalıyız. Allah huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâl olduğunu bilmeliyiz. Çünkü  böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına  bağlanmıştır. Hak sahibi, ondan hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin günahını  affetmemektedir. Çünkü İlâhî adâlet, bunu gerektirir.

Öyleyse değerli mü’minler!

Üzerinde kul hakkı bulunan bir insan, muhatabını bulup helâllık dilemek mecburiyetindedir. Bu hâk, gıybet, iftira, yalan isnadı... vs. gibi manevî boyutlu haklar ise, ancak hak sahibiyle açık-seçik konuşularak helâl ettirilebilir. Eğer hakkın borç-alacak gibi maddî boyutu varsa, bunları hemen ödeme cihetine gidilmelidir. Kişi, hem kul hakkından dem vuruyor, hem de imkânı olduğu halde borcunu ödemiyorsa, böylelerinin yalancı olduğu muhakkaktır.

Kul hakkı, insanın can, mal ve namus gibi dokunulmazlıklarına yönelik tecavüz ve haksızlıkların ortaya çıkardığı haktır. İnsana yönelik tecavüz ve haksızlıklar haram ya da mekruh eylemler içinde yer alır. Bu nedenle günah, dolayısıyla ceza konusudur. Kul hakkından doğan günahların ve cezaların Allah ya da devlet tarafından bağışlanması söz konusu değildir. Kul hakkı, ancak hak sahibi kulun bağışlaması ile ortadan kalkabilir.

Aziz Mü’minler!

Müslüman Allah'a teslim olmuş kişidir. Allah'ın bir adı da el-Hakk'tır. Hak, ayrıca gerçekliği, doğruluğu ve adaleti, başka bir deyişle her şeyi yerli yerine koymayı, her şeyi yerli yerinde yapmayı da belirtir. Bunun karşısında temelsizlik ve zulüm vardır. Hakk'a teslim olan kişi O'nun gösterdiği biçimde doğruluk ve adalete yönelir, batılın ve zulmün karşısında yeralır. Bu nedenle müslüman Hz. Peygamber (s.a.s)'in buyurduğu gibi

 

ـ وَعَنْ أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسُولُ اللّهِ #: ]المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤمِنُ مَنْ أمِنهُ الناسُ على دمائهم وأمْوَالِهِمْ.

 

"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir." Buhari, İman, 4,5;Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).

Biz biliyoruz ki; Allah Rasûlü (s.a.) helâl ve harama ilişkin uyarısında çok temel bir çerçeve çiziyor:

 

ـ وعن النعمان بن بشير رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ الْحََلَ بَيِّنٌ وَإنَّ الْحَرامَ بَيِّنٌ، وَبيْنَهُمَا أُمُورٌ مُشْتَبِهَاتٌ َ يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنَ النّاسِ، فَمَنِ اتّقى الشُّبُهَاتِ اسْتَبْرَأ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ، وَمَنْ وَقَعَ في الشُّبُهَاتِ وقَعَ في الْحَرَامِ، كَالرَّاعِي

 

يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى، يُوشِكُ أنْ يَقَعَ فيهِ. أَ وَإنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمَى، وإنَّ حِمَى اللّهِ مَحَارِمُهُ. أَ وإنَّ في الْجَسَدِ مُضْغَةً إذَا صَلَحَتْ صَلحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، وإذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، أَﻻ وهِيَ الْقَلْبُ

“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu  ikisi arasında (haram veya helal olduğu)  şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her hükümdarın bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur,  eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir." [Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329,  3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).]

Hadisin ana uyarısı, sürüyü çit kenarında otlatmama, yani nefsi, haram sınırında veya şüpheli şeyler arasında dolaştırmama noktasında toplanıyor.

Biz biliyoruz ki,

Allah Rasûlü, bizim için bir “müflis” portresi çiziyor. Buna göre

Hz. Peygamber (s.a.s), başka bir hadisinde Allah'ın huzuruna kul hakkı ile gelen kimseyi müflis olarak tanımlayarak şöyle buyurur:

عن أبي هريرة؛

 أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال "أتدرون ما المفلس؟" قالوا: المفلس فينا من لا درهم له ولا متاع. فقال "إن المفلس من أمتي، يأتي يوم القيامة بصلاة وصيام وزكاة، ويأتي قد شتم هذا، وقذف هذا، وأكل مال هذا، وسفك دم هذا، وضرب هذا. فيعطى هذا من حسناته وهذا من حسناته. فإن فنيت حسناته، قبل أن يقضى ما عليه، أخذ من خطاياهم فطرحت عليه. ثم طرح في النار".

 

 "Müflis şu adama derler ki, dünyada yaptığı bütün ibadet ve taatın sevabı ile Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna gelir. Bu adam dünyada birçok hayırlar. ibadetler yapmış olmakla birlikte başkalarına zulmetmiş, kimini dövmüş, kiminin gönlünü kırmış, şuna buna eliyle ve diliyle eziyet etmiş... İşte bu hak sahiplerinin hepsi o adamın çevresine toplanacaklar, haklarını isteyecekler: "Bana dünyada iken şöyle yaptı, hakkımı al ya Rab!" diye davacı olacaklar. Allah bunun hayır ve iyiliklerinden hasıl olan sevapları bunlara taksim edecek, fakat borcu yine kapanmayacak. Nihayet onların günahlarını bunun üzerine yükleyecek, Cehennem'e gönderecek. İşte asıl müflis böyle bir adamdır "(Müslim, Birr, 60; Tirmizi, Kıyame, 2).

İşte hadiste de görüldüğü üzere, müflis, mahşer ortamında, dünyada yaptığı iyilikleri dağ gibi yığılan, ancak farkında olmadan yaptığı gıybetleri vs. sebebiyle hakkı geçen insanların gelip haklarını aldığı ve sonunda ortada hiçbir şeyi kalmayan, üstelik sevabı yetmediği için başkalarının günahını yüklenen kişi” demek...

Hadisin ana uyarısı, farkında olmadan yapılan şeylerin, geri dönüşü ve telâfisi mümkün  olmayan hesap gününde insanı iflâs ortamına sürükleyeceği noktasında toplanıyor.

Bir insandan gıyabında beğenmeyeceği biçimde bahsetmek anlamına gelen “gıybet”, “ölmüş kardeşin etini yemek” olarak nitelenmiş Kur’an’da...

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اجْتَنِبُوا كَثيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ تَوَّابٌ رَحيمٌ.

“Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 49/12)

Bir insanın elindeki nimet’i kıskanmak “hased” olarak nitelenmiş ve “Allah’ın takdirine razı olmamak” gibi Mü’mine yakışmayacak bir davranış olarak görülmüş. Mü’minler arasındaki hukukun dışında mütalaa edilmiş, kin, hased, gıybet, yalan, sui-zan, lakap takma, ayıp araştırma...

Biz, Kur’an âyetleriyle yapılan uyarı ile, insanın kaşı-gözü ile yaptığı alaylar sebebiyle bile kınandığını, Kur’an’ınوَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَة   “hümeze-lümeze” ifadesiyle (Hümeze,104/1) tanımlanan o tür insanlar hakkında “yazıklar olsun” ifadesinin zikredildiğini biliyoruz.

Biz biliyoruz ki, yaptığımız her şey bizim için tahsis edilen bir hayat kitabına yazılıyor.

Biz biliyoruz ki, inanıyoruz ki, ahiret var ve yaptığımız her şeyin bir hesabı var.

Biz biliyoruz ki, o ebedi alemdeki hesaplaşma günü olan mahşer gününde, ilahi adalet divanının huzurunda, insanın uzuvları yaptıkları işler hakkında, bu dünyada hayatını nasıl geçirdiği, nasıl rızkını temin ettiği, kimleri dolandırdığı, kimin hak ve hukukuna tecavüz ettiği gibi konularda şahitlik yapacak... Eller, ayaklar, gözler, kulaklar,... Söylediğimiz, yazdığımız, dinlediğimiz, gittiğimiz yerleri söyleyecek uzuvlarımız. Öyle buyuruyor Hz. Kur’an:

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 İste o gün ağızlarını mühürleriz, Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.” (Yasin, 36/65)

Biz biliyoruz ki, Habibullah, yani Allah’ın sevgilisi, “Âlemlere rahmet olarak gönderilen”  Muhammed Mustafa (s.a.)’nın Amr ibn Ümmi Mektum’a yönelik bir anlık davranışı, 

عَبَسَ وَتَوَلَّى  أَنْ جَاءَهُ الْأَعْمَى

 “Âma yanına gelince yüzünü ekşitip, çevirdi” ifadesiyle (Abese, 80/1-2) Kur’an’a geçti. Bir anlık bir Peygamber davranışı evrensel bir ilâhî mesajda yer aldı. Buna bakıp, “Ya bizim kaba saba, teammüden, bilerek gönül kırmalarımız? Tahribatlarımız?” diye sormak gerekmez mi?

Biz biliyoruz ki Allah Rasûlü insanları uyarıyor:

"إنَّمَا أنَا بَشَرٌ، وإنَّهُ يَأتِىنِي الْخَصْمُ، وَلَعَلّ بَعْضُهُمْ أنْ يَكُونَ أبْلَغَ مِنْ بَعْضٍ فَأحْسِبُ أنّهُ صَادِقٌ فَأقْضِي لَهُ، فَمَنْ قَضَيْتُ لَهُ بِحَقّ مُسْلِمٍ فإنَّمَا هِىَ قِطْعَةِ مِنَ النَّارِ، فَلْيَحْمِلْهَا أوْ لِيَذَرْهَا

 “Ben ancak bir beşerim. Hakikat bana aralarında davalaşan öyle hasımlar gelir ki onların kimi kiminden daha beliğ ve çenesi daha kuvvetli olur. Delillerini güzel, açık ve süslü anlatabilir ve ben de onu doğru söyleyen bir adam sanıp lehine hükmederim. Binaenaleyh ben bir Müslümanın hakkını (haksız olan herhangi bir kimsenin lehinde hükmedersem (biliniz ki) o (hak) bir ateş parçasıdır. Artık onu dileyen sırtına yüklensin. Yahud onu farkederek rücu etsin.” [Buharî, Şehadat 27, Mezalim 16, Hiyel 9, Ahkam 20, 29, 31; Müslim, Akdiye 5, (1713); Muvatta, Akdiye 1, (2, 719); Ebu Davud, Akdiye 7, (3583, 3584); Tirmizî, Ahkam 11, (1339); Nesâî, Kudat 13, (8, 233).]

Anlıyoruz ki, ihtilâflı bir konuda, söz ustalığı ya da başka bir yolla karşımızdakini bir biçimde altetmek bir kazanç sayılmıyor. Aksine, bizim kazanç gibi gördüğümüz şey, ahiret boyutunda bir ateş parçasından ibaret oluyor.

Biz biliyoruz ki, iyi Müslüman kulluğu-ibadeti,

“Allah’ı görüyormuş gibi yani ihsan kıvamında yapan, Allah’ı görmese bile O’nun tarafından görüldüğü bilinci içinde yaşayan insandır.”

Bu, külli bir hayat disiplini getiriyor Müslüman’a... Aklını, duygularını, iradesini aynı odakta buluşturan bir hassasiyet... Allah görüyorken O’nun hukukunu, hududunu çiğnemek... Allah’ın gördüğünü bile bile, O’nun koru alanında nefs otlatmak... Bu, gerçek bir haddini bilmezlik olmalı.

“Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak”, bu konuda hassasiyet göstermek İslâm ıstılahında “vera” olarak niteleniyor.

“Vera ehli” olmak, bir mü’min için elde edilmesi iştiyakla arzu edilen bir ufuk.

İslâm geleneğinde “vera” konusunda, yıldızlaşmış örnekler var.

Hazreti Peygamber, “İşte sırtım, diyor, hakkı olan gelsin vursun.” Bu, günahsızlığı Allah Teâlâ’nın kefaletinde olan bir insan... Bize, Ahiret’e kul hakkı ile gitmeme duyarlılığını örnekliyor.

Hazreti Ebubekir, hizmetçisinin getirdiği kaynağı belli olmayan bir sütü bilmeden içtikten sonra farkına varınca, istifra ediyor.

Hazreti Ömer’in özel işini görürken, devlete ait mumu söndürüp, kendisine ait mumu yaktığını biliyoruz. Bir devlet başkanı ki, hayat defterine en küçük bir kara çizgi girmesine razı olmuyor.

Ömer bin Abdülaziz, yanına ganimet malından misk getirildiğinde burnunu tıkıyor ve “Bunun faydası kokusudur, bu ise Müslümanların hakkıdır” diyor.

Allah dostları, kaynağını bilmedikleri bir şeyi yememeye itina etmişler. Nehirden gelen bir elmayı dişlemenin tevbesini yapmışlar.

Komşunun bahçesinden otlayan koyunlarının sütünü, ot koyunun bünyesinde değişim geçireceği süre içinde komşuya götürmüşler.

Kur’an mü’mine “وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا... “ “kalbimizde diğer mü’minler için bir kin bırakma” (Haşr, 59/10) diye dua etmeyi öğütlüyor. Kalb safhasında bile bir kul hakkı ihlâlini yakıştırmıyor mü’mine Kur’an.

Bu yüzden “Gönül yıkma”yı “Kabe’yi yıkmak” gibi anlıyor Allah dostları...

Kur’an’a, Rasûlullah’ın hayatına ve ikazlarına ve bunlardan yola çıkarak Allah dostlarının kendi hayatları için oluşturdukları hukuka bakınca mü’minler arasındaki ilişki, bir gergef nezaketinde dokunan nakışı andırıyor.

Her hak ihlâli ahirete taşınan ve orada hesabı verilecek bir yük gibi görünüyor. Hatta yüreğe yüklenen bir yük gibi...

Bir ateşi avuçlamak gibi.

Allah’ın huzurunda utanmak gibi.

Helâl kazanç arı duru bir ilâhî armağan ise insana, her katre haram, o duru su içine akan kirli damar gibi görülüyor.

Bütün bunları görmek ve bunun gerektirdiği davranışı kuşanmak, bir terbiyeyi gerektiriyor. Çünkü insan mal tutkusu karşısında son derece zayıf bir mahlûk.

“Bir vadi dolusu altını olsa, ikincisini ister insan. İnsanın gözünü ancak toprak doyurur” diyor Allah Rasûlü.

Haram karşısındaki duyarlılığını aşındıracak bin türlü yol salık verir insana, insan soyunun düşmanları... Süsler günahı... Önünü açar, elinden tutar, yol gösterir, içine sinecek bir formül sunar.

Bir terbiye, hem sıkı bir terbiye gerekir.

Kul hakkı duyarlılığı, gerçekte bir âhiret duyarlılığıdır. Bir vadi dolusu haram malı yutmak, bir yerde cehennemi yutmaya talip olmaktır. Bu çılgınlıktır, ama insanoğlu da aldanmaya açıktır.

İnsanlar birbirinin ayaklarına basıyor da, af dilemiyor.

Yetim malını fütursuzca yiyor da, içinde bir ürküntü oluşmuyor.

Kim bilir belki de insanlar, dünyayı bitirip, en sonunda haram diye birbirini yemeye başladığı zaman bir tıkanma noktasına gelinecek ve Allah korkusu, ahiret kaygısı gelip yerleşecek insanoğlunun gündemine...

Muhterem Mü’minler!

Şu halde diyebiliriz ki; Müslüman, kul haklarına son derece titizlik göstermelidir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını alan kimse, o hakkı ödemek ve helalleşmek suretiyle kendisini kurtarmaya çalışmalıdır. Haksızlık edip de, hak sahibine hakkını vermeyenler; Ahirette pişmanlık duyacaklar ve çetin bir azaba uğrayacaklardır.

Herkesin hak ve hukukuna saygılı olalım. Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkmaktan sakınalım. Kul hakkını, hak sahibi bağışlamadıkça Allah’ın bağışlamayacağını bilelim. Dünyadaki bir çok kötülük, kavga ve cinayetlerin, insanlar arasındaki huzursuzlukların, kul haklarına saygı göstermemekten meydana geldiğini unutmayalım.

 



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler