Değerli Mü’minler!
Diğer yaratılmışlardan farklı olarak kendisine akıl ve ruh verilmiş bulunan insan, geçici olarak bulunduğu bu dünyada o yaratılmışların tabi olmadığı bir imtihan içinde bulunmaktadır. Bu dünyada herkes imtihandadır:
Kimi zenginlikle sınanır hiç farkında olmadan. Kimi kendisine verilen ilimle, bilgiyle denenir. Kimi fakirlikle imtihan edilir. Kimi hastalıklarla dahil edilir imtihana; Kimi de uzuvlarının tamlığıyla. Kimi makamla mevki ile, kimi güzelliğiyle; kimi de uzuvlarındaki herhangi bir eksiklikle. Kimi de duygusal bir rahatsızlıkla...Değişmeyen ilahi gerçek şu ki Allah'ın kendisine tevdi ettiği aklı başında olduğu sürece hiç bir insan, dünya hayatının hiç bir anında ilahi imtihanın dışında kalamamaktadır. Bu imtihanın gözcüsü, her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeyi işiten yüce Yaratıcıdır.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi hayır ile de şer ile de sınıyoruz ve (sonunda hepiniz mutlaka) bize döndürüleceksiniz."(Enbiya 21/ 35)
Dünya hayatında tabi tutulacağımız imtihan türünü seçme yetkisi bize ait olmadığına göre, bize düşen, tabi tutulduğumuz imtihanda elimizden geldiği kadarıyla başarı göstermeye çalışmaktır. Tabi tutulduğumuz imtihanda başarı göstermeye çalışmak yerine, imtihan şeklinden ve türünden şikayet etmenin, bize hiç bir yararı yoktur. Böyle bir tutumun sürdürülmesi, imtihanın kaybedilmesiyle sonuçlanır. Öyleyse yapılacak şey, imtihan tarzından şikayet ederek vakit kaybetmek değil, tabi tutulduğumuz imtihanda en güzel sonucu elde edebilecek şekilde davranmaktır.
Bazılarınca zannedildiği gibi, dünya hayatında nimetlere boğulmuş olan insanlar şanslı, bu nimetlerden mahrum bırakılmış olan insanlar şanssız değildir. Böyle bir anlayış, dünya hayatının geçici, Ahiret yurdunun ise kalıcı olduğunu göz ardı eden bir yaklaşımdır. Gerçekte herkes imtihana tabi tutulmaktadır. Ama engellilerde ve mal mülkten mahrum bırakılmış bulunanlarda olduğu gibi kimilerinin imtihanı çok açık ve nettir. Kimilerininki ise dünya hayatında her çeşit nimet içinde yüzenlerinki gibi çok gizli ve girifttir.
Nitekim Allah(C.C) şöyle buyurur:
وَهُوَ الَّذى جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ فى مَا اتيكُمْ اِنَّ رَبَّكَ سَريعُ الْعِقَابِ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحيمٌ
"O sizi yeryüzünün halifeleri yapan, verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza üstün kılandır..." (En'am, 6/ 165)
Bu ayette zikredilen 'size verdiği nimetler' ifadesi insana verilmiş olan her çeşit nimeti kapsayan bir ifadedir. Yani insana verilen vücut organları ve fonksiyonları, yetenekler, mal/mülk, güç/kuvvet, bilgi, sosyal konum ve benzeri her çeşit nimet... Hiç şüphesiz insan, bu nimetlerin hepsinden sorguya çekilecektir.
ثُمَّ لَتُسَْلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعيمِ
"Sonra o gün nimetlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz." (Tekâsür,102/ 8)
Bazen ilahi imtihan çok ağır ve çetin olur.
İşte zaman zaman insanlar; deprem, sel felaketi gibi tabii; ölüm, hastalık, yaralanma, zulüm, şiddet gibi kişisel; terör, fitne, fesat gibi de sosyal âfetlere maruz kalmaktadırlar. Bu afetler ise cana ve mala zarar vermekte, insanlar bundan etkilenmekte, acı çekmektedir. Öyleyse bütün bu musîbetler niçin meydana gelmektedir? Tabiî âfetlerin meydana gelmesinde insanların davranışlarının etkisi var mıdır? Yoksa bunlar sadece birer imtihan ve takdiri ilâhi midir? İnsanlar âfet ve musîbetler karşısında ne yapmalıdırlar? İşte sohbetimizde bu konuyu anlatmaya çalışacağız.
Değerli Mü’minler!
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ
وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرينَ . اَلَّذينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ. اُولئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُولئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ.
"Mutlaka sizi biraz korku ve açlıkla ve mallardan, canlardan veürünlerden biraz eksilterek imtihan ederiz. (Ey Peygamberim!) Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musîbet gelince, ‘Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rableri tarafından bol mağfiret ve rahmete nail olacak kimseler bunlardır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da bunlardır" (Bakara, 2/155-157)
Cenab-ı Allah, bu âyetiyle insanları mutlaka deneyeceğini bildirmektedir. Allah’ın sözü haktır, doğrudur. İnsanlar dünyada farklı şekillerde denenmektedirler. Allah, imtihan karşısında insanların sabırlı olmalarını istemekte ve sabırlı olanlara af ve rahmetini müjdelemekte ve böyle davrananların hidayete ermiş/doğru yolu bulmuş kimseler olduğunu bildirmektedir.
Ayette geçen "Elbette / mutlaka sizi imtihan ederiz" ifadesinde kesin beyan vardır. Şüpheleri gidermek, her insanın ayette sayılan hususlardan biri veya bir kaçı ile deneneceğini kesin olarak bildirmek için âyette te’kid edatları kullanılmıştır.
Aziz Mü’minler!
Okuduğumuz Bakara suresinin bu 155-157. ayetlerinde şu hususlar dile getirilmektedir:
Ayette insanların şu dört konuda imtihana tabi tutulacağı bildirilmektedir: Korku ile imtihan, açlıkla imtihan, mal ve ürünlerden noksanlaştırma ile imtihan, yakınların ölümü ile imtihan.
Şimdi bunları izah edelim:
a) Korku ile imtihan:
"Korku"; üzülme ve sevinme gibi insanda doğuştan var olan bir duygudur. "Korku duygusu"; insanın aldığı eğitim, öğretim, yetiştiği toplum, gelenek ve görenekler ve sahip olduğu inançlara göre farklılık arz eder. "Korku", terbiye ve telkinlerle değişebildiği gibi azalıp çoğalabilir de. "Korku", insanda iradeye bağlı ve irade dışı olabilir. İnsanlarda yalnızlık, yükseklik, işsiz kalma, yakınlarını ve dostlarını kaybetme, yoksulluk ve benzeri korkular vardır. Âyette geçen ve havf kelimesi ile ifade edilen korku Allah korkusudur. [1]
"Korku", Allah’ın kullarını bir imtihanı olduğu gibi, aynı zamanda psikolojik bir cezalandırma yöntemidir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ امِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَاْتيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّهِ فَاَذَاقَهَا اللّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
"Allah (ibret için size) bir şehri örnek verdi. Bu şehir güvenli (ve) huzurlu idi. Rızkı o şehre her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku (havf) sıkıntısı tattırdı." (Nahl, 16/112)
Bu ayette sözü edilen şehir Mekke’dir. Mekke, Harem-i Şerîf hürmetine âfetlerden emîn, halkı rahat, huzurlu ve müreffeh idi. Nimetlere nankörlük edip, Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’i yalanladılar, Ona ve müslümanlara zulmettiler. Allah da onlara açlık ve korku verdi. Ayette geçen açlık, Mekkelilerin yedi yıl kıtlıkla müptela olmaları; korku ise Allah’ın onlara müslümanları musallat kılmasıdır, şeklinde yorumlanmıştır. [2]
b) Açlıkla İmtihan:
Açlık, nimet azlığının, kıtlığın ve yokluğun ifadesidir. Bütün canlılara rızklarını veren Allah’tır. Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan her şeyi Allah, insanlar için var etmiştir.
İnsanlar, Allah’ın bu sayısız nimetlerinin bir kısmından emek sarf etmeden yararlanırlar, bir kısmını elde etmek için çalışmak zorundadırlar. Sözgelimi temiz hava, su ve güneş enerjisi gibi nimetlerden insan emek sarf etmeden yararlanırken; meyve, sebze, ekmek ve benzeri ürünlerden yararlanabilmesi için emek sarf etmesi gerekmektedir.
İnsanın emek sarf ederek elde ettiği nimetlerin yetişmelerini sağlayan da yine Allah’tır. Buğdayı eken insandır ama, toprağa buğdayı yetiştirme kabiliyeti veren, yer altı ve yer üstü suları, güneş enerjisi ve sıcaklığı yaratan Allah’tır. Bunlar olmadan sadece insanların çalışması işe yaramaz. Kıtlığın olmasında, ürünlerin az yetişmesinde insanın çalışmamasının etkisi varsa da, Allah yağmur yağdırmadığı, ürünlere şiddetli soğuk ve dolu zarar verdiği zaman insanın yapacağı bir şey yoktur. Bazı yıllar ürün az, bazı yıllar çok olur. Bunda Allah’ın kullarını imtihanı vardır. Zenginlik ve fakirlik de aynı şekilde insanın çalışıp çalışmamasının yanında, Allah’ın nimet ve servet verip vermemesi ile ilgilidir. Bütün tedbirlere rağmen fakirlik, yoksulluk, kıtlık, pahalılık ve benzeri olumsuzlukların yaşanmasının, ilâhî imtihan olduğu da bir vâkıâdır.
c) Mal ve Ürünlerden Noksanlaştırma ile İmtihan:
İnsanların emek ve gayretleri mal ve mülkün elde edilmesinde önemli olmakla birlikte, gerçekte mülkü insana veren Allah’tır. İnsanın sahip olduğu nimetlerin, mal ve mülkün, ihmal, israf ve benzeri sebeplerle noksanlaşması ve yok olması söz konusu olduğu gibi, bunun ilâhî imtihan sebebi ile de gerçekleşmesi söz konusudur. Mesela hayvanlara yıldırım çarpması, ürünlere dolu ve kasırganın zarar vermesi, yağmurların yağmaması, kuraklık, şiddetli yağmur sonucu sel felaketinin taşınır ve taşınmaz mallara zarar vermesi, deprem gibi âfetlerle insanın, mal ve mülkü zarar görüp noksanlaşabilir. Ayet bu gerçeğe işaret etmektedir.
Yüce Allah, hakiki sebebi unutarak, nimet karşısında sevinen ve şımaran, imtihan karşısında üzülen ve yakınan insanları kınamaktadır:
فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَليهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّى اَكْرَمَنِ. وَاَمَّا اِذَا مَا ابْتَليهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّى اَهَانَنِ
"İnsan, Rabbi onu deneyip de kendisinde ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama onu deneyip rızkını da- raltınca, ‘Rabbim beni aşağıladı’ der" (Fecr, 89/15-16).
d) Yakınların Ölümü ile İmtihan:
Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Bu, ilâhî bir yasadır. İnsanlar, Allah’ın takdir ettiği yaşama süresi dolunca ölmektedirler. Bazen ölümler, çocuk ve genç yaşlarda da olabilmektedir. İnsan, sevdiklerini, eşini, kardeşlerini, çocuklarını bir hastalık veya âfet ve kaza sonucu kaybedebilmektedir. Bütün bunlar, insanlar için birer imtihandır.
Yüce Rabbimiz öyle buyuruyor:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”(Mülk, 67/2)
Aslında hayatın kendisi bir imtihan sürecidir. Allah, kulunu, onun imanını ve sabrını ölçmek için hayır ve şer, iyilik ve kötülük, nimetler, musibetler, ahde vefa ve benzeri birçok şeyle imtihan edebilir. İnsanların bütün bu sayılan hususlara karşı sabırlı olması, feryâd ü fîgan etmemesi erdemli bir davranıştır. Âyet, imtihan karşısında insanın tavrının bu olması gerektiğini ifade etmektedir.
Sabır, en çetin imtihanlardan başarı ile çıkmayı sağlayacak bir anahtardır.
Değerli Mü’minler!
2) İnsanların Musîbetlere Karşı Sabırlı Olmaları Gerekir
Allah, biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğini bildirdikten sonra, "sabredenleri müjdele" buyurmakta ve onların kendilerine bir musîbet dokunduğunda, "Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz" dediklerini haber vermektedir. Böylece Allah, hem insanların musîbet ile karşılaşabileceklerini, hem de musîbetler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmektedir.
İlâhî imtihanın dışında, musîbetlerin meydana gelmesinde 3 etken daha vardır: İlâhî irade, ilâhî takdir ve insanların davranışları.
a) İlâhî İrade:
وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكَى-وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَا
“Kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan, yaşatan, düzene koyan, öldüren ve dirilten, insanları güldüren ve ağlatan Allah’tır.”(Necm, 43-44).
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَمَةِ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَآ اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Allah, dilediğini yapar, dilediğini aziz, dilediğini zelil eder, Mülk Onundur, mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır.” (Âl-i İmran, 3/185).
Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, âfetler ve musîbetler kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey, O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren musibet ve âfetler de, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmaktadır.
Kur’an’da bu konu ile ilgili pek çok âyet vardır. Mesela Teğâbün sûresinin 11. âyetinde,
مَآ اَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ اِلاَّ بِاِذْنِ اللهِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
"Size isabet eden her türlü musîbet ancak Allah’ın izni ile olur" buyurulmaktadır.
"Müslümanı üzen her şey musîbettir." [3] Her türlü musîbet de ancak Allah’ın izni ile meydana gelmektedir. Allah izin vermese, hiçbir musîbet meydana gelmez. Kâinatta başıboşluk ve düzensizlik yoktur. “Hiçbir şey, O’nun izni olmadan meydana gelemez.” (Nisa, 4/64; Enfal, 66; İbrahim, 25; Fatır, 32) “Bitkiler bitemez.” (A’raf, 58) “Ağaçlar meyve veremez.” (İbrahim, 25). “Kâinatın düzeni devam edemez.” (Hac, 65) “Kimse kimseye zarar veremez.” (Mücadele, 10)
Allah’ın izni olmadıkça, insanlar canlarını bile teslim edemezler.
Yüce Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلاَّ بِاِذْنِ اللهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاً وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ اْلاَخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِى الشَّاكِرِينَ
"Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. (Ölüm) belirli bir süreye göre yazılmıştır." (Âl-i İmrân, 3/145)
وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللهُ نَفْسًا اِذَا جَآءَ اَجَلُهَا وَاللهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
"Allah, eceli geldiği zaman hiç kimseyi (ölümünü) asla ertelemez." (Münafikûn, 11) âyetleri bu gerçeği dile getirmektedir.
İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam yapması Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musîbete maruz kalabilir. Böyle bir durumda bunun bir imtihan olduğunu bilmeli ve mümin ona göre hareket etmelidir.
b) İlâhî Takdir:
Diğer taraftan insanın başına gelen musîbetler, ilâhî takdirin birer sonucudur. Bu hususu Kur’an’ın bir çok âyetinde görmekteyiz. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا اِلاَّ مَا كَتَبَ اللهُ لَنَا هُوَ مَوْلَينَا وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
"(Ey Peygamberim! İnsanlara) De ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder." (Tevbe, 9/51)
Bir başka ayette de şöyle buyurulur:
مَآ اَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ فِى اَنْفُسِكُمْ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَا اِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللهِ يَسِيرٌ
"Ne yer yüzünde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır." (Hadid, 22).
İşte görüldüğü üzere, bu ayetlerde; gerek yer yüzüne gerekse canlara isabet eden musîbetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-ı Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Allah’ın ilmi, geçmişi de geleceği de kuşatmıştır. Doğumundan ölümüne kadar, ömür boyu insanların ne yapacaklarını da, kâinatta neler meydana geleceğini de bilir. Bu bilgisine göre, her şeyi önceden bir Kitap’ta yazmıştır. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise yüce Allah şöyle bildirmektedir:
لِكَيْلاَ تَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ تَفْرَحُوا بِمَآ اَتَيكُمْ وَاللهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
"Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız." (Hadîd, 23)
Bu ayette Allah, açıkça musîbetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryad ü fîgan etmemelerini istemektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, "niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi?" diye isyan etmesinin, sonucu değiştirmesi söz konusu değildir.
"Musîbetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur" deyip, sabırlı ve metanetli olmak gerekir. Sabırlı olmak; musîbet karşısında tedbir almamak, musîbetlerden sonra gerekenleri yapmamak ve haklarını aramamak anlamına gelmez. Biliyoruz ki, Allah "çok merhametlidir" (Fatiha, 2) ve "insanlara zerre kadar zulmetmez." (Nisa, 40)
Mala ve cana zarar veren musîbetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanda insanların davranışlarının etkisi de var mıdır? Kur’ân ve hadislere baktığımızda, cevabın ‘evet’ olduğunu görüyoruz.
c) İnsanların Kusurları:
Musîbetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu yüce Allah, bir çok âyette bildirmektedir. Mesela:
وَمَآ اَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْدِيكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَثِيرٍ
"Başınıza gelen her hangi bir musîbet, kendi ellerinizin yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (da bu yüzden size musîbet vermiyor)." (Şura, 30) ayeti, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.);
"Bir kula isabet eden az veya çok felâketler ancak günah- ları sebebiyledir. Allah ise günahların çoğunu bağışlıyor" buyurmuş ve yukarıdaki âyeti okumuştur. (Tirmizî, Tefsir, 44. 378. No: 3252).
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلاَ اَمَانِىِّ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ يَعْمَلْ سُوءً ا يُجْزَ بِهِ وَلاَ يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا
"Kim kötü bir amel işlerse, onunla cezalandırılır." (Nisa, 4/123) âyeti de, bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu âyet ve hadisler, insanların başına gelen musîbetlerde insanların işledikleri hata, kusur ve kötü amellerin etkili olduğunu göstermektedir. Allah, zulümleri sebebiyle bir çok toplumu çeşitli âfetlerle cezalandırmış ve helak etmiştir. Kur’an’da; Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, Şuayb ve Musa (a.s.)’ın peygamber gönderildiği insanların maruz kaldıkları felaketler anlatıldıktan sonra;
اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرَهِيمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
"Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı" buyurulmaktadır. (Tevbe, 9/ 70; Hud, 101; Nahl,16/ 33, 118; Ankebut, 40)
Allah’ı, âyetlerini ve peygamberlerini inkâr etmek, Allah’a ortak koşmak, münafıklık yapmak, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına isyan etmek, insan haklarını ihlâl etmek gibi, ilâhi iradeye uymayan her türlü davranış zulümdür.
Musîbetler, insanların imtihan için veya maddî veya manevî kusurları sebebiyle gelebileceği gibi, müminin manevî derecesini artırmak için de gelebilir. Yüce Allah Kur’an’da;
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُوا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
"İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır" buyurmaktadır. (En’am, 6/132) Mü’minler, bu derecelerine yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa, Allah onlara bir musîbet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir. Musîbet sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde, Allah katındaki manevî derecesine ulaşır. Bu konuda Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musîbet verir. Sonra da ona sabretme gücü ihsan eder. Böylece onu, kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır." (Ahmed, V, 272. Ebû Dâvud, Cenâiz, 1. III, 470)
Peygamberler de musîbetlere maruz kalmışlardır. Mesela Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Taif’te taşlanmış, ayakları kan revan içerisinde kalmış, Uhud savaşında dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Halbuki peygamberler günahsız insanlardır. Dolayısıyla her musîbetin arkasında günah ve kusur aramak doğru değildir. Öyle ise peygamberler niçin musîbetlere maruz kalıyorlar? Maruz kalıyorlar, çünkü onlar, insanlar için örnek ve önder olarak gönderilmiştir. Musîbetlere tahammül göstererek, insanlara örnek olmuşlardır. Mü’minlerin başlarına gelen musîbetler, sabredilebilirse hayır olur. Çünkü musîbetler, müminlerin sevap kazanmalarına, günahlarının bağışlanmasına ve manevî derecelerinin artmasına sebep olur. Bu ise ancak sabırla mümkündür.
Musîbetlere Sabredenlere Allah’ın Af ve Mağfireti Vardır
"Musîbet"; ansızın gelen belâ, sıkıntı, hoş olmayan şeyler, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felâketlerdir.[4] Yüce Allah musîbete maruz kaldığında, "biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz" diyerek musîbeti sabırla karşılayan, Allah’tan gelene razı olan kimseye af ve mağfiret va’d etmektedir. Müslüman, musîbetler karşısında sabredebilir, söz, fiil ve davranışlarıyla isyana dalmazsa, bu musîbetleri sebebi ile günahları bağışlanır. Peygamberimiz (s.a.s.):
"Müslümana, fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, can sıkıntısı ârız olmaz, hatta vücuduna bir diken batırılmaz ki, Allah bu musîbetler sebebiyle onun hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın." (Buharî, Merda’, 1. Müslim , Birr, 14) sözü ile bu gerçeği dile getirmiştir.
Musîbetlere sabreden Müslümanın günahları bağışlandığı gibi, ayrıca sabrı sebebiyle kendisine hesapsız derecede sevap verilir ve Allah katındaki manevî derecesi yükseltilir. Peygamber (s.a.s.), şu sözü ile bunu bize müjdelemiştir:
"Bir Müslüman’a bir diken hatta daha küçük bir şey batsa, Allah onu bu yüzden bir derece (manen) yükseltir ve onun günahını affeder." (Müslim, Birr, 46)
Müslüman, deprem, yangın, sel felaketi, âfet ve benzeri bir musîbete maruz kalarak ölürse hükmen şehit olur. Peygamberimiz (s.a.s.);
“Allah yolunda öldürülen şehittir. Mide ağrısı sebebiyle ölen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir. Akciğer hastalığı sebebiyle ölen şehittir. Yıkık altında kalarak ölen şehittir. Hamile olarak ölen kadın şehittir Yanarak ölen şehittir" buyurmuştur.
(Buhari, Cihad, 30. III, 212. Ebû Dâvud, Cenâiz, 16. III, 483. Nesai, Cenâiz, 14. IV, 14. Malik, Cenâiz, 36. S.233-234. Müslim, İmâre, 164-166. II, 1521-1522. Ahmed, I, 22; Müslim, İmâre, 164. II, 1521. Tirmizî. Cenâiz, II, 377)
İnsan hakları hariç şehitlik, kişinin günahlarına keffâret olur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad, 13. IV, 17176). Bu itibarla mümin, musîbetler karşısında bağırıp çağırmaz, isyana dalmaz, musîbetlerden ibret alır, maddî ve manevî hatalarını düzeltir, günahlarına pişman olur ve Allah’a yönelir. Kaybettiklerine üzülmemeye çalışır, rûhen ve moralman çökmez, daha iyisini Allah’tan ister ve bu uğurda çalışır. Mü’minlerin maruz kaldıkları musîbetler ise bir hayırdır. Çünkü musîbetleri sebebiyle günahları bağışlanır, hesapsız derecede sevap verilir (Zümer, 10) ve manevî derecesi artar.
Muhterem Mü’minler!
Musîbetleri sabırla karşılayıp, Allah’ın takdirine rıza gösterebilen kimseleri yüce Allah, “hidayete erenler” hakikat yolunu bulanlar olarak nitelemektedir. Kur’an’da sabredenlerin dışında; “Îmân edip îmânına şirk karıştırmayan” (En’âm, 82) “Allah’a ve âhiret gününe îmân edip namazlarını kılan, zekatlarını veren, Sadece Allah’tan korkan,” (Tevbe, 18) kimseleri, muhtedîler olarak nitelemiştir. Kur’ân’da ihtidâ ve muhtedî kelimelerinin geçtiği âyetler, îman eden kimselerin hidayete ermiş olduğunu ifade etmektedir. İhtidâ, mümin insanın niteliğidir. "Allah kimi doğru yola iletirse, işte muhtedî olan / doğru yolu bulan odur…" (A’râf, 178) "… Allah, kendisine yönelene hidâ- yet eder." (Ra’d, 27) Fâsıklara, zalimlere, kâfirlere (Bakara, 26), yalancı nankörlere (Zümer, 3) ve müşriklere (Mü’min, 28) hidâyet etmez.
Sonuç olarak, her türlü musîbet, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir. Ancak musîbetlerin meydana gelmesinde ya insanların maddî veya manevî kusurları vardır ya da Allah, kullarını imtihan etmektedir. şirk, küfür, isyan ve zulümleri sebebiyle Allah, geçmişte pek çok insanı cezalandırmış, âfet, felaket ve musîbetlere maruz bırakmış ve helâk etmiştir.
Doç.Dr. İsmail Karagöz