Duanın Manevî
İklimi ve Dua Fakirliği
İhsan Çapcıoğlu
Ankara Üniv. İlahiyat
Fak. Araştırma Görevlisi
İnsanî çabaların yeterli olmadığı
böyle zamanlarda Rabbine yöneliş, insana coşkun/derin bir manevî huzur ve güven
duygusu verir. Ona asla çaresiz ve yalnız olmadığını hatırlatan bu huzur ve
güven hâli, sonsuzdan gelen ilâhî bir esintinin hissedilişi gibidir.
İnsanın Allah’la iletişimi, irade
sahibi biricik şuurlu varlık olması nedeniyle, diğer varlıklardan farklı bir
biçim ve içerikte gerçekleşir. Yüce Yaratıcı insanı başka hiçbir varlığa
tanımadığı belirli ayrıcalıklarla donatmış ve varlıklar içerisinde yalnız ona
kendisiyle bilinçli iletişim kurabilme imkânını bahşetmiştir. Bu iletişimin din
dilindeki adı duadır. Dua, kişinin Yüce Allah’la kurduğu çok özel bir iletişim
şeklidir. Bu sevgi ve içtenliğe dayalı iletişim en yalın hâliyle, aşık ve maşuk
arasındaki ilişkidir. Zira bu ilişkinin bir tarafında özünde ilâhî nefes taşıyan
insan, diğer tarafında ise, o nefesin ve her şeyin kaynağı olan Yüce Yaratıcı
bulunur. Bu anlamıyla dua, “Öz”den gelenin “Öz”e sevgi, şükran, minnet, dilek ve
bağışlanma duygularını iletme imkânı bulduğu en içtenlikli yakarışıdır. Bu öyle
bir yakarıştır ki, insanlar arası ilişkilerde geçerli pek çok ölçüt, bu durumda
değersizleşerek önemini yitirir. Zaman, mekân, ırk, renk, dil, makam, mevki,
zengin ve fakir ayrımları/engelleri ortadan kalkar ve insan Yaratıcı’sıyla en
yalın hâliyle buluşur. Bu özelliğiyle dua insana, istediği yer ve zamanda Yüce
Allah’la dilediği gibi karşılaşabilme imkân ve özgürlüğü sunan benzersiz bir
niteliğe sahiptir. Dua esnasında kişi, kendisi hakkındaki tüm gizlilikleri bilen
Rabbiyle baş başa olmanın derin mutluluğunu yaşar.
İnsanın bütün içtenlik ve benliğiyle
Yüce Allah’a yönelişini ifade eden dua, düşünce, söz ve davranış olmak üzere
başlıca üç boyutta gerçekleşir. Düşünce boyutuyla dua, şükran ve bağışlanma
isteğinin zihinsel nüvesini oluşturur. Zira kendi varlığı ve evrende olup
bitenler üzerinde düşünen insan, sonsuz lütuflarla karşı karşıya olduğunu görür
ve kendisine bahşedilen bu nimetlere teşekkür etmesi gerektiğini fark eder. Dua,
düşünce boyutunda yaşanan bu farkındalığın söz ve davranış boyutundaki
tezahürüdür. Düşünceden dile ve oradan davranışa aktarılan dua, inanan insanın
bireysel ve toplumsal ilişkilerinde güçlü bir motivasyon kaynağıdır. Çünkü
Yaratıcı’sıyla iletişim kurmayı başarabilen insan, hemcinsleriyle de iyi
ilişkiler kurabilir; aile, iş, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık gibi toplumsal
ilişkilerini ahlâkî temeller üzerinde sürdürebilir. Bu anlamda, günde beş defa
“En Sevgili”yle buluşmanın adı olan namaz; zihinsel, sözel ve davranışsal
iletişimin zirvesinde en güzel dua örneğidir.
Dua aynı zamanda huzur ve güven
kaynağıdır. İnsan olarak sadece sonucunu belirleyebileceğimiz ya da kontrol
edebileceğimiz durumlarla karşılaşmayız. İrade ve kontrolümüz dışında gelişen
yoksulluk, ölüm, savaş, deprem, yangın gibi bireysel, toplumsal ve doğal
felaketlerle de karşılaşabiliriz. Bu zamanlarda yapılan dua, çaresizliğimizin ve
sınırlarımızın farkına vardığımız bir tür acziyetin ifadesidir. İçine düştüğümüz
bu çaresizlik ve yalnızlık duygusuyla baş edebilmek için yüce bir varlığa
sığınma, O’ndan yardım dileme ihtiyacı hissederiz. İnsanî çabaların yeterli
olmadığı böyle zamanlarda Rabbine yöneliş, insana coşkun/derin bir manevî huzur
ve güven duygusu verir. Ona asla çaresiz ve yalnız olmadığını hatırlatan bu
huzur ve güven hâli, sonsuzdan gelen ilâhî bir esintinin hissedilişi gibidir.
Dua, ebedî ve ezelî Varlık’la
iletişim kurmanın en doğal yoludur. Dua etmeme ya da edememe durumu olan
duasızlık ise, insanın O’nunla iletişimsizliğinin bir göstergesidir. Bu
durumdaki insanın âdeta hayat damarları kurumuş gibidir. Zira onun her şeyini
borçlu olduğu Yüce Varlık’tan uzaklaşması, aynı zamanda öz benliğinden ve
yaratılışından uzaklaşmasıdır. Bu ise kişinin, başta kendisi olmak üzere
sorunsuz bir düzenlilik ve kusursuzluk içinde işleyen evrene ve içindekilere
karşı duyarlılığını yitirmesidir. Çünkü dualılık bir duyarlılık hâlini;
duasızlık ise duyarlılığın yitirilişini ifade eder. Bu anlamda dua, kişinin
kendisiyle birlikte bütün varlıkların esenliğini dilemesinin; duasızlık ise
kendisine bile esenlik dilemekten yoksunlukla nitelenebilecek bir tür
duyarsızlığın/acziyetin belirtisidir. Bu durumda kişi, kendi acziyetini bile
idrak edebilecek öngörüden uzaktır.
Duasızlık aynı zamanda bir tür
bencillik örneğidir. Çünkü dua bireyin kendisi dışında yüce bir Yaratıcı’nın
varlığını kabul ederek; eş, dost, akraba, toplum ve insanlığın iyiliği yolunda
çaba harcamasıdır. Dua eden kişinin öncelikli hedefi, Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmaktır. Dua esnasında kişi, kendisinden daha yüce, aşkın bir varlığa
yönelerek, bireysel gurur ve kibir gibi olumsuz duygulardan uzaklaşır; Yüce
Allah dışındaki varlıklara bağımlılıktan kurtularak özgürleşir. Diğer varlık ve
nesnelere bağlılığın aksine, Allah’la iletişim kurma kişiyi özgürleştiren bir
süreçtir. Bu nedenle dua sadece eşi, benzeri ve ortağı olmayan tek bir Allah’a
yapılır. Oysa duasızlık, doğası gereği böyle bir çabanın uzağında olmaktır.
Duasızlığın doğal sonucu, kişinin manevî boyutu yüksek bir varoluş yerine daha
düşük bir varoluşa razı olmasıdır. Manevî boyutu yoksullaşan insan, öz benliğine
yabancılaşarak bencilleşir ve bir süre sonra ruhsal ihtiyaçları yerine,
çoğunlukla biyolojik/bedensel ihtiyaçlarına yoğunlaşarak daha düşük bir varoluşa
alışmak/rıza göstermek zorunda kalır.
Dua aynı zamanda Yüce Allah’ın
bahşettiği sayısız nimetler karşısında insanın, kulluk dili ve bilinciyle
teşekkürünü ifade eder. Duasızlık ya da dua fakirliği ise, bütün bu nimetleri ve
güzellikleri perdeleyen bir özelliğe sahiptir. Dua esnasında kişi, bütün benliği
ve içtenliğiyle kendisine verilen nimetlere, hissettiği ve yaşadığı lütuflara
şükretmeye çalışır. Oysa dua fakiri kimse, kendisine bahşedilen nimetleri görmez
ya da bilinçli bir tavırla görmek istemez. Gerçeği açıkça perdeleme ve gizlemeye
dayalı bu tutum, kişinin kendisini insanî/ahlâkî güzelliklere duyarsız ve
Yaratıcı başta olmak üzere, etrafında olup bitenlere kayıtsız bir hayat
sürmesine yol açar. Bütün bu özellikleriyle dua, kulluğun çok önemli bir
boyutunu oluşturur ve insan dua, yoluyla insanlığını gerçekleştirme
imkânı/fırsatı yakalar.
|