İCTİHAD
Güç, takat ve çaba. Bir şeyi elde etmek için
olanca gücünü sarfetmek anlamında hakîkî; kıyas vb. yollarla hüküm çıkarmak
anlamında ise mecazîdir (Zebîdi, Tâcu'l-Arûs, Mısır 1307, II, 329).
Bu kelime Kur'an-ı Kerîm'de zikredilmemiş,
hadis-i şeriflerde ise her iki anlamda kullanılmıştır. Hz. Peygamber, düzgün
namaz kılmayan bir sahâbiye "namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın"
demiş ve bu hal üç defa tekrar edilmiştir. Üçüncüde namaz kılan "bana
doğrusunu öğret, vallahi ben elimden geleni yaptım" derken "ictehedtü"
ifadesini kullanmıştır (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Haydarâbâd, 1966, I,
156). Şu hadislerde mecazî anlamında kullanılmıştır: "Hâkim hükmedip,
ictihadda bulunur ve isâbet ederse ona iki ecir vardır" (Buhârî, el-İ'tisâm,
21; Müslim, Akdiye, 15; Ahmed b. Hanbel, III, 187). Allah Rasûlü, Muaz b.
Cebel'i Yemen'e yönetici olarak gönderirken"Kitap ve sünnette hüküm
bulamazsan ne ile hükmedersin" sorusuna Muaz "Reyimle ictihad ederim" diye
cevap vermiştir (Tirmizî, III, s. 616: Ahmed b. Hanbel, V, 230; Şafii, el-Ümm,
VII, 273).
Bir terim olarak ictihad en eski fıkıh usûlü
kaynağı oları Şâfiî (ö. 204/819)'nin er-Risâlesi'nde şöyle tarif edilmiştir:
"Her hâdise hakkında ya ona ait bir hüküm veya hak oları hükmün yolunu
gösteren bir delâlet vardır. Hâdisenin açık hükmü varsa ona uymak
gereklidir. Eğer muayyen bir hüküm yoksa, hâdisenin hak oları hükmüne
götüren yolun delili ictihad ile aranır; İctihad ise kıyastan ibarettir"
(Şafii, er-Risâle, thk. Ahmed M. Şakir, Mısır 1940, s. 477).
En eski fıkıh usulü kaynağında yer alan bu tarif
yeterli değildir. Çünkü ictihad, kıyas yoluyla olabileceği gibi, ayet ve
hadislerde hâkim bulunan genel prensiplerden, kelime ve cümlelerin çeşitli
delâlet ve inceliklerinden kıyas dışında kalan diğer istidlal yollarından
hüküm çıkarmak tarzında da olabilir. Bu duruma göre kıyas her zaman ictihada
muhtaçtır, fakat ictihadın tek yolu kıyas değildir (Gazzalî, el-Mustasfâ,
Mısır 1324, II, 229). Kıyas; hakkında ayet-hadis bulunmayan bir meselenin
hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında ayet-hadis bulunan
meselenin hükmüne bağlamaktır (Şâfiî, el-Ümm, Mısır 1329, VII, 85; Şevkânî,
İrşâdü'l Fuhûl, Mısır 1937, s. 197).
Ayet ve hadislerden amelî (pratik) hükümleri
çıkarma gücüne sahip oları fâkih'e "müctehid" denir. ictihad ya şer'i
delillerden hüküm çıkarma tarzında olur, ya da çıkarılan bu hükümlerin
toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur. Birinci kısma giren ictihad;
şer'î kaynaklardan hüküm çıkaran müctehidlere mahsustur. Sahâbe, Tâbiûn,
Tebe-i tabiîn ve mezhep imamları devrinde bu çeşit ictihadlarla İslâm hukuku
sistemleştirilmiştir. Ancak üçüncü hicrî yüzyıldan sonra giderek ictihad
yapanlar azalmış ve şartlarının ağırlığı sebebiyle bu kapının kapandığı
kanaati uyanmıştır. Hanbelî, Zâhirî ve Şiî mezheplerinde, ictihad kapısı
sürekli açık telakki edilmiştir. İkinci kısına giren ictihada gelince;
hükümlerin toplum hayatına uygulanması bu tür ictihadda sürekliliği gerekli
kılmıştır. İslâm hukukunun yürüyen ve yaşayan hayata intibakını sağlamak,
gelişen toplum hayatının yeni problemlerini çözmek için her devirde bu yola
başvurulmuştur. Bunu yapanlara "tahrîc âlimleri" denilir. Bunlar, çıkarılmış
hükümlerin illetlerini belirleyip yeni, benzer cüz'î meselelere uygularlar.
Bu, hükümleri uygulama çalışması olup, böylece ilk müctehidlerin, üzerinde
görüş beyan etmedikleri bir kısım meselelerin hükümleri de anlaşılmış olur
(Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, Kahire, t.y., s. 379).
İslâm hukukunda, şer'î hükümler kesin delillere
yani açık ayet ve hadislere veya icmaa dayanıyorsa ictihada yer verilmez.
Mecelle'nin 14. maddesinde "mevrid-i nass'da ictihada mesağ yoktur, yani
ayet-hadis oları yerde ictihad yoluna gitmek caiz değildir" denilmiştir.
Ancak nass'ların sübûtu ve delâleti kat'i olur veya bir konuda icma
bulunursa ihtilafa mahal kalmaz. Eğer nassların sübûtu veya delâleti zannî
olup kesinlik ifade etmiyorsa veya bir nasstan bir kaç hüküm çıkarmak mümkün
oluyorsa ictihada başvurmak gerekir. Diğer yandan ictihad, en çok hakkında
nass bulunmayan olayların hükümlerini belirlemek için yapılır (Abdülvahhâb
Hallâf, Masâdiru't-Teşriî'l-İslâmî, s.10). Devamlı farklılaşan toplum
hayatında yeni meselelerin zuhûru tabiîdir. Çözüm bekleyen problemlere
eğilmek gerekir. Ayrıca bir takım amelî hükümlerin örf-âdet, istihsan,
maslahat gibi... tali derecedeki delillere dayandığı düşünülürse problemin
ağırlığı daha iyi anlaşılır.
Ancak ictihad yapacak kimsede bir takım
şartların bulunması gerekir. Aşağıda vereceğimiz bu şartları taşıyanlara
"müctehid" denir. Bu esaslar fıkıh usûlünün tedvini ile birlikte ilk olarak
müctehid imamlar devrinde tesbit edilmiştir.
Müctehidde bulunması gereken şartlar:
1) Arapçayı bilmek:
Fıkıh usûlü bilginleri bu noktada ittifak
etmişlerdir. Çünkü Kur'an-ı Kerîm ve sünnet arap dili ile ifade edilmiştir.
Âyet ve hadislerdeki kelimeleri ve hitabı anlayacak kadar sarf ve nahiv
bilgisiyle Arapçayı bilmek gerekir (Gazzâlî, a.g.e, II, 350-353). Ebû İshak
eş-Şâtibî'ye (ö. 790/1388) göre ictihad; nass'lardan hüküm çıkarma ile
ilgili ise şarttır. Fakat maslahatlar ve mefsedetler nev'inden bir mânâ ve
illete bağlı ise Arapça şart değildir. Kıyas ictihadlarının çoğu bu
kabildendir (eş-Şâtibî, el-Muvâfakât, Mısır (t y), IV, 162-165).
2) Kur'an ilmine sahip olmak:
Kur'an-ı Kerîm'in hepsini bilmek
şart olmayıp, beşyüz kadar oları hüküm ayetlerinin inceliklerini bilmek
yeterlidir. Bu ayetlerin; âmm (genel anlam), hâs (özel anlam), mutlak
mukayyed, nâsih-mensûh ve sünnetle ilgili durumlarını bilmek gerekir.
Kur'an'ı ezbere bilmek gerekmez, ihtiyaç duyuları ayetlerin yerini
bulabilecek durumda olmak yeterlidir (Gazzâlî, a.g.e, II, 350-353). Ebû
Bekir el-Cassâs (ö.370/980) ile İbnü'l-Arabî (ö. 543/1148) gibi bilginler
"Ahkâmü'l-Kur'an" adlı eserlerinde hüküm âyetlerini açıklamaya
çalışmışlardır. es-Sâbûnî'nin "Tefsîru Âyâti'l Ahkâm" isimli eseri de hüküm
ayetleri hakkında söylenenleri özlü bir şekilde açıklamıştır.
3) Sünneti bilmek:
Bu şart üzerinde de ittifak vardır.
Hüküm hadislerini bilmek yeterli olup, mev'ıza, ahiret hükümleri vb.
hadisleri bilmek şar. değildir. Ancak hadislerin âmm-hâs, mutlak mukayyed,
nâsih-mensûh gibi durumlarını, rivâyet yollarını, râvilerin derece ve
hallerini, adâlet ve zabt gibi vasıflarını bilmek gerekir.
Hadisleri ezbere bilmek şart
olmayıp, ihtiyaç duyulan hadisleri yerinde bulabilecek durumda olmak
yeterlidir (M. Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 382, 383).
4) Üzerinde icma veya görüş
ayrılığı olan konuları bilmek:
Üzerinde ittifak (icma) edilen
konuları bilmek yanında, Sahâbî ve onlardan sonra gelen müctehidlerin
ihtilafa düştükleri konuları bilmek gerekir (Şafiî, er-Risâle. s.510). Ancak
bütün icma yerlerini ezberlemek şart değildir. Araştırma konusu yapıları
mesele hakkında icma veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmek yeterlidir
(Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 383 vd.). Müctehidlerin ittifak ve ihtilaf ettikleri
meseleleri, ihtilaf sebeplerini açıklayan eserler meydana getirilmiştir.
Eş-Şîrâzî (ö. 476/1083)'nin el-Mühezzeb, ibn Kudame (ö. 620/1223)'nin
el-Muğni, İbn Hazm (ö. 456/1063)'ın el-Muhallâ, Hafîd, İbn Rüşd (ö.
595/1199)'ün Bidâyetü'l Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesid adlı eserler bunlar
arasında zikredilebilir.
5) Kıyası bilmek:
İctihad, bütün yönleriyle kıyası
bilmeyi gerektirir. Hatta İmam Şafii'ye göre "ictihad kıyastan ibarettir"
(Şâfii, a.g.e, s. 383 vd.). Kıyasın metodunu bilmek, nasslardan hüküm
çıkarma esaslarını öğrenme ve ictihad yapılacak konuya en yakın olan nass'ı
seçme imkânını sağlar. Kıyası bilmek, şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:
a) Kıyasın dayanacağı asil hükmü
bilmek; bu dayanağın ayet, hadis veya icma olması, bunlarla ilgili gerekli
bilgilere sahip olunması lazımdır.
b) Kıyâs kâide ve prensiplerini
bilmek: Meselâ, belirli ve özel bir durumu ifade ettiği sabit olan bir nass
(ayet-hadis) üzerine kıyas yapılamaz. Hz. Peygamber'in dörtten fazla olan eş
sayısına kıyas yapılarak hüküm çıkarılamaması gibi. Çünkü bu müsâade yalnız
O'na âittir.
c) Önceki müctehidlerin kıyas
metotlarını bilmek. Çünkü bu sayısız hükümlerin açıklanmasına götüren bir
yoldur (İsnevî, şerhu Minhâci'l-Usûl, İbn Emir'in Takriri kenarında, Mısır
1316, III, 310).
6) Hükümlerin amaçlarını bilmek:
İslâmî hükümlerin amaçları, belli bir nass'ların değil; bütün nass'ların
toplamından anlaşılabilir. Böylece, cüz'î bir meseledeki maksadı anlamak,
küllî hükümleri ortaya koyan nass'ları anlamaya bağlıdır. İslâmî hükümlerin
asıl amacı insanlar için rahmet olmaktır. Âyette "biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik" buyurulur (el-Enbiyâ, 21/107). İslâm'da güç ve
sıkıntının giderilmesi, zorluğun değil, kolaylığın tercih edilmesi bu
rahmetin bir gereğidir.
Şâtibî şöyle der: "İnsan, Allah ve
Resulunün amaçlarını bütün meselelerde anlayacak bir dereceye gelirse, o,
ilim öğretme, fetvâ verme ve Allah'ın bildirdiği hükümleri açıklamada
Peygamber (s.a.s)'in vârisi olma özelliğini kazanmış olur" (Şâtibî; a.g.e,
IV, 106).
7) Doğru bir anlayış ve takdir
gücüne sahip olmak: Müctehidin gerçek ve doğru fikirleri yanlış olanlardan
ayırt etme yeteneğine sahip olması gerekir (Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 387, 388).
8) İyi niyetli ve sağlam inanç
sahibi olmak:
Bütün büyük müctehidler fıkıhla
şöhret yapmazdan önce ihlâs ve takvalarıyla meşhur olmuşlardır. İhlaslı
kimse, gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassup göstermez. Büyük
imamların hepsi "bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının
görüşü yanlıştır, fakat doğru da olabilir" demişlerdir. Hâlis bir niyet,
sahibini dinin özüne nüfuz ettirir ve yalnız hakka yöneltir. İslâm dini,
ancak kalbi ihlâsla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir dindir.
İtikadı bozuk olan kimse, bid'at ve
nefsî arzularının peşine düşer; selîm bir kalb ile âyet ve hadislere
yönelemez. Kötü niyet, düşünceyi de kötüleştirir.
İşte İslâm hukukçularının ittifakla
müctehidde bulunmasını kabul ettikleri şartlar bunlardır. Bu şartları
kendisinde toplayan müctehide "mutlak veya müstakil müctehid" denir.
Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre
ictihad bölünme (tecezzi) kabul etmez. Nikâh meselelerinde ictihad yapan
kimse, ibâdet konularında başkasını taklid edemez. Yine ibadet konularında
müctehid olan kimse, alım satım, nikâh ve talak gibi konularda başka bir
müctehidi taklid edemez. İctihadla taklid bir kimsede birleşemez. Ancak
müctehidin bütün şer'î meseleleri aynı derecede bilmesi mümkün olmayabilir.
Birçok müctehid soruları bazı sorulara "bilmiyorum" diye cevap vermiştir.
İmam Mâlik'in otuzaltı kadar soruya "bilmiyorum" diye cevap verdiği
nakledilir (Ebû Zehrâ, a.g.e, s. 400, 401).
Dayandığı kitap, sünnet ve icmâ
delillerinden biri bilinmeksizin bir müctehidin sözünü alıp, bununla amel
etmeye "taklid" denir. Fakat deliline bakmak, öğrenmek ve ictihadına
katılmak sûretiyle bir müctehidin re'yini benimsemeye ise "ittibâ" adı
verilir. eş-Şevkânî (ö. 1250/1832)'ye göre, sahâbe, tabiûn ve etbâü't-tâbiîn
içinden ictihad derecesine ulaşamayanlar muayyen bir müctehidi taklid
etmiyor. onlardan problemleriyle ilgili delilleri sorup öğrenerek bunlara
ittibâ ediyorlardı. Taklit bu nesillerden sonra zuhûr etmiştir (Hayreddin
Karaman, İslâm Hukukunda ictihad, Ankara 1975, s. 206). Müslümanlar arasında
taklid yerine, ittibâ ruh ve alışkanlığının geliştirilmesi toplumu giderek
vahiyle, sünnetle ve icma-ı ümmetle karşı karşıya getirir. Bunun sonucunda
vahiy ve sünnet, toplum üzerindeki etkisini gösterir.
İctihadın hükmü gâlip zandır. Yani
bir meselenin ictihad ile sabit olan hükmü yanılma ihtiali ile birlikte
gâlip zanna dayanır. Bir müctehidin devamlı isabet etmesi gerekmez. Hata
etmesi de mümkün ve muhtemeldir. Bu yüzden Ebû Hanîfe, "bu bizim ulaştığımız
en iyi sonuçtur. Kim bundan daha iyisine ulaşırsa ona uysun" derdi. imam
Şâfiî de; "bir hadis görürseniz ona sarılın ve benim görüşümü duvara çarpın"
demiştir (Ebu Zehrâ. a.g.e, s. 388, 389). Mu'tezile'ye göre, l)er müctehid
ictihadında isâbet etmiş sayılır. Çünkü hüküm, Allah nezdinde müctehidin
ictihadına tabidir. Aksi halde insanlar güç yetiremeyecekleri bir
yükümlülükle karşı karşıya gelmiş olur (Ömer Nasuhi Bilmen, lstılahat-ı
Fıkhıyye Kâmusu, I, 243).
Müctehidlerin tabakaları:
Fıkıh usulü bilginleri müctehidleri yedi
tabakaya ayırırlar. ilk dört tabaka müctehid, diğerleri mukallid
derecesindedir.
1) Şerîatte müctehid: Bunlara "mutlak veya
müstakil müctehid" de denir. Bunlar hem müstakil usûl ve ictihad metodu
ortaya koyan hem de bunlara göre fer'î hükümler çıkaran müctehidlerdir.
Sahâbe fakîhleri, Saîd b. el-Müseyyeb ve İbrahim en-Nehaî gibi Tâbiûn
fakîhleri, Ca'fer es-Sâdık ve babası Muhammed el-Bakır, Ebû Hanîfe, Mâlik,
Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Evzâî, Leys b. Sa'd, Süfyan es-Sevrî ve diğerleri
gibi pek çok müctehid bu tabakaya girer.
2) Müntesip mutlak müctehidler: Bunlar, eksiksiz
olarak ictihad ehliyetine sahip, bazan usûl ve fürûda üstadlarına muhalif
olmakla birlikte genel olarak bir müstakil müctehidin ictihad usûlünü
benimsemiş olan müctehidlerdir. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Züfer,
Şâfiîlerden el-Müzenî, Mâlikîlerden Abdurrahman b. Kasım ve İbn Vehb
bunlardandır.
3) Mezhepte müctehidler: Bunlar mensup oldukları
mezhep imamına muhalefet etmezler. Ancak onun hükme bağlamadığı meseleleri
ayni usul ve metodu kullanarak Kitap ve Sünnet delillerinden çıkarırlar.
Tahâvî, Kerhî, Serahsî, İsfereyânî ve Şîrâzî bunlar arasında sayılabilir.
4) Tercih yapan müctehidler: Rivayet edilen
görüşler arasında tercihlerde bulunan fakihlerdir. Bu tabaka ile önceki
tabaka arasındaki fark çok azdır.
5) İstidlâl sahibi müctehidler: Bunlar, görüş ve
rivayetleri karşılaştırıp: "Şu görüş rivayet bakımından daha sağlam ve
delili yönünden daha kuvvetlidir". "Bu görüş kıyasa daha uygundur" gibi
açıklamalar yapmışlardır. Aslında bu üç tabakayı "tahrîc ve tercih yapanlar"
diye ikiye ayırmak mümkündür (Ebu Zehrâ, a.g.e, 396, 397).
6) Hâfızlar tabakası: Bunlar taklid derecesinde
olup, öncekilerin tercihlerini bilmede huccet sayılırlar. İbn Abidin bunlar
hakkında söyle der: "Onlar en sağlam, sağlam ve zayıf, açık rivayet,
mezhebin zahir görüşü ve nâdir rivâyet arasında seçme gücüne sahip
kimselerdir. el-Kenz, ed-Dürrü'l-Muhtâr, el- Vikâye ve el-Mecma' gibi
eserlerin müellifleri bu tabakaya dahildir. Bunlar kitaplarında reddedilmiş
veya zayıf rivayetleri nakletmemişlerdir" (Ebû Zehrâ, a.g.e, 397, 398)*
7) Mukallidler tabakası: Bunlar Kitabı
anlayabilir, fakat görüş ve rivâyetler arasında tercih yapamazlar ibn Âbidin
şöyle der: "Onlar gece odun toplayıcısı gibi ellerine geçen her şeyi bir
araya getirmişlerdir. Bunları taklid edenlere yazıklar olsun" (İbn Âbidin,
Şerhu Risâleti Resmi'l-Müftî, İstanbul, t.y. >. 5).
Hamdi DÖNDÜREN