Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Gurer ve Dürer Tercümesi Molla Hüsrev

Velî   Ve   Küfüv   Babı 2

Velî'ntn Hükümleri : 2

Küfüv'ün Hükümleri: 5

Memr   Babı 6

Kölenin Ve Kâfirin Nikâhı Babı 12

Kölenin Nikâhı: 12

Kâfirin Nikâhı : 15

Kasm   Babı 16

Süt  Emme Bölümü (Radâ') 17

Boşama   Bölümü  (Talâk) 19

Boşamanın Yapılması Babı 20

Talâkın Kinayeleri Faslı 25

Tefviz    Babı 28

(Boşamayı Kadına Devretmek) 28

Ta'lîk  Babı 32

Fârr'ın   Talâkı   Babı 35

(Mirastan   Kaçıranın   Boşaması) 35


Velî   Ve   Küfüv   Babı

Velî'ntn Hükümleri :

 

Velî lügat yönünden sâhib ma'nâsıuacUr. Örten velî yani velayet; küçük çocukda, delide ve kölede nikâhın sıhhatinin şartıdır. Çünkü bun­ların velîye ihtiyâcının sebebi aczdir. Küçük çocuk, deli (mecnûn) ve kölede ise acz mevcûddur. Velînin, küçük çocukda ve benzerinde nikâ­hın sıhhatinin şartı olması ve bunların zıtlarmın nikâhının mün'akid olmasının sıhhatinde velînin şart kılınmaması bilinince, musannif bu­nun, üzerine; âkile ve bâliğa olan «mükellef hür kadının nikâhı velîsiz mün'akid olur.» sözüyle açıklama yaptı. Gerek o bâliğa, bakire veya dul olsun, velîsîss nikâhı kıyılır. Mükellef olan hür kadın kendisini velînin izni olmadan tezvîc etse, İmâm Ebû Hamle (Rh.A.) ve Ebû Yûsuf (Rh. A.) a göre, geçerli olur. Yine Ebû Yûsuf (Rh.A.) dajx bir rivayette ge­çerli olmaz. Ancak velînin izni ile geçerli olur. İmâm Muhammed'-(Rh.A.) e göre, "velînin icazetine bağlı olarak geçerli olur. İmâm Mâlik (Rh.A.) ve İmâm Şafiî* (Rh.A.) ye göre, asla geçerli olmaz. Yani velî için küfü'ün gayrinde (kıza denk olmayan erkek hakkında) itiraz hak­kı vardır. Eğer velî dilerse fesheder ve dilerse icazet verir. O mükellef olan hür kadın küfü'ü (dengi) olmayan kocadan çocuk doğurmadıkca velî için itiraz hakkı vardır. Fakat o mükellef olan hür kadın o koca­dan çocuk doğurursa, çocuk zayi olmasın diye velîler için fesh hakkı yoktur. Çünkü o çocuğun mürebbisi olmamakla zayi' olur. Haniye ve Hulâsa'da böyle zikredilmiştir. Fakat Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsût'unda de­nilmiştir ki: Mükellef olan hür bâliğa kadın kendisini dengi olmayana tezvîc etse, velî nikâhı bilip ö kadın bir kaç çocuk doğuruncaya kadar sükût etse, ondan sonra.o velî, o koca için da'va açsa, velînin o koca ile karının arasını ayırmak hakkı vardır. Çünkü sükût nikâh hakkın­da rızâ sayılmaz. Ancak nassan bakire hakkında mâ sayılır. Kıyâs böy­le değildir. Nihâye'de böyle zikredilmiştir.

Mükellef olan hür ve bâliğa kadının, velînin izni olmadan kendisini denginden başkasına tezvîcde velî İçin itirazın caiz olmadığı da rivayet edilmiştir. Bunu İmâm A'zam'dan, İmâm Hasan (Rh.Aleyhimâ) rivayet etmiştir. Zira -çok şey vardır ki, vukuundan sonra onun kaldırılması mümkün olmaz. İmdi bunda da velî için itiraz caiz değildir. Zamanın fesadından dolayı fetva da bununladır.

Velîlerin bazısının rızâsı, tamamının rızâsı gibidir. Şayet velîlerden biri akd yapsa - eğer o velîler derecede eşit olurlarsa - geri kalanlar akdi bozamazlar. Eğer velîlerden bazısı âkidden daha yakın olsa, daha yakın olan için akdi bozma hakkı vardır.

Velînin mehri ve mehrîn benzeri eşyayı alması - ki kızın teçhizi ve velîme (düğün) hazırlıklarına başlaması gibi şeyler bunlardandır - rı­zâdır. Çünkü almak, akdin hükmünü kabullenmektir. Eğer velî mehr ve nafakada koca ile çekişse, kıyâsa göre rızâ ojmaz, istihsânda rızâ olur. Bunu Kâdîhân zikretmiştir.

Velînin sükûtu rızâ değildir. Çünkü velînin mütâlebeden (da'vâ.ve iddiadan), sükûtu muhtemeldir. İmdi sükût ancak özel yerlerde rızâ sayılmıştır ki bu, o özel yerlerden değildir.

Bâliğa olan bakire, nikâh için zorlanmaz. Yani bâliğa olan bakire kadın rızâsız nikâh edilmez. Yalnız küçük kız, dul da olsa, bize göre, zorlanır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, bakire kadın, bâliğa da olsa zor­lanır. Şu halde bakire olan küçük kız ittifakla zorlanır. Bâliğa olan dul kadın ittifakla zorlanmaz. Bundan sonra, bize göre, her velî için zorla­ma (cebr) hakkı vardır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre zorlama yoktur. Ancak baba ve babanın babası yâni dede için zorlama hakkı vardır. Eğer velî kendisi, o bâliğadan nikâha izin istese veya velînin vekili veya velînin elçisi veya velî kendisi tezvîc etse, imdi o bâliğa kendisi­ne tezvîc haberinin ulaştığını bilip de sussa veya müstehzi olmamak şartıyla gülse - zira o bâliğa alaylı gülerse rızâ olmaz - şayet gülümsese, gülümsemek rızâdır. Sahîh kavi budur, Nihâye'de böyle zikredilmiştir. -Veya sessiz ağlasa, kocasının kim olduğunu bilmek şartiyle bunların hepsi izin olur. Yani o bâliğamn sükûtu ve sükût üzerine atf olan şey­ler, izin olur, ancak eğer o bâliğa kocası kim olduğunu bilirse izin olur. Tâ ki o bâliğa kadının kocayı istediği veya istemediği ortaya çıksın. Hattâ velî bâliğaya; «Ben seni bir erkekle evlendirmek isterim» deyip de o bâliğa sussa, rızâ olmaz. Çünkü o evleneceği erkeğin kim olduğu­nu bilmiyor. Eğer velî bâliğaya; «Ben seni fülân yahut fülân kimse ile evlendireyim» deyip bir cemâat zikretse de bâliğa sussa bu nzâdır. Velî her hangisini dilerse onunla evlendirir. Zeyîaî (Rh.A.) böyle zikretmiş­tir.

O bâliğamn mehrini bilmesi şart değildir. Çünkü mehrsiz nikâh şahindir. Eğer tebliğ eden kimse fuzûlî (kendiliğinden giderse) aded ve­ya adalet, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, şart kılınmıştır. İma mey n (Rh. Aleyhimâ) ayrı görüştedir. Keza bunda da şüphesiz bâliğa olan bakire kadının sükûtu, zikredildiği gibi, izindir.

Şayet bâliğa olan bakire kadını velî onun yatımda evlendirip o bâ-liğâ sussa, esah kavide izin sayılır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Eğer velî yakın akrabadan başkası, yani yabancı veya uzakdan velî olup o bâliğadan izin istese, onun İzai sükût ile olmaz, belki söz ile olur.

çünkü bu susmak, yabancının sözüne iltifat az olduğu içindir. Şu halde rızâ üzerine delâlet etmez. Fakat elçi bunun aksidir. Çünkü elçi velî ye­rine geçer. Nitekim dul kadının rızâsı da söz île olur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.): »Dul kadına danışılır.» buyurmuştur. Çünkü dul kadının konuşması ayıp sayılmaz.

Zira alışıklıkla haya azalır. Şu halde dul kadının konuşmasına engel yoktur, demektir.

Kâfî'de zikredilmiştir ki, eğer rızâya delâlet eden fiil bulunursa, o İiil söz gibidir. Meselâ nefsini teslim veya mehrini ve nafakasını iste­mek gibi. Çünkü delâlet, sarahatin gördüğü işi görür.

Muhît'te de zikredilmiştir ki: Eğer o bâliğa kadın kocanın hedi­yesini kabul etse veya kocaya hizmet etse veya yemeğinden yese rızâ olmaz.

Yakın olan velîden başkasının izin istemesinde mehri ve kocayı bildirmek şart kılınmıştır. Denilmiştir ki: Babanın ve dedenin ve bu ikisinden başka kimsenin nikâha izin istemekte mutlaka mehri söy­lemesi gerekir. Çünkü bâliğamn rağbeti mehrin azlığına ve çokluğuna göre değişir. Sahîh olan şudur ki, eğer evlendiren kimse, baba veya dede olur da, yalnız kocayı zikrederse yeter. Çünkü baba nıehrden, an­cak daha çoğunu elde etmek için eksiltir.

Eğer evlendiren kimse, baba île dededen başkası olsa, kadına mut­laka evleneceği kocayı ve mehri belirtmesi gerekir. Nitekim Kâfî'de böyle zikredilmiştir.

Bâliğa kadının bekâreti, sıçramakla veya hayzı fazla olmakla veya bir yara ile veya ta'nîs ile yok olsa - ta'nîs bâliğamn ailesi yanında bâ­liğa oldukdan sonra, bakire sayılmaktan (yani bakireler sırasından) çıkıncaya kadar uzun müddet kalmasıdır -- veya zina ile yok olsa, o bâliğa kadın hükmen bakiredir. Yani susmasının rızâ sayılmasında bakire hükmüne tâbidir. Eğer koca ile bâliğa olan bakire kadın, susmada an-laşamaaalar, söz bâliğa olan bakire kadına âiddir. Kadının sözü kabul edilir. Yani koca bakire bâliğaya; «Sana nikâhı (evlenmeyi) tebliğ et­tim, sen sustun» dese ve o da; «Ben reddettim,» dese, bu takdirde söz bâliğanındır. Çünkü koca akdin lüzumunu ve bu'zın (cima hakkının) temellükünü iddia ediyor, kadınsa bunu reddediyor.

Kadının sustuğuna dâir kocanın delîl göstermesi kabul edilir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, delîl bulunmadığında kadına yemîn etti­rilmez. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, nikâhda yemîn ettirme bulunma­dığı için yemin ettirilmez. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda aya görüş­ledir.

Velî için, küçük oğlanı ve küçük kızı, gerekse o küçük kız dul ol­sun, evlendirmek hakkı vardır. İmâm Şâtiî (Rh.A.), bunda ayrı görüş< tedir. Nitekim daha önce geçti.

Gabn-ı fahiş ile nikâh etmesi caizdir. Gabn-ı. fahiş : İnsanların al-danmadiğı şeydir. Bu, babanın küçük kızını evlendirmekle ve mehrin-den aşın şekilde eksiltmekle olur.

Veya dengînden (küfü'den) başkasına nikâh etmesi caizdir. Bu, ba­banın küçük kızını köle ile veya küçük oğlunu bir câriye ile evlendir­meyidir. Eğer velî, baba veya dede, yani babanın babası olursa bu caiz­dir. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda ayrı görüştedir.

Fukahâ demişlerdir ki: Hılâf, baba ayık olduğu vakittedir. Eğer baba sarhoş olursa, nikahlama ittifakla sahih olmaz. Keza, eğer baba veya dedenin, açgözlülüğünden veya sefih olduğundan dolayı kötü bir seçme yaptığı bilinse, nikahlama ittifakla sahih olmaz. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur : Şüphesiz onların velayetleri nazarîdir. (Fay­da gözetmeye mebnîdir) Eğer zararı kapsarsa caiz oîmaz. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili ise şudur: Şüphesiz baba ile dedenin şefkatleri çoktur. Şu halde bu zarar başka faydalar karşılığında yok olur. Meselâ, koca­nın güzel huy sahibi olmasından, ülfet sahibi olmasından, nafakası ge­niş olmasından ve iffetli olmasından dolayı yok olur. İmdi zahir olan; baba ve dede, o kızı evlendirmekle bunları kasd etmişlerdir. Binâena­leyh zarar yoktur.

Eğer velî, baba veya dede olmazsa, gabn-ı fahişle nikâh etmek veya elenginden başkasına nikâh etmek ittifakla sahih olmaz. Çünkü baba ile dededen başkasında illet-i velayette sıhhat yoktur.

Velilerden baba ve dedenin akdinde, yani baba ve dede şayet küçük oğlanı ve kızı evleridirse, eğer mebr-i misli ile veya dengi ile evlendirse o akd yürürlükte olur. Şu halde bulûğdan sonra ikisinden biri için mu­hayyerlik yoktur.

Velîlerden baba ve dededen başkasının akdinde, bulûğ ile veya bu­lûğdan sonra nikâhı bilmekle feshetme muhayyerliği vardır. Yani, eğer küçük oğlan ve küçük kız bulûğdan önce akdi bilse, ikisinden her biri için bulûğa eriştiğinde feshetme muhayyerliği vardır. Eğer dilerlerse nikâh üzere kâim olurlar ve dilerlerse nikâhı bozarlar. Bu İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhaimned' (Rh.Âleyhimâ) e göredir. Eğer ikisi de bulûğdan önce akdi bilmezlerse, her biri bulûğdan sonra akdi Öğrenin­ce, feshetme muhayyerliğine mâliktir.

Musannifin, «baba ve dededen başkası» demesi, kâdîye ve anaya şâ­mil olur. Hattâ kâdî ile anadan biri küçük km evlendirse, muhayyerlik sabit olur. Sahih olan budur. Fetva da bunun üzerinedir. Kâtf'de de böyle zikredilmiştir.

Bu feshetme muhayyerliği kâdînin kazası şartıyledir. Yani küçük, oğlan veya kız bulûğdan sonra ayrılmayı seçseler, ikisi arasında olan nikâhı kâdî feshetmedikce ayrılma sabit olmaz. Itk (âzâd olma) mu­hayyerliği bunun aksinedir. Çünkü ıtk muhayyerliğinde hüküme muh-tâc olmaz. Muhayyer olan kadının serbestliği de bunun aksinedir. Çün­kü muhayyer kadın şayet kendini seçse hükümsüz ayrılma vâki olur.

Küçük oğlan ve küçük kız kâdînin hükmünden önce ölse, biri diğe­rine vâris olur. Yani ayrılma hükme şart kılındığı surette, hükümden önce küçük oğlan ve kızın biri ölse, gerek o küçük oğlan ve kız baliğ olsun, gerekse olmasın diğerine vâris olur. Çünkü hükümden önce nikâh bakîdir.

Bakirenin burada susması rızâdır. Yani bakirenin bulûğu sırasında veya bulûğdan sonra nikâhı bildiği vakitte susması rızâdır. Bakirenin muhayyerliği her ne kadar muhayyerliği bilmese de meclisin (bulundu­ğu vaziyetin) sonuna uzamaz. Çünkü bakire şayet kendisi için muhay­yerlik olduğunu bilmediğine binâen burada sussa muhayyerliği bâtıl olur. Bakirenin muhayyerliğini bilmemesi Özür sayılmaz. İmdi uygun olan kendi nefsini, bulûğa ermekle o meclisde ihtiyar (seçmek) etmesi­dir. Eğer bakire kanı gecede görse, diliyle nefsini ihtiyar eder, ve «ben nikâhımı feshettim», deyip ve sabah oldukda şâhid getirir, ve ben şim­di kam gördüm, der. Eğer o bakire hayz gördüğü anda «Elhamdülillah, ben nefsimi ihtiyar ettim.» dese, muhayyerliği üzeredir. Eğer hayz görr düğü anda hizmetçisini gönderip şâhidleri çağırsa, o.da şâhicüeri bula-masa, halbuki o bakire ayrı bir yerde olsa, ona nikâh lâzım gelir. Bu özür olmaz. Eğer bulûğu sırasında kocasının adını veya tesmiye olunan mehrini sorsa veya şâhidlere selâm yerse, o bakirenin muhayyerliği bâtıl olur. Eğer bulûğu sırasında nefsini seçip şâhid de gösterse, iki aya kadar kâdîye gitmese muhayyerliği üzeredir. Ayb muhayyerliği gibi. Zeylaı (Rh.A.) böyle zikretmiştir. Mu'takka, (Âzâd edilmiş kadın) bu­nun aksinedir. Yani bir câriye âzâd olur da kocası bulunursa, her ne kadar o câriye kendisi için muhayyerlik olduğunu bilmese de onun için ıtk (âzâd olma) muhayyerliği sabit olur. Bilmemesi Özürdür. Çün­kü efendisine hizmeti, öğrenmeye engel olur. Hürler bunun aksinedir. Çünkü ilim öğrenmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır. Küçük oğlan ve kıza gelince; Şayet ikisi de mürâhik (bulûğa yaklaşmış) olsa­lar, îmânı ve îmânm ahkâmım öğrenmek ikisine de vâcib olur. Veya o mürâhik ve mürâhikanın velîleri üzerine öğretmek vâcib olur. Mürâhik ile mürâhikayi kendi keyiflerine bırakmak doğru değildir. Çünkü Resû-lüllah (S.A.V.) :

«Çocuklarınız yedi yaşına vardığı zaman onlara namazı emredin, on yaşma vardıkları zaman (kılmazlarsa) onları dövün.» buyurmuştur.

Küçük oğlan ve dul kadın için meclisin muhayyerliği, onlar bulû­ğa erince sarahaten veya delâleten rızâ bulunmaksızın bâtıl olmaz. Sarahaten rızâ «razı oldum veya kabul ettim» demekle olur. Delâleten ise; öpmek, dokunmak, oğlanın mehri vermesi, dul kadının mehri ka­imi etmesi gibi razı olduğunu gösteren bir şey yapmakla olur. Yine kü­çük oğlanın ve dul kadının meclîsden kalkması ile de muhayyerliği bâ­tıl olmaz. Çünkü bulûğun muhayyerliği rızânın yokluğu ile sabit olur. Rızânın yokluğu ile sabit olan şey rızâ ile bâtıl olur. Ancak bakirenin susması rızâdır. Binâenaleyh, fazlası şöyle dursun meclisin sonuna ka­dar bile devam etmez. Oğlan çocuğun susması ise rızâ değildir. Şu hal­de susmayı gerektiren ayağa kalkma (kıyam) ile oğlanın muhayyerliği bâtıl olmaz. Dul kadının meclisden kalkmasıyla muhayyerliğinin bâtıl olmamasına gelince; Çünkü dul kadmm bulûğunun muhayyerliği ko­canın isbâtı ile sabit olmamıştır. Bu zahirdir. Onun ispatiyle sabit ol­mayan şey, meclise münhasır değildir. Üzerine inhisar edilecek şey tef-vîz (boşanmayı karısına havale) dir. Nitekim y&kmda yerinde açıkla­ması gelecektir. İnşâallâhu Teâlâ.

Nikâhda velî, küçük oğlanın malında tasarruf etmekde değildir. Zira   küçük   oğlanın   malında   tasarruf,   önce   babaya   âiddir.   Bundan sonra onun babasına sonra her ikisinin vasilerine âiddir. Bu, böy-iece devam eder. Binefsihi asabe olanındır. Binefsihî asabe, araya kadın girmeksizin ölüye bitişen erkekdir. Musannif «binefsihî asabe» sözü ile asabe bi'1-gayrdan ihtiraz eylemiştir. Kız evlâd gibi ki, şayet kız evtâd oğul ile asabe olsa, asabe bi'1-gayr olur. Kıza deli olan annesi velî ola­maz. Yine musannif, bu sözle kızla beraber kız kardeş gibi gayr ile be­raber olan asabe olan kimseden ihtiraz eylemiştir. Çünkü kız için deli olan kızkardeşine velî olma hakkı yoktur.

Velî, miras tertibi üzere asabe olandır. Yani nikahda velî olan er­kek evlâd, ne kadar aşağıda olsa da'takdim edilir. Ondan sonra asıl tak­dim edilir. O da babadır ve dede - ki babanın babasıdır - ne kadar yu­karı çıksa da dede takdim edilir. Ondan sonra ana - baba bir erkek kardeş, bundan sonra baba bir erkek kardeş, bundan sonra baba bir ana bir erkek kardeş oğlu, bundan sonra baba bir erkek kardeş oğlu, bundan sonra ana - baba bir amca, bundan sonra baba bir amca, bun­dan sonra baba bir ana bir amca o£lu, bundan sonra baba bir amca oğlu, bandan sonra mu'tak (azâd-edilmiş olan) takdim edilir. Artık bunda erkek - kadın müsavi olur. Ondan sonra mevlânm asabesd, on­dan sonra mecnûnenin velîsi, babanın btılunmas-yle beraber erkek ev-lâddır.

Velî, haeb (yâni hakkım menetmek) tertibi üzere de oluı. Yani ni­kahda uzak olan velî, hür olmak ve mükellef olmak şartıyle, yakın ve­lî ile mahcûbdur.                             

Kölenin, küçük oğlanın ve mecnûnun kendilerinden başkası üze­rine velayetleri yoktur. Çünkü başkası üzerine velayet kendi nefsi üze­rine velayetin fer'idir. İmdi kendileri üzerine velayetleri olmayan köle, küçük oğlan ve mecnûnun başkaları üzerine de velayetleri yoktur.

Evlenmek isteyen Müslüman kadın hakkında velînin Müslüman olması şarttır. Müslüman çocuğu hakkında da velînin Müslüman ol­ması şarttır. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :

«Allah kâfirlere, mü'minler üzerine asla fırsat vermeyecektir.» bu­yurmuştur. [1] Keza Müslüman için kâfir kadın üzerine velayet yok­tur. Musannif a uygun olan; «meğer ki o Müslüman velî bir kâfir cari­yenin efendisi veya sultânı ola» demek idi. Bunu Zeylaî zikretmiştir.

Nikâhda velî, asabe binefsihîden sonra anadır. Ondan sonra ana -baba bir kız kardeştir. Ondan sonra baba bir kız kardeştir. Ondan son­ra ana bir kız kardeştir. Ondan sonra mahrem olan zî-rahmdir. Dâima en yakın olan tercih edilir. Ondan sonra mevlel muvâlâttır. Mevlel muvâlât : Vârisi olmayan kimsedir ki başkasıyla ben bir cinayet işler­sem, diyeti sen ödeyeceksin, ölürsem mîrâsım senin olacak diye, velî tutunur.

Bundan sonra nikâhda velî Sultândır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Sultân, velîsi olmayan kimsenin vdîsicUi'.» buyurmuştur.

Bundan sonra nikâhda velî kâdıdir. Öyle kâdî ki Sultân tarafın­dan verilen fermanında, velîsi olmayan kimseyi evlendir, diye yazıl­mıştır.

Uzak olan velînin, küçük kızı, gaybet-i münkatıa ile gâib olan ya­kın velînin bulunmamasryle evlendirmek yetkisi vardır. Fukanadan ba­zıları; «Gaybet-i munkatıayı: Yakın velînin, ancak yılda bir kere kafile ulaşan bir beldede bulunmasıdır.» diye tefsir etmişlerdir. Bu tefsir Ku-dûrî'nin seçtiğidir. Bazıları da; «Yakın velî, sefer müddetinin en yakı­nında, yani kasr mesafesinde olursa uzak velînin evlendirmesi caiz­dir» demiştir. Çünkü sefer müddetinin uzağı için sınır yoktur. Böyle olunca yakın itibâra alınmıştır. Bu, Kâdî Ebû Ali en-Nesefî île Sa'd b. Muâz el-Mervezî, Sadru'l-İslâm el-Pezdevî ve Saâru'ş-Şehûf (Rh.Aley-him) in de ihtiyarlarıdır. Fetva da bunun üzerinedir. Kâfî'de böyle zik­redilmiştir.                                      ,

Bazıları demiştir ki: Yakın velî kızı isteyen küfü' (denk), ondan haber bekleyemeyecek kadar uzakta ise, uzak velînin evlendirmesi caiz olur. Bunu İmâm Şemsü'l-Eimme es-Serahsî (Rl: A.) ihtiyar eylemiştir. Nitekim o şöyle demiştir: İşin doğrusu, o yakın velî öyle bir yerde ol­malı ki, onun gelmesi beklense veya reyi öğrenilmek istense hâzır olan kızın dengi tâlib kaçırılmış olur, işte bu gaybet-i munkatıadır. Aksi takdirde bu gaybet-i münkatıa değildir. Çünkü yakın velînin velayeti nazarîdir (faydaya dayanır). Bu takdirde onun velayetinin ibkâsında (kalmasında) fayda yoktur.

Uzak velî için velayet sabit oldukdan sonra, şayet o uzak velî o kızı evlendirse, ondan sonra yakın velî gelse, o yakın velînin nikâhı fes­hetme yetkisi yoktur. Yani fesh caiz olmaz. Çünkü akd, velâyet-i tamme ile akd olunmuştur. Halbuki halef ile maksüd hâsıl oldukdan sonra asi üzere kudret hâsıl olmuştur.

Bir küçük oğlanın velîsi veya bir küçük kızın velîsi veya bir adamın vekili veya bir kadının vekili veya bir kölenin efendisi, her biri nikâhı ikrar etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, bunlardan hiç birinin ikrarı tas­dik edilmez. Başkası üzerine ikrar olduğu için tasdik edilmez. Ancak şâhidler nikâh üzerine şehâdet ederler; veya küçük oğlan ve kız âkil baliğ olup da tasdik ederlerse, veya müvekkil yahut köle tasdik ederler­se, kabul edilirler. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, şehâdetsiz ve tas­diksiz velî tasdik edilir. Bunun şekli şöyledir : Bir adam kâdî huzurun­da bir küçük kızın babası üzerine iddia edip bu adam küçük kızı bana verdi, dese, baba da o nikâhı kâdî yanında ikrar etse, kâdî zevcin iddia ettiği nikâh üzerine beyyine getirmedikçe nikâh ile hüküm veremez. Kâdî de küçük kız tarafından bir kimseyi vasî ta'yin edip hattâ o vasî nikâhı inkâr eder ve o adam o vasî üzerine delîl getirirse veya küçük kız nikâhı âkü baliğ adamı ve babasını tasdik ederse bu takdirde kâdî o adama nikâh ile hükmeder. Câriye bunun hılâfınadır. Çünkü Üç îmâm icmâ eylemişlerdir ki; şayet bir adam bir cariyenin efendisinden o cariyenin nikâhım iddia ettikden sonra o efendi cariyenin nikâhını ikrar etse, delilsiz ve tasdiksiz cariyenin nikâhıyle hüküm'verilir. Çün­kü efendi kendi aleyhinde ikrarda bulunmuştur. Zira efendi o cariye­nin kendine ve fercine (bud'una) mâlik olur. Köle bunun hılâfınadır. Çünkü Efendi kölenin ancak nefsine mâlik olur. [2]

 

Küfüv'ün Hükümleri:

 

Musannif, velînin hükümlerini açıklamayı bitirince, küfüv (denk) ile ilgili olan hükümleri açıklamaya başlayıp demiştir ki: Kefâet, îûgat yönünden bir şeyin diğerine benzer olmasıdır. Kefâet nikâhın lüzumu için erkekler ile kadınlar arasında nikâhda itibâr olunur. îmâm Mâlik (Rh.A.) bunda ayn görüştedir.

Arabda neseb yönünden itibâr olunur. Çünkü Arap olmayanlar ne-seblerini yitirmişlerdir. Kureyş kabilesi birbiri için küfüv olur. Ku-reyş'in gayri olan Arablar da, birbirlerine kabile kabileye küfüv'dürler. in gayri olan Arablarda, birbirilerine kabile kabileye küfüv'dürler. Ama, Kureyş'e küfüv (denk) değillerdir.

Mevâlî, yâni Arab olmayanlar — bunlara mevâlî denilmesi; ehl-i harb ile savaşda Araba yardım ettikleri içindir. Yardım ediciye de mevlâ adı verilir. Allah Teâlâ (C.C.) :

«Kâfirlerin mevlâsı (yardımcısı) yoktur.» [3] buyurmuştur. — bir­birlerine küfü' (denk) dürler.

Acemler birbirilerine küiü'dürler. Yani, onların nesebi itibâra alın­maz. Onlar Araba denk (küfüv) olmazlar.

Kefâet [4] neseb yönünden itibâr olunduğu gibi, İslâm yönünden de itibâr olunur.

Kendisi binefsihî Müslüman olan kimse, İslâm'da bir tek baba sa­hibi olan kimseye denk olmaz. İslâm'da iki baba sahibi olan kimse Müs­lüman babaları olan kimse gibidir. Yani İslâm'da ebevân sahibi olan kimse, yani baba ve dedesi Müslüman olan kimse İslâm'da baba ve de­delere sâhib olan kimseye denk olur. Çünkü ta'rîf ebeveyn lafzı ile vâ~ kî olur. Fazlası itibâra alınmaz.

Kefâet neseb ve İslâm yönünden itibâr olunduğu gibi, hürriyet yö­nünden de itibâr olunur. Şu halde bir köle veya azâd edilmiş köle, aslı hür olan kadın için küfüv olmaz. Babası azadlı olan kimse de hür ebe­veyn sahibi olan kimse için denk olmaz.

Kefâet, hürriyet yönünden itibâr olunduğu gibi, diyanet yönünden de itibâr olunur. Şu halde fâsık erkek sâliha kadın için ve sâlih adamın kızı için denk olmaz.

Kefâet, mal yönünden de itibâr olunur. Mal yönünden itibâr, er­keğin mehre ve nafakaya mâlik'olmasıyle olur. Zahir rivayette mu'te-ber olan budur.                                             .

Mehr-i muaccelden ve nafakadan âciz olan kimse, fakir kadın için denk olmaz, Mehr-i muaccelden âciz oldukda denk olmamasına gelin­ce;  çünkü mehr kadından cima istifâdesine karşılık kılınmıştır.  Şu halde nıehr-î muacceli teslim etmek gerekir. Çünkü mehr ile murâd ta'-cili âdet olan miktardır. Zira bundan ötesi örf yönünden nıehr-i mü­ecceldir.

Nal akadan âciz olmakla küi'iiv yâni denk olmaması ise, evliliğin kıvamı ve devamı nafaka ile olduğu içindir.

Esah kavilde, zenginlik yönünden denk olmaya (kelâete) itibâr olunmaz. Şemsu'l-Eiınme cs-Serahsî (Rh.A.) ve Zahire sahibi demiştir ki : Esah olan şudur ki, zenginlik yönünden kefâet itibâra alınmaz. Çünkü malın çokluğu esah kavle göre makbul değildir. Resûlüilah (S-A.V.) :

«Malı çok olanlar helak oldu. Ancak malı için şu mal şuna, şu da yuna diyen, yani o malı tasadduk eden helak olmadı.» buyurmuştur.

Şu halde mehr ile nafakaya kadir olan kimse, çok mal sahibi olan kimse için küt'üv olur. Çünkü zenginlik itibâra alınmam.

Kefâet, ma! yönünden olduğu gibi sanat yönünden de itibâra alı­nır. Çünkü insanlar san'at ile övünürler. Meselâ dokumacı attâra (gü­zel kokular satan kimse) küfüv değildir. Demirci, ayakkabıcı da öyledir. Bezzaz (manifaturacı) attâra küfüv'dür. Âlim olan Acemî (yâni Arap-dan başka millet) câhil olan Arabi için denk olur. Çünkü ilim şerefi neseb şerefine karşılık olur.

Fakir âlim de, yani zengin ^olmayan âlim de, - çünkü mehr-i muac­cel ve nafaka üzerine kadir olmak vâcibdir - ve Hz. Ali (R.A) soyundan olana; câhil olan zengine denk olur. Zira bilirsin ki, zenginlik mu'teber değildir. Ve ilim şerefi, zenginlik şerefini karşılar.

Köylü, şehirli için denk yâni küfüv olur.

Bir kadın kendisini bir adama nıehr-i mislinden eksiği ile tezvîc et­se, velî için mehr-i mislini tamamlatmak veya ikisi arasını ayırmak hakkı vardır. Çünkü kadının eksik mehr ile evlenmesi ar (utanç) ve­ricidir. Zira velîler mehr-i misi ile övünürler ve eksik ile utanç duyar­lar. Şu halde velîler için itiraz hakkı vardır.

Bir adam bir şahsa bir kadın tezvîc etmeyi emretse, o şahıs da bir câriye tezvîc etse, caiz olur. Çünkü bu söz mutlak sâdır olmuştur. Töhmet yerinden başkasında ıtlâkı üzere carî olur. Nitekim o şahıs kendi cariyesini tezvîc ederse töhmet olur (yâni caiz olmaz).

Bir engel olmamalıdır. Nitekim o adamın nikâhı altında hür bir kadın olsa engel olur. Şayet emredilen şahıs bir akd ile iki kadını tezvîc etse câi2 olmaz. Çünkü iki kadını birden iltizâmına vech yoktur. Zira âmirin emrine aykırıdır. Öncelik bulunmadığı için o iki kadının ikisin­den birine ta'yîni iltizâma da vech yoktur. O iki kadından birine ta'-yinsiz iltizâma da vech yoktur. Çünkü o şahıs nikâhdan maksûd olan şeyi kesin bildirdiği için nikâhın meçhul kadına izafeti muhtemel ol­maz. O,maksûd olan şey cimâdır. Çünkü belli kadından başkasını cima imkânsızdır.

Bir kadın kendisini bir gâib erkek için şâhidlerin huzurunda; «Siz şâlnd olun ki ben kendimi lülân kimseye tezvîc ettim.» demekle tezvîc etse, o gâib kişi de kendisine nikâhın haberi erişmekle tezvîce «Oluru dese, eğer o meclisde gâib kimse tarafından kabul eder bir kimse olsa, gerek o kimse fuzûlî olsun veya vekîl olsun, nikâh caizdir. Eğer o mec­lisde gâib tarafından kabul eder bir kimse olmazsa, nikâh caiz olmaz. Çünkü kadından sâdır olan şey akdin yarısıdır. Yarısı ise gâib olan ni­kâh sahibinin kabulüne bağlı değildir. .Bilâkis o meclisde kabule bağ­lıdır. Gerekse o kimse fuzûlîden olsun. Çünkü fuzûlîde akdin sureti tahakkuk eder. Bu akdin tamâmı gâib olan nâkih (nikâh sahibi) in iznine bağlı olur. Bir adam, bir taraftan fuzûlî olmamak şartıyla ni­kâhın iki tarafına, yâni îcâb ve kabule velî olur. îcâb ve kabulü söyle­mesi şart değildir. Belki bir adam iki tarafın vekili olunca, o kızı o oğlana tezvîc ettim, derse kâfi gelir.

Nikâha velî olan kimse için bir kaç kısım vardır: Ya asil ve velîdir.

Nitekim amca oğlu amcasının kjüçük kızım kendisine nikahlaması gibi. Veyaasıl ve vekildir. Nitekim bir kadın bir erkeği kendisine tezvîce ve­kîl etmek gibi.

Veya iki tarafdan velîdir veya iki taraftan vekildir veya bir taraf-dan velî ve diğer tarafdan vekildir. Fuzûlî olmak caiz olmaz. Nitekim fuzûlî ile beraber asil olmak caiz olmadığı gibi. Veya bir tarafdan veli ve diğer tarafdan fuzûli veya bir tarafdan vekîl ve diğer tarafdan fu­zûlî veya iki tarafdan fuzûlî olmak caiz olmadığı gibi.

Bir kadın bir erkek için kendisini tezevvüc etmeye izin verip o erkek o kadını kendisi için iki şâhid yanında tezvîc etse, nikâh caiz olur.

Çünkü o kimse o surette iki tarafı, bir yönden fuzûlînin gayri olduğu için tevellî edince «Tezvîc ettim» sözü iki tarafı kapsar ve kabule hacet kalmaz. -Keza amca oğlu amcasının kızını kendisine nikâh etse, bu nikâh da sahih olur. Çünkü bir taraftan fuzûlî velî değildir. Eğer bir kadın bir erkeği kendisim tezvîce vekîl etse, o erkek o kadını kendi: sine nikâh etse, caiz olmaz, çünkü kadın o erkeği müzevvic (evlendiri-ci) ta'yîn etmiş, mütezevvic (evleniri) ta'yîn etmemiştir. [5]

 

Memr   Babı

 

Mehıı [6] belirtmeksizin ve mehri kaldırmak şartıyle nikâh sahîh-ttir. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :

«Bunlardan başkasını mallarınızla istemeniz size helâl kılındı.» [7]buyurmuştur.

Şüphesiz de olan (Bâ) özel bir lafızdır. Ma'nâsı, ilsâk (bitiştirmek) dır. Şu halde; istemenin maldan ayrıl­masının imkânsız olduğuna kesinlikle delâlet eder. İstemek de sahih akiddir.                                      

Eğer denilirse ki: Allah Teâlâ' (C.C.) in;

«Hoşunuza giden kadınlarla evlenin» [8] kavli şerifinde, istemek (ibtiğâ) mal ile ilsâkdan mutlak olarak vârid olmuştur. Mutlak bize göre, mukayyed üzere hami olunmaz ve bir de istidlalin hulâsası şudur : Şüp­hesiz Allah Teâlâ (C.C.) sahih ibtigâyı yani istemeyi mala bitişik ola­rak helâl kılmıştır. Bunun gereği, maldan ayrılmış olan istemenin sa-hîh olmamasıdır. Yoksa sahih ve neiyedilen yâhûd susulan mehrîn sa­bit olmasını gerektirmek değildir.

Biz birinciye cevâb olmak üzere deriz ki; (yani istemek nıal ile bir-likde olduğu halde birleştirmek «ilsâk» den mutlak vârid oldu, sözün­den murâd); şayet hâdise ile beraber hüküm birleşmiş olsa ve mukay-yed ile mutlak müsbet hüküm üzerine dâhil olsa, şüphesiz mutlak, bize göre de, mukayyed üzerine hami olunur. Nitekim usûlde takrir olun­duğu gibi. Burada da böyledir.

İkinciye cevâb olmak üzere deriz ki; (yani istemek «ibtiğâ» mal ile sahîh olur, sözünden murâd); şüphesiz Allah Teâlâ' (C.C.) nın :

»Kadınlara el sürmeden ve mehrlcrini biçmeden onları boşarsanız size sorumluluk yoktur.» [9] kavli şerifi önceden mehr konmaksızın talâkın gerçekleşmesi üzerine delâlet eder. Halbuki boşamak (talâk) ancak şer'î nikâh üzerine terettüb eder.

Mehr konulmaksızın nikâh >ahih olunca, bizim hamlettiğimiz şey üzerine mezkûr âyetin ha mi edilmesi vâcib olur.

Mehrin en azı, her on dirhem yedi m işkâl olmak üzere, gümüş ola­rak on dirhem miktarıdır. [10] Gerek on dirhem basılmış gümüş olsun veya basılmamış gümüş olsun ve gerekse basılmış olan on dirhem kül­çenin değeri az olsun, müsavidir. Şerikat (hırsızlık) nisabı bunun hı-lâfınadır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Şayet nikâhdâ on dirhemden az mehr konsa, kadına on dirhem ınchr, vacib olur. Eğer on dirhemden fazla konulsa, konulan fazlalık kadına cinsî münâsebet sırasında yahut sahih halvet (yalnız başlarına bir arada bulunmak) de vâcib olur. Sahîh halvetin açıklaması yakın­da gelecektir.

Veya mehr ikisinden birinin ölmesiyle vâcib olur. Şüphesizki ölüm, boşamak gibi mehri sağlamlaştırıcıdır.

Cimâ'dan ve sahîh halvetten önce boşamakla nıehı-i müsemmâmn (kararlaştırılmış mehr) yarısı vâcib olur. Cimâ'dan, sahîh halvetten ve Ölümden biriyle mehr-i misi! [11] vâcib olur.

Şiğâr (değiş - tokuş) da' mehr-i misil vâcibdir. Şiğâr : İki adamdan her biri kızını veya kız kardeşini diğeriyle evlendirip ve diğeri de kızını Veya kızkardeşini ona tezvîc ederek her iki kadının cima istifâdesini öteki kadımnki kadar yapmakla olur. Şiğâr, bize göre sahîhdir ve ka­dınlardan her biri için mehr-i misil vardır. Şiğâr diye adlandırılması­nın sebebi şudur : Çünkü şuğur lügat bakımından kaldırmak ve hâlî (boş) bırakmaktır. Sanki tarafeyn, bu şartla mehri kaldırmak ve cima istifâdesini ondan hâlî bırakmışlardır.

Şiğârda nıehr-i misi vâcib olduğu gibi, şayet koca ile karı belli bir şey üzerine rızâlaşmasa, mehr tesmiye olunmayan veya mehr kal­dırılan nikâhda yine mehr-i misi vâcib olur. Şayet belli bir şey üzerine rızâlaşsalar o şey vâcib olur.

Nikâhda şarâb veya domuz tesmiye olunsa veya şu sirke diye tes­miye olunup şarab çıksa veya şu köle diye tesmiye olunup, hür olsa ve­ya cinsleri açıklanmayan giysi veya hayvan tesmiye olunsa veya Kur'-ân öğretmek üzere tesmiye olunsa veya hür olan kocanın kadına bir yıl hizmet etmesi tesmiye olunsa, bunlarda mehr-i misi vâcib olur. Çün­kü meşru olan, mâl-i mütekavvimi (kıymeti olan mal) istemektir. Hal­buki ta'lîm (öğretmek) kıymeti olmak şöyle dursun mal bile değildir. Keza menfaatler de bizim kaidemize göre böyledir. Eğer kadını bir başka hür erkeğin hizmet etmesi şartıyla alsa bazıları «Hizmete müstehak ol­mazı» demişlerdir. Sahîh olan kavle göre, kadın hizmete müstehak olur, hizmetin kıymetini kocadan alır. Eğer kadını davar gütmeye veya ekin ekmeye karşılık nikâh etse, «Asi» m rivayetine göre caiz olmaz. Doğrusu: Kadın için bunun biHttifâfe caiz olmasıdır. Delili: Hz.-Mûsâ, (A.S.) ve Hz. Şuayb' (A.S.) in kıssalarıdır. Çünkü bizden Öncekilerin şeriatını Al­lah Teâiâ (C.C.) ve Onun Resulü (S.A.V.) inkâr etmeksizin anlattıysa, bizim için de şeriattır. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.

Eğer koca köle olsa vâcib olan hi/mettir. Kölenin hizmeti, o köle rakabesinin teslimini kapsadığı için mal ile taleb sayılır. Hür böyle de­ğildir.

Mehr-i misi vâcib olduğu gibi, müfevviza kadın için mutada vâcib olur. Müievviza, «vâv» m kesriyle, kendisini mehr zikretmeksizin veya kendisi için mehr olmamak üzere tezvîc eden kadındır. Öyle müfevviza kadın ki, cimâ'dan önce boşanılsa mut'a vâcib olur. Mut'a, bir gömlek, bir başörtüsü ve bir de çarşaftır. Koca zengin, de olsa, mehr-i mislin ya­rısından fazla olmaz. Koca fakir de olsa beş dirhemden eksik olmaz.

Mut'a kocanın durumuna göre olur, karının durumuna göre olmaz. Hidâye sahibi, nass-ı kerîm ile amel ederek salıîh olan budur demiştir. Nass-ı kerîm, Allah Teâlâ' (C.C.) nın şu kavli şerifidir;

«Zengin olanınız kudretincc,  darda bulununum da hâlince  (ve­rir).» [12]

Bazısı; Mu t'ada kan ile kocanın hâline itibâr edilir» demiştir. Bu­nu el-B eda i sahibi hikâye etmiştir. Âyet-i kerîmede buna işaret vardır.

O da Allah Teâlâ' (C.C.) nın i «Uygun bir şekilde» kavl-i şerifidir. Şu halde bu söz Fıkha daha uygundur (eşbehdir). Nitekim na­faka konusunda söylediğimiz gibi. Çünkü nafaka yalnız kocanın duru­mu ile itibâr edilse idi, bir mut'ada yüksek tabaka ile alçak tabakadaki kadını eşit tutmamız gerekirdi. Halbuki bu insanlar arasında ma'rûf değildir. Belki bu beğenilmez (münkerdir). Bunu Zeylaî (Rh.A.) zik­retmiştir.

Müfevviza kadından başkası cimâ'dan önce boşanılsa, mut'a müs-tehab olur. Ancak mehr tesmiye olunup cimâ'dan Önce boşanılsa, o kadın için mut'a müstehab olmaz. İstisnadan sonra geri kalan . Cima olunmuş fakat mehri tesmiye edilmemiş boşanan kadın ile, cima olunmuş mehri de konmuş boşanan kadındır. Şu halde anlaşılıyor ki, mutal-lakât (boşanmış kadınlar) dört çeşittir.

Birincisi: Boşanmış olup cima edilmeyen ve mehri de konmayan ka­dındır. Onun için mut'a vâcib olur.

İkincisi: Boşanmış bir kadın cima olunmayıp onun için mehri konmuş olsa onun için mut'a müştehab olmaz.

Üçüncüsü : Boşanmış, cima olunmuş, ve fakat mehri konmamış olandır.

Dördüncüsü : Boşanmış cima olunmuş, mehri de konulmuş olan­dır. Bu son ikisine mut'a müstehabdır. İmdi 'hâsıl olan şudur ki; koca şayet kadını cima etse, o kadın için mut'a müstehab olur. Gerek o ka-dın için mehr konulsun, gerekse donulmasın müsavidir. Çünkü koca, üzerine akd yapılmış şeyi - ki o feredir - kendisine teslim ettikden son­ra, talâk (boşama) ile o kadım yalnız bırakmıştır.. Şu halde kocaya müstehab olan, o kadına vâcib olandan fazla bir şey vermektir. O vâ­cib mehr konulduğu surette mehr-i müsemmâdır. Konulmadığı surette o kadın cima edilse bile, mehr-i misidir. Şu halde mehr konulduğu su­rette ferci teslîm etmeksizin müsemmâmn yarısını alır. Kadın için bir şey müstehab olmaz. Kadına mehr konulmadığı surette de mut'a ver­mek vâcib olur. Çünkü kadın bir şey almamıştır, ve fercin taleb edil­mesi maldan ayrılmaz.

Akdden sonra konulan veya ziyâde edilen şey yarıya bölünmez. Ya­ni bir adam evlense de kadına mehr koymasa veya mehr olmayacak dese, bundan sonra koca ile karı mehr koymak için rızâlaşsalar ve akd-eten sonra kadına mehr koysa yahut kadını mehr-i nıüscmmâ üzere alsa ondan sonra müsemmâ üzerine ziyâde etse, ondan sonra, duhûl­den önce koca o kadım boşasa, akdden sonra müsemmâ yarıya bölün­mez. Akdden sonra müsemmâ üzerine ziyâde edilen de yarıya bölün­mez. Belki birincide mut'a vâcib olur. İkincide, akd sırasında olan mü­semmâmn yarısı vâcib olur.

Cimâdan önce boşamakla ziyâde düşer. Ziyâdenin yarıya bölünme­mesine sebeb şudur: Çünkü ziyâde, akd ile vâcib için ta'yîndir ve o vâcib mehr-i misidir.. İmdi bu vâcib yarıya bölünmez. Onun yerini tu­tan da bölünmez. Ziyâdenin düşmesine sebeb, boşama duhûlden önce olduğu içindir. Zira akd ile beraber konulmayan mehrin hepsi duhûl­den önce boşamakla bâtıl olur. Hattâ boşama duhûlden sonra olsa, mü­semmâ ile beraber ziyâde vâcib olur.

Kadimn, kocanın zimmetinde olan mehr-i mislden indirim yapması sahîhdir. çünkü mehr, sonuç itibariyle (bakâen) mel ir kadının hakkının hakkıdır, tndirim, sonuç hâline rastlamaktadır.

Halvet, koca ile karının, bir araya gelmeleridir. Şöyle ki: Koca ile karının izni olmadan hiç kimse onların durumlarını bilemiyeceği bir yerde onlar ile beraber bir âkilin bulunmaması veya karanlıkdân do­layı koca ile karının hallerine bir kimsenin muttali olmamasıdır. Ko­canın da, o kadının zevcesi olduğunu bilmesidir.

Öyle halvet ki, hissen veya tab'an veya şer'an cimâa bir engel bu­lunmamalıdır. Birincisi, yani hissen engel olan, meselâ koca ile karıdan birinin cimâını meneden hastalık gibi bir engel bulunmamalıdır. İkin­cisi, yani tab'an engel olan, meselâ cimâı meneden hayız ve nifâs gibi bir engel bulunmamalıdır. Bu hayz ve nifâs tab'an olduğu gibi, şer'an da engel olmaya aykırı değildir. Üçüncüsü, yani şer'an engel olan me­selâ, cimâı meneden, farz veya nafile için ihrâmh olmak gibi, engel olmamalıdır. Ve farz olan oruç - ki o Ramazan orucudur - gibi bir engel bulunmamalıdır. Sahîh halvet, mehr için müekked olmada cima gibidir. Her ne kadar koca mecbûb (erkeklik organı kesik) veya hasıy (husyele­ri çıkarılıp erkekliği giderilmiş) veya innîn (cinsî münâsebetten âciz) olsa da veya koca esah kavide farz orucun kazasını tutsa da veya koca bir rivayette adak orucu tutsa da halvet, cima gibidir.

Namaz, farz ve nafile yönünden oruç gibidir. Yani halvet farz oruç­la sahîh olmadığı gibi, farz namazla da beraber sahîh olmaz. Halvet na­file oruçta sahîh olduğu gibi, nafile namaz ile beraber sahîh olur.

Sahîh halvetin hepsinde, kadına iddet vâcib olur. Yani halvetin zikredilen kısımlarından hepsinde, gerek sahîh halvet, gerekse fâsid olsun, kadının rahmi mecbûnun suyu ile meşgul olur kuşkusundan do­layı ihtiyaten kadına iddet vâcib olur.

Bir kadın bin akça mehrini alıp, o bin akçayı kocasına hibe etse  ve koca o kadını cimâ'dan önce boşasa, koca o bin akçanın yansım ka­dına geri verir. Yani bir kimse bin akça üzerine bir kadın ile evlenip o kadın bin akçayı alsa ve o bin akçayı kadın kocasına hibe etse, ondan sonra koca duhûlden önce o kadını boşasa, koca kadına binin yarısı olan beşyüzü geri verir. Çünkü kocaya, duhûlden önce boşamakla icâb eden şeyin ayn'ı ulaşmaz. Zira koca o şey sebebiyle mehrîn yarısına müstehak olur. Halbuki alınmış olan mehr değildir. Belki ondan be­deldir. Çünkü mehr zimmette borçtur. Halbuki alınmış olan ayn'dır. Şu halde alınmış olanın hibesi, başka bir malın hibesi gibidir. Kocanın hakkı ise mehrin yansının teslîmindedir. Halbuki teslim yoktur. Şu halde erkek mehrin yarısını geri verir.

Keza konulan mehr ölçülmüş veya tartılmış zimmette diğer bir şey olsa, koca kadına mehrin yansını geri verir. Çünkü bu, ölçülmüş ve tartılmış mehr gibi, ayn'ın gayrı deyn'dir.

Eğer kadın mehrini alıp veya mehrin yarısını alıp, hepsini veya al-' (lığından geri kalanı kocasına hibe etse veya mehr malını almazdan Önce ve aldıkdan sonra kocasına hibe etse, bu takdirde kocanın geri vermesi gerekmez. Yani kadın mehrden bir şey almazdan önce hepsini kocasına hibe edip ondan sonra koca karıyı duhûlden önce boşasa koca kadına mehrden bir şey geri vermez. Çünkü zevç için, duhûlden önce boşamakla müstehak olduğu şeyin aynı salim olmuştur. Kadına başka bir şey gerekmez. Bunun gayesi şudur ki: Bu selâmet, boşamadan baş­ka bir sebeble hâsıl olmuştur. Maksad hâsıl olunca sebeblerin muh­telif olmasına önem verilmez. Keza, eğer kadın mehrin yarısı olan beş yüzü alsa, ondan sonra alınan ve alınmayan binin hepsini hibe etse ve­ya kadın kocanın zimmetinde olan geri kalanı hibe etse, ondan sonra koca duhûlden önce kadını boşasa koca, geçen gibi, kadına mehrden bir şey geri vermez. Çünkü kocaya müstehak olduğu şeyin ayn'ı ulaş­mıştır. Nitekim daha önce geçti. Eğer kadın bin akça mehrinin yarısın­dan çoğunu — meselâ altıyüzünü — alsa ve kocanın zimmetinde kalanı kadın hibe etse, ondan sonra koca duhûlden önce o kadını boşasa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, koca yüzü kadına geri verir. İmâmcyn' (Rh.Aley-himâ) e göre, üçyüzü geri verir. Eğer kadın mehrin yarısından daha azı­nı alsa - meselâ ikiyüz gibi - İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, koca kadına bir şey geri vermez, tmâmeyn' (Rh. Aleyhi mâ) e göre, yüzü geri verir. Keza, eğer koca kadım ta'yîn ile belli olan bir şey üzerine tezevvüc et­se - meselâ kumaş gibi - kadın o kumaşın yarısını veya hepsini hibe etse, gerek o kumaşı kadın alsın, gerekse almasın, ondan sonra koca o kadını duhûlden önce boşasa, koca kadına bir şey vermez. Zira koca­nın hakkı duhûlden önce boşamakla kadın yönünden bedelsiz alınmış olanın yarısının selâmetidir. Halbuki koca ona ulaşmıştır. Çünkü ku­maş belli olan şeydendir. Verilmiş olan mehrin ayn'ıdır. Her hal ile kocanın maksadı olmuştur. Şu halde koca bir şeyle geri dönmez.

Bir kimse bir kadım kendi oturduğu yerden çıkarmamak üzere bin akça ile veya o kadın üzerine evlenmemek şaıüyle nikâh etse veya ko­ca o kadın üe beraber ikâmet ederse bin akça üzerine ve eğer oturduğu yerden çıkarırsa ikibin akça üzerine nikâh etse, eğer koca bu şarta uyar­sa, yâni oturduğu yerden çıkarmamak veya üzerine başka kadın tezev­vüc etmemek üzere nikâh ettiği kadında vefa etse, eğeı- koea kadın ile ikâmet ederse, bin akçaya ve eğer çıkarırsa ikibin akçaya nikâh ettiği kadın ile ikâmet ederse, o kadının o bin akçayı alma hakkı vardır.

Eğer koca şarta vefa etmeyip ve kadın ile ikâmet etmezse, o kadın için mehr-i misi vardır. Vefa suretinde bin akça ve vefasızlık suretinde mehr-i misi olmasının sebebine gelince; Çünkü müsemmâ mehr için sâ-1 ihtir, halbuki vefa sebebiyle kadının rızâsı tamâm olmuştur. Vefâsız-lıkda mehr-i misi olmasının sebebi ise şudur : Zira koca kadına fayda bulunan şeyle mehr tesmiye eylemiştir. O şeyin yok olmasıyle kadının bin akçaya rızâsı yok olmuştur. Binâenaleyh kadının mehr-i misli ta­mamlanır. Bu İmâm Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye güredir. Ebû Hanîle' , (Rh. A.) ye göre, birinci şart sahîhdir, ikinci şart değildir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, şartın ikisi de sahîhdir. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, şartın ikisi de fâsiddir. Fakat sonuncu mes'elede mehr-i müsemmâdan fâzla olmaz. O sonuncu mesele, musannifin «eğer ikâmet ederse bin var­dır.» sözüdür. Şayet koca, kadını oturduğu yerden çıkarsa, rnehr-i misi vâcib olur. Lâkin o mehr-i misi, şayet ikibinden daha çok olsa, fazlası vâcib 'olmaz. Eğer mehr-i misi bin akçadan daha az olsa, bin akça vâcib olur. îkisi ittifak ettiği için o binden bir şey noksan olmaz. Çünkü mehr iki binden fazla olmaz.

Bir adam bir kadını, şu köle ile veya şu köle ile diye nikâh etse, halbuki o iki kölenin birisi eksik olsa, yani birisi kıymet bakımından diğer köleden daha az olsa, mehr-i misi hakem yapılır. Eğer mehr-i misi, o iki kölenin kıymeti eksik olanından daha az olsa,. o kadın için kıy­meti eksik olan köle gerekir. Eğer mehr-i misi o iki kölenin kıymeti yüksek olanından daha çok olsa, o kadın için, kıymeti yüksek olan kö­le gerekir. Eğer mehr-i misi değeri az olan köle ile değeri yüksek olan köle arasında olsa, o kadın için mehr-i misi vardır. Bu İmâm Ebû Hanî­fe' (Rh.A.) ye göredir. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, o kadın için o nıes'elelerin hepsinde değeri az plan gerekir. Şayet o adam kadını cimâ-dan önce boşasa, değeri daha az olanın yarısı lâzım gelir. Yani o kadın için biPicmâ bu mes'elelerin hepsinde değeri daha az olan kölenin ya­rısı lâzım gelir. Bir kimse bir kadını nikâh edip ve o kadına iki köleyi mehr kılsa, halbuki iki kölenin birisi hür olsa, eğer kölenin değeri on dirheme eşit olursa, kadının mehrî köledir. Eğer kölenin değeri on dir­heme eşit olmazsa o kadın için on dirhem tamamlanır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.-

Bir kimse bir kadın nikâh edip bekâreti şart kılsa, halbuki o kim­se o kadım dul bulsa, mehrin hepsini vermek gerekir ve şarta itibâr yoktur.

At cinsini ve herevî cinsinden olan giysiyi mehr kılmak, her ne kadar niteliği bildirilmese de sahih olur. Cinsi açıklanıp niteliği açık­lanmayan, Ölçülen ve tartılan şeyi mehr kılmak sahih olur. Ölçülen ve tartılan şeyin orta olanı (vasatı) lâzım gelir yeyâ vasatın değeri lâzım gciir. Eğer cinsi açıklandığı gibi, niteliği açıklan&a, niteliği anıklanan lâzım gelir.

Kadına fâsid nikâlıda cima ile mchr-i misi vâcib olur. Sahih hal­vet ile mehr-i misi vâcib olmaz. Yani fâsid nikâhda mehr-i misi ancak cima ile vâcib olur. Çünkü mehr ancak cimâ'da îercin menfaatlerini tamamiyle almakla vâcib olur. Yalnız akd ile vâcib olma2. Sıhhatine engel bulunduğu için halvet ile de vâcib olmaz. O engel de hürmettir. Zira, halvet, cima yerine geçmez. Ancak cimâ*y& imkân verdiği için onun yerine tutulur. Halbuki hürmet ile beraber temekkün olmaz. Bun­dan dolayı halvet ile musâhera hürmeti vâcib olmaz. İddet de vâcib olmaz. Koca ile karıdan her biri için, birisi hâzır olmaksızın fâsid ni­kâhı fesh etmek hakkı vardır. Bazıları; «Koca ile karıdan birisi için du­hûlden sonra fesh yoktur. Ancak o birisinin hâzır olmasında vardır.» demişlerdir. Nitekim, teslim aldıkdan sonra fâsid satışda olduğu gibi ki, teslim aldıkdan sonra iki âkidden biri diğeri hâzır olmadıkça akdi bo­zamaz.

Mehr-i müsemmâ üzere ziyâde olmaz. Yani fâsid nikâhda eğer ka­dının mehr-i misli müsemmâdan çok olsa, kadın o ziyâdenin aşağısına' razı olduğu için, müsemmâ üzere olan ziyâdeye itibâr edilmez. Şayet' mehr-i misi müsemmâdan daha az olsa, tesmiyenin sjhhati bulunma­dığı için, mehr-i misi vâcib olur. Satış (bey') bunun aksinedir. Çünkü satış kendi kendine mâl-i mütekavvimdir. O satışın bedeli kıymetiyle takdir edilir. Eğer tâsid nikâhda mehr tesmiye olunmazsa veya mechû-len tesmiye olunsa, «bâliğan mâ beleğâ» (ne kadara varırsa varsın) it­tifakla mehr-i misi vâcib olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Pâsid nikâhda iddet, ihtiyat yerinde akd şüphesinden dolayı ha­kîkaten ilhak yönünden vâcib olur. Neseb şüphesinden sakınarak da vâcib olur. O iddetin başlangıcı, tetrîk vaktindendir. Cimâ'ların sonun­dan değildir. Sahih kavi budur. Çünkü iddet nikâhın şüphesi itibariyle vâcib olur ve o şüphenin kaldırılması ayırma İledir.

Fâsid nikâhda neseb sabit olur. Çünkü neseb çocuğu ıhyâ bakı­mından isbâtta ihtiyat olunan şeydir. Nesebin sübûtu, bir vechden sa­bit olan üzerine terettüb eder.

Nesebin müddeti, cima vaktinden itibâr olunur. Eğer cima vaktin­den doğurma vaktine kadar altı ay olsa, neseb sabit olur. Şayet altı aydan az olsa neseb sabit olmaz. Bu söz İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göredir. Fetva bununla verilir. İmâm Ebû Hanîfe (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.Aleyhimâ) a göre, neseb nikâh vaktinden itibâr olunur. Ni­tekim.sahîh nikâhda olduğu gibi, Fukahânııı ıstılahında kadının mehr-i misli, babasının kavminden o kadına benzeyen bir kadının mehridir. Çünkü insan babasının kavmi cinsindendir. Bir şeyin değeri de ancak cinsinin değerine bakmakla bi­linir. Kadının anası ile itibâr edilmez. Ancak o kadının anası babasının kavminden olup amcasının kızı olmakla itibâr edilir.

Musannif, bunda olan benzediği şu sözü ile açıklamıştır : O kadın, yaş, güzellik, mal, akıl, diyanet yönünden ve koca ile karının ikisi bir beldeden olmakla belde yönünden benzer olmaktır. Asr (zaman) yönün­den, bekâret, dulluk ve iffet yönünden de benzer olmaktır. Bu dört iba­re Hidâye'de zikredilmiştir. İlim, edeb ve güzel ahlâk yönünden de benzer olmaktır. Bu üç ibareyi Zeylaî (Rh.A.)  zikretmiştir.

El-Müutekâ'da zikredilmiştir ki: Mehr-i misli ihbar edenlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olması şart kılınmıştır. Şehâdet lafzı da şarttır. Eğer şâhidler bulunmazsa söz yemîn ile kocanındır. Eğer ba­basının kabilesinden o kadına benzer olan kimse bulunmazsa, yaban­cılardan o kadının babasının kabilesinin benzeri olan bir kabiledeki ka­dının mehr-i misliyle itibâr edilir. Kadının mehrine velînin kefîl olma­sı şahindir. Çünkü velî ehl-i iltizâmdandır, yani kabul edicidir. Şayet kefaleti kabul ettiği şeye izafe etse sahîh olur. Her ne kadar nikâh olu­nan kadın küçük kız olsa da sahîhdir. Çünkü velî kendisini kefîl kılmış­tır. Kefîl ise ödeyicidir. Musannifin «Her ne kadar küçük kız olsa da» demesine sebeb, aklın tevehhümünü savmak içindir ki kadın şayet kü­çük kız olsa, mehrin mütâlibi olmaz, ancak küçük kızın velîsi olur. Bir kişinin hem mütâlib (taleb eden) ve hem mütâleb (taleb edilen) olması lâzım gelir. Lâkin bu vehme itibâr olunmaz. Çünkü akdin huku­ku burada asîle, yani kadına râcidir. Velî elçidir. Satış bunun aksine­dir. Baba şayet küçük çocuğun malını satsa, değerini ödemesi caiz ol­maz. Çünkü hukuk âkide râcidir. Diğer kefaletlerde olduğu gibi, kadın mehrini kocasından ve velîden her hangisinden dilerse ister. Şayet ve­lî mehri ödese, eğer koca velîye mehri ödemeyi emretti ise o velî mehri kocadan alır. Nitekim, kefaletlerde de âdet budur.

Koca o kadını rızâsı ile cima edip veya kadın ile halvette bulunduk -dan sonra, kadının kocasını, cimâ'dan ve kendisi ile beraber seferden menetmesi caiz olur. Bu söz şu soruyu savmak içindir : Kadın şayet cinıâ'a veya halvete razı olsa, o kadın için menetme hakkı bakî kalmaz.

Çünkü ma'kûdün aleyh (üzerine akid yapılan şey) olan ferci teslim et­miştir. Onun için geri alma hakkı olmaz. Savmanın vechi şudur: Her bir cima ma'kûdün aleyhdir. Onu teslim etmekle geri kalanını teslim vâcib olmaz. Mehrden kısmen veya tamamen ta'cîli beyân olunan şeyi almak için kadının kocasını cimâ'dan. ve kendisi ile beraber seferden menetmesi caiz olur. Veya o kadının misli için, dörtte bir ile veya beşte bir ile mukadder olmayan rnehr-i mislinden örfen takdir edilen miktarı almak için kocasını cima'dan ve kendisiyle yolculuk etmekten menet­mesi, eğer mehrin hepsi müeccel kılınmadı ise caiz olur. Eğer mehrin hepsi müeccel veya muaccel kılındı ise bu surette mehr şart. olunduğu vech üzere olur. Hattâ mehrin hepsi muaccel kılındı ise, kadının meh­rin hepsim alıncaya kadar nefsini habs etme hakkı vardır. Lâkin meh­rin hepsi müeccel kılındığı surette kadın nefsini habs edemez. Çünkü tasrih delâletten daha kuvvetlidir.

Kadın mehrini almadıkça, kocasını, cima ve seferden menetmesi caiz olur. Menettikten sonra nafakasını alması ve kocasının evinden çıkıp ihtiyâç için yolculuk etmesi ve kocasınıu izni olmadan kendi aile­sini ziyaret etmesi caiz olur. Çünkü habsetme hakkı hakedilen şeyin alınması içindir. Halbuki ifâdan önce koca için istilâ hakkı yoktur.

Koca mehri ödedikden sonra kadının rızâsı olmadan onunla bera­ber yolculuk edebilir. Yani ta'cîli belirtilen mehrin veya mislinin peşin miktarını ödedikden sonra kadın ile yolculuk yapması caiz olur. Çün­kü Allah Teâlâ  (C.C.) : «Onları (kadınlarınızı) kendi oturduğunuz yerde oturtun.» [13] buyur­muştur.

Bazıları demiştir ki; koca, kadını memleketinden başka bir mem­lekete götüremez. Çünkü garîb, yolculuk ile incinip sıkılır. Fetva buna göredir. Fakîh Ebû'İ-Leys (Rh.A.), bununla fetva vermiştir. Ebû'l-Kâsım gaffar (Rh.A.) da bunu seçmiş ve ondan sonra gelen fukahâ da bunu kabul etmişlerdir.

Kocanın kadını sefer müddetinden azına nakletmesi ittifakla caiz olur. Çünkü şehire yakın köylerde yabancılık meydana gelmez.

Bilinmelidir ki, burada zikredilen mehr, ta'cüi âdet olan mehrdir. Hattâ zenginlik vaktine veya ölüme veya boşamaya (talâka) kadar er­telenmesi âdet olan menide kadın nefsini bahsedemez. Çünkü âdet olan, şart kılınmış olan gibidir. Bu âdet (teârüf), memleketlere, zaman­lara ve şahıslara göre değişir. Bu, ta'cîl ve te'cîl üzere ta'yin olunma­yan menidedir. Şayet mehrin hepsinin ta'cîli veya te'cîli ta'yin edilirse bu surette şart kıldıkları şekilde olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Kan - koca mehrde ihtilâf ederlerse, aslında ihtilâf ettikleri zaman ınehr-i misi vâcib olur. Yâni, kan - kocadan biri, mehr konmadı, der ve diğeri de, kondu, diye iddia' ederse, beyyîne (delil) getirdiği takdirde kabul edilir. Eğer delil gösteremezse, inkâr edene yemin ettirilir ve eğer yeminden çekinirse tesmiye da'vâsı sabit olur. Eğer inkâr eden ye­min ederse, mehr-i misi vâcib olur.

Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.) demiştir ki: Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye göre, uy­gun olan yemin ettirilmemesidir. Çünkü, o nikâhda yemin ettirmez. Şu halde mehr-i misi vâcib olur.

Ben derim ki: Bu mes'ele söz götürür. Çünkü bu mes'ele nikâh mes'elesi değildir. Belki mehr mes'eleşidir ve bi'1-icmâ bu mes'elede yemin vardır. Tuhaftır ki, musannif «Da'vâ Bölümü» nün başlarında, «şayet kadın mehrini iddia ederse nikâhda böyledir.» demiştS . Şârih orada : «Yani kadın nikâh iddia edip mehr ve nafaka gibi mal istese ve koca inkâr etse, yemîn ettirilir. Eğer çekinirse mal lâzım gelir.» deİL Eğer o söz sahîh ise, burada zikredilen sahih olmaz.

Şayet kaçı - kocanın ihtilâfı mehrin miktarında olursa, yani koca bin akça mehr ile tezevvüc iddia etse ve kadın ikibin akça mehr iddia etse, bu takdirde mehr-i misi hakem ta'yin edilir. O zaman nikâh varsa söz, yeminiyle beraber mehr-i mislin şâhîd olduğu tarafındır. Yani mehr-i misi kocanın iddia ettiği miktara eşit olursa veya mehr-i misi iddiasından daha az olursa söz yeminiyle kocanındır. Eğer mehr-i misi kadının iddia ettiği miktara eşit veya iddiasından daha çok olursa, söz yeminiyle kadınındır. Mehr-i misi gerek kocanın iddiasına uygun olsun, gerekse kadının iddiasına uygun olsun müsavidir. Her hangisi delîl getirirse kabul edilir. İsteç mehr-i mis! kadına şâhid olsun ister erkeğe; çünkü kadın fazla olduğunu iddia ediyor,. Delil getirirse kabul edilir, eğer delili koca gösterirse, yine kabul edilir. Çünkü delil yemî-ni red için kabul edilir. Nitekim emânet bırakılan kimse emâneti mâ­likine geri verdim, diye delil gösterse kabul edildiği gibi. Şayet kan -kocanın ikisi de delîl gösterirlerse, mehr-i misi hangisine şâhid olmaz­sa onun delili kabul edilir. Yâni mehr-i misi kadının iddiasına uygun o-lursa, kocanın delili makbul olur. Mehr-i rnisî erkeğe şâhid olursa kadı­nın delili makbul olur. Çünkü deliller (beyyineler) zahirin hilafını isbât için meşru olmuştur. Yemîn ise aslın ibkâsı içindir. Nikâhda asıl olan ise mehr-i misidir. Binâenaleyh mehr-i mislin aksini iddia'edenin delili evlâ olur. Eğer mehr-î misi ikisinin iddia ettikleri miktarın arasında olursa, her biri diğerinin iddiası üzerine yemîn verir. Eğer ikisi de ye­mîn ederler veya delîl getirirlerse, mehr-i misi ile hükm olunur. Eğer ikisinden biri delil getirirse kabul edilir. Eğer koca kadını cima'dan Önce boşasa, benzerinin mut'ası hakem kılınır. Yani benzerinin müt'-ası erkeğin iddia ettiği mehrin yansına eşit olursa veya ondan daha az olursa, söz erkeğindir. Eğer kadınm iddia ettiği mehrin yansına eşit veya daha çok olursa, söz kadınındır. Her hangisi delil gösterirse ka­bul edilir. Eğer ikisi de delîl getirirlerse, mehr kocanın iddiasına uygun olursa kadının delili; kadının iddiasına uygun olursa, kocanın delili kabul edilir.

Eğer mut'a-ı misi ikisinin iddiasının atasında olursa, birbirlerine yemin verirler. Karşılıklı yemin ettikden sonra mut'a-ı misi vâcib olur. İkisinden birinin Ölümü hükmen hayâtı gibidir. Yani ölümde cevâb; nikâhın kıyamı hâlinde asılda ve iddette, hayâtı hâlindeki cevâb gi-hıdir. Çünkü mehr-i misi itibârı ikisinden birinin ölmesiyle düşmez. Görülmezini kit müfevviza için ikisinden biri öldükde mehr-i raisi var­dır. İkisinden birinin ölmesinden sonra, mikdarda ihtilaf edilirse, İmâm A'zam' (Rh.A,) a göre, söz erkeğin vârislerini ndir ve mchr-i misi tahkim olunmaz. Çünkü mehr-i mislin itibârı düşer. Bu söz, ikisinin Ölümün­den sonradır. İhtilâl' aslında olursa İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, söz mehr konduğunu inkâr edenindir. Mehr-i müsemmâ üzerine delü ge­tirilmedikçe bir şeyle hüküm verilmez. Çünkü İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ikisinin ölümünden sonra mehr-i misi için hüküm yoktur. Nite­kim daha önce geçti. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, hâl-i hayâtında olduğu gibi, mehr-i misi ile hükmolunur. Fetva da bunuuladir.

Bizim Meşâyihimiz demişlerdir ki: Bütün bunlar, kadın nefsini teslim etmediğine göredir. Eğer kadın nefsini teslim edip ondan sonra hayâtında veya hayâtından sonra ihtilâf vâki olursa, mehr-i misi tah­kim olunmaz. Belki kadına : «Ya aldığın şeyi ikrar edersin, ya da aksi halde aleyhine muaccelde âdete *göre hükmederiz» denir. Ondan sonra geri kalanda bizim zikrettiğimiz gibi amel edilir. Çünkü kadın nefsini ancak âdeten mehrden bir şey aldıkdan sonra teslim eder. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Erkek, kadına bir şey gönderse, bundan sonra ihtilâf etiîp, kadm «hediyyedir» koca «mehrdir» dese, eğer kadının delili yoksa, söz yemin ile beraber kocanındır. Çünkü koca mülkü edindirendir. Ne suretle mülk edindirdiğim o daha iyi bilir. Nitekim aslen temliki inkâr etse ve keza bu şeyi, «Ben sana emânet verdim»; kadın da, «Hayır bana hibe ettin» dese söz erkeğindir. Bir de zahir (görünür hâl) erkeğe şâ-hiddir. Çünkü mehrin edası vâcibdir. Hediye etmek ise ıteberrudur. Hâ­lin zahiri delâlet eder ki koca gönderdiği şeyi, zimmetinden vacibi dü­şürmek için göndermiştir. Ancak, o gönderilen şey yemek için hazırlanmış olursa mehrden sayılmaz. Çünkü pişirilmiş yemek ve kızartılmış et gibi yemek için hazırlanmış olan şeyler haliyle mehr olmaz. Çünkü hâlin zahiri kocayı yalanlar. Bunda söz kadınındır. Fakat diğer mallar bazan mehrden olur ve bazan da hediyye olur. Binâenaleyh açıklamak kocaya düşer.

Bir kimse bir adamın kızını isteyip kıza bir miktar şey gönderse ve kızın babası onu o talibe tezvîc etmese, mehr için gönderdiği o şe­yin ayn'ı elde bulunuyorsa, her ne kadar o şey kullanmakla değişse de geri alınır. Çünkü o şeye mâlik tarafından musallat edilmiştir. Binâ­enaleyh kullanmakla ondan eksilen karşılığında bir şey lâzım gelmez. Veya o şey yitirilmişse kıymeti geri verilir. Çünkü o şey karşılıklı alış veriştir. Ama tamam olmamıştır. Şu halde geri almak caiz olur. Keza gönderilen her hediyyenin ayn'ı durursa geri alınır. Fakat yok olan veya tüketilen hedîyye geri alınmaz. Çünkü onda hibe ma'nâsı vardır.

Bir adam kızını bir kimseye tezvîc edip ve kızına cehiz teslim etse, kız Ölse. Kızın babası kızı için verdiği cehizin emânet olduğunu söylese ve kızına hibe etmeyip, ancak iğreti verdiğini iddia etse; söz kocanın­dır. Delil getirmek kızın babasına düşer. Çünkü hâlin zahiri koca için şâhiddir. Çünkü zahire göre; Baba kızını evlendirdiği zaman ona cehizi temlik yoluyla verir. Bunda sahih delîl şudur ; Kızına cehizi teslimi vaktinde, ben bu cehizi kızıma iğreti verdim, diye şâhid gösterir. Yahut ma'lûm bir nüsha yazar. Kızı ikrarı .için iki şâhid çağırır. «Bu nüsha içinde olan eşyanın hepsi babamın mülkü olup benim elimde iğretidir» der. Lâkin bu söz hükme uygun olur, fakat ihtiyata uygun olmaz. Caiz kî, kızın babası o eşyayı kızının küçüklüğünde satın almış ola. Bu ikrarla o eşya, baba ile Hazret-i Allah (C.C.) arasında babanın olmaz. İhtiyat şudur; Baba bu nüsha için4e olan eşyayı belli bir bedel ile satın alıp sonra kız da bedelinden babasının zimmetini ibra eder. îmâdiyye de böyle zikredilmiştir.

Bir zimmî erkek bir zimmî kadını veya bir harbî bir Uarbiyyeyi dâr-ı harbde bir meyte, dem veya bunların benzeri bir şeyle veya mehr-siz nikâh etse - bu mehrsiz olmak mehri nefye de muhtemel olur, mehr den sükûta da muhtemel olur - her birinde onların itikâdlarma rücû edilir. Bu suretlerde onlara göre nikâh caiz ise : O zimmî erkek zimmî kadını veya harbî erkek harbi kadını cima ettiği veya cimâdan önce boşadığı veya koca öldüğü takdirde; kadına mehr yoktur. Yani nikâh sahîh olur, mehr vâcib olmaz. Bu söz İmâm A'zanı' (Rh.A.) a göredir. İki harbî hakkında İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) in kavli de budur. Fakat iki zimmîde kadın cima edilmiş veya kocası ölmüşse kendisine mehr-i misi vardır. Cimâdan önce boşamışsa mut'a vermesi icâbeder, İmâm Şâfİİ' (Rh.A.) nin kavli de böyledir. İmâm Züfer (Rh'.A.) demiştir ki: İki har­bîde dahî zimmiyyede olduğu gibi, kadına mehr-i misi vâcib olur. Çün­kü hitâb umûmîdir, nikâh malsız meşru olmamıştır» İmâmeyn (Rh.-Aleyhimâ) in delili şudur : Ehl-i harb, İslâm'ın hükümleri ile bağlı değillerdir ve iki ülke zıt ve ayrı olduğu için velâyet-i ilzam kesilmiş­tir. (Onları mecbur edemeyiz) Ehl-i zimmet onların hilafı üzeredir ki İslâm'ın hükümleri onlara .uygulanır. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Şüphesiz mehr hakk'ullâh'dır. Kâfir bununla muhâtab değildir. Diğer hükümler bunun aksinedir. Şu halde nikâh sahîh olur. Çünkü biz onları dinleriyle terk etmekle emrolunduk. Bizim zikrettiğimiz şey­den dolayı mehr vâcib değildir.                             .

Eğer zîmmi zimmiyyeyi, muayyen domuz veya garâb ile nikâh etse ve ikisi de İslâm'a girse veya ikisinden biri İslâm'a girse, zimmî kadın için o muayyen olan şey vardır. Muayyen olmayanda, şarâbda şarâbın kıymeti vardır. Yani mehr-i müsemmâ şarab olursa şarabın kıymeti lâ­zım gelir. Domuzda zimmî kadın için mehr-i misi vardır. Çünkü şarâb onlara göre mislidir. Bize göre sirke mislî olduğu gibi. Şarabın alın­ması helâl olmaz. Kıymetin vâcib olması şarâbdan yüz çevirmek için­dir. Fakat domuz onlara göre kıymeti olan şeylerdendir. Bize göre ko­yunun zevât-ı kıymetten olduğu gibi. Binaenaleyh kıymetin vâcib ol­ması ondan yüz çevirmek için olmaz. Şu halde domuzdan yüz çevirmek için mehr-i misi vâcib olur. [14]

 

Kölenin Ve Kâfirin Nikâhı Babı

 

Kınn'm [15] nikâhı mevkuf dur. (Yâni, sahibinin iznine bağlıdır) Kınn; rakîk [16] demektir. Rakîk, tamâmı veya bir kısmı memlûk olan köledir. Kınn ise tamâmı memlûk olandır. [17]

 

Kölenin Nikâhı:

 

Mükâtebin, müdebberin, cariyenin ve ümmü veledin nikâhları efen­disinin iznine bağlıdır. Bu ibare «Kenz» in ibaresinden daha güzeldir. Kenz kölenin nikâhını caiz görmemiştir. Kölenin nikâhı caizdir. Lâkin mevkûfdur. Eğer velî izin verirse, nikâh geçerli olur. Eğer velî redde­derse, o mevkuf [18] nikâh bâtıl olur.

Eğer bu zikredilenler velînin izni ile nikâh edilirlerse, mehr ve na­fakayı kınn ve diğerleri vermesi gerekir. Onların Ölümleri ile alınacak yer yok olduğu için mehr ve'nafaka düşer.

Eğer nikâh velîden izinsiz oldu ise metni, kınımı âzâd edildikden sonra vermesi gerekir. Eğer kınn'm nikâhı velînin izni ile oldu ise, nikâh edilen kadının zararını gidermek için mehr kınnın ı ak abesine yüklenir. Çünkü kınnın zimmeti zayıftır. Eğer kınnm rakabesine yük-lenmese nikâh edilen kadın zarar görür. Şu şey bunun aksinedir : Şa­yet kınn efendisinden izinsiz' evlenip ve kadına cima yapsa, o vakit kınn bu sebeble satılmaz, belki kadının mehri âzâd edildikden sonra istenir. Nitekim ikrarı ile borç yaptıkda âzâd edildikden sonra istendi­ği gibi.

Velîsinin izni ile evlenen kmn'dan karısı mehrini istedikde, o kınn bir kere satılır. Eğer kıymeti borcuna yetmedi ise, ikinci kez satılmaz. Belki âzâd edildikden sonra istenir. Çünkü bu satış o mehrin hepsi içindir. Nafakada defalarca satılır. Çünkü nafaka saat be saat vâcib olur. Satış nafakanın hepsi için vâki olmaz. Bu söz, köle yabancı kadınla evlendiği vakittedir. Eğer efendi kölesini cariyesi ile evlendirse, bunda Meşâyih ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: «Mehr vâcib olur, sonra düşer. Çünkü mehrin vâcib olması şeriatın hakkıdır.» Bazıları da: «Efendi için, köle üzere mehrin vâcib olması imkânsızdır, köleye mehr vâcib olmaz. Çünkü efendi İçin hem lehinde hem aleyhinde vücûb iktizâ eder.» demişlerdir.

Ben derim ki: İkinci söz te'yîd eder ki: Mehrin vücûb unu ifâde eden âyet köleyi kapsamaz. O âyet Allah Teâlâ' (C.C.) nın şu kavli şerifidir.

«Bunlardan başkasını mallarınızla istemeniz size helâl kılındı.» [19] Bu âyet-i kerîme, mal sahiplerine hitâbdır. Köîe ise mala mâlik değildir. Şu halde mehr vâcib olmaz.

MükiUeb ile müdebber mehr ve nafakayı çalışıp kazanırlar. Çünkü bunlar kitabet ve tedbîrin kalmasıyle beraber bir mülkden bir mülke nakle muhtemel olmazlar. Kazancı ticâret borcundan fazla kaldıkdan sonra. Çünkü ticâret borcu, mehr efendinin ikrâriyle sabit olursa, mehr borcundan önce gelir. Eğer mehr delil ile sabit olursa, o' vakit kadın borçlularla mehrinde eşit olur. Tuhfe'de böyle zikredilmiştir.   

Efendi, izni olmadan evlenen kölesine, karını talâk-ı ric'î ile boşa diye emretse, nikâha izindir. Çünkü ric'î talâk ancak sahîh nikâhda olur. Şu halde bu, izin olur.

Efendinin, izinsiz evlenen kölesine, karını boşa veya ayni demesi izin olmaz. Çünkü efendinin bu sözünde red ihtimâli vardır. Zira bu akdin reddi ve terk edilmesi, boşama ve ayrılma diye adlandırılır. Bu, âsî kölenin hâline daha uygundur, veya daha aşağıdır. Şu halde daha aşağı olanına hamletmek evlâdır.

Köle için, evlenmeye izin sahihi kapsadığı gibi, fâsid nikâhı da kapsar. Bu söz, İmâm A'zam1 (Rh.A.) in sözüdür. İmâmeyn (Rh.AIeyhi-mâ); fâsid nikâhı kapsamaz, demişlerdir. Hilafın semeresi iki durumda görülür.

Musannif birinci durumu şu sözüyle zikretmiştir: Şayet köle bir ka­dınla iâsid nikâh ile evi ense ve kadını cima etse, İmânı A'zam' (Rh.A.) a göre, fi'l-hâl (derhal) akd lâzım gelir, ve köle kadının mehri için satılır. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) e göre, köleden mehr istenmez. Ancak âzâd edildikden sonra istenir.

Musannif ikinci durumu şu sözüyle zikretmiştir: Şayet köle fâsid nikâh ile bir kadınla evlense ve kadınla cima etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, izin bitmiş olur. Hattâ o köle kadını ikinci kez nikâh etse veya o birinci kadından sonra, diğer bir kadın nikâh etse, İmâmeyn* (Rh.­Aleyhimâ) e göre sahîh olur. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre sahîh olmaz. Belki izne bağlı olur.

Bir kimse ticârete izin verdiği izinli borçlu kölesini bir kadınla evlendirse, nikâh sahih olur vç kadın mehr-i mislinde kölenin alacaklı­ları He beraber olur. Nikâhın sahîh olmasının sebebi ise nikâhın köle­nin mülkü üzere kurulmuş olmasıdır.

Köleyi zinadan korumak için nikâh caizdir. Kadının mehr-i mislde alacaklılar ile eşit olması ise, rriehrin bir sebeble hükmen lâzım gelmesi içindir ki, o sebeb reddedilmez. O sebeb nikâhın sıhhatidir. Çünkü bu gibi surette nikâh rnehrsiz meşru değildir.

Eğer kölenin efendisi mehr-i mislden daha çoğu üzere onu evlen­dirse mehr-i mislden fazlası hastalık borcu ile beraber sıhhat borcu gibi alacaklıların alacağını almalarından sonra istenir.

Bir kimse cariyesini başkasıyla evlendirse, o kimsenin, cariyesi ile kocası arasından çekilip hizmette kullanmaması gerekmez. Yâni efendi­nin o cariyeyi kocasının evinde oturtması ve ikisi arasım tahliye et­mesi gerekmez. Şayet efendi o koca için ev hazırlamamış da olsa, ca­riyeye sâhib olduğu için tebvie [20] efendiye isnâd edilir.

Efendinin cariyeye ev hazırlayıp oturtması gerekmez. Şu halde câ­riye efendisine hizmet eder. Tebvienin vâcib olmamasının sebebi, efen­dinin hakkı kocanın hakkından daha kuvvetli olduğu içindir. Çünkü efendi cariyenin hem zâtına ve hem menfaatlerine mâliktir. Koca efen­dinin aksinedir. Eğer tebvie efendiye vâcib olsa, efendinin hizmette kul­lanmada hakkı bâtıl olurdu. Kocanın hakkı da cariyenin efendisine hizmeti ile bâtıl olmaz.- Çünkü koca cariyeyi elde ettikde cima eder. Lâkin tebvie ile nafaka ve mesken kocaya vâcib olur. Çünkü nafaka ve mesken intihasın (kendisini kocası için habsetmesi) karşılığıdır.

Efendinin tebvieden sonra geri dönmesi sahilidir. Yani efendi o cariyenin istihdamını dilese tebvieden dönmesi sahîh olur. Çünkü efen­dinin hakkı tebvie ile düşmüş olmaz. Nitekim nikâh ile sakıt olmadığı gibi.

Nafaka tebvieden dönmekle sakıt olur. Nitekim sebebi yukarıda geçmişti ki o, ihtibâsın karşılığıdır. Efendi tebvieden döndüğü zaman nafaka kocadan sakıt olur. Eğer câriye tebvieden ,sonra efendisinin is­tihdamı olmaksızın efendisine hizmet- etse, kocadan nafaka düşmez.

Efendinin, kölesini ve cariyesini evlenmeye zorlaması caizdir. Bu­rada zorlamanın ma'nâsı, köle ve cariyenin rızâları olmaksızın efen­dinin nikâhının geçerli olmasıdır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, kölede zorlama yoktur. Bu İmâm A'zam ve Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) dan da bir rivayettir. Cevaza sebeb şudur ki: Köle efendinin rakabe yönünden ve mâlikiyet yönünden memlûküdür. Şu halde mülkünü ko^ rumak bakımından onda külli tasarruf ile köleye mâlik olur.

Efendinin, başkası ile evlendirdiği cariyesini kocası ile cinsî ilişkide bulunmazdan önce öldürmesiyle mehr düşer. Bu söz İmâm A'zam' (Rh. A.) in sözüdür. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) eceli ile Ölümüne itibâr ede­rek, mehr düşmez demişlerdir. Çünkü maktul eceli ile ölmüştür. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Efendi, üzerine akd yapılmış şeye koca kavuşmak suretiyle tekarrür etmezden önce o şeyi itlaf etmiştir. Binâ­enaleyh kocaya, efendinin alması için bir şey vâcib olmaz. Nitekim efendi cariyesini satsa ve alıcı câriye ile beraber şehirden gitse veya cinsî ilişkide bulunmazdan önce âzâd etse, o câriye ayrılığı seçse veya efendi o cariyeyi kocasının ona kavuşması mümkün olmayan bir yere gizlese, kocaya efendi için bir şey lâzım gelmediği gibi. Öldürmek dün­yâ ahkâmı hakkında itlaf (yok etme) sayılmıştır. Hattâ kısas, diyet ve mirâsdan mahrum etmek vâcib olmuştur. Hidâye'de, Kâfî'de ve baş­kasında böyie zikredilmiştir.

Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.) demiştir ki: Efendi Öldürmekle mehri alma­ya acele etmiştir. Böyle olunca mahrumiyet ile cezalandırılır. Ben derim ki: Bu itiraz götürür. Çünkü mehrin düşmesinin sebebi; eğer efendi katil olmakla mirâsdan mahrum olmuş kalmaksa, duhûlden sonra ca­riyeyi öldürmesinde de mehri almaması gerekir. Halbuki Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.) şöyle demiştir: Musannifin cima'dan önce demesi şundandır: Çünkü cima'dan sonra iki surette de vâcibdir. Cima'dan önce hür kadın kendisini öldürse mehr düşmez. İmâm Züfer (Rh.A.) buna muhaliftir; şöyle demiştir: O hürre, mübdeli teslim etmezden önce yok etmiştir. İmdi bedel de yok olur, mehr düşer. Efendinin cariyesini öldürmesi gibi olur.                               .

Bizim delilimiz şudur : Kişinin kendisine cinayeti dünyâ ahkâmın* da asla muteber değildir. Bundan dolayı bir kimse kendisini öldürse, yıkanır ve üzerine namaz kılınır.

Efendinin kocaya azl için izin vermek hakkı vardır. Cariyeye izin vermeye hakkı yoktur. Çünkü azl çocuk meydana gelmesinden menet­mek içindir. Bu ise efendinin hakkıdır,

Âzâd olunan câriye ve mükâtebe, nikâhı bozmada muhayyer kılın­mıştır. Keza müdebbere ve ümmü veled de âzâd edildiklerinde muhay­yer kılınmışlardır. Gerek bu zikredilen kadınlar hür erkeğin nikâhı altında olsunlar, gerekse nütâh rızâları ile olsun, gerekse olmasın mü­savidir. Eğer onlardan her biri kölenin nikâhı altında olurlarsa ân de­fetmek için ittifakla nikâhı bozmakda muhayyer kılınmışlardır. Ardan murâd hür kadının köleye hanım olmasıdır. Eğer hür erkeğin nikâhı altında olursa, bunda İmâm Şafiî (Rh.A.) ayrı görüştedir.

Bir köle efendisinden izinsiz bir kadın nikâh etse, efendi onu âzâd ettikde, o nikâh geçerli olur. Keza o köleyi efendisi sattıkda alıcı ona izin verse, o nikâh geçerli olur, Nihâye'de böyle zikredilmiştir.

Keza bir câriye efendisinden izinsiz kendisini bir kimseye nikâh-lasa ve efendisi onu âzâd etse, nikâh geçerli olur. Çünkü câriye ehl-i ibareden (söz sahibi) dir. Nikâhın geçerli olmayışı ise efendinin hak­kıdır. Halbuki o ortadan kalkmıştır. O. câriye için muhayyerlik de yok­tur. Çünkü nikâh âzâddan sonra geçerli olmuştur. Nikâhın geçerli ol­masından sonra câriye üzere mülk ziyâde olmamıştır. Binâenaleyh, muhayyerlik sebebi bulunmamıştır. Şu halde feshetme muhayyerliği de bulunmaz. Nitekim âzâddan sonra evlendikte olduğu gibi:

Eğer koca cariyeyi azadından önce cima etti ise, her ne kadar o müsemmâ mehr-i mislden çok olsa da, efendi için mehrden müsemmâ lâzım gelir. Eğer koca cariyeyi âzâd edildikden sonra cima etse mehr-i müsemmâ câriye için lâzım gelir. Yani bir câriye efendisinden izinsiz bin akça nıehr ile bir kimseye kendisini nikâhlasa ve onun mehr-i mis­li yüz akça olsa, koca cariyeye dâhil oldukdan sonra efendisi onu âzâd etse, o bin akça mehr-i müsemmâ efendinin olur. Çünkü koca, efen­dinin olan mülk edinilmiş menfaati almıştır. Şu halde bedeli efendi alır. Eğer koca o câriye ile âzâd edilinceye kadar cinsî ilişkide bulun­madı ise mehr cariyenin olur. Çünkü koca câriye için memlûke olan menfaati almıştır, bu durumda bedel câriye için vâcib olur.

Ma'Iûm ola ki, kölenin azadına mâlik olmayan kimse onu evlen­dirmeye de mâlik olmaz. Fakat câriye bunun 1 ula futadır. Baba, dede, velî, vasi, kâdî, ınükâteb ve işini teslim ettiği ortağı, cariyeyi evlendire-bilirler, köleyi evlendiremezler. İzin verilmiş köle, izin verilmiş küçük çocuk ve şirket-i inan ile ortak olan kimse, zikredilenler gibi cariyeyi evlendiremezler.

Bir kimse oğlunun cariyesi ile cima yapsa ve câriye ondan bir ço­cuk doğurdukda o kimse çocuk bendendir diye iddia etse, çocuğun ne­sebi sabit olur ve câriye o kimsenin ümmü veledi olur. Cariyenin kıy­metini vermesi gerekir. Mehrini vermesi gerekmez. Yani ukr (cima edi­len kadına verilen mehr) lâzım gelmez. Çocuğun kıymeti de lâzım gel­mez. Gerek baba şüphe iddia etsin, gerekse etmesin. Oğlu da bunda babasını gerek tasdik etsin, gerekse etmesin. Nesebde ancak câriye ulûk vaktinden da'vâ vaktine varıncaya kadar oğulun mülkünde olursa sa­bit olıar. Çünkü mülk ulûk vaktine istinâd yoluyla sabit olur. Binâ­enaleyh temellük velayetinin ulûkf vaktinden da'vâ vaktine varıncaya kadar mevcûd olmasını gerektirir. Bunun açıklaması şöyledir: Çünkü baba için kendisim korumaya ihtiyâç olduğunda oğulun malını temel­lük velayeti vardır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Sen ve senin malın baban içindir* buyurmuştur.

Babanın menisi oğulun cüz'üdür. Şu halde oğulun maliyle o çüz'ün zayi' ol ir-ak dan korunması gerekir. Doğurtma işi sahih olsun diye bu, oğulun cariyesini temellük ile olur. Bir de; Mülkden hâli kalsa neseb ortadan kalkar. Baba cariyeyi temellük etse oğula cariyenin kıymetini öder. -Çünkü babanın ihtiyâcı tam değildir. Çünkü o ihtiyâç beka za­ruretlerinden değildir. Bundan dolayı oğul, babasına çocuk doğurt­mak için câriye vermekle zorlanmaz. İhtiyâç bulunduğu için babaya te­mellükü ve zaruret bulunmadığı için oğulun malını korumak cariyenin kıymetini vâcib kıldık. Ukr vâcib olmadı. Çünkü cima babanın mülkünde vâki olmuştur. Çocuğun kıymetini de ödemez. Çünjtüt çocuk, doğurt­manın öncesine dayanmakla müteallik hür oldu. Keza zikredilen ah­kâmda babanın ölümünden sonra dede baba gibidir.

Eğer oğul cariyesini babasıyle evlendirse ve o câriye oğulun baba­sından bir çocuk doğursa, babanın ümmü veledi olmaz. Çünkü o cari­yenin babanın mülküne geçmesi, babanın menisini korumak için idi. Halbuki babanın menisi onsuz korunmuş olup ona hacet yoktur. Ba­baya mehr, nikâh ile iltizâm ettiği için vâcib olur. Cariyenin kıymetini ödemesi gerekmez. Çünkü rakabesine mâlik değildir. Cariyenin çocu­ğu hürdür. Çünkü o çocuğa kardeşi mâlik olmuştur. Onun nâmına âzâd olur,

Hür bir kadın kocasının sahibine; kocam olan köleni benim nâmı­ma bin akça ile âzâd eyle dedikde, o da âzâd etse, nikâh fâsid olur. Keza bir adam nikâhı altında olan câriye için, cariyenin efendisine, benden bin akça ile benim nikâhlım olan cariyeni âzâd eyle dedikde, o da âzâd etse, câriye âzâd olur, nikâh da fâsid olur. Birinci meselede, kadının kölesi üze­rine mehrin vücûdu muhal olduğu için mehr düşer. İkinci meselede mehr düşmez. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, mülk yok olduğu için nikâh fâsid olmaz. Bu hilafın tahkiki şudur: Şayet bedel zikredüse, bize göre iktizâ île mülk sabit olur. Nitekim eğer kadın, kocam olan köleni şu mikdâra bana sat, ondan sonra benim nâmıma âzâd eyle demiş gibi olur. Efendinin, âzâd ettim demesi, sana sattım ve senin için âzâd et­tim demek olur. Mülk iktizâ yoluyla sabit olunca nikâh fâsid olur. İmâm Züfer (Rh.A.), iktizâ ile mülk sabit olur, demez. Ona göre, mülk sabit olmayınca, nikâh da fâsid olmaz. Bu meselenin tahkikinin ta­mâmı Usûl Kitaplarında zikredilmiştir. O kölenin velâsı (velî olma hakkı) o hürre kadın için olur. Eğer keffâret için niyet ederse o hür kadının keffâreti için vâki olur. Çünkü o köle hür kadının âzâdhsıdır.

Eğer kocanın efendisine, benden âzâd eyle dediği vakitte bedeli terk etse, yâni bin akça İle âzâd eyle demese, müUs olmadığı için nikâh fâsid olmaz. O kölenin velâsı da velîsi için olur. Çünkü bu surette âzâd eden velîdir. Bu İmâm A'zaın (Rh.A.) ile İmâm Muhammed' (Rh.Aley-himâ) e göredir. [21]

 

Kâfirin Nikâhı :

 

Musannif, kölenin nikâhım açıklamayı bitirince, kâfirin nikâhını açıklamaya başlayıp dedi ki: Şâhidsiz evlenmiş olan kâfir kan - koca, ikisi birden Müslüman olsa veya bir kâfirin iddetinde olup dinlerinde iddete inanan kâfir karı - koca Müslüman olsa, o nikâh üzere bırakılır­lar. Eğer kâfir karı - koca birbirlerine haram kılınmış (mahrem) olsa veya iki mahremin biri İslâm dînine girse veya hâl-i küfürlerindeki du­rumlarını bize arz etse, mahremiyet için mahalliyet bulunmadığından dolayı aralan ayırılır. Mahalle râci olan şeyde ibtidâen ve bekâen olur. Fakat geçen mesele bunun aksinedir.

İkisinden birinin durumunu arz etmesiyle ayrılmaz. Çünkü ikisin­den birinin hâlini arz etmesiyle diğerinin hakkı, İslâm'ın ahkâmını İl­tizâm eylemediği için t}âtıl olmaz. Arkadaşı için iltizâm velayeti de yoktur. Fakat ikisinden biri İslâm dînine girse zikredilenin hilafıdır, ayrılır. Çünkü İslâm yücedir onun üzerine geçilmez.

Çocuk ana - babanın din yönünden hayırlısına tâbi olur. Eğer iki­sinden biri Müslüman olursa çocuk da Müslümandır. Veya biri Kitabî ve diğeri Mecûsî olursa çocuk kitabî olur. Çünkü kitabî, çocuk için daha uygundur. Bu söz, ülke ayrı olmayıp ikisi de İslâm ülkesinde; veya ikisi de dâr-ı harbde; veya küçük çocuk İslâm ülkesinde ve ba­bası dâr-ı harbde Müslüman olduğuna göredir. Çünkü çocuk hük­men İslâm ülkesi halkmdandır. Fakat, çocuk dâr-ı harbde ve baba dâr-ı İslâm'da olup İsİâm dînine girse, çocuk ona tâbi olmaz, ve Müslüman da olmuş olmaz. Çünkü çocuğun babasını dâr-ı harb ehlinden saymak mümkün değildir. Pakat aksi bunun hılâfınadır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Mecûsî ve onun benzeri, yani Putperest olanlar ve diğer müşrikler Kitabîden daha kötüdür. Çün&ü Kitabînin semavî din da'vâsı vardır. Bundan dolayı boğazladığı hayvan yenir ve Müslümanlara kadınlarını nikâh etmek caiz olur. Mecûsî daha kötüdür. Hattâ Kitabî ile Mecüsî-nin evlenmesinden çocuk meydana gelse, o çocuk teb'an (tâbi olarak) Kitabî olur.

Mecûsî olan karı - kocadan biri veya Kitabînin karısı Müslüman olsa, diğerine İslâm arz edilir. Eğer o diğeri İslâmı kabul ederse kadın onun olur ve eğer kabul etmez ise dayattıktan sonra araları ayrılır. Bu söz Kenz'in : «Şayet kan - kocadan biri İslâm dînine girse diğerine İs­lâm arz edilir.» sözünden daha güzeldir. Çünkü bizim sözümüz Mecûsî karı - kocaya uyar. Zira mutlaka ikisinden birinin İslâm olmasıyle, da­yattıktan sonra mutlak surette araları ayrılır. Fakat, ikisi de Kitabî olsalar, eğer kadın İslâm dînine girse kocasına İslâm arz edilir. Eğer ko­ca da İslâm'ı kabul ederse, Müslüman için ibtidâen tezevvuc caiz ol­duğu için karısına taarruz edilmez. Keza kadın Kitâbiyye ve koca Me-cûsî olduğu surette koca İslâm'a gelse zikredilen gibi olur. Yani ayrıl­maz. Kocanın İslâm'dan yüz çevirmesi talâktır. Fakat kadının yüz çe­virmesi talâk değildir. Yani kâdî aralarım ayırdıkda, İslâm'dan yüz çevirmek erkek tarafından olursa ayırmak talâk olur. Eğer yüz çevir­me kadın tarafından olursa nikâh fesh olur. Talâk olmaz. Çünkü talâk erkekler tarafından olur, kadınlar tarafından olmaz. Bu kadının İslâm-dan yüz çevirmesiyle nikâhın feshinde mehr yoktur. Ancak eğer cima edilmiş olursa vardır. Çünkü cima edilmiş olmayan kadın mübdeli ya­ni ferci bedelin (yani mehrin) sağlamlaşmasından önce kaybetmiştir. Böylece Riddete (yani İslâm'dan dönmeye) ve mutavaata benzemiştir. Yani kocanın oğlu ile beraber oynaşmış gibi olmuştur. Kocanın İslâm'­dan yüz çevirmesi suretinde ise, eğer kadın cima edilmiş ise onun için mehrin tamâmı lâzım gelir Eğer cima edilmiş değil ise mehrin yansı lâzım gelir. Çünkü burada cimâdan önce ayırmak talâktır.

Eğer Mecûsi kan - kocadan birinin veya Kitabî karı - kocadan ka­rının Müslüman olması dâr-ı harbde olursa, diğerinin Müslüman olma­sından önce üç defa hâiz olmayınca, o kadın bâin olmaz. Çünkü İslâm, aynlma sebebi değildir. Arz-ı İslâm velayetin kusuru için imkânsızdır. Şu halde fesadı savmak için ayrılık mutlaka lâzımdır. İmdi şart - ki hayzın geçmesidir - sebeb yerine konulmuştur. Nitekim kuyu kazmada olduğu gibi. Bizim, Kitabînin karısı, dememize sebeb şudur: Çünkü Müslüman, koca olsa ve kadın Kitâbiyye olsa onların ikisi de nikâhları üzere kalırlar. Kitabi kadının kocası İslâm dînine girse Kitabî kadın bâin olmaz. Çünkü koca için o kadın ile başlangıçta evlenmek caiz idi, beka itibariyle caiz olması evleviyette kalır. 

Koca ile karının memleketlerinin ayrılığı, ayrılına sebebidir. Esir­lik aynlma sebebi değildir. Hattâ ikisinden biri bizim ülkemize Müslü­man veya Zimmî olduğu halde çıksa veya bizim ülkemizde İslâm'ı ka­bul etse veya bizim ülkemizde zimmet akdini kabul etse veya dâr-ı harb-den esîr edilip dâr-ı İslâm'a sokulsa, ikisi arasında ayrılık vâki oluri Fa­kat ikisi beraber esîr edilse, ayrılık vâki olmaz. İmâm Şafiî' (Rh.A-) ye göre, ayrılma sebebi esirliktir. İki ülkenin ayrılığı değildir.

Hâmile olmayan kadın dâr-ı harbden bizim ülkemize Müslüman veya zimmiyye olduğu halde hicret etse, id del siz nikâh edilir. Fakat hâmile bunun hilafıdır. Çocuğunu doğurmazdan önce nikâh edilmez. Nikâhın caiz olmasının vechi Allah Teâlâ' (C.C.) nın :

«Onlarla evlenmenizde bir engel yoktur.» [22] âyetidir ki, muha­cire olan kadının nikâhını mutlak olarak mubah kılmıştır. İddetten sonra olan nikâhla kayıtlanması, nass üzere ziyâdedir. Halbuki o ziyâde neslidir. Nitekim Usûlde anlatılmıştır.

Kan - kocadan bîrinin - £llah Teâlâ (C.C.) korusun - mürted olma­sı nikâh için âcil feslidir. Hüküm üzere mevkuf değildir. Fesh olması­nın faydasına gelince, talâk sayısı bununla azalmaz. Bu söz İmâm A'z^m ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göredir. İmâm JYluhammed (Rh. A.) ise: «Eğer ridâet (yâni İslâm dîninden dönme) kadından olursa zik­redilen gibidir. Eğer kocadan olursa talâktır» demiştir.

Eğer kadın cima edilmiş ise, riddet gerek kocadan ve gerek kadın­dan olsun, nıehrin hepsi, cima edilmiş kadına verilmesi gerekir. Çünkü koca kadınla cima etmekle mehri sağlamlaştırmıştır. Şu halde mehrin düşmesi düşünülemez. Cima edilmemiş kadında, eğer koca mürted olur­sa mehrin yansını vermesi gerekir. Çünkü ayrılma, cimâdan önce koca yönünden olmuştur, ve mehrin yansı vâcib olur. Eğer riddet kadından olursa, cima edilmişin gayride mehrden bir şey yoktur. Çünkü ayrılma cimâdan önce kadın tarafından mehrin düşmesini gerektiren suç ne­deniyle vâki olmuştur.                          

İslâm'dan yüz çevirmek, irtidâdın yani İslâm dîninden çıkmanın benzeridir. Hattâ cimâdan sonra yüz çevirse, bu hangisinden olursa ol­sun mehrin hepsi vâcib olur. Eğer cimâdan önce yüz çevirme kocadan olursa mehrin yarısı vâcib olur. Eğer yüz çevirme kadından olursa bir şey vâcib olmaz.                  

Eğer karı - koca ikisi beraber mürted olsalar da ikisi beraber İs­lâm'a gelseler, kadın bâin olmaz. Eğer biribiri ardınca İslâm dînine gir­seler kadın bâin olur. Çünkü ikisinden birinin İslâm'ı önce olsa diğeri riddeti üzere kalır. Bu suretle de ihtilâf tahakkuk etmiş olur. [23]

 

Kasm   Babı

 

K a s m : Kâfin fethiyle ve sinin sükûniyle masdardır.

«Bölüştürücü, malı ortaklar arasında bölüştürdü (taksim etti)» de­nilir. Ortakların arasında paylaştırdı ve paylarını ta'yîn etti, demektir.

Kadınlar arasında kasnı da bu ma'nâdadir. Yâni kadınların ara­larında, onların yanında sohbet ve eğleşmek için geceîeınekde hakları­nı vermek ma'nâsındadır, cimâda değil. Çünkü cima isteğe dayanır. Ko­ca, muhabbette olduğu gibi, cimâda da eşit muamele edemez.

Kasmde, giyilen giyside ve yenilen yenıekde adalet vâcib olur. Bun­ların hiç birinde tercih caiz değildir.

Bakire, yeni kadın ve Müslüman kadın kasmde zıtları gibidir. Ya­ni kasmde, giyilende ve yenicende bakire dul gibi ve yeni kadın eski olan gibi ve Müslüman kadın Kitâbiyye gibidir.

Hür kadının hakkı; nikâh edilmiş olan cariyenin, mükâtebenin, müdebberenin ve ümmü veledin haklarının iki mislidir. Bu, hürrenin şerefini göstermek içindir.

Kadınlardan dilediği üe yolculuk eder. Yani yolculukda kasnı ol­maz. Hattâ kocanın yolculukda onlardan her hangi birini' yanına aN ması caiz olur. Zevcelerin gönüllerini hoş etmek için kur'a çekmek daha iyidir.

Eğer kadın kasnımı diğer kadına terketmiş olsa, o kadının vazgeç­mesi caiz olur. Çünkü o kadın henüz vâcib olmayan bir hakkı iskât etmiştir. Şu halde o hak düşmez. Çünkü düşürmek ancak kâim (mev­cut) de- olur. Binâenaleyh dönmek ariyet gibi kaçınmak ma'nâsına ge­lir. Şöyleki: Ödünç veren kimse dilediği vakitte, bizim zikrettiğimiz şeyden dolayı, ödünçten vazgeçebilir. Kadının hastalığı sebebiyle kasın düşmez. Allah Teâlâ (C.C.) daha iyi bilir. (Allâhu a'lem). [24]

 

Süt  Emme Bölümü (Radâ')

 

R a d â ', lûgatta mutlak surette memeyi emmektir. Şeriatta, süt emen çocuğun bir kadının memesinden emmesidir. [25] Kadın kaydı, koyun ve koyunun benzerî hayvanın memesinden ihtirazdır. Çünkü süt emen iki çocuk şayet bir koyunun ve koyunun benzeri bir hayvanın memesinden emse, onun üzerine süt kardeşliği hükmü verilmez. Nite­kim yakında zikredilecektir.

Vakt-i mahsûsda emmesidir. O yakt-i mahsûs, İmâm A'zam' (Rh.-A.) a göre, iki buçuk yıldır, İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, ancak iki yıldır. Bütün müctehidler ittifak etmişlerdir ki: Kadın b o sanırsa, süt ücreti babaya iki yıl bittikten sonra vâcib değildir. Sonra, süt emme müddeti geçse, ondan sonra emmeye haram hükmü taalluk etmez. Çün­kü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Çocuğu sütten kestikden sonra süt kardeşliği olmaz.» buyurmuş­tur.

Müddetin tamâm olmasından Önce sütten kesilmeye, yani (fitâm'-a) itibâr edilmez. Ancak İmâm A'zam* (Rh.A.) dan bir rivayette itibâr edilir. Şayet çocuk süt emmekden istiğna hâsıl ederse, llassaf (Rh.A.) in beyânına göre : Müddet geçmezden Önce çocuk sütten kesilse ve ye­mek ile sütten müstağni olsa, radâ' olmaz. Eğer İstiğna etmezse onun­la hürmet sabit olur. Bu söz de İmâm A'zam' (Rh.A.) dan rivayet edil­miştir. Fetva bu söz üzeredir. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Emzirme, hılâf üzere olan vakt-i mahsûsdan sonra mubah olmaz.

Zira süt emzirmenin mubah görülmesi zarurîdir. Çünkü o âdeminin cüz'üdür. Şu halde zaruret miktâriyle takdir edilir.

Süt emzirmekle, her ne kadar az olsa da, emzirenin, süt emen için analığı sabit olur. İmâm Şafiî1 (Rh.A.) ye göre tahrîm sabit olmaz. An­cak beş defada ve her defada çocuğa yetecek kadar emzirmekle sabit olur.

Süt emen için emziren kadının kocasının baba olması da sabit olur. Emziren kadının sütü o kocadan olmak şartıyle babası olur. Yani sütü emen için emziren kadının ana olması ve kocasının baba olması emzi­ren kadının sütü o kocadan olursadır. çünkü sütü o kocadan olmazsa, bir emzikli kadını bir erkek tezevvüc etmekle o süt ile kadın bir çocuk emzirse sütü emen, o süt sahibi olmayan kocanın süt bakımından ço­cuğu olmaz. Belki radâ'dan üvey çocuğu olur. Hattâ süt emen çocuk için, ikinci kocanın başka kadından olan çocukları ile ve kardeşleriyle evlenmek nesebde olduğu gibi caiz olur. Süt emen çocuk, emziren ka­dın ikinci kocadan çocuk doğurmadıkca, kadının birinci kocasının süt çocuğu olur. Şayet ikinci kocadan çocuk doğursa ve bir çocuk emzirse o çocuk ittifakla ikinci kocanın süt çocuğu olur. Çünkü süt ikinci ko­cadandır. Bundan sonra bu kaydın müntefî olması babalığın ortadan kalkmasını gerektirir. Sonra bu kaydın bulunmaması babalığın bulun­mamasını iktizâ eder. Lâkin bundan ikinci kocanın arası ile o cima edilmiş emziren kadının arası ayrıldıktan sonra süt emen kızın ikinci kocaya nikâhın caiz olması lâzım gelmez. Zira anaların cimâı, gerek süt emme yönünden olsun, kız çocuklarını haram eder. Nitekim daha önce geçti.

Neseble haram olan kimse, süt emmekle de haram olur. Ancak kız kardeşinin ve erkek kardeşinin neseben anası haram olmaz. Zira ne-sebden kız kardeş ve erkek kardeşin anası, ya anadır veya babanın cimâ ettiği kadındır.' Bunların ikisi de haramdır. Halbuki radâ'dan ha­ram değildir. Bu mesele üç şekilde olur.

Birinci şekil şudur: Neseben kız kardeş veya erkek kardeşin süt anası. Meselâ : Bir adamın neseben kız kardeşi olup ve o kız kardeşin radâen anası olsa, o adam için radâen kız kardeşinin anasıyle evlen­mek caiz olur.

İkinci şekil şudur: Süt kız kardeşinin veya erkek kardeşinin nese­ben anası. Meselâ : Bir erkeğin radâen kızkardeşinin neseben anası ol­sa, o erkek için süt kız kardeşinin neseben anası ile evlenmek caiz olur.

Üçüncü şekil şudur: Süt kardeşinin veya süt kız kardeşinin süt annesi. Meselâ : yabancı (ecnebi) olan erkek çocuk ile kız çocuk bir yabancı kadının memesinden emseler ve o kız çocuğun radâen bir baş­ka anası olsa, o erkek çocuk için süt kız kardeşinin anası ile evlenmek caiz olur.

Oğlunun kız kardeşi de müstesnadır. Çünkü neseben oğulım kız kardeşi, ya kendi kızıdır, yahut üvey kızıdır ki, onun anasını cima et­miştir. Amma süt cihetinden böyle değildir.

Oğlunun ninesi (büyük annesi) de müstesnadır. Zira oğlunun ne­seben ninesi mevtûasının (cima ettiği kadının) anacıdır. Veya kendi anasıdir. Radâen böyle değildir.

Amcasının ve halasının anası da müstesnadır..Dayısının ve teyzesi­nin anası da müstesnadır. Çünkü amcası ile halasının annesi neseben sahîh dedenin cima ettiği karışıdır. Hala ile teyzenin anneleri de fâsid ceddin karışıdır. Radâen böyle değildir. Eğer radâen olursa, zikredilen kadınların hiç bîri erkek için haram olmaz.

Erkek kardeşin kız kardeşi mutlak surette helal olur. Yani erkeğin, süt erkek kardeşinin kız kardeşiyle evlenmesi helâl olur. Nitekim nese­ben erkek kardeşinin kız kardeşiyle evlenmesi caiz olduğu gibi. Baba bir erkek kardeşi gibi ki, o erkek kardeşin ana bir kız kardeşi olsa, baba biı erkek kardeşi için onunla, evlenmek caiz olur.

Bir kadından süt emen iki çocuğun evlenmeleri helâl değildir. Çün­kü onlar radâen iki kardeştirler. Gerek o kadın onları bir zamanda em­dirmiş olsun ve gerekse ayrı zamanlarda emzirsin ve gerekse bir me­meden emzirsin ve gerekse birini bir memeden ve diğerini diğerinden emzirsin müsavidir.

Koyun ve koyunun benzeri Jbunun aksinedir. Koyunun sütü üze­re süt kardeşliği hükmü yoktur. Çünkü hürmet, ancak keramet yoluyla cüz'iyyet şüphesi vâsıtasıyle sabit olur. Burada asıl olan, süt emziren kadındır, sonra başkasına geçer. İnsan ile hayvanlar arasında doğum itibariyle cüz'iyyet yoktur. Süt itibariyle de yoktur. Binâenaleyh baş­kasına geçmez.

Süt emen ile süt emziren kadının çocuğu arasında da helâllik yok­tur. Çünkü onlar da kardeştir. Süt emziren kadının çocuğunun çocuğu arasında da helâllik yoktur. Çünkü o çocuk kız kardeşinin çocuğudur.

Bakirenin sütü haram olmayı icâb eder. Çünkü o süt büyüyüp ge­lişmeye sebebtir. Bu sebeble, diğer kadınların sütü gibi, bununla cüz'­iyyet şüphesi sabit olur.

Ölü olan kadının sütü de harânıhğı icâb eder. Çünkü ölü kadının sütü <îe hakîkaten süttür. Keza kadının su veya ilâç ile yahut başka ka­dının sütü ile karıştırılmış olan sütü de harânıhğı îcâb eder. Ya da koyun sütü ile karıştırılmış olan kadın sütü de koyun sütüne gâlib olur­sa harâmlığı îcâb eder. Çünkü bu sütte et bitirip, kemiği geliştirmek özelliği vardır. Yani süt, etin bitmesine ve kemiğin toplanma ve ter­kibine sebebdir. Bu, et bitirip büyütme bu bâbda mu'teberdir.

Yemekle karıştırılmış olan süt harâmlığı îcâb etmez. Bu söz ıtlak üzere İmâm A'zam' (Rh.A.) in sözüdür. Çünkü, o galebeyi şart kılmaz. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) : «Şayet süt yemeğe gâlib olsa ve süte ateş değmese yani pişirilmese, ona tahrîm taalluk eder.» demişlerdir. KudÜrî (Rh.A.), İmâm A'zam' (Rh.A.) m sözü üzere, yemeğin tirit gibi belli olmasını şart kılmıştır. Bazıları: «Bu şart, eğer kaşık ile yemek kalk-, tığı vakitte süt damlamazsa haram olmaz. Çünkü sütün kaşıktan dam-lamasiyle hürmet sabit olur»; bazıları da: Hiç bir hâlde hürmet sabit olmaz, demişlerdir. İmâm Şemsü!d-dîn es-Serahsî (Rh.A.) bu söze mey­letmiştir. Sahih olan bu sözdür. ZeyJai (Rh.A.) böylece zikretmiştir.

Erkeğin veya kadının sütü Üe küçük çocuğa ihtikân (şırınga) ya­pılsa hürmet icâb etmez. Erkeğin sütünün tahrîm icâb etmediğine se-beb şudur: Çünkü erkeğin sütü gerçekten süt değildir. Zira süt, do­ğurması olabilen kimseden tasarlanabilir. Kadının süty ile ihtikân (şı­rınga) a gelince: Çünkü; onda büyütüp geliştirme özelliği yoktur. Tah­rîm ise geliştirme itibariyledir. Geliştirme gıda ile olur. Gıda ise yukarı­dan olur, aşağıdan olmaz.

Bir kadın ortağım emzirse, ikisi de kocalarına haram olurlar. Yani bir erkeğin nikâhı altında bir küçük kız ve bir büyük kadın olsa, o büyük kadın küçük kızı emzirse, erkeğe ikisi de haram olurlar. Çünkü erkek radâen ana ile kızını bir nikâh altına almış olur. Eğer o büyük kadın cima edilmedi ise, onun için mehr yoktur. Çünkü ayrılma cimâ'-dan ünce, onun tarafından gelmiştir. Hattâ ayrılma eğer' onun tarafindan. gelmese; meselâ: zorlanmakla veya uyurken küçük kız onun sütünü emmekle olsa yâhûd bir adam o kadının sütünü alıp küçük kıza içirmekle veya büyük kadın deli olmakla ayrılık hâriçten gelse, o ka­dın için mehrin yansı vardır. Çünkü ayrılık o kadına izafe edilmez. Küçük kız için de yarım mehr vardır. Zira cimâdan önce ayrılma onun tarafından değildir. O küçük kızın süt emmesine itibâr yoktur.

Eğer kadın fesâdlik edip küçük kız» emzirdi ise, koca o küçük kızm mehrini emziren kadından alır. Eğer fesâd kasdetmedi ise koca emziren kadından bir şey alamaz.

Bir emzikli kadın boşanıp, iddetten sonra başkasıyle evlendirildik-dç başkasından hâmile olsa ve hamiden sonra ondan süt inse ve o sütle bir küçük çocuğu emzirse, İmâm A'zanV (Rh.A.) a göre, çocuğu doğuruncaya kadar sütün hükmü birinci kocadan olur. O kadın çocuğu doğurduğu zaman süt ikinci kocadan olur. Çünkü o süt yakînen bi­rinci kocadan idi. İkinci kocadan olduğunda şüphe etmiştik. İmdi ya-küı şüphe ile zail olmaz.

Bir erkeğin süt emen iki karısı olup bunların ikisini de bir yabancı Jtadın peşipeşine emzirse, o erkeğe.ikisi de haram olurlar. Çünkü onlar İ,radâeh iki kız kardeş olmuşlardır.  İki kız kardeşin arasını nikâhen çem'etmek haramdır.

Bir erkek bir kadına işaret edip; «Bu kadın benim süt kızımdır», dedikden sonra sözünden dönse, dönmesinde tasdik edilir. Çünkü yan­lışlık bulunabilen bir şeyle ikrarda bulunmuştur. Öyleyse ma'zûrdur.

Bazan bir erkek ile fülan kadın arasında süt kardeşliği vâki olur. Sonra o kimseye bu haber verilir de o kimse işin gerçeğini iyice araş­tırır ve o sözde yanlışlık olduğunu anlar. Şayet bunda yanlışlık oldu­ğunu haber verirse sözü tasdik edilir.

Keza bir kimse bir kadın için işaret edip ; Bu benim süt karde­şimdir veya annemdir veya ki2imdır, dese, sonra o işaret ettiği kadın­la evlenmek isteyip ben önceki sözümde yamldım veya öyle sandım ve­ya unuttum dese, o kadm da o adamı tasdik etse, her ikisinin söyledik­leri tasdik olunur, ve o adamın o kadın ile evlenmesi caiz olur.

Eğer adam, sözünde durup bu söz haktır, dediğim gibidir, dedik­den sonra o kadın ile evlense, aralan ayrılır.

Eğer kadın süt emdiğini ikrar etse, erkek de inkâr etse, sonra ken­dini yalanlayıp, ben yanılmışım, diye o süt kardeşliğini ikrar ettiği erkek ile evlense caiz olur. Kadın kendini yalanlamazdan önce evlense caiz olur. Her ikisi süt kardeşliği ikrar ederler de sonra kendilerini yalanlar ve biz hatâ etmişiz diyerek evlenirlerse caiz olur. Keza nesebde dahî böyledir. Ona ancak ısrar ettiği şey lâzım gelir. Hattâ, bu'kadın benim kız kardeşimdir veya anamdır, dese ve kadının belli nesebi ol­masa, ondan sonra ben öyle sândım, dese tasdik edilir. Eğer birinci söz üzerinde ısrar ederse araları ayrılır. Kât î d e böyle zikredilmiştir, ttadâ' (süt emme) mülkü İsbât eden beyyine. ve birbirini tasdik gibi şeylerle sabit olur. Yani iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehâdetleri ile sabit olur. Birbirlerini tasdik etmekle sabit olması: Birbirlerini yalan­lamak (tekâzüb) ile hükmünün kalkmasına aykırı değildir. Nitekim bunu gördün! [26]

 

Boşama   Bölümü  (Talâk)

 

Talâk, lügat yönünden mutlak surette kaydı (bağı) kaldırmak ma'-nâsınadır. «Atı saldı.» ve «Esîri saldı.» denilir. Lâkin nikâhda kullanıl­ması, selâm ve serâh lâfızlarının teslim ve tesrîh ma'nâsına kullanıl­dıkları gibi «tef îl» ölçüsü ile «tatlîk - kadını boşamak» ma'nâsmadır.

Allah Teâlâ' (C.C.) nın    «Boşama iki defadır.» [27] kavl-i şerifinde olan «talâk» lâfzı da bu kabildendir. Yani «tatlîk» ma'n asmadır. Bundan başkasında cif âl» Ölçüsü ile «itlâk - sa­lıvermek»  ma'nâsına kullanılır.    Bundan dolayı, bir adam karısına en boşsun.» dese «Jâm» m teşhîdi ile, niyete ihtiyâç olmaz. «Lâm» in tahfîfi ile   dese' talâka ni etmeye muhtaçtır. Bunu Zeylâî (Rh.A.) zikretmiştir..

Talâk ıstılahan; şer'an sabit olan kaydın kaldırılmasıdır. Şer'an de­mekle hissen sabit olan kayd hâriç kalmıştır. Bağın çözülmesi gibi. Ya­ni nikâh ile şer'an sabit olan kayd (bağ) m kaldırılması ma'nâsmadır, Nikâh lâfzı ile ıtk (âzâd olma) hâriç kalmıştır. Çünkü ıtk şer'an sabit olan kaydı kaldırmaktır. Lâkin bu kayd nikâh ile sabit değildir. Kenz'de böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki: Bu, ta'rîf başkalarının girmesine mâni değildir. Çün­kü buna fesh girer. Bundan dolayı ben: «Bu kaldırma birden üçe kadardır.» sözünü ekledim. Bu ziyâde ile fesh de hâriç kalır. Çünkü leshde aded yoktur.

Malûmdur ki, talâk üç çeşittir: Birincisi: Ahsen, ikincisi: Hasen, üçüncüsü: Bidîdir.[28]

Musannif birinci çeşidi; «Kadının tuhru hâlinde cimâ'dan önce bo­şamak ahsendir.» sözüyle zikretmiştir. Yani, talâkın ahsenj (en- güzeli) kadının, cima bulunmayan tuhrunda (hayzdan temiz hâlinde) bir talâk ile boşamak ve kadının iddeti bitinceye kadar kocanın onu terk etmesi­dir. Çünkü rivayet edilmiştir ki, Resûlüllah (S.A.V.) in Ashabı böyle ya­parlardı. Zira böyle yapmak tedâriki mümkün olmakla (hatâyı düzelt­mek mümkün olmakla) pişmanlıkdan daha u,zak olur.

Musannif, ikinci çeşidi şu sözü ile zikretmiştir: «Cima edilmemiş hayz gören kadının bir defa boşanılması, velev ki o boşama hayzda ol­sun ve keza cima edilmişin, içinde cima olmayan üç tuhrda ayrı ayrı üç talâkla boşanüması, âyise (yani hayz âdeti kesilmiş kadın), küçük kız ve hâmile kadınların üç ayda boşanılması hasendir ve sünnî talâk-tır                            

İmâm Mâlik (Rh.A.); «Talâk-ı selâse bid'attir.» demiştir. Çünkü talâk mahzurdur, yâni haramdır. Ancak kurtulma ihtiyâcı için mubah olur. Bu ise bir talâk ile savulmuş olur.

Bizim için delîl; Resûlüllah' (S.A.V.) in Hz. Ömer' (R.A.)

«Oğluna emret karısına müracaat etsin, ondan soma hâiz olup te­mizleninceye kadar onu terketsin, ondan sonra boşasın ve yine hâiz olup temiz oluncaya kadar terketsin, ondan sonra dilerse boşasuı.» bu­yurduğu hadîsidir.

Yine Resûlüllah (S.A.V.), İbni Ömer' (Rh. Anhümâ) e:

«Sen sünnette yanıldm. Allah Teâlâ' (C.C.) mn sana emrettiği böyle değildi. Şüphesiz sünnetten olan, senin tuhra yönelin beklemen ve her hayz için bir defa boşamandır. Allah Teâlâ' (C.C.) nın kadınların boşan­ması için emrettiği iddet budur.» buyurmuş ve Hak Teâlâ' (C.C.) nın:

 «Kadınları iddetleri içinde boşaym.» [29]

kavl-i şerifini murâd eylemiştir. Bu sözü ile talâkın sünnî diye adlandı­rılmasının nedeni anlaşılmış olur.

Âyise, sagîre (küçük kız) ve hamileyi, cima'in ardında boşamak he­lâldir. Çünkü kerahet, yüklü olması tevehhümü ile hayz sahibi kadın­lardadır. Bu ise, zikredilen kadınlarda bulunmaz.

Musannif talâk'ın üçüncü çeşidini: «îçinde ric'at (dönüş) olmayan bir temizlik devresinde kadını bir veya iki defada üç talâkla yâhud iki talâkla boşamak yahud temizlik hâlinde cima edilmiş olan kadını bir kerede veya hayzda, cima edilmiş olan kadını bir kerede boşamak bidl-dir.» sözüyle zikretmiştir. Çünkü bu talâk hasen talâka ve ahsen talâka aykırıdır. Şu halde bid'î olanın çirkin olması gerekir. Esah olan söz, sonuncuda yani hayz hâlinde boşamlan kadında —emrin hakikati ile amel edip, mümkün olduğu kadar iddetin eserini kaldırmakla masiyeti savmak için— rie'atin vâcib olmasıdır. Bizim Meşâyihimîzin bazılarına göre, ric'at müstehabdır. Hayzlı kadın ric'attan sonra temizlendiği za­man, koca onu dilerse boşar ve dilerse tutar.

Cima edilmiş hayz gören karısına, kocası niyetsiz; «Sen sünnet için üç talâk ile boşsun.» dese veya her bir temizlikde bir talâk vâki olmaya niyet etse, her bir temizlikde bir talâk vâki olur. Çünkü kocanın sözü mutlaktır, kâmili kapsar. «Hayz gören kadın» demeye sebeb şudur: Çün­kü kadın zevâtü'I-eşhürden (aylarla iddet bekleyenlerden) olursa, hemen bir talâk ve bir aydan sonra bir talâk bir ay sonra bîr talâk daha, vâ­ki olur. Keza niyetli veya niyetsiz olursa hâl yine böyledir. Eğer cima edilmemiş ise, hemen bir talâk vâki olur. Ondan sonra o kadın üzerine, evlenmezden önce bir şey vâki olmaz. Çünkü bu sözün takdiri şudur: Sünnet vaktine kadar sen üç talâk boşsun, demektir. Halbuki iddet ol­madığı için onun hakkında sünnet vakti yoktur. Ancak el'ân küllün vâki olmasına veya her bir ayda bir. talâka niyet etmiş ise, bu takdirde niyet ettiği şey vâki olur. Çünkü sözünün muhtemelidir. Zira niyet et tiği talâk vükûan sünnîdir. Çünkü üçün toptan vukuu sünnet ile ma' lûmdur. Yoksa ikâ'ı sünnetle malûm değildir. ; Binâenaleyh kocanın mutlak olan sözü buna şâmil değildir. Çünkü, kocanın sözü kâmile mun-sarıf olur. Nitekim daha önce geçti, O ki vukûan ve îkâen sünnî talâk­tır.

Hür olsun, köle olsun âkil ve baliğ olan her kocanın talâkı vâkidir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.):

«Köle ve mükâteb, talâkdan başka bir şeye mâlik olmaz.» buyur­muştur.

Velev ki talâk zorla yaptırılmış olsun. Çünkü onun boşaması sahili­dir. Lâkin talâk ile ikrarı sahih değildir. Ya da o koca şaka edici olsun. Hâail  (şaka edici); sözünün hakikatini kasdetmeyen kimsedir. Veya sefîh yani aklı zayıf olsun veya aklı gitmiş derecede sarhoş olsun, çünkü onun talâkı vâkîdir. Keza hul'u ve âzâü" etmesi de vâkîdir. Ge­rekse o koca dilsiz olsun. _

El Yenâbi'de zikredilmiştir ki: Bu dilsizin talâkının vâki olması, dilsiz doğduğu veya sonradan arız olup devamlı dilsiz kaldığı surettedir. Eğer devamlı olmazsa talâkı vâkî olmaz, Dilsizin bilinen işaretiyle vâki olur. Çünkü onun nikâhında ve talâkında, satışında ve satın alışında bi­linen belli işareti olsa, o işaret istihsânen konuşanın ifâdesi gibidir. Kâ-fî'ılc böyle zikredilmiştir.

Ya da o koca yanılsa, yine talâk vâki olur. Meselâ «Sübhânellah» de­mek isteyip diline «Sen boşsun» sözü gelse, talâk vâki olur. Çünkü söz açıktır, niyete hacet yoktur.

Efendi, kölesinin karısını boşamakla talâk vâki olmaz. Çünkü efen­di koca değildir.

Mecnûnun ve küçük çocuğun talâkı vâki olmaz. Çünkü Resülüllah (SAV):                                                                                       

«Her talâk caizdir, ancak sabi ve mecnûnun talâkı caiz değildir.» buyurmuştur.

Mübersem (zâtülcem'be tutulmuş adam) in talâkı da caiz değildir.

Mübersem (bâ) nın kesriyle «birsam» dandır. Bu da delilik (cünûn) gi­bi, ma'lûm bir illettir.

Bayılmış kimsenin, bunamı|ın ve uykuda olan kimsenin talâkı vâki değildir. Bunaklık; akılda bir bozukluk olup kimi sözü akıllıya ki­mi de deliye benzer. Bunların talâkının vâki olmadığına sebeb, onlarda temyiz ve akl olmadığı içindir.

Şayet karı - kocamn biri diğerinin bütününe veya bir kısmına mâ­lik olsa, nikâh bâtıl olur. Çünkü mâlik olmak ibtidâen nikâha aykırıdır, bekâsını da meneder. Eğer kadın mâlik olduğu kocasını, mâlik olduğu vakitte hür kıldıkda, koca o kadını iddette boşasa veya kadın dâr-ı harbden Müslüman olduğu halde dâr-ı İslâm'a çıksa, ondan sonra ko­cası da Müslüman olduğu halde dâr-ı harbden dâr-ı İslâm'a çıksa, o koca da onu iddet içinde boşasa, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), bu iki mese­lede talâkı lâğv etmiştir, yani «Talâk vâki olmaz» demiştir. İmâm Mu-hammed (Rh.A.), «İkisinde de talâk vâki olur.» demiştir. Talâkın itibân ki, murâd sayısıdır. — Kadınlara göredir. — Kocası gerek hür ve gerek köle olsun hür kadının talâkının hepsi üçtür. Cariyeye itibâr ile — koca­sı gerek hür ve gerek köle olsun — cariyenin talâkı ikidir.

Talâk, ıtk (yani âzâd) lâfzı ile vâki olur. Aksi, yâni talâk lâfzı üe ıtk vâki olmaz. Yani koca karısına, «Seni âzâd ettim.» dese, eğer talâka niyet etti ise veya hâl talâka delâlet ederse talâk vâki olur. Şayet efen­di cariyesine, «Seni boşadım.» dese, o câriye âzâd edilmiş olmaz. Çünkü mülkün yok edilmesi kayddan daha kuvvetlidir ve birinci ikinci için lâ­zım değildir. İkincinin istiaresi birinci için sahih olmaz. Fakat aksi sahîh olur. Yani birincinin istiaresi ikinci için lâzım olur. [30]

 

 

Boşamanın Yapılması Babı

 

Talâk iki çeşittir: Sarîhdir ve kinayedir. Sarih söz, usûluyyûn'a gö­re, kendisinden murâd açıkça anlaşılan sözdür. Hattâ murâd o kadar açık olur ki, söz; gerek hakikat, gerek mecaz olsun, yalnız işitmekle an-laşıhverir.                                                 

Talâkın sarihi (açık ve besbelli olanı), ancak boşamada kullanılan lâfızdır. Meselâ «Ben seni boşadım (tatlîk ettim)», «Sen taliksin (boş­sun)», «Sen mutallâka (boşanmış) sın» ve «Sen talâksın» demek gibi.

Bîr şâir:

«Sen taliksin, talâk ise azimettir.» demiştir. Çünkü bu lâfızlar an­cak talâkda kullanılmıştır.

Bu sarîh ile, ric'î bir talâk vâki olur. Kocanın karısına; «Sen boş­sun» demesine gelince: Hidâye'de söylenen şu sözden dolayı boş düşer. Bu sö2? ferdin sıfatıdır. Hattâ iki zevce-için «Talikan», üç zevce için «Tavalık» denir. İmdi adede muhtemel olmaz. Çünkü ferd adedin zıd-dıdır ve «Talâk» ı söylemek kadının sıfatı olan talâkı söylemektir. Yok­sa talâkın sıfatı olan boşamayı söylemek değildir. Talâkla birlikte söyle­nen sayı mahzûf masdarın sıfatıdır. Ma'nâsı, «Üç talâk» demektir. Bu­nun açıklaması, Tavzih sahibinin dediği gibidir. Şüphesiz kocanın «Sen boşsun» sözü, lügat yönünden kadının sıfatı olan talâk üzere delâlet eder ve iktizâ yönünden erkeğin sıfatı olan t allık üzere de delâlet eder. Kadının sıfatı olan talâkda üç talâk niyeti sahih olmaz. Çünkü o şey haddi zâtında müteaddid değildir. Teaddüd ancak gerçekten bo­şamada olur. Boşamanın teaddüdüne göre, o boşamanın lâzımı da te­addüd eder, yâni kadının sıfatı da teaddüd eder. İmdi kadının sıfatı olan talâkda üçün niyeti sahîh olmaz. Erkeğin sıfatı olan tatlîkde dahî üçe niyet etmek sahîh değildir. Çünkü bu iktizâen sabittir. Et-Telvîh sahibi, bunu lâzım olduğu gibi açıklamıştır. Bundan anlaşılır ki: Zey-laî' (Rh.A.) nin: «Hidâye sahibinin; tatlîk lâfzı ferdin sıfatıdır, sözü doğru değildir. Çünkü söz talâkdadır. Kadında değildir.» demesi doğru değildir. İmdi sen bu mahalli düşün. Geri kalanlarında ise, meselâ «Sen talâksın», «Sen tâlik'ut-talâksın» ve «Sen bir talâk taliksin» lâfızları gibi. Bunlar lügat bakımından ihbar için olup sâri' onları inşâya nak-letmiştir. Lâkin ihbar ma'nâsım tamamen ortadan kaldırmamıştır. Çünkü bütün vaziyetlerinde lügat ma'nâlarma itibâr etmiştir. Hattâ inşâ için mâzî sığaları seçmiştir ki bunlar hâlde ma'nâlarının sabit ol­duğuna delâlet ederler. Koca, «Seni tatlîk ettim» dese, bu lâfız lûgatta ihbar için olmakla kadının hâlde talâkla nıevsûfe olması vâcib olur. İm­di şeriat, konuşan tarafından bu söz sahîh olmak için iktizâen ikâı (ol-, durmayı) sabit kılar. İmdi talâk iktizâen sabit olur. Bunda üçün niyeti sahîh olmaz. Çünkü muktezânm umûmu yoktur. Bir de üçe niyet etmek ancak mecaz yoluyla sahih olur. Zîrâ üç, itibari bir'dir. Mecaz niyeti ise ancak lâfzın kendisinde olur. Niyyete tahsis gibi.

Talâk ric'î olur. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :

«Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır.»[31] buyurmuştur.

Fukahâ demişlerdir ki: «İyilikle tutmak» 4an murâd ric'attir. Mut­laka, yâni gerek bâîn olan bire niyet etsin ve gerekse ondan daha çoğa ve gerekse bir şeye niyet etmesin, talâk ric'î olur. Çünkü sözün muradı besbellidir. Hüküm sözün ayn'ına müteallik olur ve onun ma'nâsımn ye­rine geçer ve niyete ihtiyâç kalmaz. Talâk-ı bâîn yapmak niyyeti üe Şâriin iddetin geçmesine bağladığı şeyi hemen geçerli kılmak istemiş olur ki, bu kasdı hükümsüz kalır. Nitekim namaz kılan kimse üzerinde sehv secdesi var iken namazdan çıkmak için selâm verse bu selâm hü­kümsüz kalır. Keza üçe niyet de lâfzın müktezâsım değiştirmedir. Ya­kında açıklaması gelecektir. Şu halde lagv olur.

Ric'î t^lâk kadının vâris olmasını asla menetmez. Yâni ne sıhhatte ve ne hastalıkda menetmez. Söyleyen kimse (kocası), vesâk niyetinde diyâneten tasdik Edilir. Yâni kocası «Sen boşsun.» deyip bu lâfız ile vesâkden (ipten) boşanmasını niyet ederse, mahkemece tasdik edil­mez. Çünkü görünürün hılâfınadır. Kadın hâkim gibidir. Şayet koca­dan bu sözü işitse veya bu söze şâhid olan âdil bir kimse o kadın yanın­da şâhidlik etse, p kadının kendini kocasına teslim etmesi helâl olmaz. Lâkin kocasının niyeti kendisiyle Allah (G.C.) arasında muteberdir.

Eğer bunu açıklarsa, yâni «Sen ipten boşsun.» derse mutlaka tas-dîk edilir. Yâni kazaen dahî bir şey vâki olmaz. Çünkü bunu söyleyen kimse lâfzın muhtemel olduğu nıa'nâyı açıklamıştır. Şu halde diyâne­ten ve kazaen tasdik edilir. Amel niyetinde ne diyâneten ve ne de ka­zaen tasdik edilmez. Çünkü talâk, kaydı kaldırmak içindir. Kadın ise amel ile mukayyed değildir. Keza, talâk vâki olan suretlerde olduğu gi­bi, kocanın karısına, «Sen talâksın», «Sen tâliku't-talâksın», «Sen talâ-kan taliksin» veya «tatlîkaten taliksin» demesi yukarıda zikredilenler gibidir. Lâkin bu suretlerde, eğer niyet etmedi ise veya bire niyet etti ise, bir ric'î talâk vâki olur. Çünkü yukarıda geçtiği gibi sözden murâd açıkdır.

Ya da ikiye niyet etti ise iki talâk yâkî olur. Çünkü sebebi anlatıl­dığı gibi, isneteyn (iki) lâfzı aded-i mahzdır, umfrede şâmil olmaz.

Eğer talâk adedinin tamâmına niyet etti ise, yâni hür kadında üç ve cariyede ikiye niyet etti ise talâk sahîh olur. Nitekim usûlde takar­rür etmiştir ki, masdar lâfzı müfreddir, adede delâlet etmez. Üç (selâs) ise itibarî bir (vâhid) dir. Çünkü cinsin tamâmıdır. Keza iki (isnetânî), câriye hakkında cinsin tamâmıdır. Fakat hür kadın hakkında aded-i mahzdır. Binâenaleyh onu niyet Sahîh olmaz. Eğer talâkı kadına mu-zâf kılarsa sahîh olur. Meselâ «Sen taliksin» der. Veya bütününü ifâ­de eden rakabe  (boyun) gibi bir cüzüne izafe etmesidir, Çünkü Allah

Teâlâ' (C.C «Bir boyun (köle) âzâd etmektir.» [32]

kavl-i şerifinde rakabe ile bütün vücûd ifâde edilmiştir. Keza, unuk da böyledir. Çünkü Allah Teâlâ' (C.C.)

«Ona boyunları haram oldu.» [33] buyurmuştur.

Ruha da böyledir: «Ruhu helak oldu.» elerler. Beden, cesed ve ferclc de bütün vücûd ifâde edilir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Eyerler üzerindeki ferclere Allah lâ'net etti.» buyurmuştur.

Yüz de böyledir: «Ey! Arabın yüzü.» denir. Başa (re'se) da izafe edilir. «Fülân kavmin başıdır» denir. Veya kadımın yarısı veya üçtebiri gibi yaygın cüz'üne izafe ederse, talâk vâkî olur. Çünkü yaygın cüz, sa­tış ve satışın gayri gibi diğer tasarruflar için mahaldir. Binâenaleyh talâk için de mahaldir. Lâkin talâk hakkında parçalanmayı kabul et­mez. Zaruret hasebiyle, tümde sabit olur.

Eğer koca talâkı kadının eline, ayağına, sırtına, karnına veya kal­bine izafe ederse talâk vâki olmaz. Çünkü bu uzuvlar tümü ifâde etmez. Eğer sorulsa ki, el ve kalb ile tüm ifâde edilmiştir, nitekim Allah Teâlâ (C.C.):  «Ebû Leheb'in elleri kurusun, yok olsun!» [34] buyurmuştur.

Resûlüilah (S.A.V.) de«Aldığı 3ey* yerine vermek elin borcudur.» buyurmuştur.

Yine Allah Teâlâ (C.C.) «Şüphesiz ki onun kalbi günahkârdır.»,  [35] buyurmuştur.

Yine Allah Teâlâ (C.C.) «Sen onların kalblerini uzlaştıramazdın.» [36] buyurmuştur. Yâni    «Onların arasını» diye tefsir edilmiştir.          

Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ (C.C.) :

«Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı.» [37] buyurmuş­tur. Bunlarda el (yed) ve kalb ile tüm (kül) ifâde edilmiştir. Bu soruya şöyle cevâb verilmiştir: Bunların devam üzere kullanıldığı, ne lûgaten, ne de örfen ma'lûm değildir, ancak nadiren kullanılmışlardır. Hattâ bir kavme göre; bunlarla tümü ifâde etmek, örfen sabit ise talâk vâkî olur. Zikredilen hangi uzuv olursa olsun fark etmez. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir,

Şayet koca karısını talâkın yarısı veya üçtebîri ile boşasa, yâni sen «Yarım talâk ile boşsun.» veya «Üçtebir talâk ile boşsun» dese, bir ta­lâk vâkî olur. Keza her şayi' cüz'e izafe ile bîr talâk vâkî olur. Çünkü bölünme kabul etmeyen şeyin cüz'ünü zikretmek tamâmım zikretmek gibidir. Yine «Birden ikiye kadar» veya «Bir ile iki arasında boşsun.» dese, bir talâk vâkî olur. «Birden üçe kadar sen boşsun» dese, iki talâk vâki olur. Bu, İmâm A'zam' (Rh.A,.) a göredir. Çünkü İmâm A'zam' (Rh. A.) a göre, birinci gaye mugayyada (sınırlanan şeyde) dâhil olur, ikinci gaye dâhil olmaz. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, gayenin ikisi de mu-gayyada dâhildir, hattâ birinci gayede iki talâk vâki olur. İkinci gaye-de üç talâk vâki olur. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre iki gaye mugayyâda dâhil olmaz. Hattâ birinci gayede bir" şey vâki olmaz, İkinci gayede bir talâk vâki olur. İki talâkamn üç yansına izafe etse, üç talâk vâki olur.. Çünkü iki talâkamn yarısı bir talâkdır. İmdi üç yarım toplansa, bizza-rûre üç: tatlîka olur. Bir talâkın üç yarımına izafe etse, iki talâka vâki olur. Çünkü bir talâkamn üç yarımı bir buçuk talâk olur. İmdi yarım tamamlanıp iki talâk meydana gelir.

Bazıları «Üç talâk meydana gelir» demişlerdir. Çünkü her bir ya­rım tamamlanıp üç talâk meydana gelir.

Kocanın karısına bir lâfzını ta'yûı etmesiyle, yâni «Sen iki içeri­sinde bir defa boşsun» demesiyle, eğer bir şeye niyet etmedi ise, lâfıs açık olduğu için bir talâk vâki olur. Ya da çarpmaya niyet etti ise yine bir talâk vâki olur. Çünkü madrûbda (çarpılan şeyde) bir şey ziyâde et­mez. Eğer bir ile ikiye niyet etti ise üç olur. Çünkü üç, lâfzın muhte­melidir. Bu bizim zikrettiğimiz, cima edilmiş kadın hakkındadır. Cima edilmemiş kadında bir talâk vâki olur. Yâni, cima edilmemiş kiadına «Sen ikide bir defa boşsun» dese de ikiye niyyet etse bir talâk vâki olur. Nitekim, bir ve iki boşsun, dese, hüküm yine budur. Yâni, cima etme­diği karısına; «Sen bir ve iki talâk boşsun» dese, bir talâk vâki olur. İkiye yer kalmaz. Ama, birle beraber iki talâka niyyet ederse, üç vâki olur. Çünkü bu da lâfzın muhtemelidir.

Çarpma niyyetiyle; «Sen ikide iki boşsun.» dese, iki talâk vâki olur. Çünkü bilirsin ki, niyeti yoksa madrûbda (çarpılanda) bir şey ziyâde olmaz. Eğer, ikiyle beraber ikiye yâhûd iki ve İkiye niyet ederse, o ka­dın cima edilmiş ise, üç talâk vâki olur. Çünkü, sebebi yukarıda geçtiği gibi, üç lâfzının muhtemelidir.

Kocanın, «Buradan Şam'a varıncaya kadar boşsun» demesiyle bir ric'î talâk vâki olur îmâm Züfer (Rh.A.), «Bâîn talâk vâki olur. Çünkü koca talâkı uzunluk ile nitelemekle sanki o, «Uzun boşsun» demiş olur. Eğer böyle dese bâîn olurdu. Bunda da bâîn olur.» demiştir.

Biz deriz kî: Hayır, uzunluk ile değil, kısalık üe nitelemiştir. Çîu> kü talâk vâki olduğu vakit, mekânların hepsinde vâki olur. Talâkın kendisi kısaltmaya (kasra) muhtemel olmaz. Çünkü cism değildir. Ta­lâk hükmünün kısalığı ise; ric'î* olmaktadır.

Kocanın karışma; «Sen Mekke'de yahûd evde boşsun.» demesi, o anda talâkı yapmaktır. Çünkü talâk bir yere mahsûs değildir. E|er onunla ta'lîk murâd ederse, diyanet yönünden tasdik edilir, ama kazaen tasdik edilmez. Çünkü izrriar zahirin hilafıdır. (Yani, kapalı konuşmak açık konuşmak gibi değildir). Keza; «Sen filân elbisenin içinde boşsun.» dese, kadın derhal boş olur. Bununla ta'Hka niyyet etse, kazaen tasdîk edilmez. Keza; «Sen gölgede veya güneşde boşsun.» demesinde de. hü­küm zikredilen gibidir.

Kocanın karısına, «Mekke'ye girdiğin zaman veya eve girdiğin za­man sen boşsun» demesi ta'lîkdir. Birincinin sebebi, koca talâkı Mek­ke'ye girmeye bağladığı içindir. İkinciye sebep, (fî) lâfzı zarf için kul-lanıldığındandır. Ve fiil hakîkaten zarfiyyet için uygun olmaz. İkisi arasında münâsebet olduğu için ikisinden her biri cem' için olmakla şart ma'nâsı üzere hami edilir. Çünkü mazruf zarfı cemeder. Keza meş­rut da şartı cemeder ve şartsız meşrut bulunmaz. Şart meşrut üzere geçer. Keza zarf da mazruf üzere geçer. Birbirlerine yakınlaşmış olur­lar. Şu halde istiare caiz olur.

Kocanın karısına, «Sen yarın boşsun.» veya «Sen yarında boşsun.» demesiyle kendisine bağlanılan şey bulunduğu için talâk sabah vaktin­de vâki olur.

«Yarında boşsun» demekle ikindiyi niyyet etmek de sahilidir. Yâni gündüzün sonu niyyeti sahîh olur. Musannifin muradı kazaen sahih ol­maktır. Amma İmâm A'zam' (RhA.) a göre, diyâneten ikisinde de tas­dik edilir, tmânıeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre ise, ikisinde de kazaen tas-dîk edilmez ve diyâneten ikisinde de tasdik edilir.

«Sen bugün, yarın boşsun veya yarın, bugün boşsun» sözünde «Bu­gün, yarın boşsun.» da bugüne itibâr edilir ve ikincisi hükümsüz olur. Yâni birinci surette o gün. kadın boş olur ve ayarın» sözü hükümsüz olur. İkinci surette talâk (yannda) vâki olur. (Bugün) sözü hükümsüz olur. Çünkü talâk zikredilince hükmü; ta'lîkan veya tencîzen sabit olur. İkinciyi zikr ile ta'bîr muhtemel olmaz. Çünkü muallâk tencîzi, tencîz ta'iîki kabul etmez. Şu söz buna muhaliftir: Şayet, «Yarınki gün geldik-de sen bu gün boşsun» dese, o vakit yarınki günden önce talâk vâki ol­maz. Çünkü mütekellinı talâkı yarınki günün gelmesine bağlamıştır. Yarınki günden önce talâk vâki olma?. Günün (yevm) zikri ta'lîk vak­tini açıklamak içindir.

Koca karısına «Sen bir talâk boşsun veya.değilsin»; «Sen befcîm ölü­mümle beraber boşsun», veya «Sen, senin ölümünle beraber boşsun» dese, hükümsüzdür. Birincinin hükümsüz olması, vasıf her ne zaman adede bitişik olsa da talâkın vukuu adedin zikri ile olur. Nitekim açık« laması gelecektir. İmdi şüphe ikâ'a (talâkı yapmaya) dâhil olur, bu yönden talâk vâki olmaz. İkincide yani «ölümümle beraber» dediği su­rette boş düşmemesi talâkı ona zıt (münâfî) bir hâle izafe ettiği için­dir. Çünkü kocanın ölümü ikâ'm ehliyetine zıttır. Kadının ölümü ise talâkın vukûunun mahalliyetine aykırıdır. Halbuki bunların ikisi de (hem ehliyyet hem mahalliyet) mutlaka lâzımdır.

Keza, «Ben seninle evlenmezden önce boşsun» yeya «sen dünkü gün boşsun» dese de, halbuki onunla bugün evlensc, kocanın sözü yine hükümsüz olur. Çünkü, talâkı kadına mâlik olmadığı vakte izafe et­miştir. Şu halde hükümsüz olur. Nitekim, «Ben yaradılmazdan önce sen boşsun»; «Sen yaradılmazdan önce boşsun», «Ben seni küçük çocuk iken boşadım», veya.«Ben seni uyuduğum halde boşadım» dese hüküm­süz olur ve talâk vâki olmaz. Fakat efendi kölesine «Ben satın almaz­dan önce sen hürsün» veya «Dünkü gün sen hürsün» dese, halbuki kö­leyi o konuştuğu gün satın almış olsa, köle âzâd edilmiş olur. Çünkü mâlik olmazdan önce kölenin hürriyetini ikrar etmiştir. Görülmez mi ki, bir kimse başkasının kölesi için «Bunu efendisi âzâd eyledi.» deyip ondan sonra satın alsa, o kimse hesabına âzâd edilmiş olur. Nitekim se­bebini yukarıda zikrettik. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Eğer dün­kü günden önce nikâh etti ise «Dünkü gün sen boşsun», demekle, o an­da talâk vâki olur. Çünkü talâka aykırı olan duruma isnâd etmemiştir. Ve kendisinin yahûd başkasının talâkından haber verme suretiyle tas­hihi de mümkün olmaz. Çünkü bunların ikisi de yoktur. İmdi inşâ mü-teayyin olup o an talâk vâki olur.

Erkek kan.sına; «Sen, benim ölümümden iki ay önce veya iki ay­dan daha çok öncede boşsun.» dese ve iki ay geçmezden önce ölse, şart bulunmadığı için, boşanmış olmaz. Eğer o iki ay geçtikden sonra ölse, şart bulunduğu için boşanmış olur. Amma kadına miras yoktur. Çünkü iddet iki ayda üç hayzla bitmiştir. Câmiu'l-Kebîr şerhi «Tahrîr» de böy-* le zikredilmiştir.

Eğer erkek, karışma; «Ben seni boşamadıkça sen boşsun» veya «Ben seni ne zaman boşamazsam, o vakit boşsun» dese veya «Her ne zaman ki ben seni boşamazsam boşsun.» dedikden sonra sussa, kadın boşanmış olur. Çünkü adam talâkı boşamakdân hâlî olan zamana izafe etmiştir. talâk da sustuğu vakitte bulunmuştur. Çünkü .«Her ne zaman» ma'nâ-sına gelen (meta) lâfzı, zaman zarflarından olduğu için vakitte açık­tır. Keza (mâ) lâfzı da vakitte kullanılır.

«Eğer ben seni boşamadım ise sen boşsun» dese, susmasiyle kadın boşanmış olmaz, belki nikâh devam eder. Hattâ ikisinden biri, boşamaz-dan Önce, ölünceye kadar nikâh devanı eder. Talâk ölümden az önce vâki olur. Çünkü şart o vakitte gerçekleşmiş olur.

«izâ, izâmâ» lâfızları İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, niyetsiz «in» lâf­zı gibidir ve İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, «meta» lâfzı gibidir. On­ların hükümleri yukarıda zikredildi. Hattâ «Ben seni boşamazsam, boş­sun» veya «Ben seni boşamadığım zaman boşsun.» dese, İmâm A'zam* (Rh.A.) a göre, hayâtın son cüzünde kadın boşanmış olur. îmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre «meta» gibidir. Yâni sükûtu mahallinde talâk vâki olur. Eğer erkek vakte veya şarta niyet etse, niyeti gibi vâki olur. Çünkü lâfzın ikisinden her birine ihtimâli vardır.

Erkeğin «Sen boşsun, ben seni boşamadıkça sen boşsun» sözünde, sonuncu- defada dediği «Sen boşsun» sözü ile boşanmış olur. Bunun ma1-naşı, şayet erkek bu sözü mevsûlen dediyse olur. Kıyâs şudur ki: Eğer kadın ile cinsî münâsebette bulunmuş ise iki talâk vâki olmalıdır. Bu, İmâm Züfer' (Rh'.A.) in sözüdür. Çünkü erkek, talâkı boşamakdan hâlî bir zamana izafe etmiştir. Halbuki az da olsa bu zaman mevcûddur. O da, talâkla meşgul olduğu zamandır.

İstihsânın vechi şudur ki-, yemininde durma zamanı yemine dâhil değildir. Halbuki maksûdun bih odur. Onun tahkiki mümkün olmaz. Ancak yemînden o miktarı çıkarmakla olur. Hilafın aslı, elbiseyi giy­miş iken «Ben elbiseyi giymem.» diye yemin eden kimsede görülür. Bu­nun benzerinin açıklaması inşâallah yakında gelecektir.

Erkek karısına «Seninle evlendiğim gün boşsun.» der de, o kadını gece nikâh ederse, yeminini bozmuş olur. Emir bü.-yed (emrin elinde olsun sözü) bunun aksinedir.                       

Malûmun olsun kî; «yevm (gün)» lâfzı sürekli bir işe bitişik ol­sa, onunla gündüz (nehâr) murâd edilir. Eğer sürekU olmayana bitişik (yakın) olursa, mutlak vakit murâd edilir. Çünkü zaman zarfı, şayet (il = de) lâfzı olmadan bir fiile bağlı olsa, onun için ölçü (mi'yâr) olun Meselâ,'«Ben yılı oruç tuttum» sözü gibi. «Ben yüm içinde oruç tuttum.» sözü bunun aksinedir. Şayet emr bi'l~yed gibi, fiil sürekli ol­sa, ölçü de sürekli olur. Şu halde gün ile gündüz murâd edilir. Şayet fiil sürekli olmasa, talâkm yukûu gibi ölçüde sürekli olmaz. Şu halde gün ile mutlak vakit murâd edilir. Bunun tam araştırması Telvîh'de-dir. Biz onu Telvîh haşiyelerinde açıkladık.

«Sen efendinin âzâd etmesiyle beraber iki kere boşsun» dese, efen­di de âzâd etse, onun için ric'at yardır. Yâni bir adam başkasının câri-yesiyle evlenip ona bu sözü söylese, sahibi de âzâd etse, o câriye iki talâk ile boşanmış olur. Zahir olan, o kocanın ric'ate mâlik olmaması­dır. Çünkü câriye hakkında iki talâk, üç talâk gibidir. Lâkin o koca ric'ate mâlik olur. Çünkü sahibinin âzâd etmesi boşamak için şarttır. «Beraber» lâfzı ona aykırı değildir. Çünkü «beraber» lâfzı «sonra» ma'-nâsında kullanılır. Meselâ, Allah Teâlâ' (C.C.) nm:

 «Demek ki zorlukla beraber (yâni sonra) bir kolaylık var-» [38] kavli şerifinde olduğu gibi. Binâenaleyh, âzâd etmek, talâkdan önce olur. Talâk vâki oldukda câriye hür bulunur. Talâkın tamâmı İki olmaz, bel­ki diğer hür kadınlar gibi üç olur. İmdi o erkek iki talâkdan sonra ric'a-te mâlik olur. Eğer mezkûr mes'elede cariyenin âzâdı ve iki defa boşan­ması yarının gelmesine bağlanırsa, yâni efendi cariyesine, «Yarınki gün geldikde sen hürsün» dese, ve kocası; «Yarınki gün geldikde, sen iki ta­lâk ile boşsun.)) dese, yarınki gün gelince o koca için ric'at hakkı yok­tur. Çünkü talâkın vükûu cariyenin âzâd edilmesinin v-ukûu ile bera­berdir. O câriye için iki talâk vâki olur. Câriye olması bakımından ko-, cası için ric'at yoktur. Fakat birinci mes'ele bunun aksinedir. Çünkü bilirsin ki o anda âzâd etme, rütbe bakımından Öncedir, tmâm Muham-med' (Rh.A.) e göre, koca ric'ate mâlik olur. Çünkü âzâd etme aslî du­ruma geri dönme olduğu için vukuu daha çabuktur. Bu ise müstahsen (güzel) bir iştir. Boşamak âzâd etmenin aksinedir. Çünkü boşamak (ta­lâk), mubahların en sevilmeyenidir. Belki o câriye, bi'1-ittifâk ihtiyat için, hür kadın gibi iddet çeker.

Kocanın karısına «Ben senden bâînim» demesiyle kadın boşanmış olur. Veya koca karısına, talâka niyetle «Ben sana haramım» demesiyle bâîn talâk ile boşanmış olur. «Ben senden boşum» demesiyle, gerek talâ­ka niyet etsin ve gerekse etmesin kadın boşanmış olmaz. Çünkü talâk, kaydi izâle içindir. Halbuki kayd kadındadır, kocada değildir. Eğer mülkü izâle için olsa mülk kadının üzerindedir. Çünkü kadın kocanın memlûkesidir ve koca mâliktir. Kocanın «Ben senden boşum.» demesi hükümsüz olur. tbâne bunun aksinedir. Çünkü ibâne vuslatı izâle için­dir. Vuslat ise koca ile kan arasında müşterektir, Tahrîm de ibâne gibi hılâf üzeredir. Çünkü tahrîm helâlliği yok etmek içindir. Bu da ibâne gibi karı - koca arasında müşterektir. Şu halde ibâne ile tahrîmin koca ile kanya izafesi sahîh olur. Fakat talâkın izafesi ancak kadına sahîh olur. Vikâye'deki: «Karı - kocadan biri diğerinin bütününe veya. bir cüz'üne mâlik oldukdan sonra boşama yoktur.» sözünü zikretmemesine sebeb, talâkın îkâ'ı babından önce zikredilen; «Karı - kocadan biri di­ğerine mâlik olursa nikâh bâtıl olur» sözüyle yetinildiği içindir. Çünkü nikâh Ipâtil olunca vukua ihtimâl kalmaz. Yâni Vikâye'nin «Kan - koca­dan biri diğerine mâlik veya bir parçasına mâlik oldukdan sonra talâk vâki olmaz.» sözünü burada zikretmemesine sebeb, bâîn talâkın îkâ'ın-dan önce, «Kan - kocadan biri diğerine mâlik, olsa nikâh bâtıl olur.» sözü ile yetinildiği içindir. Çünkü nikâh bâtıl olunca, vukua ihtimal kalmaz.

Kocanın karısına, parmağının içine işaretle;, sen şöyle boşsun, dese; dikili parmakların sayısınca boş düşer. Parmaklann sırtına İşaretle söy­lerse yumulan parmakların sayısınca boş düşer. Zira açık parmakla işaret ederse, âdeten avucun -içi. nıuhâtab tarafında olur ve açık par­makların sayısına itibâr olunur. Parmağı yumarsa, avuç içi, eli yuma­nın tarafına bakar ve ora halkının örflerine göre yumulan parmakların sayısına itibâr olunur.

Koca hür olan karısına «Sen taliksin, bâinsin.»; «En şiddetli talâk ile boşsun» veya «Talâkın en fahişi ile veya en kötüsü ile veya şeytânın talâkı ile veya bid'at talâkı ile veya dağ gibi talâk ile veya bin gibi ta­lâk ile veya ev dolusu talâk ile veya şiddetli boşamakla veya uzun ta­lâk ile ve geniş ile boşsun» dese, üç talâka niyetsiz bir talâk-ı bâin. vâki olur. — Bu «üç talâka niyetsiz sözü, hiç adet niyet etmediği yâhûd bir veya ikiyi niyet ettiği suretlere şâmildir: Bu hür kadın hakkındadır. Fakat cariyede ikiye niyet üç menzüesindedir. Daha önce defalarca geçtiği için, musannif bunu tekrar zikretmemiştir.— İmdi bu zikredilen sözlerin hepsinde hür kadında bir bâiıı t^lâk vâki olur. Yâni koca talâkı ziyâdeden veya şiddetten bir çeşitle nitelese, bâîn talâk vâki olur. Çün­kü koca talâkı muhtemel olduğu şey ile nitelemiştir. Bu nitelik iki muhtemelin birini ta'yîn içindir.

Üçe niyet etmekle üç talâk vâki olur. Daha önce geçtiği gibi; üç cin­sin tamâmıdır. Lâfız ona ihtimâllidir. İmdi niyet ile üçe yorumlanır.

Koca mevtûası (cima etmediği nikâhlısına) olmayan nikâhlısına «Sen üç talâk ile boşsun.» dese, üç talâk vâki olur. Hasan Basrİ (R.A.); «Şayet koca cinsî münasebette bulunmadığı karısına «Sen üç talâk ile boşsun» dese, bir talâk vâki olur. Şayet «Ben senin üzerine üç boşama vâki kıldım.» dese, üç boşama vâki olur» demiştir. Çünkü kocanın «Sen boşsun» sözü ile kadın .iddete hâfcet kalmaksızın boş. olur ve üç sözü ka­dın yabancı oldukdan sonra söylenmiştir. Nitekim atfla söylemiş olsa hü­küm yine böyledir. Kocanın «Ben senin üzerine üç boşama vâki kıldım» demesi, bunun aksinedir. Bizim delilimiz şudur: Ne zaman aded zikredi-llrse talâkın vukuu adcd ile olur. Yakında açıklaması gelecektir. Atf böyle değildir. Bu ibare Kenz'in ve Vikâye'nin ibaresinden daha güzel­dir. Çünkü onda Kenz ve Vikâye'nin aksine mezkûr hilafa işaret var­dır. Nitekim onlara bakıp inceleyen kimseye bu gizli değildir, îmdi ge­risini sen düşün!

Eğer koca, cima edilmemiş kadın için talâkı ayrı söylerse, mese­lâ: «Sen, bir defa ve bir defa boşsun.», «Sen boşsun, boşsun.» veya «Sen boşsun» sen boşsun» demekle ayırsa, iddete hacet olmaksızın birinci ta­lâk üe bâin olur. Çünkü kadın henüz cima olunmamıştır. Mahal bulun­madığı için ikinci talâk vâki olmaz. Talâk bitişik olduğu sayı Oe yâkİ olur, talâk sözü ile vâki olmaz. Yani koca «Sen bir defa boşsun.» dese, talâk bir lâfzı ile vâki olur, yoksa (»Sen boşsun» lâfzı ile vâki olmaz. Çünkü sözün başlangıcı sayı zikrine bağlıdır. Sayı zikrinden önce hü­küm ifâde etmez. Nitekim usûlde anlatılmıştır.

Eğer koca «Sen boşsun.» dedikde, sayı zikretmezden önce kadın öl­se, kocanın «sen boşsun» sözü hükümsüz olur. Talâk vâki olmaz. Mu­sannifin, ölümü kadının ölümü ile kayd etmesine sebep şudur: Çünkü sayı zikrinden önce kocanın ölümü ile bir talâk vâki olur. Çünkü ko­ca kadın öldüğü surette talâk lâfzını sayıya eklemiş ve sayı zikri kadı­nın ölümünden sonra hâsıl olmuştur. Kocanın ölümünde ise; talâk lâfzı söylenmiş, ona aded eklenmemiş, sadece «Sen boşsun» sözü kalmıştır. Bu söz, talâk vâki olmak için bizzat amel eder. Görülmüyor mu ki: Koca karısına «Sen boşsun» deyip bununla (üç) demek istese ve (üç) lâfzını zikretmezden önce bir kimse onun ağzını tutsa ve talâkın zikrinden son­ra bir şey söyleyemese bir talâk vâki olur. Çünkü talâkın vukuu kocanın lâfzı iledir. Yoksa kasdı ile değildir. Mi'râcu'd-Dirâye'de böyle zikredil­miştir.

Kocanın cima etmediği karışma «Sen bir ve bir (defa) boşsun»; «Sen birden önce bir (defa) boşsun.» veya «Sen birden sonra bir (de­fa) boşsun» demesiyle bir talâk vâki olur.

«Sen bir ve .bir (defa) boşsun», sözü ile bir talâk olmasının sebebi açıktır. Geri kalanlarına gelince: Birinci talâk onlarda öncelikle vasfe-dildiği içindir. Çünkü o talâk vâki olunca, ikinciye mahal kalmaz.

Kocanın karısına «Sen birden önce bir (defa) boşsun»; «Sen birden sonra bir (defa) boşsun», «Sen bir ile beraber bir (defa) boşsun», «Sen bir ile beraber bir (defa) boşsun* demesiyle iki talâk vâki olur. Birin­cide iki talâk olmasının sebebi şudur: Öncelik kinaye harfine bitişik ol­duğu için ikinci bîrin sıfatıdır. Bu da; o talâkın îkâı'nın geçmişte yapıl­dığım ve "birinci talâkın da şimdi vuku bulduğunu gerektirir. Lâkin geçmişde yapmak şimdi yapmakla olur. Binâenaleyh ikisi de beraberce vâki olurlar. İkinci sebeb ise; sonralık birinci bir talâkın sıfatı olduğu için bir talâkın'îkâ'ı şimdi; diğerinin îkâ'ı bundan Önce olması gerekir. Binâenaleyh ikisi beraber olurlar.

Üçüncü ve dördüncüye gelince: «maû» lâfzı beraber ma'nâsma ol­duğu içindir.

Koca karısına «Eğer eve girersen sen bir talâk ile ve bir ile boş­sun» dese, eğer kadın eve girerse bir talâk vâki olur. Çünkü şarta bağlı olan söz şart zamauında söylenmiş gibidir. Şartsız söylenmiş olsa bir talâk vâki olur. Çünkü ikinci ile üçüncü için mahal kalmaz. Burada da onun gibidir.                                                                          

Eğer koca şartı te'hîr ederse, iki talâk vâki olur. Yani koca cima edilmeyen karısına «Eğer eve girersen sen boşsun ve boşsun» dese, iki talâk vâki olur. Çünkü iki cüz şarta bir defada bağlanmışlardır. İmdi İki talâk vâki olur. Cima edilmiş kadında zikredilen kelimelerin hep­sinde iki talâk vâki olur. Çünkü iddet mevcûd olmakla nikâhın eseri bakî kalmıştır. Bu ibarenin yeri burasıdır. Yikâye'de ibare yerini bulma­mıştır.                                                                                    

İki veya üç karısı olan bir erkek «Benim karım boştur.» dese, birisi boşanmış olur. O adam için ta'yîn etme muhayyerliği vardır. Sahih söz budur. «Sahîh söz budur» demekle o kadınların her biri için talâk var­dır, denilen sözden sakmılrmştır. Sahîh söz birinci sözdür. Bunu Zey-laî (Rh.A.) «Bâbu'1-îlâ» in sonunda zikretmiştir.

Bir kimse kansmı ciınâ etmeden Önce üç talâkla boşasa, üç talâk (talâk-ı selâse) vâki olur. Çünkü kocanın «sen üç (talâk) boşsun» sö­zü, mahzûf masdan söylemektir. Sözün takdiri «Üç talâka demektir. Şu halde üç talâk topdan vâki olur. Kocanın «Sen boşsun» sözü yalnız ba­sma îkâ' değildir. El-thtiyâr'da da böyle zikredilmiştir.

Denilemez ki; nass, medhûlün bihâ (cima edilen hakkında) vâ-riddir. Şöyle ki: Allah Teâlâ (C.C.):

«Kadın  ondan başka bir ere nikahlanıp varıncaya kadar...»  [39]buyurmuştur.     

Çünkü biz buna şöyle cevap veririz: Usûlde takarrür etmiştir ki, itibâr lâfzın umûmîliğinedir, sebebin özelliğine değildir. Nass-ı kerîmde ilk kocanın cima ettiğine delâlet yoktur.

Koca, dört karısına «Sizin aranızda bir boşama vardır.» dese, her biri bir talâk ile boşanmış olur. Keza, dört karısına «Sizin aranızda iki boşama vardır.», «Üç boşama vardır.» veya «Dört boşama vardır» dese, her biri bir talâkla boşanmış olur. Ancak o koca onların arasında her sözü taksime niyet etmiş ise, o zaman her bir kadına üç talâk vâki olur.

Eğer koca karılarına «Sizin aranızda beş boşama vardır.» dese, her biri için iki talâk vâki olur. Sekiz boşamaya varıncaya kadar böylece iki talâk vâki olur. Eğer koca sekizden fazla söylerse her biri üçer ta­lâk ile boşanmış olur. Hâniye'de böyle zikredilmiştir. [40]

 

Talâkın Kinayeleri Faslı

 

Kinaye, Usûl Ulemâsına göre, muradı gizli olan şeydir. [41] O gizli­lik gerek hakikaten, gerekse mecazen olsun. Kinaye, burada talâk içir konulmayıp talâka ve taîâkdân başkasına muhtemel olan sözdür. Bu-nurda talâk vâki olmaz. Ancak niyet ile vâki olur. Ya da hâlin delaletiy­le vâki olur. Çünkü kinaye, talâk için konulmayan söz olup, talâka ve *alâkdan başkasına muhtemel olunca niyet veya delâletle ta'yin vâcib-ûir. Talâk hakkında konuşma hâli ve öfke hâli gibi.

Bu, talâk için konulmayan şey üç kısımdır. Musannif birinci kısmı:

«Ya yalnız kadının talâkı sormasına cevâb için vâki olur» sözü İle zik­retmiştir. Yani kadının sözünü reci yâhud ona sövmek, sitem etmek için değildir, Karısına «Sen iddetini say.» demesi gibi. Çünkü «iddetini say» lâfzı ile «Allah Teâlâ'nın nimetlerini veya benim nimetlerimi say» de­mek ihtimâli murâd olabilir. Ya da «Nikâhdan iddet doldur (i'tidâd ey­le) » demek olur. Şayet nikâhdan i'tidâda niyet etti ise, kapalılık orta­dan kalkar. Bununla cimâdan sonra iktizâen talâk vâcib olur. Sanki koca karısına «Ben seni boşadım veya sen boşsun onun için iddetini say» demiş gibi olur. Cimâdan önce bu söz boşamakdan istiare edilmiş­tir. Çünkü filcümle yâni kısmen sebebidir. Velev ki burada sebeb olma­sın. Sebeb hükme muhtas olursa, hükmü sebeb için istiare etmek caiz olur. Nitekim usûlde anlatılmıştır.

Karısına «Sen rahmini istibrâ eyle.» demesi de bu nevidendir. Bu­nunla talâk vâki olmaz. Zira istibrâ i'tidâd (iddet beklemek) ma'nâsma kullanılır. Çünkü istibrâ iddet ile.maksûd olan şeyin açıklamasıdır. İm­di istibrâ i'tidâd menzilesinde olmuştur. Bu istibrâ kadının rahminde çocuk yokken boşamak için de muhtemeldir. Yani, «Seni boşamam için sen rahminde bir şey var.mı, yok mu, bil!» demiş olur.

Şu da bu nevidendir: Karısına, «Sen bir tanesin» dese, yani «sen kavminin içinde bir tanesin-veya benim yanımda birsin. Benim için se­nin ile beraber başkası yoktur» dese, talâk vâki olmaz. Ancak niyet ile veya hâlin delâleti ile olur. Bu «Sen birsin» lâfzı hazfedilmiş masdann sıfatı olmaya da muhtemel olur. Yani sen bir talâkla boşsun, demek olur.

Ârrime-i Meşâyihe göre, vâhid kelimesinin i'râbma bakılmaz. Çür kü Arapların avam tabakası îrâbın vechlerini ayırd etmezler. Niyet ile mübhemlik zail olunca sarîh üzere delâlet olur. Mucebi ile amel etmiş olmaz. Sarîh sözün arkasından ric'î talâk gelir. Burada talâk sorusuna cevâb olmak ihtimâli de vardır, red ve sebeb ihtimâli yoktur.

Şu da bu nevidendir: Karısına «Emrin senin elindedir» dese, niyet­siz talâk vâki olmaz. Yani işin senin elindedir ma'nâsmdadır. Nitekim Allah Teâlâ' (C.C.) nm

«Fir'avn'ın emri (işi) hiç de salahiyetli ve dürüst değildi.» [42] kavl-i şerifinde emr (iş, amel) bu ma'nâyadır. «Emrin elindedir» sözü, boşa­mak hususunda da söylenmiş olabilir. Nitekim ileride gelecektir.

Şu da bu nevidendir. Karışma, «Nefsini seç» dese; «Sen nefsini ni-kâhdan ayırmakla seç» demektir. Bu iki lâfız, red ve sövmeye uygun olmazlar. Binâenaleyh, talâk isteğine cevâb olurlar. Bu lâfızların, hangi dilden olursa olsun müteradifleri de, ayni hükümdedir. Son iki lâfızda, yani «Nefsini seç» ve «Sen nefs*ini nikâhdan ayrılmakla seç» lâfızların­da kadın kendisini boşamadıkça,. boşanmış olmaz. Bu babı ta'kîb eden bâbda açıklaması gelecektir.

. Musannif kinaye lâfızların ikinci kısmını «Ya kadının talâkı iste­mesine hem cevâb hem red için uygun olur» sözü ile zikretmiştir. «Çık!» lâfzı gibi ki, «Benim yanımdan çık, çünkü ben seni boşadım» demektir. Ya da «Benim yanımdan çık ve talâk isteme» elemektir. Keza «Benim" yanımdan git ve benim yanımdan kalk.» kelimeleri de böyledir.

«Peçelen!» sözüne gelince: Bu lâfız ya (kına) dan alınmadır ki, başörtüsü ma'nâsmadır. Yani «Kendini örtü ile ört, çünkü ben seni boşadım.» dem&.olur. Ya da (kanâat) dandır. «Allah'ın sana benim tara­fımdan verdiği* rızıka kanâat et, talâk isteme.» demektir.

Keza; «Başını ört ve örtün!» kelimeleri de böyledir.

Ugrubî lâfzı ise (gurbet) tendir. Yâni «Gurbeti seç, çünkü ben se­ni bo§adım.« demektir. Ya da «Var git aileni ziyaret et.» demektir. Ba­zı âlimler demiştir ki: Bu kelime u'zubîdir. Bu lâfz, ya uzûbettendir ki kocadan ayrı bekâr olmak veya uzaklaşmak ma'nâsına gelir. Yani, «Sen bekârlığı seç veya benden uzak ol. Çünkü ben seni boşadım.» demektir. Ya da «Aileni ziyaret için benden uzak ol ye talâk isteme.» demektir.

«Evlen, kendine zevç ara!» sözleri de böyledir.

«Var git ailene katıl!» demek lâfzı gibi. Yani «Var git ehline ka­tıl. Çünkü ben seni boşadım!» demektir. Veya «Sen var git ehline (aile­ne) katıl, çünkü ben sana izin verdim, talâk isteme!» demektir.

. «İpin gâribindedir.» demek gibi. (Gârib) devenin hörgücü ile boy­nu arasına derler. Yani «Senin ipin boynundadır!» demektir. Yani «Var dilediğin yere git, çünkü ben seni boşadım!» veya «Talâkı istememek için dilediğin yere git.»; «İpin gârlbindedir!» lâfzının ma'nâsında (sa^ lıverdim) ma'nâsi vardır. Bu bakamdan musannif bu lâfzı' ayrıca zik-retmemiştir.

. Karısına, «Senin üzerine bana yol yoktur ve seninle benim aram­da nikâh yoktur. Ve benim senin üzerinde mülküm yoktur.» demek gi­bi. Bu lâfızların talâka ihtimâli açıktır. Amma redd-i cevâb ihtimâli, bunlardan her birinde nikâh için inkâr olmakla talâk vâki olmaz.-Belki yalan olur. Yakında açıklaması gelecektir. İmdi en olumlu şekilde red­de hamletmek vâcib olur. Hangi dilde olursa olsun, bu zikredilen lâ­fızların eşanlamlılarında hüküm, zikredilen lâfızların hükmü gibidir.

Musannif, kinaye lâfızların üçüncü kısmını «Yâhûd kadının talâkı istemesine cevâb ve sövmek için uygun olur.» sözü ile zikretmiştir.

Hâliyye, beriyye, bedle, bette ve bâin sözleri gibi. Hâliyye, boş; be-rlyye, beri; bedle, bette, bâin ayrılmış ma'nâlarına gelirler. «Senden ayır­dım.» lâfzı da bu ma'nâdadır. Bunun için, onu ayrıca zikretmemiş-tir. «Haram» lâfzı gibi ki, «Sen haramsın!» demektir. Bu lâfızların ta­lâka ihtimâli besbellidir.

Sövmek (şetm) ihtimâline gelince; kocanın karısına «hâliyye» lâf­zı ile «Sen hayırdan uzaksın.», «Sende haya yoktur» veya «Sen tâatlar ve iyi huylardan berisin» demeyi murâd etmesi caizdir. Bedle, bette; bâin lâfızlarının hepsi ayrılmış ma'nâsmadır. Yani «Sen her doğru yol­da olmakdan ve güzel ahlâkdan ayrılmışsın (kesilmişsin)» veya, «Ben seni ayrılma şekilleriyle ayırdım, senin ile sohbet ve beraberlik (dost­luk) haramdır.» demeyi murâd etmesi caiz olduğu içindir.

Sonra; haller de üç kısımdır. Birincisi, rızâ hâli, ikincisi müzâkere-i talâk hâlidir. Bu ya kadın talâkını istemekle yâhûd yabancı birinin o kadım boşamasını istemekle olur. Üçüncüsü de öfke hâlidir.

İmdi, rızâ hâlinde bu lâfızlardan birinden bir şey ile talâk vâki ol­maz. Ancak ihtimâlden dolayı talâka niyet ile vâki olur. Niyetin yok­luğunda söz, yemini ile kocanındır. Talâkı müzâkere hâlinde, kadının talâkı istemesinden, cevâb ve red için elverişli olan ikinci kısımda ni­yetle talâk vâki olur. Çünkü talâkı konuşma hâli, cevâb ve reddi muh­temel olunca, niyetsiz en aşağısı sabit olur. O da reddir. Çünkü red, olanı olduğu şey üzere bırakmaktır. Niyet bulununca, cevâb belli olur. Geri kalan iki şeyde, — ki bunlar kadının talâkı istemesine cevâb olan birinci kısım ile, cevâb ve sövmek için uygun olan üçüncü kısımdır.— niyetsiz talâk vâki olur. Birinci kısımda sebeb şudur: Çünkü hâl, cevâb hâlidir ve hâlin delaletiyle ceyâba hamledilir ve talâk vâki olmuştur; Üçüncü kısım da böyledir. Çünkü hâl; sövmek için uygun değildir. Bi­nâenaleyh cevâb ma'nâsına teayyün eder, (belli olur). Öfke hâlinde talâk yalnız cevâba elverişli olan kinayelerle niyetsiz olarak vâki olur. Çünkü hâl, üzerine öfkenin delâlet ettiği talâk için uygun olur. Red ve sövme için uygun olmaz. Geri kalan ikisi ile öfke hâlinde talâk vâki olur. Geri kalan ikisi, cevâb ve red için uygun olan ikinci kısım ile ce­vâb ve sövme için uygun olan üçüncü kısımdır.

Niyet ile talâk vâki olur. Çünkü Öfke hâli cevâba ve cevâbdan baş­kasına muhtemel olunca, cevâbı tercih ettirecek bir şeye yani niyete muhtaç olur.

tik üçü ile yani «İddetini doldur!», «Rahmini temizle!» ve «Sen birsin!» lâfızları ile kadın bir ric'î talâk ile boşanmış olur. «İddetini doldur!» lâfzında bir ric'î talâk ile boşanmış olmasına sebeb; işin ger­çeği hesâb ile olduğu içindir. «İddetini doldur!» lâfzı ile «Allah Teâlâ' (C.C.) nın ni'metlerini veya benim senin üzerine olan ni'metlerimi sa­yıp dök veya nikâhdan iddetini say» ma'nâlarına da ihtimâli vardır.

Şayet sonuncuyu, yâni «Nikâhdan iddetini say (ftidâd eyle).» ma'nâsım niyet etti ise, kapalılık ortadan kalkar. Bununla cimâdan sonra iktizâen talâk vâki olur. Sanki koca karısına «Sen boşsun, id­detini bekle.» demiş gibi olur. Cimâdan, önce talâkdan i'tidâd müstaar (ödünç alınmış) kılınmıştır. Çünkü talâk i'tidâdm sebebidir. Şayet hü­küm sebebe has olsa, hükmün sebeb için ödünç alınması caiz olur. Ni­tekim Usûlde böyle anlatılmıştır. Talâk, ardından geri dönmeyi (ric'atı) getirir, İstibrâ ise iddet beklemek ma'nâsına gelir.    Çünkü i d de t ten ınaksad olan şeyi açıklamaktır. Binâenaleyh bu İstibrâ, iddeti doldur­ma (i'tidâd) menzilesinde olmuştur. Bu istibrâ kadını rahminde ço­cuk olmadığını bilerek boşamak için de olabilir. Yâni «Seni boşamam için rahminin boş olduğunu bil!» demiş gibi olur.-

«Sen birsin!» sözüne gelince, bu lâfız şu ma'nâlara muhtemel olur: «Sen kavminin yanında biriciksin!» veya «Benim yanımda teksin. Be­nim için seninle beraber başkası yoktur.» İşte bunlara benzer sözler demek istemiş olabilir.

Bu «Sen birsin!» lâfzı, mahzûf masdarın sıfatı da olabilir. Yâni «Sen bîjr talâk ile boşsun!» demek olur. Daha önce geçti ki Âmme-i Meşâyihe göre, bir i'râba itibâr yoktur. Çünkü Arapların avam taba­kası i'râbm vechlerini ayırd edemezler. Niyet ile kapalılık ortadan kal­kınca, açık ve besbelli olan üzerine delâlet olur. O delâletin gereği İle amel edici olmaz. Açık ve besbelli olan sözün ardından ric'at gelir.

Bu üç lâfızda, üç talâka niyet sahîh olmaz. Çünkü «Sen boşsun!» sozü,« İddetini say, rahmini istibrâ et!» sözlerinde iktizâ en sabittir. «Sen.birsin!» sözünde ise muzmar (zamiri!) dır. Eğer «Sen boşsun!» sözü açıklanmış olsa, onunla ancak bir talâk vâki olur. Bu lâfızlarda muktezâ veya muzmar olunca ancak bir talâk vâki olması evleviyyette kalır. Eğer, masdar «Sen birsin» sözünde zamiri i olunca onda üçe ni­yet sahîh olmak vâcib olur, denilirse; cevâbında biz deriz ki: Vahide (bir) diye nassan beyânda bulunmak üçü niyete aykırı olur. Kâîî'de ööyle zikredilmiştir.

Sair kinaye lâfızları ile bîr bâin talâk vâki olur. Velev ki koca iki­ye niyet etmiş olsun, Bâin olmasının sebebine gelince; çünkü hainlik valnız talâkdan kinaye olmayıp belki bâin olarak talâkân kinayedir.

İkiyi kasdetmenin mümkin olmamasına gelince; Usûlde anlatılan se-bebdir ki, talâk lâfzı masdardır, «ırf sayıya muhtemel olmaz.

Kinaye lâfızlardan bu üç lâfızdan başkasmda üç talâka niyet sahîh olur. Ancak «Seç!» lâfzında üçe niyet sahîh olmaz. Bunun açıklaması, bu babı izleyen bâbda gelecektir ki seçmek muhtelif olmaz. Bu istisna mutlaka lâzımdır. Kenz'de istisna yapılmamıştır.

Koca karısına üç kere «İddetini bekle!» dese ve birinci ile talâka ni­yet ettiğini söyleyip, geri kalanlarla hayzi kasdettiğini söylese, kazaen tasdik edilir. Çünkü sözünün hakikatim niyet etmiştir. Eğer geri ka­lan ile bir şeye niyet etmediğini söylerse, üç talâk vâki olur. Çünkü birinci ile talâka niyet edince, talâkı müzâkere hâli olmuştur. Şu hal­de, geri kalan ikisinin talâk için olduğu bellidir. Niyetim yoktu, derce-sinde tasdik edilmez.

Şu da kinaye lâfızlardandır: Karısına «Sen1 benim kanm değilsin!» keza «Ben senin kocan değilim!» demesi, eğer koca talâka, niyet etti ise bâin talâktır. İmâmeyıı (Rh. Aleyhimâ): «Kocanın bu sözleri ile . talâk çlmaz. Çünkü bu söz, nikâhı inkâr etmektir. Halbuki nikâhı in­kâr etmek talâk oJmaz. Belki karı - kocalık hâli bilinmekle yalan olur. Şu halde, sanki kocanın karısına «Ben senin ile evlenmedim» demesi gibi olur. Veya kocaya, «Senin karın var mıdır?') diye soruldukda, ko­canın «Yoktur!» deyip de talâkı niyet etmesi gibi olur. Bu söz ile talâ­ka niyet etse de vâki olmaz. Burada da böyledir.» demişlerdir. İmâm AJ-zam' (RhA.) in delili şudur: Bu lâfızlar hem kocanın nikâhı inkârı için elverişli hem de, talâkı inşâ için elverişlidir. Görülmez mi ki; koca karısı İçin; «O benim kanm değildir. Çünkü ben onu boşadım!» demesi caiz olur. Nitekim koca karısı için «O benim karım değildir, çünkü ben onunla evlenmedim!» demesi caiz olduğu gibi.

Şayet koca bununla talâka niyet etse, lâfzın muhtemeline niyet et­miş olurl İmdi niyet sahih olur. Nitekim karısına «Senin ile benîm aramda nikâh yoktur» dese, niyet sahih olduğu gibi.

Koca karısını bir talâk ile boşasa, peşi sıra «O talâkı üç yaptım» dese, o talâk üç olur. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ): «Bu talâk ancak bir olur, çünkü birin üç olması düşünülemez.» demişlerdir. İmâm A'zam'

(Rh.A.)  m delili şudur: Bire iki eklenmesiyle üç olur. İmdi kocanın sözünü doğrulamak için buna yorumlanır.

Koca karısını ric'iyyen boşayıp o kûea, ric'atten önce «O talâkı bâ­in kıldım» dese, tic'î bâin olur. İmânı Muhammed (Rh.A.), «Bâin ol­maz. Çünkü koca meşru olanı değiştirmeyi kasdetmiştir. O değiştirme ric'atin sübûtundan sonra ric'at velayetini ibtâldir. Şu halde hüküm­süz olur.» elemiştir. îmânı A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) un de­lilleri şudur: Koca ilkin ayrılmak vasfı ile boşamaya mâliktir. Çünkü o niteliğe ihtiyâç vardır. Şu halde bu niteliği talâka katmak, kocanın tasarrufunu doğrulamak ve gayesini elde^etmek için sahîh olur.

Musannifin, ric'atten önce demesinin sebebi; Muhît'te «Bu ric'at­ten önce ise» denildiği içindir. Çünkü erkek, kadına müracaat etse, bun­dan sonra «Ben kadını bâine kıldım» dese, ittifakla sahih olmaz. Çünkü o adam talâk işini ric'at ile ibtâl e( mistir. İmdi bununla talâkı bâin yapmak imkânsız olur.                                .

Sarîh sarihe katılır. Yâni karısına, «Sen boşsun, sen boşsun!» ve­ya «Sen boşsun ve boşsun!» dese, iki talâk,ile boşanmış olur. Bu bes­bellidir.

Sarih bâine de katılır. Yâni karısını talâk-ı bâinle boyadıktan sonra;  «Sen boşsun!» dese,  talâk vâki olur. Çünkü Allah Teâlâ   (C.C.).

«Kadının fidye vermesinde ikisine de günâh yoktur.» [43] buyur­muştur. Bu âyet-i kerîmede anlatılmak istenen hurdur. Bundan son-ra Allah Teâlâ (C.C.):

«Erkek, karısını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın başka bir ere nikahlanıp varıncaya kadar ona (birinci kocaya) helâl ol­maz.» [44] buyurmuştur. Âyetteki «fe» vasi ile beraber ta'kibe delâlet eder. İmdi bu söz, bâin talâk olan hul'dan sonra üçüncünün vukuuna

nass (delil) dır. Bu konu Telvîh'de araştırılmıştır. Telvîh haşiyele­rinde onu biz de açıkladık. Bu konuyu araştırmak ve incelemek iste­yen kimse o haşiyeye başvursun.

Bâin, sarihe (açık olana) de katılır. Yâni koca cima edilmiş olan karısına, «Sen boşsun!» der de sonra, «Sen bâinsin!» derse, bâin talâk vâki olur.                                       .

Bâin bâine katılmaz (yâni eklenmez.) Ancak muallâk olursa o baş­ka. Meselâ koca karısına, «Eve girersen sen bâinsin» demekle bir şar­ta bağlar da, ondan sonra «Sen bâinsin» derse, kadın iddet içinde eve girdiği takdirde boş olur. Bâinin açık olana (sarihe) eklenmesi bellidir. Çünkü hükmî kayd iddetin kalmasiyle bakîdir. Bâfnin bâinc eklenmemesinîn sebebi ise, kocanın ikinci bâini birinciden haber yapma­sı mümkün olduğu içindir. Halbuki o bu sözünde doğrudur. Kocanın onu inşâ yapmasına hacet yoktur. Çünkü bu iktizâen zarurîdir. Hattâ koca «İkinci bâin ile beynûnet-i galîza [45] veya hürraet-i galîza kasdettim» dese, itibâra alınması gerekir ve onunla hürmet-i galîza sabit olur. Çünkü hürmet-i galîza, mahalde sabit değildir. Şu halde kocanın onu sabitten ihbar kılması mümkün olmaz. Binâenaleyh zarûreten inşâ yapılır. Bundan dolayıdır ki muallâk vâki olur. Nitekim anlatılmıştır. Çünkü bunu haber yapmak mümkün değildir. Zira ta'lîk daha önce sa-hîh olmuştur. Şart bulunduğunda kadın, talâka mahaldir. Şu halde ta­lâk vâki olur. K£fî'de ve başkasında böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki: Kâfi'nin ve başkasının «Ben bununla hürmet-i galî-zayı kasdettim demiş olsa... ilâhr» sözleri, kesinlikle şu manâya delâ­let eder: Şayet koca karısını ibâne etse, ondan sonra iddet içinde sen $ç kez boşsun, dese, üç talâk vâki olur. Çünkü hürmet-i galîza, mahal­de sübûtu bulunmadığı için üç sözü söylenmeden yalnız niyet ile sa­bit olursa, üç sözü açıklandığı vakitte sabit olması evleviyyette kalır. Buna şu da delâlet eder: (Sarîh) bâine eklenir. Çünkü kocanın karısı­na «Sen üç kez boşsun!» demesi, şüphesiz sarihtir. Kâlî'nin ve başka­sının: «Sen üç kere boşsun» sözlerinin ma'nâsı beynûnet-i gaüzayı ifâ­de eder. Çünkü bu söz hürmet-i galîza ve tam ayrılığı ifâde eder. Ki­nayelerden alman beynûneti ifâde etmez.

Koca karısını cima dan Önce üç kez boşasa, üç talâk vâki olur. Çün­kü kansına «Sen üç kez boşsun!» demesi, mahzûf masdari söylemektir. Bunun takdiri «üç talâik» demektir. İmdi üç talâk toptan vâki olur. Kocanın «Sen boşsun!» demesi, yalnız başına boşamak sayılmaz. El-İh-tiyâr'da böyle zikredilmiştir. Ben derim ki: Bu mesele ile zahir olur ki; Koca karısını cinsî ilişkiden önce üç kez boşasa, üç talâk vâki olmaz. Çünkü âyet-i kerîme cima edilmiş kadın hakkında nazil olmuştur, di­ye El-Müşkilât'tan nakledilen söz bâtıldır. Bu, Usûlde yerleşmiş olan kaideyi bilmemekten meydana gelmiştir. Kaide şudur: Sebeb-i nüzulün husûsî olması; bize göre, mu'tetaer değildir, tmâm Şafiî (Rh.A.) buna muhaliftir. [46]

 

Tefviz    Babı

(Boşamayı Kadına Devretmek)

 

Kocası karısına «Kendini boşa!», yâhûd «Emrin senin elindedirl», veya «Kendini ihtiyar eyle.» dese, bu ikisi ile talâka niyet etse, dönmesi sahili olmaz —Musannifin «Bu ikisi ile talâka niyet etse» lâfzım kayd etmesinin sebebi; çünkü bu son iki söz, yâni «Enirin senin elindedir» ve «Kendini ihtiyar eyle» sözleri talâkın kinâyelerindendir, niyet olma­dan bunlarla amel etmezler. — Yâni koca karısını azle mâlik olmaz. Çünkü bu sözler temlîkdir, tevkil değildir. Zira kadının kendisi hakkın­da tevkil imkânsızdır. Teviîz kadının öğrendiği meclisle kayıtlanmıştır. İmdi kadın kocanın sözünü işidirse, o işittiği meclis itibâra alınır. Eğer kadın işitmedi ise, haber aldığı meclis itibâr olunur. Eğer o meclişde kadın kendisini boşarsa sahîh olur. Eğer o meclisde kendisini boşamaz-sa sahîh olmaz. Çünkü muhayyer olan kadın için, her ne kadar meclis uzasa da, meclis muhayyerliği vardır. Bu Sahabe' (R. Anhüm) nin iq-mâı ile sabittir. Bunun açıklaması yakında gelecektir.

Ancak, kocası «Kendini boşa!» ve emsali sözler üzerine; «Ne zaman dilersen»; «Her ne zaman"dilersen», «Dilediğinde!» yâhûd «Dilediğin vakit» tâbirlerini ziyâde ederse, meclisle mukayyed olmaz. Buradaki is­tisna musannifin; «Kadın öğrendiği meclisle mukayyeddir.» sözünden İstisnadır. «Ne zaman dilersen», «Her-ne zaman dilersen», «Dilediğin vakit.» yâhûd «Her ne vakit dilersen» sözlerini «Kendini boşa!» ve kar­deşleri eklese; kadının öğrenmesi meclisine bağlanmış olmaz. «Ne za­man» ve «Her ne zaman sözlerinin eklenmesiyle meclisin öğrenme ile kaydedilmemesine sebeb şudur: Çünkü, «Ne zaman» ve «Her ne zaman» bütün vakitler içindir. Sanki koca karısına, her ne vakitte dilersen bo­ğa demiş gibi olur ve meclise münhasır kalmaz. «Vakitte» ve «Her ne vakit») eklenmesiyle meclisin öğrenme İle mukayyed olmamasına ise şudur: «Vakitte» ve «Her ne vakit»; İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre «meta» ya eşittir. Fakat İmânı Â'zam' (Rh.A.) a göre; «Vakitte» ve «Her ne vakit» zarf için kullanıldıkları gibi şart için de kullanılırlar. Lâkin iş kadının eline geçmiştir. Şüphe ile elinden çıkmaz. Kocanın ka­rısına, «Sen ortağım boşa.» veya bir yabancıya «Benim karımı boşa.» demesi, bu üç mes'elenin aksidir. Yâni karısına «Sen ortağım boşa,» ve­ya bir yabancıya «Benim karımı boşa» dese, geri dönmesi (rucûu) sa-hih olur. Çünkü bu tefviz hâlis tevkildir. Tevkile teınlîk karıştırılmıştır. Meclis ilim meclisi ile de mukayyed değildir. Nitekim tevkilin hükmü de böyledir.

Ancak koca bunu meşîet (istemek ve dilemek) ile kayd etse, bu takdirde rilcûu (geri dönmesi) sahih olmaz ve meclise iktisâr eder. İmâm Züfer (Rh.A.) demiştir ki: Bu meşîet kaydı ile, Önceki meşîetsiz «Benim karımı boşa» sözü müsavidir. Çünkü bu meşîet kaydı birincisi gibi tevkildir ve başkası için âmildir. Meşîet zikriyle kendisi için âmil olmaz ve mâlik de olmaz. Çünkü vekil meşîet Üe tasarruf eder. Gerek müvekkil meşîeti zikretsin/ gerekse etmesin müsavidir. Müvekkilin ve­kile; «Eğer dilersen sen onu sat» demesi gibi olur. Bizim için delîl şudur: Memur hem vekil hem mâlik olabilir. Çünkü vekil başkasının re'yi ile tasarruf eden kimsedir. Mâlik ise kendi re*yi ile tasarruf eden kimsedir. Gerek kendisi, gerekse başkası için tasarruf etsin müsavidir. İmdi ko­ca memura, «Eğer dilersen kadını boşa» dese, bu temlîk olur. Çünkü emri memurun re'yine tefvîz eylemiştir. Mâlik kendi isteği üe tasarruf" eden kimsedir. Vekilden ise dilesin, dilemesin fiil" istenir. İmâm Züfer (Rh.A.) in, «Zira vekîl kendi dileği ile tasarruf eder...» sözüne karşı biz deviz ki: Meşîet ile murâd «Dilersen» sîgası ile sabit olan meşîettir. İmâm Züfer' (Rh.A.) in zikretti^ meşîet böyle değildir. O ancak mü­vekkili ilzama kudret bulunmamaktan meydana gelmiştir. Halbuki bi­zim sözümüz sîga gereğincedir.

Şayet koca karısına «Sen kendini boşa» dedikde, koca bir şeye niyet etmezse veya bire niyet ederse, kadın da o meclisde kendisini boşarsa rîc'î bir talâk vâki olur. Çünkü koca sarih talâkı kadına bırakmıştır. Eğer koca üçe niyet etse, kadın da üç talâk boşasa,4üç talâk vâki olur.

Çünkü koca boşamayı lügat yönünden emretmiştir. Şu halde ism-i cins olan bir masdar iktizâ eder. Diğer cins isimler gibi külle (bütüne) ihti­mâliyle beraber en aşağı (ednâ) sına vâki olur.

Kocanın karısına «Kendini seç!» demesinde, eğer kadın «Ben ken­dimi seçtim!» demekle kendisini seçse, kadın bir talâk ile bâîn olur. Ki- , yasa göre; her ne kadar koca talâka niyet etse de bununla bir şey vâki olmamalıydı. Çünkü koca bu lâfız ile talâk îkâ'ına mâlik değildir. Hat­tâ karısına, «Ben nefsimden seni seçtim», yahut «Nefsimi senden seç­tim» dese, bir şey vâki olmaz. Lâkin Fukahâ, Sahabe' (R. Anhüm) nin icmâmdan dolayı talâk îkâım istihsânen caiz görmüşlerdir. Bâîn vukû-uuun vechi şudur: Kadının nefsini seçmesi ancak kadının kendisine ih­tisasın sabit olması ile olur. Bu ise bâîn taiâkdır. Çünkü ric'î talâkda koca kadının rızâsı olmadan kadına dönmeye kadir olur. Veya kadın «Ben nefsimi seçerim.» dese, kıyâsa göre bir şey vâki olmaz. Çünkü sa­de va'ddir. Veya vukua muhtemel olur. Çünkü «Seçerim» demenin ma'nâsı, hâl ile istikbâl arasında müşterektir. Şu halde şüphe ile bo-şanılmış olmaz. Nitekim karısına, «Sen kendini boşa!» dedikde, kadın «Ben kendimi boşarım» derse, boşanmış olmadığı gibi.

İstîhsânın vechi şudur: Bu sîga, yâni muzâri' (geniş zaman) sığa­sının, hâlde kullanılması gâlibdir. Nitekim kelime-i şehâdette: «Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh»

denildiği ve şâhidlik yaparken, şahidin «şehâdet ederim» dediği gibi. İmdi şehâdeti kalbde seçmesinden hikâye olur.

Kadının »Ben kendimi boşarım!» demesi zikredilenden ayrıdır. Çünkü o durumda boşamakdan hikâye kılmak mümkün olmaz. Zira dilin fiilidir, o da mevcûd değildir.

Her ne kadar koca niyet etse de, üç talâka niyet sahih değildir. Yâ­ni üç kez boş olmaz. Çünkü ihtiyar (seçmek) muhtelif olmaz. Zira hu­lûs ma'nâsınadır ve hulûs, talâk gibi gilzet (ağırlık)-ve hıttet (hafiflik) çeşitlerine ayrılmaz. Beynûnet bunun aksinedir.

Karısına «Sen hangi vakitte dilersen boşsun.» demesinde ve bu sö­zün benzerinde, yâni «Ne zaman .dilersen boşsun.» veya «Dilediğin va-' kit boşsun» veya «Her dilediğinde boşsun.» sözlerinde kadın meclis ile, mukayyed değildir. Koca sözünden dönmez ve erar kadının reddi ile !. de reddedilmiş olmaz. Belki kadın her ne vakit dilerse kendisini boşar. ; Fakat önceki iki sözde, dönme olmaması yukarıda geçtiği içindir. Üçün­cüsü ise; kadına dilediği zaman tasarruf etmek üzere temlik ettiği için dir. İmdi dilemezden (meşîetten) önce temlik yoktur ki red ile redde dilsin. Şu halde kadın kendisini boşamaz. Ancak bir talâk ile boşar. Çünkü, kadının dilemesi zamanlan kapsar, fiilleri kapsamaz, tmdi ka­dın her zamanda boşamaya mâlik olur. Yoksa arka arkaya boşamaya mâlik olmaz.

Karışma, «Her ne vakit dilersen kendim boşa!» yâhûd «Her ne vakit dilersen boşsun!» sözünde kadın kendisini üçe kadar boşar. Ayrı ayrı boşar. Çünkü «Her ne vakit» İâfzı umûm fiilleri teker teker ifâde eder, toplu olarak ifâde etmez.

Kadın başka bir kocadan sonra kendisini boşayamaz. Yâni kadın kendisini boşayıp başka kocaya vardıkdan sonra yine birinci kocasına vardıkda kocanın birinci sözü ile kendisini boşayamaz. Çünkü talik mevcüd olan mülke âiddir, diğer kocadan sonra meydana gelecek mül­ke şâmil değildir.

Karısına «Sen dilediğin yerde boşsun!» sözünde, kadın dilemedikçe boşanmış olmaz. Meclis ile muk^yyed olur. Çünkü »Haysü ve «Eyne» kelimeleri yer isimleridir. Talâk ise yere bağlı değildir. Hattâ koca «Sen Şam'da boşsun!» dese, şimdi boşanmış olur. Yerin zikredilmesi geçersiz olur. Mutlak olan dileme bakî kalır. İmdi meclise münhasır olur. Za­man bunun hilâfınadır.' Çünkü zamanın talâka bağlanışı vardır. Hattâ bir zamanda vâki olur, bir zamanda da vâki olmaz. Binâenaleyh koca «Dilersen sen yarınki gün boşsun!» dese, husus yönünden zamanın itibârı vâcib olur. Ya da «Sen hangi vakitte dilersen boşsun!» dese, umumîlik bakımından itibârı vâcib olur.

Kocanın karısına «Sen nasıl dilersen boşsun!» sözünde, dilemez-den önce ric'i talâk vâki olur. Çünkü bu hüküm lâfzın muktazâsidır. Eğer kadın dilerse, yâni «Ben talâkı bâîn diledim» veya «Üç diledim» der ve koca da «Ben de ona niyet ettim» derse, kadının dilediği İle kocanın irâ­desi arasında uygunluk bulunduğu için, üç vâki olur. Eğer ikisinin niyet­leri ayrı ayrı olur, meselâ; kadın üç!talâkı murâd eder ye koca da bir talâ­kı murâd ederse veya koca üçü isteyip kadın bîri dilerse, ric'î talâk vâ­ki olur. Çünkü kadının tasarrufu muvafakat olmadığı için geçersizdir. Kocanın îkâı bakîdir. Eğer koca niyet etmedi ise, kadının dilediği vâki olur. Tahyîr mu'cibince hüküm carî olması için kadının dilemesine iti­bâr edilir.             

Kocanın karısına «Sen ne kadar dilersen boşsun.» veya «Sen ne şey dilersen boşsun:» sözünde, o meclisde kadın dilediği mikdar ile bo-şayabilir. Çünkü bu iki kelime (min ve mâ) sayı için kullanılırlar. Ko­ca kadına dilediği sayıyı vermiştir. Eğer karı o meclisden kalkarsa ge­çersiz olur. Çünkü bu emir birdir ve halde hitâbdır, imdi cevâb da hâl içinde gerekir. Eğer kadın kocanın sözünü reddederse söz red olur. Çünkü kocanın sözü temlîkdir. Raddi kabul eder.

Kocanın karısına «Sen üçden dilediğin kadar boşsun.» demesinde, üçün aşağısı ile boşanmış olur. Yâni bir veya iki talâk ile boşanmış olur. Üç talâk ile boşanmış olmaz. İmâ'meyn' (Rh. Aleyhimâ) e göçe, kadin dilerse üç ile de boşanabilir. Çünkü «mâ» lâfzı umûmda tahkim olunur ve «min» lâfzı bazan temyiz için kullanılır. İmdi cinsin temyizi üzere yorumlanır. Nitekim koca, «Benim yemeğimden dilediğini ye!» veya ((Benim kadınlarımdan dilediğini boşa» "dese, cinsin temyizine yo­rumlandığı gibi. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili şudur: «miri» lâfzı ha­kîkaten teb'îzde ve «mâ) lâfzı ta'mîmde kullanılır. İmdi ikisi ile de amel edilir. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) in şâhid getirdiği şeylerde cömertliği göstermek için teb'îzi terk vardır. Yâni «Benim yemeğimden dilediğin şeyi ye!» sözü cömertliği göstermeye delâlet etsin diye, veya sıfatın umûmu için teb'îz terk edilmiştir. O da dilemek (meşîet) tir. Hattâ ko­ca «Dilediğini» dese, hılâf üzere olur.

Bundan sonra, musannif meclisi zikredince, meclisle değişeni ve değişmeyeni açıklamak isteyip şöyle demiştir: Meclis ancak karının, eğer oturma halinde ise kalkmasiyle değişmiş olur. Veya ayakta ise yü­rümesi ile değişmiş olur. Veya karının talâkı vermek ile ilgili olmayan bir söze veya bir işe bağlamasiyle değişmiş olur. Ayakta iken oturması, otururken dayanması, dayanırken oturması, babasını danışmak için çağırması, şâhîdlik etmeleri için şâhîdler çağırması ve bindiği hayva­nın durması meclisi ayırmaz. Yâni kadının muhayyerliğini ortadan kal­dırmaz. Çünkü bunlardan her biri re'yi toplamak içindir. Şu halde ge­çen şeye bağlı olur. Yüz çevirmek ve kaçınmak üzere delîl olmaz. Sarf (para değiştirmek) ve selem (bir nevi ahş-veriş) bunun aksinedir. Çün­kü burada ibtâl eden teslim olmaksızın ayrılmaktır. Yüz çevirmek de­ğildir. Kadının gemisi evi gibidir. Binek hayvanının yürümesi kendisi­nin yürümesi gibidir. Geminin yürümesi ile meclis değişmiş olmaz. Binek hayvaninin yürümesi ile meclis değişmiş olmaz. Çünkü binek hayva­nının yürümesi ve durması binicisine izafe edilir. Geminin yürümesi ve durması binicisine muzâf değildir. Şu halde binek hayvanının yü­rümesi ile geminin yürümesi ayrı şeylerdir.

Talâk vukuunda kan ile kocadan, birinin nefs kelimesini zikretmesi şarttır. Çünkü talâkın vukuu Sahabe' (R. Anhüm) nin icınâı ile bilin­miştir. Bu vuku hangisi nefsi zikrederek tefsir yaptıysa onun sözü ile­dir.

Koca karısına «Seç!» dedikde, kadın «Seçtim!» dese, bâtıl olur. Şart bulunmadığı için bunun ile talâk vâki olmaz. Ancak kadının nefsini seçtiklerine dâir birbirlerini tasdik ederlerse, bu takdirde talâk vâki olur. Hidâye şerhinde Tâcu'ş-Şerla (Rh.A.) şöyle demiştir; Ma'lûm ol­sun ki; nefsi zikretmenin şart kılınması, kadının nefsini ihtiyar ettiği­ni kocası tasdik etmediği vakittedir. Eğer koca, kadının nefsini ihtiyar ettiğini doğrularsa, her ne kadar söz onlardan mücmel çıkmış olsa da ikisinin birbirlerini doğrulamaları ile talâk vâki olur. Ya da karısına «Bir ihtiyar etmekle ihtiyar eyle» dese ve kadın da «İhtiyar ettim (seç­tim)» dese, talâk vâki olur. Çünkü ihtiyarın zikredilmesi, nefsi zikr gibidir. Zira vahdetin «tâ» sı ittihâd (birlik) bildirir. Bazan birleşip ba-zan müteaddid olan kadının nefsini seçmesidir. Meselâ kansına «Dile­diğin şey ile veya üç talâk ile kendini seç.» der. Eğer koca ihtiyar eyle (seç) lâfzını üç kere tekrar etse, kadın da «Bir seçtim.» veya «Birinci­yi seçtim», yâhûd «İkinciyi veya,sonuncuyu seçtim» dese, üç talâk vâki olur. Birincide üç talâk vâki olması îmânı A'zam' (Rh.A.) a göredir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ), «Bir talâk vâki olur.» demişlerdir. Çünkü birincinin ve benzerlerinin zikri, eğer tertîb yönünden müfîd (faydalı) olmazsa, ifrâd yönü ile faydalı olur. Onun için faydalı olduğu yerde itibâr olunur. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delüi şudur: Birincinin zikri, ge­çersiz niteliktir. Çünkü mülkde toplanan şeyde tertîb yoktur. Mekânda toplanan gibi. Sözümüz tertîbdedir. İfrâd (teklif) onun zerûretlerinden-dir. Tertîb, asıl hakkında geçersiz olunca, bina hakkında dahî geçersiz olur. Şu halde «Ben seçtim» sözü bakî kalır. İmdi üç talâk vâki' olur. Şu da var ki; Bizim zikrettiğimiz şey, hâlin delâletini teyîd etmektedir. Çünkü «Seçtim (ihtiyar ettim)» lâfzı kadına verilen şeyin hepsinde cevâb olur. Tekrar üçe delâlet ettiği için kocadan niyetsiz üç talâk vâki olur. Çünkü seçme, talâk hakkında tekrar .edilen şeydir. Eğer kocanın üç kere «İhtiyar et (seç)» demesine cevâb olarak kadın «Ben ke'ndimi boşadım»» veya «Ben kendimi bir kez boşamakla seçtim» dese, bir talâk ile bâîn olur. Çünkü onda âmil kocanın muhayyer kılmasıdır. Üç talâ­kı yapması değildir. Mebsût'ta, Câmiu'l-Kebîr'de ve Ziyâdât'ta, Kâdî-hân' (Rh.A.) in Câmiu's-Sagîr şerhinde ve Cevâmiu'î-Fıkh'da böyle zik­redilmiştir. Bundan dolayı Hidâye'nin; «Ö bir kere boşamaktır, koca ric'ate mâlik olur.» sözüne,, bu yanlıştır, yasan (kâtib) hatâ etmiş, diye İtiraz edilmiştir. Doğru olan, kocanın ric'ate mâlik olmamasıdır. Çün­kü kadın ancak tefviz hükmünce tasarrufta bulunmaktadır. Tefviz İse bir bâîn talâk ile olur. Çünkü «İhtiyar et» lâfzı kinayelerdendir. Şu hal­de kadın ibâneye (ayırıcı talâka) mâlik olur, başkasına değil.

Denilmiştir kî: Bunda iki rivayet vardır: Birisi bir ric'î talâkın vu-kûudur. Çünkü lâfzı açıktır. Bunu Câmiu's-Sagır'de Sadru'l-îslâm (Rh. A.) zikretmiştir. Birisi de, bâîn talak vukûudur. Bu bâîin talâk vukuu daha şahindir.

Kocanın kadına «Senin emrin bir boşamada elinde olsun!» veya «Sen bir boşama seç!» sözü ile, kadın kendisini seçse, ric'î talâk vâki olur. Çünkü koca seçmeyi kadına vermiştir. Lâkin bir talâkla seçmeyi vermiştir. Bu talâk ardından riç'ati (dönmeyi) getirir.

Eğer kocanın «Emrin elindedir!» veya «Seç!» sözü beynûnet ifâde eder, ondan başkasına kullanmak caiz olmaz, denilirse, buna şöyle ce-vâb veririz: Koca sözünü sarihle beraber söyleyince, ric'î talâkı murâd ettiği belli olur. Nitekim sarih sözü bâînle birlikte söylerse, meselâ; «Sen boşsun, bâînsin» dese, o vakit bâîn vâki olur.

Koca karısına «Senin emrin elindedir!» deyip ve bununla üç talâ­ka niyet etse, kadın da; «Ben kendimi, bir veya bir kere ile seçtim!» de­se, üç talâk vâki olur. Çünkü ihtiyar (seçmek), «Emrin elindedir!» sö­züne cevâb için uygun olur. Çünkü emr bi'l-yed temlîkdir, muhayyer kıl­mak gibidir. Sanki kadın «Ben kendimi bir kerede seçtim!» demiştir. Bununla ise, üç talâk vâki olur. Ya da kadın kocanın «Emrin elindedir.» sözünün cevâbında, «Ben kendimi bir defa boşadım» veya «Ben kendi­mi bir talâk ile seçtim» dese, bâîn talâk vâki olur. Nitekim sebebi yu­karıda geçti ki, mu'teber olan kocanın tefvizidir. Talakı yapması değil­dir. İmdi tefvizde mezkûr sıfat, uygunluk zaruretinden dolayı cevâbda da mezkûrdur. Kocanın «Bugün ve yarınki günden sonra emrin elinde­dir!» sözünde gece dâhil değildir. Yâni karısına «Senin emrin bugün ve yarından sonra elindedir!» dese, bu sözde gece dâhil değildir. Hattâ kadın için gecede muhayyerlik olmaz. Çünkü iki günün her biri tek ba­şına zikredilmiştir. Tek başına zikredilen gün geceye şâmil değildir.

Kadının kocayı seçip günün emrini reddetmesi ile o günün eniri reddedilmiş olur. Yarından sonra olan emr, önceden reddedilmez. Yâni kadın emri gününde redeletse, emr' o günde bâtıl olur ve yarından son­ra olan emr kadının elinde olur. Yâni yarından sonra tefviz olunan emr, kadının elinde bakî kalır, bâtıl olmaz. Çünkü sabit olmuştur ki; kocanın iki sözü, vakitleri ayn olduğu için, iki emidir. İki vaktin her birinde kesinlikle muhayyerlik sabit olmuştur. İmdi birinin reddi ile diğeri reddedilmez.             

1 Kocanın karısına «Emrin bugün ve yarın elindedir!» sözünde, ge­ce dâhil olur. Çünkü iki vaktin araşma, yâni bugün ile yarın arasına, ikisinin cinsinden emri kapsamayan bir vakit girmeyince emr, bir olur. Gecenin araya girmesi ise, iki vaktin arasım ayırmaç. Çünkü kavm da­nışına için otururlar, gece olur, danışmaları (meşveretleri) ve meclis­leri kesilmez.

Kadının kocayı seçip günün emrini reddetmesiyle yarının emri de reddedilir. Hattâ kadın için yarınki günde muhayyerlik kalmaz. Nite­kim sebebi daha önce geçti ki, ikisi bir tek emrdir, redden sonra mu­hayyerlik bakî kalmaz. Nitekim koca karısına «Senin emrin bugün elindedir» dedikde kadın, o emri, günün evvelinde reddetse, günün so­nunda onun için muhayyerlik kalmaz.

Koca karısına «Kendini boşa!» dedikde, kadın üç talâk boşasa, eğer koca üçe niyet etti ise, üç talâk vâki olur. Eğer koca üç talâka niyet etmedi ise, gerek hiç niyet etmesin veya bir talâka niyet etsin müsa­vidir, bir ric'î talâk vâki olur. İki talâka niyeti hükümsüz kalır. Çünkü kocanın «Sen boşa!» sözünün ma'nâsı, «Sen talâk yap!» demektir. Ta­lâk tek lâfızdır. İtibarî birliğe ihtimâli vardır; o da üçtür. Çünkü üç, cinsin tamâmıdır. Nitekim daha önce geçmişti. Sırf sayı değildir. Sırf sayıdan murâd, ikidir.

Kocanın ikiye niyeti'hükümsüz olduğu gibi, karısına «Sen ken­dini boşa!» sözünün cevâbında kadının «Ben kendimi seçtim!» sözü de, hükümsüzdür. Talâk vâki olmadığından dolayı geçersizdir. Çünkü «Ben kendimi seçtim» sözü, talâk lâfızlarından değildir.

Kocanı» karısına «Sen kendini boşa!» demesine cevâb olarak ka­dının «Ben kendimi bâîn kıldım!» demesi bir talâkı ric'îdir. Çünkü o sözü kocasının «Sen kendini boşa!» sözüne cevâb olarak söylemiştir. Halbuki kadın için bâîn îkâ'i yoktur. Belki mutlak talâk hakkı vardır. Binâenaleyh kadının «Ben kendimi bâîn kıldım!» dediği sözünde, ibâne bâtıl olup mutlak talâk bakî kalır ki, o da ric'î talâktır.

Kadın üç talâk ile emrolunsa, yâni koca karısına «Sen kendini üç talâk ile boşa!» diye emretse, kadın da bir talâk ile boşasa, bir talâk vâ­ki olur. Çünkü kadın üçün îkâina mâlik olmuştur. İmdi bizzarûre bi­rin îkâına da mâlikdir. Çünkü bir şeyin bütününe mâlik olan, o şeyin cüzlerine de mâlikdir. Bunun aksi geçersizdir. Yâni koca karısına «Sen kendini bir bâîn talâk ile boşa!» dedikde, kadm üç defa boşarsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre hiçbir şey vâki olmaz. îmâmeyn' (R. Aleyhimâ) e göre bir talâk vâki olur. Kadına kendini bâîn Veya ric'î bir talâkla boşa­ması emredilse de aksini yapsa, fâni kocası «Kendini bir bâîn talâkla boşa!» dedikde kadın «Ben kendimi bir ricl talâk ile boşadım!» dese veya koca «Bir ric'î talâk ile boşa!» dedikde^ kadın «Bir bâîn talâk ile boşadım» dese, kocanın emrettiği şey vâki olur. Kadının nitelediği ge­çersiz olur. Çünkü koca kadına talâkın zâtını vasfı ile beraber havale etmiştir. Kadın ise kocanın ona verdiği şeyin zâtım yapıp vasıfda mu­halefet etmiştir. İmdi kadın, asılda uygunluk, vasıfta muhalefet etmiş­tir. Vasıfla aslı ortadan kaldırmak ise caiz olmaz. Şu halde asıl vâki olur ve kocasının zikrettiği vasfı da arkasından getirir.

Kocanın karısına «Sen eğer dilersen kendini üç talâk boşa!» sözün­de, eğer kadın bir kere boşarsa, talâk vâki olmaz. Aksi ile de olmaz. Yâni koca «Sen kendini bir kere boşa!» sözünde, eğer kadın üç kere boşarsa, zikfedilen <nbi talâk vâki olmaz. Birincinin sebebi şudur: Kocanın sözünün ma'nâsı: «Sen eğer üçü dilersen!» demektir. Kadının üçü dilemesi talâkın vukuu için şart kılınmıştır. Çünkü bu gibi sözden anlaşılan, hükmü geçen söze bina etmektir. Geçen söz üzerine bina edilince, anla­şılır ki şart üçü dilemektir, bilemek ise bir talâkta olmuştur. Şartın cüzleri meşrutun cüzlerine taksim edilmez. Şu halde bir şey vâki olmaz. Mesele-i mürsele bunun aksinedir. Yâni önceki mesele, ki musannif onu «Üç talâk ile emrolundu!» sözü île zikretmiştir. «Sen kendini üç kere boşa!» dedikde, koca kanyı üçe mâlik kılmıştır ve üçün vukuunu üç talâkı dilemeye bağlamıştır. Kadının mâlik olduğu şeyin bazısını yapmaya hakkı gardır. Kadın eğer bu meselede ben bir, bir ve bir dile­dim dese, eğer bu ^sözler birbirine ekli ise, o kadına cima etmiş olsun ve-, yâ olmasın, üç kez boşanmış olur. Çünkü üç talâkı dilemek bulunmuş­tur. Talâk ancak üçü dilemek ile vâki olur. Kadının dilemesi ise ancak tümden ayrıldıktan sonra bulunmuştur. İmdi kadın kocanın nikâhında iken üç talâkı dilemek vardır. Binâenaleyh kadın üç talâk ile toptan bâîn olur. Eğer birlerin bazısı bazısından ayrı olursa; meselâ birinci birde veya ikincide susup ondan sonra geri kalanı dilemekle bir şey vâki olmaz. Çünkü sükût-u fasıla olduğu için üç talâkı dilemek bulun­mamıştır, ikinci mes'eleye gelince: Kocanın kadına «Sen kendini eğer dilersen bir talâk ile boşa!» sözünde burada zikredilen, yâni kocanın emri üzere vâki olmak, îmânı A'zaro' (Rh.A.) m sözüne göredir. İmâ-meyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre bir talâk vâki olur. Bu önce geçen söze bina edilmiştir.. Yâni İmâmeyn' (Rh! Aleyhimâ) e göre, üç talâkın yapıl­ması bir talâkdir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre değildir.

Koca kârısına «Eğer dilersen sen boşsun!» dese, kadın da «Eğer sen dilersen ben de diledim!» dedikde, koca da talâka niyet eder olduğu hal­de «Diledim!» dese, o vakit emr bâtıl olur ve talâk vâki olmaz. Çünkü koca kadmm talâkını meşîet-i mjirseleye, yâni boşamaya bağlamış, ka­dın ise muallâk talâkı yapmıştır. Binâenaleyh şart bulunmamıştır, ka­dının muallâk talâkı yapması kendisini ilgilendirmeyen şey ile uğraş­maktır. İmdi bu kadmm elinden emrin çıkmasını gerektirir. Kocanın diledim demesi ile, her ne kadar niyet etti ise de talâk vâki olmaz. Çün­kü kadmm sözünde talâk zikredilmemiştir ki koca kadımn-'talâkını di­leyici olsun. Niyet mezkûrden başkasında amel etmez.JHattâ, koca «Se­nin talâkını diledim!» dese niyet ettiği vakitte talâk vâki olur. Çünkü bu söz yeni bir talâktır. Zira tneşîet (dilemek) varlığı bildirir. Bunu Kâ-dî Beyasâvî (Rh.A.), tefsirinde tahkik etmiştir. Fakat kocanın «Ben se­nin talâkını istedim!» demesi bunun aksinedir. Yâni varlığı bildirmez. Keza, her olmayan şeye ta'lik böyledir. Nitekim karının, «Eğer babam dilerse diledim» veya «Eğer iş böyle ise diledim!» demesi de böyledir. Talâk vâki olmaz ve emr bâtıl olur. Var olan bir şeye bağlanan bunun aksinedir. Kadın «Eğer iş böyle ise diledim!» dese, o iş de geçmiş ve yapılmış olsa, kadın boşanmış olur. Çünkü mevcûd şarta bağlamak (ta'lîk) talâkı şartsız yapmalç, demektir. [47]

 

Ta'lîk  Babı

 

Ta'lîkin sıhhatinin şartı mülktür. [48] Meselâ kocanın kansına; «E-ğer sen gidersen, boşsun.» demesi gibi. Veya mülke izafettir: «Eğer ben seni tezevvüc edersem, boşsun» demek gibi. Çünkü tezevvüc (evlenmek) mülk değildir. Lâkin mülke sebeb olduğu için mülk yerine konulmuş­tur. Bu ikiden birinin şart kılınmasına sebeb; Çünkü cezanın —yeminin ma'nâsının gerçekleşmiş olması için—korkutucu olması lâzımdır. Kor­kutucu olmak nefsi men üzere takviyedir. İmdi hâlen mülk veya mülke izafe olmasa yeminden istenen fayda nasıl hâsıl olurdu. Çünkü hâlen mülkde ceza yoktur ki şarttan sakınsın. Mülke izafe de yoktur ki mül­kü tahsilden sakınsın. Yemîn, faydasını, ifâde edemeyince, asla nıün'akid olmaz. İkincide yâni mülke izafette İmâm Şafiî (Rh.A.) afn görüştedir. Binâenaleyh yabancı bir kadın boşanmış olinaz. Bir kimse yabancı bir kadına; «Eğer seninle konuşursam, boşsun.» dese, arkasından da o ka­dını nikâh edip konuşsa, mülk ve mülke izafe olmadığı için boşanmış olmaz. Şarttan sonra kadın boşanmış olur. Yâni koca kansına «Eğer seninle konuşursam, boşsun» dese, ondan sonra konuşsa, ta'Iîk. vaktin­de mülk bulunduğu için boşanmış olur. Veya bir yabancı kadına «Ben seni nikâh edersem boşsun.» dese ve nikâh etse, mülke izafe bulundu­ğu için boşanmış olur.

Ta'Iikı helâlliğin ortadan kalkması ibtâl eder, mülkün ortadan kalk­ması ibtâl etmez. Üç talâkın tencîzî (hemen yürürlüğe konulması) ta'-lîkmı ibtâl eder. Üçden aşağısının tencîzi ta'lîkı ibtâl etmez. Yâni «Eğer sen eve girersen üç kez boşsun.» dese ve önce üç kez boşasa, ondan sonra o kadın başka koca ile evlenip ve o koca ile cima etse, sonra birinci kocaya geri dönse ve eve girse bir şey vâki olmaz. Çünkü ceza bu mül­kün boşamalarıdır. Zira bu boşamalar, mülk için engeldir. Çünkü zahir olan sonradan meydana gelen şeyin yok olmasıdır. Yemin isbâtta men için akd olur. Nefy de hami için akd olur. Ceza bizim zikrettiğimiz olunca, mahalliyyeti mubtü (bozan) olan üçün yerine getirilmesi ile elden gitmiştir, İmdi yemin baki kalmaz. Şayet koca kadını bâîn kılsa, zikredilenin aksinedir. Çünkü cezanın yeri bakî olmakla ceza da bakî­dir. Bununla ma'lûm olur ki: Vikâye'nin, «tencîz ta'lîkı ibtâl eder. ilâh» sözü ıtlâkı üzere müsamahadan hâiî değildir.

Şart lâfızları: «Eğer, vakitte, her» kelimeleridir. Bu «her» lâfzı ha­kîkaten şart değildir, Çünkü bu «Her» lâfzını ta'kib eden isimdir. Şart ise cezanın bağlandığı şeydir. Cezalar fiillere bağlıdır. Lâkin bu «Her» lâfzı, fiilin «Her» i ta'kîb eden isme teallûku olduğu için şarta katılmış­tır. Senin; «Evlendiğim her kadın şöyle olsun.» demen gibi.

«Her - dıkça», «ne zaman» ve «her ne zaman» da şart lâfızlarıdır. Bu (Her - dıkça) lâfzında yemîn çözülür, yâni ta'lîkın bâtıl olmasiyîe yemîn, üç talâkın vukuundan sonra bâtıl olur. Yâni koca mevtûa (cima ettiği karısına) sına «Her ne zaman eve girersen sen boşsun.» dese, ka­dın da iddette iken üç kere eve girse, üç kez boşanmış olur. Koca o ka­dını diğer kocadan sonra nikâh etse, o kadın eve girmekle yemin bâtıl olduğu için talâk vâki olmaz. Ancak «Her - dıkça» anlamına gelen lâfz tezevvüce girse, talâk vâki olur. Yâni koca kadına «Seni her aldıkça, boşsun.» demekle talâk vâki olur. O kadın şayet üç kez boşanmış olsa ve diğer kocadan sonra yine birinci koca onunla evlense, bu suretle yi­ne boşanmış oluı% Çünkü «Her - dıkça» lâfzı fiillerin umûmunu ifâde eder. Nitekim «Her» lâfzı isimlerin umûmunu ifâde ettiği gibi. Bundan madâsı şayet şart mülkde bulunursa yemîn, eezâ ile neticelenmek üze­re bozulur. Yâni yemîn bâtıl olur ve üzerine ceza gerekmiş olur. Şayet şart mülkden başkasında bulunsa, yemîn münhâll olur (bozulmuş olur). Lâkin cezaya münhâll olmaz. Yâni yemîn bâtıl olur ve üzerine ceza ge­rekmez. Eğer koca karısına «Sen eve girersen üç kez boşsun» dese ve ka­dının eve girmesini fakat üç talâkın olmamasını istese, bunun hilesi şu­dur: Koca o kadını bir kere boşar, iddeti biter, kadın eve girer, nihayet yemin bâtıl olur ve üç talâk vâki olmaz. Ondan sonra yine evlenir. Eğer kadın eve girerse yemîn bâtıl olduğu için bir şey vâki olmaz. «İddet bit­tikten sonra» dememizin sebebi, çünkü kadın iddet içinde girerse üç talâk vâki olur.

Koca ile kan şartın varlığında ihtilâf etseler, söz kocanındır. An­cak kadın şahit getirip isbât ederse söz kocanın olmaz. Çünkü koca asla dayanmıştır. O da şartın yokluğudur. Bir de koca talâkın vukuunu ve mülkün zevalini inkâr etmekte, kadınsa bunu iddia etmektedir.

Ancak kadın tarafından bilinen bir şart ile meselâ; «Eğer sen ha­yız olursan, boşsun ve fülân kadın dahî, yâni kuman da.» dese ve kadın da «Hayız oldum.» dese, o kadın yalnız kendi hakkında tasdik edilir, kuması hakkında tasdik edilmez. Kıyâs, kuması gibi, kadının kendisi hakkında da tasdik edilmemesi idi. Çünkü şarttır. Kadın şartta tasdik edilmez. Nitekim duhûlde tasdik edilmediği gibi. İstihsâlim vechi şudur: Kadın kendisi hakkında güvenilirdir. Çünkü hayzın görünmesi ancak onun tarafından bilinir. Binâenaleyh onun sözü kabul edilir. Nitekim ta-lâkda iddet ve cimâda hull hakkında sözü kabul edildiği gibi. Lâkin ka­dın kuması hakkında şâhiddir. Hattâ kadın töhmet altındadır, kuması hakkında sözü kabul edilmez Nihâye'de Tahâvî şerhinden nakledilmiştir ki: Bu söz umûm üzere değildir. Belki, kocası onu «Ben hayız oldum» sö­zünde yalanladığı vakittedir. Ama koca onu doğrularsa, her ikisinin de üzerine talâk vâki olur. Hayz kanının başlangıcından üç günden sonra talâk ile hüküm verilir. Yâni kadın hayz kanını görse, üç gün devam et­medikçe talâk olmaz. Çünkü üç günden eksikde kesilmiş olan kan hayz olmaz. Üç gün tamâm olunca, hayız olduğu vakitten itibaren talâk ile hükmederiz. Çünkü kan gelme vakti uzamakla onun rahimden olduğu kesinlikle bilinir. İmdi başlangıçtan itibaren hayz olur.

Şayet koca karısına «Eğer sen bir hayza görürsen, boşsun» dese, kadın temiz olduğu vakitte boşanmış olur. Çünkü «hayza» kelimesi kâ­mil hayz manasınadır. Hayzın kemâli ise sona ermesi iledir. Bu da te­mizlenme ile olur.

Koca karısına «Eğer bir gün, oruç tutarsan, boşsun!» dese, kadın oruç tuttuğu günde güneş battıkda boşanmış olur. Çünkü yukarıda geç­tiği veçhile gün kelimesi uzayan bir fiil ile birlikte söylenirse onunla gündüz kasdedilir. Eğer sen oruç tutarsan deyip (bir gün) demese, zik­redilenin aksi olur. (Yâni günün evvelinde boş düşer.) Çünkü koca Ölçü ile takdir etmemiştir. Halbuki oruç rüknü ile bulunmuştur, o da imsak­tir. Şartı ile ele bulunmuştur, o da gündüz ve niyettir.

Koca karısına «Eğer oğlan doğurursan, bir talâk ile boşsun ve eğer kız doğurursan iki. talâk ile boşsun.» dese, kadın da biri oğlan ve biri kız olmak üzere ikiz doğursa ve hangisini önce doğurduğu bilinmese, ka­zaen bir talâk ve ihtiyaten iki talâk ile boşanmış olur. İddet sonuncu çocukla bitmiş olur. Çünkü kadın oğlanı önce doğurdu ise bir talâk vâki olur. Kadının iddeti kızın doğması ile. bitmiş olur. Bundan sonra diğer talâk vâki olmaz. Çünkü kızın doğması iddetin bitmesi hâündedir. Kadın kızı önce doğurdu ise iki talâk vâki olur ve kadının id-deti oğlanın doğması ile bitmiş olur. Bundan sonra diğer talâk vâki ol­maz. Çünkü sebebi az önce geçti ki, kız çocuğun doğması iddetin bit­mesi halindedir. Bu takdirde, bir halde bir talâk vâki olur. Bir halde de İki talâk vâki olur. İkinci, şüphe ile vâki olmaz. İmdi uygun .olan ih­tiyaten iki talâk ile amel etmektir. Hattâ koca kadını yeminden önce bir kez boşasa ve kadın başka kocaya varmadan Önce onunla evlenmek isterse, ihtiyat olan onunla evlenmemektir. Çünkü kızın doğumunun önce olması caizdir.                                   

Koca üç talâkı iki şeye bağlasa; İkincisi mülkde bulunursa, üç ta­lâk vâki olur. Bu söz, iki şeyin veya yalnız ikincinin mülkde bulunma­sına şâmildir. Meselâ; karısına «Sen Zeyd ile konuşursan ve Bekir ile konuşursan üç kez boşsun!» demekle kadın bâîn olup iddeti de bittik-de Zeyd ile konuşsa, ondan sonra kocası onun ile yine evlendikde Be­kir ile de konuşsa, o kadın üç kez boştur. Eğer kocanın üç talâkı bağ­ladığı iki şey mülkde bulunmazsa veya birinci şey bulunup ikinci şey bulunmazsa üç talâk vâki olmaz. Bunun sebebi: Sözün sahih olması konuşanın ehliyetine göredir. Lâkin ta'îîk hâlinde mülk şart kılınmış­tır. Tâ ki istishâb kaidesi [49] ile cezanın vukuu ağır bassın. Binâenaleyh yemîn sahih olur. Ceza gelebilmek için şartın tamâmında da mülk şart­tır. Çünkü ceza ancak mülkte iken gelir. Bu aradaki hâl yeminin beka hâlidir. Binaenaleyh mülkün bulunmasına hacet yoktur. Çünkü onun bekası mahalliyle kâimdir. O da zimmettir.

Kadının kocası üç talâkı veya cariyenin efendisi âzâdı cimâa bağ­lasa, yâni koca karısına «Eğer seni cima edersem üç kez boşsun.» dese veya cariyenin efendisi «Eğer seni cima edersem, hürsün.» dese, sünnet yerini sokup İki sünnet yeri hiçbirine kavuşursa, şart bulunduğu için kadın b o sanılmış ve câriye âzâd olur.

Erkek cinsiyet organını kadına idhâlden sonra bir müddet cğleçse ve üç talâk vâki oldukdan sonra çikarmasa, kocaya ve cariyenin efen­disine ukr lâzım gelmez. Ukr, mehr-i misidir. Bâzıları demiştir ki: Zi­nanın helâl olması mümkün olsa, ukr cima ücretinin miktarıdır. Koca eğleşip durmakla ric'î talâkda geri dönmüş olmaz. Çünkü cima, zekeri ferce sokmaktır. Bu ise talâkdan »sonra ve âzâddan sonra bulunmamış­tır. Çünkü idhâl için devam yoktur ki devamı için ibtidâ hükmü olsun. Bundan dolayı eğer bir kimse binek hayvanını ahıra sokmamaya yemîn etse, halbuki hayvanı o ahırda olsa, o kimse hayvanı o ahırda tutmak­la yeminini bozmuş olmaz. Belki birincide, yâni üç talâk ile kocaya ükr (mehr) vâcib olur. İkincidej ikinci defa idhâliyle, geri dönmüş olur. Çünkü ikincide, kadına cinsî organını idhâl ile harâmhk sabit oldukdan sonra gerçekden onda cima bulunduğu içindir. Lâkin meclisin bir ol­masına bakarak had vâcib olmaz. Maksûd şehveti kaza etmektir. Şüp­heden dolayı had vurmak mümkün olmayınca, mehr vâcib olmuştur, çünkü mehr şüphe ile de vâcib olur.

Koca karısına «İnşâellâh» sözcüğünü ekleyerek «Sen boşsun, in-şâellâh» dese veya şartı söylemezden önce kadın ölse, talâk vâki olmaz. Birincinin sebebi, varlığı bilinmeyen şarta bağlamak (ta'Iîk), sözün ba­şını değiştirdiği içindir. Bundan dolayı değiştirenin bitişik olması şart' kılınmıştır. İkincisinin sebebi, söz istisna ile îcâb olmakdan çıktığı için­dir ve kadının Ölümü mucibe aykırıdır. İbtâl'edene aykırı değildir. Eğer koca şarttan önce Ölse, yâni «Sen boşsun!» dedik den sonra «İnşâellâh!» demeden ölse, talâk vâki olur. Zira kocanın sözüne şart eklenmemiştir.

Koca karısına «Üç kez boşsun ve üç kez inşâellâh!) dese veya köle­sine «Sen hürsün ve hürsün inşâellâlı» dese, kadın üç kez boşanmış olur ve köle âzâd olur. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ), «Kadın boşanmış ol­maz.» demişlerdir. Çünkü insanların konuşmalarında tekrar yaygındır. Binâenaleyh bu da kocanın sözünü düzeltmek için tekrara hamledilir. Şartın eklenmesi geçersiz olmaz. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: İkinci lâfız geçersizdir. Çünkü birincinin ifâde ettiğinden fazla bir ma'-nâ ifâde etmez, (Vâv) ile ayırdığından dolayı ikinci lâfzın te'kîd olması için de imkân yoktur. İmdi ma'tûf yâni' ikinci lâfız, şartın birinci lâfza eklenmesini meneder. Şu halde birinci lâfız vâki olur.

Keza kocanın karısına «Inşaeîlah sen boşsun!» demesinde de hü­küm zikredilen ^gibidir. Çünkü bu söz İmâra A'zam (Rh.A.) ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e* göre boşamaktır. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, ta'Hkdır. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur: Mubtıl (bo­zan) yâni Hinşâellâ-h» sözcüğü icâba bitişiktir. Şu halde icâbın hükmü­nü geçersiz kılar. Nitekim ertelenmiş olsa, geçersiz kaldığı gibi. Bu du­rumda talâk vâki olmaz. İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aley­himâ) İn delilleri ise şudur: İki cümlenin bağlanması için konulan ra­bıta edatı (fâ) dır. (Fâ) bulunmayınca bağlantı da bulunmaz. Şu halde «Sen boşsun.» sözü müneccez yâni derhal geçerlidir. Şartın sonraya bırakılması bunun aksinedir. Çünkü bu takdirde değiştirici olur, sözün başı ona bağlıdır.                                                                       

Kocanın karısına «Sen, Allah Teâlâ'nın dilemesiyle veya iradesiyle veya sevgisiyle veya rızâsiyle boşsun." dese, kadın boşanmış olmaz. Çün­kü söz, bilinemeyen şeye ta'lîk edilmiştir. Meselâ, «İnşaellâh» sözü gibi. Çünkü «İnşâellâh» da olan (be) ilsâk yâni yapıştırmak içindir. Ta'lîkda da cezayı şarta yapıştırmak vardır.

Bu dilemek (meşîet) sözcüğü ve dilemekden başka zikredilen lâfız­ların kula izafesi, ona temlîkdir. Meselâ, «Fülân dilerse!» demek gibi. Ya da «Fülân murâd ederse veya fülân severse veya fülân razı olursa!» demek gibi. İmdi meclis üzere iktisâr olunur. Eğer kul onu meclisde bilip ve dilerse-talâk, vâki olur.

Koca karısına «Allah'ın emriyle boşsun», yâlıûd «Allah'ın hükmü veya kazası ile veya izni veya ilmi ile veya kudreti ile boşsun» dese, söz tencîz yâni derhal geçerli olur. Bununla talâk hemen vâki olur. İster Allah' (C.C.) a ister kula izafe etsin müsavidir. Çünkü bu gibi sözlerle örf en tencîz murâd edilir. Meselâ «Sen kâdînin hükmü ile boşsun!» de­mek gibi.

. Eğer koca karısına «lâm» harfi ile —ki «için» demektir—• «Allah'ın dilemesi için boşsun» veya «emri için veya hükmü için»... ilâh. dese, on şeklin hepsinde taîâk vâki olur. İster Allah'a ister kula izafe olsun mü­savidir. Çünkü «lâm» harfi, ta'lîl içindir. Sanki koca talâkı yapmış ve talâkın nedenini belirtmiştir. Meselâ; «Eve girdiğin için boşsun» demek gibi.  

Koca karısına «de» ma'nâsma gelen (fî) İle; yâni «Sen, Allah'ın di­lemesinde boşsun» veya «Allah'ın emrinde ve hükmünde»... ilâh. dese, koca; Allah' (C.C.) a izafe ederse bu şekillerin hepsinde talâk vâki ol­maz. Çünkü ûfî» sözcüğü, şart ma'nâsmadır. Binâenaleyh bilinmeyen şeye ta'lîk olur ve talâk vâki olmaz. Ancak «Sen, Allah'ın ilminde boş­sun!» sözünde talâk vâki olur. Çünkü ilim zikredilir ve onunla bilinen şey murâd edilir. Bilinen (ma'lûm) ise vâkidir. Bir de İlmin Allah' (C. C.) dan nefyedilmesi hiçbir suretle sahîh olmaz. Çünkü Allah Teâlâ (C. C.) olanı ve olmayanı bilir. İmdi emir var olana bağlanır ve kudrete so­ru yöneltmek gerekmez. Çünkü burada murâd takdirdir. Allah (C.C.) bazan bir şeyi takdir eder ve başka bir şeyi takdir etmez. Hattâ takdir ile irâdeye uygun olarak te'sir eden bir sıfat murâd ederse, derhâl ta­lâk vâki olur. Şayet kula muzâf kusa, temlik yönünden ilk dördünde sahîh olur ve meclise münhasır kalır. Nitekim yukarıda geçti. Başkala­rı ta'lîk olur. Onlar da geri. kalan altıdır. Sözün kısası, on sözcükden dördü temlik içindir. Onlar da: Dilemek (meşîet), irâde, sevmek (mu­habbet) ve rızâ'dır. Geri kalan altisı, temlik için değildir. Onlar, da; Enir, hüküm, kaza, izin, ilim ve kudrettir. Bunların hepsi iki vcch üzeredir; Ya Allah Teâlâ' (C.C.) ya, ya da kula muzâf olurlar. Her vech dahî üçer vech üzeredir. Ya «bâ» ile veya «lâm» ile veya (fî) iledir.

Kocanın karısına «Sen üç kez boşsun, ancak iki değil!» demesiyle bir talâk vâki olur. «Sen üç kez boşsun, ancak bir değil!» demesiyle iki talâk vâki olur. «Sen üç kez boşsun, ancak üç değil (müstesna)» de­mesiyle de üç talâk vâki olur. Çünkü çıkarmadan sonra istisna yapmak, geri kalanı söylemektir: îmdi istisnanın sıhhatinin şartı, müstesnanın arkasında, onu söylemek için bir şey kalmakdır. Hattâ: «Sen üç kez boşsun, ancak üçü değil (müstesna)!» dese, üç talâk ile boşanmış olur. Çünkü söylediği şeyin hepsini istisna edip istisnadan sonra bir şey ge­ri bırakmamıştır ki söylesin.

Koca karısına «Eğer ben senin üzerine filancayı nikâh edersem, o nikâh ettiğim boş olsun?» deyip o kadın üzerine bâîniu iddetinde bir kadın nikâh etse yeni kadın boşanmış olmaz. Yâni bir kimse, nikâhı al­tında olan karısına «Eğer senin üzerine kadın nikâh edersem o nikâh ettiğim kadın boştur!» dese, kendisj^üe beraber olanı boşayıp o kadın iddette iken bir başka kadın ile evlense, o yeni kadın boşanmış olmaz. Çünkü şart bulunmamıştır. Zira birinci kadının üzerine evlenmek» ya­tak hakkında onun ile çekişip ve taksimde (nöbette) onun ile rekabet eden kimsenin, üzerine girmesidir. Bu ise bulunmamıştır.

Kadın talâkı ister de kocası, «Sen elli talâk boşsun!» der; kadın da «Bana üçü yeter!» derse, koca «Üçü senin için ve geri kalanı kadın ar­kadaşların, yâni kumaların içindir!» dedikde, kocanın, konuştuğu ka­dından başka üç karısı daha olsa, konuştuğu karısı üç talâk ile boşan­mış olur. Ondan başkası asla boşanmış olmaz. Vûkıât-ı Sadru'ş-Şehid'de böyle zikredilmiştir. [50]

 

Fârr'ın   Talâkı   Babı

(Mirastan   Kaçıranın   Boşaması)

 

Evinin dışında işlerini görmekden âciz olan hasta gibi, hâli daha ziyâde helak olacağını gösteren kimse talâk kaçırandır. Evinin dışında işlerini görüp de şikâyeti bulunan kimse ise fârr [51] olmaz. Çünkü in­san böyle şikâyetten pek az kurtulur. Doğru olan söz budur.

Savaşda bir adam ile savaşan kimse veya kısas ile veya recm ile öl­dürülmek için takdim edilen kimse talâk kaçırıcıdır. —Meşâyihden ba­zısı, «Kısas için takdim edilse fârr olmaz. Çünkü afv mendûbdur. Fa­kat recm böyle değildir, demişlerdir.'— İtimâd birinci sözedir. Bunu Zeylâî (Rh.A.)N zikretmiştir. Veya bindiği gemi parçalanıp bir kalas üzerinde kalan kimse; veya yırtıcı hayvan alıp hayvanın ağzında kalan kimse, kötürüm ve felçli olan kimse, felci ve kötürümlüğü fazla olduğu müddetçe hasta gibidir. Eğer eski olup artmadı ise talâkda ve başka­sında o kimse sağlıklı ve sağlam gi&idir.

Kadın da, anlatılan bu şeylerin hepsinde erkek gibidir. Hattâ ayrıl­ma sebebi kadından gelse; bulûğ muhayyerliği, âzâd olma muhayyerli­ği ve kocanın oğluna temkini (zina imkânı vermesi) ve irtidâd gibi ki mezkûr hastalık ve diğer şeyler başına geldikten sonra, fârre (kaçıncı) olduğu için koca kadına vâris olur. Bunu Zeyiaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Hâmile olan kadın sağlam ve sağlıklı gibidir. Eğer onu doğum sancısı tutsa, hasta gibidir. Çünkü onun ölmesi, doğum sancısı tutmadıkça gâlib olmaz. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.

İmdi zikredilen kimselerden her biri talâkı kaçırıcıdır. Böylesiniıı bağışı (teberruu) ancak malının üçtebirinden sahih olur. Eğer koca ka-nsmı rızâsı yok iken bir bâîn talâk ile boşasa —kadın da bâînen boşan­maya razı olsa, koca talâk kaçırıcı sayılmaz— ve koca Ölse, her ne ka­dar koca hastalıkdan, savaştan ve bu ikisinin benzeri başka şeyden ölse veya öldürülse bile kadın iddeti içinde vâris olur. Bu, bâîn talâk ile kadın boşanmış olduğu zamandır. Ric'î talâkda ise kocasına mut­lak surette vâris olur. Şayet koca kadının iddetinde ölürse, ikisi ara­sında karı - kocalık bakî olduğu için vâris olur. Çünkü karı - kocalık, kocanın ölüm hastalığında vâris olmasına sebebdir. Zira koca mirasın ibtâlinı kasdetmiştir. Binâenaleyh kasdı kendi aleyhine çevrilmiştir. Bu da kadından zararı def etmek için boşamanın amelim iddetin bitme­sine kadar geciktirmekle olmuştur. Bundan dolayı, kadir» ölürse koca da kadına vâris olur. Fakat bâîn talâk böyle değildir. Çünkü sebeb —ki nikâhdır— bâîn talâk ile yok olmuştur.

Keza ric'î talâkı isteyen kadın üç kez boşansa vâris olur. Çünkü talâk nikâhı yok etmez. Bundan dolayı koca için cima helâl olur ve kadın ric'î talâk ile mirâsdan mahrum olmaz. Kocasından ric'î talâk is­temekle hakkının bâtıl olmasına razı olmuş değildir.

Yine koca kansan bir bâîn talâk ile boşasa, hüküm anlatılan gibi­dir. Keza bâîn ile boşanmış olan kadın kocasının oğlunu öpse, yine ko­casına vâris olur. Yâni hasta bir adam, karısını ba^în talâk ile boşasa, o kadın kocasının oğlunu Öpse, onun öpmesi vâris olrhayı menetmez. Çün­kü beynûnet (kati talâk) kocanın bâîn boşaması Üç vâki olmuştur.. Ka­dının öpmesi ile vâki olmamıştır. Öpülmekle bâîn olan kadın böyle de­ğildir. Çünkü öpülmekle bâîn olan kadın kocasına vâris olmaz. Keza hastalık hâlinde mülâane olunan kadın veya ilâ olunan kadın da vâris olur. Birinci, yâni mülâane olunan kadının vâris olmasına gelince; ko­ca karısına sağlamken kazf etse, ondan sonra hastalığı hâlinde mülâa­ne etse, kadın vâris olur. Keza hastalığı hâlinde karısına kazf etse vâ­ris olur. Çünkü Hân, talâkın ta'lîkına eklenmişti^, Bir îiil ile ki kadına o fiil lâzımdır. Nitekim yakında açıklaması gelecektir. Çünkü kadının kendisinden ân kaldırmak için da'vâcı olması gerekir..

İkinciye yâni îiâ ile vâris olmasına gelince; koca, ölümüne sebeb olan hastalığında, dört ay kadına yaklaşmamaya yemin etse, o kadına müddet geçinceye kadar yaklaşmasa ve beynûnet vâki olsa, sonra ölse, kadın vâris olur.

Şayet koca sıhhatinde îlâ etse ve kadın üâ ile kocanın hastalığında bâîn olsa; karısı vâris olmaz. İlâ da hastalığında ise vâris olur. Çünkü îlâ cimâdan hâli dört ayın gelmesiyle talâkı ta'lîk anlamınadır. İmdi îlâ vaktin geçmesiyle La'lîka katılır. Yakında açıklaması gelecektir.

Savaş alanında olan veya hummaya tutulan kimse veya kısas ve­ya recin için habs edilen veya kuşatılan kimseler anlatılanın aksidir. Çünkü bu takdirde boşanıhmş kadın vâris olmaz. Zira bunlarda ölmek gâlib değildir.

Keza kocanın hastalığında hull' olmuş olan kadın ve yine muhay­yer olan kadın — ki kocasının hastalığında kendisini seçmiştir. — vâris olmaz. Karısını karısının emri ile boşayan kimse, bundan sonra .kadın îddette iken ölse, o kadın da vâris olmaz. Çünkü bu kadın hakkının bâ­tıl olmasına razı olmuştur. Te'hir onun hakkı içindi. Ya da koca kadı­nın emri olmadan hastalığında üç talâk boşayıp ondan sonra hastalı­ğından iyileşip sonra koca iddette ölse, o kadın da vâris olmaz. Çünkü o koca fârr olmaz. Çünkü koca hastalıkdan iyileşince hastalığın ölüm hastalığı olmadığı belli olmuştur. Bundan dolayı onun bağışı malının hepsinden itibâr edilir. Keza, koca borcu olduğunu söylese, sağlıklı hâ­lindeki alacaklıları hastalık hâlindeki alacaklılarından Önce gelmez. Yâni sağlıklı hâlindeki alacaklılarına öncelik tanınmaz.

Koca ile kan sıhhat hallerinde üç talâk hakkında ve iddetih geçtİ-tiğl hususunda birbirlerini tasdik etseler veya koca kadının emri ile ka­dını bâîn talâk ile boşayıp o kadın için mal ikrar etse veya koca vasiyet etse, o kadın içiı\ o ikrar ettiğinin ve mirasın en azı vardır. Yâni koca hastalığı hâlinde karısına »Ben seni sıhhatim hâlinde boşadım,, iddetin de bitti!» dedikde, kadın da kocasını doğrulasa, ondan sonra kadın için mal ikrar etse veya kadına mal vasiyet etse veya kadının emri ile ken­di hastalığında onu bâîn talâkla boşasa, sonra ona mal ikrar etse veya vasiyet edip ondan sonra Ölse, o kadın için ikrar ettiği maldan ve mî-râsdan en azı vardır.

Şayet koca karısının talâkını bir yabancının fiiline veya bir vak­tin gelmesine bağlasa, ta'lîk ve şart o kocanın hastalığında olsa veya kendisinin fiiline bağlasa, ta'lîk ye şartın ikisi de hastalığında olsa ve­ya yalnız şart hastalığında olsa veya kadının yapması gereken; yemek, içmek, ana-babası ile konuşmak, borcunu ödemek ve alacağını almak gi­bi kadının bir kaçınılmaz fiiline bağlasa ve ta'lîk ve şartın ikisi de hastalığı hâlinde olsa veya yalnız şart hastalığında olsa, koca fârr ol­duğu için o kadın vâris olur. Bu anlatılan suretlerden başkasında kadm vâris olmaz. Bu ta'lîk ve şart bütün vechlerde sıhhatte olduğu va­kittedir. Veya ta'lîk sıhhatte olup onu yabancının fiiline veya vaktin gelmesine bağladığı vakittedir. Ya da nasıl olursa olsun, kadın için ona lâzım olan fiiline ta'lîk ettiği vakittedir. Bu suretlerde kadın vâris ol­maz.

Ma'lûm olsun ki bu mesele dört vech üzeredir: Ya talâkı zamanın gelmesine veya bir yabancının fiiline yâhûd kendisinin iiiline yâhûd kadının fiiline bağlamaktır.

Bu dürt vechden heı- biri de iki vech üzeredir: Ya ta'lîk sıhhatte ve şart hastalıkda veya ta'lîk ve şart ikisi de hastalıkda olmakladır.

İlk iki veçhe gelince; yâni talâkı zamanın gelmesine veya yaban­cının fiiline bağladığı zaman, eğer ta'lîk v« şart ikisi de hastalıkda olur­sa koca ıârr olduğu için kadın vâris olur. Eğer ta'lîk sıhhatte ve şart hastalıkda olursa, kadın vâris olmaz.

Üçüncü vech ise şudur: Koca kendi fiiline ta'lîk ettiği zaman ka­dın vâris olur. Şart hastalıkda bulunduğu zaman nasıl olursa olsun vâ­ris ölür. Ta'lîk gerek sıhhatte, gerek hastalıkda olsun ve gerek fiil mut­laka lâzım olsun, gerekse olmasın müsavidir. Çünkü koca kadının hak­kını ta'lîk ve şartla veya yalnız şart ile ibtâle kasd etmiştir. Çünkü şartın illete benzerliği vardır. Zira muallâkın varlığı şart katındadır. Koca, kadının hakkının korunması yönünden bir bakıma zulmedicidir. Kocanın muhtaç ve mecbur olması başkasının hakkını ibtâl etmez. Ni­tekim ıztırâr hâlinde veya uyku hâlinde başkasının malını yok etmek gibi.

Dördüncü vech ise şudur: Talâkı kadının fiiline bağlaması, eğer o bağlanan fiil kadın için ımıllaka Jâzim değilse, mutlaka vâris olmaz. Gerek ta'lîk ve şart hastalıkda ve gerek ta'lîk sıhhatte ve şart hastalık­da olsun müsavidir. Çünkü kadın şarta razı olmuştur. Şarta rızâ meş­ruta da rızâ olur.                                                

Koca cima ettiği karısını hastahğı hâlinde bâîn talâk ile boşasa, ve koca hastalıkdan îyileştikden sonra ölse veya koca kadını îbâne et-tikden sonra kadın mürted olsa, kadın İslâm dinine girdikde koca öl­se, o kadın vâris olmaz.

Birincinin sebebi; sıhhatin talâk ile ölüm arasına girmesinden an­laşıldı ki, koca fârr değildir. İkincinin sebebi ise, kadın mürted olduğu için mirasa yeterliliğini ibtâl etmiştir. Çünkü mürted hiçbir kimseye vâris olamaz. Şayet kadın ondan sonra İslâm'a gelse, sebebin geri dön­mesi mümkün olmaz.

Koca kansına «Eğer ben hasta olursam, sen üç kez boşsun!» dese, koca fârr olur. Hattâ koca hasta olup o hastalıkda ölse kadın vâris olur.                                       

Kadın hasta olan kocasına «Beni boşa!» dedikde, koca onu üç ta­lâk boşasa, kadın vâris olur. Çünkü beni boşa demenin medlulü ric'ı ta­lâkın istenmesidir ve ric'î talâka rızâdan üç talâka rızâ lâzım gelmez. Koca talâkı üç yapınca, fârr olur ve kadın vâris olur.

Bir kimse «Son evlendiğim kadın üç kez boştur!» deyip bir kadı» île evlenip ondan sonra bir diğer kadınla da evlense, ondan sonra koca' Ölse, sonraki kadın evlenirken boşanmış olur, koca fârr olmaz ve ka­dın, ona vâris olmaz. Bu îmânı A'zam' (Rh.A.) a göredir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, kocanın ölümü sırasında boşanmış olur. Koca fârr olup kadın ona vâris olur. Çünkü sonralık ancak bu kadından sonra bundan başka kadın ile evlenmekle gerçekleşir. Bu ise ancak kocanın ölümü ile gerçekleşir. Binâenaleyh şart ölüm sırasında gerçekleşmiş olur ve ona iktisâr edilir. İmâm A'zam1 (Rh.A.) m delili şudur: Ölüm bildiricidir ve somınculuk ile bitişik olması şartın vaktindendir. Şu hal­de müstenid olarak sabit olur. [52]

 

 



[1] \İX  Nısâ sûresi (4); jiyel : 141.

[2] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 116-124.

[3] Bk. Muhammed sûresi (47); âyet: 11

[4] Kefâet: Müsavat ve denklik, demektir. Dînde kefâet nıu'teberdir. Binâenaleyh Müslü­man bir kadının bir kâfirle evlenmesi ictnâ'en haramdır. Müslüman kadınların kâfirlere haram kılınması 6. Hicrî yılında (M. 627) Hudeybiye'de vuku' bulmuştur.

Kefâet mes'elesinde neye i'tibâr edileceği Ulemâ arasında çok ihtilaflıdır, Maamâ-fîh, kefâet mu'teberdir, ve bazı ictihâd farkları ile; Dînde, takvada, sao'atta, hürriyette, malda ve sâiredc aranır. Bu hak kadınındır. Binâenaleyh aranacak şeyler erkekte ara­nacak; bu suretle onun kadına denk olup olmadığı anlaşılacaktır.

(Selâmet Yollan, Ahmed Davudoğlu, C. 3)

[5] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:  124-128.

[6] MEHİR: Nikâhın (hükümlerindendir; ve kadının şerefini meydana çıkarmak için megrû' olmuştur.

Mehrin; sadak, nihle, atiyye, ukr, ecir ve ferîza gibi bir çok İsimleri vardır.

[7] Bk.' Nisa sûresi (4); âyet: 24                        

[8] Bk. Nisa sûresi (4); âyet: 3

[9] Bk.  Bakara sûresi  (2):  ayet : 236.

[10] 10  dirhem  gümüş 28,05 gramdır. Değeri;  gümüşü»   râyİc  fiyatı  ile çarpılarak bulunur. Meselâ gümüşün gramı 100.-TL. ise; nıelıir miktarı 100 x 28.05 ~ 2805.-TL. dır.

Akid esnasında mehri zikretmek îcâbeder. Çünkü mehri zikretmek niza'a meydan bırakmaz. Muamâfîh mehir zikredilmeden nikâh kıyılsa akid yine sahilidir, zifaftan sunra kadına mehr-i misil veriliı.

[11] Mehr-i misil: Kadının misli olan diğer bir kadının meselâ ablasının veya kızkardeşinin mehridir. Onun mehri ne ise, bunun da o olur. Nikâhtan önce verilen yüzük, küpe ve şâire gibi şeyler de mehirden sayılırlar. Mehrin peşin verilen kısmına «Mchr-İ muaccel» veresiye kalım kısmına da «Mehr-i müeccel» derler. Mehrin hepsinin peşin verilmesi müstehâbdır.

[12] Bk. Bakara sûresi (2), âyet : 236

[13] Bk.   liilâk sûresi (65), âyel: 6

[14] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 129-143.

[15] Kınn: Bir çeşit köledir, islâm şeriatında terim olarak ma'nâsı, mükâteb ve, müdebber olmayan köledir. Fukahâ; erkek köle için kınn, kadın köle için kınna kelimesini kul­lanmışlardır. (Keşşaf, C. 2)

[16] Rakîk: Rıkk,  şeriatta, bir şahıs  İçin sürekli olan   hükmi  acz, demektir.   Başlangıçta aslı  kâfir olan köle, ceza olarak'nkk olur ve mülk sayılır. Böyle  köleye  rakîk denir. Rıkk, köleliğin en ağır şeklidir. Çünkü abd denen Müslüman köle bazan hür insandan daha güçlü olur.

Sözün kısası, rıkk hükmî bir'aczdır. Şu ma'nâda ki; Sâri', rakîk denen kuleyi şe-hâdet, kaza ve velayet (yani nefs, mal, evlâd, evlenmek ve evlendirmek üzere velayet) gibi hür insanın mâlik olduğu şeylerden bir çoğu için ehil kılnıamıştır.

Rıkk, yani kâfir olan bir insanın köle yapılması, ilkin Allah Teâİâ' (C.C.) nın hak­kıdır. Çünkü rıkk küfrün cezası olarak vâki olmuştur. Zira kâfirler Allah Teâlâ' (C.C.) a kutluk etmekden ar duyup kaçınmışlardır. Allah' (C.C.) m birliğini kabul etmediler. Âyetleri hakkında düşünmediler. Böyle yapmakla kendilerini hayvanlar mertebesine dü­şürdüler. Bundan dolayı Allah (C.C.) da onları kullarının kulları yapmakla cezalandırdı. Buna binâen rıkk, Müslüman için ibtidâen sabit değildir. R k. kâfir olan köle için sürekli olarak kalır. Hatta sonradan Müslüman olsa da yine rakîk olarak kalır. (Keşsâf-u Istılâhât'il-Fünûn, C:  1)

[17] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 144.

[18] Mevkuf:   Bir  hüküm   ifâde   etmesi,   bankasının   izni   ve   icazetine   muhtâc   ulan  bir fiil veya akiddİr.

[19] Bk. Nisa sûresi (4), âyet: 24

[20] Tebvie: Cariyenin efendisi veya efendisinin ehl ve lyâli tarafından İstihdam edilmeyip kocası hâilesine teslim edilmesi, demektir.

[21] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 144-150.

[22] Bk. Mümtahme sûresi (60), âyet: 10

[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 151-153.

[24] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 154-155.

[25] Bir çocuk bir kadından emdi mı artık dînen o kadın onun süt annesi, kadının sütüne sebeb olan kocası süt babası, o kadından emenler de süt  kardeşi olurlar. Bu sûrelle doğumdan gayrı bir akrabalık teessüs eder; ve artık bu sayılanlar arasında nikâh haram olur,

Süt emme meselesi dînen pek mühimdir. Zamanla unutulmaya maruz bulunan bu meselede Müslümanların çok uyanık davranmaları îcâb eder. Doğan çocuğu ya hiç süt anneye vermemeli,, yahut vermek mecburiyeti varsa meseleyi ciddî bir şekilde ele alarak bir yere yazmalı, bellemeli, hısım ve akrabaya, konuya komşuya onu dııyur-malıdir. Aksi takdirde unutulur da günün birinde İki süt kardeşi evlendirmek gibi pek büyük bir vebal altında kalınabilir.

(Selâmet Yolları, Ahmed Davudoğlu, C. 3)  

[26] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 156-161.

[27] Blu Bakara Sûresi (2), âyet: 229

[28] Boşamanın sebebi: Kan ile kocanın ahlâkı birbirine uymadığı zaman hissedilen ayrılma ihtiyacı ve Allah' (C.C.) m emirlerini ifaya engel olacak dargınlığın ânz olmasıdır.

Boşama aslı i'tibâriyle mübâh değil, memnu'dur. Çünkü boşama, nikâh denilen bü­yük ni'mete karşı bir küfrân-ı ni'raettir. Ancak zarurete binâen bazen mubah olur.

Boşama bâbındaki âyet ve hadîslerin mutlak oluşlarına bakarak, boşamaya «mu­bahtır» diyenler de olmuştur.

Hulâsa: Boşama, mubahların, Allah (C.C.) indinde en sevimsizidir.

(Selâmet Yollan, C.  3, Ahmed Davudoğlu)

[29] Bk. Talâk sûresi (65), âyet: 1

[30] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 162-167.

[31] Bk. Bakara sûresi (2). âyet: 229        

[32] Bk. Nisa sûresi (4). âvet: 92

[33] Bk. Şuarâ sûresi (26), âyçt: 4

[34] Bk. Lclıeb sûresi (111), âyet:   İ

[35] Bk. Bakara sûresi (2), âyet: 283

[36] Bk. Enfâl sûresi (8), âyet: 63

[37] Bk. Enfâl sûresi (S), âyet: 63.

[38] Bk. İnşirah Sûresi, ayet: S

[39] Bakara sûresi (2), âyet: 230 .                

[40] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:168-181.

[41] Talâk üç kısımdır:

a)  Ahsen-i talâk: Kadını cima etmediği bir tenmlik de ;esmde bir defa boşayarak iddeti geçinceye kadar terketmektir.

b)  Hascn-i talâk:   İçinde  cima bulunmayan  üç  temT7İik devresinde birer defâ bo-şn inaktır.

c)  Bid'î talâk: Bir defada üy sayı ile boşamak, yâhud hayız hâlinde boşamaktır. Talâk vüku'u i'tibâriyle de ric'î ye bâin olmak üzere iki nevidir.

Talâk-i ric'î: Talâkta kullanılan açık sö/Ierle yupilan talâktır. Bâfn talâk ise; kinaye sözlerle yapılan talâktır.

[42] Hûd sûiesî (11), âyel: 97

[43] Bk.  Bakara sûresi (2), âyet : 229

[44] Bk. Bakara sûresi (2), âyet: 230

[45] Hürnıet-i galî/a: Hür kadında üç, câriye hakkında İki talâk ile husule gelen hürmettir kî. buna (hürmet-i kiibrâ), (beynûnel-i kübrâ), (beynûnet-i tnugallaza) da denir.

*  Hürmct-İ hafife: Bir veya  iki   talâk ile husule gelen  hürmettir  ki,  buna (hiir-mcl-i sugrâ), (beynûnet-i sugrâ) da denir,

*  Beynûnet-i  küfarâ: Alel'ıllâk  üç  talâk  ile me\ıkma  gelen  ayrılıktır.   Buna fhey-nünet-l.kai'ivve) de denir.

*  Beynûnet-i sugrâ: Bir veya iki bâîn talâk İle meydana gelen ayrılıktır.

[46] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:182-189. 

[47] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 190-199.

[48] Ta'Iîk : Bir  cümlenin  ma'nâsının  meydana  gelmesini;  diğer  bir  cümlenin   ma'nâsının meydana gelmesine şart edatı ile bağlamaktır.

Bir şeye bağlı  gösterme,  geciktirme,  asıntıda  bırakma,  askıda  bırakılma,  mıı'nâ-îarında kullanılır.

[49] İstishâb kaidesi: Bilinen bir hâli bilinmeyen hale ?ahîd tutarak hüküm vermeye «İs-. tishftb kaidesi» denir. Meselâ, bir adam kaybolur da bir sene kendisinden haber alın­mazsa,  eski hâline bakarak,  onun sağlığına hükmedilir.

[50] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 200-206.

[51] Fârr: Fakîhlere göre; bir kadının ölüm  hastalığına (maraz-ı mevt'c) yâni ölüme gö­türen hastalığa yakalanmış, gâlib-i hâli helak olan kocasının,  kadını bu hastalık ha-, ünde boşamasidır. Bu kadına fârrm karısı denilir.

Maraz-ı mevtte  kadını boşamak, onu mîrâstan mahrum etmeye muhtemel oldu­ğu için bununla ilgili bir takım ahkâm mevcûddur. (Kegjâf, C, 2)

[52] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 207-211.

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.02 saniye 14,842,170 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024