Hizmeti, Meskeni Ve
Ağacın Meyvesini Vasiyyet
Babı 2
Zimmînin Vasıyyetleri Hakkında Bir
Fasıl 3
Tenbih Vasiyyet İle İlgili Bir Uyarma. 4
Başkasını Vasi
Kılmak (Îsâ) Hakkındadır 4
Ba'zı
Önemli Meseleler : 9
Kölesinin hizmetini,
evinde belli bir müddet veya sürekli olarak ulmasım menfaatlerin hâl-i
edinIve^aİr ÛSÎnİn müIkü*to alıp temellük edinceye kadar, o şey (musâ blh)
menfaat hakkında meyyitin mülkünve muvakka- câiz oIur* Çünkü vasiyyet, bizim
kâibunun Çünkü mîrâs, mû- İIâftUr- ° da>
^»rûdlysti devam eden alma2" Hatta kendisine hlzmet edil edilen kimse ölse,
ondan o hizmet başkasına mîrâs kalaSİyyet etraek *ahîhdir- Ç«^ü gelir,
menfaatİn hütoünü ^Ur
Kölenin ve mûsa Ieh>e vasiyyfît «™«i ^ hakkı ^ü^edir. Vârisler ona muâ ne^ûsâ
fZ« T""1 kÖ1S Ve Mnenin
rakabeleri ?ltaazsa' vâris ile mûsa leh'den her biri köleyi mühâyee ederler.
Yânı iki gün vârislere; bir gün de mûsâ leh'e hizmet eder. Çünkü mûsâ leh'in
hakkı sülüsdedir. Vârislerin hakkı ise, üçteikidedir. Nitekim ayn'ın vasiyyet
edilmesinde hüküm budur.
Kölenin, parça
i'tibâriyle taksim edilmesi mümkün değildir. Çünkü köle, bölünme kabul etmez.
Şu hâlde, iki hakkın yerine getirilmesi için mühâyee'ye başvururuz. Hâne,' üç
sülüs üzere taksim edilir. Yânî mûsî, hanede oturulmasını vasiyyet etse, halbuki
hâne sülüsden çıkmasa, hanenin ayn'ı yararlanmak için üç hisseye taksim edilir.
Çünkü cüzler ile taksim edilmesi mümkündür. Bu taksim, ikisi arasında eşitliği
sağlamak için zâten ve zemânen daha âdilânedir. Mühâyee'de ise; birini zemânen
öne almak vardır. Yâhûd hâne, zaman cihetiyle, mühâyee yönünden taksim edilir.
Çünkü hak onlara âiddir. Ancak birinci taksim daha uygundur.
Vârislerin, hanenin
üçteikisinden ellerinde olan hisseyi satması câiz değildir. İmâm Ebû Yûsuf
(Rh.A.) 'dan bir rivayete göre; buna hakları vardır. Çünkü onların ellerinde
olan şey, kendilerinin hâlis mülkleridir. Zahir olan vech şudur ki: Müsâ leh'in
hakkı hanenin tümünde oturmak hususunda sabittir. Çünkü meyyitin başka malı
olduğu ortaya çıkmakla, bütün hanede oturmak hakkı sabittir. Keza, mûsâ leh'in
elindeki mal harâb olursa, mûsâ leh için vârislerin ellerinde olan mala muâraza
hakkı vardır. Satış, o vasiyyetin ıbtâlini kapsar. Bu durumda vârisler satışdan
m en edil ir ler.
Vasiyyet; mûsînin
hayâtında, mûsâ leh'in ölmesiyle bâtıl olur. Nitekim, daha önce anlatıldı ki;
vasiyyetin icâbı, mûsînin ölümünden sonradır. Eğer kendisine vasiyyet edilen
kimse ölürse, îcâb sahih olmaz. Nitekim satıcının îcâbı, müşterinin ölmesinden
sonra sahîh değildir.
Kendisine vasiyyet
edilen kimsenin ölmesinden sonra, vasiyyet edilen şey vârislere döner. Çünkü
mûsî, mülkünün hükmü üzere menfaatleri alıp elde etsin diye hakkı mûsa leh için
gerekli kılmıştır. Eğer vasiyyet edilen mal, mûsâ leh'in vârisine geçerse,
mûsînin rızâsı yok iken başlangıçta mûsînin mülküne müstehık olmak lâzım gelir.
Halbuki bu, câiz değildir.
Kölenin hizmet etmesi
ve hanede oturulması kendisine vasiyyet edilen kimsenin, köleyi veya haneyi
kiraya vermesi câiz değildir. Çünkü menfaat, bizim kaidemize göre, mal
değildir. Muâveze akdinde eşitliği gerçekleştirmek bakımından, menfaatin mal
ile temlikinde, maliyet sıfatının menfaatde ihdası vardır.
Bu zikredilen velayet,
yânî köleyi veya haneyi kiraya vermek, raha.be mülküne tebaan mâlik olan kimse
veya muâveze akdi ile mâlik olan kimse için sabit olur. Hattâ o kimsenin,
velayete, mülkü rakabe-ye mâlik olduğu sıfat ile mâlik olması gerekir. Eğer
mülkü rakabeyi ivazsız, maksûd olduğu hâlde temellük etse, ondan sonra ivaz ile
temellük etse nıa'nen, temellük eylediği şeyden daha çok temellük etmiş olur.
Bu ise, caiz değildir.
Kendisine gelir
vasiyyet edilen kimse; esah olan kavle göre; köleyi hizmetinde kullanamaz ve
hanede oturamaz. Çünkü mûsî, mûsâ leh'e geliri vasiyyet etmiştir. Gelir, dirhem
veya dinarlardan olur. Bu ise, menfaatin kendisini elde etmektir. Şübhe yok ki,
köleyi hizmette kullanmak ve hanede oturmak, vârisler hakkında birbirine aykırı
ve farklı şeylerdir. Şu bakımdan aykırıdır ki; eğer mûsînin borcu olduğu ortaya
çıksa, geliri aldıktan sonra mûsâ leh'den geri aiınmasiyle, vâ-. risler o borcu
ödemeye kadir olur. Eğer mûsâ leh, menfaatlerin kendisini elde ederse, vârisler
o menfaatleri mûsâ leh'den geri almaya kadir olamazlar.
Mûsâ lelı, hizmet
etmesi vasiyyet edilen köleyi beldesinden çıkar-tamaz. Ancak mûsâ leh ve ailesi
başka memlekette olursa, o takdirde eğer köle sülüsden çıkarsa, hizmet için beldesinden çıkartır. Çünkü vasiyyet, mûsînin maksadından anlaşılan şeye göre
uygulanır. .
Eğer mûsâ leh ve ailesi
başka bir yerde iseler; maksâd, kölenin ailesine hizmetini te'nündir. Aynı
şehirde iseler; maksâd, mûsâ leh'e yolculuk meşakkati lâzım gelmeksizin kölenin
hizmetinden faydalanma imkânı vermektir. Bu takdirde, mûsâ leh'in köleyi
memleketinden çıkarması caiz değildir. Eğer köle sülüsden çıkmazsa, mûsâ leh'e
hizmet etmek için memleketinden çıkarmak caiz olmaz. Kölede haklan bakî olduğu
için, ancak vârislerin izni ile çıkarmak caiz olur.
: Mûsî, kölesinin bir
adam için bir yıl, başka bir adam için de iki yıl hizmet etmesini vasiyyet etse;
vârisler de izin vermeseler, köle altı gün vârislere, üç gün de iki mûsâ leh'e
hizmet eder. Dokuz yıl geçinceye kadar, bir gün bir yıl birinci adama ve iki
gün iki yıl da diğer adama hizmet eder. Çünkü kölenin kendisi taksim edilmez. Şu
hâlde onların haklarını tamamlamak için, kölenin hizmeti zaman yönünden muhâyee
ile taksim edilir.
Mûsî, şu köleyi iülân
için ve hizmetini başka bir kimse için vasiyyet etse ve köle sülüsden çıksa,
yapılan Vasiyyet sahîh olur. Çünkü,mûsî, mûsâ leh'lerin her biri için belli bir
şey gerekli kılmıştır. Mûsâ leh'lerin her biri için belli bir şey vâcib kılması,
vasiyyetin ayrı ve tek başına olmasına muhtemel olur. Ve her biri için vâcib
olan şeyde, ikisi arasında ortaklık
gerçekleşmiş olmaz. Bundan sonra, eğer hizmet sahibi için vasiyyet sahih olup,
mûsî rakabede bir şeyi vasiyyet etmediyse, hizmet mûsâ, leh'e âid olmakla
beraber, rakabe vârisler için miras olur. Başka bir insan için rakabeyi vasiyyet
etmek de zikredilen gibidir. Çünkü vasiyyet, mülkün ölümden sonra sabit olması
hususunda mîrâs gibidir.
Mûsî, bahçenin
meyvesini, bir adama vasiyyet edip ölse ve o bahçede meyve de olsa, yalnız
meyve mûsâ leh'in olur. O meyveden sonra yetişen mûsâ leh'in olmaz.
Eğer mûsî; «Benim
bahçemin meyvesi ebeden mûsâ leh'indir!» demekle «ebeden» lâfzım ekledi ise,
birinci meyve ile beraber ondan sonra meydana gelen meyve ebeden mutlaka mûsâ
leh'in olur. Nitekim mûsî, bahçesinin gelirini vasiyyet ettiği zaman hüküm
budur. Yânî mûsî bahçesinin gelirini vasiyyet etse, hâlen mevcûd ve gelecek
zamanda hâsıl olacak geliri, her ne kadar «ebeden» lâfzım söylemese de mûsâ
leh'indir.
İkisi arasındaki fark
şudur; Meyve, örfen mevcûd olanın adıdır. Yok olanı ancak zâid olan delâlet ile
kapsar. Meselâ, «ebeden» lâfzını söyler. Çünkü, ancak yok olanı kapsamakla mûsî
meyveyi ebediyyen vasiyyet etmiş olur. Her ne kadar bir şey olmasa da, rna'dûm
zikredilenden olur. Gelir ise, mevcudu kapsar. Örfen birbiri ardınca araz
sıfatıyla var olan şeyi de kapsar. Meselâ; «Fülân bahçesinin; yerinin veya
hanesinin gelirinden yer!» derler.
Eğer gelir mutlak
olarak söylenirse, başka bir delâlete muhtâc olmaksızın ikisine de şâmil olur.
Meyve ise, bunun hilâfmadır. Eğer meyve mutlak olarak söylenirse, ondan ancak
mevcûd olan murâd edilir. Bundan dolayı, meyveden sarf (değiştirmek) zâid delüe
muhtâc olur. O da, «ebeden» lâfzıdır.
Mûsî, koyunun yününü,
kuzusunu ve sütünü vasiyyet etse, müsâ leh'e mûsînin ölümü vaktinde mevcûd olan
şey verilir. Mûsî «ebeden» lâfzını eklesin, eklemesin fark etmez. Yâni mûsî
koyunun yününü, kuzusunu veya sütünü vasiyyet etse, ondan sonra ölse, mûsâ
leh'e, mûsînin ölümü gününde koyunlarının karınlarında olan kuzu, memesinde
olan süt ve sırtlarında olan yün verilir. Mûsî «ebeden» desin, demesin hüküm
birdir. Çünkü bunlar, ölüm indinde îcâbdır. Zikredilen- şeylerin ölüm gününde
mevcûd olmasına i'tibâr edilir. Ölümünden önce olana i'tibâr edilmez.
İkisi arasındaki fark
şudur: Kıyâs, yok olanın temlik
edilmesini kabul etmez. Ancak meyvede ve yok olan gelirde, muamele ve icâre
gibi, şeriat onun üzerine akd yapılmasını kabul
etmiştir. Böyle olunca vasiyyette caiz olması evleviyette kalır. Çünkü
vasiyyei. babı daha geniştir. Yok olan kuzu, yün ve süte gelince; bunların
üzerine akd yapmak asiâ caiz değildir. Bunlar herhangi bir akd ile istihkak
edilmezler. Keza vasiyyet altına da girmezler. Fakat onlardan mevcûd olanların
hükmü, bunun hilâfmadır. Çünkü tebaan satış akdi' ve hul' akdi ile maksûd
yönünden istihkakları caiz olur. Keza vasiyyetle de caiz olur.
Mûsı, hanesinin mescid
yapılmasını vasiyyet etse ve hanesi sülüs-den çıkmasa; fakat vârisler ona izin
verseler, o hâne mescid yapılır.
Çünkü cevaza engel olan
vârislerin haklarının tealluku idi. İzin verince, engel ortadan kalkmış olur.
Vârisler izin vermezlerse, hem vârislerin haklarım ve hem de vasiyyeti
gözeterek, o hanenin üotebiri mescid yapılır.
merkebinin sırtını Allah (C.C.) yolunda (hayr
için) vasiyyet etse, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, bu vasiyyet bâtıl olur. Çünkü
menkûlün vakfı. O'na göre caiz değildir. Keza vasiyyet edilmesi de caiz olmaz,
imâmeyn (Rh, Aleyhimâ) 'e göre, caiz
olur.
Mûsî, mescide bir şey
vasiyyet etse, caiz olmaz. Ancak, «Mescide iniâk edilsin (harcansın)» derse,
caiz olur. Çünkü mescid, mülk için elverişli değildir. Vasiyyet ise, temlik
etmektir. Nafaka olarak zikredilmesi ve verilmesi, mescidin maslahatları ve
İhtiyaçları için vakf menzil esindedir. İmâm Muhammed (Rh.A.)'e göre, caiz olur.
Çünkü bu yapılan vasiyyet, sözü tashih etmek için," mescidin ihtiyaçlarına
kullanılmasını emretmeye yorumlanır.
Mûsî; «Ben, malımın
üçtebirini fülân veya fülân için vasiyyet ettim!» derse, mûsâ leh (kendisine
vasiyyet edilen kimse) bilinmediği için, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, vasiyyet
bâtıl olur. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)'a göre, o iki fülân için, sülüs vardır.
Yâhûd üçtebiri almaya uzlaşırlar. Nitekim mûsî; «Fülân veya fülânın bende bin
dirhem alacağı vardır!» derse, hüküm budur.
İmânı Muhammed (Rh.A.)'e göre,
vârisler muhayyer kılınır, hangisine dilerse ona verirler. Çünkü vârisler,
muris yerine geçerler. Kâ-fîde de böyle denmiştir.
ZImmînin
vasiyyetleri dört şekilde olur: Çünkü zimmînin va-slyyetleri, bize ve onlara
göre, ya ma'siyettir (günâhtır). Nitekim şarkıcılar ve çalgıcılar için yapılan
vasiyyet böyledir.
Eğer belli bir topluluk
için olursa, sülüsden temlik etmek yönünden sahîh olur. Çünkü o topluluk
belirli olunca, onlara temlik caiz olur. Belli olmazsa, asla sahîh olmaz. Temlik
cihetiylc sahih olmaması; bilinmemezlikden dolayı temlik sahîh olmadığı içindir.
Kurbet (hayr ve
ibâdetin veya Allah (C.C.)'a yaklaşma) cihetinden sahîh olmaması; hepsine göre
ma'siyet olduğu içindir. Şu hâlde, kurbet olarak nasıl sahîh olur?
Yâhûd, zimmînin
vasiyyeti onlara göre ma'siyet; bize göre kurbet olur. Meselâ zimmînin, hanesini
mescid yapması veya Müslümanların mescidlerinde kandil yakması böyledir. Şu
hâlde, onların i'tikâdianna i'tibâr bakımından her iki tarafın ittifakı ile
sahîh olmaz. Çünkü biz, onlara kendi diyanetlerine göre muamele yaparız. Ancak
vasiyyet, onlardan muayyen bir kavme olursa, bu takdirde onlara temlik olması
bakımından sahîh olur. Cihet zikredilmesi meşverettir.
Ya da, bize ve onlara
göre, kurbettir. Meselâ malının üçtebirini fakirlere veya köle âzâd etmeye
yâhûd Beyt-i Makdis'de (Mescid-i Aksâ'da) kandit-yakmaya vasiyyet etmesi böyledir. Bu vasiyyet,
ittifakla sahih oîur. Çünkü diyanette hepsi ittifak etmişlerdir.
Yâhûd vasiyyet onlara
göre, kurbet; bize göre, ma'siyettir. Meselâ; hanesini Yahudiler için havra,
Hıristiyanlar İçin kilise, veya Mecûsî-ler için âteşgede yapması böyledir. Bu
vasiyyet mutlaka sahih olur. Yâni gerek kendileri için vasiyyet ettiği topluluğu
belirtsin, gerekse belirtmesin fark etmez. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ)'e göre; ancak
belli kimseler için vasiyyet ederse, sahîh oıur.
îmâmeyn'in delili
şudur: Bu, ma'siyeti vasiyyet etmektir ve bunun yerine getirilmesinde ma'siyeti'
kabul vardır. Ma'siyette yapılacak iş, onu redd etmektir. Yoksa, ma'siyetin yerine getirilmesi
değildir.
îmâm A'zam (Rh.A.)'ın
delili şudur: Mu'teber olan, onların hakkında diyanetleridir. Çünkü biz, onları
diyanetleri ile başbaşa bırakmakla enir olunduk. Bu vasiyyet, onlara göre
kurbettir. Şu hâlde sahîh olur.
Eğer sıhhat hâlinde
yapıldı ise, havra, kilise ve âteşgede nıîrâs olur.
Yânî bir Yahudi sıhhat
hâlinde havra veya bir Hıristiyan kilise yâhûd bir Mecusî âteşgede yapsa da;
sonra ölse; yapılanlar mirâsdır. Çünkü bu İmâm A'zam (Rh.A.) 'a göre, vakf
menzilesin dedir. Vakf, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre; nıîrâs olur. Yalnız, tescil
edilmedikçe lâzım olmaz. Bu da, öyledir.
İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ)
'e göre, vakf mîrâs kalmaz. Çünkü havra, kilise ve âteşgede ma'siyettir.
Vasiyyet edilmesi sahîh olmaz. Bid'atîere meyledip nefsin nevasına tâbi olan
kimsenin .eğer küfrüne hükme-dilirse — meselâ Hz. Ali (R.A.) 'ye «En büyük ilâh»
diyen bir taife gibi-
olursa, — mürted gibidir. Bu durumda, o kimse îmâm A'zam (Rh.A ) ile İmâmeyn
(Rh. Aleyhimâ) (İmâm Ebû Yûsuf ve îmâm Muham-med) arasında, mürtedin
tasarrufları hakkında ma'ruf olan ihtilaf üzeredir.
.Mürted olan (İslâm Dîninden
çıkan) kadın hakkında esalı olan kavi, vasiyyetlerinin sahih olmasıdır. Çünkü
kadın, ilciden üzere kalır. öidürülnıez.İsIâm Dîninden dönen erkek ise, bunun
aksinedir, Zîrâ o, va öldürülür veya İslâm Dînine girer. Eğer hevâ sahibi (yânî
nefsinin isteklerine kapılmış günahkâr ve fâsık kimse) kâfir sayılmazsa (tekfir
olunmazsa), vasiyetlerinde Müslüman gibidir. Çünkü biz, hükümleri zahire göre
vermekle me'mûruz.
Burada, yukarıda
geçenlerden zımnen anlaşılan bîr kaç Önemli mes'ele vardır. Bu mes'eîeler çok
vâki olduğu için bellemek ve ihtimam göstermek gerekirdi. Halbuki insanlardan
çok kimse bunlardan gafildir. Musannif burada o mes'eleleri irâd edip «Tenbîh»
lâfzı ile başlık açtı ve zikredilenlere işaret için şöyle dedi: Mutlak vasiyyct;
—ki mû-sinin; «Mahurdan şu kadar veya malımın ûçtebiri vaslyyettir!» Yâhûcî
«Malımdan şu kadarını veya malımın üçtebirini vasiyyet ettim!)) demekle yaptığı
vasiyyettir. — zengine heîâl olmaz. Çünkü, sadakadır. Sadaka ise, zengine
haramdır. Her ne kadar tnûsî, "Fakir ve zengin bundan yesin!» demekle umûmî
şekilde vasiyyet etse de, zengine haramdır. Çünkü zenginin vasiyyet edilen
maldan yemesi, ancak temlik yoluyla sahih olur. Temlik ise, ancak muayyen
olanlar için sahih olur. Zengin ise, ta'yîn ve ihsâ olunmaz (sayıya gelmez).
Vasiyyet bir zengine tahsis
edilirse; yânî mûsî meselâ; «Malımdan şu kadarını Zeyd için vasiyyet ettim!» der
de, Zeyd zengin çıkarsa veya malından mahsur kalmış zengin bir topluluğa
vasiyyet ederse, bu zenginler için vasiyyet helâl olur. Çünkü, belli oldukları
için onlara temîîk sahihidir. Keza vakfda da hâl böyledir. Yânî; mutlak - vakf,
fakirlere mahsûsdur. Her ne kadar umûmî olarak vasiyyet etmiş olsa faile,
zengine helâl olmaz. Eğer belli bir zengine veya zengin olan bir mahsur
topluluğa tahsis ederse, onlar için vakf helâl olur ve vakfın menfaatlerine
mâlik olurlar. Fakat, aynına mâlik olamazlar. Hattâ öldükleri vakit, vakfın
kendisi vâkıf veya vârislerinin mülkünde kalır. Vârisler de ölürse, fakirlerin
olur.
îsâ, başkasını vasî
kılmak ma'nâsına gelir. Mûsî, Zeyd'i vasî ta'yîri eder; Zeyd de onun yanında
vesayeti kabul eder. Eğer mûsînin yanında red etmek isterse, red edebilir.
Çünkü Zeyd bu husûsda müteberri ri'dir.
Dilerse kabul üzere devam eder, dilerse döner. Çünkü mûsînin, tasarrufu başkası
üzerine ilzam etme velayeti yoktur. Dönmekde, aldatma da yoktur. Çünkü mûsî,
başkasını vasî ta'yîn edebilir. Eğer vasî, mûsînin yanında red etmezse —gerek
mûsîden başkası yanında, gerekse mûsînin ölümünden sonra red etsin — red etmiş
olmaz. Çün, kü vasî, vesayeti mûsînin huzurunda kabul edip, mûsî onun kabulüne
i'timâd etmiştir. Ondan başkasını vasî kılmamıştır. Eğer biz, onun reddini
mûsînin hayâtında veya ölümünden sonra caiz görsek, meyyit aldatılmış olur. Bu
ise, bâtıldır.
Eğer vasî susmuş olsa;
yânî kabul etmese, red de etmese, mûsî de ölse, vasinin vesayeti red etmesi ve
kabul etmesi caizdir. Çünkü vasî, başkası için tasarrufda müteberri'dir. Vekâlet
gibi, kabul etmeksizin vesayet lâzım gelmez. Burada, aldatma da yoktur. Çünkü
vasî, vesayeti kabul etti mi, yoksa etmedi mi, bunu onun hâlinden anlayıp
bileme-, diği için,' mûsî sükût ile aldanmış kimsedir. Eğer vasî vesayeti red
edip, sonra kabul etse, vesayet sahih olur. Ancak, o vasiyyetin reddini kâdî
yerine getirirse, o zaman vasiyyetin kabul edilmesi sahîh olmaz. Eğer vasî
vesayeti kabul etmeyip mûsî Ölse, sonra «Kabul etmiyorum!» dese, sonra kabul
etse, eğer «Kabul etmiyorum!» dediği zaman, kâdî vasiyi vesayetten çıkarmadı
ise; vasiyyet sahih olur. Çünkü îsâ, sâdece vasinin «Kabul etmiyorum!» demesiyle
bâtıl olmaz. Çünkü vesayeti ib-tâl etmesinde meyyite zarar vardır. Zararın ise,
defi vâcibdir. Eğer vasi «Kabul etmiyorum!" dediği zaman kâdî onu vesayetten
çıkardı ise, ondan sonra kabul ettiği takdirde, kabulü sahih olmaz. Çünkü
ictihâd mahalli olduğu için kâdinm onu vasiyyetten çıkarması sahilidir. Zîrâ
vasî'nin vesayeti red etmesi, İmâm Züfer (Rh.A.)'e göre sahilidir.
Vasî, meyyitin
terekesinden bir şey satmakla, her ne kadar vasi olduğunu bilmese de, kabul
delili bulunduğu için îsâ (vasiyyet) lâzım gelir, (geçerli olur.) Çünkü maksâd,
tasarruftur. Tasarruf ise, Ölümden sonra mu'teberdir. Çünkü velayetinin zamanı
ölümden sonradır. Her ne kadar vasî olduğunu bilmese de, vasiden sâdır olduğu
için satış geçerli olur. Eğer bir kimse, bir adamı satışa vekil edip, o adam
onun malından bir şeyini satsa, fakat vekil olduğunu bilmese, o zaman satış
geçerli olmaz. Çünkü vasî kılmak, mûsînin velayetinin kesilmiş olduğu zamanda
sabit olduğu için hilâfetinin isbâtıdır. İmdi vasî kılmak (îsâ). istihdaf
olunca, veraset gibi vasinin bilgisi olmaksızın sahih oîur. Tev-kîl ise,
velayetin isbâtıdır, istihlâf değildir. Çünkü müvekkilin velayeti devam ederken
sabit olmuştur. Şu hâlde, üzerine vekâlet sabit olduğunu bilmeyen kimsenin
vekâleti sahih olmaz. Satış ve hibe yoluyla mülkün isbâtı gibi.
Eğer mûsî, başkasının
kölesini veya kâfiri yâhûd fâsıkı vasî kıisa, kâdî onu başkasiyle değiştirir. Bu
lâfız, zikredilen kimselere vasiyye-tin sahih olduğuna işaret eder. Çünkü
değiştirmekden anlaşılan, ancak vasî kılmanın sabit olmasından sonra olur,
imâm Muhammed (Rh.A.);
«el-Asl» adlı eserinde, «Vasiyyet bâtıldır.» demiştir. Fukahâdan ba'zısı
demiştir ki: Bunun ma'nâsı; bu suretlerin hepsinde, bâtıl olacak demektir.»
Ba'zısı da: «Kölede onun ma'nâsı, velayeti olmadığı için bâtıldır; köleden
başkasında ma'nâsı bâtıl olacak demektir.» Bir kısmı da: «Kâfirin vasî kılınması
da zikredilen gibi bâtıldır. Çünkü kâfirin, Müslüman üzerine velayeti yoktur.»
demişlerdir.
Vesayetin sahîh
olmasının, ondan sonra vesayetten çıkarmanın vechi şudur: Başkasını vasî kılmak
(îsâ), ancak mûsînin kendisi ve çocuklarına faydası tamâm olması için şer'an
caiz olur. Yukarıda zikredilen köle, kâfir ve fâsıkı vasî kılmakla fayda
ma'nâsı tamâm olmaz.
Her ne kadar, köle
tasarrufa ehil olmakla fayda ehlinden sayılsa da .kölenin üzerinde mütesarrıf
olan kimse tarafından tasarrufa izin verilmemiştir. Bir de; fâsık, mîrâs ve
tasarruf yönünden velayete ve hilâfete ma'nen ehildir. Hattâ tasarruf etse,
geçerli olur. Çünkü kâfirin kısmen
velayeti sabittir. Hattâ kâfirin, Müslüman köleyi satın alması geçerli olur.
Lâkin, Müslüman köleyi satmaya zorlanır.
«Faydanın ma'nâsı tamâm
olmaz.» demesi: kölenin velayeti efendisinin izin vermesine bağlı olduğu ve
izinden sonra h«cr edebildiği; köle, efendisinin hizmeti ile uğraştığı içindir.
Böylece; haklarını almak hususunda kusur edebileceği hatıra gelebilir. Kâfirin,
dînî düşmanlığı olduğu için hıyaneti düşünülebilir. Fâsıkm ise, fışkı bulunduğu
için kâdi onu vesayetten çıkartıp faydayı tamâm etmek için yerine başka vasî
ta'yîn eder.
Mûsînin, küçük olan
vârislerine kendi kölesini vasî kılması sahih olur. Eğer vârislerin içinde
büyükleri bulunursa, İmâm A'zam (Rh.A) 'a göre; kölenin vesayeti sahîh olmaz.
İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) 'e göre, mutlak surette sahîh olmaz. Çünkü bunda,
memlûkun (kölenin) mâlikine velayetini isbât vardır. Bu ise meşrû'yu
değiştirmektir.
İmâm A'zam (Rh.A.)'m
delili şudur: Mûsî, vesayeti ehline vermiştir. Şu hâîde bu vesayet sahîh olur.
Nitekim kendinin veya başkasının mükâtebini vasî ta'yîn etse sahîh olur. Bunun
sebebi: Çünkü mükâteb olan köle mükelleftir. Kendi kendine tasarrufda
bulunabilir. Onun üzerine bir kimsenin velayeti yoktur. Küçük çocuklar o köleye
mâlik olsalar da; lâkin babaları, köleyi kendi yerine geçirince, onların köle
üzerine velayeti olmaksızın, köîe, küçük çocukların babaları gibi tasarruf
etmeye lâyık olur. Fakat başkasının kölesi bunun aksinedir. Çünkü başkası,
kölenin efendisi ve mevlâsıdır. Eğer küçük çocukların aralarında büyük
bulunursa, mes'ele bunun hilafınadır. Çünkü kölenin vesayeti sahîh değildir.
Zîrâ büyük, payını satar veya köleyi vesayetten meneder. Böylece, vasî hakkını
edadan âciz olur. Bu durumda caiz görülemez.
Eğer* mûsî, vesayeti
yerine getirmekden âciz olan bir kimseyi vasî kılsa, kâdî onu azl etmez. Belki
ona, bir başkasını katar. Çünkü kat-
makda; hem mûsînin, hem
de vârislerin hakkına riâyet vardır. Çünkü, faydayı tamamlamak bununla hâsıl
olur. Zîrâ fayda, eklenen kimsenin yardımı iîe tamâm olur. Eğer vasî, kâdîye
yardımcı olarak ta'yîn edilen adamı şikâyet ederse, kâdî şikâyeti araştırıp
öğrenmedikçe, ona icabet eylemez. Çünkü şikâyetçi, ba'zan kendisini haklı
çıkarmak için yalan söyler. Eğer kâdî, aslen âciz olduğunu anlarsa, iki tarafa
riâye-ten onu başkası ile değiştirir. Güvenilir olup vesayete kadir olan vasî
görevinde bırakılır. Yânı kadının onu çıkartması caiz olmaz. Çünkü kâdî,
güvenilir kimseyi çıkartıp da yerine başkasını seçerse, ondan aşağısını seçmiş
olur. Zîrâ vasî, meyyitin seçtiği kimsedir. Görülmez mi ki, meyyitin babası daha
çok şefkatli olduğu hâlde vasisi, baba üzerîne takdim edilmektedir. Başkasının
üzerine takdim edilmesi ise, ev-leviyyette kalır.
Mûsî, iki kimseye
vasiyyet etse, her ne kadar mûsî, her birine ayrı ayrı vasiyyet etmiş oisa bile;
İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhmıâ) 'e göre, biri, diğeri olmaksızın,
tek başına t^sarrufda bulunamaz. Ancak bir kaç şeyde, tek başına tasarruf
edebilir. Bunlar, yakında açıklanacaktır.
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.);
«Her biri her şeyde tasarruf edebilir.»
demiştir. Çünkü vasî
ta'yin etmek (îsâ), velayet batandandır. Velayet ikisi için şer'an sabit olunca,
nikâh velayetinde iki kardeşin durumu gibi, her biri tek başına tam velî
olurlar. Şart olarak sabit olması da böyledir. Çünkü velayet şer'î bir kudretten
ibaret olduğu için bölünmeyi kabul etmez. Kudret, bölünmeyi kabul etmez.
îmâm A'zam ile İmâm
Muhatnmed (Rh. Aleyhimâ)'in delili şudur:
Mûsî, ancak ikisinin
re'ylerine razı olmuştur. Yoksa, ikisi arasında zahir olan farkdan dolayı
birinin re'yine razı olmamıştır. Evlendirmede, iki kardeş bunun aksinedir. Çünkü
orada sebeb, kardeşlikdir. Kardeşlik ise, her birinde tam olarak bulunmaktadır.
Burada sebeb, vasî kılmaktır. Bu ise. ikisine verilmiştir. Her birine verilmiş
değildir.
Bundan sonra musannif;
«Biri tek başına tasarrufda bulunmaz.» sözünden, şu sözü İle istisna etmiştir:
Ancak, mûsînin kefeninin satın alınmasında ve teçhizinde, her biri tek başına
tasarruf edebilir. Çünkü kefen satın almak ve teçhizi velayete bağlı değildir.
Ba'zan, biri bulunmaz. Onların, bir araya gelmesinin şart kılınmasında
(gecikmeden dolaya) ölünün bozulması ihtimâli vardır. Eğer zaruret olduğu zaman
bunu komşuları yapsa, yine caiz olur.
Mûsînin hakları için
husûmet etmekde, ikisinden biri tek başına hareket edebilir. Çünkü âdeten ikisi
hukuk da'vâsinda bir araya gelmezler. Gelseler bile, çok kere ancak biri
konuşur.
Mûsînin küçük çocuğunun
ihtiyâcını satın almakda, biri tek başına amel edebilir. Çünkü o ihtiyâcın
satın alınmasını geciktirmekde, çocuğa zarar dokunmasından korkulur.
Küçük çocuk için
yapılan hibeyi biri tek basma kabul
edebilir.
Çünkü hibeyi kabul
etmek, velayet babından değildir. Bundan dolayı, hibeyi kabule çocuğun anası ve
onun ailesinden olan kimse de mâlik-dir.
Mûsînin, belli kölesini
âzâd etmekde ve emâneti geri vermekde ve belli olan vasiyyettni yerine
getirmekde, biri tek başına olabilir. Çünîcü bunlarda, re'ye ihtiyâç yoktur.
Telef olmasından
korkulan şeyi satmakda ve zayi' olan mallarını toplamakda, biri yalnız olabilir.
Çünkü bunda, zaruret vardır.
İki vasinin biri ölse;
eğer diri kalan vasiyi veya bir başkasını vasî ta'yîn ederse; ta'yîn kıldığı
kimse, gerek diri kalan vasî, gerekse başkası olsun, onun terekede yalnız
başına tasarruf etme yetkisi vardır.
Kâdînın, vasî ta'yîn
etmesine ihtiyâcı yoktur. Ölen vasi ta'yin etmedi ise kâdî, diri kalan vasiye
bir başka kimseyi katar. Çünkü mûsî kendisinden sonra hukukunda tasarruf edecek
iki vasinin bulunmasını kasdetmiştir. Diğer bir vasî ta'yîn etmekle o kasdm
yerine getirilmesi mümkün olur.
Kâdî, güvenilir ve
vesayete yeterli bir kimseyi vasî ta'yîn etse, o vasi kadının azli ile azl
edilmiş olmaz. Çünkü onun azli (görevden alması, çıkarması) faydasız şey ile
uğraşmaktır. Ancak, kâdînın ta'yîn ettiği vasî âdil olmazsa, bu takdirde azl
eder ve bir âdili vasî ta'yîn eder. Eğer âdil olup vesayete yeterli olmazsa, ona
yeterli olan bir başkasını katar. Katılan kimse kâdînın azli ile azledilebiîir.
İmâm Senıerkandî
(Rh.A.), Mecmûât'mda; «Katılan yeterli kimse, adl-i kâfî (yeterli olan âdil
kimse) olsa da kâdînın azli ile azl edilmiş olur.» demiştir. Bu söz istib'âd
olunmuştur (uygun görülmemiştir). Yânî, Zahîr'üd-Dm Merğînânî (Rh.A.), bu sözü
istib'âd eylemiştir. Şu bakımdan ki,
yeterli olan âdil kimse (adl-i kâfî) kâdînın ta'yin ettiği vasiye takdim edilir.
Çünkü o kimse, meyyitin beğendiği (muhtarı) dir.
Meyyitin vasisi adl-i
kâfî de olsa, azl edilirse, kâdînın nasb ettiği vasî nasıl azi edilmez? Vasinin
vasisi her ikisine de vasî olur. Yânî vasî -ölürken başkasını vasî kılsa, diğer
vasî, ölenin terekesinde ve birinci meyyitin terekesinde vasidir. Çünkü vasî,
kendisine birinci meyyitten geçen velayetle tasarruf eder. Şu hâlde, dede gibi
başkasını vasî kılmaya mâlik olur.
Gâibde olan vârisler
tarafından vekîl edilen vasinin mûsâ leh ile beraber terekeyi taksim etmesi
sahih olur. Yânî bir adam ölüp gâib vârisleri olsa, o adam Zeyd'i vasî kılıp ve
Bekr için bir mikdâr para vasiyyet etse; vasî olan Zeyd'in, gâibde olan vârisler
ile kendisine vasiyyet edilen Bekr arasında terekeyi taksim etmesi ve o adamın
terekesinden vârislerin hakkını alıp geri kalanını mûsâ leh'e teslim etmesi
caiz olur. Çünkü vârisler, meyyitin yerine geçen kimselerdir. Hattâ kusur
bulunduğu için malı geri verebilir ve satılmış mal da kusur sebebiyle kendisine
geri verilir ve murisin satın almasiyle aldanmış olur. Hattâ çocuk hür olur.
Vasî dahî, vâris gibi
ölünün yerine geçen kimsedir (halîfesidir).
Eğer vâris gâib olursa,
vârise hasım olur. Bu durumda, vasinin gâib olan vâris için terekeyi taksim
etmesi sahih olur. O gâibde olan vârislerin vasî ile beraber olan hisseleri
zayi' olsa, mûsâ leh/den alamazlar. Çünkü taksimin tamamlanmasından sonra helak
olursa, kısmetinde he-Jâk vâki olan kimsenin payından vâki olmuş olur. Vasinin,
gâibde olan mûsâ leh'in tarafından vârisler ile beraber terekeyi taksim etmesi
sahih olmaz. Çünkü mûsâ leh, meyyitten her bakımdan halîfe değildir. Zira mûsâ
leh, vasiyyet edilen şeye yeni sebeb ile mâlik olur. Hattâ satın alınmış malı
kusur sebebiyle geri veremez.. Kusur sebebiyle de mal ona geri verilmez ve
mûsînin satın alması ile aldatılmış olmaz. Şu hâlde vasî, mûsâ leh gâib iken
halîfesi olamaz. Mûsâ îeh'ir. v?,«î ile beraber olan payı zayi' olursa, geri
kalanın üçtebirini alır. Çünkü mûsâ leh, vârisin ortağıdır. Müşterek maldan
helak olan şey ortaklık üzere heîâk oiur^ ve kalan da ortak olarak kalır,-
Kâdî, terekeyi taksim edip gâib olan mûsâ leh'in payını alabilir.
Yânı kâdî, gâib olan
mûsâ leh tarafından vârisler ile beraber terekeyi taksim edip mûsâ leh'in payını
alması caiz olur. Çünkü kâdî, özellikle ölmüş ve şâiîı kimseler hakkında
öncelikle nazır ta'yin edilmiştir. Gâib kimsenin payını, ayırmak ve payını almak
dahi faydadır. Şu hâlde kadının ayırması ve alması geçerli ve sahîhdir. Hattâ
gâib kimse gelse ve kâdinm elinde teslim almış olduğu mal zayi' olmuş bulunsa,
gaibin vârislerden onu alma hakkı yoktur. Hacc için edilen vasiyyeti yerine
getirmek için vasî, vârisler ile beraber terekeyi taksim etseler, vasi hacc
malını alsa ve o mal vasinin elinde veya mûsînin yerine hacc eden kimsenin
elinde helak oîsa, terekeden geri kalanın üçtebiriyle hacc edilir. Çünkü taksim,
zâtı için murâd değildir. Bil'akis taksimden maksûd olan şey için murâddır. O
da, haccı edâ ettirmektir. Bundan başkasına i'tibâr edilmez. Bu durumda, hacc
malı taksimden önce helak olmuş gibidir.
Vasinin, terekeden bir
köleyi alacaklıların bulunmaması (gaybeti) hâlinde satması sahih olur. Çünkü
vasî, mûsînin yerini tutar. Mûsî, sağ iken alacaklılarının gaybetinde o köleyi
bizzat satsa ,câiz olur; velev ki ölüm hastalığı hâlinde olsun. Keza, onun
yerini tutan kimse, de böyledir/Bunun sırrı şudur: Alacaklıların hakkı maliyete
tealluk eder, surete tealluk etmez. Halbuki maliyet, semenin bekâsiyle bakîdir.
Vasî, satılması
vasiyyet edilen nıah, satıp, semenini tasadduk eder de; semeni elinde helak
oldukdan sonra satılan şeye hak sahibi çıkarsa, vasî Öder Çünkü akdi yapan,
odur. Uhde, onun üzerine olur. Bu da, uhdedir. Çünkü vasiden satın alan müşteri
parayı vermeye, ancak kendisine köleyi teslim etmesi için razı olmuştur.
Halbuki vasî köleyi" tes-lün etmemiştir. Satıcı olan vasî, başkasının malını
rızâsı yok iken almıştır. Şu hâlde, o malı geri vermesi gerekir. Vasî, bu parayı
terekeden alır. Çünkü vasî, mûsî için iş gören kimsedir. Şu hâlde, mûsîden vekil
gibi olup, parayı alır. Meselâ; bir vasî küçük çocuğun hissesini satıp, parasını
alsa ve para vasinin elinde helak olsa, bu durumda köleye müstehık çıktıkda
vasinin, küçük çocuğun malından parasını alması caiz olur. Çünkü vasî, küçük
çocuk için iş yapan kimsedir. Küçük çocuk da payını vârislerden alır. Çünkü,
ona isabet eden şeye müstehık çıkmakla taksim bozulmuştur.
Vasinin, küçük çocuğun
malı ile.yolculuk etmesi ve malım mudâ-rebeten ve bidâaten (yânı kazançda
ortaklık ve ticâret malı olarak) vermesi caiz olur. Yine vasî, küçük çocuğun
malını satmaya, satın almaya ve kiralamaya başkasını vekîl eder. Küçük çocuğun
malını emânet kor ve rakabesini mükâteb eder. Cariyesini evlendirir, Kınn denen
kölesini evlendiremez. Yine vasî, küçük çocuğun malım, borcuna rehn verir. Kendi
borcu için de rehn verir. Eğer küçük çocuğun malı helak olursa, vasî borcu için
verdiği mikdân öder.
Yine vasinin, küçük
çocuğun malı ile mudârebeten iş görmesi caiz olur. Vasiye uygun olan, küçük
çocuğun malı üzere ibtidâen işhâd eylemektir. Eğer işhâd etmedi ise, vasî
diyanet yönünden tasdik edilir. Vasinin satın aldığı şeyin hepsi kazaen küçük
çocuğun olur. Zikredilen şeylerin hepsinde, küçük çocuğun babası vasiye benzer.
Lâkin babalım, Tsüçük çocuğun kölesini hür kılması, velev mal ile olsun, caiz
değildir.
Yine babanın, küçük
çocuğun malım başkasına hîbe etmesi, ivaz ile bile olsa, caiz olmaz. İmâdiyye'de
böyle zikredilmiştir. Vasinin, yetimin malı ile yetîm için ticâret etmesi çâiz
olur. Yoksa yetimin malı ile kendisi için ticâret yapması caiz olmaz. Gerek o
yetîm malı, yetimin babasından miras olsun, gerekse başka bir yolla mâlik
olsun, eşittir.
Vasinin, meyyitin malı
ile ticâret etmesi de caiz olmaz. Eğer ticâret edip kâr hâsıl olursa, İmâm
A'zam ile İmâm Muhammet! (Rh. Aley-himâ)'e göre; sermâyeyi ödeyip kân tasadduk
eder. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)'a göre; kâr, vasiye teslîm edilip bir şey tasadduk
edilmez. Hâ-niye'de böyle zikredilmiştir.
Vasî, zengin üzere
havale kabul eder, fakir üzere etmez. Çünkü bunda, zarar vardır.
Vasinin, yetîm malını
ödünç vermesi caiz olmaz. Çünkü ödünç (karz)
teberru'dur. Halbuki onu geri alıp kurtarmakdan vasî âcizdir.
Kâdî bunun aksinedir.
O, buna kaadirdir. Bundan dolayı kâdî; yetim malını, vakıf malını ve gaibin
malını ödünç verebilir.
Vasi, yetîm malını
ancak insanların aldandıklan kadariyle az mik-dârda aldanmakla satar ve satın
alabilir. Çünkü vasinin tasarrufu nazarîdir, (faydaya dayanır.) Gabn-ı fahiş
(çok aldanmak) de ise, fayda yoktur. Gabn-i yesîr (az mikdârda aldanmak), bunun
hilâfınadır. Çünkü ondan kaçınmak mümkün olmaz. Binâenaleyh onu i'tibâra
almak-da alim - satım kapısını kapamak vardır.
Vasî gâibde olan büyük
vârisin terekeden malını satabilir, ancak akânnı satamaz. Çünkü meyyitin babası,
büyükden başkasına velî olur, büyüğe velî olamaz. Meyyitin vasisi de baba
gibidir. Kıyâsa göre, büyüğe vasi olan kimse, velî olamaz. Çünkü baba, büyüğe
mâlik olamaz. Lâkin fakîhler istihsânen bunu kabul etmişlerdir. Çünkü meta',
çabuk bozulan şeylerdendir. Şu hâlde, korunmaya muhtâc olur. Paranın korunması
ise, daha kolaydır Halbuki vasî, korumaya mâlik olur. Akar ise, metâ'm
aksinedir. Çünkü akar, kendisi korunur. Akarı satamaması; meyyitin borcu
olmaması şartıyladır.
Fetâvâ-yi Zahîriyye'de
denilmiştir ki: Vasinin, akarı satmasının caiz olmaması, meyyitin borcu olmadığı
zamandır Eğer meyyitin borcu olursa, borcu ödeyecek kadar akan satmaya vasî
mâlik olur. Meyyitin borcu olmasa bile vasî; akan, kıymetinin iki katı ile;
veya borç için satabilir. Nitekim Zahîriyye'den de böyle nakl etmiş idik. Veya
küçük çocuğun nafakası için satabilir.
Hidâye'de, ^Nafaka
Babı» nın sonlarında denilmiştir ki: Baba, küçük çocuğun akar ve menkûlünü
satarsa, caiz olur. Çünkü tam veîâ-f yeti vardır. Sonra baba, kendi nafakasını
ondan alabilir. Çünkü, hakkı cinsindendir.
Yahûd mûsînin vasiyyeti
mürsel olursa, yânî mûsî; «Malımın üç-tebiri veya dörttebiri vasiyyettir!»
diyerek, mutlak vasiyyette bulunursa, o zaman akan satması caiz olur. Eğer vasî
kılmak (îsâ), malda olursa veya akânn haracı, gelirinden çok olursa yâhûd akar
harâb olmaya yakın olursa ve satılmadığı takdirde harâb olacaksa, bu altı
özürde akar satılır.
Vasinin, meyyitin borcu
olduğunu ikrar etmesi caiz olmaz. Yine, meyyitin terekesinden bir şeyle; «Bu şey
fülânındır!» diye ikrân caiz değildir. Çünkü vasinin bu ikrân başkası aleyhine
ikrardır. Ancak, borcu ikrar eden kimse vâris olursa, kendi hissesinde ikrân
sahih olur.
Çünkü bu ikrar, kendi
aleyhine ikrardır.
Vasî, terekeden bir
ayn'ın başkasına âid olduğunu ikrar etse, ondan sonra o mal, küçük çocuğundur, diye iddiada bulunsa, dinlenmez.
İmâ-diyye'de böyle zikredilmiştir.
İki vasî, meyyit
kendileri ile beraber Zeyd'e vasiyyet eyledi, diye şahadet etse veya meyyitin
iki oğlu, babaları. Zeyd'e vasiyyet etti, diye şahadet etse, şahadetleri bâtıl
olur. Çünkü onlar nıüttehemdir. Vasilerin müttehem olması, kendileri için
muayyen isbâtlan olmasından dolayıdır. Ancak kendisi için şahadet ettiklerini
Zeyd iddia ederse, istihsânen kabul edilir. Çünkü kâdînm ibtidâen vasî ta'yîn
etmeye velayeti vardır. O vasiye başkasını katmak için de velayeti vardır. İki
vasî, kâ-dîden ta'yîn kuvvetini iskât etmişlerdir.
İki oğuiun şahadetinin
geçersiz olması ise; tereke için koruyucu ta'yîn etmekle kendilerine menfaat
çektikleri içindir. Küçük çocuk için mal vasiyyet edildiğine dâir şahadetleri de
bâtıldır. O mal, gerek meyyitten, gerek başkasından intikâl etsin, müsavidir.
Veya meyyitin malının büyük vârise âid olduğun? şahadet etmeleri de bâtıldır.
Küçük çocuk için olan şahadetin geçersiz olması; küçüğün malında tasarruf etme
yetkisi vasiye âid olmasından dolayıdır. Mal gerek terekeden olsun, gerekse
olmasın müsavidir. Büyük vâris için olan şahadetin geçersiz olması ise; büyüğün
malı tereken olursa vasinin şahadeti İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre caiz olmadığı
içindir. Çünkü büyük vâris gâib olursa, vasinin malı koruma ve satma velayeti
vardır. O iki vasinin, büyük vâris için başkasının malı hakkında şahadetleri
sabin olur. Çün-,kü büyüğün malı terekeden değilse; onda vasinin tasarruf etme
yet-' kişi yoktur. Şu hâlde, vasinin şahadeti caiz olur/
İki adamın, meyyitin
diğer iki kimseye bir mikdâr para borcu olduğuna dâir şahadetleri sahih olur. O
diğer iki adamın da, ilk iki adam için o paranın misline şahadet etmeleri sahih
olur. Bin akça vasiyyet ettiğine dâir şahadetleri zikredilenin aksinedir. Yânî
geçersizdir. Bu, İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'in kavilleridir.
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Vasiyyet kabul edilmediği gibi, o iki adamın
şahadetleri borçda da kabul edilmez. Çünkü borç, ölüm sebebiyle terekeye
tealluk eder. Zîrâ zimmet, ölümle harâb olmuştur. Bundan dolayı, eğer o İki
adamın birisi terekeden hakkını alsa, diğeri ona onda ortak olur. Şu hâlde
şahadet; hakkı hattâ ortaklığı isbât eder. Böylece töhmet de tehakkuk eder.»
demiştir.
İmâm A'zam ile İmâm
Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'in delili şudur:
Borç, zimmette vâcib
olur. Halbuki zimmet çeşitli haklan kabul eder. Şu hâlde, ortaklık yoktur.
Bundan* dolayı, eğer bir yabancı, birinin borcunu teberru* suretiyle öderse;
diğerinin onda ortaklık hakkı kalmaz. Vasiyyet
bunun aksinedir. Çünkü onda hak zimmette sabit
olmaz.
Bil'akis ayn'da (maida)
sabit olur. Şu hâlde mal, aralarında ortak olur, ve şübhe getirir.
Yâhûd ilk iki adam bir
koîe vasiyyet edildiğine şahadet edip, diğer iki adam meyyitin malının üçtebiri
vasiyyet edildiğine şahadet etseler, bu şahadet de sahili olmaz. Çünkü şahadet,
şahadet edilen şeyde ortaklık gerektirir.
Vasilerin en zayıfı —
ki vârislerin iki hâlinin en- kuvvetlisi olan küçüklük hâlinde ananın ve erkek
kardeşin ve amcanın vasisidir. — vasilerin en kuvvetlisi gibidir. — O da, iki
hâlin en zayıfı olan büyük olmaları hâlinde babanın ve dedenin ve kadının
vasisidir. — Çünkü vasî, tasarrufu ancak mûsîden alır. Vasinin tasarrufu,
mûsînin tasarrufu kadar olur. İmdi vârislerin küçüklükleri hâlinde ananın
vasisi, vârislerin büyüklükleri hâlinde babanın vasisi gibidir. Daha zayıf olan
vasinin, — meselâ ananın vasisi gibi — daha kuvvetli olan vasinin kaybolması
hâlinde borcu ödemek için menkûlü ve başkasını satması zaruretten dolayı caiz
olur.
Zayıf olan vasî bir şey
satın alamaz. Ancak, küçük çocuk için na-.
latadan ve giyeeekden lâzım olanı satın alabilir.
Vasî, küçük çocuğun
babasından başkasından aldığı şeyde tasarruf edemez. Nitekim sebebi daha önce
geçti ki, vasinin tasarrufu mûsîsi-nin tasarrufu kadardır.
Babanın vasîsî, dedenin
vasisinden evlâdır. Çünkü babanın vasisi, babanın yerini tutar. Baba ise,
dededen evlâdır. Keza babanın seçtiği kimse de, dedenin seçtiğinden evlâdır. Bir
de; dede mevcûd iken, babanın o vasiyi seçmesi, onun tasarrufu oğlu için;
dedenin tasarrufundan daha faydalı olduğuna delâlet eder. Eğer baba, vasî ta'yîn
etmedi ise; dede, baba gibidir. Tasarruflarda babanın yerini tutar. Hattâ
evlendirmeye mâlik olur. Vasî, bunu yapamaz.
Burada ba'zı önemli
mes'eleler vardır.'Biz, onları Hâniye'den naklettik. Bu mes'eleler şunlardır:
Bir adam ölüp vârisleri
kalsa ve babalarının ba'zı vasiyyetler yaptığı onlara ulaşsa, halbuki ne
vasiyyet ettiğini bilmeseler, fakat; «Babamızın vasiyyet ettiği şeye, biz izin
verdik!» deseler; Müntekâ'da zik- . redîlmiştir ki; o vasiyyet caiz olmaz. Ancak
vasiyyet edilen şey vârislerin ma'Iûmlan oldukdan sonra izin verirlerse caiz
olur. Yine Müntekâ'da denilmiştir ki; eğer vasî, yetimin malını bulûğundan
sonra kendişine verirse; yetîm de, babasının terekesinin hepsini alıp onun için
vasinin yanında babasının terekesinden az ve çok bir şey kalmayıp hepsini
aldığına işhâd ettikden sonra vasinin elinde bir şey kaldığını iddia etse ve;
"Bu şey, benim babamın terekesindendîr..) deyip beyyine gösterse, beyyinesi
kabul edilir.
Keza vâris babasının
insanlarda olan bütün alacaklarını aldığını ikrar ettikden sonra, bir adamda
alacağı olduğunu iddia etse, da'vâsı dinlenir.
Önemli mes'elelerden
biri de şudur: Bir vasî, vasiyyeti kendi malından yerine getirse, fakîhlcr
demişlerdir ki: Eğer bu vasî, meyyitin vârisi ise onun terekesinden alır. Vâris
değil ise, alamaz. Ba'zısı da demiştir ki: Eğer vasiyyet kullar için ise, alır.
Çünkü o vasiyyeti kullar tarafından mutâlebe eden vardır. Bu durumda, borcu
ödemek gibi olur. Eğer vasiyyet, Allah (C.C.) için olursa, alamaz. «Her iki
durumda da alabilir.» diyenler de vardır. Fetva da, buna göredir.
Bu vasî. satın almaya
vekil gibidir. Eğer semeni, o vekil kendi malından öderse, o semeni alma hakkı
vardır. Keza vasi, küçük çocuk için giyecek satın alsa. veya kendi malından,
küçük çocuklara harcanır şey satın alsa, vasî mütetavvı (teberru1) olmaz. Eğer
meyyitin borcunu, vârisin emri olmaksızın, vasî kendi malından öderse ve onun
üzerine şâ-hid gösterirse, mütetavvı' olmaz. Keza vârislerin ba'zısı meyyitin
borcunu ödese veya kendi malından meyyiti tekiîn etse yâhûd büyük vâris kendi
malından küçük çocuk için yiyecek ve giyecek satın alsa, mütetavvı' olmaz.
Bunu, meyyitin malından alma hakkı vardır.
Keza vasî, yetimin
haracını veya öşrünü kendi malından ödese, mütetavvı' olmaz. Eğer vasî, kendi
malından meyyiti tekfin etmişse, vasinin sözü kabul edilir.
Bu önemli mes'elelerden
biri de şudur: Vasî, yetimin malından bir şey satıp, sonra ondan, sattığından
fazlasını istese, kâdî ehl-i basirete (yânî bu işden anlayan bilirkişilere)
müracaat eder. Eğer ehl-i basiretten ve ehl-i emânetten iki kimse; «Vasî, bu
şeyi kıymetiyle sattı've kıymeti bu kadardır.» diye bildirseler, kâdî fazla
söyleyene iltifat etmez. Eğer o şey açık artırmada daha çok ile ve çarşıda daha
az fiata satın alınırsa, o fazlalıkdan dolayı vasînin satışı bozulmaz. Belki
ehl-i basirete ve güvenilir kimselere müracaat edilir. Eğer onlardan iki adam
görüşlerinde bir şey üzerinde birleşirlerse, onların kavli ile o şey alınır.
Bu, İmâm Muhammed (Rh.A.)'in görüşüdür. İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.
Aleyhimâ)'un kavillerine göre; iki adamdan birinin kavli yeter. Nitekim
tezkiyede de öyledir.
Eğer vakfın kayyımı
(görevlisi), gelirli vakf malını kiraya verse, ondan sonra başka biri gelip
ücrette artırma yapsa, yine bu hilaf üzeredir.
Bu önemli
mes'elelercien biri de sudur: Eğer vasi, vasiyyeti yerine getirmek için meyyitin
terekesini sattıkda. müşteri İnkâr etse; vasî, müşteriye yemin verdirdikde yemin
ederse, vasi de, müşterinin yemininde yalancı olduğunu bilirse kâdî, vasiye:
«Eğer doğru isen ben, sizin aranızda satışı fesh ettim!» der. Bu, caizdir.
Velev ki mühimme ta'lîk olsun.
Kadının feshine ihtiyâç
duyulmasına sebeb şudur: Çünkü vasî eğer husûmeti bırakmaya azm ederse, onun
feshi ikâle menzilesinde olur. Ve vasiye lâzım gelir. Nitekim hakîkaten mukabele
etseler, hüküm bu olurdu. Eğer kâdî fesh ederse ikâle olmaz Ve vasiye lâzım gelmez.
Bu mes'eleler,
«Gurer'ul-Ahkâm» *m «Dürer'ul-Hükkâm» adı verilen şerhinde, bana Allah Teâlâ
(C.C.)'nm lûtfu ile ihsan eylediği şeylerin sonuncusudur. Şu bakımdan ki her ne
kadar mu'teberâtm ba'zı-sında yazılmış ise de, tanınmış kitablarda bulunmayan
önemli mes'e-leleri hâvî olduğu hâlde «Dürer» i toplamaya, yazmaya ve en güzel
şekilde tasvir etmeye Allah Teâlâ (C.C.) beni muvaffak kıldı.
Şübhesiz ki ben
araştırma, düzeltme ve açıklama hususunda, büyük ve faziletli imamların
kavilerini incelemede ve maksâdlarını anlamada bütün gücümü harcadım. Hattâ
toa'zı faziletli ulemânın insanlık iktizâsı yanlışlarını buldum. Yine ba'zı
faziletli kişilerin, .insanın kurtulamadığı ba'zı küçük hatâlarına vâkıf
oîdumsa da bundan dolayı onları kınamadım. Çünkü diğer ilimler, bu ilme nisbetle, damlanın; dalgaları
birbirine çarpan denize nisbeti gibidir. Öyle deniz ki, sopayla dürtenden
vazgeçtim, her kuvvetli dalgıç bile onun incilerini elde etmek için dalamaz.
Bundan dolayı, sonraki ulemânın Gramer Kitabîarında yetkileri olmakla ve o fende
mu'teber kitablar yazmış oîmalariyle beraber, bu Fıkh ilminin etrafına
dolanamadıklannı görürsün. Muhtasar bile olsa, bu konuda bir risale
yazamamışlardır.
Ganî olan Allah
(C.C.)'a muhtaç olan bu fakir kul (Molla Husrev), . intisâb etmiş oldukları ilimdeki
tasniflerinde onlar ile beraber tartış- -ması ve güvendikleri eserlerinde onlara
karşı çıkması ile beraber, asrın ulemâsı ve zamanın faziletli kişileri o
mubâhaseyi (tartışmayı) kabul ettikleri için, faydalar ile dolu olan bu latîf
metnin (Gurer'in) ve değerli Şerh'in
(Dürer'in) yazılmasiyle
onlardan üstün ve mümtaz olmuştur.
Bu iş için, bize doğru
yolu gösteren Allah (C.C.)'a hamd. olsun. Allah Teâlâ (C.C) bize doğru yolu
göstermeşeydi, bu işde bize yardım etmeseydi, doğru yolu bulamazdık. Şâyed
Allah Teâlâ (C.C), bize yardım etmeseydi, bu işe gücümüz yetmezdi.
Bu sözlerden esas
maksâd. övünmek değildir. Belki Allah Teâlâ
(C.C.)'nm:
«Amma Rabbi'nin
ni'metini anlat da anlat.»
kavl-i şerifinden anlaşılan emri yerine getirmektir.
Musannif der ki: Bu
kitabın te'lifi, Allah Teâlâ (C.C.)'nin kullarının en zayıfı ve O'nun rahmetine
en çok muhtaç olan bir kulu elinde, Hicrî 883 (1478 M.) yılında,
Cemâdiye'l-Ûlâ'nm ikisinde, Cumartesi gününde bitti. Başlangıcı Hicri 877 (1472
M.) yılında, Zi'1-ka'de'nin onikin-ci Cumartesi gününde idi.
Kitabın müellifi; Ali'nin oğlu
Ferâmurz'un oğlu Mehmed'dir. Allah Teâlâ (C.C.), onlara gizli ve açık lûtfu ile
muamele eylesin. Âmîn.