Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Gurer ve Dürer Tercümesi Molla Hüsrev

Hizmeti,   Meskeni Ve  Ağacın   Meyvesini   Vasiyyet   Babı 2

Zimmînin   Vasıyyetleri Hakkında   Bir   Fasıl 3

Tenbih Vasiyyet İle İlgili Bir Uyarma. 4

Başkasını   Vasi    Kılmak   (Îsâ)   Hakkındadır 4

Ba'zı Önemli Meseleler : 9


Hizmeti,   Meskeni Ve  Ağacın   Meyvesini   Vasiyyet   Babı

 

Kölesinin hizmetini, evinde belli bir müddet veya sürekli olarak ulmasım menfaatlerin hâl-i edinIve^aİr ÛSÎnİn müIkü*to alıp temellük edinceye kadar, o şey (musâ blh) menfaat hakkında meyyitin mülkünve muvakka- câiz oIur* Çünkü vasiyyet, bizim kâibunun  Çünkü mîrâs, mû- İIâftUr- ° da> ^»rûdlysti devam eden alma2" Hatta kendisine hlzmet edil edilen kimse ölse, ondan o hizmet başkasına mîrâs kalaSİyyet etraek *ahîhdir- Ç«^ü gelir,

menfaatİn hütoünü ^Ur  Kölenin ve mûsa Ieh>e vasiyyfît «™«i ^  hakkı ^ü^edir. Vârisler ona muâ ne^ûsâ fZ«    T""1 kÖ1S Ve Mnenin rakabeleri ?ltaazsa' vâris­ ile mûsa leh'den her biri köleyi mühâyee ederler. Yânı iki gün vârislere; bir gün de mûsâ leh'e hizmet eder. Çünkü mûsâ leh'in hakkı sülüsdedir. Vârislerin hakkı ise, üçteikidedir. Nitekim ayn'ın vasiy­yet edilmesinde hüküm budur.

Kölenin, parça i'tibâriyle taksim edilmesi mümkün değildir. Çün­kü köle, bölünme kabul etmez. Şu hâlde, iki hakkın yerine getirilmesi için mühâyee'ye başvururuz. Hâne,' üç sülüs üzere taksim edilir. Yânî mûsî, hanede oturulmasını vasiyyet etse, halbuki hâne sülüsden çık­masa, hanenin ayn'ı yararlanmak için üç hisseye taksim edilir. Çün­kü cüzler ile taksim edilmesi mümkündür. Bu taksim, ikisi arasında eşitliği sağlamak için zâten ve zemânen daha âdilânedir. Mühâyee'de ise; birini zemânen öne almak vardır. Yâhûd hâne, zaman cihetiyle, mühâyee yönünden taksim edilir. Çünkü hak onlara âiddir. Ancak birinci taksim daha uygundur.

Vârislerin, hanenin üçteikisinden ellerinde olan hisseyi satması câiz değildir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) 'dan bir rivayete göre; buna hakları vardır. Çünkü onların ellerinde olan şey, kendilerinin hâlis mülkleridir. Zahir olan vech şudur ki: Müsâ leh'in hakkı hanenin tü­münde oturmak hususunda sabittir. Çünkü meyyitin başka malı ol­duğu ortaya çıkmakla, bütün hanede oturmak hakkı sabittir. Keza, mûsâ leh'in elindeki mal harâb olursa, mûsâ leh için vârislerin ellerin­de olan mala muâraza hakkı vardır. Satış, o vasiyyetin ıbtâlini kap­sar. Bu durumda vârisler satışdan m en edil ir ler.

Vasiyyet; mûsînin hayâtında, mûsâ leh'in ölmesiyle bâtıl olur. Ni­tekim, daha önce anlatıldı ki; vasiyyetin icâbı, mûsînin ölümünden sonradır. Eğer kendisine vasiyyet edilen kimse ölürse, îcâb sahih ol­maz. Nitekim satıcının îcâbı, müşterinin ölmesinden sonra sahîh de­ğildir.

Kendisine vasiyyet edilen kimsenin ölmesinden sonra, vasiyyet edilen şey vârislere döner. Çünkü mûsî, mülkünün hükmü üzere men­faatleri alıp elde etsin diye hakkı mûsa leh için gerekli kılmıştır. Eğer vasiyyet edilen mal, mûsâ leh'in vârisine geçerse, mûsînin rızâsı yok iken başlangıçta mûsînin mülküne müstehık olmak lâzım gelir. Halbu­ki bu, câiz değildir.

Kölenin hizmet etmesi ve hanede oturulması kendisine vasiyyet edilen kimsenin, köleyi veya haneyi kiraya vermesi câiz değildir. Çün­kü menfaat, bizim kaidemize göre, mal değildir. Muâveze akdinde eşit­liği gerçekleştirmek bakımından, menfaatin mal ile temlikinde, mali­yet sıfatının menfaatde ihdası vardır.

Bu zikredilen velayet, yânî köleyi veya haneyi kiraya vermek, raha.be mülküne tebaan mâlik olan kimse veya muâveze akdi ile mâlik olan kimse için sabit olur. Hattâ o kimsenin, velayete, mülkü rakabe-ye mâlik olduğu sıfat ile mâlik olması gerekir. Eğer mülkü rakabeyi ivazsız, maksûd olduğu hâlde temellük etse, ondan sonra ivaz ile te­mellük etse nıa'nen, temellük eylediği şeyden daha çok temellük et­miş olur. Bu ise, caiz değildir.

Kendisine gelir vasiyyet edilen kimse; esah olan kavle göre; köle­yi hizmetinde kullanamaz ve hanede oturamaz. Çünkü mûsî, mûsâ leh'e geliri vasiyyet etmiştir. Gelir, dirhem veya dinarlardan olur. Bu ise, menfaatin kendisini elde etmektir. Şübhe yok ki, köleyi hizmette kullanmak ve hanede oturmak, vârisler hakkında birbirine aykırı ve farklı şeylerdir. Şu bakımdan aykırıdır ki; eğer mûsînin borcu olduğu ortaya çıksa, geliri aldıktan sonra mûsâ leh'den geri aiınmasiyle, vâ-. risler o borcu ödemeye kadir olur. Eğer mûsâ leh, menfaatlerin ken­disini elde ederse, vârisler o menfaatleri mûsâ leh'den geri almaya ka­dir olamazlar.

Mûsâ lelı, hizmet etmesi vasiyyet edilen köleyi beldesinden çıkar-tamaz. Ancak mûsâ leh ve ailesi başka memlekette olursa, o takdirde eğer köle sülüsden  çıkarsa, hizmet için beldesinden  çıkartır. Çünkü vasiyyet, mûsînin maksadından anlaşılan şeye göre uygulanır.   .

Eğer mûsâ leh ve ailesi başka bir yerde iseler; maksâd, kölenin ailesine hizmetini te'nündir. Aynı şehirde iseler; maksâd, mûsâ leh'e yolculuk meşakkati lâzım gelmeksizin kölenin hizmetinden faydalan­ma imkânı vermektir. Bu takdirde, mûsâ leh'in köleyi memleketinden çıkarması caiz değildir. Eğer köle sülüsden çıkmazsa, mûsâ leh'e hiz­met etmek için memleketinden çıkarmak caiz olmaz. Kölede haklan ba­kî olduğu için, ancak vârislerin izni ile çıkarmak caiz olur.

: Mûsî, kölesinin bir adam için bir yıl, başka bir adam için de iki yıl hizmet etmesini vasiyyet etse; vârisler de izin vermeseler, köle altı gün vârislere, üç gün de iki mûsâ leh'e hizmet eder. Dokuz yıl geçin­ceye kadar, bir gün bir yıl birinci adama ve iki gün iki yıl da diğer adama hizmet eder. Çünkü kölenin kendisi taksim edilmez. Şu hâlde onların haklarını tamamlamak için, kölenin hizmeti zaman yönünden muhâyee ile taksim edilir.

Mûsî, şu köleyi iülân için ve hizmetini başka bir kimse için va­siyyet etse ve köle sülüsden çıksa, yapılan Vasiyyet sahîh olur. Çünkü,mûsî, mûsâ leh'lerin her biri için belli bir şey gerekli kılmıştır. Mûsâ leh'lerin her biri için belli bir şey vâcib kılması, vasiyyetin ayrı ve tek başına olmasına muhtemel olur. Ve her biri için vâcib olan şeyde, ikisi arasında ortaklık gerçekleşmiş olmaz. Bundan sonra, eğer hizmet sa­hibi için vasiyyet sahih olup, mûsî rakabede bir şeyi vasiyyet etmediy­se, hizmet mûsâ, leh'e âid olmakla beraber, rakabe vârisler için miras  olur. Başka bir insan için rakabeyi vasiyyet etmek de zikredilen gibi­dir. Çünkü vasiyyet, mülkün ölümden sonra sabit olması hususunda mîrâs gibidir.

Mûsî, bahçenin meyvesini, bir adama vasiyyet edip ölse ve o bah­çede meyve de olsa, yalnız meyve mûsâ leh'in olur. O meyveden sonra yetişen mûsâ leh'in olmaz.

Eğer mûsî; «Benim bahçemin meyvesi ebeden mûsâ leh'indir!» demekle «ebeden» lâfzım ekledi ise, birinci meyve ile beraber ondan sonra meydana gelen meyve ebeden mutlaka mûsâ leh'in olur. Nite­kim mûsî, bahçesinin gelirini vasiyyet ettiği zaman hüküm budur. Yânî mûsî bahçesinin gelirini vasiyyet etse, hâlen mevcûd ve gelecek zamanda hâsıl olacak geliri, her ne kadar «ebeden» lâfzım söylemese de mûsâ leh'indir.

İkisi arasındaki fark şudur; Meyve, örfen mevcûd olanın adıdır. Yok olanı ancak zâid olan delâlet ile kapsar. Meselâ, «ebeden» lâfzını söyler. Çünkü, ancak yok olanı kapsamakla mûsî meyveyi ebediyyen vasiyyet etmiş olur. Her ne kadar bir şey olmasa da, rna'dûm zikredi­lenden olur. Gelir ise, mevcudu kapsar. Örfen birbiri ardınca araz sı­fatıyla var olan şeyi de kapsar. Meselâ; «Fülân bahçesinin; yerinin ve­ya hanesinin gelirinden yer!» derler.

Eğer gelir mutlak olarak söylenirse, başka bir delâlete muhtâc ol­maksızın ikisine de şâmil olur. Meyve ise, bunun hilâfmadır. Eğer mey­ve mutlak olarak söylenirse, ondan ancak mevcûd olan murâd edilir. Bundan dolayı, meyveden sarf (değiştirmek) zâid delüe muhtâc olur. O da, «ebeden» lâfzıdır.

Mûsî, koyunun yününü, kuzusunu ve sütünü vasiyyet etse, müsâ leh'e mûsînin ölümü vaktinde mevcûd olan şey verilir. Mûsî «ebeden» lâfzını eklesin, eklemesin fark etmez. Yâni mûsî koyunun yününü, ku­zusunu veya sütünü vasiyyet etse, ondan sonra ölse, mûsâ leh'e, mûsî­nin ölümü gününde koyunlarının karınlarında olan kuzu, memesinde olan süt ve sırtlarında olan yün verilir. Mûsî «ebeden» desin, demesin hüküm birdir. Çünkü bunlar, ölüm indinde îcâbdır. Zikredilen- şeyle­rin ölüm gününde mevcûd olmasına i'tibâr edilir. Ölümünden önce olana i'tibâr edilmez.

İkisi arasındaki fark şudur:  Kıyâs, yok olanın temlik edilmesini kabul etmez. Ancak meyvede ve yok olan gelirde, muamele ve icâre gibi, şeriat onun üzerine akd yapılmasını kabul etmiştir. Böyle olun­ca vasiyyette caiz olması evleviyette kalır. Çünkü vasiyyei. babı daha geniştir. Yok olan kuzu, yün ve süte gelince; bunların üzerine akd yap­mak asiâ caiz değildir. Bunlar herhangi bir akd ile istihkak edilmezler. Keza vasiyyet altına da girmezler. Fakat onlardan mevcûd olanların hükmü, bunun hilâfmadır. Çünkü tebaan satış akdi' ve hul' akdi ile maksûd yönünden istihkakları caiz olur. Keza vasiyyetle de caiz olur.

Mûsı, hanesinin mescid yapılmasını vasiyyet etse ve hanesi sülüs-den çıkmasa; fakat vârisler ona izin verseler, o hâne mescid yapılır.

Çünkü cevaza engel olan vârislerin haklarının tealluku idi. İzin ve­rince, engel ortadan kalkmış olur. Vârisler izin vermezlerse, hem vâris­lerin haklarım ve hem de vasiyyeti gözeterek, o hanenin üotebiri mes­cid yapılır.

 merkebinin sırtını Allah (C.C.) yolunda (hayr için) vasiyyet etse, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, bu vasiyyet bâtıl olur. Çünkü men­kûlün vakfı. O'na göre caiz değildir. Keza vasiyyet edilmesi de caiz ol­maz, imâmeyn  (Rh, Aleyhimâ) 'e göre, caiz olur.

Mûsî, mescide bir şey vasiyyet etse, caiz olmaz. Ancak, «Mescide iniâk edilsin (harcansın)» derse, caiz olur. Çünkü mescid, mülk için elverişli değildir. Vasiyyet ise, temlik etmektir. Nafaka olarak zikre­dilmesi ve verilmesi, mescidin maslahatları ve İhtiyaçları için vakf menzil esindedir. İmâm Muhammed (Rh.A.)'e göre, caiz olur. Çünkü bu yapılan vasiyyet, sözü tashih etmek için," mescidin ihtiyaçlarına kullanılmasını emretmeye yorumlanır.

Mûsî; «Ben, malımın üçtebirini fülân veya fülân için vasiyyet et­tim!» derse, mûsâ leh (kendisine vasiyyet edilen kimse) bilinmediği için, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, vasiyyet bâtıl olur. İmâm Ebû Yû­suf (Rh.A.)'a göre, o iki fülân için, sülüs vardır. Yâhûd üçtebiri alma­ya uzlaşırlar. Nitekim mûsî; «Fülân veya fülânın bende bin dirhem ala­cağı vardır!» derse, hüküm budur.

İmânı Muhammed (Rh.A.)'e göre, vârisler muhayyer kılınır, han­gisine dilerse ona verirler. Çünkü vârisler, muris yerine geçerler. Kâ-fîde de böyle denmiştir. [1]

 

Zimmînin   Vasıyyetleri Hakkında   Bir   Fasıl

 

ZImmînin [2] vasiyyetleri dört şekilde olur: Çünkü zimmînin va-slyyetleri, bize ve onlara göre, ya ma'siyettir (günâhtır). Nitekim şar­kıcılar ve çalgıcılar için yapılan vasiyyet böyledir.

Eğer belli bir topluluk için olursa, sülüsden temlik etmek yönün­den sahîh olur. Çünkü o topluluk belirli olunca, onlara temlik caiz olur. Belli olmazsa, asla sahîh olmaz. Temlik cihetiylc sahih olmaması; bilinmemezlikden dolayı temlik sahîh olmadığı içindir.

Kurbet (hayr ve ibâdetin veya Allah (C.C.)'a yaklaşma) cihetin­den sahîh olmaması; hepsine göre ma'siyet olduğu içindir. Şu hâlde, kurbet olarak nasıl sahîh olur?

Yâhûd, zimmînin vasiyyeti onlara göre ma'siyet; bize göre kurbet olur. Meselâ zimmînin, hanesini mescid yapması veya Müslümanların mescidlerinde kandil yakması böyledir. Şu hâlde, onların i'tikâdianna i'tibâr bakımından her iki tarafın ittifakı ile sahîh olmaz. Çünkü biz, onlara kendi diyanetlerine göre muamele yaparız. Ancak vasiyyet, on­lardan muayyen bir kavme olursa, bu takdirde onlara temlik olması ba­kımından sahîh olur. Cihet zikredilmesi meşverettir.

Ya da, bize ve onlara göre, kurbettir. Meselâ malının üçtebirini fa­kirlere veya köle âzâd etmeye yâhûd Beyt-i Makdis'de [3]   (Mescid-i Aksâ'da) kandit-yakmaya vasiyyet etmesi böyledir. Bu vasiyyet, ittifak­la sahih oîur. Çünkü diyanette hepsi ittifak etmişlerdir.

Yâhûd vasiyyet onlara göre, kurbet; bize göre, ma'siyettir. Meselâ; hanesini Yahudiler için havra, Hıristiyanlar İçin kilise, veya Mecûsî-ler için âteşgede yapması böyledir. Bu vasiyyet mutlaka sahih olur. Yâni gerek kendileri için vasiyyet ettiği topluluğu belirtsin, gerekse belirtmesin fark etmez. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ)'e göre; ancak belli kimseler için vasiyyet ederse,  sahîh oıur.

îmâmeyn'in delili şudur: Bu, ma'siyeti vasiyyet etmektir ve bunun yerine getirilmesinde ma'siyeti' kabul vardır. Ma'siyette yapılacak iş, onu redd etmektir. Yoksa, ma'siyetin yerine getirilmesi değildir.

îmâm A'zam (Rh.A.)'ın delili şudur: Mu'teber olan, onların hak­kında diyanetleridir. Çünkü biz, onları diyanetleri ile başbaşa bırak­makla enir olunduk. Bu vasiyyet, onlara göre kurbettir. Şu hâlde sa­hîh olur.

Eğer sıhhat hâlinde yapıldı ise, havra, kilise ve âteşgede nıîrâs olur.

Yânî bir Yahudi sıhhat hâlinde havra veya bir Hıristiyan kilise yâhûd bir Mecusî âteşgede yapsa da; sonra ölse; yapılanlar mirâsdır. Çünkü bu İmâm A'zam (Rh.A.) 'a göre, vakf menzilesin dedir. Vakf, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre; nıîrâs olur. Yalnız, tescil edilmedikçe lâzım olmaz. Bu da, öyledir.

İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) 'e göre, vakf mîrâs kalmaz. Çünkü hav­ra, kilise ve âteşgede ma'siyettir. Vasiyyet edilmesi sahîh olmaz. Bid'atîere meyledip nefsin nevasına tâbi olan kimsenin .eğer küfrüne hükme-dilirse — meselâ Hz. Ali (R.A.) 'ye «En büyük ilâh» diyen bir taife gi­bi- [4] olursa, — mürted gibidir. Bu durumda, o kimse îmâm A'zam (Rh.A ) ile İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) (İmâm Ebû Yûsuf ve îmâm Muham-med) arasında, mürtedin tasarrufları hakkında ma'ruf olan ihtilaf üze­redir.

.Mürted olan (İslâm Dîninden çıkan) kadın hakkında esalı olan kavi, vasiyyetlerinin sahih olmasıdır. Çünkü kadın, ilciden üzere kalır. öidürülnıez.İsIâm Dîninden dönen erkek ise, bunun aksinedir, Zîrâ o, va öldürülür veya İslâm Dînine girer. Eğer hevâ sahibi (yânî nefsinin isteklerine kapılmış günahkâr ve fâsık kimse) kâfir sayılmazsa (tekfir olunmazsa), vasiyetlerinde Müslüman gibidir. Çünkü biz, hükümleri zahire göre vermekle me'mûruz. [5]

 

Tenbih Vasiyyet İle İlgili Bir Uyarma

 

Burada, yukarıda geçenlerden zımnen anlaşılan bîr kaç Önemli mes'ele vardır. Bu mes'eîeler çok vâki olduğu için bellemek ve ihtimam göstermek gerekirdi. Halbuki insanlardan çok kimse bunlardan gafil­dir. Musannif burada o mes'eleleri irâd edip «Tenbîh» lâfzı ile başlık açtı ve zikredilenlere işaret için şöyle dedi: Mutlak vasiyyct; —ki mû-sinin; «Mahurdan şu kadar veya malımın ûçtebiri vaslyyettir!» Yâhûcî «Malımdan şu kadarını veya malımın üçtebirini vasiyyet ettim!)) de­mekle yaptığı vasiyyettir. — zengine heîâl olmaz. Çünkü, sadakadır. Sadaka ise, zengine haramdır. Her ne kadar tnûsî, "Fakir ve zengin bundan yesin!» demekle umûmî şekilde vasiyyet etse de, zengine ha­ramdır. Çünkü zenginin vasiyyet edilen maldan yemesi, ancak temlik yoluyla sahih olur. Temlik ise, ancak muayyen olanlar için sahih olur. Zengin ise, ta'yîn ve ihsâ olunmaz (sayıya gelmez).

Vasiyyet bir zengine tahsis edilirse; yânî mûsî meselâ; «Malımdan şu kadarını Zeyd için vasiyyet ettim!» der de, Zeyd zengin çıkarsa ve­ya malından mahsur kalmış zengin bir topluluğa vasiyyet ederse, bu zenginler için vasiyyet helâl olur. Çünkü, belli oldukları için onlara temîîk sahihidir. Keza vakfda da hâl böyledir. Yânî; mutlak - vakf, fakir­lere mahsûsdur. Her ne kadar umûmî olarak vasiyyet etmiş olsa faile, zengine helâl olmaz. Eğer belli bir zengine veya zengin olan bir mah­sur topluluğa tahsis ederse, onlar için vakf helâl olur ve vakfın men­faatlerine mâlik olurlar. Fakat, aynına mâlik olamazlar. Hattâ öldük­leri vakit, vakfın kendisi vâkıf veya vârislerinin mülkünde kalır. Vâ­risler de ölürse, fakirlerin olur. [6]

 

Başkasını   Vasi    Kılmak   (Îsâ)   Hakkındadır

 

îsâ, başkasını vasî kılmak ma'nâsına gelir. Mûsî, Zeyd'i vasî ta'yîri eder; Zeyd de onun yanında vesayeti kabul eder. Eğer mûsînin yanın­da red etmek isterse, red edebilir. Çünkü Zeyd bu husûsda müteberri ri'dir. [7] Dilerse kabul üzere devam eder, dilerse döner. Çünkü mûsî­nin, tasarrufu başkası üzerine ilzam etme velayeti yoktur. Dönmekde, aldatma da yoktur. Çünkü mûsî, başkasını vasî ta'yîn edebilir. Eğer va­sî, mûsînin yanında red etmezse —gerek mûsîden başkası yanında, gerekse mûsînin ölümünden sonra red etsin — red etmiş olmaz. Çün, kü vasî, vesayeti mûsînin huzurunda kabul edip, mûsî onun kabulüne i'timâd etmiştir. Ondan başkasını vasî kılmamıştır. Eğer biz, onun red­dini mûsînin hayâtında veya ölümünden sonra caiz görsek, meyyit aldatılmış olur. Bu ise, bâtıldır.

Eğer vasî susmuş olsa; yânî kabul etmese, red de etmese, mûsî de ölse, vasinin vesayeti red etmesi ve kabul etmesi caizdir. Çünkü vasî, başkası için tasarrufda müteberri'dir. Vekâlet gibi, kabul etmeksizin vesayet lâzım gelmez. Burada, aldatma da yoktur. Çünkü vasî, vesayeti kabul etti mi, yoksa etmedi mi, bunu onun hâlinden anlayıp bileme-, diği için,' mûsî sükût ile aldanmış kimsedir. Eğer vasî vesayeti red edip, sonra kabul etse, vesayet sahih olur. Ancak, o vasiyyetin reddini kâdî yerine getirirse, o zaman vasiyyetin kabul edilmesi sahîh olmaz. Eğer vasî vesayeti kabul etmeyip mûsî Ölse, sonra «Kabul etmiyorum!» de­se, sonra kabul etse, eğer «Kabul etmiyorum!» dediği zaman, kâdî vasiyi vesayetten çıkarmadı ise; vasiyyet sahih olur. Çünkü îsâ, sâdece vasinin «Kabul etmiyorum!» demesiyle bâtıl olmaz. Çünkü vesayeti ib-tâl etmesinde meyyite zarar vardır. Zararın ise, defi vâcibdir. Eğer vasi «Kabul etmiyorum!" dediği zaman kâdî onu vesayetten çıkardı ise, on­dan sonra kabul ettiği takdirde, kabulü sahih olmaz. Çünkü ictihâd mahalli olduğu için kâdinm onu vasiyyetten çıkarması sahilidir. Zîrâ vasî'nin vesayeti red etmesi, İmâm Züfer (Rh.A.)'e göre sahilidir.

Vasî, meyyitin terekesinden bir şey satmakla, her ne kadar vasi olduğunu bilmese de, kabul delili bulunduğu için îsâ (vasiyyet) lâzım gelir, (geçerli olur.) Çünkü maksâd, tasarruftur. Tasarruf ise, Ölümden sonra mu'teberdir. Çünkü velayetinin zamanı ölümden sonradır. Her ne kadar vasî olduğunu bilmese de, vasiden sâdır olduğu için satış ge­çerli olur. Eğer bir kimse, bir adamı satışa vekil edip, o adam onun malından bir şeyini satsa, fakat vekil olduğunu bilmese, o zaman satış geçerli olmaz. Çünkü vasî kılmak, mûsînin velayetinin kesilmiş olduğu zamanda sabit olduğu için hilâfetinin isbâtıdır. İmdi vasî kılmak (îsâ). istihdaf olunca, veraset gibi vasinin bilgisi olmaksızın sahih oîur. Tev-kîl ise, velayetin isbâtıdır, istihlâf değildir. Çünkü müvekkilin velayeti devam ederken sabit olmuştur. Şu hâlde, üzerine vekâlet sabit olduğu­nu bilmeyen kimsenin vekâleti sahih olmaz. Satış ve hibe yoluyla mül­kün isbâtı gibi.

Eğer mûsî, başkasının kölesini veya kâfiri yâhûd fâsıkı vasî kıisa, kâdî onu başkasiyle değiştirir. Bu lâfız, zikredilen kimselere vasiyye-tin sahih olduğuna işaret eder. Çünkü değiştirmekden anlaşılan, an­cak vasî kılmanın sabit olmasından sonra olur,

imâm Muhammed (Rh.A.); «el-Asl» adlı eserinde, «Vasiyyet bâ­tıldır.» demiştir. Fukahâdan ba'zısı demiştir ki: Bunun ma'nâsı; bu suretlerin hepsinde, bâtıl olacak demektir.» Ba'zısı da: «Kölede onun ma'nâsı, velayeti olmadığı için bâtıldır; köleden başkasında ma'nâsı bâtıl olacak demektir.» Bir kısmı da: «Kâfirin vasî kılınması da zikre­dilen gibi bâtıldır. Çünkü kâfirin, Müslüman üzerine velayeti yoktur.» demişlerdir.

Vesayetin sahîh olmasının, ondan sonra vesayetten çıkarmanın vechi şudur: Başkasını vasî kılmak (îsâ), ancak mûsînin kendisi ve çocuklarına faydası tamâm olması için şer'an caiz olur. Yukarıda zik­redilen köle, kâfir ve fâsıkı vasî kılmakla fayda ma'nâsı tamâm olmaz.

Her ne kadar, köle tasarrufa ehil olmakla fayda ehlinden sayılsa da .kölenin üzerinde mütesarrıf olan kimse tarafından tasarrufa izin ve­rilmemiştir. Bir de; fâsık, mîrâs ve tasarruf yönünden velayete ve hi­lâfete ma'nen ehildir. Hattâ tasarruf etse, geçerli olur. Çünkü kâfirin kısmen velayeti sabittir. Hattâ kâfirin, Müslüman köleyi satın alması geçerli olur. Lâkin, Müslüman köleyi satmaya zorlanır.

«Faydanın ma'nâsı tamâm olmaz.» demesi: kölenin velayeti efen­disinin izin vermesine bağlı olduğu ve izinden sonra h«cr edebildiği; köle, efendisinin hizmeti ile uğraştığı içindir. Böylece; haklarını almak hususunda kusur edebileceği hatıra gelebilir. Kâfirin, dînî düşmanlığı olduğu için hıyaneti düşünülebilir. Fâsıkm ise, fışkı bulunduğu için kâdi onu vesayetten çıkartıp faydayı tamâm etmek için yerine başka vasî ta'yîn eder.

Mûsînin, küçük olan vârislerine kendi kölesini vasî kılması sahih olur. Eğer vârislerin içinde büyükleri bulunursa, İmâm A'zam (Rh.A) 'a göre; kölenin vesayeti sahîh olmaz. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) 'e göre, mutlak surette sahîh olmaz. Çünkü bunda, memlûkun (kölenin) mâli­kine velayetini isbât vardır. Bu ise meşrû'yu değiştirmektir.

İmâm A'zam (Rh.A.)'m delili şudur: Mûsî, vesayeti ehline vermiş­tir. Şu hâîde bu vesayet sahîh olur. Nitekim kendinin veya başkasının mükâtebini vasî ta'yîn etse sahîh olur. Bunun sebebi: Çünkü mükâteb olan köle mükelleftir. Kendi kendine tasarrufda bulunabilir. Onun üze­rine bir kimsenin velayeti yoktur. Küçük çocuklar o köleye mâlik ol­salar da; lâkin babaları, köleyi kendi yerine geçirince, onların köle üzerine velayeti olmaksızın, köîe, küçük çocukların babaları gibi ta­sarruf etmeye lâyık olur. Fakat başkasının kölesi bunun aksinedir. Çün­kü başkası, kölenin efendisi ve mevlâsıdır. Eğer küçük çocukların ara­larında büyük bulunursa, mes'ele bunun hilafınadır. Çünkü kölenin vesayeti sahîh değildir. Zîrâ büyük, payını satar veya köleyi vesayet­ten meneder. Böylece, vasî hakkını edadan âciz olur. Bu durumda caiz görülemez.

Eğer* mûsî, vesayeti yerine getirmekden âciz olan bir kimseyi vasî kılsa, kâdî onu azl etmez. Belki ona, bir başkasını katar. Çünkü kat-

makda; hem mûsînin, hem de vârislerin hakkına riâyet vardır. Çünkü, faydayı tamamlamak bununla hâsıl olur. Zîrâ fayda, eklenen kimse­nin yardımı iîe tamâm olur. Eğer vasî, kâdîye yardımcı olarak ta'yîn edilen adamı şikâyet ederse, kâdî şikâyeti araştırıp öğrenmedikçe, ona icabet eylemez. Çünkü şikâyetçi, ba'zan kendisini haklı çıkarmak için yalan söyler. Eğer kâdî, aslen âciz olduğunu anlarsa, iki tarafa riâye-ten onu başkası ile değiştirir. Güvenilir olup vesayete kadir olan vasî görevinde bırakılır. Yânı kadının onu çıkartması caiz olmaz. Çünkü kâdî, güvenilir kimseyi çıkartıp da yerine başkasını seçerse, ondan aşağısını seçmiş olur. Zîrâ vasî, meyyitin seçtiği kimsedir. Görülmez mi ki, meyyitin babası daha çok şefkatli olduğu hâlde vasisi, baba üzerîne takdim edilmektedir. Başkasının üzerine takdim edilmesi ise, ev-leviyyette kalır.

Mûsî, iki kimseye vasiyyet etse, her ne kadar mûsî, her birine ayrı ayrı vasiyyet etmiş oisa bile; İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhmıâ) 'e göre, biri, diğeri olmaksızın, tek başına t^sarrufda bulu­namaz. Ancak bir kaç şeyde, tek başına tasarruf edebilir. Bunlar, yakın­da açıklanacaktır.

İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Her biri her şeyde tasarruf edebilir.»

demiştir. Çünkü vasî ta'yin etmek (îsâ), velayet batandandır. Velayet ikisi için şer'an sabit olunca, nikâh velayetinde iki kardeşin durumu gibi, her biri tek başına tam velî olurlar. Şart olarak sabit olması da böyledir. Çünkü velayet şer'î bir kudretten ibaret olduğu için bölünme­yi kabul etmez. Kudret, bölünmeyi kabul etmez.

îmâm A'zam ile İmâm Muhatnmed (Rh. Aleyhimâ)'in delili şudur:

Mûsî, ancak ikisinin re'ylerine razı olmuştur. Yoksa, ikisi arasında za­hir olan farkdan dolayı birinin re'yine razı olmamıştır. Evlendirmede, iki kardeş bunun aksinedir. Çünkü orada sebeb, kardeşlikdir. Kardeş­lik ise, her birinde tam olarak bulunmaktadır. Burada sebeb, vasî kıl­maktır. Bu ise. ikisine verilmiştir. Her birine verilmiş değildir.

Bundan sonra musannif; «Biri tek başına tasarrufda bulunmaz.» sözünden, şu sözü İle istisna etmiştir: Ancak, mûsînin kefeninin satın alınmasında ve teçhizinde, her biri tek başına tasarruf edebilir. Çünkü kefen satın almak ve teçhizi velayete bağlı değildir. Ba'zan, biri bulun­maz. Onların, bir araya gelmesinin şart kılınmasında (gecikmeden do­laya) ölünün bozulması ihtimâli vardır. Eğer zaruret olduğu zaman bunu komşuları yapsa, yine caiz olur.

Mûsînin hakları için husûmet etmekde, ikisinden biri tek başına hareket edebilir. Çünkü âdeten ikisi hukuk da'vâsinda bir araya gel­mezler. Gelseler bile, çok kere ancak biri konuşur.

Mûsînin küçük çocuğunun ihtiyâcını satın almakda, biri tek başı­na amel edebilir. Çünkü o ihtiyâcın satın alınmasını geciktirmekde, çocuğa zarar dokunmasından korkulur.

Küçük çocuk için yapılan hibeyi biri tek basma kabul  edebilir.

Çünkü hibeyi kabul etmek, velayet babından değildir. Bundan dolayı, hibeyi kabule çocuğun anası ve onun ailesinden olan kimse de mâlik-dir.

Mûsînin, belli kölesini âzâd etmekde ve emâneti geri vermekde ve belli olan vasiyyettni yerine getirmekde, biri tek başına olabilir. Çünîcü bunlarda, re'ye ihtiyâç yoktur.

Telef olmasından korkulan şeyi satmakda ve zayi' olan mallarını toplamakda, biri yalnız olabilir. Çünkü bunda, zaruret vardır.

İki vasinin biri ölse; eğer diri kalan vasiyi veya bir başkasını vasî ta'yîn ederse; ta'yîn kıldığı kimse, gerek diri kalan vasî, gerekse başka­sı olsun, onun terekede yalnız başına tasarruf etme yetkisi vardır.

Kâdînın, vasî ta'yîn etmesine ihtiyâcı yoktur. Ölen vasi ta'yin et­medi ise kâdî, diri kalan vasiye bir başka kimseyi katar. Çünkü mûsî kendisinden sonra hukukunda tasarruf edecek iki vasinin bulunma­sını kasdetmiştir. Diğer bir vasî ta'yîn etmekle o kasdm yerine getiril­mesi mümkün olur.

Kâdî, güvenilir ve vesayete yeterli bir kimseyi vasî ta'yîn etse, o vasi kadının azli ile azl edilmiş olmaz. Çünkü onun azli (görevden al­ması, çıkarması) faydasız şey ile uğraşmaktır. Ancak, kâdînın ta'yîn ettiği vasî âdil olmazsa, bu takdirde azl eder ve bir âdili vasî ta'yîn eder. Eğer âdil olup vesayete yeterli olmazsa, ona yeterli olan bir baş­kasını katar. Katılan kimse kâdînın azli ile azledilebiîir.

İmâm Senıerkandî (Rh.A.), Mecmûât'mda; «Katılan yeterli kimse, adl-i kâfî (yeterli olan âdil kimse) olsa da kâdînın azli ile azl edilmiş olur.» demiştir. Bu söz istib'âd olunmuştur (uygun görülmemiştir). Yânî, Zahîr'üd-Dm Merğînânî (Rh.A.), bu sözü istib'âd eylemiştir. Şu bakımdan ki, yeterli olan âdil kimse (adl-i kâfî) kâdînın ta'yin ettiği vasiye takdim edilir. Çünkü o kimse, meyyitin beğendiği (muhtarı) dir.

Meyyitin vasisi adl-i kâfî de olsa, azl edilirse, kâdînın nasb ettiği vasî nasıl azi edilmez? Vasinin vasisi her ikisine de vasî olur. Yânî vasî -ölürken başkasını vasî kılsa, diğer vasî, ölenin terekesinde ve birinci meyyitin terekesinde vasidir. Çünkü vasî, kendisine birinci meyyitten geçen velayetle tasarruf eder. Şu hâlde, dede gibi başkasını vasî kıl­maya mâlik olur.

Gâibde olan vârisler tarafından vekîl edilen vasinin mûsâ leh ile beraber terekeyi taksim etmesi sahih olur. Yânî bir adam ölüp gâib vârisleri olsa, o adam Zeyd'i vasî kılıp ve Bekr için bir mikdâr para vasiyyet etse; vasî olan Zeyd'in, gâibde olan vârisler ile kendisine va­siyyet edilen Bekr arasında terekeyi taksim etmesi ve o adamın tere­kesinden vârislerin hakkını alıp geri kalanını mûsâ leh'e teslim etmesi caiz olur. Çünkü vârisler, meyyitin yerine geçen kimselerdir. Hattâ kusur bulunduğu için malı geri verebilir ve satılmış mal da kusur se­bebiyle kendisine geri verilir ve murisin satın almasiyle aldanmış olur. Hattâ çocuk hür olur.

Vasî dahî, vâris gibi ölünün yerine geçen kimsedir (halîfesidir).

Eğer vâris gâib olursa, vârise hasım olur. Bu durumda, vasinin gâib olan vâris için terekeyi taksim etmesi sahih olur. O gâibde olan vâris­lerin vasî ile beraber olan hisseleri zayi' olsa, mûsâ leh/den alamazlar. Çünkü taksimin tamamlanmasından sonra helak olursa, kısmetinde he-Jâk vâki olan kimsenin payından vâki olmuş olur. Vasinin, gâibde olan mûsâ leh'in tarafından vârisler ile beraber terekeyi taksim etmesi sahih olmaz. Çünkü mûsâ leh, meyyitten her bakımdan halîfe değildir. Zira mûsâ leh, vasiyyet edilen şeye yeni sebeb ile mâlik olur. Hattâ satın alınmış malı kusur sebebiyle geri veremez.. Kusur sebebiyle de mal ona geri verilmez ve mûsînin satın alması ile aldatılmış olmaz. Şu hâlde vasî, mûsâ leh gâib iken halîfesi olamaz. Mûsâ îeh'ir. v?,«î ile bera­ber olan payı zayi' olursa, geri kalanın üçtebirini alır. Çünkü mûsâ leh, vârisin ortağıdır. Müşterek maldan helak olan şey ortaklık üze­re heîâk oiur^ ve kalan da ortak olarak kalır,- Kâdî, terekeyi taksim edip gâib olan mûsâ leh'in payını alabilir.

Yânı kâdî, gâib olan mûsâ leh tarafından vârisler ile beraber terekeyi taksim edip mûsâ leh'in payını alması caiz olur. Çünkü kâdî, özellikle ölmüş ve şâiîı kimseler hakkında öncelikle nazır ta'yin edilmiştir. Gâib kimsenin payını, ayırmak ve payını almak dahi faydadır. Şu hâlde ka­dının ayırması ve alması geçerli ve sahîhdir. Hattâ gâib kimse gelse ve kâdinm elinde teslim almış olduğu mal zayi' olmuş bulunsa, gaibin vârislerden onu alma hakkı yoktur. Hacc için edilen vasiyyeti yerine getirmek için vasî, vârisler ile beraber terekeyi taksim etseler, vasi hacc malını alsa ve o mal vasinin elinde veya mûsînin yerine hacc eden kim­senin elinde helak oîsa, terekeden geri kalanın üçtebiriyle hacc edilir. Çünkü taksim, zâtı için murâd değildir. Bil'akis taksimden maksûd olan şey için murâddır. O da, haccı edâ ettirmektir. Bundan başkasına i'tibâr edilmez. Bu durumda, hacc malı taksimden önce helak olmuş gibidir.

Vasinin, terekeden bir köleyi alacaklıların bulunmaması (gaybeti) hâlinde satması sahih olur. Çünkü vasî, mûsînin yerini tutar. Mûsî, sağ iken alacaklılarının gaybetinde o köleyi bizzat satsa ,câiz olur; ve­lev ki ölüm hastalığı hâlinde olsun. Keza, onun yerini tutan kimse, de böyledir/Bunun sırrı şudur: Alacaklıların hakkı maliyete tealluk eder, surete tealluk etmez. Halbuki maliyet, semenin bekâsiyle bakîdir.

Vasî, satılması vasiyyet edilen nıah, satıp, semenini tasadduk eder de; semeni elinde helak oldukdan sonra satılan şeye hak sahibi çıkar­sa, vasî Öder Çünkü akdi yapan, odur. Uhde, onun üzerine olur. Bu da, uhdedir. Çünkü vasiden satın alan müşteri parayı vermeye, ancak ken­disine köleyi teslim etmesi için razı olmuştur. Halbuki vasî köleyi" tes-lün etmemiştir. Satıcı olan vasî, başkasının malını rızâsı yok iken almıştır. Şu hâlde, o malı geri vermesi gerekir. Vasî, bu parayı terekeden alır. Çünkü vasî, mûsî için iş gören kimsedir. Şu hâlde, mûsîden vekil gibi olup, parayı alır. Meselâ; bir vasî küçük çocuğun hissesini satıp, parasını alsa ve para vasinin elinde helak olsa, bu durumda köleye müstehık çıktıkda vasinin, küçük çocuğun malından parasını alması caiz olur. Çünkü vasî, küçük çocuk için iş yapan kimsedir. Küçük ço­cuk da payını vârislerden alır. Çünkü, ona isabet eden şeye müstehık çıkmakla taksim bozulmuştur.

Vasinin, küçük çocuğun malı ile.yolculuk etmesi ve malım mudâ-rebeten ve bidâaten (yânı kazançda ortaklık ve ticâret malı olarak) vermesi caiz olur. Yine vasî, küçük çocuğun malını satmaya, satın al­maya ve kiralamaya başkasını vekîl eder. Küçük çocuğun malını emâ­net kor ve rakabesini mükâteb eder. Cariyesini evlendirir, Kınn denen kölesini evlendiremez. Yine vasî, küçük çocuğun malım, borcuna rehn verir. Kendi borcu için de rehn verir. Eğer küçük çocuğun malı helak olursa, vasî borcu için verdiği mikdân öder.

Yine vasinin, küçük çocuğun malı ile mudârebeten iş görmesi caiz olur. Vasiye uygun olan, küçük çocuğun malı üzere ibtidâen işhâd ey­lemektir. Eğer işhâd etmedi ise, vasî diyanet yönünden tasdik edilir. Vasinin satın aldığı şeyin hepsi kazaen küçük çocuğun olur. Zikredilen şeylerin hepsinde, küçük çocuğun babası vasiye benzer. Lâkin baba­lım, Tsüçük çocuğun kölesini hür kılması, velev mal ile olsun, caiz de­ğildir.

Yine babanın, küçük çocuğun malım başkasına hîbe etmesi, ivaz ile bile olsa, caiz olmaz. İmâdiyye'de böyle zikredilmiştir. Vasinin, ye­timin malı ile yetîm için ticâret etmesi çâiz olur. Yoksa yetimin malı ile kendisi için ticâret yapması caiz olmaz. Gerek o yetîm malı, yeti­min babasından miras olsun, gerekse başka bir yolla mâlik olsun, eşit­tir.

Vasinin, meyyitin malı ile ticâret etmesi de caiz olmaz. Eğer ticâ­ret edip kâr hâsıl olursa, İmâm A'zam ile İmâm Muhammet! (Rh. Aley-himâ)'e göre; sermâyeyi ödeyip kân tasadduk eder. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)'a göre; kâr, vasiye teslîm edilip bir şey tasadduk edilmez. Hâ-niye'de böyle zikredilmiştir.

Vasî, zengin üzere havale kabul eder, fakir üzere etmez. Çünkü bunda, zarar vardır.

Vasinin, yetîm malını ödünç vermesi caiz olmaz. Çünkü ödünç (karz)  teberru'dur. Halbuki onu geri alıp kurtarmakdan vasî âcizdir.

Kâdî bunun aksinedir. O, buna kaadirdir. Bundan dolayı kâdî; yetim malını, vakıf malını ve gaibin malını ödünç verebilir.

Vasi, yetîm malını ancak insanların aldandıklan kadariyle az mik-dârda aldanmakla satar ve satın alabilir. Çünkü vasinin tasarrufu na­zarîdir, (faydaya dayanır.) Gabn-ı fahiş (çok aldanmak) de ise, fayda yoktur. Gabn-i yesîr (az mikdârda aldanmak), bunun hilâfınadır. Çün­kü ondan kaçınmak mümkün olmaz. Binâenaleyh onu i'tibâra almak-da alim - satım kapısını kapamak vardır.

Vasî gâibde olan büyük vârisin terekeden malını satabilir, ancak akânnı satamaz. Çünkü meyyitin babası, büyükden başkasına velî olur, büyüğe velî olamaz. Meyyitin vasisi de baba gibidir. Kıyâsa göre, büyü­ğe vasi olan kimse, velî olamaz. Çünkü baba, büyüğe mâlik olamaz. Lâkin fakîhler istihsânen bunu kabul etmişlerdir. Çünkü meta', çabuk bozulan şeylerdendir. Şu hâlde, korunmaya muhtâc olur. Paranın korunması ise, daha kolaydır Halbuki vasî, korumaya mâlik olur. Akar ise, metâ'm aksinedir. Çünkü akar, kendisi korunur. Akarı satamama­sı; meyyitin borcu olmaması şartıyladır.

Fetâvâ-yi Zahîriyye'de denilmiştir ki: Vasinin, akarı satmasının caiz olmaması, meyyitin borcu olmadığı zamandır Eğer meyyitin bor­cu olursa, borcu ödeyecek kadar akan satmaya vasî mâlik olur. Mey­yitin borcu olmasa bile vasî; akan, kıymetinin iki katı ile; veya borç için satabilir. Nitekim Zahîriyye'den de böyle nakl etmiş idik. Veya küçük çocuğun nafakası için satabilir.

Hidâye'de, ^Nafaka Babı» nın sonlarında denilmiştir ki: Baba, kü­çük çocuğun akar ve menkûlünü satarsa, caiz olur. Çünkü tam veîâ-f yeti vardır. Sonra baba, kendi nafakasını ondan alabilir. Çünkü, hak­kı cinsindendir.

Yahûd mûsînin vasiyyeti mürsel olursa, yânî mûsî; «Malımın üç-tebiri veya dörttebiri vasiyyettir!» diyerek, mutlak vasiyyette bulunur­sa, o zaman akan satması caiz olur. Eğer vasî kılmak (îsâ), malda olur­sa veya akânn haracı, gelirinden çok olursa yâhûd akar harâb olma­ya yakın olursa ve satılmadığı takdirde harâb olacaksa, bu altı özürde akar satılır.

Vasinin, meyyitin borcu olduğunu ikrar etmesi caiz olmaz. Yine, meyyitin terekesinden bir şeyle; «Bu şey fülânındır!» diye ikrân caiz değildir. Çünkü vasinin bu ikrân başkası aleyhine ikrardır. Ancak, bor­cu ikrar eden kimse vâris olursa, kendi hissesinde ikrân sahih olur.

Çünkü bu ikrar, kendi aleyhine ikrardır.

Vasî, terekeden bir ayn'ın başkasına âid olduğunu ikrar etse, ondan sonra o mal, küçük çocuğundur, diye iddiada bulunsa, dinlenmez. İmâ-diyye'de böyle zikredilmiştir.

İki vasî, meyyit kendileri ile beraber Zeyd'e vasiyyet eyledi, diye şahadet etse veya meyyitin iki oğlu, babaları. Zeyd'e vasiyyet etti, di­ye şahadet etse, şahadetleri bâtıl olur. Çünkü onlar nıüttehemdir. Va­silerin müttehem olması, kendileri için muayyen isbâtlan olmasından dolayıdır. Ancak kendisi için şahadet ettiklerini Zeyd iddia ederse, istih­sânen kabul edilir. Çünkü kâdînm ibtidâen vasî ta'yîn etmeye velayeti vardır. O vasiye başkasını katmak için de velayeti vardır. İki vasî, kâ-dîden ta'yîn kuvvetini iskât etmişlerdir.

İki oğuiun şahadetinin geçersiz olması ise; tereke için koruyucu ta'yîn etmekle kendilerine menfaat çektikleri içindir. Küçük çocuk için mal vasiyyet edildiğine dâir şahadetleri de bâtıldır. O mal, gerek meyyitten, gerek başkasından intikâl etsin, müsavidir. Veya meyyitin malının büyük vârise âid olduğun? şahadet etmeleri de bâtıldır. Kü­çük çocuk için olan şahadetin geçersiz olması; küçüğün malında tasar­ruf etme yetkisi vasiye âid olmasından dolayıdır. Mal gerek terekeden olsun, gerekse olmasın müsavidir. Büyük vâris için olan şahadetin ge­çersiz olması ise; büyüğün malı tereken olursa vasinin şahadeti İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre caiz olmadığı içindir. Çünkü büyük vâris gâib olursa, vasinin malı koruma ve satma velayeti vardır. O iki vasinin, büyük vâris için başkasının malı hakkında şahadetleri sabin olur. Çün-,kü büyüğün malı terekeden değilse; onda vasinin tasarruf etme yet-' kişi yoktur. Şu hâlde, vasinin şahadeti caiz olur/

İki adamın, meyyitin diğer iki kimseye bir mikdâr para borcu ol­duğuna dâir şahadetleri sahih olur. O diğer iki adamın da, ilk iki adam için o paranın misline şahadet etmeleri sahih olur. Bin akça vasiyyet ettiğine dâir şahadetleri zikredilenin aksinedir. Yânî geçersizdir. Bu, İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'in kavilleridir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Vasiyyet kabul edilmediği gibi, o iki adamın şa­hadetleri borçda da kabul edilmez. Çünkü borç, ölüm sebebiyle tere­keye tealluk eder. Zîrâ zimmet, ölümle harâb olmuştur. Bundan dola­yı, eğer o İki adamın birisi terekeden hakkını alsa, diğeri ona onda or­tak olur. Şu hâlde şahadet; hakkı hattâ ortaklığı isbât eder. Böylece töhmet de tehakkuk eder.» demiştir.

İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'in delili şudur:

Borç, zimmette vâcib olur. Halbuki zimmet çeşitli haklan kabul eder. Şu hâlde, ortaklık yoktur. Bundan* dolayı, eğer bir yabancı, birinin bor­cunu teberru* suretiyle öderse; diğerinin onda ortaklık hakkı kalmaz. Vasiyyet  bunun  aksinedir. Çünkü  onda hak zimmette  sabit  olmaz.

Bil'akis ayn'da   (maida)  sabit olur. Şu hâlde mal, aralarında ortak olur, ve şübhe getirir.

Yâhûd ilk iki adam bir koîe vasiyyet edildiğine şahadet edip, di­ğer iki adam meyyitin malının üçtebiri vasiyyet edildiğine şahadet et­seler, bu şahadet de sahili olmaz. Çünkü şahadet, şahadet edilen şeyde ortaklık gerektirir.

Vasilerin en zayıfı — ki vârislerin iki hâlinin en- kuvvetlisi olan küçüklük hâlinde ananın ve erkek kardeşin ve amcanın vasisidir. — vasilerin en kuvvetlisi gibidir. — O da, iki hâlin en zayıfı olan büyük olmaları hâlinde babanın ve dedenin ve kadının vasisidir. — Çünkü vasî, tasarrufu ancak mûsîden alır. Vasinin tasarrufu, mûsînin tasar­rufu kadar olur. İmdi vârislerin küçüklükleri hâlinde ananın vasisi, vâ­rislerin büyüklükleri hâlinde babanın vasisi gibidir. Daha zayıf olan vasinin, — meselâ ananın vasisi gibi — daha kuvvetli olan vasinin kaybolması hâlinde borcu ödemek için menkûlü ve başkasını satması zaruretten dolayı caiz olur.

Zayıf olan vasî bir şey satın alamaz. Ancak, küçük çocuk için na-.   latadan ve giyeeekden lâzım olanı satın alabilir.

Vasî, küçük çocuğun babasından başkasından aldığı şeyde tasarruf edemez. Nitekim sebebi daha önce geçti ki, vasinin tasarrufu mûsîsi-nin tasarrufu kadardır.

Babanın vasîsî, dedenin vasisinden evlâdır. Çünkü babanın vasisi, babanın yerini tutar. Baba ise, dededen evlâdır. Keza babanın seçtiği kimse de, dedenin seçtiğinden evlâdır. Bir de; dede mevcûd iken, baba­nın o vasiyi seçmesi, onun tasarrufu oğlu için; dedenin tasarrufundan daha faydalı olduğuna delâlet eder. Eğer baba, vasî ta'yîn etmedi ise; dede, baba gibidir. Tasarruflarda babanın yerini tutar. Hattâ evlendir­meye mâlik olur. Vasî, bunu yapamaz. [8]

 

Ba'zı Önemli Meseleler :

 

Burada ba'zı önemli mes'eleler vardır.'Biz, onları Hâniye'den nak­lettik. Bu mes'eleler şunlardır:

Bir adam ölüp vârisleri kalsa ve babalarının ba'zı vasiyyetler yap­tığı onlara ulaşsa, halbuki ne vasiyyet ettiğini bilmeseler, fakat; «Ba­bamızın vasiyyet ettiği şeye, biz izin verdik!» deseler; Müntekâ'da zik- . redîlmiştir ki; o vasiyyet caiz olmaz. Ancak vasiyyet edilen şey vâris­lerin ma'Iûmlan oldukdan sonra izin verirlerse caiz olur. Yine Münte­kâ'da denilmiştir ki; eğer vasî, yetimin malını bulûğundan sonra kendişine verirse; yetîm de, babasının terekesinin hepsini alıp onun için vasinin yanında babasının terekesinden az ve çok bir şey kalmayıp hep­sini aldığına işhâd ettikden sonra vasinin elinde bir şey kaldığını id­dia etse ve; "Bu şey, benim babamın terekesindendîr..) deyip beyyine gösterse, beyyinesi kabul edilir.

Keza vâris babasının insanlarda olan bütün alacaklarını aldığını ikrar ettikden sonra, bir adamda alacağı olduğunu iddia etse, da'vâsı dinlenir.

Önemli mes'elelerden biri de şudur: Bir vasî, vasiyyeti kendi ma­lından yerine getirse, fakîhlcr demişlerdir ki: Eğer bu vasî, meyyitin vârisi ise onun terekesinden alır. Vâris değil ise, alamaz. Ba'zısı da de­miştir ki: Eğer vasiyyet kullar için ise, alır. Çünkü o vasiyyeti kullar tarafından mutâlebe eden vardır. Bu durumda, borcu ödemek gibi olur. Eğer vasiyyet, Allah (C.C.) için olursa, alamaz. «Her iki durumda da alabilir.» diyenler de vardır. Fetva da, buna göredir.

Bu vasî. satın almaya vekil gibidir. Eğer semeni, o vekil kendi ma­lından öderse, o semeni alma hakkı vardır. Keza vasi, küçük çocuk için giyecek satın alsa. veya kendi malından, küçük çocuklara harcanır şey satın alsa, vasî mütetavvı (teberru1) olmaz. Eğer meyyitin borcunu, vâ­risin emri olmaksızın, vasî kendi malından öderse ve onun üzerine şâ-hid gösterirse, mütetavvı' olmaz. Keza vârislerin ba'zısı meyyitin bor­cunu ödese veya kendi malından meyyiti tekiîn etse yâhûd büyük vâ­ris kendi malından küçük çocuk için yiyecek ve giyecek satın alsa, mü­tetavvı' olmaz. Bunu, meyyitin malından alma hakkı vardır.

Keza vasî, yetimin haracını veya öşrünü kendi malından ödese, mütetavvı' olmaz. Eğer vasî, kendi malından meyyiti tekfin etmişse, vasinin sözü kabul edilir.

Bu önemli mes'elelerden biri de şudur: Vasî, yetimin malından bir şey satıp, sonra ondan, sattığından fazlasını istese, kâdî ehl-i basirete (yânî bu işden anlayan bilirkişilere) müracaat eder. Eğer ehl-i basiret­ten ve ehl-i emânetten iki kimse; «Vasî, bu şeyi kıymetiyle sattı've kıy­meti bu kadardır.» diye bildirseler, kâdî fazla söyleyene iltifat etmez. Eğer o şey açık artırmada daha çok ile ve çarşıda daha az fiata satın alınırsa, o fazlalıkdan dolayı vasînin satışı bozulmaz. Belki ehl-i basirete ve güvenilir kimselere müracaat edilir. Eğer onlardan iki adam görüş­lerinde bir şey üzerinde birleşirlerse, onların kavli ile o şey alınır. Bu, İmâm Muhammed (Rh.A.)'in görüşüdür. İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ)'un kavillerine göre; iki adamdan birinin kavli yeter. Nitekim tezkiyede de öyledir.

Eğer vakfın kayyımı (görevlisi), gelirli vakf malını kiraya verse, ondan sonra başka biri gelip ücrette artırma yapsa, yine bu hilaf üze­redir.

Bu önemli mes'elelercien biri de sudur: Eğer vasi, vasiyyeti yerine getirmek için meyyitin terekesini sattıkda. müşteri İnkâr etse; vasî, müşteriye yemin verdirdikde yemin ederse, vasi de, müşterinin yemi­ninde yalancı olduğunu bilirse kâdî, vasiye: «Eğer doğru isen ben, si­zin aranızda satışı fesh ettim!» der. Bu, caizdir. Velev ki mühimme ta'lîk olsun.

Kadının feshine ihtiyâç duyulmasına sebeb şudur: Çünkü vasî eğer husûmeti bırakmaya azm ederse, onun feshi ikâle menzilesinde olur. Ve vasiye lâzım gelir. Nitekim hakîkaten mukabele etseler, hüküm bu olurdu. Eğer kâdî fesh ederse ikâle olmaz  Ve vasiye lâzım gelmez.

Bu mes'eleler, «Gurer'ul-Ahkâm» *m «Dürer'ul-Hükkâm» adı veri­len şerhinde, bana Allah Teâlâ (C.C.)'nm lûtfu ile ihsan eylediği şey­lerin sonuncusudur. Şu bakımdan ki her ne kadar mu'teberâtm ba'zı-sında yazılmış ise de, tanınmış kitablarda bulunmayan önemli mes'e-leleri hâvî olduğu hâlde «Dürer» i toplamaya, yazmaya ve en güzel şekilde tasvir etmeye Allah Teâlâ (C.C.) beni muvaffak kıldı.

Şübhesiz ki ben araştırma, düzeltme ve açıklama hususunda, büyük ve faziletli imamların kavilerini incelemede ve maksâdlarını anlamada bütün gücümü harcadım. Hattâ toa'zı faziletli ulemânın insanlık ikti­zâsı yanlışlarını buldum. Yine ba'zı faziletli kişilerin, .insanın kurtula­madığı ba'zı küçük hatâlarına vâkıf oîdumsa da bundan dolayı onları kınamadım. Çünkü diğer ilimler,  bu ilme nisbetle, damlanın; dalga­ları birbirine çarpan denize nisbeti gibidir. Öyle deniz ki, sopayla dür­tenden vazgeçtim, her kuvvetli dalgıç bile onun incilerini elde etmek için dalamaz. Bundan dolayı, sonraki ulemânın Gramer Kitabîarında yetkileri olmakla ve o fende mu'teber kitablar yazmış oîmalariyle be­raber, bu Fıkh ilminin etrafına dolanamadıklannı görürsün. Muhtasar bile olsa, bu konuda bir risale yazamamışlardır.

Ganî olan Allah (C.C.)'a muhtaç olan bu fakir kul (Molla Husrev),  . intisâb etmiş oldukları ilimdeki tasniflerinde onlar ile beraber tartış- -ması ve güvendikleri eserlerinde onlara karşı çıkması ile beraber, asrın ulemâsı ve zamanın faziletli kişileri o mubâhaseyi (tartışmayı) kabul ettikleri için, faydalar ile dolu olan bu latîf metnin (Gurer'in) ve de­ğerli Şerh'in   (Dürer'in)  yazılmasiyle onlardan üstün ve mümtaz ol­muştur.

Bu iş için, bize doğru yolu gösteren Allah (C.C.)'a hamd. olsun. Al­lah Teâlâ (C.C) bize doğru yolu göstermeşeydi, bu işde bize yardım et­meseydi, doğru yolu bulamazdık. Şâyed Allah Teâlâ (C.C), bize yar­dım etmeseydi, bu işe gücümüz yetmezdi.

Bu sözlerden esas maksâd. övünmek değildir. Belki Allah Teâlâ (C.C.)'nm:

«Amma Rabbi'nin ni'metini anlat da anlat.» [9] kavl-i şerifinden anlaşılan emri yerine getirmektir.

Musannif der ki: Bu kitabın te'lifi, Allah Teâlâ (C.C.)'nin kulları­nın en zayıfı ve O'nun rahmetine en çok muhtaç olan bir kulu elinde, Hicrî 883 (1478 M.) yılında, Cemâdiye'l-Ûlâ'nm ikisinde, Cumartesi gü­nünde bitti. Başlangıcı Hicri 877 (1472 M.) yılında, Zi'1-ka'de'nin onikin-ci Cumartesi gününde idi.

Kitabın müellifi; Ali'nin oğlu Ferâmurz'un oğlu Mehmed'dir. Al­lah Teâlâ (C.C.), onlara gizli ve açık lûtfu ile muamele eylesin. Âmîn. [10]

 

 



[1] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 4, Eser Neşriyat:394-398. 

[2] Zimmî: İslâm Devleti tebaasından olan ve haraç veren Hıristiyanlar.

[3] Mescid-i Aksa   (Beyt-i  Makdis):   Kudüs'de,  eski  Hz.  Süleyman  (A.S.)   ma'bedinin bu­lunduğu yerde inşâ edilmiş olan Câmi'in adıdır. «En uzak mescid» ma'nâsina gelen bu tâbire, ilk defa Kur'ân-ı Kerim'de (tsrâ sûresi; âyet: 1) de rastlanır. Bu maTîeda kut­sal ev ma'nâsına (Beyt-î Makdis) de denir.

«Mescid-i Aksa» Müslümanların ilk kıblesi idi. Daha sonra, Bakara sûresinin 144 üncü âyeti ile kıble Mekke'deki «Mescid-i Haram» a çevrilmiştir.

Hz,  Ömer Kudüs'ü fethedince eski  Hz.  Süleyman  madbedinin  yerine bîr mescid yaptırmıştır.

Mescİd-i   Aksa   adı,   şimdi   bilhassa   eski   Süleyman  (A.S.)   ma'bedınin  bulunduğu yerin güney kısmındaki

Câmi'e verilmektedir, (tslâm Ansiklopedisi;  c: 8, s:  118)

[4] Bunlar Şîa mezhebinden «Gulât-ı Şîa» veya «Galiye» denen bir fırkadır. Bunlar ikiye ayrılır:

a)  Ulûhiyyettn  Allah  (C.C)'dan  başkasında  da  olabileceğine  inananlar.

b)  H«. Muhammed'rîen sonra daha başka Peygamber de geleceğine İnananlar.

Birinci grub, Hz. Ali (R.A.)'yt ilâh mertebesine çıkarmışlardır. Bunlar, İslâm Dî­nin  dışına çıkmış ve kâfir olmuş sapık fırkalardır.

[5] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 4, Eser Neşriyat: 399-401.

[6] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 4, Eser Neşriyat:  402.

[7] Miiteberri*: Vermeye mecbur  olmadığı  şeyi   ihsan   eden,  veren  veya yapmaya mecbur olmadığı şeyi  bir  hayır ve  iyilik   olarak  yapan   kimsedir.

[8] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 4, Eser Neşriyat: 403-412.

[9] Duhâ sûresi (93); âyet:  11

[10] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 4, Eser Neşriyat: 412-415.

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.30 saniye 14,845,375 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024