Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Çalışma Ve Hz Peygamber

            Muhterem Kardeşlerim

Bazı kimseler dinlerin insanları tembelliğe ittiğini, geri bıraktığını, uyuşturduğunu iddia ederler. Bizim toplumumuzda da bu görüşlerin etkisinde kalan ve fırsat buldukça bu iddialarını ikide bir gündeme getiren aydın (!) kişiler bulunabilmektedir. Bu iddialar, bugün yeryüzünde var olan bazı dinler için geçerli olabilir. Ama bunu İslâmiyet için söylemek mümkün değildir.

İslâmiyet'in insanları tembelliğe, geriliğe itmediğini, bilakis onları daima çalışmaya ve ilerlemeye teşvik ettiğini söylerken, elbette bu konudaki prensip ve emirleri tesbit edebilmek için onun iki kaynağı olan Kur'an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber'in çeşitli konulardaki uygulama ve hadislerine bakmak gerekir.

Çalışmak, çalışıp kazanmak, yürümek, koşmak, uğraşmak gibi anlamlara gelen "sa'y" kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de tam otuz yerde geçer.

Bunlardan bir kısmı doğrudan çalışmak; insanın ancak kendi çalışmasının karşılığını göreceği belirtilir.

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى {39} وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى {40}

39. “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.

40. Ve çalışması da yakında görülecektir.”(Necm, 53/39-40),

Allah'ın her kuluna kabiliyet ve çalışmasına göre bir takım nimet ve imkânlar vereceği, başkalarının ellerindekine göz dikerek onların hasretini çekerek ömür geçirmek yerine, elleriyle kazandıklarının değerini bilmeleri öğütlenir.

وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيماً {32}

“İsteklerinizi Allah'ın fazlından ve kereminden isteyin. Gerçekten Allah her şeyi hakkıyla bilendir. “(Nisâ, 4/32), Ahiret hayatı için çalışırken dünyadan da nasibin unutulmaması istenir.

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ

"Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez." (Kasas, 28/77)

“Çalışmanın daima İslâm Dini'nin istediği meşru yolda olması gerektiği hatırlatılır.

مَّن كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاء لِمَن نُّرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُوماً مَّدْحُوراً {18} وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُوراً

“18- Her kim peşin isterse, dünyada ona, istediğimiz kimseye, dilediğimiz kadarını peşin veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız; kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak oraya girer.

19- Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. “(İsra, 17/18-19)

فَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ

“İnanmış olarak yararlı iş işleyenin emeği inkâr edilmeyecektir. Biz şüphesiz onu yazmaktayız.” (Enbiya, 21/94) vurgulanmış, belirtilmiştir. 

Rasûlullah'ın bu konudaki sözlerine ve uygulamalarına şöyle bir göz atalım:

Hz. Peygamber öncelikle her konuda olduğu gibi bu konuda da dolu dolu bir hayat sürmüştür. Daima çalışmış ve zamanını en iyi ve verimli şekilde planlamıştır. Aralarında yaşadığı, eğitim-öğretim ve gelişmeleri ile yakından ilgilendiği sahâbîlere:

مَنِ اسْتَوَي يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبوُنٌ

"İki günü birbirine eşit olan ziyandadır, aldanmıştır." (el-'Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 323) buyururken O, her türlü başarı, gelişme ve ilerlemenin zamanı en iyi, en plânlı bir şekilde kullanmanın gereğini ifade etmiştir.

Hangi işte olursa olsun zamanı iyi kullanmayanın başarı elde etmesi, hedefine ulaşması imkânsızdır. Elbette başarının elde edilmesinde birçok faktörler vardır. Ancak bunların en önemlisi zamandır. Zaman süreklidir, bölünmez. Hz. Peygamber:

عَنْ اَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ لاَ تَسُبُّوا الدَّهْرَ فَاِنَّ اللَّهَ هُوَ الدَّهْرُ ‏"‏ ‏.‏

"Zamana sövmeyiniz, çünkü Allah zamanın ta kendisidir." (Müslim, Elfazu'l-Edeb, 1/6003) sözüyle buna işaret buyurmuştur.

Her olay iki ortamda cereyan eder; mekan ve zaman. Birincisi ceset, diğeri ise ruh makamındadır. Zaman ve mekândan münezzeh olan sadece Allah Teâlâ'dır.

"Bütün oluşlar ve dirilişler zaman tezgâhında dokunur ve kesilir. Herkesin hamuru bu tezgâhta yoğrulur." Hem dünya hem de ahiretimizi kazandırması bakımından zaman çok değerlidir. Dünya işlerinin zamanlamasını iyi yapamayan, madde plânında çok şey kaybedecektir ki, bunların telafisi mümkün değildir.

Kur'an-ı Kerîm'in ve Hz. Peygamber'in öngördüğü şekilde, kendisine emânet olarak verilen ömür sermayesini gerektiği gibi harcamayan insan ise, süreklilik bakımından bir yerde dünyanın devamı olan ahiret hayatını da kaybetmiş olacaktır ki, bu gerçekten büyük bir kayıptır, ebedî hüsrandır. Hatta bu hususta "vakit nakittir" atasözü vaktin önemini belirtme konusunda yetersiz kalmaktadır. Çünkü vakit nakit kazandırır ama nakit vakit kazandırmaz.

Bilhassa eğitim ve öğretimlerini sürdüren gençler, gerektiğinde bütün sıkıntılara, fedakârlıklara göğüs gererek zamanlarını çalışarak değerlendirme hususunda katiyen taviz vermemelidirler.

Ve ileride verim elde etmek isteyen herkes şunu iyi bilmelidir: "Sen bugün zamanını nerede ve nasıl kullanırsan, zaman da seni yarın orada ve aynı şekilde kullanacaktır."

Bir İngiliz şairi olan Milton: "Saatler kanatlıdır ve zamanın sahibine uçarlar" der. Zamanın sahibi Allah'tır. Bütün organlar da olduğu gibi o da Allah katında bizim kendimizi nerede ve ne şekilde geçireceğimizi haber vererek, bu konuda şehadet edecektir. Yaşanan ve giden zamanı geri getirmek imkânsızdır. Öyleyse Rasûlullah'ın bu hadisini göz önünde bulundurarak, bize emanet olarak verilen zamanı en iyi ve dengeli şekilde kullanarak, en verimli çalışmalarla değerlendirerek, geçirmek ve en güzel haberlerle uğurlamak her Müslümanın görevi olmalıdır. Bir hadîs-i şerifte buyurulduğuna göre Allah, ihlâs ve samimiyetle yapılan işlerin, çalışmaların ve iyilik yapılarak geçirilen zamanın ürünlerini, biriktirme ve üretme konusunda, bir seyisin pek narin ve nazik olan tayları koruma ve büyütmede gösterdiği ihtimamı gösterecektir.

Hz. Peygamber zamanı meşru kazançla geçirmeyi nafile ibadet kabul etmiştir. Ama bu gerçeği sahâbe arasında yerleştirmesi de kolay olmamıştır.

Bir gün sahâbîlerle oturmuş sohbet ediyorlardı. Bu sırada bir genç erkenden kalkmış biraz ileride elinde kazma kürek çalışıyordu. Ashabdan bazıları: "Yâ Rasûlallah! Ne olurdu şu genç burada sohbette bulunsa da Allah yolunda mesai sarfetmiş olsa" dediler.

Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Böyle söylemeyin, eğer o genç insanlara el açmamak, onlardan müstağni olmak, çoluk çocuğunun nafakasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş anne-babasına yardımcı olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Ancak o, din kardeşlerine karşı mal çoğaltmak ve övünmek için çalışıyorsa şeytan yolundadır." (Beyhakî, Sünen, VII, 479; Taberânî, Kebîr, XIX, 129; Sağîr, I, 60)

Allah'ın bize yüklemiş olduğu her türlü dünya ve ahiret işinin, O'nun emri olduğu için yine O'nun rızasına uygun olarak yapılmasının daima nafile birer ibadet olduğu bilinen bir husustur.

Yine bir hadis meali şöyledir:

"İnsanlara yüzsuyu dökmemek ve izzet-i nefsini korumak için çalışan ve helâl rızık kazanan bir kimse kıyamet gününde yüzü ayın ondördü, yani dolunay gibi gelecektir. Ama başkalarına karşı övünmek, gösteriş yapmak için çalışan ve dünya malı elde eden ise gazab-ı ilâhiye uğramış olarak Allah'a kavuşacaktır." (İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 6; Mişkât, nr. 5207; KenzüI-'Ummâl nr. 9245;Hılyetü'l-Evliyâ, III, 110; VIII, 215.)

Bu ve önceki hadislerin vermek istediği mesaj, daima çalışmak ve kazanmak. Ama samimiyetle, ihlâsla...

 

Hz. Peygamber her fırsatta çalışma ve kazanmayı teşvik etmiştir:

 

"Korkak ve çekingen tacir mahrum, cesur tacir ise merzuktur." (Suyûtî, Cem'u'l-Cemâvi', nr. 10344; Kenzü'l-Ummâl, nr. 9293; el-'Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, I, 349)

عَنْ أَبِى سَعِيدٍ عَنِ النَّبِىِّ قَالَ « التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ ».

"Doğru ve kendine güvenilir tüccar, yarın kıyamet günü peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle haşr onulacaktır." (Tirmizî, Büyu', 1252)

 

"Helâl kazanç temin etmek için çalışmak cihattır." (Kudâî, Müsnedu'ş-Şihâb, I,83 nr. 56)

عَنِ الْمِقْدَامِ بْنِ مَعْدِيكَرِبَ الزُّبَيْدِىِّ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- قَالَ « مَا كَسَبَ الرَّجُلُ كَسْبًا أَطْيَبَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ وَمَا أَنْفَقَ الرَّجُلُ عَلَى نَفْسِهِ وَأَهْلِهِ وَوَلَدِهِ وَخَادِمِهِ فَهُوَ صَدَقَةٌ ».

Kişinin elinin emeğiyle yediğinden daha temiz bir şey yoktur. Kişinin kendi nefsine, ehline, çocuklarına ve hizmetinde çalışanlarına verdiğinden daha hayırlı bir sadaka yoktur. (İbn Mace, Ticarat, 2221)

"Kazancın en temizi ve güzeli kişinin kendi eliyle elde ettiği kazanç iş ve hileden, hainlikten uzak meşru alış-veriştir." (İbn Ebî Şeybe, Musannef, XIV, 196; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VI, 31, 42,127, 193, 220)

 

"Dünya işlerinizi ıslah edip yoluna koyunuz, ahiretinizi de ihmal etmeyip onun için çalışınız." (İbn Mâce, nr. 2142; Beyhâki, Sünen, V, 264; Müstedrek, II, 3)

Hz. Peygamber bu hadisleri ile de dünya-ahiret dengesinin kurulmasını temine çalışmaktadır.

Resulullah, durmadan çalışmaya, kazanmaya, ilerlemeye teşvik etmekle kalmamış, bilakis helâl kazanç elde etmek için çalışmak her Müslümana farzdır." buyurarak kendisine inananları ve bağlananları daima çalışmakla yükümlü kılmış ve çalışmayı ibadet kabul etmiştir.

Hayatta öyle kimseler görülüyor ki, bunlar meslek edindikleri işlerden ziyade, edinmedikleri konularla ilgilenmekte ve bu hususta ilerlemektedirler. Böylece branş veya meslek seçiminde yapılan geçmiş hataların cezasını ömürleri boyunca çekmektedirler. Onun için ilk ve taze yetenekler üzerinde inceden inceye tetkikler yapmadan ve bu hususta uzmanların görüşlerini almadan meslek belirlemesine gidilmemelidir. Hz. Peygamber tarafından buyurulan:

قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ أصَابَ مِنْ شَيْءٍ فَلْيَلْزَمْهُ

"Kim herhangi meşru bir şeyde rızıklandıysa onu yapsın, mesleğini sevsin ve bu konuda ilerlesin" (Kenzü'l-'Ummâl, nr. 9286) hadisi titizlikle kabiliyete göre seçilmiş meslekte sebata işaret etmektedir.

Bu vesile ile Allah Resûlü'nün hadis literatüründe yer alan şu iki sözlerine de işaret edelim:

"Ekiniz, biçiniz, ziraatla meşgul olunuz. Çünkü ziraat bereketli ve güzel bir meşgaledir." (Kenzü'l-'Ummâl, nr. 9348)

"Kim bir ağaç dikerse, o ağaçtan insanlar ve Allah'ın yarattığı diğer canlılar faydalandığı sürece, bu ağaç, sahibi için sadaka-i cariyedir." (Buharî Sahîh, Edeb 27; Hars 1; Müslim, Sahîh, Müsâkat 2, Zer'7; Tirmizî, Sünen, Ahkâm 40; Dârimî, Sünen, Büyû' 67; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 147, 192, 229, 243; krş. S. Ateş, Tefsir, I, 465-466.)

Şu son hadis ve benzerleri ağaç yetiştirmek için çalışmanın, ağaç diken, onları titizlikle koruyanların ne büyük sevap kazanacaklarını açıkça ortaya koyuyor. Ya ormanlarımızı acımasızca, cahilce tahrip ederek hem bu devamlı ecirlere engel olanlara, hem ülkenin tabiî servetine, tabiî ve sıhhî varlığına suikastta bulunanlara ne diyelim!

Onlar bilerek veya bilmeyerek vatana düşmanlık ve Allah ile sevgili Peygamberine isyan eden insanlardır. Ağaç, yeşillik sevgisini gönüllerde bir insan gibi yerleştirmek en kutsal görevlerimizden olmalıdır ve bu elbette büyük bir ibadettir.

Şimdi konumuzla ilgili birçok hadis içerisinden bazılarını aldığımız İslâm prensiplerinden hangisi tembelliği, geriliği emretmekte; hangisi çalışmaya ve kazanmaya, ilerlemeye engeldir!

Biraz da çalışma ve çalışkanlığın ta zıddı olan tembellik hastalığı üzerinde duralım.

Rasûlullah'ın en başta gelen görevlerinden birisi de mü'minleri tembellik denilen hastalıktan kurtarmaya çalışmak olmuştur.

Tembellik, fertler için olduğu kadar toplum ve millet için de büyük bir hastalıktır. Hem de bulaşıcı bir hastalıktır. Allah korusun bir kimse tembelliğin kıskacına bir yakalanırsa, onun tarafından bir morfinlenirse, bu kimsenin kendisini kurtarması için büyük bir çaba ve irade gücüne ihtiyacı olacaktır. Çünkü "tembellik baldan daha tatlıdır." denmiştir.

İnsan için tembellik, sürekli olarak yanından ayrılmayan düşmanıdır. Kaynağı nefistir.

Nefsin, sadece tembellik değil, insan için her konuda hazırladığı tuzaklarına düşmemek için, onunla sürekli olarak mücadele etmek şarttır. Onu azmin, imanın ve iradenin kıskacında tutmalıdır. "Nefisle mücadele ederek, ona yenilmemek en büyük cihat" (Tirmizî, Sünen, Fedâilü'l-Cihâd, 2; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VI,20, 22) kabul edilmiştir.

Tembellik, önce insanın çalışma ruhunu öldürür, azmini kırar. Onu ümitsizliğe iter. Esas felâket ömür sermayesinin yitirilmesi, çalışma saatlerinin heder edilmesidir. Bütün tembellerin yol açtığı zaman israfının, kaybettikleri iş saatlerinin kendilerine, ailelerine ve ülkeye neye mal olduğunu hesap etmek herhalde zor olmayacaktır.

Çalışan ve kazanan ise mutludur, huzurludur, vicdanen müsterihtir. Allah'ın kendisine lütfettiği sağlık, zaman, akıl, düşünce ve bilgiyi yerli yerinde kullanarak bunlardan faydalanmasını bildiği için, Yaradana karşı şükrünü ifade etmiştir.

Tembel, güçsüzdür, moralsizdir, tatminsizdir ve yoksuldur. Fakirliği meslek haline getirmiştir. Resûlüllah bu miskin ruha ve bu ruhun sahibine karşıdır. O'nun yoksullara yakın olması, onlara yardımı her vesile ile teşvik etmesi, onları himaye etmesi, korumaya çalışmasındandır; yoksa fakirliği teşvik etmesinden değildir.

Nice insan çalışmak istediği halde iş bulamayabiliyor. Yaşlılık, hastalık, sakatlık ve bunlara benzer sebeplerle çalışamayabiliyor. Bunların zekâtla, sadaka ve yardımlarla kollanması gerekir. Ancak halkın, başkalarının sırtından asalak olarak geçinmeye çalışanlara, tembellere yardım etmesi, dengeyi bozmak, suçlarına ortak olmak demektir.

Resûlüllah tarafından söylendiği iddia edilen ve bazı eserlerde yer alan "el-fakru fahrî" (el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, II, 87) sözüne hadis ana kaynaklarında rastlamak veya onu Hz. Peygamber'e ulaştıracak senedi tespit etmek mümkün değildir. Bu sözü delil olarak fakirliği övmek, bunun efendimizin yolu olduğunu sanmak kesinlikle yanlışlıktır. Bu, dinin ve sünnetin ruhuna aykırıdır.

Bütün insanlar Allah'a göre fakirdir, "el-fukarâ ilallah"dır. O'na muhtaçtır. (Fatır, 15; Muhammed, 38) Ama yoksulluğu prensip haline getirerek mecbur kalmadıkça başkalarına muhtaç olmamalıdırlar, olmamaya çalışmalıdırlar.

Hz. Peygamber: "Seyahat edin, ticaret yapın, hem sağlıklı hem de zengin olursunuz, maddi kazanç elde edersiniz." (Kudâî, Müsnedü'ş-Şihâb, I, 364 nr. 403; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 539 nr. 1455) buyurmuştur.

Yine Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'indeki bir hadisten öğrendiğimize göre de "Allah Resûlü'nün arkadaşları kara, deniz demeden seyahat ediyorlar, ticaret yapıyorlar, bağ ve bahçelerde çalışıyorlardı."

İslâm'ın ilk dönemlerinde de Müslümanlar, inançları, çalışmaları ve azimleri sayesinde Roma'nın 800 senede yaptığını 80 senede yapmışlardır.

Hz. Ömer, "Sakın ola ki sizden hiçbiriniz Allah'ım bana rızık ver, yiyecek bir şeyler gönder diye dua ederek rızık temini için çalışmaktan geri durmasın. Siz pekâlâ bilirsiniz ki gökten ne altın yağar ne de gümüş. "

"Ailemin, çoluk çocuğumun rızkını temin etmek için alışveriş yaparken ölümün bana geldiği yer, en sevdiğim mahaldir" sözü yine büyük halife, adâleti, hakkaniyeti ile dünyaya ün salmış olan Hz. Ömer'e aittir.

"Cuma günü iş yapılmaz" şeklinde yanlış inanç yıllarca halkımız üzerinde menfi tesir yapmıştır. Halbuki bu konudaki ayet-i kerime gayet açıktır:

 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ {9}فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِن فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيراً لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“9- Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.

10- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. “(Cum'a, 62/9-10)

Hz. Peygamber kendisine bir şeyler istemek için gelen bir sahâbîye:

 

"Çarşıda-pazarda hamallık yaparak, çalışarak bir şeyler kazanmasının dilencilik yapmasından çok daha iyi olduğunu" (Buhârî, Zekât, 50; Müslim, Zekât 35 nr. 106; Muvatta, II, 998-999) söylemiştir.

 

"Yine eğer dilencilikteki günahın mahiyetini bilmiş olsaydınız, hiçbiriniz diğerine birşey istemek için gitmezdi, yürüyemezdi" (Nesâî, V, 95-96 nr. 2586),

 

"Mecbur kalmadıkça insanlardan dilenen kimse, kıyamet günü yüzünde hiçbir et parçası kalmamış olarak gelecektir." (Terğîb, I,573)

قال رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « مَنْ سَأَلَ النَّاس تَكَثُّراً فَإِنَّمَا يَسْأَلُ جَمْراً ، فَلْيسْتَقِلَّ أَوْ لِيَسْتَكْثِرْ »

Mal biriktirmek için dilenen,  gerçekte  kor istiyor demektir. Artık ister az, ister çok dilensin.”( Müslim, Zekât 105.) buyurmuşlardır.

Görüldüğü üzere Resulullah bu hadisleri ile Müslümanların daima çalışarak, ellerinin emeklerini yemeleri gerektiğini ifade buyurmuş, tembelliği ve dilenciliği kötülemiştir.

İslâm Dini kadar insanlara benliğini, izzet-i nefsini ve şerefini koruma yollarını öğreten hiçbir din, hiçbir sosyal kurum yoktur.

İslâm'a göre bir milletin bağımsızlığı, toplumun şeref ve namusu ne kadar kutsal ise, bir insan da o derece saygı ve şerefe lâyık yüce bir varlıktır. Herkes bu ilâhî emaneti korumakla görevlidir. Bunun içindir ki, bütün insanlara, bütün fazilet yolları gösterilmiştir.

Her kötülük insanın benliğinden, şerefinden bir parçasını giderir...

Fakat yine de diğer faziletlerini değerlerini koruyabilir. Meselâ bir sarhoşun sarhoşluğu dışında yine de şerefli ve sevimli bir varlığı vardır. Fakat insanın dinî haram ve yasaklar arasında bütün şerefini, izzet-i nefsini silip süpüren yegâne bir haram varsa o da gereksiz ve ihtiyaçsız olduğu halde dilencilik zilletine düşmesidir. El açmak, boyun eğmek, bir insan için üstünde taşıdığı şeref ve itibarın zevalini ilan etmekten başka birşey değildir.

Bunun için yoksullara, acizlere yardımı şiddetle tavsiye ve emreden dinimiz aynı zamanda ihtiyacı olmaksızın istemeyi ve dilenmeyi de kesinlikle yasak etmiştir.

Dilenmek gibi çirkin hareketten ümmetini korumaya ve bundan uzaklaştırmaya çalışan Resûlüllah onları daima çalışmaya teşvik etmiş ve tembellik denilen yüz karasından kurtarma çabası içinde bulunmuş ve şöyle buyurmuştur...

قالَ رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لأَنْ يَأْخُذَ أَحَدُكُم أَحبُلَهُ ثُمَّ يَأْتِيَ الجَبَلَ ، فَيَأْتِيَ بحُزْمَةٍ مِن حَطَبٍ عَلى ظَهِرِهِ فَيَبيعَهَا ، فَيَكُفَّ اللَّه بها وَجْهَهُ ، خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَن يَسأَلَ النَّاسَ ، أَعطَوْهُ أَوْ مَنَعُوهُ »

"Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki, sizden birinizin urganını alıp, arkasında dağdan odun yüklenerek getirmesi ve onu satıp geçinmesi, bir zengine gelerek sadaka istemesinden çok daha hayırlıdır. Kimbilir o da eğer verirse minneti altına girersin, vermezse zillet ve mahrumiyet içinde kalırsın." (Tecrîd Terc. VI, 95.)

Görüldüğü üzere Resûlüllah, insana, Müslümanlara, çalışmamanın, tembelliğin maruz bırakacağı bu onur kırıcı durumundan kurtulmanın yollarını göstermiştir.

O'nun (s.a.s.) tarafından konuyla ilgili olarak dikkate sunulan bir diğer ikazı da şöyledir:

 

 

"Benim hakkınızda korktuğum şu dört şeyden siz de sakının:

1- Şişmanlık,

2- Çok uyumak,

3- Tembellik,

4- İman zayıflığı." (Suyûtî, Cem'u'l-Cemâvi', 832)

Dikkat edilirse, bu rahatsızlıkların her biri peşinden gelenin sebebi durumundadır.

Vaazımızı Sevgili Peygamberimiz'in şu duasıyla bitirelim:

 

 

"Allah'ım, fakirlikten, açlıktan, zelil ve hakir olmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım." (Nesâî, VIII, nr. 5460, 5462; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 305, 325, 254; Beyhakî, Sünen, VII, 12;

Mişkât, nr. 2467)

 

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Temmuz 09 2014 11:35:21 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.01 saniye 14,839,988 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024