Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Aile Sorumluluğu

Aile Allah’ın emri ve Peygamber Efendimiz’in [sallallahu aleyhi ve sellem] sünneti olan nikâhla kurulan kutsal ve şerefli bir ocaktır. [1]

Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de: “Evlenin, çoğalın. Kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim.” (Beyhaki) buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.[2]

Aile, Allah Teâlâ'nın insanlığa en büyük emanetlerinden biridir. Din ve dünya hayatı aile ile güzel ve düzenli olur. Ailesiz dinî hayat tam yaşanamaz. Bekâr insan noksandır. Aile olmadan dünya hayatı da güzel ve düzenli olmaz. Bunun için aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.

İlk aile cennette kurulmuştur. Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Havva validemizin evlilikleri cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte, cennetten bir tat vardır.

Evlilik, dünyada cennetin bir numunesini yaşamak ve bir derece cennet hayatının tadını tatmaktır. Cennete girildiğinde ailesiz ve yalnız hiç kimse kalmayacak, herkes bir aile ortamında olacaktır.

Aile, insanlık cemiyetinin temelidir. Evlilik, bu temeli Allah'ın adıyla atmak ve insanlık şerefine uygun bir bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı aile üzerine kurulmuş ve aile düzenine göre şekillendirilmiştir.

Bütün dinlerde aile yuvası temel birimdir; insanlık binasının esasıdır. Aile olmadan, nesep korunmadan din yaşanamaz, hukuk uygulanamaz, hayatın bir manası olmaz. Bunun için şu beş esasın muhafazası bütün dinlerin ortak hedefi olmuştur:

1. Tevhid inancını ve dini korumak,

2. Canı korumak.

3. Aklı korumak.

4. Namusu, aileyi ve nesli korumak.

5. Malı korumak.

Yüce Allah kullarına evlenmeyi ve yuva kurmayı emretmiştir. Çünkü erkek ve kadın bu fıtrat üzere yaratılmıştır. Kulluk, fıtrata uyarak yapılınca güzel ve tamam olur. Yoksa din noksan yaşanır. Din noksan yaşanınca insan da noksan kalır. İnsan noksan olunca, muhafazası gereken beş esası hakkıyla muhafaza edemez. Kâmil olmak için evlenmek, yuva kurmak, yuva hukukunu ayakta tutmak şarttır.[3]

Aile, karı, koca ve çocuklardan meydana gelen bağlar üzerine kurulan küçük bir sosyal topluluktur. Aile, bir cemiyeti ayakta tutan temel müessesedir.[4]

Her şeyi çift olarak yaratan (Zariyat/49), bir ve benzersiz Allahu Tealâ, Hz.Adem’i (A.S.) ve Hz. Havva validemizi yaratarak, insan çiftini kadın ve erkekten meydana getirdi. (Nisa/1) İnsan nesli, ilk aileyi oluşturan bu mübarek çiftten çoğalarak günümüze kadar geldi.

Bugün de toplumların varlığı, neslin çoğalarak devam etmesi aileye bağlı. Kadın, erkek ve bunların çocuklarından oluşan aile, milletlerin üzerine kurulu olduğu temel yapıyı meydana getiriyor.

Allahu Tealâ, müminlerin müminlerle evlenmesini buyurarak, (Bakara/221) bizlere ailenin oluşumunda temel kuralı bildiriyor. Yani Müslüman aile, Müslüman erkek ve kadından meydana gelir. Özellikle Müslüman bir hanımın gayri müslim bir erkekle evliliğini dinimiz kesinlikle yasaklamıştır. Çünkü çocukların soyu babaya nispet edilir. Müslüman bir kadın, gayri müslim bir erkekle İslam’ı kabul edip Müslüman olması şartıyla evlenebilir.

Mukaddes bir yuva kurulurken İslami kaidelere riayet edilmesi en önemli şarttır. Aile saadeti, her iki tarafın İslam’ın belirttiği hak ve vecibelere itaat etmesine bağlıdır. Eşlerin, İslam’ın emir ve yasaklarını hayatlarında tatbik etmeleri ile ancak mutlu ve geleceğin sağlam temellerinin atıldığı bir yuva kurulabilir.

 Bir yuva kurduktan sonra onu korumak, öncelikle Allah Tealâ’nın: “Mümin erkek ve kadınlara söyle. Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur/30-31) emrine uymakla mümkündür. Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Rasulü’nün (s.a.v) bildirdiği gibi paylaşmalıdır.

 Aile ortamındaki davranışlarımızın şekli, dinimizin toplum içerisinde bizden beklediklerinden farklı değil. Prensipleri Kur’an ve Sünnet’te belirlenen İslam ahlakı yaşandıktan sonra, aile hayatında mutluluğu elde etmemek için hiçbir sebep yoktur.

Gerçi günümüzde İslam’ı yaşamak, elde ateş koru tutmak kadar zorlaştı. Gayri İslami kültürlerin, özellikle Batı dünyasının hayat tarzıyla aşılanan kültürümüz maalesef ciddi tehdit altında.

Yaygınlaştırılmaya çalışılan yeni anlayışta evlenip aile kurmak, sorumluluk almak, gelecek temiz nesillerin devamına katkıda bulunmak gereksiz bir yük olarak kabul ediliyor. Nikâhsız beraberliklerden çocuk sahibi olmak adeta özendiriliyor. Aile külfetine girmeksizin çocuk edinmenin sonuçları ile o çok özendiğimiz Batı’nın başı ciddi şekilde dertteyken, bizim magazin dünyamız bunu çözüm olarak sunuyor.

Uzunca bir zamandır Müslümanların çok dikkatli olmaları gereken bir dönemi yaşıyoruz. Savaş meydanlarında mağlup olanlar, huzur ve mutluluk vaatleriyle bugün aramızda kuzu postunda dolaşıyor. Teknolojinin bütün imkânlarını kullanarak kültürümüzün can damarlarını, bizi biz yapan her şeyi tahrip etmeye çalışıyorlar.

 Bilmeliyiz ki, Müslüman aile Müslüman toplumun temel direğidir. Bu direk yıkılırsa -ki İslam düşmanlarının ilk hedefi budur- toplumumuzun ayakta kalması mümkün değildir. Televizyonuyla, sinemasıyla, müziğiyle, edebiyatıyla, içimize sızıp bizi yok etmeye çalışanlara karşı bütün gayretimizle bu nezih kurumu korumak ve yaşatmak zorundayız. Bu yolda Peygamber varisi rabbani âlimler rehberliğinde birbirimize destek vermek zorundayız. Asla yıkılmadan, dimdik ayakta kalarak, insanlığın huzur ve mutluluk ümitlerini kendi huzur ve mutluluğumuzla yeşertmek zorundayız.

 Çare, her durumda olduğu gibi Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak. Bugün ateşten bir kor olsa da çare bu. Başka yol yok!..[5]

İslam ümmetinin çoğalması ve kuvvetlenmesi için evlenip yuva kurmak ayrı bir fazilettir. Bunun bir de âhiretteki netice ve müjdeleri vardır. Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Rabbimiz! Bize eşlerimiz ve çocuklarımızdan gözümüzü aydın edecek nesiller ver ve bizleri takvâ yolunda gidenlerin rehberi yap"[6] âyetinde yuvanın hedefleri gösterilmektedir. Bunlar, takvâ, terbiye, güzel nesil ve yeryüzünde Cenâb-ı Hakk'ın şahitleri olmaktır.

Günümüzde insanlık cemiyeti böyle yuvaların özlemini çekmektedir.[7]

Ailenin asıl görevi kişinin kendisini ve çocuklarını ateşten korumasıdır (Tahrim suresi, 6).[8]

İslam, evlilik ve aile kurumuna öncelikle, kadın ve erkeğin haram yollara sapmasını önlemek, toplumu şekillendiren temel sosyal üniteyi oluşturmak ve birçok peygamberin “soyumdan inanan ve hayırlı işler yapan bir nesil ver” duasında olduğu gibi hayırlı nesiller yetiştirme hedeflerini yükler.[9]

Evlilikle kurulan ailenin asıl amacı, ilâhî emre uyarak vazife görmektir. En önemli vazife, ailedeki edep ve hukukları koruyarak Allah rızasına ulaşmaktır.

Bu temel vazifelerin başında erkek ile kadının haramdan korunması, birbiriyle kalp huzurunu yakalaması, bu huzurla güzel kulluğa koşması ve cemiyete iyi bir nesil yetiştirmesi gelir. Evlenmenin amacı, sadece erkek ve kadının cinsel duygularını tatmin etmekten ibaret değildir. Şehvet duygusu neslin devamı için bir araçtır.

Aile, kâinata yayılan ilâhî sevgiyi beraber tatmak içindir. Sevgi, yüce Allah'ın erkekle kadın arasına koyduğu bir rahmettir. Bütün aileleri ayakta tutan, anne ile babayı kaynaştıran, onlara yuvanın yükünü taşıtan bu rahmet ve sevgidir.

Hadiste bu rahmet bir misalle şöyle anlatılır:

“Yüce Allah rahmetini yüz parçaya böldü. Bir parçasını dünyadaki varlıklar arasında paylaştırdı. Bunun tecellisini her varlıkta görebilirsiniz. Hayvanlarda bile. Hani, bir hayvan yavrusunu emzirirken incinmesin diye ayağını kaldırır ve rahatça emmesini sağlar ya; işte bu o rahmetin eseridir. Bütün vahşi hayvanlar o rahmet ile yavrularına şefkat gösterir, onları korur, besler ve büyütür. Yüce Allah kıyamet günü bu bir rahmeti doksan dokuz rahmetiyle birleştirip halka öyle rahmet eder.”[10]

Akıl sahipleri bundan ibret almalıdır.

Aile, yârin ve yavruların sığındığı, korunduğu ve barındığı bir yer demektir. Aile, baba ocağı, anne kucağıdır. Ocak sabrı, kucak merhameti temsil eder. Ailede zahmetle rahmet iç içedir. Bu zahmeti Allah için çekenler, içindeki rahmeti bulurlar.

Aile rahmet, ibret, hikmet ve hayat dolu bir yerdir. Onu sırf bir eğlence olarak görmek, koca kâinatı bir keyfe kurban etmek olur. Bu, şahsa, aileye ve insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet olur.

Mümin, aileye Allah'ın adıyla adım atmalıdır. Niyeti güzel, hedefi cennet olmalıdır. Birkaç günlük beraberlik için nikâh kıyılmaz, yuva kurulmaz. Ailede niyet ebediyen beraberliktir. Hedef kendisini, ailesini ve yavrularını ateşten korumaktır. Anne ve babanın tek derdi bu olmalıdır. Bunun yolu da edeptir.

Edep, herkes için, en kalıcı sermaye, en süslü elbise, en güzel hediye, en kazançlı miras ve en emniyetli makamdır. Edep, sevgiyle Cenâb-ı Hakk'ın davetine uyup cennet rehberi Hz. Muhammed'e (s.a.v) tâbi olmaktır.[11]

Aile, karşılıklı sevgi ve saygı esasına dayanan, hak ve sorumluluklarının bilincinde olan mutlu bir yuvanın oluşturulmasını hedeflemiştir.[12]

Atalarımız, "Gönül sevince samanlık seyran olur" demişlerdir. Ailedeki mutluluğun şifresi; rıza, vefa, sevgi ve sabırdır, diyor bir âlim.

Önce şunu bilelim: Evlenen iki kişi birbirinin nasibidir. Bu nasip, Allah'ın ilminde kesinleşmiş bir takdirdir. Bu nasibe razı olmak imanın gereğidir. Ona helâlinden ulaşmak farz olduğu gibi, ulaşınca hakkını korumak da farzdır. Hayırlı eş Allah'ın kuluna özel bir ikramıdır, hayırsız eş ise dünyanın en ağır imtihanıdır. Ailemizin saadeti onu acısıyla birlikte kabul etmeye bağlıdır. Bu işin temeli de rızadır.

Ailede mutlu olmak için karı kocanın birbirlerinin her şeyinden hoşlanması gerekmez. Koca hanımının bir huyundan veya durumundan hoşlanmadığı zaman onu hemen gözden ve gönülden çıkarmamalıdır. Kadının kocasına karşı durumu da aynıdır. Kim bilir nefsimizin hoşlanmadığı o durum içinde nice saklı hayırlar vardır. Bu, ileride gözükecektir. Sabredilirse anlaşılır. [13]

Evlilik bir emanettir. Evlilik bir âriyettir. Evlilik bir rıza pazarıdır. Başta kurduğumuz mukaveleyi sonuna kadar rıza ile götürmeye mecburuz. Böyle olmazsa dede olarak sakal ağartmak, baba olarak ömür tüketmek kifayet etmez. Yuvada görülen stres, sıkıntı ve gönül darlığı anlayışsız eşlerin çirkin fiillerinin meyvesidir.

Bir Büyüğümüz bir sözünde,

"Cennet kadınlarının en güzeli insanın evlendiği karısı olacak. Hatta kişinin hanımı cennet hûrilerden daha güzel olacak" demiştir.[14]

Aile, bir taraftan imtihan diğer yandan terbiye ve terakki sebebidir.[15]

Allah için yapılan bir evlilikte her şey rahmet ve sevap sebebi olur. Aile, Allah'ın emanetidir. Bu emaneti taşırken çekilen zahmetler boşa gitmez. Anne ve baba yuvanın yükünü taşıyıp sorumluluklarını yerine getirmekle ibadet yapmış ve sevap kazanmış olurlar.

Resûlullah (s.a.v), idarecilere ve ailelere bu sorumluluklarını şöyle hatırlatmıştır:

“Dikkat edin, hepiniz birer çobansınız ve hepiniz korumakla görevli olduğunuz şeylerden sorumlusunuz. İdareci halkından, erkek ailesinden, kadın kocasının evinden, hizmetçi, efendisinin malından, kısaca herkes üstlendiği şeylerden Allah'a karşı sorumludur.”[16]

Aile yükü taşınırken helâlinden çalışmak, kazanmak, harcamak, hatta eşi ve çocukları ile oynamak birer hayır çeşididir.

Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şu müjdeyi vermiştir:

“Kişinin ailesi için yaptığı her harcama kendisi için sadakadır. Muhakkak ki kişi hanımının ağzına koyduğu bir lokma için dahi sevap kazanır.”[17]

Arkadaşları ile bir savaşta bulunan Abdullah b. Mübârek (rah) onlara,

"Bizim yaptığımız şu savaştan daha üstün bir savaşı biliyor musunuz?" diye sordu, arkadaşları,

"Hayır, bilmiyoruz" dediler. Abdullah,

"Ben biliyorum" dedi. Arkadaşları,

"Nedir o?" diye sorduklarında Abdullah b. Mübârek (rah) şu cevabı verdi:

"İffetli ve edepli, çoluk çocuk sahibi bir müminin geceleyin kalkar, çocuklarına bakar, uykuda olan çocuklarının üstünün açılmış olduğunu görür ve onları elbisesi ile örter. İşte bu kişinin yaptığı, bizim şu anda içinde bulunduğumuz amelden daha hayırlı ve üstündür."[18]

Şu hadis-i şerifler bütün aile reislerine müjde vermektedir:

“Kulun günahları çoğaldığı vakit, (günahlarına kefâret olması için) yüce Allah onu geçim darlığına düşürür.”[19]

“Günahlar içinde öyleleri vardır ki, onları ancak geçim için çekilen sıkıntılar temizler.”[20]

"Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi bulunur da onlarla güzel geçinir, onlar hakkında Allah'tan korkarak gerekeni yaparsa mutlaka cennete girer. İki kızı veya iki kız kardeşi olan için de durum aynıdır."[21] [22]

Ailedeki mutlulukta rıza ve vefa çok önemlidir. Ailesine razı olan rahat eder, vefa gösterenleri yüce Allah mükâfatlandırır. Bir olaya sadece nefisle değil, aynı zamanda vicdan, akıl, insaf ve sevgiyle de bakmalıdır.

Sevdiğimizi kusuru ile kabul etmek mutluluk için ilk adımdır. Ayrıca onun yükünü çekmek, sıkıntısına sabretmek, hatasını affetmek, onun için hayır dua etmek iyi geçim için vazgeçilmez şeylerdir. Aslında sevginin zevki de bu çile içinde gizlidir.

Bir ailenin çok basit tartışmalardan dolayı birbirine kızıp küserek hemen boşanmayı düşünmeleri doğru değildir. Bu konuda yüce Allah bütün aile reislerini şöyle uyarmaktadır:

"Kadınlarınızla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (hemen boşamaya gitmeyin, sabredin ve şunu bilin) sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah pek çok hayır yaratır. "[23]

Aynı şeyler kadından da istenir.

Kusursuz dost arayan kimse yalnız kalır. Kusursuz insan nerede? Bir kimsenin iyi hali kötü halinden daha fazla ise o kimse iyi insan kabul edilir ve kusurları affedilir. Yeter ki bu kusurlar Allah'a şirk koşmak ve namusunu kirletmek gibi kusur ve günahlardan olmasın.

Bu konuda Rahmet Peygamberimiz (s.a.v) aile reislerine şu inceliği hatırlatmıştır:

"Kadın aslı itibariyle farklı yapıda yaratılmıştır, onu sürekli aynı halde tutamazsın. Onunla bulunduğu o halde geçinmeye bak. Yoksa onu istediğim gibi dosdoğru yapayım dersen kırarsın. Onun kırılması boşamaktır.”[24]

Haksız ve gereksiz yere boşamak ise yüce Allah'ın hiç sevmeyip gazap ettiği bir iştir. Diğer hadiste şöyle buyrulur:

"Mümin erkek bir kusurundan dolayı hemen hanımına kızmasın. Onun bir huyundan hoşlanmazsa hoşlanacağı ve razı olacağı başka bir huyu vardır, ona baksın.”[25]

En geçimsiz insanda bile hoşa gidecek bir taraf bulunur. Kadın veya erkek birbirinin önce iyi taraflarını düşünmelidir. İyi yönüne şükretmeli, kötü yönünü ise sabredip idare yoluna gitmelidir. Eğer bir kadın namus kusuru işlemiyorsa, onun diğer davranış bozukluklarına sabredilmelidir.

Sabır ve idare ahlâkına sahip olan kimse, hem emanetine aldığı ailesine iyi davranıp sevap alır hem de çilenin içindeki huzuru yakalamış olur.

0 Benim İçin Bir Servetti                                                                                                                    

Bir Hak dostunun hanımı oldukça sert, geçimsiz ve sevimsizdi. Kocasına her gün dili ve haliyle sanki cehennem azabı çektiriyordu. Bu zat ise onun her haline sabrediyor, nefsini sabra alıştırıyor, bu ateşin içinde her gün pişiyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için onu boşamayı hiç düşünmüyordu.

Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Kadına hiçbir nasihat fayda vermiyordu. Öyle oldu ki bu zata acıyan bazıları kadının ölümü için dua etmeye başladılar.

Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilân ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına geldiler; ona, "Efendim, biz size taziyeye değil, tebrik etmeye geldik; gözünüz aydın olsun, kurtuldunuz!" dediler. Allah dostu sakin ve düşünceliydi. Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı:

"Ben bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti. Ben onun kötü huylarına sabrederek yüce Rabbim'in razı olacağı güzel ahlâkları elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve mânevî derece kazanıyordum. Ne yazık ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı!"

Demek ki mutlu olmanın yolu çoktur. İnsan biraz işlerin sonunu düşünse, biraz geniş olsa, biraz da aklını ve gönlünü kullansa çok şeyin üstesinden gelir.

Her Şey Para ve Güzellik Değildir                                                                                                                 

Bu dünyada tek mutluluk sebebi para veya güzellik değildir. Hanımı güzel, kocası zengin olan bütün ailelerin mutlu oldukları düşünülmesin. Sırf güzellik ve zenginlik saadet için yetmez. Hatta bunlar çoğu zaman aile için saadet yerine felâket sebebi olmaktadır.

Bunun için Allah Resûlü (s.a.v) yuva kuracak gençlere, mutluluk için dindar, akıllı ve dengeli kadını tercih etmelerini tavsiye etmiş; bazen güzelliğin, zenginliğin ve nesebin âfet sebebi olacağını hatırlatmıştır.[26]

Hanbelî mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbel (rah), iki tane kızı olan bir aileye kız istemeye gitmişti. Kızların biri çok güzeldi, diğerinin ise bir gözü kördü. Ahmed b. Hanbel,

"Hangisi daha akıllıdır?" diye sordu; bir gözü olmayanın daha akıllı olduğunu söylediler. Büyük âlim,

"Beni onunla evlendiriniz, ben onu tercih ediyorum" dedi.[27]

Tarihte güzelliğin veya paranın şımarttığı insan pek çoktur. Ruh doktorları hastalarının çoğunluğunu zenginlerin ve güzel kadınların oluşturduğunu söylüyorlar.

Nesebi, itibarı, mesleği ve güzelliği ile kocasının başını sıkıntıya sokan kadınlar da az değildir.

Bekâr bir gencin şu sözleri hayret vericidir:

"Ben yüzü çirkin fakat ahlâkı güzel bir kadınla evlenmek istiyorum. Yüzü öyle çirkin olsun ki benden başka kimse onun yüzüne bakmasın; bakan da zevk almasın. Çünkü tanıdıklarımdan birinin yüzü güzel fakat ahlâkı bozuk, şımarık, süsüne ve gezmeye düşkün bir karısı var; başına bela oldu. Adam onu ne terk edebiliyor ne de tedavi. Sık sık şöyle yakınıyor:

Ne yapacağımı şaşırdım vallahi! Tek çare olarak ölümü görüyorum. İkimizden biri ölse de kurtulsam şu belâdan!"

Allah korusun, nefis haramlarda huzur aramaya başlayınca, ailede ne vefa kalır ne de safa.

Özü gibi yüzü de güzel, gönlü gibi dili de tatlı, mâneviyatı gibi maddiyatı da zengin olan fakat asla kul olduğunu unutmayan edep timsali nice erkek ve kadınlar da vardır. Onlar herkes için sevgi ve edepte rehber insanlardır. Müslümanların yüz akıdır.

Mutluluk cefada gizli, vefada saklı bir mânevi safadır. Mutluluk edepli olmaktır. Bunun ölçüsü, edep peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.v) uymaktır. Mutluluk, Cenâb-ı Hakk'ı ve halkı razı ederek sevinmektir. Mutluluk, sevdiklerimizi sevindirerek huzur bulmaktır. Mutluluk, nefsimizle birlikte ruhumuzu da sevindirmektir. Mutluluk, cennete giden yolu seçmektir.[28]

İnsanların en hayırlısı, aile çevresine en hayırlı davranan kimsedir. Resulü Ekrem [sallallahu aleyhi ve sellem]; “Ey ümmetim! Kadınlara iyilikle muamele etmenizi tavsiye ederim. Çünkü onlar (Allah’ın emaneti olarak) size verildiler.”  buyurmuştur. [29]

Aile reisi olan erkek yüce Allah'a karşı sorumludur. Onun ailesine güzel davranması farzdır. Zulüm haramdır. Bunun için kadınlarla güzel geçinmelidir. Onlardan gelecek sıkıntılara katlanmalıdır. Kadınların tabiatı bunu gerektirmektedir. Böyle davranmakla kişi onlara merhamet etmiş olur. Bu konuda yüce Allah,

"Hanımlarınızla iyi geçinin"[30] buyurmuştur.

Diğer bir âyette onların hakkını yücelterek, şöyle buyurmuştur:

"Onlar (kadınlar) sizden sağlam bir söz almışlardı. "[31]

Başka bir âyette de,

"... Ve yanınızdaki arkadaşa iyilikte bulunun...”[32]  buyurmaktadır.

Müfessirlerden bazıları, “yanınızdaki arkadaş" ifadesiyle kastedilen kimsenin evdeki hanım olduğunu söylemişlerdir.[33]

Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatından önce ashabına tavsiyede bulunduğu ve sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadınlara iyi davranma konusu da vardı. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Namaza dikkat edin, aman namaza dikkat edin. Elinizin altında bulunanlara güçlerinden fazla yük yüklemeyin. "[34]

"Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkun! Onlar sizin yanınızda bir emanettir. " [35]

"Siz onları yüce Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın emri ve izni ile namuslarını kendinize helâl kıldınız."[36]

Hanımla iyi geçinmek demek sadece ona eziyet etmemek değildir. Bilakis hanımdan gelecek eziyetlere de katlanmak demektir. İyi geçinmek, hanım öfkelenip kendini kaybettiğinde, akıllı olmak, ağır davranmak ve sabretmektir.

Irz ve namus, iman gibi değerlidir. Onlar bir erkeğe verilmiş en büyük, en kutsal emanetlerdir. Onları korumak için gerekirse can verilir. Bu bir mertlik ve şehitliktir. Edep Peygamberimiz (s.a.v), yüce Allah'ın kıyamet günü şu üç kimseye rahmet nazarı ile bakmayacağını ve onları cennete koymayacağını haber vermiştir:

1. Anne babasına haksız yere isyan eden ve onların hakkını çiğneyen kimse.

2. Hanımını yabancılardan kıskanmayan (onun haram iş ve ilişkilerinden zevk alan) erkek (deyyus).

3. (Kılık, kıyafet, hal ve hareketleri ile) erkeklere benzemeye çalışan kadın.

Bu kimseler tövbe etmeden ölürlerse sonuç budur. Ancak kul kusurunu anlar ve tövbe ederse, rahmete ve cennete yönelmiş olur.[37]

 Güzel Geçinme Güzel Ahlaktır

Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Gönlün gıdası sevgidir. Sevginin kaynağı yüce Allah'tır. Dâimî huzur yüce Allah iledir.

Gerçekten Allah'a yönelmiş, ilâhî aşktan bir derece tatmış, maddenin ötesinde bir âlemin olduğunu anlayıp ona kalbini açmış bir insanla geçinmek çok kolaydır; çünkü bu insanın derdi Allah'tır, huzuru Hak iledir.

Hep "ben" diyende huzur olmaz, "ben haklıyım" diyenle hak bulunmaz.

Güzel geçim güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın temeli tevazudur. Tevazu, ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için vazgeçilmez bir ahlâktır. O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz.

Tevazu, yüce Allah'ın azameti karşısında iki büklüm olup, nefsini hiç bilmek, kulluktaki kusurlarını görüp kendi haline üzülmektir.

Kusuru kendisinde arayan kimse, hem kusurunu kolay bulur hem de karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu bulmak olana yüce Allah yardım eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini genişletir, nefsinin sertliğini giderir, şeytanın hilesini gösterir, Hakk'ı sevdirir, haklıyı buldurur.

Böylece hayat güzel olur.

Bencil ve kibirli bir aile, ne yaparsa yapsın huzuru bulamaz.

Yüce Yaratıcı'sının hükmü karşısında saygı ile eğilmeyen baş kibirlidir. Kibirli kimse katı olur.

Kibirli kimse ince bir aşkla sevmeyi bilmez, incelip de bir gönle giremez. Böyle biri düşmanıyla değil, dostuyla bile geçinemez; ta tövbe edip gerçek tevazuyu elde edene kadar...

Aşağıdaki örnek İslâm'ın nuru ile terbiye olan sert bir insanın nasıl inceldiğini göstermektedir:

Hanımın Hatasını Hizmetine Bağışla

Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.

Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz. Ömer'in (r.a) hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.

O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya doğru geldiğini fark etmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin geri döndüğünü sordu. Adam,

“Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!"dedi Hz. Ömer (r.a),

"Derdin neydi?" diye sordu. Adam,

"Hanımım, bazen bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a) adamı bir kenara çekerek ona,

"Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için onlara tahammül etmeliyiz. Onlar bizim evimizi beklerler. Ekmek ve yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler. Elbise ve evimizi temizlerler. Nefsimizi teskin eder ve bizi harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim" dedi.

Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve,

"Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" deli. O zaman Hz. Ömer (r.a),

"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır, gelir geçer" dedi.[38]

Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan Hz. Ömer (r.a), yine Hak hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak olabilmekteydi. Onun tek derdi Hakk'ın hatırını korumaktı.

İşte tevazu denen şey budur.

İnsan halka gösterdiği tevazu kadar Hak katında yücelir.

Güzel Geçinme Bir Sanattır

Asıl güzel geçim, kötü ve aksi insanla olur. Güzel huylu kimse ile hoş geçinmek kolaydır; buna gerçek manada güzel geçim denmez.

Ailemiz ahlâkımızı yansıtan bir aynadır. Herkes kendisini en iyi bu aynada görür. Ailede yapmacık olmaz, gizli huylar saklanmaz; içimizde ne varsa dışarıya o çıkar.

Bir kadının en güzel şahidi kocasıdır; kocanın da şahidi hanımıdır. Herkes kendisini ailesine karşı davranışları ile tanımalı, nefsinin huylarını bu ortamda tespit etmeli ve yanlışını tedaviye çalışmalıdır.

Bunun için Allah dostları kendilerindeki ahlâkı görmek, ölçmek ve geliştirmek için yanlarında kötü davranışlı bazı insanların bulunmasına razı olurlar, bunu bir fırsat bilirler ve ondan istifade ederlerdi.

Velilerden Yahya b. Ziyâd'ın (rah), kötü huylu bir kölesi vardı. Bir gün kendisine, "Bu kötü huylu köleyi niçin yanında tutuyorsun; onu sat da kurtul. Sen bunu bedava vermiş olsan yine kazançlı olursun" dediklerinde, o büyük zat şöyle demiştir:

"Hayır, onu satmayacağım, ben onun kötü huylarına sabrederek geniş olmaya ve yumuşak davranmaya alışıyorum."[39]

Lokman Hekim'e (a.s), "Sen bu güzel ahlâkı kimden öğrendin?" diye sormuşlar, o da şu cevabı vermiş:

"Kötü ahlâklı kimselerden öğrendim; onlarda gördüğüm kötü işleri ben terk ettim; böylece güzel ahlakı elde ettim."

Güzel ahlâk dünyanın en büyük servetidir. Ona sahip olan kimse öyle mutlu olur ki artık bu kimsenin huzurunu kimse bozamaz. Çünkü o, yüce Allah ile huzuru bulmuştur ve herkese huzur verir.

Allah ile huzur bulanlar öyle bir kuvvet ve kabiliyet kazanır ki artık kendisini sevmeyeni bile sever, ona gelmeyene gider, haksızlık edeni affeder, vermeyene verir. Sertlik gösterene gülümser. Kendisine cahilce davranan kimseye hiç bulaşmaz, ona acır ve "kal selâmetle" deyip yoluna devam eder.

Mümin her işte kendi ahlâkını kontrol etmelidir. O, kendisine nasıl davranıldığına değil, kendisinin nasıl davrandığına bakmalıdır. Ona karşı hanımı, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı bir kusur yapsa ilk sorusu şu olmalıdır:

"Ben yüce Rabbim'e karşı ne kusur işledim ki bana karşı bu kusur işlendi. Acaba, bunun başıma gelmesinde benim bir kusurum var mıdır?"

Evet, akıllı ve adaletli kimseler böyle düşünür. Kendisinde bir kusur bulursa onu terk eder ve Allah'tan affını ister. Sonra karşısındaki kimsenin kusuru için bir mazeret arar. Mazeret bulursa onu affeder, bulamazsa kendisini güzel bir şekilde uyarır; kusurunu anlaması için yardımcı olur. Böyle bir kimsenin kızması da sevmesi gibi fayda verir, insanı kötülükten kurtarır.

İşte bu ahlâka sahip olan bir kadın veya erkek, hayatının her anını huzur içinde ve hayır üzere geçirir. Böyle bir kalbi ve ince edebi elde etmek için ne yapılsa azdır. Rehbere gitmeden iş çok zordur.

Güzel Geçinmenin Sırrı

Büyük velî imam Şa'rânî (k.s) güzel geçimin sırrını şöyle açıklar:

"Mümin kardeşim! Eğer sen hanımının doğru, güzel huylu ve ahlâklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah'a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan bunu bilmediklerinden kendi nefislerinin huylarına bakmadan hanımının ahlâkından şikâyet etmektedir. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi kusurlarına bakar, onları düzeltirlerdi ve böylece hanımlarının kötü ahlâkı da kendiliğinden düzelmiş olurdu.

Allah kendisinden razı olsun, ben bu durumu kendi ailem üzerinde çok denedim. Ben ne zaman açık veya gizli bir kusur işlesem bunun hemen onda bir yansımasını görürdüm. Hâlbuki o gerçekte güzel ahlâklı bir kadındı. Ancak ben değişince o da elinde olmadan değişiyordu. Buna çok defa şahit oldum. Bunun için hanımımda sevmediğim bir hareket görsem hemen kendimi kontrol ederdim. Onun benim yüzümden değiştiğini düşünürdüm. Ben kendime çeki düzen verince onun da kendiliğinden düzeldiğini görürdüm."[40]

Kusurumu Ailemde Seyrediyorum                                                                                                              

Fudayl b. iyâz (k.s) demiştir ki:

"Ben yüce Allah'a karşı bir kusur işlediğim zaman, bunun sonucunu bineğimde, hizmetçimde ve hanımımda görürdüm. Onların bana karşı tavrı değişir, huyları sertleşirdi. Ben bunu anlar, pişman olur, hemen tövbe ve istiğfar ederdim. Onların da kötü huyu yok olurdu. Ben bundan tövbemin kabul edildiğini anlardım. Çok defa da tövbe edip pişmanlık duyduğum halde bineğimin huysuzluğu, hizmetçi ve hanımımın itaatsizliği devam ederdi. Ben bundan tövbemin kabul edilmediğini anlar, daha dikkatli olurdum ."[41] [42]

Aile reisi, ailesinin rızık ve geçimini düşündüğü kadar, ilmi ve edebini düşünmekle de yükümlüdür.

Evlenmek, bir insanlık görevidir. Bütün peygamberlerin sünneti ile amel etmektir. Edep üzere kurulan bir yuva, insanın şahsına, ailesine ve bütün insanlığa bir hizmettir.

Yüce Allah cemiyette herkesi insanlığın ve aile yuvasının bir işinden sorumlu tutmuştur. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), kimin neden sorumlu olduğunu şöyle belirtmiştir:

"Hepiniz birer çobansınız; hepiniz sorumluluğunuz altındaki şeylerden sorumlusunuz. İdareciler, yönettikleri halktan sorumludur. Koca, ailesinin himaye ve terbiyesinden sorumludur. Kadın, kocasının evinden (onun şeref ve nesebini korumaktan) sorumludur. Hizmetçi ailenin malından sorumludur. Kısaca herkes üstlendiği şeylerden sorumludur."[43]

Edep üzere kurulan ailede iki türlü hayat vardır: Biri mânevî hayattır. Bu, kalbin uyanması ve Allah'a yönelmesidir. Bunun meyvesi âhirette cennet nimetleridir. Çünkü insan evlilik ile yuvada bir huzur bulur ve tat alır. Bu tadın hiç bitmemesini ister. Bu ise dünyada mümkün değildir. Ebedî tadın yeri âhirette cennettir. Kendisi seven ve ailesini düşünen kimse, dünya tadıyla yetinmeyip cennete yönelir. Oraya girebilmenin yolu iman, ibadet ve güzel ahlâktır. Bu durumda kul, kendisini cennet nimetlerine götürecek imana yapışır, ibadetlere yönelir, güzel ahlâka sarılır. Aile bunun sebebi olur.

Evliliğin insana faydası sadece bu olsaydı, yine içine girmeye ve zahmetini çekmeye değerdi.

Aile ile bulunan diğer hayat, yeni nesil kazanmaktır. Nesil insanın bir şekilde kendi varlığını devam ettirmesidir. Nesil, mali değil mânevî değerleri korumak, taşımak ve yaymak için lâzımdır.[44]

Evlenmekten murat, ümmetin çokluğu, İslâm'ın yayılmasıdır. Bir evlilik ki yalnız şehveti tatmin için olursa onda bir sevap yoktur. O evlilik İslâm'ı çoğaltma, beşeriyete selâmet ve ahlâk-ı ilâhîyi yaymak içinse onda baştan sona sevap olur. Evliliğini bu niyetle yapanın ailesi için çalışması, yemesi, içmesi, konuşması sevap olur.

Âdemoğlu öldüğü zaman amel defteri dürülür. Ancak geride salih bir evlat bırakmışsa o kimsenin amel defteri kapanmaz. Defterine sevap yazılmaya devam eder. Bir evlat ki babasına, anasına, atalarına dua eder, bu dua nurdan tabaklarla ölülere arz olunur.

İyi nasihat, güzel örnekler, ulemâ-i izâmın hayırlı nasihatleri insanları tövbekâr eder. Eğer sen anne baba olarak çocuğuna akıl bâliğ olana kadar İslâmî terbiyenin gereklerini öğrettiysen sorumluluğunu yerine getirmiş olursun. Onun günahlarının vebali kendi boynunadır. Bu, yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'deki,

"Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez" (En'âm 6/164) âyet-i celîlesi ile sabittir.

Ancak bir şart var ki o da ergenlik çağına kadar çocuğuna gerekli tedrisatı öğretmendir. Bunu yapmak anne baba üzerine görevdir. Anne babalar çocuklarına gerekli bütün İslâmî terbiyeyi verdikleri zaman mesuliyetten kurtulurlar.

(Kız olsun erkek olsun bütün) çocuklar yedi yaşına geldikleri zaman namaza başlatılır. Erkekler on, kızlar dokuz yaşına girdiği zaman farz olmuş gibi namazlara devam ettirilir. Yine bu yaşlarda çocuklar oruçlarını tam olarak tutar, haramları helâlleri öğrenirler. Dinî farziyetler kendilerine öğretilir. Onlara ana, baba, komşu hakları belletilir. Eğer anne baba, çocuklarına akıl baliğ olana kadar helâl lokma yedirip namazlarını kılmayı, oruçlarını tutmayı öğrettiyse, ayrıca erkek çocuğunun helâlinden rızık kazanmasını sağlayıp çocuklarının hayırlı bir eşle yuvasını kurduysa görevini yapmıştır demektir.

Çocuğun yirmi yaşına geldiği halde ona namazı, orucu, helâli, haramı öğretmediysen bu çocuğun idraki, anlayışı elbette eksik olur.

Evlat yetiştirmek yalnız dünya rızkını kazanmada çocuğunu maharet sahibi yapmak değildir. Evladına iyi bir meslek edindirmek, olabildiğince geniş maddi imkânlar sağlamak baba olmanın asıl vazifesi değildir.[45]

Hazırlayan: Gültekin KARA



[1] Sohbet Alt Başlığı

[2] S. M. Saki Erol, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.    

[3] S.M.Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.15.

[4] Sohbet Alt Başlığı

[5] S. M. Saki EROL, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.    

[6] Furkan 25/74.

[7] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.18.

[8] Sohbet Alt Başlığı

[9] S. M. Saki EROL, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.    

[10] Müslim, Tevbe, 19-20; İbn Mâce, Zühd, 35; Ahmed, Müsned, 2/434; 3/55.

[11] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.19.

[12] Sohbet Alt Başlığı

[13] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.33.

[14] Mehmet ILDIRAR, Ailede Saklı Cennet, Sf.12

[15] Sohbet Alt Başlığı

[16] Buhârî, Ahkâm, 1; Nikâh, 81, 90; Müslim, İmâret 20 (nr. 1829); Tirmizî, Cihâd, 27 (nr. 1705); Ebû Davud, İmâret, 1 (nr. 2928). Buhârî, Ahkâm, 1; Nikâh, 81, 90; Müslim, İmâret 20 (nr. 1829); Tirmizî, Cihâd, 27 (nr. 1705); Ebû Davud, İmâret, 1 (nr. 2928).

[17] Buhârî, Cenâiz, 37, Nafakât, 1, Feraiz, 6; Müslim, Vesâyâ, 5; Ebû Davud, Vesâyâ, 2; Tirmizî, Vesâyâ, 1; Nesâî, Vesâyâ, 3.

[18] Gazâlî, İhyâ, 41; Zebîdî, İthafü's-Sâde, 6/67.

[19] Ahmed, Müsned, 6/157; Bezzâr, Müsned, nr. 3260, Heysemî, ez-Zevâid, 3/291; Hatîb Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, nr.1580. Ahmed, Müsned, 6/157; Bezzâr, Müsned, nr. 3260, Heysemî, ez-Zevâid, 3/291; Hatîb Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, nr.1580.

[20] Taberânî, el-Evsat, nr.102; Nuaym, Hilye, 6/335; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr.16600; Heysemî, ez-Zevâid, nr. 6239.

[21] Ebû Davud, Edeb, 121; Tirmizî, Birr, 13. Ebû Davud, Edeb, 121; Tirmizî, Birr, 13.

[22] Dilaver Selvi, Delil ve Örnekleriyle Temel Aile İlmihali.

[23] Nisâ 4/19.

[24] Buhârî, Nikâh, 79; Müslim, Radâ', 59; Tirmizî, Talâk, 12;ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4179; Ahmed, Müsned, 2/449.

Buhârî, Nikâh, 79; Müslim, Radâ', 59; Tirmizî, Talâk, 12;ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4179; Ahmed, Müsned, 2/449.

[25] Müslim, Radâ', 61; Begavî, Mesâbîhus-Sünne, nr. 2417; Münzirî, et-Tergîb, nr. 2882.

[26] bk. Bezzâr, Müsned, nr. 1404; Taberànî, et-Kebîr, 18/38- 39; Heysemî, Mecmauz-Zevâid, 4/255. bk. Bezzâr, Müsned, nr. 1404; Taberànî, et-Kebîr, 18/38- 39; Heysemî, Mecmauz-Zevâid, 4/255.

[27] Ebû Tâlib el-MekkÎ, Kalplerin Azığı: Kutü'I-Kulûb, 4/448 38 (İstanbul: Semerkand, 2003).

[28] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.33.

[29] Sohbet Alt Başlığı

[30] Nisâ 4/19,

[31] Nisâ 4/21.

[32] Nisâ 4/36.

[33] Kurtubî, el-Câmi, 5/165.

[34] Ebû Davud, Edeb, 123; ibn Mâce, Vesâyâ, 1, Cenâiz, 64.

[35] Nesâî, es-Sünenü'I-Kübrâ, nr. 7097.

[36] Müslim, Hac, 148.

[37] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.78.

[38] Bk. Zehebi, el-Kebâir, s. 179.

[39] Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 471 (İstanbul: Semerkand, 2004).

[40] Şa'rânî, Levâkihul-Envâril-Kudsiyye, s. 333 (Halep 1993); el-Uhudü'I-Kübrâ, s. 402 (Istanbul: Bedir, 1982).

[41] Şa'rànî, a.g.e., s. 333.

[42] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.40.

[43] Buhâri, Ahkâm, 1; Müslim, imâre, 20; Ebû Davud, imâre, 1,13; Tirmizî, Cihâd, 27; Ahmed, Müsned, 2/5, 54, 55; ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4491.

[44] S.M. Saki EROL, Aile Saadeti, Sf.18.

[45] Mehmet ILDIRAR, Ailede Saklı Cennet, Sf.103.

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Aralık 18 2014 08:31:10 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.02 saniye 14,861,256 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024