Osmanlıca sözlük


ÂBÂ VÜ ECDAD: Babalar, dedeler, atalar.
ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi.
ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.
ABD-İ MEMLUK: Kul, köle.
ABES: Boş, saçma.
ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su.
ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu.
ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf.
ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.
A'CEMÎ: Arap olmayan.
ACÎB: Şaşılacak ve hayret edilecek şey.
ACÛZ: Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.
ACZ-I BEŞERÎ: İnsanın acizliği, güçsüzlüğü.
ACZ-I KÜLLÎ: Tam güçsüzlük.
A'DÂ: 1. "Adüvv"ün çoğulu. Düşmanlar. 2. Pek zâlim, pek gaddar.
A'DÂD: "Aded"in çoğulu. Sayılar.
ÂDÂT-I CARİYE: Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.
ADÂVET: Düşmanlık, husumet.
ADEM: Yokluk.
ADEM-İ KÜLLÎ: Tam yokluk.
ADEM-İ MÜSÂVÂT: Eşitsizlik.
ADEMÎ: Yokluğa ait.
ÂDET-İ CÂHİLİYYE: İslâm'dan önceki putperestlik ve müşriklik devrine ait âdet.
ÂDETULLAH: Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.
ÂDİL: Adalet sahibi, doğru adaletli.
ADÎL: Benzer, eş, akran.
ADL: Adalet, çok adaletli.
ÂFÂK: "Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
ÂFÂKÎ: Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
ÂFÂT: Âfetin çoğulu, musibetler, büyük felaketler.
ÂFÎF: İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih.
AFV Ü GUFRÂN: Bağışlama ve yarlığama.
AFV: Affetme, suçu bağışlama.
ÂGÂH: Uyanık, basiretli haberdar.
AĞNAM: "Ganem"in çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler.
AĞNİYÂ: "Ganî"nin çoğulu. Zenginler.
AĞRAZ: Maksatlar, arzular, amaçlar.
AĞRAZ-I DÜNYEVİYYE: Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar.
AĞRÂZ-I FÂSİDE: Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler.
AĞRAZ-I NEFSÂNİYYE: Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.
AĞRAZ-I ŞAHSİYYE: Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.
ÂĞÛŞ: Kucak, sığınılacak yer.
AĞYÂR: Başkaları, düşmanlar, yabancılar.
ÂHAD HABER: Bir kişi tarafından rivayet edilen hadis veya rivayetler.
ÂHÂD: "Ehad'in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar.
ÂHAR: Başkası, diğeri, yabancı.
AHBÂR: "Haber"in çoğulu. Haberler.
AHBÂR-I SADIKA: Doğru haberler.
AHD U EMÂN: And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.
AHD U MÎSÂK: Yemin ve anlaşma, kesin söz.
AHD: 1. Söz verme. 2. Yemin, and. 3. Devir, zaman, gün.
AHD-İ HARİCÎ: Daha önceden ismi bilinen kişilere veya şeylere işaret eden Lâm-ı tarif.
ÂHENG: Uygunluk ve düzen.
AHFÂ: Çok gizli, en gizli.
AHFÂD: "Hafîd"in çoğulu. Torunlar.
AHİD: (Bak: AHD).
ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİ: Son zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.).
ÂHİR ZAMAN: Son zaman, dünyamızın son çağı.
AHİZ: (Bak: AHZ)
AHKÂM: Hükümler, kanunlar.
AHKÂM-I AMELİYYE: Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
AHKÂM-I EZELİYYE: Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler.
AHKÂM-I FER'İYYE: Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
AHKÂM-I ULUHİYYET: Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.
AHKÂM-I UMÛMİYYE: Umûmî hükümler.
AHKEMU'L-HÂKİMİN: Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
AHLÂK-I ZEMÎME: Kötü huylar, çirkin davranışlar.
AHLÂM: "Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar.
AHRÂR: Hürler, esir ve köle olmayanlar.
AHSEN: "Husn"den. En güzel, pek güzel, daha güzel.
AHSEN-İ TAKVÎM: En güzel ve en iyi kıvamda en güzel biçimde.
AHSENÜ'L-KASAS: 1. Kıssaların, hikâyelerin en güzeli. 2. Yusuf Sûresi.
AHZ: 1. Alma, tutma, kabzetme, 2. Kabul etme. 3. Tessellüm. 4. Sorgulama.
AKABE: 1. Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire. 2. Tehlike. 3. Tehlikeli geçit. 4. Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
AKÂİD: Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
AKAR: Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller.
AKD: 1. Anlaşma, sözleşme. 2. Bağlama, düğümleme.
ÂKIBET: Nihayet, sonuç.
ÂKIDEYN: Anlaşma veya sözleşme.
ÂKIL BÂLİĞ: Ergenlik, olgunluk çağına gelen.
ÂKILÂNE: Akıllıca.
AKÎDE: İtikad, iman.
ÂKİF: 1. İbadette devamlı olan kimse. 2. Sebat eden.
AKİKA: Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban.
AKÎM: 1. Beyhude, boş yere. 2. Kısır erkek veya kadın.
AKL-I SELÎM: Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.
AKLÎ: Akla ait, akla uygun.
AKRÂN: Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
AKRİBA: Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.
AKSÂ: En uzak, en son.
AKSÜ'L-AMEL: Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
AKTAR: Baharatçı.
AKTÂR: Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.
AKVÂ ve AHZAR: Daha kuvvetli ve daha açık.
AKVÂ: Daha kuvvetli, en kuvvetli.
AKVÂL: "Kavl"in çoğulu. Kaviller, sözler.
AKVÂM: Kavimler, milletler.
AKVÂM-I SÂİRE: Diğer kavimler.
A'LÂ: En yüce.
ALADDERECÂT: Derecelere göre.
ALÂK SÛRESİ: Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi.
ALAKA: "Alak"dan yapışkan sıvı, embriyo.
ÂLÂM: Elemler, kederler, acılar.
ALÂMET: İşaret, nişan.
ALÂMET-İ FARİKA: Bir şeyi diğerinden ayırıcı işaret. Belirgin özellik.
ÂLÂT: Âletler, vasıtalar.
ÂLÂT-I CİSMANİYYE: Maddî âletler.
A'LÂ-YI İLLİYYÎN: Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri.
ALE'L-HUSÛS: Hususiyetle, özellikle.
ALE'L-USÛL: Usûl üzere. Usûle göre, usulen.
ÂLEM: Kâinat, dünya.
ALEMDÂR: Bayraktar, sancaktar.
ÂLEM-İ CİSMANİYYE: Maddî âlem, kâinat, dünya.
ÂLEM-İ EŞBÂH: "Şebah"tan: 1. Cisimler âlemi, varlıklar âlemi. 2. Hayaller âlemi."Şibh ve şebih"den: Misaller âlemi.
ÂLEM-İ KABİR: Kabir âlemi.
ALESSEVİYYE: Aynı seviyede, eşit olarak.
ÂL-İ FİRAVUN: Firavun ailesi. Firavun soyu.
ÂLİŞÂN: Şan ve şerefi yüksek olan.
ALİYYU'L-A'LÂ: Pek iyi. Fevkalâ-de.
ALLAH BES BÂKÎ HEVES: Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.
ALLÂME: Bilginlerin en bilgilisi.
ALLÂMÜ'L-GUYÛB: Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.
ÂMÂ: Kör.
AMDEN: Kasten, bile bile, isteyerek.
AMELDE İ'TİDÂL: Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
AMEL-İ SALİH: Allah'ın rızasına uygun olan her iş.
AMELİKA: Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
AMÎK: Derin. Bahr-i amîk: Derin deniz. Fikr-i amîk: Derin düşünce.
ÂMİL: 1. Sebep. 2. İş yapan. 3. Zekat toplayan memur.
ÂMM: Umumî, genel.
AMR: Bir erkek ismi.
AMÛD: Direkler, sütunlar.
ANÂSIR-I MUHTELİFE: Çeşitli unsurlar.
ANKA-YI MUĞRİB: İsmi var, cismi yok. Ankâ kuşu.
ANVETEN: Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile.
ANYEDİN: Elden.
ÂRÂBÎ: Bedevî. Çölde yaşayan köylü.
A'RÂF: Cennetle cehennem arasında bulunan bir yer.
ARAFAT: Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
ARASAT: Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
ARAZ: 1. İşaret, alâmet. 2. Tesadüf. 3. Kaza, felaket. 4. Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.
AREFE: Kurban bayramından bir önceki gün.
ARIZÎ: Sonradan hasıl olan şey. Geçici.
ÂRÎ: Temiz, hür, uzak.
ÂRİF: Anlayışlı, bilgili.
ARŞ: 1. Taht. 2. Dokuzuncu gök. 3. Çardak. 4. Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
ARZ: yeryüzü, dünya, genişlik.
ARZ-I MUKADDES: Kutsal ülke. Kudüs, Filistin.
ASÂ: Değnek, sopa, baston.
ASABÂT: 1. Baba tarafından olan akrabalar. 2. Şer'an miras alamayan akrabalar.
ASABE: Baba tarafından akraba olanlar.
ASAHH-I RİVÂYET: En doğru olan rivayet.
ÂSÂR: Eserler.
ÂSÂR-I ATÎKA: Eski eserler.
ASÂ-YI MÛSÂ: Hz. Musa'nın sopası.
ASGARİ: En az, en küçük.
ASHAB: Hz. Peygamber'i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler.
ASHÂB-I KEHF: Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
ASHAB-I MEŞ'EME: Uğursuz, şerli kişiler, kötüler.
ASHAB-I MEYMENE: Uğurlu kişiler, iyi kimseler.
ASHAB-I YEMİN: Uğurlu, meymenetli kimseler.
ÂSIF: Şiddetli rüzgar, fırtına.
ÂSİ: İsyan eden.
ÂSİM: Günah işleyen, günahkâr.
ASNÂM: "Sanem"in çoğulu. Putlar.
ASR: 1. İkindi namazı. 2. İkindi vakti. 3. Yüzyıl, çağ.
AŞR: Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım.
ATÂ: İhsan, lütuf, bağışlama.
ATALET: Tembellik, hareketsizlik.
ATF-I BEYAN: Kapalı bir sözü, açıklayan cümle.
ATIF (ATF): 1. Eğme, meyletme, 2. Bağlama.
ÂTİH: Bunak.
ATİYYE: Hediyye, ihsan, bahşiş.
ATTAR: (Bak: AKTAR)
AVÂLÎ: Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler.
AVAM: 1. Halk. 2. Soylu veya bilgin olmayanlar.
AVÂMİL: 1. Âmiller, sebepler. 2. Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap.
A'YÂN: 1. İleri gelenler. 2 Gözdeler.
A'YÂN-I SABİTE: Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
ÂYÂT: Âyetler.
ÂYÂT-I BEYYİNAT: Açık seçik âyetler.
ÂYÂT-I TEKVİNİYYE VE TEŞRİİYYE: Yaratılışa ve şeriata ait âyetler.
AYIN: Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70'dir.
ÂYİN: 1. Tören, âdet. 2. Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi.
AYN: 1. Göz, 2. Pınar. 3. Eşyanın hakikatı.
AYNE'L-YAKÎN: Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.
A'ZÂ: Uzuvlar, organlar, üyeler.
AZÂB: 1. Büyük sıkıntı, şiddetli elem. 2. Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
AZÂB-I NÂR: Cehennem azabı.
ÂZÂDE: Serbest, hür, kayıtlardan kurtulmuş.
AZ'AF-I MUZÂAF: Kat, kat, pekçok.
AZAMET: Büyüklük, kibirlilik.
AZDÂD (EZDÂD): Zıd olan şeyler.
AZHAR: En açık:
AZÎMÜ'Ş-ŞÂN: Şânı büyük.
AZÎZ: 1. Allah'ın isimlerinden biri. Değerli. 2. Ermiş, velî.
BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm.MİNE'L-BAB İLE'L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar.
BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl.
BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden.
BAĞÇE: Bahçe.
BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan.
BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan.
BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.
BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve.
BAHÎL: Cimri, tamahkâr.
BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel.
BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç.
BAHR Ü BERR: Deniz ve kara.
BAHŞ: Bağış, ihsan.
BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.
BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan.
BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri.
BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan.
BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn.
BÂP: (Bak: BÂB)
BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken.
BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş.
BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir.
BA'S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme.
BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı.
BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki.
BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık.
BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder.
BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah'ın isimlerinden.
BATN: Karın, kuşak, nesil.
BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik.
BA'Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı.
BED NAZAR: Kötü bakış.
BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz.
BEDÂ'-BEDA'AT: Güzellik, yenilik, bediilik.
BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma.
BEDÂYİ': İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.
BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz.
BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar.
BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
BEDEL-İ BA'Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama.
BEDEL-İ İŞTİM'ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle.
BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama.
BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi.
BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.
BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen.
BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz.
BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.
BED-TAHRİR: Kötü yazı.
BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel.
BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye'de bir sıradağ.
BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç.
BEHİME-İ EN'AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar.
BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık.
BEİS-BE'S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret.
BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik.
BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.
BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği.
BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur.
BENAN: Parmak ucu.
BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler.
BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik.
BERA'ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç.
BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar.
BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.
BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan.
BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış.
BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı.
BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı.
BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak.
BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek.
BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi.
BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer.
BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok.
BE'S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber.
BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren.
BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu'l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri.
BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı.
BEY': Satma, satılma, satış.
BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı.
BEYN: Aralık, arasında, arada.
BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı.
BEYT: Ev, mesken, oda, oba.
BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe.
BEYT-İ MAMUR: Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.
BEYTULLAH: Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi.
BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme.
BEYTÜ'L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii.
BEYYİN: Belli, açık, âşikar.
BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler.
BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur'ân'ın 97. sûresi.
BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, müslümanlar.
BEZL: Bol bol verme.
BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.
BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek.
BİD'AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
BİD'AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler.
BİD'AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler.
BİDÂYET: Başlama, başlangıç.
BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin.
BİİZN-İ HÜDA: Allah'ın izni ile.
BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız.
BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire.
BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir.
BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız.
BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız.
BİLÂ: ... sız.
BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar.
BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri.
BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız.
BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar.
BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı.
BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed'in oğlu.
BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü.
BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı.
BİNAEN: ...den dolayı, ...den ötürü.
BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde.
BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma.
Bİ'SET: Gönderme.
Bİ'SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi.
Bİ'SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi.
BU'D: Uzaklık, aralık, boyut.
BU'D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı.
BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin.
BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak.
BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık.
BUK'A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke.
BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek.
BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.
BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık.
BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova.
BÜHTAN ETMEK: İftira etmek.
BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme.
BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.
BÜLEGA'-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları.
BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler.
BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma.
BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık.
BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı.
BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı.
BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.
CÂFÎ: Cefâ çektiren, eziyet eden.
CÂH: İtibar, makam, mevki.
CÂHİLİYYE: Kelime olarak cahilliğe ait mânâsına gelir. Terim olarak İslâmiyetten önceki putperest dönemi ifade eder.
CAHÎM: Cehennem.
CÂİL: "Ceale" kökünden yaratıcı, yapıcı.
CÂİLU'N-NÛR: Nûr'un yaratıcısı.
CÂİZE: Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.
CA'L: Yapma, meydana getirme, yaratma.
CA'LÎ: Sahte, yapmacıklı, düzme.
CÂLİB-İ DİKKAT: Dikkat çekici.
CÂMİ: 1. Toplayan, derleyen. 2. İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.
CÂMİD: 1. Donmuş, hareketsiz. 2. Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.
CÂNİB: Cihet, yön, taraf, yan.
CÂRİYE: 1. Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar. 2. Hizmetçi kız.
CÂY-İ İŞKÂL: Güçlük, zorluk, müşkülât noktası.
CÂZİBE: Cezbeden, çeken, yer çekimi.
CÂZİBE-İ FÂNİYE: Geçici güzellik, fânî güzellik.
CÂZİBE-İ MUTLAKA: 1. Mutlak çekici kuvvet. 2. Yegane çekici kuvvet. 3. Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik.
CÂZİBE-İ UMÛMİYYE KANUNU: Yerçekimi kanunu.
CEBÂBİRE: Cebredenler, zorbalar, zâlimler.
CEBBÂR: 1. İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah. 2. Zalim, müstebit kişi. 3. Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
CEBBÂRÂNE: Cebbârcasına, zorbalıkla.
CEBEL: Dağ.
CEBR U İKRAH: Zorlama ve baskı yapma.
CEBR-İ MAHZ: Sırf cebir, mutlak cebir.
CEBRİYYE: Cüz'î iradeyi inkâr eden mezhep.
CEDİD: Yeni.
CEHD: Çalışma, çabalama.
CEHELE: Cahiller.
CEHL U DALÂLET: Cehalet ve sapıklık.
CEHL: Bilmezlik, cehalet.
CEHR: Açıktan söyleme, açık olarak okuma.
CELÂDET: Kahramanlık, yiğitlik.
CELÂL: Büyüklük, ululuk. Zü'l-celâl: Celâl sahibi Allah.
CELÂL-İ KİBRİYÂ: Allah'ın büyüklüğü.
CELB-İ MASLAHAT: İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.
CELB-İ MENFAAT: Menfaat celbedici, çekici, fayda sağlayıcı.
CELDE: Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah)
CELÎ: Aşikar, belli, parlak, açık.
CEM U TEVFİK: Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma.
CEMAAT: Topluluk, imam arkasında namaz kılan topluluk.
CEMAAT-I NÂCİYE: 1. Cehennemden kurtulacak ehl-i sünnet cemaatı. 2. Selâmete, kurtuluşa erecek cemaat.
CEMÂDÂT: Cansızlar.
CEMÂL: 1. Allah'ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi. 2. Yüz güzelliği.
CEMÂL-İ HAK: Allah'ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.
CEMÂLULLAH: 1. Allah'ın cemâlı, Allah'ın güzelliği. 2. Allah'ın lütfu ihsaniyle tecellisi.
CEMEL: Deve.
CEM'-İ KILLET: Arapça'da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.
CEM'İ MAHLUKÂT: Bütün yaratıklar.
CEMM-İ GAFÎR: Büyük cemaat, insan kalabalığı.
CENÂBET: 1. Gusül abdesti almayı gerektiren durum. 2. Gusül gerektiği halde henüz gusül yapmamış kimse.
CENAH: 1. Yan taraf, cihet. 2. Kol, pazu. 3. Kanat, kuş kanadı.
CENNATU'N-NAÎM: Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.
CERAD: "Cerâde"nin çoğulu. 1. Çekirgeler. 2. Yağmacılar.
CERH: Yaralama, yaralatma, çürütme.
CERİME: "Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar.
CESTE CESTE: Bölüm bölüm, yavaş yavaş.
CEVAD-I MUTLAK: Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.
CEVAHİR: Cevherler, çok değerli olan şeyler.
CEVÂMİU'L-KELİM: Kelimeler topluluğu.
CEVÂRİH: "Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar.
CEVAZ: İzin, müsaade, caiz olma.
CEVELAN: Dolaşma, gezme.
CEVF: 1. Boşluk, oyuk, çukur. 2. Orta yarı.
CEVHER: 1. Varlığı için başkasına muhtaç olmayan. 2. Bir şeyin özü.
CEVR Ü ZULM: Ezâ ve zulüm.
CEVR: Ezâ, eziyet, haksızlık, sitem.
CEYB: Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri.
CEYŞ-İ USRET: Güçlük ordusu.
CEYYİD: İyi, güzel, hoş.
CEZÂLET: Rekaketsizlik, peltek kekeme veya pepe olmayış.
CEZÎRETÜ'L-ARAB: Arap yarımadası.
CEZM: 1. Kesin karar, niyet. 2. Kesme, katı.
CİBAYET: Câbîlik, vergi, gelir toplama.
CİBİLLİYET: Huy, yaratılış.
CİBRİL: Dört büyük melekten biri, vahiy meleği olan Cebrail.
CİBT VE TAGUT: Haç ve put. Allah'tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.
CÎD: Boyun.
CİDD: 1. Bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. Ciddilik.
CÎFE: Lâşe, leş.
CİHAD: 1. İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş. 2. Nefisle yapılan her türlü mücadele.
CİHAD-I EKBER: 1. Büyük savaş. 2. Benlikle savaş.
CİHANŞÜMÛL: Cihânı içine alan.
CİHAZ: 1. Çeyiz ve avadanlık. 2. Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
CİHET: Yön, taraf.
CİM SECÂVENDİ: Kur'ân-ı Kerim'deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.
CİMA: İnsanların cinsî münasebetleri.
CİNÂS: Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.
CİNNET: Delilik, çılgınlık.
CİNS-İ KARÎB: Yakın cins.
CİRM: 1. Cisim. 2. Büyüklük, hacim cirmi ne kadardır?
CİSR: Köprü.
CİSR-İ CEHENNEM: Cehennem köprüsü.
CİZYE: Müslüman olmayan teb'a-dan alınan vergi.
CÛD: Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.
CÛDİ: Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.
CUHÛD: Çıfıt, yahudi.
CUMHÛR: Halk, kalabalık, ahâlî, çoğunluk.
CUMHÛR-İ MÜFESSİRÎN: Müfessirler topluluğu, müfessirlerin çoğunluğu.
CUMHÛR-İ UKALÂ: Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi.
CÜDERÎ: Çiçek hastalığı.
CÜMLE-İ İSMİYYE: İsim cümlesi.
CÜMLE-İ MU'TARIZA: Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik.
CÜMLE-İ VECÎZE: Kısa ve öz söz.
CÜNAH: Günah.
CÜND: Asker, asker topluluğu.
CÜNÛD: Askerler.
CÜNÜB: Gusül abdesti gerekmiş kimse.
CÜZ-İ MAKSÛM: Bölünmüş parça.
CÜZ'İ: Az miktar, bir parça.
ÇÂK: 1. Yarık, yırtık. 2. Yırtmaç.
DÂB: 1. Adalet, doğruluk, 2. İhsan, vergi.
DÂBBE: Yük ve binek hayvanı.
DÂBBETÜ'L-ARZ: Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık.
DÂD-I HAKK: 1. Allah vergisi. 2. Veriş, satış.
DÂFİ': 1. Def' eden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenab-ı Hak.
DÂĞ-DÂR: 1. Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış. 2. Pek müteessir, çok üzgün.
DÂİN (DÂYİN): Borç veren, alacaklı.
DAKİK: 1. İnce, ufak, nâzik. 2. Toz haline getirilmiş şey, un. 3. Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.
DALÂLÂT-I BEŞERİYYE: İnsanlığın sapıklığı, beşerî sapıklık.
DALÂLET: Hak yoldan sapma, sapıklık, azgınlık.
DALÂL-İ MUBÎN: Apaçık sapıklık.
DÂLL Bİ'L-İŞÂRE: İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi.
DÂLL U MUDILLE : Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar.
DÂLLÎN GÜRÛHU: Sapıklar, azgınlar topluluğu.
DÂLLİN: Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar.
DÂR: Ev, yer, yurt, dünya.
DARBE-İ AZÂB: Azap darbesi, azap verici vuruş.
DARB-I MESEL: Ata sözü.
DÂREYN: İki dünya: Dünya ve ahiret.
DÂR-I DÜNYA: Dünya.
DÂR-I HARP: Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke.
DÂR-I İSLÂM: İslâm ülkesi.
DÂR-I KÜFÜR: Gayr-i müslimlerin ülkesi.
DÂR-I SAADET: Mutluluk yeri.
DÂR-I UHRA: Ahiret yurdu.
DARÎRU'L-BASAR: Kör, âmâ.
DÂRU'N-NEDVE: Mekke şehir meclisi.
DÂRU'S-SELÂM: 1.Selamet yurdu, cennet. 2. Bağdat şehrinin ünvanı.
DÂRÜ'L-HİLAFET: İstanbul.
DE'B-İ KADÎM: Eski gelenek, eski usûl, eski âdet.
DEBÛR: Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel.
DECCÂL: Kıyametten az önce çıkacak, insanlardan bir kısmını sapıtacak ve daha sonra Hz. İsa tarafından öldürülecek olan şahıs.
DEF': Öteye itme, savma, savulma.
DEF-İ İHTİYAÇ: İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.
DEF-İ MAZARRAT: Zararı giderme.
DEF-İ MEFSEDET: Fesadı ortadan kaldırma.
DEFTER-İ A'MÂL: Amel defteri, insanların dünyadaki hayır ve kötülüklerin kaydedildiği defter.
DEHA: 1. Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti. 2. Olağanüstü zeka sahibi kimse.
DEHLİZ: Hol, koridor.
DEHRİ: Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist.
DELÂLET: Yol gösterme, kılavuzluk etme.
DELÂLET-İ AKLİYYE VE MANTIKIYYE: Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle.
DELİL: 1. Kılavuz, yol gösterme. 2. Kanıt.
DELİL-İ NAKLÎ: Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.
DELÎL-İ ŞUÛDÎ: Görgüye dayanan delil.
DEM: 1. Kan, 2. Soluk, nefes. 3. Zaman, an.
DEM': Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama.
DEM-İ MESFUH: Dökülmüş kan.
DENÂNET: Alçaklık, zillet.
DENÎ: Alçak.
DERMİYÂN: Ortada.
DERPİŞ: Göz önünde, en önde.
DERS-İ İNTİBAH: Uyandırma dersi.
DERÛN: İç taraf, dahil, kalp.
DEVR-İ CÂHİLİYYE: Cahiliyye devri, İslâm'dan önceki devir.
DEVR-İ SABAVET: Çocukluk çağı.
DEYN: Borç.
DEYYÂN: Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.
DEYYÂR: 1. Manastır sahibi. 2. Biri, bir kimse, fert.
DÎBÂCE: Başlangıç, önsöz, mukaddime.
DİĞERGÂM: Başkalarını düşünen, bencil olmayan.
DİL-ÂVÎZ: Gönül çeken, câzip.
DİL-NİŞÎN: Hoşa giden, kalpte yerleşen.
DÎN U DİYÂNET: Din dindarlık, din ve din duygusu.
DÎNÂR: Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.
DÎN-İ HAK: Hak din İslâmiyet.
DİRAYET: Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.
DİRHEM: 1. Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü. 2. Gümüş para.
DİVAN: Arap şiiri, Divan-ı Arab, Arab'ın şiir külliyatı.
DÛN: 1. Alçak, aşağılık. 2. Aşağı. 3. Altta.
DÜBB-İ ASGAR: Küçük ayı (yedili yıldız grubu).
DÜBB-İ EKBER: Büyük ayı (yedili yıldız grubu).
DÜLDÜL: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Ali'ye verdiği beyaz at.
DÜSTÛR: Kânun, kaide, kural, esas.