EŞRİBE BAHSİ
M E T İ N
«Eşribe» kelimesi «şarâb»ın
çoğuludur. «Şarâb» lügat bakımından içilen her sıvı maddeye denir.
İstılah bakımından ise sarhoş eden nesnedir. Şarabın haram
olanı dört çeşittir:
Birincisi : Hamrdır. Hamr üzüm suyunun
pişmemişidir. Bu üzüm suyu kabarır, katılaşır ve köpük
tutarsa hamr olur. İmameynin
katında köpük atması şart değildir. İç mezheb sahibi de bununla
hükmetmiştir. Ebû Hafs El-Kebîr
bu görüşü kabul etmiştir. Ve bu görüş -Eş-Şurunbulâliye'de
El-Mevâhib'den naklen belirtildiği
gibi- daha kuvvetlidir. İleride bunu ifade eden
de gelecektir. Hamr
bozan mecâz olarak üzüm suyundan
başkasına da ıtlâk olunur.
Müellif bunları söyledikten sonra hamra
ait on hüküm sıralamaya başladı ve şöyle dedi:
Hamr'ın azı da çoğu da icmâ' ile harâmdır. Liaynihi yani bizzat
kendisi haramdır.
Cenab-ı Hakk'ın: «Hamr, kumar, fal okları...» (Mâide, 90) âyeti
celilesinde hamr'ın harâm olduğuna
dair on delil vardır. Bu deliller
El-Mucteba ve başka kitaplarda genişçe izah edilmişlerdir.
Hamr tıpkı sidik gibi necaset-i galîzadır. Onu helâl sayan kâfir olur.
Müslüman için onun kıymetli olması söz
konusu değildir. Fakat en
sıhhatli görüşe göre maliyeti
düşmez.
Onunla menfaatlenmek haramdır. Velev ki hayvanlara içirsin, onunla
çamur yapsın, oyalanmak için
ona baksın veya onu bir tedavide,
yağlamada, yemekte veya başka yerlerde kullansın. Ancak sirke
yapmak için kullanılması veya susuzluktan korktuğu için zaruret miktarı
kullanılması müstesnâdır.
Eğer zaruret miktarından fazla içer, sarhoş olursa had vurulur. Müctebâ.
Hamrın satışı caiz değildir. Çünkü Müslim'de şu hadis yer olmaktadır: «Onun içilmesini harâm kılan
Allah onun satışını da haram kılmıştır.»
Hamrı içene sarhoş olmasa dahi had vurulur. Hamr'dan başka içkileri
içen ise, sarhoş olduğu
takdirde had vurulur.
Hamrda pişirmek herhangi bir etki yapmaz.
Ancak pişirilmiş hamrı içen bir kimse
sarhoş olmadıkça
kendisine had vurulmaz. Çünkü
had, Zeylaî'nin de zikrettiği gibi pişmemiş
hamra ait bir özelliktir.
Musannıf bu görüşü takviye
etmiş. El-Kınye ve El-Muctebâ'daki görüşleri
zayıf saymıştır. Sonra İbn
Vebân'dan nakledildi ki: «El-Kınye sahibinin söylediğine -kaidelere muhalif olduğundan dolayı,
başkasından gelen bir nakil ile desteklenmezse- iltifât edilmez.»
Bu konuda İbn Şahne'nin de söyledikleri
vardır.
Hamrla tedavi mutemet kavle göre caiz
değildir. Bunu müellif söyledi.
Ben derim ki: Hamrı şırınga ile dübüre akıtmak veya tenasül
uzvuna akıtmak dahi olsa yine helâl
değildir. Nihâye.
Hamrı -İmâm Şâfiî'nin hilâfına-
bir şey atmak suretiyle dahi olsa sirkeye çevirmek câiz değildir.
İZAH
Bu konuyu sulamadan sonra zikretti. Çünkü «eşribe» ile
«şirb» kelimesi lafzan ve mana olarak aynı
damardan gelen iki koldurlar Şirb (sulama) bahsini daha önce
zikretti. Çünkü ölü arazilerin ihyâsına
uygundur. Bunun tamamı El-İnâye
ve El-Minah'ta zikredilmiştir.
El-Kühistânî dedi ki: «Şarapların asılları
üzüm, hurma ve kuru üzüm gibi meyvelerden; buğday,
darı, mısır gibi hububattan; şeker,
paluze ve bal gibi tatlılardan; deve ve kısrakların sütü gibi
sütlerden meydana gelir. Üzümden edinilen
şarap beş veya altı çeşittir. Meyveden edinilen şarap
cinsi ise üç, kuru üzümden iki ve diğerlerinden ise birer çeşittir.
Bunların her birisinin de çiğ ve
pişirilmiş olmak üzere iki çeşidi
vardır.»
«Her içilen sıvıya şarap denir ilh...» sözüne
gelince; «eşribe» kelimesi
«şirb» kökünden alınmıştır;
ister su, ister sudan başka içilenler
olsun, ister helâl olsun, ister olmasın, her içilen şey demektir.
Kühistânî.
Müellif «o» derken hamr kelimesi için
müennes (dişi) zamirini kullandı. Çünkü
«hamr» kelimesi
semaen müennestir. Kâmûs sahibi: «Bazen
bu kelime için lafza bakılarak
müzekker zamir de
kullanılır.» diyor.
«Niyy kelimesi «nun»un esresi ve «yâ»
harfinin şeddesiyledir ilh...» sözüne
gelince; bu, aslın
hilâfınadır. Çünkü Kâmûs'ta
«hemze» bâbında ve El-Kühistânî'de: «Niyy
kelimesi «nun»un esresi,
«yâ» hemzenin sükunuyladır»
deniliyor. El-Muğrib adlı lügat kitabında
«kalb ve idğam üzerine «yâ»
harfi şeddeli de olabilir» denilmektedir.
Bunun benzeri İbnu'l-Esîr'in
Nihâye adlı eserinde de vardır. El-Azmiye
adlı eserde «ibdâl ve idğâm
meşhur değildir» denilmektedir. El-Makdisî, «Bu kelimenin avamca bir
kelime olduğunu»
kaydediyor.
«Kaynadığı zaman ilh...» Yani altı yükseldiği zaman. Zira «Galâ»
kelimesi esasen yükseltme,
yükselme manasına gelir. Nitekim El-Makâyîs'te bu böyle yer almaktadır.
Müellifin «şiddetleştiği»
tabirine gelince, yani sarhoş edecek şekilde
kuvvetleştiği demektir.
Kühistânî.
«Yani köpük atarsa ilh...» Yani
köpük kalmayıp berraklaşır ve saflaşırsa demektir. Kühistânî.
«İmameyn'in görüşü daha kuvvetlidir
ilh...» sözüne gelince, buna El-Mahbûbi, En-Nesefî ve
başkaları da itibar etmişlerdir. Tashih-u Kâsım.
Gayetu'l-Beyân'da denildi ki: «Avam-ı nâsın cesaretini defetmek için ben de İmameyn'in
sözüne
yapışırım. Çünkü avam bu «köpük atmazdan önce helâl olduğunu» bildikleri zaman fesada
düşeceklerdir.»
En-Nihâye ve başka eserlerde şu hüküm vardır: «Denildi ki:
içilmesinin haram olması hususunda
sadece katılaşmaya dikkat edilir, haddi vurmak meselesinde de ihtiyatî olarak köpük atmaya dikkat
edilir.»
«Bunu ifade eden gelecektir ilh...» sözünden maksadı: «Köpürüp
şiddetlendiği zaman hepsi
haramdır.» ibaresi gelecektir, demektir. H.
«Hamr bazen mecazen başka şeylere de ıtlâk olunur ilh...» El-Minah'ta denildi ki: «Bu isim
(yani
hamr) lügatçilerin icmâsıyla
şaraba tahsis edilmiştir. Biz: «Her sarhoş edici hamrdır,
çünkü aklın
karışması manasına gelen muhâmerâttan iştikâk olunmuştur»
diyemeyiz. Çünkü lügatte kıyas câri
olmaz. Binaenaleyh, içinde su karar bulduğundan ötürü testiye 'karûre' denilmez. Allah
Rasûlü'nün:
«Her sarhoş edici hamr ve her sarhoş edici harâmdır» ve yine: «Kesinlikle buğdaydan bir hamr,
arpadan bir hamr vardır.
Kesinlikle kuru üzümden bir hamr
vardır. Kesinlikle baldan bir hamr
vardır» sözüne gelince onun cevabı
şudur: Hamr hakikaten bu zikredilenlere ve başka şeylere de
ıtlâk olunur. Bunların her
birisinin ayrı isimleri vardır. Meselâ:
musellese, bâzuk, munassaf ve
benzeri gibi. Binaenaleyh bunlara
«hamr» demek mecazîdir. Hadis de buna hamledilir. El-Minah'tan
özetle.
Veya bu hadis, hükmün beyânı içindir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem hükmün beyânı
için gönderilmiştir,
hakikatlerin beyânı için değil.
«Onun azı da çoğu da icmâen haramdır ilh...» Yani azının da çoğunun da içilmesi
haramdır. Evet
«içilme»yi takrîr ediyoruz, onlardan yararlanmanın, tedavinin haram
olması şeklinde gelen hüküm
mükerrer olmasın diye. H.
Müellif bununla Mutezileden bazılarının:
«Haram, sarhoş eden çok miktardır.
Sarhoş etmeyen azı
haram değildir» şeklindeki görüşlerinin dışında kâlmak istemiştir. Kühistânî.
El-Hidâye'de denildi ki: «Bunu söylemek küfürdür. Çünkü Kitab'ı inkâr
etmektir. Zira Kitap hamra
«rics» demiş, rics ise bizzat kendisi haram o!an şeydir. Rasûl-ü Ekrem'in hamrı haram kıldığı
ise,
Sünnette mütevatir olarak gelmiştir
ve bu hususta ümmetin icmâsı da
vardır. Bir de onun azı onun
çoğuna insanı davet eder ve bu da hamrın
özelliklerindendir.»
«Ayniyle haramdır ilh...» Yani hamr sarhoşluk vermesi şartıyla haram değildir, onun tek damlası
dahi haramdır. Nitekim bu hüküm
daha önceki ifadelerden anlaşılmıştır. Fakat o bâtıl
kavli reddin
tekidi için tekrarlanmıştır.
«Âyette hamrın haram
olduğuna dair on delil vardır ilh»
sözüne gelince; bunlar şudur: (1) Cenâb-ı
Hak hamrı kumar ile birlikte ele almış
ye kumara atfetmiş, (2) ona «necis» demiş. (3) onu şeytanın
amellerinden saymış, (4) ondan
sakınılmasını emretmiş, (5) kurtuluşu ondan sakınmaya
bağlamış,
(6) şeytanın onunla düşmanlığı ilkâ etme
özelliği ile nitelemiş. (7)
buğzu yerleştirmeyi, (8) Allah'ın
zikrinden menetmeyi hep ona bağlamıştır. (9) Namazdan menetme
özelliğini de ona bağlamış ve
(10) tehdidi ilân eden istifham
(soru) sigasıyla belîğ bir yasaklama
getîrmiş" tir. H.
«O, galîz bir necasettir ilh...» Çünkü Cenab-ı Hak onu «rics» diye adlandırmıştır. Binaenaleyh o
sidik ve akıtılmış kan gibidir.
İtkânî.
«Onu helâl gören kâfir olur» sözüne gelince, çünkü bu kişi kesin
delili inkâr ediyor, demektir.
Hidâye.
«Müslüman hakkında onun
kıymetlendirilmesi sakıt olmuştur
ilh...» Müslümanın şarabını telef eden
veya gasp eden zâmin olmaz. Onun satışı câiz değildir.
Çünkü Cenab-ı Hak onu necis kıldığından,
onun değerini düşürmüştür. Kıymetlendirme ise onun değerine işaret
eder. Allah'ın Rasûlü
buyurdular:
«Onun içilmesini kesinlikle haram
kılan, onun alış verişini ve
onun bedelini yemeyi de haram
kılmıştır.» Hidâye.
Onu telef etme halinde
tazminatının gerekmemesi, onun telef edilmesinin mubah olduğuna delâlet
etmez. Ancak bu hususta fakîhler ihtilâf etmiştir. Bazıları
:«telef
edilmesi mubahtır» derken bazıları
da «ancak sahih bir garaz için telef edilirse mubah olur»
demişlerdir. Meselâ, hamr, içkicinin
yanındadır. Kalırsa içmesinden
korkulursa o zaman telef edilir. Salih bir kişinin yanında ise, onu
telef etmek mubâh değildir.
Çünkü o salih kişi onu sirkeye çevirir. İnâye.
En-Nihâye ve başka eserler Mecdu'l-Eimme'den naklederek «Sahih ikinci görüştür» dediler.
Ebussuûd dedi ki: «Zahire göre bu hilâf, onun maliyetinin sukûtu
konusundaki hilâf üzerine tefrî
edilmiştir. Binaenaleyh «o
maldır» diyenler; -ki en sıhhatlisi de
budur- «onu itlâf etmek ancak
sıhhatli bir nedenden ötürü
mubah olabilir» derler.» Bu güzel bir açıklamadır.
«Müslüman hakkında ilh...» Şarap zımmî hakkında domuz gibi kıymetlidir. Hatta zımmînın domuzu
da şarabı da satması sıhhatlidir. Eğer domuz ve şarabını İmamdan veya İmamın memurundan
başkası telef ederse, onların kıymetini zımmîye ödemek mecburiyetindedir. Nitekim Gasp bahsinde
bu geçti.
«Onun maliyeti en sıhhatli görüşe göre
düşmez. ilh...» Çünkü mal
tabiatın kendisine meylettiği bir
şeydir. Onda vermek ve menetmek söz konusudur. Binaenaleyh o mal olur, fakat bizim dediğimiz
nedenler dolayısıyla kıymetli
değildir. İtkânî.
«Onu hayvanları sulamak için dahi
kullanamaz ilh...» Bazı âlimler dediler ki: «Eğer hayvanı şaraba
doğru çekerse onda bir beis
yoktur. Fakat şarabı hayvana doğru naklederse mekruhtur.»
Böylece hamrı sirkete
çevirmek isteyen hakkında da dediler
ki: «Sirkeyi hamrın yanına götürmek
uygundur. Eğer aksi yapılırsa
yani hamr sirkenin yanına götürülürse mehruhtur.» Sahih budur.
Tatarhâniye.
«Onu çamurda kullanmak da haramdır ilh...» Yani toprağı çamur yapmak istediğinde su yerine
hamrın kullanılması haramdır.
«Başka yerlerde kullanılması da
haramdır ilh...» Kadın saçlarının
berraklığı artsın diye onunla
saçını tarıyorsa veya onunla
sürme yapıyorsa veya onu enfiyesine koyarsa demektir.
Tatarhâniye.
Onunla şırınga ile dübürüne veya tenasül uzvuna akıtmak da bu türdendir. El-İtkânî dedi ki:
«Çünkü
bu hamrla menfaatlenmektir. Oysa
hamrla menfaatlenmek haramdır. Ancak
bunları yapana,
içmediğinden dolayı had tatbik edilmez.»
«Susama korkusundan da içebilir ilh...» Yani kendisinin susuzluktan
helâk olacağından korkuyorsa
ve hamrdan başka da o susuzluğu
giderici bir içki de bulamıyorsa o zaman kullanabilir.
«Eğer fazla içer, sarhoş olursa had tatbik edilir ilh...» Bir
defa susuzluğunu giderdikten sonra ikinci
içişte de had vurulur. Müctebâ.
Böylece bu ibâre ifade etti ki,
fazlalıkta sarhoşluk kaydı
yoktur. Yani
fazlalık ister sarhoş etsin, ister etmesin zaruretten fazla olan
miktar haddi gerektirir. El-Hâniye adlı
eserde: «Eğer susuzluğunu giderecek noktaya
kadardan biraz da fazla içerse,
sarhoş olmazsa,
fakîhler dediler ki: «Kendisine had vurulması gerekir.» Nitekim zaruret hali olmaksızın
bu miktarı
içen bir kimseye de sarhoş
olmasa dahi had uygulanır.»
«Bunu içene had vurulur ilh...»
Gâyetu'l-Beyân
adlı eserde Şerhu't-Tahâvî'den nakledilerek
şöyle
denildi. «Eğer şarabı suya
katarsa, şayet su, daha az veya şaraba
eşit ise, kendisine had vurulur.
Eğer su daha fazla ise kendisine had vurulmaz, ancak sarhoş
olursa had vurulur.»
Ez-Zahîre, El-Kudûrî'den naklediyor:
«Su şaraptan daha fazla olur, şarabın tadını ve kokusunu
giderirse onu içmekte had
yoktur.» Bunları söyledikten sonra şöyle devam
edildi: «Şarabın içine
ekmek doğrayıp yerse, eğer tadını ve rengini alırsa had olunur. Eğer rengi olmayan cinsten ise,
tadını bulursa had olunur.»
«Pişirmek onda etki yapmaz
ilh...» Yani haramlığını pişirmek ortadan kaldıramaz, demektir. Bu
anlama istisnâ da karine teşkil etmektedir.
«Ancak pişirilmişini içen bir kişi, sarhoş
olmadıkça kendisine had tatbik edilmez ilh...» Bunu
El-İnâye, Şeyhu'l-İslâm'dan nakletmiştir. Fakat El-Kifâye ve
El-Mi'râç'ta Şemsu'l-Eimme Es-Serahsî
dedi ki: «Bundan ister az, ister çok içen
bir kimse nass ile had olunur.»
El-Kühistânî Et-Tetimme'den naklederek: «Fetvâ buna göredir» dedi. İşte buradan hamrın
artıklarından akan terin hükmü anlaşılmış
oldu. Binaenaleyh El-Kühistanî'nin araştırdığı gibi, onun
azının içiminden ötürü haddin
oluşunda hilâfın cereyan etmesi uygundur.
Hamrın artıklarından meydana
gelen terin necasetine gelince, hamr gibi o da nesacet-i galîzadır.
Fakat hamrın haramlığı gibi değildir.
Çünkü burada ihtilâf olduğundan helâl gören tekfir edilmez.
Eş-Şurunbulâlî'nin araştırarak: «Sarhoşluk
vermedikçe onda had yoktur» sözü işte müftâbihin
hilâfına binaendir. Nitekim bu
El-Kühistânî'nin sözünden anlaşılmaktadır, Düşün.
«Musannıf da bunu destekledi
ilh. » sözüne gelince; musannıf dedi ki: «Pişirmek hamrda etki
yapamaz.» Çünkü pişirmek, haramlığın
sübûtunu menetmek içindir. Sabit olduktan sonra onu
kaldırmak için değildir. Ancak
fakîhlerin dediğine binaen kişi bundan sarhoş oluncaya kadar
içmedikçe had vurulmaz. Çünkü had
pişirilmemiş şarabın özelliğidir. Bunun nedenini daha önce
zikrettik. Binaenaleyh
pişirilmişe had sirayet etmez, yani: «pişirilmiş için de har vardır» denilmez.
Bu kaideyi Tebyînu'l-Kenz
hilâftan söz etmeksizin zikretti. Ve kendisine güvenilecek zâhir de
budur
ve bununla sen El-Kunye'deki: «Şarap pişirilirse onun acılığı
giderilse, helâl olur.» şeklindeki
hükmün zayıf olduğunu da açıkça görürsün.
Bunun gibi El-Muctebâ'nın Serahsî
Şerhi'nde naklettiği: «Eğer şarabın
içine şeker veya benzeri tatlı
şeyler atarlarsa, dolayısıyla
şarap tatlılaşırsa helâl olur. Şarabın acılığı zâil olmakla
da şarap helâl
olur. İmameyn'in katında acılığın
gitmesi ile helâl olur.» hükmünün de zayıf olduğunu anlamış
olursun.
Ben derim ki: Musannıfın: «Bu, zâhirin ta kendisidir» sözü, pişirilmenin
sabit olan haramlığı
kaldırmadığına işaret olduğunu açıkça
anlıyorsun. Çünkü
Zeylaî'nin Et-Tebyîn'de ihtilâf
zikretmeksizin söylediği de
budur. Müellifin sözü haddin yokluğuna işaret değildir. Çünkü «dediler»
lafzı ihtilâflı bir meselede zikredilir. Nitekim bunu açıkça
belirtmişlerdir. Bununla beraber müellifin:
«onların dediklerine binaen» sözü zâhiriyle, bunu kabul etmekten uzak olduğunu ve bu işin zayıf
olduğunu ifade eder. Çünkü kendisiyle
fetvâ verilen tam bunun hilâfıdır.
Nitekim daha önce bunu
takdim ettik. Bir de El-Kınye ve El-Muctebâ'daki hükümlerin zafiyetini ortaya koyan, zikredilen ilk
husustur. Onun zayıf olduğuna işaret edilen ikinci görüş değildir.
Düşün.
«Burada İbn-i Şıhne'nin bir sözü
vardır ilh...» ibaresine gelince; yani bu zafiyet hükmünde onun bir
açıklaması var. Zira o şöyle
dedl: «El-Kınye sahibinin maksadı
şaraptan şaraplık vasıfları olan
acılık, sarhoş edicilik zail
olduğu zaman helâl olur. Çünkü
aynın inkılâbı (değişimi) burada tahakkuk
eder. Sirke olduğu zaman helâl olması gibi. El-Mebsut'un maksadı
ise pişirilmekle helâl olmaz
şeklindedir. Çünkü şaraplık vasıfları üzerindedir. Çünkü mubah oluşunu gerektirecek değişme ve
istihâle mevcut değildir. Ateşin helâlliği ispat etmekte hiç bir
etkisi olmadığı, etkileyicinin değişme
oluşuna da ters düşmez. Çünkü
sıcaklığın herhangi bir özelliği yoktur.»
Ben derim ki: Eş-Şurunbulâlî
-Allah daha iyisini bilir- şu nedeni gözetmiştir: Hamr, ancak zatından
ötürü harâm olmuştur. Biz pişirmekle
aynın
inkılâp etmesini (değişmesini) kabul etmiyoruz. Bu
bakımdan eğer ondan bir damla câri olmayan veya onun hükmünde
bulunan suya düşerse, onu
necis eder. İsterse o damla, suda yok olsun, suya
dönüşsün. Aynı şekilde eğer bir
damla pişirilmiş
şarap, yemek çanağına düşerse
onu necis eder. İsterse o damla yemeğe dönüşsün. Tıpkı çanağa
bir damla sidik düşmüş gibi
olur.
Bunun sirkeye inkılâp etmesiyle (dönüşmesiyle) temizlenmesine gelince, bu müçtehidin açık
ifadesiyle sabittir. Müctehit de bunu hadisin ıtlâkından almıştır.
(Hadis şudur): «Katık olarak sirke
ne güzel bir katıktır!»
Düşünülsün.
Belki de bu fer'i mesele, daha önce Mutezileden bazılarının:
«Hamrdan haram olan sarhoş edici
miktarıdır» diye naklettiğimize binaen
ortaya konulmuştur. Bunun böyle
olduğuna El-Kınye'de,
Mutezilenin meşayihinden birisi olan Kadı
Abdulcebbâr'dan nakledilmesi
de delâlet eder. Sonra
İbn-i Şıhne bunu İbn-i Vehbân'dan
naklediyor. Nitekim ben de böyle düşünüyorum.
Lâkin orada bir
kritik yaparak «İtizalin yanı Mutezili görüşün bu meselede herhangi bir müdahalesi yoktur» dedi.
Ben derim ki: İbn-i Şıhne daha önce:
«Mutezile haramlığı sarhoş ediciliğe
bağlıyor» diye takdim
ettiğimiz hükme muttali olmamış
gibidir. İşte umulur ki bunun bu
ittilasızlığı Kınye sahibinin
dediğine itimat edilmemesinin nedenidir. Çünkü kendi akidesini
kabul eden âlimlerin -bu meselede
olsun, Zebâih ve benzerlerinde
olsun- görüşlerini naklediyor;
öbürlerini ihmal ediyor. Allah hakikati
daha iyi bilir.
«Mutemede binâen böyledir ilh...» Çünkü biz Hazr ve İbâha konusunda: «mezhebe
göre haram
olanla tedavi caiz değildir» şeklindeki
hükmü takdim ettik.
«Şarabın içine bir şey atmak
suretiyle sirke yapmak caizdir ilh...»
sözüne gelince, bu daha evlâdır.
Hidâye.
Ben derim ki: Her ne kadar şarabı dökmekte telef etmek bahis
konusu ise de öyle yapmak vacip
değildir. Çünkü şarap
kıymetlendirilecek bir şey değildir. Ve daha önce belirttiğimiz
gibi şarabı
döken bir kimse zâmin olmaz. (tazminatını ödemez.) Eş-Şurunbulâlî tetkik ederek dedi ki: «Şarabı
bir şey atmak suretiyle sirkeye
çevirmek vâciptir. Çünkü şarap da
maldır.» Düşün.
«Ona birşey atmak suretiyle dahi olursa ilh...» Tuz, su, balık gibi
onun yanında ateş yakmakla da,
güneşte bırakmakla da sirkeye çevirmenin hükmü böyledir.
Fakat sahih şudur ki; eğer güneş şarabın üzerine nakletmeksizin
düşerse. meselâ evin tavanı
kalkmışsa helâl olur. Eğer sirkeyi şaraba
katarsa, şarap da ekşirse helâl
olur. Şarap sirkeden daha
fazla olsa dahi böyledir. Şarap az bir şey ekşirse İmâm-ı
Âzâm katında sirke olamaz. Ancak acılığın
tamamı bertaraf edildiği takdirde
sirke olur. İmâmeynin
katında ise az bir ekşime ile sirkeye
dönüşmüş olur. Nitekim bu Muzmerât'ta
da böyledir.
Eğer bir fare şıranın içine düşerse ve parçalanmazdan önce leşi
şıranın içinden çıkarılıp atılırsa, o
şıra şarap oluncaya kadar
bırakılırsa, sonra da kendiliğinden sirkeye dönüşürse veya
kişi bir şey
atmak suretiyle onu sirkeye dönüştürürse helâl olur. Es-Sirâciye'de olduğu gibi, bazıları bununla
fetvâ vermişlerdir.
Eğer bir damla şarap bir testi suyun
içine damlarsa, sonra o su bir sirke küpüne dökülürse, onu
ifsâd etmez. Fetvâ da bunun üzerinedir.
Bu meselenin tamamı El-Kuhistânî'dedir.
Hamr, sirke olduğu zaman onun
hizasında olan kabın her tarafı tâhir olur. Hizasından yukarı olan
kısımlar ise, bazı âlimler: «O
da tebean tâhir olur» demişler, bazıları da: «tâhir olmaz» demişlerdir.
Çünkü orada kurumuş hamr vardır.
Ancak sirke ile yıkanırsa, sonra aynı anda sirkeye dönüşürse
tâhir olur. Hidâye.
Fetvâ birinci görüşe göredir. Hâniye.
METİN
Hâram olan nevilerin ikincisi,
tılâ'dır. Tılâ (üzüm şırası)'dır. Üçte ikisinden az miktarı
gidinceye
kadar pişirilir. Ve böylece
sarhoş edici olur. Musannıf bu nev'a
«Tılâ» değil, «Bâzîk» denmesini
daha doğru bulmuştur.
Tılâ'ya gelince, o, musannıfın şu
kavli ile belirtilmektedir: «Tılâ, üzüm suyundan üçte ikisi gidinceye
ve üçte biri kalıncaya dek kaynatılandır.» Böylece sarhoş edici olur. Doğrusu da budur. Nitekim
El-Muhît ve başka kitapların sahipleri
bunu kabul etmişlerdir. Yani bu ismi vermekte bunu kabul
etmişler; hükmü değil... Çünkü üçte
ikisi gidenin ve El-Muhît'te «Et-Tılâ diye
isimlerin helâl olduğu
sabittir. Çünkü sahabenin büyükleri bundan içmişlerdir. Nitekim
Eş-Şurunbulâlî'de de bu yer
almaktadır. Eş-Şurunbulâlî der ki: «Buna Tılâ isminin verilmesinin
nedeni Hz. Ömer'in: «Bu amma
da devenin tılâsına benzer»
demesidir. Tılâ uyuz devenin yağlanmasında kullanılan katran
demektir.»
Birinci tefsire binaen tılânın
necaseti müellifin de dediği gibi hamr
gibidir. Fetvâ da buna göre
verilir.
Haram olan içki nevilerinin
üçüncüsü sekerdir. Seker, hurmanın suyunun pişmemiş ve
şiddetleştiği
ve köpük aktığı zamanki halidir.
Dördüncü türe gelince, o kuru
üzüm Nakî'ıdır. Kuru üzüm nakî'ı, kuru üzüm suyunun çiğ olanıdır.
Bunun da haram olması
kendiliğinden galeyan ettikten sonra
köpük atmasıdır.
Hamrdan sonra zikredilen bu üç çeşit de köpürdüğü ve katılaştığında haram olurlar. Aksi takdirde
ittifakla haram değildirler. Eğer köpük atarlarsa ittifakla
haramdırlar. Kelâmının zahiri de budur.
Binaenaleyh diğer metinlere gelince.
o burada İmâmeyn'in kavlini seçmiştir.
Bunu El-Burcundî dedi.
Evet, El-Kuhistânî dedi ki:
«Burada kaydı terk etti. Çünkü daha önce
zikrettiği kaydı esas almıştır.»
Uyan.
Müellif seker ile nakî'ın necâset
hükümlerini açıklamadı. Onun kelâmından anlaşıldığına göre bu iki
maddenin necaseti hafiftir. Bu
aynı zamanda Serahsî'nin de seçtiği
görüştür. El-Hidâye'de bunların
necasetlerinin galize oldukları görüşü seçilmiştir.
Bu üç çeşidin haramlığı hamrın haramlığından
daha hafiftir. Binaenaleyh: «Bunlar helâldir» diyen
bir kişi küfre girmez. Çünkü
bunların haram oluşları içtihâtla sâbit olmuştur.
İZAH
«Pişirilir ilh...» Bu kaydı
şunun için getirdi. Çünkü üçte ikisi tamamen giderse ve bu takdirde tatlı
olursa, herkesin katında onun içilmesi helâldir.
Gâleyan
eder, şiddetleşirse, sarhoş etmedikten
sonra, İmâm-ı Azam ve Ebû
Yûsuf'un katında içilmesi helâldir. Fakat İmâm Muhammed burada
muhâlefet etmiştir. Şerh-u
Miskîn. İleride de gelecektir.
«Sarhoş edici olur ilh...» Yani galeyan ederek, şiddetlenerek, katılaşarak ve köpük atarak. Bu
takdirde onun azını da çoğunu da
içmek haram olur. Fakat tatlı kaldıkça onu içmek helâldir.
İtkânî.
Fakat bu kaydın burada zikredilmesi
zarurî değildir. Çünkü musannıfın: «galeyân edip katılaştığı
zaman hepsi haramdır» sözünde bu
zaten gelecektir.
«Ona El-Bâzik denir ilh...» El-Bâzik, «zâl»ın kesresiyle veya
fethasıyls «El-Bâzak» okunabilir.
Nitekim Kâmûs'ta da bu yer almaktadır.
Buna aynı zamanda «El-Munassaf» denir.
Çünkü
«El-Munassaf»ın manası «yarısı
gitmiş» demektir. «El-Bâzik» ise «yarısından azı gitmiş» demektir.
İkisinde de hüküm birdir.
Nitekim bu durum El-Gâye ve başka
kitaplarda da yer almaktadır.
«Ve sarhoş edici olsa ilh...» Yani katılaşıp tatlılığı
ortadan kalkmakla sarhoş edici olsa; böylesinden
çok içilirse sarhoş eder.
«Hükümde değil, isimde böyledir
ilh...» Musannıfın sözleri şiddetli
bir şeklide insanı vehme
düşürdüğünden şârih gereken
itinayı gösterdi. Çünkü onun kelâmı haram
olan içkiler hususundadır
ve o içkilerden birisi de
Tılâ'dır. Tılâ'yı evvelâ bir tefsirle açıkladı, sonra başka bir tefsirle açıkladı,
ve ikinci tefsirin doğru olduğuna hükmetti. İnsan «harâm olan ikinci manadır, birincisi değil» diye
vehmedebilir. Halbuki durum tam aksinedir.
Binaenaleyh Bâzik ve Munassaf
ittifakla harâmdırlar.
Tılâ ise helâldir. Tılâ kaynatılmak suretiyle üçte ikisi gitmiş
olandır. Aynı zamanda ona «Müselles»
de denir. Ancak İmâm Muhammed'in katında
helâl değildir. Nitekim bu hüküm ileride gelecektir.
Binaenaleyh Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Âzam'ın
katında ancak sarhoşluğu gerçekleştiren son bardağı
harâmdır. Nitekim bunun açıklaması ileride
gelecektir.
Böylece şârih, musannıfın Tılâ'dan maksadının üçte ikisi
pişirilmek suretiyle giden nesne
olduğuna, birincisinin haram,
ikincisinin helâl olduğuna dikkat çekti.
Eş-Şurunbulâli bu konuda araştırma
yaparak: «Tılâ bir çok şeylere
isim olarak zikredilir. Onlardan
birisi El-Bâzik, birisi El-Munassaf birisi El-Müselles'tir. Hatta
üzüm şırasından pişirilmiş her
nesneye de Tılâ denilir.»
demektedir.
Ben derim ki: El-Muğrib adlı
lügat kitabında 'Tılâ', develeri
yağlamakta
kullanılan katran ve benzeri
maddelerdir. Ve aynı zamanda
içkilerden katılaşan her içkiye de teşbih yoluyla Tılâ denir. Hatta
El-Müselles'e yani üçte ikisi giden içkiye de Tılâ denilmekte
olduğu» belirtilmektedir.
«Birinci tefsire göre ilh...» İkinci tefsire binaen o tâhirdir,
çünkü içilmesi helâldir. İmâm Muhammed
katında ileride geleceği gibi necistir.
«Bununla fetvâ verilir ilh...» Bu sözü El-Kuhistânî, El-Kirmânî ve başkasına nispet etmiştir.
«O hurma suyunun çiğ kısmına denir
ilh...» Bu, hurmadan elde edilen üç çeşit içkiden birisidir.
İkincisine «nebîz» denir. Nebîz asgarî seviyede pişirilmiş hurma suyudur. Bu helâldir.
Üçüncüsüne «El-Fadîğ» denilir.
Bu, salkım halindeki yaş
hurma suyunun kaynatılmamışıdır.
«El-Fadğ» kökünden türemiştir.
Çünkü bu kırmak manasınadır. Bu hurma hoşafına «El-Fadîğ»
demenin nedeni, hurmanın kırılıp
bir küpe konularak üzerine sıcak su dökülmek suretiyle
tadının
çıkmasının sağlanmasıdır. Onun hükmü «seker»in hükmü gibidir. Bu
hususu En-Nihâye müellifi
ifade etmektedir. Binaenaleyh
eğer musannıf «üçüncüsü hurma suyunun
pişirilmemişidir.» deseydi
hem Es-Seker, hem de El-Fadiğ kısımlarını kapsardı. Çünkü
«temr (hurma)», ism-i cinstir. Her çeşit
hurmayı kapsar. Nitekim bu durum El-Kuhistânî'de böyle
yer almıştır. Düşün.
«Şiddetlendiği, (katılaştığı ve
kalınlaştığı) zaman ilh...» sözüne gelince; bu kaydın burada
zikredilmesi de daha önceki kayıt gibi lüzumsuzdur. Çünkü musannıfın
kelâmında bu gelecektir.
«Kuru üzümün nakî'i ilh...»
El-Muğrib: «Nakî demek, kuru üzümün şırasının çıkması için
testiye,
kaba atılması demektir» diyor.
İbnu'l-Esîr dedi ki: «Nakî kuru üzümden veya başka maddelerden
pişmeksizin edinilen şaraptır.» Es-Sıhâh ve El-Esâs adlı kitaplarda
da buna işaret edildi. Öyleyse
müellif için burada en uygunu «Busr, rutab, temr (hurma) ve zebîb
(kuru üzüm) nakîi» demek idi.
Kuhistânî'den özetle. Lâkin
El-İtkâni ifade etti ki: «Rutabın (yaş hurmanın) suya daldırılmaya ihtiyacı
yoktur. Çünkü nakî kurudur, su ile yumuşasın diye suya atılır. İşte bunun için musannıf «yaş
hurma» manasına gelen Er-Rutab'ı ayrı ve tek başına zikretti.»
Düşün.
«Galeyandan sonra köpük atma
şartıyla ilh...» Daha önceki kayıtta
olduğu gibi, bu ibareden sonra
gelen ibare de bu kaydı gereksiz
kılmaktadır.
«Galeyân edip katılaştığı zaman
ilh...» Yani tatlılığı gidiyor sarhoş
edici oluyor, demektir. İsterse
İmâm Ebû Hanîfe'nin görüşünün
aksine olarak köpük atmasa dahi.
«Eğer galeyân ve katılaşma olmazsa ittifakla haram
olmaz» Yani içinde tatlılık kalmış ise
haram
olmaz demektir.
«Eğer köpük atarsa ittifakta haram olur ilh...» Yani azı da, çoğu da
haram olur. Fakat haddi ancak
sarhoşluk verdiği zaman gerektirir.
Nitekim bu hüküm El-Multekâ'da böyle
yer almış bulunmaktadır.
«Onun kelâmının zahiridir ilh...» Zira o «köpük olacak» demedi.
«O burada onların ikisinin kavlini seçmiştir ilh...» Yani köpük atmak koşmamak suretiyle demektir.
«Kaydı terk etti» sözüyle
«köpük atma» kaydına işaret etmiştir.
«Çünkü o daha öncekini kabul etmiştir
ilh...» Yani burada bunu açıkça belirletmedi. Çünkü
daha
önce hamrın tarifinde takdim
ettiğine dayalı olarak bunu yaptı.
«Onun sözünden anlaşılan ilh...» Çünkü o açıkça «El-Bâzik'in necaseti hamr gibidir» dedi; fakat
El-Bâzik'tan sonra gelen Nakî ile Seker
hakkında sükût etti. Bu bakımdan «Müellif daha öncekine
itimat ederek bunu terketmiştir»
demek uzak bir ihtimal oluyor. Düşün.
«Hidâye'de necaset-i galîze
olduğu görüşünü seçmiştir ilh...» Bu
tartışılır. Çünkü Hidâye'nin ibaresi
şudur: «Onun necaseti bir
rivayete göre hafîfe, başka birisine
göre galîzadır.»
Onun Ed-Dürrü'l-Muntekâ'daki ibaresi
buradaki ibaresinden daha güzeldir. Zira orada dedi ki:
«Serahsînin seçtiği görüşe göre Es-Seker ile En-Nakî'deki necâset «hafîfe» dir. Hidâye'de: «bir
rivayette galize olduğu belirtilmiştir» ifadesine rağmen böyledir.»
Onun necâsetler bahsindeki ibaresi de şöyledir: «Diğer içkiler
hususunda hem galîze, hem hafîfe,
hem de tâhir olmak rivayetleri vardır. El-Bahr'da «Galîze»,
En-Nehr'de ortası yani «hafîfe» tercih
edilmiştir.»
«Onların haramlığı» Yani El-Bâzik,
Et-Tılâ, Es-Seker ve En-Nakî'in haramlılıkları
demektir.
«Çünkü onların haram olmaları içtihatladır ilh...» Hatta El-Evzâî Et-Tılâ ve En-Nakî'in helâl olduğunu
söyledi. Şerik de ikincisinin
yani Es-Seker'in mubah olduğunu söyledi. Çünkü Cenâb-ı Hak bizim
üzerimize: «Ondan Seker ve güzel rızık edinirsiniz» (Nahl, 67) diye minnet etmektedir. Şerîk'e cevap
olarak denilir ki: «Bu bütün içkilerin mubah olduğu devrededir.» Bunun tamamı
El-Hidâye'dedir. Bu
hamrın tam hilafınadır. Çünkü
hamrın haramlığına dair deliller kesindir.
Onun için onu helâl sayan
küfre girmiş oluyor.
METİN
İçkilerden helâl olanlar dört nevîdir: Birinci nevi hurma ve kuru
üzüm nebîzidir. Eğer en az bir
şeklide pişirilmiş ise, katılaşmış
olsa dahi içilmesi helâl olur. Fakat helâl olması,
lehvsiz ve eğlence
maksadı olmaksızın içilmesi haline
mahsustur. Eğer lehv için içerse onun azı da çoğu da haramdır.
Bir de sarhoş etmediği zaman içilmesi helâldir.
Eğer sarhoş edeceği zann-ı galib ile muhtemel bir
miktar içilirse haramdır. Çünkü her içkide sarhoşluk harâmdır.
İkincisi: Kuru üzüm ve hurmadan
karıştırılmışıdır. Asgarî ölçüde
kaynatılsa, katılaşsa dahi lehv
(eğlence) niyeti olmadıktan sonra içilmesi
helâldir.
Üçüncüsü: Bal, incir, buğday,
arpa ve darı nebîzidir. İster kaynatılsın, ister kaynatılmasın lehv ve
tarab (oyun ve eğlence) olmadıkça
onları içmek helâldir.
Dördüncüsü: Üzüm suyunun müsellesidir. Katılaşsa da böyledir. Müselles üzüm suyundan üçte
ikisi gidecek, üçte biri de kalacak
şekilde kaynatılmış suya denir.
Onunla yemeği hazmetmek, tedavi olmak, Allah'ın taatına kuvvet kazanmak maksadını güderek
alınırsa helâldir. Eğer lehv için alınırsa icmâen harâm olur. Hakâik.
İZAH
«Hurma ve kuru üzümün nebîzi ilh...»
El-Kuhistân diyor ki: «Temr (hurma) daha önce
geçtiği gibi
cins ismidir. Onun kurusunu,
yaşını ve salkımda olanını kapsamaktadır. Yani hurmanın her çeşidi
bu tabirin kapsamına girer. Hepsinin hükmü Ez-Zâhidî'de olduğu gibi birdir. Nebîz hurmadan, kuru
üzümden, bal, buğday veya başka
danelerden elde edilen içkidir. Bu daneler suya atılır, içleri
çıkıncaya kadar suda bırakılır.
Nebîz kelimesi «nebz» kökünden
gelmedir. Bu da «bir yere atmak»
demektir. Nitekim buna
Et-Talibe'de ve başka eserlerde işaret edilmiştir.»
Sonra Kuhistânî dedi ki: «Bununla
nebîz arasındaki fark, pişirmek veya pişirmemekten ibarettir.
Nitekim nazımda da böyledir.»
Ben derim ki: Zahire göre Kuhistânî'nin: «Bununla nebîz arasındaki» ibaresi kalem
yanlışlığıdır.
Doğrusu «bununla nakî arasındaki
fark pişirmek ve pişirmemek» şeklinde
olmalıydı. Çünkü
«BEYNEHÛ» kelimesindeki zamir nebîze râcî'dir. Düşün.
«En az bir şekilde pişirilmişse,
ilh...» Bu, onun kıvama geleceği ana kadar pişirilmesi demektir.
Şurumbulâlî bunu Zeylaî'den nakletmiştir. Müellif bu kaydı koydu.
Çünkü nebîzlerden pişirilmemişi
harâmdır ve kaynayıp katılaştığı
ve köpük attığı zaman haram olduğu
konusunda sahabenin icmâsı
vardır. Hurmadan edinilen nebîzin
haramlığı hususunda bir çok hadis varid olduğu gibi, helâlliği
hakkında da aynı zamanda hadisler gelmiştir.
Binaenaleyh haram sayılanı pişirilmemişe,
helâl
sayılanı da pişirilmişe
hamlettiğimiz zaman o vakit hadisler
arasındaki çelişki bertaraf edilmiş
olur.
Ayni. Bu hususta
vârid olan hadislerin hepsi sahîhtir. Zeyiaî bunları zikretmiştir. Ve bizim hadisler
arasında muvafakat yaptığımız şekilde muvafakat yapmıştır. Zeylâî'ye müracaat et.
El-İtkânî dedi ki: «El-Kerhî sahâbe ve tâbiînden sahîh senetlerle şedid olan nebîzin
helâlliği
hususunda gelen eserlerin rivâyetini
uzun uzadıya yapmıştır. Hülâsası şudur: Rasûlullah'ın ileri
gelen ashabından Hz. Ömer, Hz.
Ali, Abdullah bin Mesûd, Ebû Mes'ûd gibi Bedir Kahramanlarından
olan zatlar nebîzi helâl görürlerdi.
Şa'bî. İbrahim en-Nehaî de böyle dediler. Rivâyet ediliyor ki
İmâm, bazı talebelerine dedi ki:
Sünnet ve cemaatın şartlarından
birisi de küpçükteki nebîzi haram
görmemektir.»
El-Mirâç'ta yer aldığına göre Ebû Hanîfe
şöyle demiş: «Eğer dünya bütün varlıklarıyla bana verilse
nebîzin harâm olduğuna fetvâ vermem, çünkü bu taktirde bazı sahabenin fâsık olduğunu söylemiş
olurum. Eğer onu içmek için bana bütün dünya
verilse, yine içmem. Çünkü içilmesinde
herhangi bir
zaruret yoktur. İşte bu, İmâm'ın aşırı
takvâsından ileri geliyor.»
Kim ki bundan daha fazlasına
muttali olmak, deliller arasında uyum sağlamayı görmek
istiyorsa
Gâyetu'l-Beyân ile Mirâcu'd-Dirâye'ye müracaat
etsin.
«Eğer şiddetleşirse dahi ilh...» Yani köpük de atarsa demektir.
Er-Remz'de dedi ki: «Köpük atmak
kaydını zikretmedi. Çünkü bu daha önce
geçmişti. onunla yetinmiştir.» T.
«Lehv ve tarab (zevk ve
eğlence) olmaksızın ilh...» El-Muhtâr'da dedi ki: «Tarab bir hafifliktir
ki
insanoğluna hüznün veya sevincin
şiddetinden isabet eder.»
Ed-Dürer'de der ki: «Bu kayıt,
bu içeceklere mahsus değildir. Belki kişi su ve başka
mubahları da
Lehvle, tarabla, fâsıkların
içtikleri şekilde içerse harâm olur.» T.
Ben derim ki: Musannıfın hem
lehv, hem tarab olmayacak, hem
de sarhoşluk olmayacaktır,
kayıtlarını dördüncü neviden sonra zikretmesi en uygunu idi: Ta ki bütün bu helâl sayılan içkilerin
kaydı olsun.
«Eğer sarhoş edici olduğunu
zann-ı galible sandığı bir şey içerse, harâm olur ilh...» Yani bundan
sarhoş edici miktarı içmek harâmdır. Bu da yakînen yani
yüzde yüz sarhoş edeceği bilinen veya
büyük bir ihtimalle bu sarhoş eder, diye sanılan bir içkidir.
Yemeği fazla kaçıran ve! «Şu miktar
yemeği yesem tıka basa yemiş
olurum, yemeği fazla kaçırmış olurum» diye
zannedenin durumu
gibi. Tatarhâniye. Binaenaleyh harâm olan, içmesiyle sarhoşluğun meydana
geleceği son bardaktır.
Nitekim En-Nihâye ve başka kitaplarda bu genişçe açıklanmıştır. İsteğiyle bu şekilde sarhoş olduğu
zaman kendisine had vurulur.
Munyetu'l-Müftî adlı kitapta
denildi ki: «Dokuz bardak hurma nebîzinden içti. Onuncu bardak
başkaları tarafından boğazına döküldüğünde
sarhoş olursa kendisine had vurulmaz.»
El-Hâniye'de denildi ki: «Hamrın
haricinde kalan diğer içkiler -ki hurmadan, üzümden, kuru
üzümden edinilirler- sarhoş
etmedikçe bunlarda had yoktur.» Sonra
El-Hâniye sarhoşluğun
tarifinde dedi ki: «Fetvâ;
sarhoşun, abuk-sabuk konuşan ve
konuşmasının çoğu hezeyân olan kişi
olduğu şeklindedir. Bunun tamamı
El-Vehbâniye Şerhi'nin Hudûd bölümündedir.»
«Bu içkilerin ikincisi hurma ve kuru üzümden karışık olan nebîzdir ilh...» Çünkü rivâyet
ediliyor ki:
İbn-i Ömer bunu İbn-i Ziyâd'a içirmiştir. Bu hususta vârid olan yasaklar ya başlangıçtakinin üzerine
hamledilir yahut da pişirilmemiş
kısmının üzerine hamledilir ki, deliler
arasında uyum sağlansın.
Hamevî. Sonuncu şekil ile İbn-i
Ömer'in yaptığıyla ve İbn-i Ömer'den:
«Kuru hurmanın pişirlmemiş
nakîi haramdır» diye gelen rivayet arasında uyum sağlanmış olur. Nitekim bunu El-Hîdâye'de ifade
etmiştir.
«Kuru üzüm ve hurmadan karışık
olan ilh...» Ya da El-Busr denilen salkımdan ayrılmamış hurma ile
yaş hurmanın karışığıdır. Kuhistanî.
«Asgarî miktarda pişirilirse
ilh...» El-Mîrâç, El-İnâye ve başka
kitaplarda da böyle kaydedildi. Fakat
El-Multeka'nın ibaresinden anlaşılan burada pişmenin şart olmayışıdır. Düşün.
Sonra bu hüküm, bu zikredilen
kayıtların herhangi birisiyle beraber üzüm suyunun olmaması haline
bağlıdır. Aksi takdirde daha sonra
geleceği gibi üçte ikisinin gitmesi gerekir.
«Üzüm suyundan pişirilmiş olandır ilh...» Yani aralıksız bir şekilde
pişirilmiş olandır. Eğer onun
bozulması, acılık ve başka tatların oluşması ile ise denildi ki: Bu helâldir. Aksi takdirde haramdır.
Bu da fetvâda tercih edilmiştir.
Bunun tamamı Hazânetü'l-Müftî'dedir. Dürrü Müntekâ.
«Yaş üzüm» kaydını koydu; çünkü
kuru üzüm ve hurmalar, az pişmekle de helâl
olurlar. Nitekim bu
hüküm daha önce geçti. Fakat «su» kayıt değildir. Çünkü üzüm olduğu gibi
pişirilir, sonra sıkılırsa
onun pişirilmekle üçte ikisinin gitmesi gerektir. En sıhhatli görüşe
göre bu böyledir. Bir rivâyette
El-Hidâye'de yer aldığına göre
az bir pişirme de kâfidir.
El-Hidâye'de şu da vardır: «Eğer pişirmede yaş üzüm gibi hurma veya
hurma, yaş ve kuru üzüm bir
oraya getirilirse üçte ikisi
gitmedikten sonra içilmesi helâl olmaz. Çünkü kuru hurmada her ne
kadar asgarî bir pişirme kâfi ise
de, yaş üzümün şırasının üçte ikisinin
gitmesi zaruridir.
Binaenaleyh bu durumda yaş üzüm
ihtiyaten nazar-ı itibara alınır; eğer
yaş üzümün şırası ile hurma
nakîi bîr araya getirilirse de yine hüküm böyledir.»
Hidâye'de şu da vardır: «Eğer kuru hurma ve üzümün nakîi azıcık
pişirilirse, sonra onun içerisine
kuru hurma ve kuru üzüm atılırsa,
eğer sonradan atılan az bir şeyse
-ki o kadarcıktan nebîz elde
edilmez- içilmesi helâl olur.
Aksi takdirde helâl olmaz.
Yine El-Hidâye'de şu vardır: «Pişirilmek
suretiyle üçte ikisi gittikten sonra
su dökülüp incelse,
sonra tekrar kaynatılsa; onun
hükmü El-Müselles'in hükmü gibidir.
Ama su şıranın üzerine
döküldüğü zaman, sonra şıra
pişirilir ve üçte ikisi giderse bu beriki gibi değildir. Çünkü su
lâtif
olduğundan öncelikle gider;
böylece giden, üzüm suyunun üçte ikisi değil, ilâve edilen sudur, yani
bu şekilde helâl olmaz.»
«Onunki yemeği sindirmek, tedavi
veya
ibadette kuvvet kazanmak kastedilirse
ilh...» Bu söz
mukadder bir «yahull (helâl olur)» fiiline
bağlıdır. El-Kuhistânî'de: «Eğer bu tarz bir içkiden maksat
yemeği sindirmek ise veya geceleri ibadete kuvvet
bulmak, gündüzleri oruçta kuvvet kazanmak,
İslâm düşmanlarıyla savaşmakta
kuvvet bulmak veya elemleri
defetmek suretiyle tedavi ise, bu
âlimler arasında ihtilâf edilen noktadır.» denilmektedir.
METİN
Hamrdan başka sözü geçenlerin alış-verişi sıhhatlidir. Bu ibareden anlaşıldığına göre afyon ve kuru
esrarın da alış-verişi
sıhhatlidir.
Ben derim ki: İbn Nucemy'den:
«Kuru esrarın alış-verişinin caiz olup
olmadığı» sorulmuş o; «Caiz
değildir» diye yazmıştır. Binaenaleyh İbn-i Nuceym'in bu: «Caiz değildir»
ibaresi «helâl değildir»e
hamledilmelidir.
Musannıf dedi ki: Bu içkiler telef edildiği zaman misliyle değil de kıymetiyle
tazmin edilirler. Çünkü
biz (Hanefîler) onun aynolarak mülk edinilmesini -fiili caiz ise de-
menetmişizdir. Ama hıristiyanların
salîbi (haçı) böyle değildir. Zira o
hıristiyan hakkında kıymetli bir mal olduğundan dolayı salîb
olarak kıymetinin tazminatı ödenir. Çünkü biz hıristiyanları dinleriyle başbaşa
bırakmakla
emrolunmuşuzdur. Zeylaî.
İmâm Muhammed, bal, incir ve
benzerlerinden edinilmiş içkilerin tamamını haram kılmıştır.
Bunları
musannıf söyledi. İster az olsun ister
çok, hepsi de İmâm Muhammed'e göre haramdır. Fetvâ da
İmâm Muhammed'in görüşüne
göredir. Bunu Zeylaî ve başka âlimler
söylediler. El-Vehbâniye şârihi
de bunu seçti ve o bunun hepsinden rivayet edildiğini zikrettikten sonra manzum
olarak şöyle dile
getirdi:
«Bizim asrımızda had vurulur
görüşü seçildi.
Danelerin sarhoş edicisinden içip de sarhoş olanın talâkı
geçerlidir.
Hepsinden de bu rivayet ediliyor.
İmâm Muhammed de bunun azının
dahi harâm olduğuna fetvâ verdi ve onun bu fetvâsı yazılandır.»
Ben derim ki: El-Bezzâziye'nin
Talâk (Boşama) bölümünde şu ifadeleri
yer almaktadır: İmâm
Muhammed: «Çoğu sarhoş eden bir
nesnenin azı da haramdır ve aynı zamanda necistir»
dedi.
Eğer sarhoş olursa bizim zamanımızda tercihe şayan görüşe göre o adama had
vurulur.
El-Multeka'da şunu da ekledi: «Bu maddelerden yapılmış içkiden içip de sarhoş olan kimsenin
talâkının düşmesi onu haram olmasına tabidir. Hepsi İmâm Muhammed'e göre
haramdır ve bununla
fetvâ verilir. İhtilâf ancak güçlenmek kastedildiği hal ile
ilgilidir. Lehv kastedildiği zamanda ise
icmâen harâmdır.»
Bu bilglierin tamamı Multekâ
üzerine yazdığım taliktedir.
El-Kuhistânî şunu ekledi:
«Devenin sütü katılaştığı zaman İmâm Muhammed'in katında içilmesi
helâl değildir. Ama İmâm-ı Âzam ile Ebû Yusuf buna muhalefet
etmişlerdir. O sütten sarhoş olacak
derecede içmek ise ihtilâfsız olarak harâmdır. Had ve Talâk
ise ihtilâflıdır. Kısrakların sütü de
böyledir. Katılaşırsa içilmesi
helâl değildir. El-Hidâye'de helâl olması
sahih kabul edilmiştir.
El-Hazâne'de İmâm-ı Âzam'ın kavli üzerine meşayihin âmmesinin katında tahrîmen mekruh olduğu
yazılmaktadır.
İZAH
«HamrdAn başka içkinin alış
verişi sahihtir. ilh...» Yani
İmâm-ı Âzam'a göre böyledir. Ama
satışta ve
tazminatta İmâmeyn burada muhalefet etmişlerdir. Lâkin fetvâ,
satış hususunda İmamın sözüne
göre, tazminat hususunda ise
İmâmeyn'in yorumuna göredir.
Eğer onu telef eden kişi hisbe görevi
telâkki ederek bunu yaparsa -ki
bunun böyle olup olmadığı karinelerle
bilinir- İmâmeyn'in görüşüyle
amel edilir. Aksi takdirde tazminatta da İmâmın
kavline göre fetvâ verilir. Nitekim bu hüküm
Et-Tatarhâniye ve başka kitaplarda da yer almaktadır.
Sonra alış veriş sıhhatli olsa dahi
mekruhtur. Nitekim El-Gâye'de bu hüküm yer almaktadır.
Binaenaleyh müellif için en uygun bunu mubah olan içkilerden önce zikretmekti. Ve «bunları helâl
sayan kâfir olmaz» sözünden sonra
şunu demeliydi
«Onları satmak sahihtir ve
tazminat vardır. ilh...» Nitekim
El-Hidâye ve başka kitaplar bunu böyle
yaptı. Çünkü ihtilâf onlardadır, mubah olanlarda değildir. Ancak Muhammed'in katında böyledir.
Nitekim onun bütün bu içkilerin
haram ve necis olduğunu ifade eden
sözünden de bu husus açıkça
bilinecektir. Düşün.
«Bunun ifade ettiği ilh...» Yani
hamrın gayrisi kaydının ifade ettiği,
afyon ve haşhaşın satışının
sahih olduğu demek oluyor; ki bunda şüphe yoktur. Çünkü
bunlar, hamrdan daha hafiftirler ve
haram olan içkilerin üstünde değildirler. Binaenaleyh hamrdan başka olan içkilerin
alış-verişinin
sahih olması, afyon ve haşhaşın da alış-verişinin sahih olmasını ifade eder. Anla.
«Helâl olmamaya hamledilir
ilh...» Çünkü günâh onların aynisiyle kaimdir. İbn Şahne: «Kuru esrar
satan bir kimse tedib edilir (azarlanır)» demiştir. Nitekim bu hüküm
ileride gelecektir.
«Bu içkiler kıymetleriyle tazmin edilirler ilh...» Yani
bunlardan harâm olanları kıymetleriyle
tazmin
edilirler, demektir.
«Biz onların aynısını mülk edinmekten
men edildik ilh...» Yani onların benzerlerini mülk edinmekten
men edildik, demektir. Bazı nüshalarda «temellük» yerine «temlîk»
ibaresi kullanılmıştır.
«Her ne kadar onun fiili caiz ise de ilh...» El-İtkânî,
Kitabu'l-Gasb'ta dedi ki: «Yani biz sarhoşluk
veren şeyin tazminatına hükmediyoruz.
Musannıf da misille değil, kıymetle
hükmediyor. Çünkü
müslüman onun mislini edinmekten
men edilir. Lâkin eğer müslüman mislini alırsa caiz olur.
Çünkü
kıymetlendirme ile maliyet sukût etmez (düşmez.)»
«Hıristiyanın salîbi (haçı) onun hilafınadır ilh...» Zeylaî bu ibareyi «Gasb» kitabında zikretmiştir. Bu
ibare daha önce lehvin gayrisine elverişli olan lehv âletlerinin tazminatı
bahsiyle ilgilidir.
El-İtkânî Gasb Kitabı'nda dedi
ki: «Davul ve benzerinin tazminatı
hususunda kıymetlerini ödemek
gerekir hükmü, bu gibi şeyler
için elverişli değildir. Zikrettiğimiz
hıristiyanın salîbi bunun
hilâfınadır. Onun salîb olarak kıymeti
vacip olur. Çünkü biz onları bu
şekilde hareket etmek üzere
kabul etmişizdir. Tıpkı şarap içmelerinde
olduğu gibi.»
«Onların ikisinin benzeri ilh...» Yani kuru hurma, kuru ve
yaş üzüm gibi. Binaenaleyh
maksat dört
içkidir ki, kendiliğinden kaynayıp şiddetleştiği zaman Şeyhaynın (Ebû
Yusuf ve Muhammed'in)
katında helâldirler. Aksi
takdirde bunlar da diğerleri gibi
ittifakla haram olmazlar.
«Bununla fetvâ verilir ilh...» Bu İmâm Muhammed'in sözüyle demektir. İmâm Muhammed'in bu sözü
aynı zamanda Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'in de
sözüdür. Çünkü Cenab-ı Peygamber:
«Her sarhoş edici haramdır ve her sarhoş edici haramdır» buyurmuştur. Hadisi Müslim
rivâyet etti.
Bir de Peygamber: «Çoğu sarhoşluk
verenin azı da harâmdır» buyurmuştur. İmâm Ahmed, İbn-i
Mâce ve Darekutnî hadisi rivâyet etti ve
Darekutnî tashîh ettî.
«Zeylaî ve başkası zikretti ilh...» El-Multeka, El-Mevâhib,
El-Kifâye, En-Nihâye, El-Mirâç,
Şerhu'l-Mecma, Şerh-u Durer-i
Bihâr, El-Kuhistânî. El-Aynî gibi. Bütün bunlar dediler ki: «Bizim
zamanımızda fetvâ İmâm Muhammed'in
sözüne göredir. Çünkü fesât galiptir.»
Bazıları da : «Çünkü
fâsıklar bu içkiler üzerinde blr araya gelirler. Maksatları lehv
ve bunları içerek sarhoş olmaktır»
sözlerini illet olarak gösterdiler.
Ben derim ki: Zahir şudur ki bütün bu müelliflerin maksadı bu içkilerin mutlak şekilde haram
olduğunu ortaya koymak ve bu kapıyı tamamen kapatmaktır. Aksi
takdirde lehvin kastedildiği
zamandaki haramlıkta ihtilâf söz konusu değil; aksine ittifak vardır.
Nitekim daha önce geçti ve
daha sonra da gelecektir. Yani şu zamanlarda çoğunlukla lehvin
kastedildiğinden, taate kuvvet
olsun diye bir maksat pek fazla
düşünülmediğinden, insanlar bu içkileri içmekten
temelinden men
edildiler ve bu içkilerin içilmesi mutlak olarak men edildi. Düşün.
«El-Vehbâniye şarihi bunun hepsihden rivayet edildiğini zikretti ilh...» El-Hudûd
Kitabı'nda zikrettiği
ifade şudur: «El-İmadiyye'de Sadru'l-İslâm Ebu'l- Yusr El-Pezdevî'den
şunu rivâyet ettiğine göre:
Bütün Hanefî arkadaşlarımızdan
gelen bir rivayeti buldu. O da; «had
vaciptir» diyor. Çünkü haddin
İmâmeyn katında ancak diğer
nebîzlerde vacip olması bahis
konusudur. Her ne kadar o nebîzlerin
içilmesi İslâm'ın başlangıcında helâl idiyse de. Zira sarhoşluğa
vesile olan her şey harâmdır.
Sarhoşluk ise fesâdın sebebidir. Binaenaleyh onun içilmesinden kaçınılması için had vacip oldu.
Böylece fesâtlık ortadan kaldırıldı. İşte bu mâna
diğer içkilerde de mevcuttur.»
Yani bu ibâreden önce zikredilen
tanelerden edinilen sair içkilerde
de bu mâna mevcuttur; demek
oluyor.
Bunun hülasası şudur: İmameyn'in
nebîzleri helâl, fakat o nebîzlerden sarhoşluğu getiren bardak
ile haddi vacip kılmaları, diğer
içkilerden sarhoşluk dolayısıyla
haddin vacip olmasını gerektirir.
Nitekim bu İmâm Muhammed'in
görüşüdür.
«Bu hepsinden rivâyet edilmiştir ilh...» Bu ibareden insan zamirin içkilerin
azına da, çoğuna da raci
olduğunu vehmeder. Oysa hiç de böyle
değildir. O zamir, «İçkilerden sarhoşluk
meydana getirende
had vardır» hükmüne racidir.
Nitekim bunu daha önceden öğrenmiş
bulunuyorsun. Sarhoşluk
verende haddin lâzım olması,
onun azının da çoğunun da haram olmasını gerektirmez. Nitekim bu
husus açıktır.
«Daneden sarhoşluk verenden
sarhoş olan bir kişinin talâkı vaki olur dediler ilh...» Şiirdeki birinci
«MİN» mevsuledir. İkınci «MİN»
ise beyâniyyedir. «HAB (tane)» kelimesi
cinstir. Yani «tanelerden
yapılmış sarhoşluk veren içkiden sarhoş olanın talâkının vaki olmasına
hükmetmişlerdir.» demek
oluyor. Kuru üzüm, yaş üzüm ve hurmadan ibaret olan hamrın gayrisinden olanın hükmü de
böyledir. Ş.
«El-Bezzâziye'nin Talâk'ında ilh...»
ibaresine gelince, en uygunu
burada «Talâk» kelimesini
hazfetmektir. Çünkü «Çoğu sarhoşluk
verenin azı harâmdır ve necîstir» sözü
Talâk Kitabı'nda değil;
Eşribe (yani içkiler) Kitabında zikredilmiştir.
«İmâm Muhammed dedi ki ilh...» ibaresine
gelince, derim ki: Zahir şudur: Bu, benç (banotu) ve
afyon gibi sıvı olmayan içkilere
değil de, sadece sıvı içkilere mahsus bir hükümdür. Binaenaleyh
afyon ve benç gibi içkilerin azı haram değildir. Sarhoşluk veren
çoğu haramdır. İbn Hacer
«Tuhfe»sinde ve başka
kitaplarında bunu açıkça belirtmiştir. Ve bu, aynı zamanda bizim
İmamlarımızın kelâmından da anlaşılıyor. Çünkü bizim İmamlarımız afyon ve benç gibi maddeleri,
her ne kadar onlarla sarhoş olmanın ittifakla harâm olduğuna hükmedilmiş ise
de mubah olan
ilaçlardan saydılar. Nitekim biz
bu hükmü daha sonra zikredeceğiz. Diğer taraftan bu câmid (sıvı
olmayan) içkilerin necis olduğunu söylemiş hiç kimseyi görmedik. Zaferanın benzerinin de necis
olduğunu savunan hiç kimseyi görmedik. Halbuki zaferanın çoğunu içmek sarhoşluk verir. On-lar
bunun azının yenmesini de harâm kılmadılar.
Bu ise onları yiyip de sarhoş olan bir kimseye had
vurulmayacağına delâlet eder. Nitekim bu hüküm daha sonra
gelecektir. Fakat sıvılar böyle
değildir
Çünkü had vurulur. Gureru'l-Efkâr'daki
şu ifadeler de buna delildir: «Bu içecekler,
Muhammed'e ve
ona uyanlara göre hükümlerde fark olmaksızın hamr
gibidirler. Bizim zamanımızda da bununla
fetvâ verilir.»
Görüldüğü gibi Gureru'l-Efkâr,
ihtilâfı içkilere tahsis etmiştir. «Fark olmaksızın» sözünün
zahirinden anlaşıldığına göre; bunların necaseti, necâset-i
galîzadır. Uyan.
Lâkin bu genel hükümden had
istisnâ edilmiştir. Çünkü had ancak
sarhoşlukla vacip olur. Ama
hamr bunun hilâfınadır. (Yani hamrda
sarhoşluk olsun, olmasın had gerekir.)
Hulâsa şudur: Sarhoşluk verenin
çoğunun haram olması azının da haram ve mutlaka necis
olmasını gerektirmez. Ancak sıvı
içkilerde bu hüküm böyledir. Bu da sıvı içkilere has bir özellikten
ileri geliyor. Sıvı olmayanlara
gelince, onlardan ancak sarhoşluk
veren çok miktar haram olur. Onun
haram olması için öldürücü zehir
gibi necis olması da gerekmez.
Zira öldürücü zehirin içilmesi
haram, halbuki kendisi tâhirdir. İşte benim kusurlu anlayışıma göre böyle olmalıdır. Bunu
güçlendiren destekleyen ve yükselten
hükmü de ileride zikredeceğiz.
«Eğer onlardan sarhoş olursa bizim zamanımızda seçkin hükme göre kendisine
had vurulacaktır
ilh...» Bu sözün zâhirinden
anlaşılıyor ki; kendisi sebebiyle
sarhoş olunmayan azın içilmesinde had
yoktur. Bu Hidâye ve başka
kitapların da sözlerinin
zâhiridir.
İmâm Muhammed «haramdır; içen ondan sarhoş olduğu takdirde had vurulacak, ve diğer haram
içkilerde olduğu gibi hanımını
boşarsa boşaması geçerli
sayılacaktır.» dedi. Bu hüküm, aynı
zamanda müellifin daha önce, «Hamrın gayrisini içen kişi, sarhoş olduğu takdirde kendisine
had
tatbik edilir.» şeklinde geçen sözünün de muktezâsıdır.
«Buna göre fetvâ verilir ilh...» Yani bütün bu içkilerin haram olduklarıyla ve bu içkileri içip de
sarhoş olan bir kimsenin boşamasının geçerli sayılmasıyla fetvâ
verilir.
En-Nehr ve El-Feth'de denildi ki:
«Bununla fetvâ verilir. Çünkü her türlü içkiden sarhoş olmak
haramdır. İmâm Ebû Yûsuf ile
İmâm-ı Âzam katında boşanma geçerli
değildir, çünkü bu içkiler
esasında hamr gibi haram değildir, helâldirler. Fakat sarhoşluk
verdikleri takdirde haram olurlar.
Bu görüş El-Hâniye'de de sahih olarak
kabul edilmiştir.»
«Hilâf, ancak kuvvetli olmayı kastetmesi hali ile ilgilidir ilh...» Yani bu dört içkinin
içilmesinin
mubah olup olmaması hususundaki
ihtilâf hakkında demek oluyor.
El-Mirâc'da denildi ki: «Ebû Hafs El-Kebîr'den bu mesele soruldu ve o da: 'Bu dört içkiyi içmek
helâl değildir' dedi. Kendisine:
- Sen hem Ebû Hanîfe'ye hem de Ebû Yûsuf'a muhalefet ettin, denilince, cevap olarak dedi ki:
- Onlar bu içkileri boğazda tıkanıp kalan lokmaları indirmek için helâl
görmüşlerdir. Halk bizim bu
zamanımızda onu fücûr ve lehv için içerler.
Ebû Yûsuf'tan gelen bir rivayete göre ise; eğer kişi
sarhoş olmak için bu dört çeşitten içerse onun azı da çoğu da haramdır.
Böyle bir içiş için oturması
da haramdır. Böyle bir içki içmek
için meclise doğru adım atması da
aynı şekilde haramdır.»
Ed-Durru'l-Munteka'da El-Kuhistânî'den nakledilerek şu hüküm de eklendi: «Sarhoşluk
vermese
bile El-Muzmarat ve başka
kitaplarda yer aldığına göre, o içkileri içene had tatbik edilir.»
Ben derim ki: Bu hüküm biraz önce
zikrettiğimiz «had sarhoşluğa bağlıdır» hükmüne muhaliftir.
Umulur ki doğrusu, eğer
sarhoşluk verirse had vurulacaktır, şeklinde
olmalıdır. Düşün.
«Bunun tamamı El-Multekâ
üzerinde yazmış olduğum haşiyelerdedir ilh...» sözüne gelince,
orada
dedi ki: «Birçok âlim tarafından Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un sözü sahih kabul edilmiştir.
El-Muzmaratta bunun illeti şu şekilde
ortaya konulmuştur: «Çünkü hamr,
âhirette cennet ehline
vaat edilmiştir. öyleyse onun
cinsinden teşvik olmak için numunelik olmak üzere helâl olan bir
şeyin olması gerekiyor.»
«Had ve talâk meselesi ihtilâfa binaendir ilh...» sözüne gelince; yani bu
içkilerde sarhoşluk
meydana gelirse, İmâm Muhammed'e göre had vurulur, boşamalar geçerli
sayılır.
Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf'un katında ise böyle bir şey olmaz.
«Şiddetleştiği zaman helâl olmaz ilh...» Yani İmâmın katında böyledir. Kuhistânî.
«El-Hazâne'de onun kavline
binaen meşayihin âmmesinin katında
kerahet-i tahrimiye ile mekrûhtur
ilh...» ifadesindeki «Onun kavline binaen» deki zamir, İmâm-ı Âzam'a racidir. El-Hâniye ve başka
kitaplarda: «Eti yenilen hayvanların sütü helâldir. İmameyn'in
katında kısrakların sütü de helâldir.
İmâm-ı Âzam katında kısrakların
sütü mekruhtur. Bazıları: «Bu kerâhet tenzîhîdir» dediler.
Es-Serahsî: «Bu süt benç gibi
mubahtır» dedi. Meşayihin
âmmesi dediler ki: «Bu sütü içmek,
kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Lâkin
bu sütü içerek sarhoş olan bir kimseye had vurulmaz.
Velev aklı zâil etse dahi. Nitekim benç yemek suretiyle akıl zail olursa, haramı işlemiş
olur. Fakat
bunda had yoktur.»
El-Bezzâziye'de şu hüküm de eklendi:
«Âlimlerin çoğu kerâhet-i tenzîhîye olduğu fikrindedirler.» Ve
El-Bezzâziye'nin bu ibaresi, Ez-Zebaih bahsinde
takdim ettiğimize uygun düşer; oraya müracaat et.
Sonra El-Hâniye'de denildi ki:
«Eğer kişinin aklı benç yemek ve kısrak sütünü içmekle zail olursa,
onun tasarrufatı geçerli
sayılmaz. Ebû Hanîfe'den gelen bir
rivayete göre ise; Eğer yemek yemeğe
başladığı zaman onun benç
olduğunu biliyorsa, sarhoş olduktan sonra
hanımını boşarsa bu
boşama geçerlidir. Eğer bilmiyorsa
geçerli değildir. İmâmeyn'in
katında mutlak bir şekilde geçerli
değildir. Yani başlangıçta ne
içtiğini ister bilsin, ister bilmesin. Sahîhi olan
İmâmeyn'in görüşüdür.
Eğer tatlı bir içkiyi içer, içki
kendisine uygun gelmeyip de aklı zail olursa ve hanımını
boşarsa İmâm
Muhammed'e göre boşama geçerli değlidir. Fetvâ da Muhammed'in görüşüne göredir.»
Bu, o içkiyi aldığı zaman masiyet kastedilmediği takdirde böyledir. Eğer masiyet kastedilirse
El-Bahr'dan aktarılan ifadede
görüleceği gibi boşaması geçerli
olur.
El-Vehbâniye Şerhi'nde şu hüküm yer almaktadır: «Sâhibeyn'in, yani Ebû
Yûsuf ve Muhammed'in
mezhebinin sahih görüşü böyle bir içkinin içilmesinin yani kısrakların
sütünün içilmesinin caiz
olmasıdır. Kişi sarhoş olursa sahihe göre ona had tatbik edilmez.
Hüküm böyledir. Ancak daha
önceki hükümde de illetini belirttiğimiz gibi fâsıkların içki üzerinde topladıkları gibi
toplanırlarsa
hüküm değişir.»
Yani lehv için, masiyet ve
günah için içerlerse hüküm değişir. Sonra bütün bunlar El-Kuhistânî'nin
zikrettiğine muhalif düşmektedirler.
Ancak: «Kuhistânî'nin zikrettiği sertleşmiş
içkiler hakkındadır. Buradaki
hüküm ise sertleşmemiş
hükümler hakkındadır» denilirse, meselede
uyum sağlanmış olur. El-Hidâye'nin kelâmı da
bunu
iş'ar etmektedir. Zira El-Hidâye
kısrakların sütünün içilmesinin helâl olmasının nedenl ile
ilgili şöyle
dedi: «Çünkü onların etinin
yenilmesinin kerâheti, onların
hürmetinden ileri geliyor. Bir de
cihad
malzemesi olduklarından dolayı,
cihad arası kesilmesin, azalmasın diye
etlerinin yenilmesi mekruh
görülmüştür. Binaenaleyh bu kerâhet onun sütüne sirayet
etmez. Yani onun sütü helâldir.»
Veya denilir ki: «Onun sütünü
eğer masiyet niyetiyle içmezse
kerâhet yoktur. «Ama
El-Kuhistânî'nin
kelâmı ise: «Onu masiyet niyetiyle içerse»
diyedir. Nitekim bunu daha önce İbn Şahne'den
takdim
ettik. Onun benzeri El-Bahr'dan
da ileride gelecektir. Düşünülsün.
METİN
Kabakta, yeşil testide, katran
ile sıvanmış kapta, içi oyularak
çıkartılmış ağaç testide nebîz yapmak
helâldir. Bu konuda vârid olan
nehy neshedilmiştir.
Hamrın tortusunu içmek ve o tortu ile taranmak mekruhtur. Çünkü onun içinde
hamrın parçaları
vardır. Hamrın azı da çoğu gibidir.
Nitekim daha önce geçti. Fakat o tortuyu
içen bir kimseye, biz
Hanefîlere göre had vurulmaz. Ancak sarhoşluk
verirse icmâen had vurulur.
Benç denilen ban otunu yemek ve haşîşe denilen kenevir yaprağını yemek harâmdır. Afyon yemek
de haramdır. Çünkü o aklı ifsâd eder, Allah'ın zikrinden ve namaz kılmaktan insanı alıkoyar.
Fakat bunların haramlığı hamrın
haramlığından daha hafiftir. Binaenaleyh kim bunlardan bir şey
yerse, bu sebeple sarhoş dahi olursa kendisine
had tatbik edilmez. Belki haddin altında bir ceza ile
yani tazirle cezalandırılır. Nitekim El-Cevhere'de hüküm bu şekilde yer almaktadır.
Tîb Cevizi denilen cevizi yemek
de haramdır. Fakat onun haramlığı haşîşenin (esrarın)
haramlığından daha hafiftir.
Bunu Musannif dedi.
El-Câmi ve başka kitaplardan
nakledildi ki: «Benç (ban otu) ve haşîşe (esrar)
helâldir» diyen bir
kimse zındık ve bid'atçıdır.
Hatta Necmeddin Zâhidî. «Böyle diyen küfre girer, katli mubah olur»
demiştir.
Ben derim ki: Bizim şeyhimiz
En-Necm El-Gazzî Eş-Şâfiî babasının
büyük ve küçük günahlarla ilgili
manzumesini şerh ederken İbn Hacer El-Mekkî'den naklederek şöyle
dedi:
«Bu zat açıkça bu dört İmâmın icmâsı ile
Tîb Cevizi denilen cevizin haram oluşunu ve o cevizin
sarhoş edici olduğunu açıkça belirtti. Sonra şeyhimiz En-Necm dedi ki:
Yeni ortaya çıkan ve Dimeşk-i Şam'da 1015 tarihinde içilmesi âdet edinilen tütüne gelince, onu
içen: «o sarhoşluk vermez.» derse; eğer
onun bu sözü doğru ise; en azından
tütün içmekte bedeni
gevşetmek ve rehâvet vardır ve
İmâm Ahmed'in Ümmü Seleme'den rivâyet ettiği hadisten ötürü
haramdır. Ümmü Seleme der ki:
«AIIah'ın Rasûlü: «Her sarhoş edici ve bedeni gevşeticinin içilmesini
yasakladı.» Bunu bir veya iki
defa içmek büyük günahlardan değildir. Veliyyülemr yani devlet
başkanı onu yasaklarsa onunla
beraber kesinlikle kullanılması
haram olur. Bununla beraber onu
kullanmak çoğu zaman bedene
zarar verir. Evet, onun üzerinde ısrar
etmek büyük bir günahtır. Tıpkı diğer küçük günahlar gibi.»
İfadesi aynen böyledir.
EI'Eşbâhta: «Asıl ibâhe veya tevakkuf etmektir»
kaidesi konusunda şöyle denilmiştir:
«Bunun eseri,
hali müşkül olanda ortaya çıkar.
Tıpkı emri müşkül olan hayvan ile ve sıfatı -niteliği- meçhul olan
bitkide olduğu gibi.»
Ben derim ki: Bizim zamanımızda yaygınlaşan ve tütün denilen bitkinin hükmü anlaşıldı. Uyan.
Şeyhimiz El-İmâdî: «Hediyye»sinde
tütünü mekruh sayarak tarîk-ı
evlâ ile onu sarımsak ve çiğ
soğana ilhak etmiştir. Düşün.
Esrar (haşîşe)nin haramlığını kesin olarak
ortaya koyanlardan birisi de El-Vehbâniyye'nin
Şârihidir.
Hazr ve İbâha'da bu hükmü ortaya koyarak
manzum olarak dedi ki:
(Şiir):
Esrarın haramlığına ve yakılmasına
fetvâ verdiler.
Kaçınılsın, içilmesin diye
(böyle) bir kişinin boşamasını geçerli saydılar.
Onun satıcısına tedib cezasını takrir ettikleri gibi, fâsıklığını da
tespit ettiler.
Onu helâl sayanın da zındık olduğunu yazdılar.
İZAH
«(Kabak demek olan) Ed-Dubâ Adlı kitapta İlh...» Kuhistânî'ye göre bunun «dal» harfi ötreli ve «be»
harfi şeddelidir. Med ile
okunur.
«Dubbâ» «Dubâeh»in cem'idir. Med ile
okunur. H.
«El-Hantem, yeşil bir testidir ilh...»
Kâmûs'ta da böyle tefsir edilmiştir.
El-Muğrib'de : «El-Hantam
yeşil ve çamurdan yapılmış kap
demektir. Veya her çamurdan yapılmış
kap demektir.» Ebû
Ubeyde'nin belirttiğine göre ise: El-Hantem,
kırmızı küplerdir. İslâm'ın başlangıcında onlarla
Medine'ye şarap getirilirdi. Bunun tekili
«Hanteme» dir.
«Bu hususta gelen yasak neshedilmiştir
ilh...» Bu nesh Rasûlullah'ın şu hadisiyle olmuştur:
«Sizi Ed-Dubbâ, El-Hantam,
El-Muzaffer ve En-Nakir adlı kaplarda
nebîz edinmekten menetmiştim.
Bundan sonra bunlarla nebîzlerinizi
yapınız. Her kaptan içiniz. Çünkü kap
hiç bir şeyi ne helâl, ne
haram kılar. Fakat sakın sarhoşluk vereni içmeyiniz.»
Evet bu hadis, İmâm Mâlik ve Ahmed'den gelen bir rivâyete karşı aleyhlerinde hüccettir.
Gureru'l-Efkâr.
Şeyhu'l-İslâm, Mebsût'unda dedi ki: «özel olarak bu dört
kabın yasaklanmasının nedeni şudur:
Nebîzler bu kaplarda daha bir şiddetlenir. Yani bu kapların sahipleri, haram bir şeyi
içmek
tehlikesiyle karşı karşıya
olduklarından dolayı yasaklanmıştır.» İnâye.
«Hamr tortusunu içmek mekruhtur
ilh...» En-Nikâye de Ez-Zâhidî gibi
«mekruhtur» yerine:
«haramdır» ibaresini kullanmıştır.
Kuhidtânî dedi ki: «Burada haramlık
tabirinin bir çok metinlerin ibarelerinde vaki olan kerâhete
tercih edilmesinin sebebi, müellifin Hidâye'nin kelâmının delâlet ettiği maksada dikkati çekmek
istemesidir.»
«Yani dibine çöken ilh...» Bir şeyin
tortusu onun dibinde kalan nesnelerdir.
Kuhistânî.
«Bu tortu ile taranmak da
mekruhtur ilh...» Taramayı özel olarak
burada zikretmesinin nedeni, şarap
tortusunun saçları daha
güzelleştirmesidir. Nihâye.
«Bizim katımızda şarap tortusunu
içene sarhoş olmadıkça, had vurulmaz ilh...» İmâm Şâfii:
«Tortuyu içen haddedilir, çünkü şarabı kısmen içmiş sayılır»
demiştir.
Bizim delilimiz şudur: Tortunun
azı, çoğunu içmeye davet etmez. Çünkü tabiatlar ondan
uzaklaşırlar. Binaenaleyh
tortu eksiktir. Hamrın dışındaki içeceklere
benzemektedir. Ondan dolayı
sarhoşluk olmadıkça had olmaz. Bir de tortu üzerinde gâlip olan ağırlıktır. Bu sefer tıpkı şaraptan
fazla olarak katılan su gibi olur. Hidâye.
«Benc (banotu) yemek harâmdır ilh...» Benc, Arapça'da «şikeran»
denilen bir bitkidir. Baş ağrısı
verir, insanı kaskatı kılar, aklı karıştırır.
Nitekim Şeyh Davud'un Tezkire'sinde de böyle denilmiştir.
Kâmûs'ta şu hüküm de eklenmiştir: «Bunun en berbatı kırmızı olanıdır,
sonra siyahı. Tehlikesi en az
olanı da beyazıdır.» Kâmûs'ta şu
da
yer alır: «Sebt, haftanın bir günü yani cumartesi günüdür. Çok
uyuyan kişi de demektir. «El-Musebbet» kişi hareketsiz kişi, demektir.»
Kuhistânî'de şu hüküm vardır: Benc
kendir ağacının iki çeşidinden birisidir. Haramdır, çünkü
aklı
izâle ediyor. Fetvâ da buna göredir. Fakat onun bir çeşidi daha var ki, afyon gibi mubahtır.
Çünkü
her ne kadar o aklı karıştırırsa da onunla akıl
tamamen zail olmaz. Ve Hidâye
ve diğer kitaplarda
gelen «benç mubahtır» ibaresi bunun üzerine hamledilmelidir. Nitekim Şerhu'l-Lubâb'da da
böyledir.»
Ben derim ki: Bu, açık (kuvvetli)
bir görüş değildir. Çünkü aklı
haleldâr eden bir şey de, şüphesiz
olarak caiz değildir. O halde buna nasıl mubah denebilir? Bilakis
doğrusu şudur: Hidâye ve diğer
müelliflerin maksadı onun azını ve diğer benzerlerini tedavi için kullanılırsa mubahtır. Bunun
haramlığını açıkça belirtenin maksadı, onda sarhoşluk veren
miktardır. Buna Gayetu'l-Beyân'ın
Şeyhûl-İslâm'ın Şerhi'nden naklettiği de delâlet eder: «Tedavi için az
sakamunya
ve benc yemek
mubahtır. Bundan fazlasını yemek insanı
öldürür ve aklı giderirse haram olur.»
İşte bu ibare bizi açıkça tekit ediyor ve daha önce sözünü
ettiğimizi destekliyor. Biz demiştik ki:
«Çoğu sarhoşluk verenin azı da
harâmdır» kaidesi sıvılara mahsustur. Akıl veya
bedende zarar
meydana getiren camid (sıvı olmayan) şeylerden olanlar hakkında
da böyle hüküm verilir.
Bunlardan zarar veren miktarı
almak haram, yararlı olan azı almak haram değildir. Çünkü bunların
haramlığı aynî yani zatlarından
ötürü değil, zararlarından ötürüdür.
El-Bahr'ın Talak bahsinin başında
şu hüküm yer olmaktadır: «Kimin aklı benç ve afyon ile gaib
olursa, onu eğer lehv maksadıyla
veya
bazı zararları kasten yapmak
maksadıyla kullanmış ise,
boşaması geçerlidir. Çünkü bu masiyettir. Eğer tedavi için kullanılmışsa boşama geçerli
değildir.
Çünkü masiyet
yoktur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. Bu ifade, benç ve afyonun tedavi için
kullanılmadıkları takdirde, haram olduklarını açıkça belirten bir
hükümdür.
«El-Bezzâziye'de yer alan hüküm
şöyledir: İllet yani gösterilen gerekçe bunun tedavi için değil
de,
başka bir maksatla yenmesinin
haram olduğunu ortaya koyuyor.»
En Nehr'de: «Bu tafsilat hakkın tâ kendisidir» denilmiştir.
Hulâsa; ondan sarhoşluk veren
çoğu kullanılması mutlaka haramdır. Nitekim buna El-Gâye'nin
ifadeleri açıkça delâlet etmektedir. Azına gelince, eğer lehv için onu kullanırsa haramdır ve bu
azdan sarhoş olursa boşaması geçerlidir.
Çünkü onu kullanma maksadı mahzurlu idi. Eğer tedavi
için kullanılırsa, buna rağmen bir sarhoşluk meydana gelirse, boşama
geçerli olmaz. Bu eşsiz
araştırmayı ganimet bil.
Burada bir mesele kalmış bulunuyor.
Bizim ilim adamlarımız arasında buna dikkat çeken kimse
görmedim. Mesele şudur: Azı haram
olmayan fakat çoğu sarhoşluk veren, sıvı olmayan bir maddeyi
yemeyi alışkanlık haline getiren kimsenin hükmü nedir? İşin
başında onun bu miktardan sarhoş
olması ya da olmaması göz önünde bulundurulmaksızın bunun hükmü ne olacaktır?
Acaba
başkasını sarhoş ettiğine bakılarak
veya alışkanlık haline
getirmeden önce «sarhoş oluyordu»
deyip, öyle bir maddeyi kullanması haram olur mu diyeceğiz? Yoksa o sıvı olmayan
madde tâhir ve
mubahtır, onun harâm olmasının
asıl sebebi ise sarhoşluk vermektir. Daha önce böyle bir şeyi
kullandığında sarhoş olduğu için
haram olmakla birlikte, şu anda yani alışkanlık sonrası sarhoş
olmadığından haram değildir
denilecek ve böyle bir kimse öldürücü
zehirli bir şeyi yemeyi
alışkanlık haline getirerek bundan zarar görmeyen bir kimse gibi mi değerlendirilecektir? Nitekim
böyle öldürücü zehirler yediği
halde zarar görmeyenleri işitmiş
bulunuyoruz. Bu konu
düşünülmelidir.
Evet, Şâfiîler açıkça: «İbret insanların galibine nazaran aklı
gaib edenedir, adete değildir»
demişlerdir.
«Haşîşe kenevir yaprağıdır ilh...» İbnu'l-Baytâr dedi ki: «Hindistan kınnabı (keneviri)nin bir nevi
vardır, ona «haşîşe» deniliyor.
İnsanı cidden sarhoş eder. Bir dirhem kadar azıcık
bir miktar aldığı
zaman insanı sarhoş eder. Hatta ondan çok alan bir kimseyi o akılsızlık hududuna vardırır. Bir
kavim bunu kullandı, akılları
karıştı. Hatta çoğu zaman onları öldürdü. Hatta İbn-i Hacer bazı
âlimlerden naklediyor ki:
Haşîşe'yi
yemekte 120 dînî ve dünyevi zarar
vardır. İbn-i Teymiye'den
nakledildiğine göre: «Kim ki haşîşe
helâldir, derse o kâfir olur.» Dedi ki:
«Onun mezhebinin ehli
onu o şekilde kabul etmiştir.»
Onun benzeri bizde de
gelecektir.
«Afyon ilh...» Afyon,
haşhaşın özüdür. İnsanı kederlendirir. Eğer insan buna devam ederse
iki
şehvetini de düşürür. İki dirhem
kadar alındığı takdirde insanı öldürür. Arka arkaya dört günden
fazla afyon yediği takdirde, onu âdet edinmiş olur. Ve ondan sonra terk ederse ölüme
götürebilir.
Çünkü o, iç organların
torbalarında küçücük delikler açar ki
ondan başkası o delikleri kapatmaz.
Dâvûd'un Tezkire'sinde böyle yer
almaktadır.
«Çünkü o aklı ifsâd edicidir ilh...» O aklı öyle ifsâd eder ki, kişi
onu aldığı zaman rüyâ görür, hayal
görür, aklı tamamen fâsid olur.
Cevhere.
«Sarhoşluk verirse dahi ilh...»
Çünkü Şeriat yenilen maddelerden değil de içilen
şeylerden
sarhoşluk veren şey dolayısıyla
haddi vâcip kılmıştır. İtkânî.
«Cevhere'de böyledir, ilh...» sözüne gelince, bu işaret, «benç va
benzerleri harâmdır» ibaresine
racidir.
«Tîb Cevizi de haramdır, ilh...»
Anber ve zaferan da bunun gibidir.
Nitekim İbn-i Hacer Mekkî'nin
Ez-Zevâzîr'inde de böyle yer
almaktadır. İbn-i Hacer dedi ki: «Bunların tümü sarhoş edicidirler.
Burada onların (âlimlerin),
sarhoş edici'den maksatları aklı
örtmektir. Yani şiddetli bir neşe ile
birlikte olmasına gerek yoktur.
Çünkü bu tür neşe, sıvı sarhoş edici
maddelerin özelliklerindendir.
Binaenaleyh bunlara: «mukaddire»
yani «bedeni gevşetici, dondurucu» demek
buna ters düşmez.
Binaenaleyh hamr için gelen vaîd (tehdit)ler, o futuret verenlerin de hakkında varid olmuş oluyor.
Çünkü ikisi de Şârî'in kastettiği manada aklı izale etmekte
ortaktırlar.»
Ben derim ki: Pamuk çiçeği de bunun gibidir. Çünkü o da kuvvetli
bir şekilde neşe veriyor.
O kadar
ki insan sarhoşluk mertebesine varıyor. Nitekim Tezkire'de
bu hüküm yer almaktadır. İşte bunların
tamamı ve benzerlerinin sarhoşluk
verici miktarının kullanılması haramdır. Ama azı, daha önce de
takdir ettiğimiz gibi, haram
değildir. Anla.
Benc, afyon ve başka maddelerden terkip edilerek meydana
getirilen Berş de bunun gibidir. belki
bundan daha ileridedir.
Et-Tezkire'de Davud-i Antâki dedi ki: «Bunu daimi bir şekilde
alan bir
kişinin bedeni ve aklı ifsâd
olur. İki şehveti de düşer, rengi bozulur. Kuvvetleri eksilir ve beden
halsiz düşer. Şu anda ondan bir
çok zararlar meydana gelmiştir.»
«Bunu musannıf dedi ilh...»
Musannıf'ın ibaresi şöyledir: «Haramlık
noktasında Tîb Cevizi denilen
ceviz de esrar gibidir. Şafiî
âlimlerinden bir çoğu onun harâm olduğuna fetvâ vermişlerdir.
Mekke'de mücâvir bulunan İbn-i
Hacer Heytemî de bunu açıkça
fetvâlarında belirtmiştir. Şeyh
Kemaleddin bin Ebî Şerîf bu
hususta yazmış olduğu Risâle'de bunu
söylemiştir. Bizim mezhep
mensuplarından Aksarâyî de bunun
haram olduğuna fetvâ vermiştir. Ben onun fetvâsını mübarek
hattıyla gördüm. Fakat o bunun haramlığı, esrarın haramlığından daha hafiftir, AIIah hakikati daha
iyi
bilir.»
Ben derim ki: Şarih bunun dört
mezhebe göre haram olduğunu ileride zikredecektir.
«El Cami'den» kasıt Câmiu'l-Fetâvâ'dır.
«O zındık ve bid'atçıdır ilh...»
El-Bahr'da denildi ki: «Âlimler
onun boşamasının da bu durumda
geçerli olduğunda ittifak
etmişlerdir. Yani esrar yiyen bir kimsenin boşaması geçerli
olur. Bu hem
Şâfiî, hem de Hanefî âlimlerinin fetvâsıdır. Çünkü onlar haşhaşın haram olduğuna dair fetvâ
vermişler, «onu satana tedip
edilecektir» demişlerdir. Hatta şunu da dediler: «Onun
helâl olduğunu
söyleyen bir kimse zındıktır.
Nitekim bu hüküm El-Mubteğâ'da yer
almıştır. Muhakkik İbn Hümân
Fethu'l-Hadîr'de ona tabi olmuştur.»
«Hatta Mecmu'ddin Ez-Zâhidî dedi
ki ilh...» Bunu musannıf faziletli bazı kişilerin el yazmalarından
nakletmiştir. Fakat Er-Remlî, Necmuddin Ez-Zâhidî'nin bu görüşünü reddetmiştir. Buna iltifat
edilmez, güvenilmez. Çünkü küfür, ancak
kesin meselelerin birisini inkârla
oluşur. Halbuki esrarın
kesin delille haram olduğu söz konusu değildir. Özetle.
Ben derim ki: Bunu daha önce
metinde geçen ifadeler desteklemektedir. Metinde şöyle geçmişti:
Bu haram olan dört çeşit içkinin
haramlığı hamrın haramlığından daha hafiftir. Binaenaleyh bunları
helâl gören bir kimse kâfir olmaz.
Evet, bu sebeple böyle bir kişi hakkında
«zındık» diye hüküm vermek de müşküldür. Fetih,
Bahr ve
başka kitaplarda aksi kabul edilmesine rağmen böyledir. Zındık ise öldürülür, tevbesi kabul
olunmaz. Lakin ben İbn-i
Hacer'in Zevâcir'inde şunu gördüm : «El-Karâfî
ve İbn Teymiye
esrarın
haram olduğunda icmâ olduğunu
hikâye ettiler. İbn Hacer dedi ki:
«Binaenaleyh kim ki onun helâl
görürse küfre girmiş olur.» Ve yine
dedi ki:
«Dört İmâm bu esrar hakkında bir şey söylememişlerdir. Çünkü bu onların zamanında yoktu.
Bu
ancak altıncı yüzyılın sonunda ve yedinci yüzyılın
başında ve İslâm memleketini Tatarların istilâ
ettiği zamanda ortaya çıktı.» İfadesi
aynen böyledir. Düşünülsün.
«Tütün ilh...» Derim ki:
Âlimlerin tütün hakkındaki fikirleri
karmakarışıktır. Bazıları mekrûh,
bazıları
haram bazıları da mubâh olduğunu
söylemişlerdir. Bu hususta müstakil
kitaplar da yazılmıştır.
Şurunbulâli'nin Vehbâniye Şerhi'nde şu hüküm yer almaktadır: «Tütünü satmak ve içmek
yasaklanır. Onu oruçlu iken
içen bir kimsenin orucu kesinlikle bozulur.»
Efendimiz Abdulgani
En-Nablusî'nin muhterem pederi allame Şeyh İsmail Nablûsî,
Şerhu'd-Durer'de: «Koca hanımını
sarımsak ve soğan yemekten ve ağzı
kokutan, her şeyden men
edebilir» naklini yaptıktan
sonra dedi ki: «Bu kaidenin muhtevası
onu tütün içmekten de men
edebileceğidir. Çünkü o da ağzı kokutur. Hele koca tütün içmiyorsa. Allah
bizi tütünden muhafaza
eylesin. Onu içmenin men edilmesini meşayihimizin şeyhi El-Mesîrî ve başkası da fetvaları ile
uygun görmüşlerdir.»
Büyük âlim Şeyh
Aliyyu'l-Echûrî El-Mâlikî tütünün helâl olduğuna dair bir risale yazmıştır. O
Risale'de: «Kendisine güvenilir
dört mezhebin İmamlarından olan bazı kimseler onun helâl
olduğuna dair fetvâ vermişlerdir.» diyor.
Ben derim ki: Onun helâl olduğuna
dair Abdulgani En-Nablûsî hazretleri
de bir risale yazmıştır. Ona
«Es-Sulh Beyn'l-İhvânfî
İbâhat-i Şurbi'd-Duhân» adını
vermiştir. Ve çok güzel olan teliflerinin bir
çoğunda da bu bahse dokunmuştur.
Onun haram veya mekrûh olduğunu söyleyenlerin başına
kıyameti koparmıştır: «Çünkü haram
veya mekrûhluk Şer'î iki hükümdür.
Onların delilleri lâzımdır.
Tütün meselesinde böyle bir delil yoktur; ve çünkü onun
sarhoşluk verici veya gevşetici bir zararı
tespit edilmemiştir. Başka bir zararı da tespit edilmemiştir.
Belki onun bir çok yararı tespit
edilmiştir. Binaenaleyh o: «eşyada aslolan
ibâhadır» kaidesinin kapsamına giriyor. Eğer onun bir
kısım insana zarar verdiği
farzediliyorsa, bundan, onun herkese
haram olması gerekmez. Çünkü bal
da safrası gâlip olan kişilere zarar
verir. Hatta çoğu zaman onları hasta
düşürür. Halbuki katî nass
ile balın şifa olduğu sabit
olmuştur. İhtiyat Allah'a iftira edip de delil gerektiren hurmiyet veya
kerâhet hükmünü vermekte değildir.
Belki asıl olan ibâhadır. Rasul-ü Ekrem Şeriatı tebliğ eden
olmasına rağmen, «kötülüklerin annesi» olan hamrın haram
olduğunu katî nass ininceye kadar,
söylememiştir. Öyle
ise insanoğluna en uygun olan sigara,
tütün kendisine sorulduğunda ister
tütün içenlerden olsun, ister bu
zayıf kul ve aile efradının her ferdi gibi içmeyenlerden olsun, «o
mubahtır» demek uygundur. Fakat onun kokusu tabiatlar bakımından kerih görülüyor. Binaenaleyh
o Şer'an değil, tab'an
mekruhtur.»
Ve böylece sözü uzun uzadıya
sürüp gidiyor. İşte bu hükmü aynı zamanda burada şarihin kelâmı da
vermektedir. Çünkü şeyhi En-Necm'in ibaresinden sonra hemen Eşbâh'ın ve
bir de şeyhi
El-İmâdî'nin kelâmını getirdi. Her
ne kadar Ed-Durru'l Muntekâ'da :
«Kesinlikle haramdır» denilmiş
ise de. Fakat onun haramlığı zatından dolayı değildir. Belki bu hususta
sultanın yasağı yani sultan
onu kullanmayı yasaklamış olduğundandır. Bunun hakkında kelâm ileride gelecektir.
«O gevşeticidir ilh...»
Kâmûs'ta: «FETERA CİSMUHÛ FUTURAN (cismi gevşedi), yani mafsalları
yumuşadı ve zayıf düştü» demektir. Gurab vezninde olan Futâr kelimesi gevşemenin başlangıcıdır.
«O harâmdır ilh...» Bu Şâfiîlerden nakledilene muhaliftir. Çünkü onlar:
«Karının sigara nafakası
kocaya vâciptir» demişlerdir. Ebussuûd.
Binaenaleyh onlar İbn-i Hacer'in görüşünü zayıf olarak zikrettiler. Mezhep onun herhangi bir başka
sebep olmaksızın kerâhet-i tenzihiye ile mekruh olduğudur.
Ve zikretmişlerdir ki: «O, kocanın
boynuna ancak kadın tütün içmeyi âdet edinmişse vâcip olur.
Eğer kadının tütünü terk etmesi
kendisine zarar vermiyorsa vacip olur. O zaman meyveler
kabilindedir. Ama kadın onu terk
ettiği
zaman zarar görecekse o tedavi kabilindendir ve kocaya lâzım
gelmez.» T.
«Veliyyulemrin yasaklamasıyla
beraber kesinlikle o harâm olur ilh...» Abdulgani En-Nablûsî
dedi ki:
«Keşke bilseydim, Veliyyulemr'in iki emrinden hangisi
tutulur?
Acaba halka tütünü terk etmesini
gerektiren emri mi yoksa
tütünden vergi alma emri mi? Çünkü vergi almak şeklindeki
dolaylı emri,
hakikatte onu kullanmaya dair
olan bir emirdir. Bununla beraber
veliyyulemrlerden maksat, âyet-i
celîlede, en sıhhatli görüşlere göre âlimlerdir. Nitekim bu
durumu El-Aynî, Şerhu'l-Kenz'in : «Çeşitli
meseleler»in sonunda zikretmiştir. Bir de müsaderelerde ısrar eden. Beytulmal'ı
zayi eden, hakim
ve başkalarını rüşveti almak,
zulüm yapmak üzere terk eden zâlim
sultanların yasakları Şer'î bir
hükmü sabit kılar mı? Halbuki âlimler dediler ki: «Bizim zamanımızdaki
sultanlara 'âdil' diyen bir
kimse küfre girmiş olur.» Abdulganiy En-Neblûsî'nin ibaresi özetle burada sona erdi.
Ben derim ki: Bizim zamanımızdaki umerânın emirleri vücûb ifade etmez. Çünkü fakihler
Muteferrikatü'l-Kadâ'da (yani Kazâ Kitabı'nın sonunda yer alan çeşitli konularda) metinlerin Hakim
sana hükmettiği bir resmi veya bir kesmeyi
veya
bir darbı emrederse, onların sözüne göre onu
işleyebilirsin. Çünkü veliyyulemre itaat vaciptir. Şarih orada: «İmâm Muhammed böyle bir hükmü
icra etmekten hâkimin hüccetini görünceye kadar müslümanları menetmiştir.» demiştir. İmâm
'Muhammed'in bu görüşü bizim zamanımızda
güzel görülmüş ve bununla fetvâ verilmektedir. İlah...
Büyük âlim El-Bîrî, Eşbâh'a yaptığı şerhinin sonlarında şunu zikrediyor: «İmâmetin (İslâm Devlet
Başkanının) şartları arasında âdil, bâliğ, emîn, muttakî, kan
dökmekte, zina ve mallar hususunda
kendisine güvenilir olması
şartları vardır. Zâhid, mütevazı, siyaset yerine siyaset sahibi olması
gerekir. Bütün bunlardan sonra
ehl-i hal vel akd zikredilen niteliklere sahip
olan bir kimseye biat
edecek olursa itaati farz olur. Hazânetu'l-Ekmel'de de böyledir.
Cevâhir Şerhi'nde şöyle denilmektedir. Şeriatın
mubâh gördüğü konularda İmama itaat etmek
vâciptir. Bu ise, faydası ammeye dokunan konularda olur. Cihâd Bahsi'nde masiyet olmadığı
sürece emrin itaat etmek gereğini de fukahâ açıkça belirtmişlerdir.
Tatarhaniye'de de şu ifadeler yer almaktadır:
«Emîr askere bir şeyi
emrettiği zaman askerden birisi ona isyan ederse hemen onu cezaya
çarptırmaz. Belki ona nasihat eder. Eğer o özürsüz olarak tekrar ona
isyan ederse, o zaman cezaya
çarptırır, edeplendirilir.» Özetle.
El-Bîrî Tatarhâniye'nin bu ibaresinden şu hükmü çıkarıyor: «Tâûn ve benzeri bir sebepten ötürü,
emîr birkaç gün oruç tutulmasını
emrederse onun emrini yerine
getirmek vâcip olur.»
Ben derim ki:
Hazânetu'l-Fetâvâ'nın ibaresinden
açıkça şu hüküm anlaşılmaktadır:
Ancak İmamet
şartlarının kendinde bulunduğu
bir kimsenin itaatı lüzumludur.
Ve Tatarhâniye'deki bu hüküm, Arifi Billah Abdulgani En-Nablûsî'nin kelâmını
teyit eder. Fakat
El-Hamevî, Haşiyesi'nde bu şartların aranması
Veliyyiemrin
iş başına getirilmesinin sıhhatliliğine
değil, günahın ref'i için
gerektiğine delâlet eden ifadeler vardır. Oraya müracaat et.
«Çünkü insan bedenine zarar
verebilir ilh...» Gerçek şudur ki, bu, kullananların
değişmesiyle
değişen bir hükümdür. T.
«Asıl olan ibâha veya
tevakkuftur ilh...» Şâfiî ve
Hanefîlerin cumhuru katında birinci
görüş, tercih
edilen görüştür. Nitekim bunu
İbnu'l-Hemâm «Tahrîru'l-Usûl» eserinde açıkça
belirtmiştir.
«Ondan bitkilerin hükmü anlaşılıyor
ilh...» Bitkilerin hükmü, seçilen fetvâya binaen mubâhlıktır.
Veya onlar hakkında tevakkuf edilecektir.
Müellifin bu ibaresinde tütünün sarhoş
edici veya
gevşetici veya zarar verici
olduğunun kabul edilmediğine işaret vardır. Aksi takdirde onu
zikredilen
kaidenin kapsamına sokmak sıhhatli olamaz. Bunun için «uyan» diye emir vermiştir.
«Şeyhimiz El-İmâdî «Hediye»sinde bunu kerih görmüştür ilh...» Ben derim ki: El-İmadî'nin
kelâmında açıkça görülen tahrimen mekruh olduğu ve onu daimi bir şekilde kullananın
fâsık
olduğudur. Çünkü o El-Cemaa faslında
dedi ki: «Faiz yemekle veya haramlardan
bir şey işlemekle
veya bizim zamanımızda bir bid'a olarak ortaya çıkan duhan (tütün) gibi mekruh bidatlardan bir şey
üzerinde ısrarla devam etmekle meşhur olan bir İmama namazda uymak mekruhtur. Hele sultan
«bu iş işlenmesin» diye emir
vermişse (bilhassa mekruhtur.)»
Efendimiz Abdulganî En-Nablûsî
'El-Hediye Şerhi'nde bu görüşü,
hulasasını daha önce takdim
ettiğimiz bir şekilde
reddetmiştir. Binaenaleyh Şâirin bunu
sarımsak ve soğan gibi görmesi,
tartışılır bir hükümdür. Çünkü
bu, El-İmâdî'nin kelâmına uygun
değildir. Evet, onu zikredilenlere
yani sarımsak ve soğana ilhak etmek, insafın ta
kendisidir. Ebussuud Efendi dedi ki: «Böylece
kerâhet, tenzihiye olur. Kerâhet-i tenzihiye ile mekruh olan bir şey, ibâhe ile bir araya
gelir.»
T. dedi ki: «Ebussuudun
fetvasından anlaşılıyor ki, bu soğan ve sarımsağın mescitte
kerahet-i
tahrimiye ile mekruh olması,
sarımsak ve soğan hakkında varid olan nehiyden
ötürüdür. Tütün ise
bunların ikisine ilhak edilmiştir. Zahir şudur ki; onun kullanılması
kıraat halinde mekruhtur. Çünkü
onu kullanmak Allah Kitabı'nın tazmini halleder etmektir.»
Esrarın haram olduğunu kesin ifade
edenlerden birisi de El-Vehbâniye şârihidir ilh...» Âlimlerin
bunun üzerinde icmâ ettiğini
önceden bildin.
BİR EK :
Müellif kahvenin hükmünden söz etmedi.
Halbuki bazı fakihler kahveyi haram saymışlardır. Fakat
Tebyînu'l-Mehârim ile Musannıfın Fetâvası'nda ve El-Eşbâh'ın
Remlî tarafından yazılan Haşiyesi'nde
olduğu gibi; bu haramlığın açıklanabilir
bir tarafı görülmemektedir. Şarihin şeyhi En-Necmu'l-Gazzî,
Tarîh'inde El-Aydaros diye
bilinmekte olan Ebû Bekr b. Abdullah Eş-Şazelî'nin hayatı bahsinde dedi
ki: «Bu zat, yani Aydaros,
ilk kahve kullanan kişidir. O seyahat ederken (kahve) ağacını görmüş,
onun meyvelerinden yemeye başlamış, o meyvelerde dimağı kurutma uykuyu
giderme, bedene
ibadet gücünü artırma özelliğini
görünce onu kendisine yiyecek maddesi
kıldı ve dervişlerine onu
kullanmalarını tavsiye etti. Sonra da kahve her yana yayıldı.»
Âlimler onuncu asrın başında kahve hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir cemaat «haramdır» demiş
ve
bu cemaat katında kahvenin zarar
verici olduğu görüşü kuvvet bulmuştur. Bu cemaatin
sonuncularından birisi Şam
diyarında şeyhimiz El-İtâvî'nin
babası, birisi de El-Kutb bin Sultan
El-Hanefî'dir. Mısır'da ise
Ahmed bin Ahmed bin Abdulhak Es-Senbâtî'dir. Senbatî denilen bu
zat,
bu hususta babasının izinden
gitmiştir. Çoğu da kahvenin mubah
olduğunu söylemişlerdir. Ve
onlardan sonra da bu noktada
icmâ sağlanmıştır. Kahveye
eklenen diğer haram maddelere gelince,
onların haramlığında şüphe
yoktur.» Özetle.
BİR HÂTİME:
İbn Hacer El-Mekkî'den afyon
gibi bir şey yemeye müptela olanın hali sorulmuş ve bu kişi öyle
müptela olmuş ki, eğer afyon veya
benzerini almazsa helâk olacaktır.
Bunun durumu nedir? diye
sorulmuştur. Cevap olarak demiş
ki: «Eğer helâk olacağı kesinlikle biliniyorsa ona afyon kullanmak
helâldir. Hatta canının çıkmaması mecburiyetinden ötürü vacip olur. Tıpkı mecbur kalan, hiç bir
yiyecek maddesi bulamayan
bir kişinin murdar etten yemesi gibi. Bu müptela kişiye tedricî bir
şekilde yavaş yavaş azaltmak
suretiyle mide alışkanlığı zail olup bu kötü alışkanlığına son vermeye
çalışması vâciptir. Eğer bunu
ayni halinde bırakırsa günahkâr ve
fâsık olur.» Özetle.
Er-Remlî dedi ki: «Bizim kaidelerimiz buna muhalif değildir.»
PRATİK BİR MESELE:
Hazr ve İbâha konusunda Tatarhâniye'den nakledilerek denildi ki: «Bedeni kemiren hastalıklı azayı
kesmek için insan aklını gideren bir şeyi içirmekte beis yoktur.»
Ben derim ki: Bunu hamrın gayrisiyle
sınırlandırmak uygundur. Yani hamrın haricinde
başka bir
şeyi içirmekte beis yoktur. Fakat ibârenin zâhirinden anlaşılıyor ki, bu sıvılardan olmayan
benç
(banotu) ve benzerleri ile kayıtlanmaz. Fakat Şâfiîler bununla da kaydetmiştir. Yani bençle
olmayacaktır, demişlerdir. Allah hakikati
daha iyi bilir.
|