MEÂKIL KİTABI
M E T İ N
Meâkıl «ma'kul» kelimesinin çoğuludur, diyet
manasına gelir. Kan dökülmesini önlediğinden dolayı
buna «akıl» da denilir. «Akıl»
da aynı
köktendir çünkü çirkinlikleri engeller.
«Akite» divan ehline denir ki onlar da askerlerdir. Şafii'ye
göre ise «âkile» kişinin aşiretinden
olanlardır ki bunlar da asabelerdir.
Divan ehli, kendilerinden olan
kişiye âkile olurlar ve bizzat öldürme
sebebiyle
vacip olan bütün
diyetleri ödemeleri gerekir.
Sulh yoluyla. veya babanın oğlunun kasden öldürmesi gibi şûpheden
dolayı paraya çevrilen katil
olayları bu hükmün dışına çıkmıştır. Bu
ikinci durumda yani babanın
oğlunu katil durumunda, cinayetler bölümünde geçtiği gibi, diyet babanın malından alınır.
Diyet, divan ehline verilen
atiyyelerden veya erzaktan alınır. Atiyye ile erzak arasındaki fark şudur:
erzak hazineden ihtiyacı kadar
ve yeterli miktarda aylık veya günlük olarak verilen şeydir, atiyye ise
her sene ihtiyaç miktarına göre
değil de kişinin, dînin yücelmesi
hususunda gösterdiği sabır ve
yaptığı yardıma göre olur.
Akilenin vereceği diyet, hüküm
vaktinden sonraki üç sena içerisinde alınır. Aynı şekilde bize göre
babanın oğlunu öldürmesi suretiyle amden katil olanın diyeti de üç sene içerisinde
alınır. şafii'ye
göre ise bu diyetin peşinen alınması
gerekir.
Atiyyeler üç seneden çok
veya az bir zaman zarfında verilirse
maksad hasıl olduğu için diyet bu
atiyyelerden alınır.
Eğer kâtil divan ehlinden olmazsa
o takdirde âkilesi, kabilesi,
akrabaları ve onun yardımlaştığı
herkestir. Tenvîru'l-Basâir
Diyet üç senelik zamana göre akileye taksim edilir.
Her sene bir dirhem veya 1 1/3
(bir tam bir bölü
üç) dirhem alınır. Esah olan
görüşe göre her birine diyetin bütününden üç senede düşen
miktar
dört seneye uzatılmaz. Sonra buradaki
«seneler» den maksat atiyyelerdir.
Kuhistani.
Eğer kabilesi bu diyeti tamamlayamazsa nesep
olarak en yakın olan kabileler asabe sırasına
göre
bunlara ilave edilir.
Bize göre kâtil kadın, çocuk veya
deli de olsa onlardan biri gibidir. Bundan dolayı sahih olan
görüşe göre onlara iştirak eder. Zeylai.
Azad edilen kölenin akilesi
efendisinin kabilesidir, mevle'l-muvalâtın diyetini ise mevlâsı ve
mevlâsının kabilesi öder.
Bilinmelidirki daha önce geçtiği gibi, kısası, şüpheden dolayı veya
oğlunu amden öldürmesinden
dolayı düşse bile... Akilelerin cinayetinden veya amden öldürmenin diyetini,
anlaşma sonucu veya
itiraf etmekle lâzım olanı ve
diyetin onda birinin yarısından daha az olanı ödemez. Zira Peygamber
(s.a.v.) demiştir ki: «Akileler,
amden alan cinayette, kölenin cinayetinde, anlaşma olduğunda, itiraf
edildiğinde ve kemik görülen yaralamanın erşinden az olanda
diyeti ödemezler. Aksine bunları cânî
öder.»
Ancak, akilenin cânîyi ikrarında tasdik
etmesi veya delil bulunması yukarıdaki meselenin
istisnasıdır. Hüccet ikrarla birlikte müteber olmadığı halde
burada ikrarla birlikte kabul edilir.
Çünkü burada hüccet davalının ikrarı
ile sabit olmayan şeyi ispat eder. Bu da diyetin âkile üzerine
vacip olmasıdır.
İ Z A H
Muteber fıkıh kitaplarının
çoğunda bu bölüme aynı ad verilmiştir. Fakat burada şu hususun
düşünülmesi gerekir ki: eğer «meakıl»
kelimesi «makule» kelimesinin çoğulu olursa, ki o da diyet
manasına gelir, o zaman ortaya
bir tekrar durumu çıkar. Çünkü diyetin
kısımları daha evvel geçmiş
ve izah edilmişti. Burada kasdedilen; kendisine diyet vacip olan kişilerin, türleri ve hükümleriyle
birlikte açıklanmasıdır. İşte bu kîşiler âkiledirler. Buna
göre uygun olan, «avâkil» denilmesiydi.
Çünkü bu kelime «âkile» nin çoğuludur. Tûrî ve Şurunbulâliye.
«Kan dökülmesini önlediğinden
dolayı ilh...» veya diyet olarak
verilen develerin maktulün velisinin
evinin avlusunda bağlanmasından dolayı... Sonra bu isim umumileşerek. dirhem
ve dinar da olsa
verilen diyete «ma'kule» denildi. İtkânî.
«Âkile, divan ehline denilir» Muğrıb'te şöyle denilmiştir: «Divan: bir araya getirildiği zaman kitaptan
daha ince olan defterdir. Çünkü
bütün olarak kağıtlardan oluşur. Divanları ilk tedvin edenin yani
valiler ve kadılar için dosyaları tertip edenin. Hz. Ömer olduğu rivayet
edilir. «Falan şahıs divan
ehlindendir» denildiğinde
isminin dosyada sabit olduğu ifade edilir.»
Hâkim'in «Kâfî» sinden naklen Gâyetu'l-Beyân'da da şöyle denilir:
«Bize, Hz. Ömer'in diyetleri divan ehline farz kıldığı haberi geldi.
Çünkü divanı ilk yazdıran O'dur ve
diyeti de divan ehlinden almıştır. Daha önce diyet kişinin aşiretinin mallarından alınırdı. Hz. Ömer'in
bu uygulaması şer'î bir hükmün değiştirilmesi değil belki
onun sağlamlaştırılmasıdır. Çünkü o
biliyordu ki kişinin aşireti. diyeti, yardım yoluyla yükleniyorlardı.
Yardımlaşma bu divanlar vasıtası
ile olduğu için diyetin bunlardan alınmasına
hükmetti. Böylece, diyet kadınlara ve çocuklara vacip
olmaz. Çünkü onlarla yardımlaşma söz konusu olmaz.
Mi'rac'ta bazı inkarcılar kınanarak, âkilenin cinayetle
ilgisi bulunmadığını, dolayısıyla, Allah
Teâlâ'nın «kendi günah yükünü
taşıyan hiçkimse, bir başkasının
günah yükünü taşımaz» âyetinden
dolayı diyetin kâtilin malından alınması
gerektiği söylenmiştir. Biz deriz ki:
diyetin âkile üzerine
vacip olması meşhurdur ve meşhur hadislerle
sabittir. Sahabe ve tâbiûnun
uygulamaları da
böyledir. Meşhur hadisle Kitap'ın hükümleri üzerine ekleme
yapılabilir. Âkile, diyeti kâtilin
muhafaza
ve murakabesini terketmeleri ve
bu hususta kusurlu olanları
itibariyle, yüklenirler. Diyeti
ödemede
ona iştirak sadece onlara hâstır. Çünkü kâtil bu cinayeti ancak onlardan aldığı kuvvetle işlemiştir.
Bu durumda onlar cinayeti bizzat kendileri işlemiş gibi kusurlu
olurlar. Hüküm olarak konulmadan
önce bu diyet şeref kazanmak ve dostlara
iyilikte bulunmak için veriliyordu. Şeriat da bunu
yerleştirmiştir. Zaten halk arasında bu âdet
bulunmakta idi. Şöyle ki; bir kimse
hırsızlık veya
yangından dolayı zarara uğrasa,
ona
yardımlaşma olarak mal
toplanırdı. Özetle..
«Onlar da askerlerdir.» Yani burada divan ehlinden maksat asker
olan kişilerdir. Dürru'l-Müntekâ'da
şöyle denilmiştir: Kadınlar ve çocuklar gibi divandan pay alan kişiler ve
deliler diyet vermezler.
Fakat bunlar öldürme işini
bizzat yaparlarsa âkile ile birlikte diyetin ödenmesine dâhli olurlar mı,
olmazlar mı. hususunda ihtilâf
edilmiştir.
Sahih olan görüşe göre,
Tebyîn'den naklen Şurunbulâliye'de denildiği gibi, diyetin ödenmesinde
âkileye iştirak ederler.
«... Kendilerinden akın kişiye
ilh...» Yani kendilerinden olan kâtilin diyetini verirler.
Gûrerû'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: Eğer kâtil gâzî ise
onun âkilesi gâziler divanından beslenenler,
kâtip ise katipler divanından
beslenenlerdir.
ed-Dürrü'l-Müntekâ'da da Kuhistani'nin
yaptığı gibi, cinayet işleyen
kimsenin başka bir şehirden
değil de divan ehlinin şehrinden
olması gerektiği kaydı konulmuştur.
Bazı âlimler tarafından da,
mutlak olarak, «hangi divana
mensup ise âkilesi onlaradır.» denilmiştir. Yani ister
divan ehlinin
şehrinden olsun ister olmasın eşittir.
Ben derim ki: Hidâye'de
denilmiştir ki; eğer diğer bir şehir halkının müstakil bir divanı var ise, bir
şehir halkı o diğer şehir halkının diyetini veremez, İtkâni demiştir
ki: Bu, iki şehirden her birinin
divanları ayrı ayrı olduğu
takdirde böyledir. Çünkü o zaman aralarında yardımlaşma yok
demektir.
Fakat iki şehrin divanları bir
olduğu zaman, cânî diğer şehirin divan ehlinden ise bu şehir halkı
onun diyetini verir.
«Sulh yoluyla... paraya
çevrilen, bu hükmün dışma çıkmıştır ilh...» Yani sulh veya şüphe sebebiyle,
gereği mala çevrilen öldürme
olayı bu hükmün dışına çıkmıştır.
Çünkü bu mal bizzat öldürme
sebebiyle vâcip olmamıştır, bu yüzden
ileride bahsedileceği gibi âkile onu yüklenmez.
«Diyet divan ehline verilen atiyyelerden
veya erzaktan alınır» Yani asıl mallarından
değil...
Hidâye'de denilmiştir ki: «eğer
kişinin âkilesi erzak alan
kişilerden ise, diyetin,
erzaklarından üç
senede alınmasına hüküm verilir. Çünkü erzak onlar için atiyye
menzilesindedir. Sonra bakılır, eğer
erzakları her sene verilirse erzağın her verilişinde, diyetin üçte biri, atiyye gibi alırlar. Her altı ayda
bir veriliyorsa diyetin altıda
biri alınır. Heray veriliyorsa
aylık hissesi kadar alınır ki her sene
ödetilen diyetin üçte biri miktarında olsun. Eğer erzakları heray
atiyyeleri de hersene ise,
daha
kolay olduğu için, atiyyelerden alınır. Çünkü atiyyeler
daha çoktur. erzak ise ancak
o vakit için
yeterli miktardadır. Bu yüzden
ondan ödenmesi güç olur.»
«Atiyye ile erzak arasındaki fark şudur... ilh.» Atiyyenin, savaşlara verilen, erzakın ise
müslümanların savaşçı olmayan
fakirlerine verilen şey olduğu da söylenmiştir.
İtkanî ise bunda
düşünülmesi gereken bir husus olduğunu söylemiştir.
«Üç sene içerisinde» Bilmiş ol ki, eğer vâcip olan; diyetin üçte biri veya daha az ise bir sene içinde
verilmesi gerekir. üçte birden
fazla ise. bu fazlalık tam üçte ikiye ulaşıncaya kadar, ikinci senede,
bundan fazla olan da, diyetin tamamına ulaşıncaya kadar. üçüncü senede
verilir. Hidâye.
Yine Hidâye'de denilmiştir ki: «On
adam bir kişiyi hatâen öldürse, parça
bütüne kıyas edilerek, her
birinin diyetin onda birini üç sene içerisinde
vermesi gerekir.»
«Hüküm vaktinden sonraki ilh...»
Yani diyet, verilmesine hükmedilen vakitten sonraki... Yoksa
şâfiî'nin dediği gibi katil ve
cinayet gününden sonraki üç senede
değil. Gurerû'I-Efkâr.
«Eğer atiyyeler... verilirse ilh...» Mecma'da ve Dürerü'l-Bihâr da denilmiştir
ki; «ister üç seneden az,
isterse çok bir zamanda çıksın yine üç senede alınır.
Güreru'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: Fakat Hidaye'de ve diğer eserlerde, eğer diyetin verilmesine
hükmedilen vakitten sonraki üç
sene içersinde verilmesi gereken atiyyeler
bir senede, veya dört
senede verilirse diyet de bu atiyyelerden bir senede veya dört senede alınır. Çünkü diyetin
atiyyelerden alınması kolaylık olması içindir, bu da, diyet ne zaman alınırsa alınsın,
hâsıl olur. Bu
durumda üç seneden kasıt üç atiyye
olmuş olur. Eğer diyet verilmesine hükmedilen vakitten önceki
senelerin atiyyeleri birikse ve hüküm vaktinden sonra verilmiş olsalar, diyet bunlardan alınmaz,
çünkü vâcip olması hüküm ile
olur.
Ben derim ki; Bu açıklamalardan, atiyye ve erzak arasındaki fark anlaşılmış olur. Eğer erzak
üç
seneden az bir zamanda verilirse.
daha evvel açıkladığımız gibi miktarına
göre alınır. Bu durumda
«sene» kelimesi burada, atiyyenin
aksine. hakiki manasındadır. Atiyye
ile erzak arasındaki farkın
tasrihini Müctebâ'da şöyle ta'lil edilmiş olarak gördüm;
«Rızk kâfî miktarda takdir edildiğinden
dolayı, ondan, ü,ç seneden az bir vakit içinde almak zor olur.»
«...Ve onun yardımlaştığı her kişidîr»
Hidâye'de ve Tebyin'de denilmiştir ki: Her şehir
halkı
şehirlerine bağlı olan köylerin
halklarının da diyetini verirler,
çünkü onlar şehir halkına
tabidir. Zira
başlarına bir felâket geldiği zaman şehir halkından yardım isterler. Böylece şehir halkı yakınlık ve
yardım manalarına itibarla, onların diyetini verirler.
Evi Basra'da divanı ise Kûfe'de olan
bir kişinin diyetini Kûfe halkı verir, çünkü o komşularından
değil divan ehlinden yardım ister.
Bu meselenin özeti şudur:
Divandan yardım istemek daha açıktır.
Akrabalık, nesep, velâ ve
komşuluk sebebiyle olan yardımın hükmü bu kadar açık değildir. Bu açıklamadan diyetlerle ilgili
birçok mesele çıkar. Bu meselelerden biri, birinin
divanı Basra'da diğerininki ise Kûfe'de
olan iki
kardeşin durumudur. Bunlardan
hiçbiri diğerinin diyetini vermez, bunların diyetlerini kayıtlı
bulundukları divanın üyeleri
verir. Basra halkından olduğu halde, oranın divan ehlinden olmayıp
kendisine atiyye verilmeyen bir kişi cinayet
işlese ve çöl halkı ona nesep olarak daha yakın olsa
fakat evi şehirde bulunsa onun diyetini
bu şehrin divan ehli öder. Onunla divan ehli arasında bir
akrabalık olması şart değildir. Çünkü divan ehli: şehir halkını koruyan, onlara yardım
eden
kişilerdir. Başka bir görüşe göre, divan ehlinden olanlar katilin akrabası olmazlarsa
diyetini
ödemezler. Ama akraba iseler.
köyde nesep olarak kendisine daha yakınları
olsa bile, diyetini
öderler. Çünkü diyet ödemenin vacip oluşu yakınlık hükmüyledir, şehir halkı da mekân olarak köy
halkından daha yakındır. Bu yüzden ona yardım etme imkanları vardır. Bu meselenin
benzeri
«munkati' gaybet» (ortadan kaybolup kendisine haber ulaşmayan
bir yerde bulunması) meselesidir.
Yani daha yakın olan veli bulunmadığı zaman daha uzak olan velinin evlendirme yetkisi vardır.
İnâye.
İtkânî bu ikinci görüşün daha
sahih olduğunu söylemiştir.
«Esah olan görüşe göre ilh...» «Herbirinden her sene üç dirhem veya dört dirhem alınır, da
denilmiştir. Mültekâ'da da
böyledir.
«Eğer kabilesi bu diyeti
tamamlayamazsa» Yani az olmaları
sebebiyle... Bu durumda hisseleri üç
dirhemden veya
dört dirhemden fazla olur.
Dürrü'l-Müntekâ.
Hidâye ve diğer kitapların ibareleri ise,
evvelinde iki «te» harfi ile
«tettesiu» şeklindedir. Bu
durumda musannıfın, ya bu şekilde ifade
etmesi veya «lâm» harfini hazfetmesi gerekirdi. Kabile
kelimesini kullanması da herhangi bir kayıt için değildir.
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Divanlar hakkındaki hüküm de böyledir.
Bir divan ehli diyeti
karşılayamazsa onlara
divanların en yakını ilâve edilir yani
başlarına birşey geldiği zaman yardım
etme bakımından onlara en yakın
olanı ilâve edilir ve istenen elde
edilinceye kadar aynı usul takip
edilir. Bu da devlet başkanına
havâle edilîr, çünkü bu yakınlığı en iyi bilen odur.»
«Asabe sırasına göre ilh...» Buna göre önce
kardeşler sonra onların oğulları, sonra amcalar, sonra
onların oğulları gelir. Meselâ. cânî Hüseyin (r.a.) in evladından olduğu
ve akilesi de diyetini
karşılayamadığı zaman buna Hasan
(r.a.) ın kabilesi sonra da çocukları ilâve edilir. Bu
iki kabile de
karşılayamazlarsa Akîl'in kabilesi
ve sonra da oğulları ilâve edilir.
Kırmânî'de de aynı şekilde geçmektedir. Kâtilin
babası, dedeleri ve oğulları âkileye girmezler. Bir
görüşe göre ise girerler. Karıkocadan biri diğerine âkile olamaz. Bu meselenin tamamı
Kuhîstanî'dedir.
«Bize göre kâtil onlardan biri
gibidir» Yani atiyye ehlinden olduğu zaman... Olmadığı zaman ise,
bize göre de ona diyetten bir pay düşmez. Bu, Mebsut'ta
zikredilmiştir. Şâfiî'ye göre ise kâtile,
mutlak olarak, birşey düşmez.
Mirac.
«Sahih olan görüşe göre onlara iştirak eder»
Kasâme bahsinde bunun müteahhir ulemanın tercihi
olduğu geçmişti. Hidâye'de bu bahiste, iştirakin
olmadığına hükmedilmiştir.
Kifâye'de denilmiştir ki: «Bu, Tahâvî'nin tercihidir ve esah olan da budur. Bu İmam Muhammed'in
rivayetinin de aslıdır.»
Fakat İnâye'de denilmişti ki:
Kasame bahsinde gecen durum, maktul kadının evinde bulunduğu
zamandır. Bu durumda müteahhir
ulema, kasâmenin vacip olması sebebiyle kadının kâtil takdir
edilmesinden dolayı onu âkileye dahil etmişlerdir. Buradaki hüküm ise kadının
hakikaten kâtil
olduğu durum hakkındadır. Aradaki fark, kasâmenin, diyeti ya
müstakil olacaktır veya bize göre,
araştırma ile âkileye
dahil olması suretiyle yemin ettirene gerekli oluşudur. Kasâme
tahakkuk
edince. diyet de tahakkuk eder.
Ama mübbaşereten kâtil bunun aksinedir,
o diyeti istilzam etmez.
özetle...
Binaenaleyh bu durumda meselede bir
ihtilâfı tashih etme söz konusu
değildir. Çünkü mevzular
farklıdır. Düşün.
«Efendisinin kabilesidir ilh...» Yani o kabile efendisi ile beraber âkilesidir.
Şurunbuliye'den naklen
Burhan'da da böyle denilmiştir... Mültekâ'nın ibaresi ise
şöyledir: «Azadlı ve
mevlâ'l-muvalâtın
kölenin efendisi ve efendisinin
âkilesidir.» Bu ibare daha kısa
ve daha açıktır.
«Kölenin cinayetinde ilh...» Ama bir hür bir köleyi öldürürse onun hükmü
ileride gelecektir. T.
«Amden olan cinayette ilh...»
Yani ister bir adam öldürsün ister bir organ kessin, onda âkile yoktur.
Çünkü kasıt, âkilenin yüklenerek
caninin yükünü hafifletmeyi icap
ettirmez. O zaman, kasden adam
öldürmekle kısas vacip olur.
Kuhistanî.
BİR UYARI :
Eşbâh'ta denilmiştir ki: Akile
kasden adam öldürmede bir mesele
hariç diyet ödemez. O da şudur;
öldürülen kişinin yakınlarından bir kısmı
sulh yaparak kâtili affetseler o zaman geriye kalan
yakınların hisseleri mala
inkilap eder ve onu da akile yüklenir.»
Ben derim ki: Organlardaki kısas
babında Allâme Kâsım'dan naklen bunun âkilenin yüklenmesinin
rivayetlere zıt olduğunu daha
önce belirtmiştik. Zaten onunla da hiç kimse hükmetmemiştir.
Diğer
kitaplardakine gelince. geri kalan
yakınların mala çevrilen hisselerinin
bizzat kâtilin malından
verileceği söylenmiştir. Dikkatli ol!.
«Oğlunu amden öldürmesi suretiyle
ilh...» Burada «oğlunu kasden öldürmesi
gibi» deseydi daha iyi
olurdu. Nitekim biraz önce bu
şekilde bir tabir etmişti. Çünkü böyle deseydi şüphe ile öldürmeye
misal olurdu. Şu mesele de şüpheli öldürmelerdendir: iki kişi bir adamı öldürseler, ve biri çocuk
veya bunak diğeri de âkilbâliğ
olsa veya biri demirle diğeri de sopa ile vursa...
«Çul sonucu... lâzım olan şeyi
de ilh...» Yani kasden adam öldürmek veya hataen adam
öldürmekten sulh yapılsa... T. O
zaman ödenecek diyet kâtil üzerinedir
ve peşin alınır. Ancak
ertelenirse o zaman peşinen ödemesi gerekmez. Kuhistânî.
«İtiraf etmekle ilh...» Yani hatâen adam öldürdüğünü itiraf edene gereken diyeti akile ödemez. Zira
onu mukirin üç sene içerisinde ödemesi gerekir.
Kuhistânî.
«Diyetin onda birinin yarısından
daha az olanı da» Yani kemik görülen yaralamanın erş'inden az
olursa âkile ödemez. Bu da beşyüz
dirhemdir. Bu da organlardaki cinayete
hastır. Ama can bedelini
az da olsa âkile öder. Mesela yüz kişi hür bir adamı öldürseler herbirinin âkilesi üzerine
yüz dirhem
ödemek gerekir. Bir kişi kıymeti
yüz dirhem olan bir köleyi
öldürse o kıymeti âkilesinin ödemesi
gerekir. Zira can bedelinin âkile üzerine vacip olması nass
ile sabittir. İnaye ve Kifâye'den özetle...
BİR UYARI:
Şârih, cenin faslından hemen önce sahih görüşün, bilirkişinin takdir ettiği diyeti âkilenin mutlak
olarak ödememesi. olduğunu
takdim etmişti. Yani takdir edilen miktar kemik görünen açık
yaralamanın erş'ine de ulaşsa... İtkânî
Kerhi'den naklen şunu zikreder: Âkile dârü'l-harpte vâki olan
cinayetin diyetini ödemez. Bu
durumda diyet cinayet işleyenin
malından verilir.
«Zira Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur
ki ilh...» Bunu fakihlerimiz kitaplarında İbnu Abbas'tan
naklen mevkuf ve merfu olarak zikretmişlerdir.
Şu kadar var ki, bazı âlimler tarafından bunun
şâbi'nin sözü olduğu söylenmiştir. Kâmus'ta denilmiştir ki: şabi'nin
«Âkile amden akın cinayetle
katilin cinayetinde diyet
ödemez» sözü Cevherî'nin zannettiği
gibi hadis değildir. şâbi'nin bu
sözünün manası Ebu Hanife'nin
zannettiği gibi kölenin hürü öldürmesi
değil hürün köleyi
öldürmesidir. Zira eğer Şâbi'nin sözünün manası Ebu Hanife'nin zannettiği gibi olsaydı o zaman
söz «köle kölenin yerine diyet ödemez» şeklin de olurdu, «kölenin
diyeti ödenmez» şeklinde
olmazdı.
Esmai demiştir ki: «Ben bu hususta Harun er-Reşid'in huzurunda Ebu Yusuf'la konuştum fakat
«onun diyetini verdim» ile «onun
yerine diyet verdim» arasında benim
anlayacağım kadar bir
farklılık göstermedi. Çünkü, maktulün diyetini
verdiğim zaman, «maktula diyet verdim» denilir ve
filan kişinin diyet vermesi gerekip de onun yerine diyeti verdiğim zaman da «filanın yerine diyet
verdim» denilir.
Buna, «ona diyet verdim»
sözünün «onun yerine diyet verdim»
manasında kullanıldığı söylenerek
cevap verilmiştir. Buna sözün sibakı
yani «amden» sözü ve aynı şekilde siyakı
yani «onlaşma
olduğunda ve «itiraf etmekle»
sözleri delalet eder. Çünkü bu ifadenin manası. kasden öldüren
yerine sulh yapan yerine ve itiraf eden yerine»dir. Düşün.
En güzeli bunun hafız ve îsâlden olduğunu söyleyerek cevap verilmesidir. Asıl olan «kölenin
yerine» dir.
Bunun en kuvvetli delili de İmam Muhammed'in Muvatta'ında rivayet ettiği şu hadistir: «Bana
Abdurrahman bin Ebiz-Zenâd
rivayet etti o da babasından, babası
da Abdullah bin Utbe bin
Mesud'dan, o da Abbas'tan rivayet
etti ki: Akile kasden adam öldürenin,
sulh yapanın, İtiraf edenin
ve kölenin cinayetinin diyetini
ödemez» Demekki burada cânî köle
kabul edilmiştir.
«Aksine bunları cânî öder». Bu söz hadisin lafzından
olmayıp «Bilinmelidir ki, kölenin
cinayetinin
diyetini âkile ödemez» cümlesi üzerine atıftır. Yani
o diyeti cânî yalnız kendisi
yüklenir. ödeme
hükmen de olsa
böyledir. Yani kölenin efendisinin köle yerine ödemesi gibi... Nitekim Kuhistânî de
böyle ifade etmiştir. Yahut da bu söz musannıfın «sulh veya
itiraf ile ödenmesi gereken diyeti âkile
ödemez» sözü üzerine atıftır. Bu
sözün buraya konulması, musannıfın «ancak
tasdik ettikleri
takdirde» sözünün metindeki makabli ile bağlanması içindir.
«...Veya delil bulunması îlh...»
Böyle olması mukirrin hücceti, hâkimin
diyeti mukirrin ödemesine
hükmetmesinden evvel göstermesi halindedir. Ama eğer hakim diyetini mukirrin malından
verilmesine hükmettikten sonra
mukir diyetin âkile tarafından ödenmesi
için hüccet ikame ederse
artık bu hakkı yoktur. Zira hakimin hükmü ile o malı
ödemek ona vacip olmuştur. O zaman hakimin
hükmünü beyyinesi ile iptal edemez. Mebsut'ta da bu sarahaten
söylenmiştir. Remlî.
M E T i N
Kâtil ile öldürülen kimsenin
velileri falan beldenin hâkiminin diyeti,
âkile vermesine hükmettiğini
beyyine ile doğrulasalar, ama
âkile onları yalasa âkile üzerine hiçbirşey gerekmez. Çünkü onların
birbirlerini doğrulamaları âkile üzerine hüccet olmadığı gibi kendi
malından ödemesi için kâtil
aleyhine de hüccet değildir. Ancak hissesi kadarını ödemek üzere
hüccet olur. Çünkü onların
birbirlerini doğrulamaları ancak kendi haklarında hüccettir. Zeylaî.
Bilinmelidir ki bu meselede hasım ancak cânîdir. zira hak onun
üzerinedir. Eğer cânî çocuk olursa
o zaman hasım onun babasıdır.
Hâniye.
Ben derim ki: Hâniye'nin; «hasım
âkile değil ancak cânîdir»
sözünden, fetvası istenilen meselenin
cevabı alınır. Hadise de şudur:
Bir erkek çocuk bir kız çocuğunun
gözünü çıkarsa ve kız çocuğu
ölse de velisi âkileden erkek çocuğun yapmadığına dair yemin
etmelerini istese; yemin
6ttirilemezler. Çünkü yemini ettirme davanın sıhhatinin bir parçasıdır.
Bu da âkileye yönelik
değildir. Burada bir de şu
vardır: âkile eğer cânînin fiilini ikrar ederse bu ikrarları kendilerine
nispetle sahih olur mu, olmaz
mı? Ta ki onlara diyetle
hükmedilsin.
Eğer, «evet sahihtir» dersek, layık
olan, âkilenin yemin etmesînin de cârî olmasıdır. Çünkü bu
durumda yeminin faydası açıktır.
Bunu musannıf bir bahis olarak söylemiştir.
Araştırılsın.
Bir hür bir köleye karşı hataen
cinayet işlese, diyeti âkilesi üzerinedir.
Yani onu öldürdüğü zaman...
Çünkü akile kölenin azalarının diyetini
ödemez. İmam Şafii «âkile öldürülen kölenin diyetini de
ödemez» demiştir.
Çocuk, kadın ve deli yardımlaşmadıkları
takdirde eğer kâtil onların dışında ise akileye dahil
değildirler. Aksi takdirde yukarıda geçtiği gibi. sahih kavile göre, dahil olurlar.
Bir kâfir bir müslüman yerine diyet ödemediği gibi bir müslüman da bir kâfirin yerîne diyet ödemez.
Çünkü aralarında yardımlaşma yoktur.
Kâfirler, milliyetleri değişik de olsa, kendi aralarında birbirlerine âkile olurlar. Çünkü
küfür ehlinin
hepsi bir millettir. Bu,
biribirleri ile yardımlaştıkları
takdirdedir. Ama eğer yardımlaşmıyorlarsa
hataen işlemiş olduğu cinayetin
diyeti müslümandaki gibi üç sene içerisinde kendi malından
alınır.
Nitekim bu Müctebâ'da da
tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
Eğer kâtil. sokakta bulunan çocuk ve müslüman olan harbi gibi, âkilesi olmayan birisi ise
zahir-i
rivayete göre diyet hazineden
ödenir. Fetvâ do böyledir. Dürer ve
Bezzaziye.
Zeylai diyetin. katilin kendi
malından vacip olduğu yolundaki rivayeti söz bir rivayet
kabul etmiştir.
Ben derim ki: Harzemliler'den naklen Muctebâ'da yer alan «onların yardımlaşması yok olmuş
beytü'1-mâl de yıkılmıştır»
sözünün zahiri diyetin onun malından verilmesinin vacip olmasının
tercih edildiğini gösterir. Bu
durumda her sene üç veya dört dirhem öder. Nitekim Müctebâ,
Nâtifî'den böyle nakletmiştir. Mücteba sahibi: «Bu hüküm güzeldir,
hıfzedilmesi gerekir» demiş,
musannıf da bunu ikrar
etmiştir. Hıfzedilsin.
Birçok yerde vâki
olan, diyetin üç sene içerisinde ödenmesidir.
Anla.
Bu katil müslüman olduğu
takdirdedir. Eğer katil zimmi ise o zaman diyet icma ile onun kendi
malından verilir. Bezzâziye.
Mutlak olarak bilinen bir varisi
olan kimsenin, varisi uzak, veya
kölelik yada küfür sebebiyle
mirastan mahrum olsa bile, diyetini
hazine ödemez. Sahih olan budur. Nitekim bu Hâniye'de de
tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
Arap olmayan kişilerin âkilesi yoktur. Dürer'de de bu kâti bir dille ifade edilmiştir. Musannıf da
bunu
söylemiştir. Çünkü onlar yardımlaşmazlar.
Bazı âlimler tarafından ise âkilelerinin
olduğu söylenmiştir. Zira onlar da ayakkabıcılar.
avcılar,
sarraflar ve sarraçlar gibi isimler altında yardımlaşırlar. O zaman kâtilin mahallesinin
halkı ve
meslektaşları kişinin âkilesidir.
İlim talebeleri de böyledir.
Ben derim kl: Hulvânî ve diğerleri de bununla fetvâ vermişlerdir. Haniye.
Müctebâ'da şunlarda ilave
edilmiştir: «Bunun özeti şudur: Akile
konusunda asıl olan
yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın manası da birisinin
başına bir musibet geldiği zaman ona
ihtiyacını giderecek kadar
yardım etmekdir. Bu bahsin tamamı
Müctebâ'dadır.
Tenviru'l-Basâir'de Hâfiziye'ye
isnad edilerek şöyle denilmiştir: «Doğru olan, onların aralarındaki
yardımlaşmanın sanatla oluşudur. O zaman da meslektaşları onun âkilesidirler.. Hıfzedilsin.
Kuhtetanî de bunu ikrar etmiştir.
Şu kadar var ki, hocalarımızın hocası Hâtûnî'nin araştırmasına
göre kıskançlık, buğz ve herkesin arkadaşı
hakkındaki kötü temennisi sebebiyle
günümüzde
.yardımlaşma kalmamıştır.
Dikkatli ol.
Ben derim ki: Kabile ve yardımlaşma
olmayan yerde diyet ya kâtilin kendi malından ya da
hazineden verilir.
i Z A H
«Çünkü onların birbirlerini
doğrulamaları ilh.. » Bu, kâtile yalnız. diyetten hissesine düşeni
ödemesinin lüzumunun gerekçesidir. Birinci meselede olduğu gibi diyetin tamamı lazım olmamıştır.
Zira birinci meselede diyetin
hakim tarafından âkile üzerine hükmedildiği maktulün velisi tarafından
tasdik edilmemiştir. Bu meselede ise
tasdik mevcuttur. Bu nedenle bu mesele
ile evvelki mesele
birbirlerinden ayrılırlar. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
«Bu meselede ilh...» Yani katil davasında. T.
«Zira halk onun üzerinedir.»
Yani diyetin âkile üzerine subûtu
câninin yükünün hafiflemesi için
yüklenme yoluyladır. Hâniye.
«Akile değil ilh...» Bu söz Hâniye'nin ibaresinde yoktur.
Şu kadar var ki Şarih bunu Hâniye'nin
«Hasım ancak cânîdir» sözündeki hasım ifadesinin mefhumundan
almıştır.
«Bu da âkileye yönelik
değildir.» Aksine. o cânî olan
çocuğun -eğer varsa- babası üzerinedir.
Bundan bu iddia ile hiçbirşey
lazım gelmez. T.
«Burada bir de şu vardır ilh...»
Bu, fetvâsı istenen bu hadiseye verilen cevabın başka bir yönden
tahricidir. Bunun özeti şudur:
Eğer âkilenin ikrarının sıhhatine hükmetsek o zaman âkileye yemin
ettirilmesi gerekir. Çünkü kâide şudur: Bir adam bir şeyi ikrar
etse, ikrar ettiğini ödemesi gerekir.
ikrâr ettikten sonra inkar ederse yemin etmesi istenilir. Bu da, vakıf bahsinin sonunda geçen elli
iki
suretin dışında olur. Bu mesele de bu suretlerden değildir. Ancak bu ikinci yönden
verilen cevaba
şu itiraz gelebilir: Yukarda geçtiği gibi burada hasım ancak
cânîdir. Hasım olmayan bir kimseden
de yemin talep edilemez. Bu ifadenin gereği âkilenin ikrarının
sahih olmamasıdır. Bunun delili
şudur: Akileye diyet ancak,
katilin ödemede hafifletilmesi için, yüklenme yoluyla lazım olur. O halde
hakikatte âkilenin ikrarı kâtil aleyhine ikrardır. Onların kâtil aleyhine ikrarları sahih
olmayınca
ikrârın icap ettirdiği diyet de
tâzım gelmez. Zira sabit olmayan bir
şeyi yüklenmek mümkün
değildir.
Ama bunun aksine eğer katil katlini ikrar etse ve
âkile de onu tasdik etse o zaman yukarda geçtiği
gibi diyeti akilenin ödemesi icabeder. Zira akilenin
tasdiki, câninin katli ikrar
etmesiyle sabit olan
diyeti yüklenmelerini
gerektirir.
Allame Remli'nin tahrir ettiği şudur: «Akilenin
çocuğun cinayetini bilmediklerine
dair yemin
ettirilmeleri gerekir. Zira fukaha şunu açıkça ifade etmişlerdir
ki; birisi diğerine «senin Zeyd'deki
alacağına ben kefilim» dese ve kefil onun Zeyd'den şu kadar alacağı olduğunu ikrar etse, Zeyd de
onu beyyine olmadığı halde inkâr
etse o miktarı asilin değil kefilin ödemesi gerekir.»
İşte fukahanın bu tasrihi ile
anlaşılıyor ki ikrâr, mukirrin aleyhinde geçerli olduğu zaman asıl
üzerinde kalmaz. Zira o ikrar her ne kadar
noksan da olsa hüccettir. işte bizim yukardaki meselemiz
de bunun bir benzeridir. Remtî
der ki: Ben bu hususta bir nakil buldum. O da Camiu'l-Fusuleyn'ln
üçüncü faslındaki şu ibaredir: «Birisinin, kâtilin hata ile
öldürdüğü yolundaki iddiası dinlenilir. Âkile
bulunmadığı zaman bu katle dair
beyyine kabul edilir. Ama
katil gâib olursa o zaman âkile üzerine
diyet olduğunu iddia etmek sahih midir? Bizim B.'Ğ.den naklen altıncı faslın sonunda yazdığımıza
kıyas edilirse diyetin tamamının âkile üzerine olması iddiasının
sahih olmaması gerekir. özette.
Zira bundan anlaşılan, diyetin
tamamının onlara ait olduğu iddiasının
sahih olmasıdır.» Düşün.
«Bunu musannıf bir bahis olarak
söylemiştir ilh...» Yani musannıfın
söylediği «Ben derim ki;
«Hasım ancak cânidir» sözünden buraya kadarıdır.
«Yani onu öldürdüğü zaman ilh...»
Musannıfın metindeki, «kölenin nefsi» sözünün
yanında buna
ihtiyaç yoktur. H. Evet, Zeylai bunu Kenz'in ibaresini şerh ederken zikretmiştir. Zira Kenz'in
ibaresinde «nefis» kelimesi zikredilmemiştir. O zaman Şarih «Musannıf bunu «nefis»
ile kayıtladı
demeli idi. Çünkü âkile kölenin kesilen azalarının diyetini yüklenmez.
Zira organlar mal
mesabesindedirler. işte bundan dolayı da hür ile köle arasında kısas
icra edilmez. İtkâni.
«Yardımlaşmadıkları takdirde ilh...» Benim nüshalarda gördüğüm de aynı bu şekildedir. Ama
doğrusu «katle bizzat katılmadıkları
takdirde»dir. Zira fakihler onların âkileye girmemelerini yardım
ehli olmamaları ile gerekçelendirmişlerdir.
Bundan dolayı bu rivayetin aslı katle bizzat katılsalar bile
âkileye girmemeleridir. Nitekim
takririni yukarda takdim ettik.
«Milletleri değişik de olsa ilh. » Muttekâ'da bu hüküm, iki millet
arasındaki düşmanlığın Yahudiler
ve Hıristiyanlar arasındaki gibi açık olmaması ile kayıtlanmıştır.
Bu kayıt da; Şârihin, «Yani eğer yardımlaşıyorlarsa» sözünden anlaşılır.
«Müslümandaki gibi ilh...» itkâni ve diğerlerinin ibareleri böyledir:«Eğer birbirleriyle
yardımlaşmıyorlarsa müslümanda olduğu gibi diyetle hükmedildiği günden
itibaren üç sene
içerisinde onun kendi malından alınır. Bu hüküm, zimmî hakkındadır. Müslüman'a gelince; onun
diyeti hazineden verilir.
«Nitekim bu Müctebâ'da da
tafsilatlı olarak anlatılmıştır» Mücteba'da şöyle denilmiştir: «Aslında
diyet kâtile vaciptir. Akile
üzerine ancak hakimin hükmü ile geçer.
Eğer âkile yoksa o zaman diyet
katilin kendi üzerinde kalır. Darül'l-harpteki iki müslüman tüccardan
birisinin diğerini hataen
öldürmesi halinde onun diyeti kendi malından alınır.»
«Müslüman olan harbî ilh...»
Yani kimseyi kendine veli tayin etmese...
«Diyet hazineden verilir». Zira müslüman cemaatı onun yardımcılarıdır. Bundan dolayı öldüğü
zaman mirası hazineye kalır.
Onun için ödemesi gereken şeyin de hazineden ödenmesi gerekir.
Zeylai ve Hidaye.
Bu şunu ifade eder; eğer onun
belirli bir varisi varsa hazinenin
ödemesi gerekmez. İleride bunun
tasrihi gelecektir.
«Zeylaî...» Hidaye sahibi ve
diğerleri de.. böyle demişlerdir.
«Harzemliler'den naklen» Yani Harezm ahalisinin halini hikaye eder. H. Müctebâ'nın ibaresi şöyledir;
«Ben derim ki; Zamanımızda Harzem de diyet ancak câninin malın, dan verilir. Ancak câninin
birbirleri ile yardımlaşan köy veya mahalle
halkından olması müstesnadır. Zira Harezm'deki
aşiretler dağılmış. aralarındaki yardımlaşma merhameti kalkmış ve hazine de yıkılmıştır. Evet.
Harzemlilerln isimleri binlerce ve yüzlerce divanda kayıtlıdır. Ama
onlar buna göre yardımlaşmazlar.
Bu durumda da diyetin câninin kendi malından alınması taayyün eder.
«Diyetin amm malından verilmesinin vacip olmanın tercih edildiğini gösterîr ilh...» Ben derim ki:
Müctebâ'da yapılan rivayetin
zahirini şâz bir rivayetin tercihine sebep kılmaya ihtiyaç
yoktur. Belki
zahiri rivayete göre zikredilen hükmü tercih etmek mümkündür. Çünkü aslında
diyet katile vaciptir.
Diyeti katil hesabına yüklenecek âkile olmaz ve onu ödeyecek hazinede bulunmaz
ise o zaman
zımmî bahsinde geçtiği gibi onun
kendi malından alınır. Zâhiri rivayet
ise hazinenin muntazam
oluşuna göre binâ edilmiştir.
Hazine muntazam olmadığı zaman müslümanların kanının heder
olması gerekir. Sonra ben Vikâye'nin muhtasarı ve Kuhistani'nin ona
yazdığı şerhlerde bu şekilde
gördüm. Zira Kuhistâni demiştir
ki: «Arap
ve acemden âkilesi olmayan
kimsenin cinayetde diyet,
şayet hazine mevcut ve mazbutsa
hazineden verilir. Aksi takdirde cânî üzerinedir.»
«Her sene üç veya dört dirhem öder ilh...» Bunun üç sene ile kaydedilmemesi uygundur.
Aksi
takdirde geri kalanı kim öder? Binaenaleyh bu da müşkildir. Zira ömrünün her senesinde üç veya
dört dirhem ödese diyet ne zaman bitecektir?
Öldüğü takdirde diyetten kalan kısım
düşecek mi,
terekesinden mi yoksa başka bir
şeyden
mi alınacak? Bu durumu izah eden bir kişiyi göremedim.
«Demiştir ki ilh...» Onun ifadesi aynen şöyledir: «Bu hüküm
güzeldir, onu akılda tutmak gerekir.
Zira benim birçok yerde gördüğüm şudur ki, diyetin
onun malından üç sene içerisinde ödenmesi
vaciptir.»
Ben derim ki; Diyetin üç sene içerisinde malından
ödenmesinin vacip oluşu fakihlerin zimmi
hususunda zikrettiklerine de en
uygun olandır ve onda müşkil bir taraf da yoktur. Birçok yerlerde
zikredilen de
en adil hükümdür ki ondan dönülmez.
«Bu hüküm ilh...» Yani diyetin beytü'l-Mâlden
vacip olması veya diyetin beytü'l-malden mi yoksa
malından mı verileceği
hususundaki ihtilaf...
«Eğer zımmî ise ilh...» Yani âkilesi yoksa...
«Bilinen bir vârisi olan kimsenin
ilh...» Bu, musannıfın «eğer katilin âkilesi yoksa diyet
beytu'l-mâldan verilir sözünün
ikinci kaydıdır. Nitekim Kâdıhan'da
buna dikkat çekmiştir. Zira
Kâdıhan geçen ifadeyi kâtilin belirli bir vârisi olmaması
haline hamletmiştir. Yani kâtil ya
sokakta
bulunan bir bebek veya bunun benzeri olursa... Biz yukarda bunun Zeylaî ve Hidâye'nin sözlerinin
ifade ettiği şey olduğunu söylemiştik.
Remlî de bu hükmün bütün kitapların mutlak ifadelerine
muhalif olduğunu söyleyerek, bu
hususta uzun uzadıya bilgi vermiştir. Şu kadar var ki Kadıhan,
tashihine itimad edilecek kimselerin
en büyüğüdür. Zira Allame Kâsım'ın da dediği gibi o
bizzat
fakih bir kimsedir.
«Veya kölelik veya küfür
sebebiyle ilh...» Mesela : Müstemen, müslüman bir köle olarak azad etse
sonra da kendi memleketine dönse ve oradan köle olarak İslâm
ülkesine getirilse, sonra da azad
ettiği köle bir cinayet işlese,
o zaman cinayetli diyeti azad edilen kölenin malından verilir. Çünkü
onun belirli bir varisi vardır. Varisi
olan kimsenin diyetini de hazine
ödemez.
Onun belirli varisi de kendisini
azad edendir. Bununla beraber azadlı köle ölse mirası
hazineye
kalır. Çünkü onu azad eden onun
ölümü anında köledir. Bunu Hâniye Asil'den naklen ifade etmiştir.
Köleyi azad eden kimse zımmi de olsa yine azad edilen kimsenin
işlediği cinayetin diyeti malından
alınır. Zira yukarda geçtiği gibi kafir müslümanın diyetini
ödemez. O zaman azad edilen kimsenin
akilesinin, efendisinin kabilesi olduğu, itiraz olarak varid
olmaz. Benim anlayabildiğim budur.
«Diyetini hazine ödemez ilh...» Aksine her ne kadar hak sahibi olan bir varisi de olsa,
kendi
malından verilir. Nitekim
takririmizden de bu anlaşılmaktadır. Zira hazine
onun malına varis olduğu
zaman diyetini ödemediğine göre varis olmadığı zaman kendi malından
verilmesi daha evladır.
Vâris üzerine de hiç bir şey yoktur,
Zira meselenin faraziyesi âkîlesi olmayan kimse hususundadır.
«Dürer'de de bu kat'i bir dille ifade edilmiştir ilh...» Bu da Ebû
Bekir el-Belhî ve Ebû Cafer
el-Hındıvâhî'nin görüşleridir. Zira
arap olmayanlar neseplerini muhafaza
etmezler ve aralarında
yardımlaşmazlar. Onların divanları da yoktur.
Cinayetin diyetini cânînin dışındaki kimselere
yüklemek örftür. Ama araplar hakkındaki
kıyas bunun hilafınadır. Üstad Zahiruddin de
bu görüşü
benimsemiştir. Hâniye.
«Kişinin âkilesidir ilh...» Yani onlar aralarında yardımlaşırlarsa.
T. Yukarda geçtiği üzere, her sene
âkilenin herbirinden bir dirhem
veya bir tam bir bölü üç dirhemden fazla
alınamayacağı da
unutulmamalıdır.
«Bu bahsin tamamı Müctebâ'dadır
ilh...» Zira Muctebâ sahibi demiştir ki: «Eğer katile divan
ehlinden. aşiretten. mahallesinden veya
sokağından yardım edenler varsa âkilesî
divan ehli, sonra
aşireti daha sonra do mahalle halkıdır. Natifi de bununla hüküm vermiştir. T.
«Doğru olan ilh...» Ben derim ki:
Fukahanın da zikrettiği gibi burada hüküm, yardımlaşma üzerine
döner. Bir taife arasında
yardımlaşma bulunduğu zaman onlar
câninin âkilesidirler. Aksi takdirde
âkilesi değildirler. T.
«Şu kadar var ki » Bu Dürer'de kat'i
olarak ifade edilenin teyididir.
«Diyet ya katilin kendi
malından ilh...» Yanî hazinenin bulunmadığı
veya muntazam olmadığı
yerde... Nitekim yukarda
beyan etmiştik. Allah en iyisini
bilendir.
«Ancak varisleri icazet verirlerse ilh...» Bu istisna gecen iki
meseleylede ilgilidir. Burhan'da
«Tarafeyne göre varislerin icâzetleri
ile katiline vasiyet etmesi caizdir» denilmiştir,
|