MEZUN
KİTABI 1
ÇOCUĞUN
TASARRUFLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDE VELÂYETİ OLANLARIN DERECELERİ BAHSİ 1
METİN
İzin kelimesi sözlükte bildirmek ve haber vermek anlamına
gelir. Bir terim olarak ise ticarî
konuda
hacri kaldırmak demektir. Çünkü izinli kölede
ticaretten başka konularda hacr kaldırılmaz. İbn
Kemâl.
İzin, hakkı düşürmektir. Eğer mezun köle ise hakkı
düşüren efendidir. Yok eğer çocuk ise,
hakkı
düşüren onun
velisidir. İmam Şafiî ve İmam Züfer'e
göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi
yerine geçirmek demektir.
Hacri kaldıran köle kendi nefsî için ehliyeti ile tasarruf edebilir. Onun bu tasarrufu
bir süre ile
sınırlandırılmaz. Ve bir çeşit
ile de tahsis edilmez. İşte bu görüş, musannıfın «hakkı
düşürmektir»
sözünün ayrıntısıdır. Yani üzerindeki hak düşürülen kimse, kendi başına tasarruflarda bulunabilir.
Taahhüd ile
de efendisine rücu edemez. Çünkü efendisi onun hacrini kaldırmıştır.
O halde eğer kölesine
bir gün veya bir ay izin
vermiş olsa. -musannıfın bu sözü onun hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır- o köle mutlaka
üzerine hacr konulana kadar mezun olur. Zira
düşürülen
şeyler belirli bir süre ile sınırlanmazlar. Bir türle de tahsis
edilmez. O halde kölesine bir
çeşit izin
vermiş olsa, ticaretin bütün çeşitlerinde izin vermiş olur. Zira ona izin vermekle üzerindeki
ticaret
hacrini kaldırmış. vekâlet vermemiştir.
Bilinmiş
olsun ki, bir nevi tasarrufla izin
vermek ticarete izindir. Şahsî tasarrufla
izin vermek ise
istihdamdır.
İzin, delâleten de sabit olur. Meselâ efendisi kölesinin bir yabancının malını sattığını görse, sussa,
bu delâlet
yoluyla izindir. Ama efendisi kölenin
kendi malını sattığını görse, lisanı
ile izin verinceye
kadar caiz olmaz. Bezzâziye, Dürer,
Hâniye'den.
Şu kadar var
ki Zeylâî ve diğer âlimler efendinin
malı ile yabancının malını eşit
tutmuşlardır. Yani bir
köle efendisinin malını satarken efendisi görse,
müdâhale etmese, bu delâlet yoluyla izindir.
Yabancının
malını sattığını görüp susması gibi. Efendinin malı ile yabancının malının eşit olduğunu
İbni Kemâl ve
Mülteka sahibi de kesin bir biçimde söylemişlerdir.
Bu görüş
Şurunbulâliye'de şu sözle tercih edilmiştir: «Metin ve şerhlerde olan hükümler fetvâ
kitaplarında
olandan daha uygundur.» Hatırda
tutulsun.
O zaman köle istediğini alır ve efendisinin susması
da izindir. Ancak kölenin efendisi hâkim
olursa,
o zaman efendinin
susması, onun malında da mezun olduğunu gösterir. Eşbâh. Şu kadar var ki,
efendisinin
gördüğü o şeyin satış veya alışında mezun olmaz. Yani efendisi adına o malın
satımı
nafiz
değildir. Çünkü bu takdirde kölenin mezun olmadan önce mezun olması lazım
gelir. Bu da
bâtıldır.
Ben derim ki: Şu kadar var ki, Kuhistânî, Zâhire'ye nisbetle efendi-in malını alışla değil, satışla
kaydetmiştir.
Onun satıcı sahih olduğu gibi alışı
da sahih olur. O zaman birinci mebi ile alınan mal
arasında farka ihtiyaç olur ki, söz konusu mebî hakkında köle mezun olmamaktadır. Ama aldığı şey
hakkında mezun olmaktadır. Allahu Teâlâ muvaffak
kılsın.
İZAH
Musannıf bu
konuyu hacrden sonra zikretmiştir. Zira izin, daha önce
hacrin bulunmasını gerektirir.
«Sözlükte
izin; bildirmek ve haber vermek anlamındadır ilh...» Musannıf izni, ilâm
kelimesi ile tefsir
etmekte
Zeylâî ve Nihâye'ye uymuştur.
Turî de şöyle
demektedir: «Şeyhülislâm, Mebsût adlı
eserinde şöyle der: «izin sözlükte, serbest
bırakmaktır. Zira izin men manâsına gelen hacrin
zıddıdır. O zaman izin bir şeyden
diğer bir şeye
serbest bırakmaktır.»
Nihaye'de de şöyle denilmiştir: «İzin bir şeyde hacredilen kimse için
engeli kaldırmak anlamına
geldiği gibi
hacredildiği şeyde de onun serbest
olduğunu bildirmektir.»
Nihâye, Zeylâî'nin «izin ilâmdır. Ezân'ın ilâm manâsına gelmesi de
bundandır» sözünü uzak
görmüştür.
Çünkü izin, «Şuna izin vermiştir»
kelimesinden alınmıştır. Ezân ise «şunu ilâm etmiştir»
anlamına gelen ezzene'den gelmiştir.
Ebussuud da
şöyle demiştir: «Kadızâde, Tekmile'de. «Ben
hiç lugat kitaplarında iznin ilâm
anlamına geldiğini görmedim» demiştir.»
«Mezun olan
kölede ilh...» Uygun olan köle
sözünün düşürülmesidir. Zira hüküm çocukta ve zayıf
akıllıda da böyledir.
H.
«Ticaretten
başka konularda ilh...» Yani evlenmek,
cariye almak, borç vermek, hibe ve
benzeri
şeylerde
mezun köleden hacr kalkmaz.
«Hakkı düşürmektir ilh...» Bu söz. «Şeriatte hacri
kaldırmaktır» sözünün tefsiri gibidir. Açıktır ki,
çocuk ve
zayıf akıllıda hakkın düşürülmesi
yoktur. Sadiye.
Şu kadar var
ki İbni Kemâl şöyle demiştir: «Yani mevlânın hakkını düşürmek değil, men hakkını
düşürmektir.
Zira mevlânın hakkının köleye izine
tahsis edilmesi geçerli değildir. Çünkü efendinin
hakkı izinle köleden düşmez. Bundan ötürü de aşağıda
geleceği gibi efendi kölesinin kazancından
zorla alır.»
«İmam Şâfiî ve İmam Züfer'e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi yerine
geçirmektir.» Bu
ihtilafın
semeresi ileride gelecektir.
«Köle
tasarruf edebilir ilh...» Musannıfın bu sözü manâ üzerine atıftır. Sanki musannıf efendi
kölesine izin verdiği zaman köleden hacr kalkar,
ondan sonra köle tasarruf eder ilh... demek
istemiştir.
İbni Kemâl.
«Köle ilh...» Musannıf bu beyânı köle ile niçin tahsis etmiştir? Çünkü onda hâl gizlidir. Yoksa,
buradaki hüküm
köle, çocuk ve zayıf kıt akıllı (ma'tûh) arasında ortaktır. İbnî Kemâl.
«Kendi nefsi
için ilh...» Yani vekâlet yoluyla efendisine tasarruf etmiş değildir.
Kuhistanî.
Kendi nefsine
tasarruf ettiğinde aldığı şeyin
kendisinin olması da lazım gelmez. Çünkü köle
tamomıyla efendisinin mülküdür. Onun mülkiyeti tasarruf ettiği şeyde güç olduğu
takdirde efendisi
o mülkte onun
yerine geçer. Şurunbulâliye.
«Ehliyeti ile
ilh...» Zira köle, köle olduktan sonra da yine tasarruf ehlidir. Çünkü tasarrufun rüknü,
şer'an muteber bir sözdür. Çünkü mümeyyizliğinden ve mahallinden sadır olmuştur. Tasarrufun
mahalli ise, hukukun iltizamı için elverişli bir
zimmettir. Rükün ve malâh de kölelikle
yok olmaz. Zira
bunlar
insanların değerlerindendir. O da kölelikle insan olmaktan çıkmaz. Ancak
şu kadar var ki,
efendinin
hakkının onun rakabesindeki bir borç sebebiyle bâtıl olmaması için
onun üzerine hacir
konulmuştur.
Çünkü onun kölelik yüzünden zimmeti zayıftır. Hatta onun
zimmetinde kölelikle
meşgul olduğu
sürece mal da vacib olmaz. Efendisi ona izin verdiği takdirde onun üzerindeki
hakkını
düşürmüş köle kendi asıl ehliyeti ile tasarrufda bulunmuş olur. Zeylâî.
«Bir çeşitle de tahsis edilmez ilh...» Bir yerle de tahsis edilmez. Kuhistânî.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Bu hüküm. eğer
izin hacir altındaki bir köleye verilmişse
böyledir. Ama izin bir mezun köleye ikinci
kez verilmişse. bu tahsis olunur. O halde köleye izin
verilse,
sonra ona bir miktar para verilerek onunla yiyecek alması söylense,
köle de bir köle alsa,
aldığı köleyi
kendisi için almış olur. İmam Muhammed bunu kesin bir ifadeyle söylemiştir.»
«Bu söz
musannıfın «hakkı düşürmektir» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Çünkü
düşürmeler sınırlamayı
kabul etmez.
Boşama ve azad gibi. Nitekim ileride gelecektir. Eğer izin hakkı düşerse, artık
efendi
köleyi nehyetmeye mâlik olamaz, denilmesin. Zira biz diyoruz ki, mevcut
olmayan bir hakkı
düşürmek
değildir. O zaman nehyetmek de mevcut
olmayan bir şeyi düşürmekten imtina etmek
olmaz. Zeylâî.
«Kefâlet ile de efendisine rücu etmez ilh...»
Yani tasarruf hakkı ile semenin talebi gibi diğer şeylerle
efendisine rücu edemez.
Kuhîstanî.
«Hacrinî kaldırmıştır ilh...» Bunun açık anlamı,
musannıfın «rücu etmez» sözü, «hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır. Kuhistanî de bu
sözü «kölenin tasarrufu kendi nefsi içindir»
sözünün ayrıntısıdır.
«Bu sözü,
«onun hacrini kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Bunda bir
görüş vardır. Açık olan,
bu ayrıntının ayrıntısıdır. O ayrıntıda «Bir süre ile sınırlanmaz»
sözüdür. Nitekim illet de bunu
gösterir.
«Düşürülen
şeyler belirli bîr süre ile sınırlanmazlar ilh...» Çünkü düşürmeler
sürelerle sınırlandığı
takdirde
vukuu anında dağılır.
«Bir çeşide izin vermiş olsa ilh...» İster o çeşittten başkasında
sükût etsin ister açık bir ifade ile
nehyetsin. Meselâ açık bir ifade ile bez almasını söyleyerek
başkasından nehyetmesi gibi.
Tatarhâniye,
Muz-marat'tan.
«Zira izin
vermekle üzerindeki ticaret hacrini kaldırmış, vekâlet vermemiştir
ilh...» Musannıf
yukarıda geçtiği halde, bizimle Şâfiî ve Züfer arasındaki
ihtilâfın semeresine dikkat çekmek
için
tekrar
etmiştir. Anla.
«Bilinmiş
olsun ki ilh...» Minâh'ta şöyle denilmektedir: «Tahsisten maksat istihdam olduğu zaman
bir şey ifade
etmez. Zira eğer tahsis izin olmuş olsa, köleyi
istihdam kapısı kapanır. Zira bir kimse
iki fulusa bakla alması
için kölesine izin verirse, bu ticaretle izin vermek demektir. O zaman onun
rakabesini kapsayacak ölçüdeki borçlarla ikrar etmesi de sahih
olur. Halen de alınması gerekir. O
halde, hiç kimse şiddetle ihtiyacı olduğu bir şeyde
bile kölesini istihdam etmeye
cesaret edemez.
Zira genellikle köleler
az şeylerin satın alınmasında istihdam
edilir. O zaman istihdamla ticaret izni
arasını ayıracak
bir sınır gerekir. Bu sınır şudur: Adam kölesine mükerrer tasarrufla açıkça izin
verir. Mesela
kölesine «Bana bir kumaş al ve sat»
veya «Şu elbiseyi sat, onun fiyatı
ile bir şey al»
der. Veya
meselâ, «Bana her ay kâr ver» veya «Bana bin lira öde, hürsün» demesi
gibi
tasarruflarına
delâleten izin verir. Çünkü bunda köleden bir mal talep etmiştir. Mal da
ancak kölenin
kesbi ile hasıl olur. İşte bu da delâleten
tekrardır. Veya kölesine «sen boyacılık
veya çamaşırcılık
yap» demesi de delâleten
tekrardır. Çünkü gerekli olan bir şeyin şırası için vermiştir. Bu da
çeşitlerden bir çeşittir. Yukarıda zikredilen amelin
tekrarıyla tekerrür eder. O
zaman onun bu
tasarrufla
izni köleye ticaret ile izindir. Ama
eğer kölesine mükerrer olmayan bir
tasarrufla izin
verse, evine
ekmek veya yiyecek olması gibi, bu
izin olmaz. Nitekim biz bunu zikrettik.»
Bu açıklamalar Bezzâziye'de de belirtilmiştir. «Bir köle bir malı gasbetse,
efendisi de gasbettiği
malı satmasını emretse, efendisinin bu emri
ticaret izni olur. Halbuki bu izin
mükerrer bir akitle izin
de değildir.
Yukarıda zikredilen asıl bununla bozulmaktadır» denilse, biz deriz ki. buna şu
şekilde
cevap
verilir: Efendinin kölesine
gasbettiği bir şeyi satmasını emretmesi, delâleten
mukerrer akitle
izindir. Bu
delâleten izinle sabittir. Çünkü efendinin gasbedilen malın satılması ile tahsis etmesi
bâtıldır.
Çünkü efendinin gasbedilen mal üzerinde velâyeti
yoktur. İzin de efendiden açıkça
sadır
olmuştur. O
zaman, sınırlama bâtıl olmuş, mutlak ifade açığa çıkmış
bulunur.
Hidâye'nin sözü de işaret etmektedir ki,
ticaret izni ile istihdamı ayıran fâsıl çeşit tasarrufu ile şahsî
tasarruftur.
Çeşit tasarrufu ile izin vermek ticaretle izindir. Ama şahsî tasarrufa izin vermek ticarete
izin»
sayılmaz. İnâye'de de böyledir.
Düşünülsün. Vikâye'nin ifadesi de
bunu gösterir.
«İzin delâleten de sabit olur ilh...» Hakâik'te şöyle
denilmiştir: «Efendinin susması, susması
sırasında izni nefyedecek bir şey geçmediği takdirde ancak, izin olur. Meselâ efendi «Benim
kölemin ticaret yaptığını
gördüğünüz zaman.» dese ve sussa.,yine
âlimlerin ittifakı ile, köle ticaretle
mezun olmaz.»
«Efendisi kölenin bir yabancının malını sattığını görse ilh...» Zeylâî şunu ifade etmiştir: «Birisi bir
yabancının kendi malını sattığını görse ve sussa, onun susması
ona izin olmaz. Veya birisi
sahibinin gözü
önünde malını telef etse, sahibi de sussa, yine hüküm böyledir.
Malını telef eden
kimseden tazmin etmesini taleb etme hakkı vardır.»
Fûzaladan
bazıları, «Bu ifade ile birlikte Fûsil-i İmâdiye'nin otuz üçüncü faslında olan ifadeye
bakılsın» demişlerdir. O ifade şudur:
«Birisi diğerinin tulumunu yarsa ve tulumun içinde olanı
emse. sahibi de sussa, onun susması rıza
sayılır.»
Allah'ım, sen bizi sorumlu tutma. Fûsul-i İmadiye'de olan ancak telafisi mümkün olmayan bir telefe
hamledilir.
«Bezzâziye
ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi aynen şöyledir:
«Birisi kölesinin alışveriş yaptığını görse,
sussa, bu izindir. Ancak
eğer ondan nehyetmezse. Şu kadar var
ki, eğer efendisinin malından
satıyorsa,
sözlü olarak izin verinceye kadar onun satışı
caiz değildir.»
«Dürer,
Hâniye'den ilh...» Hâniye'nin ifadesinde çelişki
vardır. Zira Hâniye sahibi konunun baş
tarafında
«Efendi kölesini mâlikin bir malını satarken görse ve
sussa, onun susması izin olmaz»
demiştir.
Birkaç satir sonra da, «Onu kendi dükkânında görse,
köle birçok malı satıncaya
kadar
sussa, onun
bu susması izin olur. Ancak
susmasından önce kölenin satışı efendi için nâfiz olmaz»
daha sonra da, «Birisi diğer bir adamın kölesine
satması için mal vermiş olsa. o da satarken
efendisi
görse ve nehyetmese, onun nehyetmemesi ticaretle izin olur. Mal sahibi
için de kölenin
satışı caiz olur» demektedir. Hamevî.
Ben derim ki: Hâniye'nin ifadesinde çelişki yoktur.
Zira onun birinci sözünün anlamı,
efendinin
sustuğu
satışta ona izin olmaz, bu satış efendi için nâfiz olmak demektir. O
satıştan sonra her ne
kadar ticaretle mezun olsa dahi. Nitekim bu birinci
sözü ikinci ve üçüncü sözü tefsir
etmiştir. Ama
yabancının malında satımının nâfiz olması do ancak ecnebinin ona izin
vermesindendir. İşte bu da
Bezzâziye'de
olan ifadenin anlamıdır. Bizim bu
dediğimize Birî'nin şerhinde Bedâyî'den
nakledilen
«Adam kölesinin alışveriş ettiğini görse,
sussa, bize göre köle mezun olur. Ancak susmanın
tesadüf
ettiği satımda değil. Alış ise
bunun aksinedir» ifadesi de delâlet etmektedir.
Sonra ben
Allâme Tûrî'nin de Bedâyî ve başkalarının ifadeleriyle istidlâl ederek sözleri
bu şekilde
telif
ettiğini gördüm.
Allâme Tûrî sonra Zeylâî'ye itiraz ederek şöyle
demiştir: «Kölenin sattığı şeyde fark
yoktur. İster
efendisinin,
ister başkasının malı olsun. İster
izniyle olsun, ister izinsiz olsun.
İster bey'i sahih, ister
fasit olsun.
Hidâye sahibi de bu şekilde zikretmiştir.
Kadıhan da
şöyle demektedir: «Efendi kölesinin mâlikin arpalarından bir malı
sattığını görse ve
sussa, bu izin olmaz.»
Tûrî şöyle diyor: «Zeylâî'nin sözünün açık anlamı şudur ki, Zeylâî Hidâye
sahibinin sözü ile Hâniye
sahibinin arasında bir muhalefet olduğunu anlamıştır.» Sonra da, «Zeylâî'nin sözü İmam
Muhammed'in Asl isimli kitabındaki ifadesinin
aksine nasıl yorumlanır» demiştir.
0 halde şârihin Bezzâziye'den naklettiği sözün anlamı, özellikle o efendi için caiz
değildir demektir.
Her ne kadar onunla köle ticaretle mezun olsa bile.
Yoksa onun anlamı ona izin olmaz demek
değildir.
Nitekim hâşiyeci şarih ve diğerleri
de böyle anlamışlardır. Velhasıl, kölenin satışı ile, ister
mâlikin mülkü olsun, ister başkasının mülkü, mezun
olmasında bir fark yoktur. Fark ancak,
susmasının tesadüf ettiği satış hususundadır. Eğer efendinin satışını görüp sükût ettiği mal
yabancının ise, caizdir. Efendinin ise, dili ile
izin verene kadar caiz değildir. Bu tespiti ganimet bil.
Çünkü burası
anlayışların kaydığı yerdir.
«Şu kadar var ki Zeylâî
ve dîğer âlimler efendinîn malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır ilh...»
Hidâye sahibi gibi. Nitekim sen de onun
ifadesini gördün. O halde buradaki
düzeltme başkası gibi
şârihın de
Bezzâziye ile Hâniye'de olan ifadeyi Hidaye'de olan ifadeye muhalif anlamasındandır.
Halbuki sen de anladın ki, sükûttan sonra mutlaka
mezun olacağı hususunda muhalefet
yoktur.
Ancak
Hâniye'de birşey ifade edilmiştir ki, o
Hidâye'de zikredilmemiştir. O şey
şudur: Efendinin
kölesinin satışını gördüğü satım eğer efendinin malı ise, caiz değildir.
Eğer efendinin değilse,
caizdir.
«Şurunbulâliye'de
tercih edilmiştir ilh...» Yani
Şurunbulâliye, Zeylâî. İbni Kemâl ve diğerlerinin
zikrettikleri, efendinin malı ile yabancının malının eşitliğini tercih etmiştir. Bu tercihten
sonra da
Camiü'l-Fusûleyn'
den bizim zikrettiğimiz «İznin eseri
gelecekte kendini gösterir.» Yoksa
gördüğü
zaman sattığı
şeyde
değil» kavlini nakletmiştir. Kadıhan
ve diğerlerinin muradlarının da bu olduğu
Şurunbulâliyenin
gözünden kaçmıştır. Bu açıklamalara dayanarak metin ve şerhler ve fetvâların
ifadeleri arasında zıtlık yoktur. Başarıyı veren Allah'dır.
«Köle
istediğini alır ilh...» Umulur ki burada «dilediğini alır»
sözünden maksat alınan şeylerin
tamamıdır. Velev alınan şeyler haram da olsa. Bundan ötürü Kuhistanî, «Alır. Velev
aldığı şey şarap
dahi olsa» demiştir. T.
«Ancak kölenin
efendisi hâkim olursa ilh...» Hamevî Kenz'in şerhinde, Makdisî Remz'de şöyle
demişlerdir: «Bu sözün tevcihinde bana şu zahir oldu: Hâkim işleri kendi nefsiyle yapanlardan
değildir. O
zaman kölesinden amellerin tekrarı ile onun sükûtu
izne delâlet etmez. Çünkü vekâlet
verme
ihtimali çok kvvetlidir.»
Hamevî ve Makdisî'nin sözleri ifade ediyor ki, hâkim burada ancak örnek
için zikredilmiştir. Öyleyse
hâkimden maksat, işlerini
bizzat kendisi yapmayan herkestir.
Eşbâh
haşiyesinde şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, Zâhiriye sahibi bu meseleyi
istisna yoluyla
zikretmemiştir. Kadıhân da yine bunu istisna yoluyla zikretmemiştir. Kadı diyor ki: «Birisi
kölesinin
alış-veriş
yaptığını görse, sussa, bunun sükûtu izin olmaz.»
Halbuki biz de yukarıda zikrettik ki.
Hidâye sahibinin yukarıda mutlak zikretmesinden anlaşılıyor ki, efendinin hâkim olup olmaması
arasında bir fark yoktur. Yine yukarıda takdim ettik
ki, metin ve şerhlerde olan, fetevâ
kitaplarına
takdim
edilir. Bunu Ebussuud da Eşbâh hâşiyesinde ikrar etmiştir.
Ben derim ki: Uzak değildir ki. Kadıhân'ın maksadı
şudur ki, sükûtun tesadüf ettiği satışta köle
mezun
olmamaktadır. Zaten onun geçmiş sözünden maksadı da bu idi. Nitekim
bildin. O halde köle
o satıştan
sonra mezun olur. O zaman, sözde istisna yoktur.
Makdisî'nin
zikrettiği ise, .hâkimi kesin
olarak zikretmenin sebebi olmaya elverişlidir. Halbuki bu da
onun geçen
sözünün umumuna dahildir. Yani.
hâkimin kölesi ile başkasının
kölesinin hükmü birdir.
Her ne kadar hâkimin kölesinin, hakimin vekili
olması ihtimali kuvvetli ise de. O zaman Kadıhân'ın
ifadesi metin
ve şerhlerin mutlak ifadesine aykırı değildir. Bundan dolayı hâkimin
kölesi meselesi
Hâniye ve Zâhiriye'de Eşbâh'ın yaptığı gibi istisna tarikiyle zikredilmemiştir.
Bu meselenin
zikrinden sonra Tûrî'nin şöyle
dediğini gördüm: «Asrın bazı adamları hâkimin
sükûtunun
efendinin sükûtuna hilafla izin
olmadığını anlamışlardır. Zeylâî'nin
anladığı gibi.»
Tûrî'nin
sözünün açık anlamı şudur ki, bu anlayış fakihlerin sözüne aykırıdır.
Zeylâî'nin geçen
anlaması gibi. İşte bu da bizim yukarıda dediğimizi teyid
etmektedir. Düşün.
«O şeyin
satış veya alışında mezun olmaz ilh...» Bunda bir görüşü vardır: Kelâm
kölenin yabancının
malını satışında farzedilir. O zaman da efendinin
sükûtu, o şeyin satışında izin olarak
tasavvur
edilemez. Ta ki nehyi sahih olsun. Bu da şarih, «Yani efendisi adına o malın satışı
nâfiz değildir»
sözü ile işaret etmiştir. Şu kadar var ki bu bir şerhdir.
Şerh de şerhedilene mutabık olmaz. Öyleyse
şârihin
üzerine düşen, bunu ihtiraz şeklinde açıklaması idi. H.
Bunun özeti
şudur: Kölenin o şeyin satışında mezun olmaması, ancak
sattığı şey efendinin mülkü
olması hâlindedir. Ama
eğer sattığı yabancının malı ise,
bizim de yukarıda zikrettiğimiz
yabancı için
nâfiz olur. O
satımın geçerliliği de kölenin efendisinin sükûtu ile değil,
yabancının izni iledir.
Bu satışta semenin uhdesi köleye mi, yoksa ona izin
veren yabancıya mı aittir. Meşâyih
bunda
ihtilâf
etmiştir. Zâhiriye ve Tatarhâniye.
Şu kadar var
ki, Siraç sahibinin sözlerinin aksi
aralarında fark olmadığını ifade etmektedir. Zira
Siraç sahibi şöyle demektedir: «Eğer adam kölesinin
alış veriş yaptığını gördüğü halde
yasaklamayarak sükût etse, köle mezun olur. Ancak kavlen izin verene kadar
kölenin bu satışı
efendisi için nafiz olmaz. Kölenin sattığı mal ister efendinin. ister gayrının olsun. Fakat bundan
sonra köle tasarrufunda mezun olur.»
Siraç sahibinin ifadesindeki «Kölenin sattığı mal
ister efendinin, ister gayrının olsun»
kavlinin
umumîliği,
eğer «mezun olur» sözüne irca edilirse,
bu tasarruftan sonraki tasarruflarında mezun
olur. Veya
efendinin gördüğü satışı, yabancıdan izin alarak
yaptığı bir satış şeklinde yorumlanırsa,
mezun olur.
En yakın olanı da budur. O bizim
Bezzâziye, Hâniye veya diğerlerinden naklen takdim
ettiğimize de
münafî olmaz. Düşünülsün.
«Mezun
olmadan ilh...» Çünkü izin sabit olmaz. Ancak köle efendisinin
huzurunda alış-veriş
yaptıktan
sonra izin sabit olur. Zarurî olarak huzurunda yaptığı ilk alış-verişte
köle mezun sayılmaz.
O zaman da o
bey
nafiz olmaz.
«Bu da
bâtıldır ilh...» Çünkü bir şeyin
kendi nefsi üzerine tekaddümü lâzım gelir.
«Zâhire'ye
nisbetle ilh...» Zahire'nin ibaresinin nassı
şöyledır: «Adam kendi malı ile kölesinin
bir
şey aldığını
görse, ondan nehyetmese, nehyetmemesi
efendiden köleye ticaretle izin olur. Onun
aldığı şey
ise lazımdır. Ama efendi o malını
geri isteyebilir. Efendi sonra malını
dirhemler ve
dinarlar ile geri alsa,
bey bozulmaz. Ama eğer efendinin malı ev eşyası, tartılacak veya
ölçülecek bir
şey ise,
efendi geri aldığı takdirde bey
nakzedilir.
«Farka
ihtiyaç olur ilh...» Umulur ki fark
fakihlerin fuzulînin babında zikrettikleri, «Alış nifaz
bakımından
daha seridir» sözüdür. Dûşünülsün. H.
Ben derim ki: Dürerü'l-Bihâr şerhinde şöyle denilmektedir: «Sıra suretinde efendi için nafizdir.
Çünkü mebi
efendinin mülküne girmektedir. Bey
suretinde ise efendi için nafiz değildir. Çünkü
mebi
efendinin mülkünden çıkmaktadır.»
Bunun
benzerini Hamevî de Bedâyî ve Mecmâ şerhinde nakletmiştir.
Bu söze şu şekilde itiraz edilmiştir: Her ikisinde
idhal de, ihraç da vardır.
Ben derim ki: Eğer satılan malın semeni dirhem veya diran kabilinden olursa her
hangi bir güçlük
bulunmaz.
Çünkü onlar tayin ile taayyün
etmezler. Belki alan adamın zimmetine vacib olur. İşte
bundan ötürü,
eğer efendi malını geri almış olsa,
satım akdi bozulmaz. Nitekim
biz de zikrettik. Ama
eğer semeni dirhemler ve dinarlardan başka olursa, o zaman güç olur.
Çünkü satış trampa satımı
olur. Semen
de bunda bir şekilde mebidir. O zaman birkaç defa geçtiği
gibi efendisinden izinsiz bu
satışı nafiz
olmaz. Ancak sonraki satışlarda nâfiz olmuş olur.
Bu itiraza
şöyle cevap verilir: Lâzım, kölenin satın aldığıdır. Kölenin
efendinin mülkünden verdiği
şeye gelince,
efendi için o nafiz değildir. Bundan
ötürü efendi onu geri olabilir. Kölenin yaptığına
izin verir ve
geri almazsa, o zaman sattığı şey onun
için de nafiz olur. Köle hem o şeyin
satışında,
hem de ondan
sonraki satışlarında mezun olmuş olur. Zira
sonradan verilen icazet eskiden verilen
icazet
gibidir. Bu cevap, bana açık olandır.
METİN
İzin açık olarak da sabit
olur. Öyleyse kayıtsız, mutlaka izin
vermiş olsa, mezun kölenin yaptığı
bütün
ticaretler, âlimlerin icmaı ile sahihtir.
Ama eğer bir çeşit ticaretle
kaydederse, Hanefî
âlimlerine göre yine engel olur. Ama Şâfiî buna muhalefet etmiştir. O
halde genel izin verildiği
takdirde
gabnı fahişle de olsa alışveriş yapar. Gabnı fahişle alış-veriş yapmasına
imameyn
muhalefet
etmiştir.
Mezun
alış-verişle vekâlet, rehin vermek,
rehin kabul etmek, elbise ve hayvanı
âriyet olarak vermek
gibi işleri de yapabilir.
Çünkü bunlar tüccarın adetindendir. Mezun, kölesi üzerine farz olan kısastan
dolayı sulh da yapabilir. Kıymetiyle efendisine mal da satabilir. Ama efendisine kıymetinden
aşağıya mal
satamaz. Fakat efendisi ona kıymetinin misliyle veya kıymetinden
daha azıyla mal
satabilir.
Efendisi semenin kabzı için mebiî mezuna vermeyebilir. Eğer efendi semeni kabzetmeden
mebiî
teslim etmişse, semen
bâtıl olur. Yalnız semenin iptali
Mecma şerhinin Muhit'e nisbetle yapmış
olduğu
tashihe muhaliftir. Çünkü efendinin
kölesi üzerinde borcu olmaz. O zaman o mal elinden
meccanen çıkmış olur. Ama semen nakil değil ev eşyası olursa, semen bâtıl olmaz. Çünkü akitle
taayyün
etmiştir. Bu yazılanların hepsi, eğer
mezun borçlu ise böyledir. Eğer 'borçlu değilse, zaten
aralarında satış caiz
değildir. Nihâye.
Efendi mezuna
bir ticaret malını kıymetinin
fazlasıyla satmış olsa, o fazlalığı ya
düşer, ya da akti
fesheder.
Yani efendiye bunlardan birisini
yapması emredilir. Mezundan olacaklı
olanların
haklarının zayolmaması
için bu böyledir.
Efendisi
hazır olmasa bile, bir haktan dolayı mezun aleyhindeki
şehâdetler kabul edilir. Eğer köle
mahcur
olursa, şehâdet kabul edilmez. Yani efendisi üzerine kabul edilmez. Belki
kölenin aleyhine
kabul edilir. O zaman köle azatdan sonra onunla
sorumlu tutulur. Köle de efendisi de
hazır
olurlarsa bir malın istihlâkî veya gasbı ile efendi üzerine hükmedilir. Ama bir vedia
veya meccanen
satış için istihlâk davası, kölenin üzerine kabul
edilir. Bazı alimler tarafından da, «Bedâî veya
bedaenin
istihlâki ile dava edilmiş olsa, şehâdet efendi için
kabul edilir» denilmiştir.
Kölenin bir
malı gasbettiğini veya helâk ettiğini
ikrarı üzerine şahitler şehâdet etseler, o hakkın
tazmini için
mutlaka efendi üzerine hüküm verilmez. Bu konunun tamamı İmâdiye'dedir.
Mezun köle
bir tarlayı icare müsâkât veya muzareât yoluyla alabilir. Tarlayı
ekeceği tohumu da satın
alabilir.
Mezun elindeki efendinin tarlasını başkasına kira veya tarım ortaklığı verebilir.
Mezun
mufâveze değil, inan ortaklığı ile
şirket de kurabilir. Ama
kiralayabilir, efendisinin
kölelerini
başkasına kiralayabilir. Velev kendi nefsi için olsun. Vedia, gasb ve deyn ile ikrar da edebilir. Velev
ki üzerinde borç olsun.
Ancak mezun eğer cariye ise kocası, çocuğu, babası ve
efendisi için yukarıda sayılan ikrarlarda
bulunamaz.
Çünkü Ebû Hânife'ye göre mezunun bunlara borçla ikrarı bâtıldır. İmameyn buna
muhalefet
etmiştir. Ama bunlara bir mal ile
ikrarda bulunursa, borçlu değilse sahihtir. Vehbâniye.
Mezun, israf
sayılmayacak kadar az bir yiyeceği
hediye de edebilir. Bu söz şunu ifade
etmektedir ki,
mezun yenilecek
şeylerden başkasın» hediye edemez. İbni Kemâl.
İbni Kemâl'in
sözüyle
İbni Şıhne cezmetmiştir.
Mahcur ise hiçbir şey hediye edemez. Ebû
Yûsuf'tan şu rivayet edilmiştir: Eğer mahcura günlük
yiyeceği verilmiş olsa, bazı arkadaşlarını kendisiyle beraber yemeğe çağırsa, bunda bir beis yoktur.
Ama bir aylık yiyeceği
toptan verilirse, bunun aksinedir.
Kadının
efendisinin veya kocasının malından bir ekmek
gibi az bir şeyi sadaka vermesinde beis
yoktur.
Mülteka. Ama kocasının veya
efendisinin razı olmadığını biliyorsa,
caiz değildir.
Mezun köle
kendisine yemek yediren kimseye elindeki mal miktar kadar ziyafet de verebilir.
Tacirlerin ayıp
sebebiyle düştükleri miktar kadar,
sattığı malın semeninden düşebilir. Tacirlerin
yaptıkları ikram kadar
ikram yapabilir ve tacirlerin tanıdıkları
vade kadar vade ile satabilir.
Müçtebâ.
İZAH
«Kayıtsız ilh...» Yani efendi kölesine
aynıyla hiçbir şeyi
kayıtlamadan, «Sana ticaret izni
verdim»
demesi gibi. Zeylâî.
«Yaptığı
bütün ticaretler sahihtir ilh...» Zira lafız ticaretin bütün nevlerine şâmildir. Zeylâî.
«Ama eğer bir nev ticarette kaydederse ilh...» Yani ticareti bir nev, bir şahıs, bir vakit veya bir
mekânla kayıtlaması
gibi. Nitekim yukarıda geçti. Zeylâî.
Ama yenilecek
veya giyilecek bir şeyi aynıyla
alınmasını emretse, köle ticaretle mezun olmaz. Zira
bu bir
istihdamdır. Nitekim bunun beyânı yukarıda geçti.
«Şafiî buna
muhalefet etmiştir ilh...» İmam Züfer de muhalefet etmiştir. Çünkü
onlara göre izin
vekâlettir.
Bize göre ise, hakkın iskatıdır. T. Nitekim yukarıda geçti.
«Gabnı fahişle de olsa ilh...»
Musannıf bunu mutlak zikretmiştir. O halde, efendinin mezun kölesine
gabnı fahişle
satmayı nehyetme kısmını da şâmil gelir. Veya zaten mutlaka onun için zikretmiştir.
Bezzâziye'de
olduğu gibi. Mİnâh.
«İmameyn
muhalefet etmiştir ilh.» Ticaretle izinli çocuğun ve kıt «akıllının bey hükümleri de bu hilâf
üzerinedir.
Yani İmama göre gabnı fahişle de olsa
sahihtir fakat imameyne göre sahih
değildir.
Zeylâî.
«Alış-verişle vekâlet ilh...» Mülteka şerhinde buna, «Selem verir
ve kabul eder» cümlesi de ilâve
edilmiştir.
Tebyin'de de, «Ticaretle mezun köle elindeki sermayeyi bir diğerine mudarebeden verir
ve bir
diğerinden mudarebeden para da alır» denilmiştir.
«Çünkü bunlar
tacirlerin adetindendir ilh...» Bu söz. yukarıda geçenlerin gabni fâhiş hali dahil
hepsine illet olmaya elverişlidir. Zira
bunlar müşteri kazanmak için tacirlerin yaptığı işlerdir. Meselâ
bir parti
malı düşük bir fiyatla satar, diğer
bir partide de para kazanır. Tebyîn' de olduğu gibi.
Tebyîn'de şöyle denilmektedir: «Ticaretle mezun köle hastalanmış
olsa. hastalığında müsamahalı
muâmele
yapsa, üzerinde borç olmadığı
takdirde müsâmahalı yaptığı
kısım malının hepsinden
sayılır. Eğer
borçlu ise, borçların dışındaki kalan
kısmın hepsinden itibar edilir. Zira hürde de
varislerin
hakkı için malın üçte birine haşredilir. Köleye ise vâris yoktur.
Efendisi de kölesine ticaret
izni vermekle
hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar Efendisi de kölesine ticaret izni
vermekle
hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar bunun aksinedir. Eğer borcu onun
bütün malını
kapsıyorsa, ticaretle mezun köleden mal alan müşteriye, müsamahalı kısmın hepsini
ödemesi veya satılanı geri vermesi söylenir. Hürde olduğu gibi. Eğer efendi hasta değilse mesele
bu şekilde sabittir. Yoksa, kölenin müsamahası ancak efendinin malının üçte birinde geçerli olur.
Çünkü efendi
hastalandıktan sonra iznin devamında mezun köle kendi nefsi yerine
geçmiştir. O
zaman mezunun
tasarrufları efendinin tasarrufları gibidir. Muhabattan fahiş olan ve olmayan
efendinin
tasarrufuna müsavidir. O zamana bu
muhabatın hepsi ancak üçte birde geçerli olur.»
Özetle.
«Sulh da yapablir
ilh...» Çünkü köle sanki onu sulh bedeli ile almıştır. Kölenin sulh
bedeli ile alması
da geçerlidir. T.
«Kıymetinden aşağıya mal satamaz ilh...» Çünkü bunda töhmet vardır. O halde bu caiz değildir. Zira
alacaklıların hakkı maliyete taalluk eder. Mezunun da onların hakkını iptal
etmeye yetkisi yoktur.
Ama Ebû
Hânife'ye göre mezun köle bir yabancıya müsâmaha ile mal satmış olsa, yukarıdakinin
aksine caizdir. Çünkü yabancıya satışında töhmet yoktur.
İmameyn de,
kıymetinden aşağısına efendisine satmasının da caiz
olduğunu söylemişlerdir. Velev
gabnı fahişle
de olsa. Şu kadar var ki. efendi gabnı fahişi
ortadan kaldırmak veya satımı feshetmek
sırasında muhayyerdir.
Ama bunun aksine yabancıya çok düşük
bir fiyatla bir mal satmış olsa,
İmameyne göre
asla caiz değildir. Zira onların kabul ettikleri asıl üzerine
müsamaha ancak
efendinin
izni ile caizdir. O halde efendi ona satın almaya izin vermiştir. Ancak
efendi gabnı fahişi
orta-dan
kaldırır, sözü de alacaklıların hakkını korumak içindir.
Fakihler bazı âlimlerin «Mezun köle
efendisine çok düşük fiyatla bir şey satsa, satım
akdi fasittir» sözü üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Esas
olan, burada
Ebû Hanîfe'nin görüşüde imameynin
görüşü gibidir. O zaman mezunun
efendisi ile
olan
tasarrufları borçlu olan hastanın yabancı
ile alış-verişi gibidir. O zaman fiyatın çok düşük
olması ile az düşük olması Ebû Hanîfe'ye göre birdir. Nitekim imameynin görüşü de böyledir.
Zeylâî. Özetle.
«Semen bâtıl olur ilh...» Satılan malın semeni bâtıl
olunca sanki parasız satmış gibi olur. O zaman
da satımı caiz olmaz. Musannıfın semenin butlanından maksadı semeni
teslim etmenin vesemeni
talep etmenin
bâtıl oluşudur. O zaman da efendi satılanı geri alabilir.
Cevhere.
Şu kadar var
ki Tebyîn'de yukarda zikrettiklerimizin zikrinden sonra, köle
hiçbir şeyi talep edemez.
Zira satılanın teslimi ile onun hapis hakkı
düşmüştür. İmameyn'e göre de, efendinin hakkı
mebiin
aynına taalluk eder. O zaman efendi
alacaklılardan o mebiin aynı hususunda daha haklıdır»
denilmiştir.
Sonra da, «Bu zahiri rivayetin
cevabıdır» denilmiştir.
Ebû Yûsuf'tan
da eğer satılan mevcut ise geri alabileceği
veya semeni alıncaya kadar hapsedileceği
rivayet edilmiştir. Eğer köle satılanı helâk ederse. Yok eğer mebi mevcut ise, efendi
onu geri alabilir
ilh...
«Mecma şerhinin Muhit'e nisbette yapmış olduğu
tashihe muhaliftir ilh...» Zira Mecma şarihi
şöyle
demektedir: «Bazı âlimler tarafından, «Semen
bâtıl olmaz. Her ne kadar satılanı önce teslim etmiş
olsa da. Zira satım akdinin
aktedilmesi semenin borç olarak tehir edilmesi caizdir. Nasıl ki semen,
muhayyerlikle satılan bir mebide muhayyerliğin
düşme vaktine kadar tehir edilirse» denilmiştir.
Muhit sahibi
de. «İşte bu görüş ancak sahih görüştür» demiştir.
Ben Mecma'nın
hâmisinde aynen şunu gördüm: «Bunda
bir görüş vardır. Çünkü Muhit sahibi
köleden satımın cevazına hükmetmiştir. Yoksa, efendisine sattığı takdirde semenin
ondan
düşeceğine hükmetmemiştir.» Nitekim şarih de böyle anlamıştır. H.
«Semen ev
eşyası olursa ilh...» Bu görüş şârihin
«deyn»
sözü üzerine tefri ve ondan
anlaşılanı
beyândır. Zira efendi akitle taayyün eden ev eşyasının aynına malik olur. Efendinin mülkünün
aynının kölesinin elinde bulunması da
caizdir. O zaman o köleden alacaklılardan
o aynı hususunda
daha hak sahibidir. Nihâye.
«Bu yazılanların hepsi ilh...» Yani
kıymetiyle veya kıymetinden azı ile efendinin köleye, kölenin
efendisine satması.
«Eğer borçlu
değilse, zaten aralarında satım caiz değildir ilh...» Çünkü köle borçlu olmadığı
takdirde
satımın bir faydası yoktur. Çünkü köle ve elindeki mal efendinindir. O malda efendiden
başka kimsenin hakkı yoktur. Zeylâî.
«Bir ticaret
malını ilh...» Musanıftan başka bir
kaydı zikredeni görmedim. T. de «Ben
bununla takyid
edılen
mefhumu da görmedim» diyor. Umulur
ki, musannıf satılanın yenilecekveya giyilecek olması
durumundan
kaçınmak için bu kaydı koymuştur.Zira onda fesih yoktur.
T. Bunu araştırmıştır.
«Bir haktan
dolayı ilh...» Satım akdi, kira ve satın alma gibi. Veyahut
şahitler mezun kölenin bir şeyi
gasbettiğine
veya vediayı helâk ettiğine veya bunlardan biriyle ikrar ettiğine şehadet ederlerse,
şehadetleri kabul edilir. İmâdiye. Köle bu ikrar ettiği şeylerle de peşinen muâheze edilir.
Bezzâziye'de
olduğu gibi.
«Efendisi
üzerine kabul edilmez ilh...» Yani efendi kölesinin
satımı ile muhatap olmaz. İmâdiye.
«Efendi
üzerine hükmedilir ilh...» 0 zaman
efendi satımı ile muhatap olur.
Çünkü köle fiilleriyle
sorumlu
tutulur.
«Kölenin
üzerine kabul edilir ilh...» O halde köle azadından sonra
muaheze edilir. Bazı alimler
tarafından da,
«O şahadet efendisi aleyhinde kabul edilir» denilmiştir. Bu sözü söyleyen ise Ebû
Yûsuf'tur.
Birinci söz ise Ebû Hanife ile Muhammed 'in görüşüdür. İmâdiye'de olduğu gibi.
Bezzâziye'de
de. «Vedia veya meccânen satılacak
şeyin istihlâki dava edildiğinde köle
ikrar etmese,
bunun üzerine
delil ikâme edilse, o zaman efendinin hazır olması
şarttır. Ancak Ebû Yûsuf'a göre
şart
değildir» denilmiştir.
«İkran üzerine şahitler şehâdet etseler ilh...»
Yani mahcur kölenin üzerine. Mezunun ikrarına
gelince, bildin ki o şehâdet efendi üzerine kabul
edilir. Bunu tamamlayıcı bilgi
gelecektir.
«Mutlaka
efendi üzerine hüküm verilmez ilh...» Belki kölenin
azadına kadar tehir edilir. Musannıf
hacr
kitabının başında «Köle, üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse, mal efendisinden başkasına
aitse ikrar ettiği malın tazmini onun azadına tehir edilir. Eğer efendinin olursa, heder
olur. Eğer had
veya kısasla
ikrar ederse, onlar peşinen yerine getirilir» demiştir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Mahcur fiilleriyle
sorumlu tutulur, sözleriyle değil. Ancak
kısas
ve hadler
gibi kendi şahsına rücu edecek şeylerde sözleriyle de sorumlu
tutulur. İkrarı anında
efendisinin
hazır olması da şart değildir. O halde eğer bir mal telef
etmiş olsa, halen sorumlu
tutulur. Ama kölenin verilmesini veya
fidye verilmesini gerektirecek bir cinayetle gasb ve bir deynin
aynıyla
ikrar etmesi de geçerli değildır. Mezunun bu husustaki ikrarı
ise sahihtir ve peşinen
sorumlu
tutulur. Mezun eğer karısının mehri
veya sadaka ile ikrar ederse; onlar ondan
hürriyetinden sonra alınır.»
«Mutlaka
ilh...» Yani efendisi ister hazır olsun, ister gaib. İmâdiye.
«Ziraat ortakçılığı olarak ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Mezun köle bir tarlayı ekmek için
alabilir, efendisinin tarlasını da birisine verebilir.
Tohum ister ondan olsun, ister olmasın. Çünkü
ziraat
ortakçılığı manâ itibariyle
ya kiraya vermektir veya kiralamaktır.
Nitekim kendi babında
gelecektir. O halde ziraat ortaklığı da ticarettendir.»
«Efendisinin
tarlasını başkasına icareten veya müzaraeten verebilir ilh...» Yani efendisinin tarlasını
kiraya da
verebilir, ortaklaşa ekmeye de verebilir.
«İnan
ortaklığı ile şirket de kurabilir ilh...» Nihâye'de şöyle denilmiştir: «inan şirketi, peşin veya
vadeli olarak
alışı konuşmadan mutlak şekilde
ortak olursa, ancak o zaman sahih olur. Ama iki
mezun köle peşin ve vadeli
alışla inan ortaklığı kursalar,
peşin alış caiz. vadeli olış caiz değildir.
Çünkü vadeli
alışta arkadaşına kefil olma manâsı vardır. Mezun kölenin kefaleti
de sahih değildir.
Ama onların
efendileri onlara inan şirketinde hem peşin, hem vadeli
alışa izin verseler, üzerlerinde
borç olmasa, caiz olur. Nasıl ki onların efendilerinin
onlara kefâlet ve vadeli alışa vekâlet vermeleri
sahih olduğu
gibi. Mebsut ve Zâhire'de de böyledir.»
Yalnız
Zâhire'de şu zikredilmiştir: «Efendisi kölesine müfaveze
şirketi için izin verse, bu mufaveze
caiz değildir. Çünkü efendinin köleye tıcaretlerde kefaletle izin vermesi caiz değildir.
şurunbulâliye'de
olduğu gibi.»
Ben derim ki: Zâhire'nin son sözü mezun kölenin borçlu
olmasıyla yorumlanır. Yani eğer köle
borçlu olursa
caiz değildir. Ama borçlu değilse caizdir. H.
«Mufaveze
değil ilh...» Çünkü kefalet için mülkü yoktur.
O zaman onun mufaveze şirketi inan
şirketine
dönüşür.
«Efendisinin
kölelerini başkasına kiralayabilir
ilh...» Binalar ve dükkânlar da kiralayabilir.
Efendisinin
bina ve dükkânlarını da kiraya
verebilir. Çünkü bunların hepsinde
kazanmak vardır.
Zeylâî böyle zikretmiştir.
«Velev kendi
nefsi için olsun ilh...» Şarih bu kaydı İmam Şafıi'ye hilaf olduğu
için koymuştur.
«Vedîa ilh...» Çünkü ikrar ticaretin devamındandır. Zira
ikrarı sahih olmayanla kimse muamele
yapmaz.
Zeylâî. Bu ifade bildiriyor ki, ticaretle mezun
olan köle vedia almaya da mezundur. Nitekim
Muhit ve gayrında da böyledir.
Şu kadar var
ki Hakâik'ın vedia bahsinde bunun aksi vardır. Kuhistûni.
Şarihin bunu
mutlak zikretmesinin sebebi, efendisi için ikrarı ile başkası için ikrarını
şâmil gelmesi
içindir. Bir
de üzerinde ister borç olsun, ister olmasın, ister sağlığında,
ister hastalığında olsun,
ister
efendisinin sağlığında, ister hastalığında olsun. Bunların beyânı ileride gelecektir.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Hacrden sonra
birisinin üzerinde alacağı veya
bir nesnesi
olduğunu
ikrar etse, yalnız elindeki mal kadarı câizdır.»
Bezzâziye'de
de. «Caizdir, ancak efendisinin ondan aldığı kısımda değil» denilmiştir.
«Velev ki
üzerinde borç olsun ilh...» Yani ikrarı onun sıhhatinde olursa. Eğer borç ikrarı
hastalığında
olursa, o zaman sağlığındaki alacaklılar. hastalığındaki alacaklılara takdim edilir.
Nitekim hür
hakkında da böyledir. Bunun özeti
şudur: Mezun kölenin borçları eğer ticaret babında
ise, efendi ister o ikrarını tasdik etsin, ister
etmesin, ikrarı sahihtir. Eğer ikrarı ticaret babından
değilse, o ikrarında tasdik olunmaz. Ancak efendisinin tasdiki ile tasdik olunur. Çünkü mezun
köle
ticaret
babından olmayan hususlarda mahcur
köle gibidir. Zeylâî.
Birinci ikrarı ile peşinen
sorumlu tutulur. İkincisinde ise azadından sonra sorumlu olur. Hindiye'de
olduğu gibi.
İkincisinin örneği şudur:Karısının mehri ile veya bir cinayetle
ikrarı. Nitekim bu husus
Bezzâziye'de
geçmektedir. Yukarıda geçmişti.
Tûrî de
Mebsut'tan naklen şöyle demektedir:
«Eğer efendisinin hastalığında borçlu olduğunu ikrar
ederse, bu birkaç kısım
üzerinedir. Birinci kısmı, kölenin üzerinde borç yok, efendisinin
üzerinde de
sağlığında
borçlandığı borçlar var. O zaman bu birinci kısım, sanki efendi
hasta-lığında ikrar etmiş
gibi sayılır.
Evvela efendinin sağlığındaki borçlarının ödenmesine
başlanır. İkinci kısmı, köle
borçlu
ama efendinin
sağlığında bütün malını köleyi
ve kölenin elindeki malı ihata edecek kadar
borçlu ise
o zaman köle efendisinin hastalığında hacredilir.
Üçüncüsü ise, ikisinin de sağlıklarında borçları
varsa, ya kölenin kendi değeri ve
elindeki mal
ancak kölenin borcunu karşılar veya kölenin
borcundan artar, fakat efendinin borcunu karşılamaz
veya her ikisinin
borcundan daha fazla kalır. Birinci ihtimalde kölenin ikrarı sahih
değildir. Çünkü
kölenin borcu
hem kendi değerini, hem de elindeki malını meşgul
etmiştir. İkinci ihtimalde ise,
köleden artan
kısım efendisinin sağlığındaki
borçlularına verilir. Üçüncü
ihtimalde de, kölenin ikrarı
artakalan kısımda sahihtir.
Eğer ikisinin üzerinde de borç yoksa,
efendi hastalığında bin lira borçlu
olduğunu
ikrar etse, sonra da köle bin lira borçlu olduğunu ikrar etse,
efendisinin alacaklısı ile
kölenin alacaklısı kölenin
semeninde ortak olurlar. Eğer önce köle sonra da efendisi
ikrar
ederlerse, o zaman da önce kölenin borcu verilir.»
Özetle.
«Kocası ilh...» Kölenin hür olduğu takdirde kendileri lehine şehâdeti kabul
edilmeyecek kimseler
hakkındaki ikrarı kabul
olunmaz. Hâniye'de olduğu gibi.
«Çocuğu,
babası ilh...» Mebsut'ta, «Mezun köle hür oğluna veya babasına veya hür olan karısına
veya hür oğlunun mükâtebine veya oğlunun
kölesine, ister üzerinde borç olsun,
ister olmasın, Ebû
Hânife'nin
görüşüne göre mezunun sayılanlara
ikrarı bâtıldır. İmameynin görüşüne
göre ise,
caizdir.
Bunlar mezunun kazancında, mezundan alacaklılara ortak olurlar» denilmiştir. T.
«Efendisi için ilh...» Hindiye'de şöyle denilmiştir:
«Mezun borçlu olduğu halde elindeki bir malın
efendisinin
ve efendisinin oğlunun veya
babasının veya borçlu olduğu halde elindeki bir
malın
efendisinin
ve efendisinin oğlunun veya
babasının veya borçlu olan veya
olmayan ticaret yapan bir
kölenin veya efendisinin mükatebinin veya
ümmül-veledinin vediası olduğunu ikrar etse,
onun
efendisine,
mükâtebine, kölesine ve Ümmü'l-veledine yaptığı ikrar bâtıldır. Ama efendisinin
oğlunun veya babasının vediası olduğunu ikrar ederse, caizdir. Mezun bu
ikrarı yaptığında borçlu
değilse,
yukarıda sayılanların hangisine ikrarda
bulunursa bulunsun, ikrarı caizdir.» T.
«Bir mal ikrarda bulunursa, sahihtir ilh...»
Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «Mezun
elindeki bir malın
efendisinin
veya efendisinin kölesinin olduğunu ikrar etse, bakılır: Eğer köle borçlu
değilse, ikrarı
caizdir.
Yoksa caiz değildir. Eğer efendisine borçlu olduğunu ikrar ederse,
ikrarı mutlaka caiz
değildir. Çünkü
efendisi kölesi üzerinde deyn istihkâk edemez.»Tûrî.
Bu illetin
açık tarafı borç ile mal arasındaki
farkın efendiye has olduğunu göstermektedir.
İkrar
edenin koca veya
karısına, çocuk veya babasına has
değildir. Bu da şarihin sözünden anlaşılanın
aksinedir. Bu hususta açıkça bir şey söyleyeni ben
görmedim.
Vehbâniye'nin
ifadesi ise şöyledir: «Efendisine
borç ile değil, mal ile ikrarı
caizdir. Ancak borçlu
olduğu zaman
değil.»
Borçlu
olmadığı halde efendisine veya
kölesine borçlu olduğunu ikrar etse,
sonra borçlansa, ikrarı
bâtıl olur.
Ama mal ile ikrar etmiş olsa, ikrarı bâtıl olmaz. Hatta efendi o malı
almaya diğer
olacklılardan daha hak sahibidir. Velvâliciye.
Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir: «Eğer kendi
oğluna, babasına veya oğlunun mükâtebine bir şey
ikrar etmiş olsa, Ebû Hanife'ye göre onun ikrar ettiği şeylerden hiçbirisi caiz değildir. İster borçlu
olsun, ister
olmasın.»
Velvâliciye'nin
«hiçbirisi caiz değildir» sözü deyn
de, ayn da kapsamına alır. O halde Velvâliciye'nin
bu sözü bizim
dediğimizi teyid eder. Düşünülsün.
Sonra ben
Ebussuud haşiyesinde Ebû Hanife'nin
görüşüne şöyle bir açıklama gördüm:
«Mezunun
onlara ikrarı şekil
bakımından ikrar, manâ itibariyle şehadettir. Mezunun onlara şehadeti ise hür
olduğu
takdirde caiz değildir. Bunun gibi
ikrarı da caiz değildir.»
Sonra da Ebussuud Dürer sahibinin bunlara yapılan
ikrarın butlanını deyn ile kaydetmesine itiraz
ederek şöyle
demiştir: «Zeylâî bunu mutlak
zikretmiştir.» Bunu da «manâ itibariyle
şehadettir» sözü
teyid etmektedir. O halde, borç veya nesne ile ikrar etmesi arasında fark
yoktur. Aradaki fark ancak
efendisi hakkındaki ikrarda
açığa çıkar. Yani efendisine borç ikrarı caiz değil, mal ikrarı caizdir.
«İsraf sayılmayacak
kadar ilh...» Şarih burada bir cümleyi düşmüştür. İfadenin aslı, Bezzâziye'den
naklen
Minah'ta olduğu gibi şöyledir. «Bir kimse, bir gıda
maddesini hediye etmeye maliktir. Her ne
kadar bir
dirhemden fazla da olsa. Dirhemden fazla olan, eğer israf
sayılmazsa.» H.
«İbni Şıhne cezmetmiştir ilh...» Zira İbni Şıhne sözünün
sonunda şöyle demiştir: «Sen onların
kölenin
hediye edileceği şeyleri yiyecek
maddeleri ile takyid ettiklerini bildin. O zaman. bu takyidin
üzerine
Nâzım'da uyarıya ihtiyaç vardır.
Zira Nazım'da mutlak zikredilmiştir.»
Ben derim ki: Bunun benzeri Tebyîn adlı eserde de mevcuttur. Tatarhâm'ye'de de Muhit'ten naklen
açıklıkla şöyle denilmektedir: «Mezun yiyecek şeylerin dışında dirhem ve dinarlardan hiçbir şey
hediye etmeye mâlik değildir.»
Yine
Tatarhâniye'de İmam Muhammed'in Asl adlı eserinden naklen şöyle denilmektedir: «Mezun,
yiyecek maddeleri
dışında bir şey hibe etmiş olsa, hibe ettiği şeyin kıymeti bir dirhem veya daha
fazlasına baliğ olursa, caiz değildir. Eğer
efendisi onun hibesine icazet verirse, mezun borçlu
değilse, efendinin icazeti geçerlidir. Yoksa
geçerli olmaz. Yine mezun ancak bir dirhem veya daha
aşağısını sadaka verebilir.»
«Bîr aylık yiyeceği
toptan verilirse, bunun aksinedir
ilh...» Zira aylık yiyeceğini
aydan önce bitirmesi
halinde
efendisi zarara uğrar.
«Bir ekmek gibi az birşeyi ilh...» Çünkü bu kadarı âdeten memnu değildir. Hidâye.
Şu kadar var
ki, adamın evinde karısı mesabesinde
olan kapıcı veya hizmetçisi olması halinin
hükmü
kalmıştır. İbni Şıhne, İbni Vehbân dan şunu zikretmiştir: «Ben fakihlerin
sözünde bu
hususta bir
şey görmedim. Şurası muhakkak ki, uygun
olan, kapıcısı veya hizmetçisine de karısına
kıyasla küçük
bir şey sadaka etmesi câizdir.»
İbni Şıhne
daha sonra da İbni Vehbân'dan şunu zikretmiştir: «Eğer kadın kocasının evinde
tasarruftan
men edilmiş olsa bile onunla birlikte yemek yemektedir. Ama kadına onun yemeğinden
ve malında
tasarruf etme imkânı yoktur. Uygun olan, onun sadaka vermesinin de caiz olmamasıdır.»
İbnı Şıhne,
İbni Vehbân'ın sözüne itiraz ederek şöyle demiştir: «Örf, bir ekmek kadar tasadduk
etmesi üzerine câridir.» Düşünülsün.
«Elindekî mal miktarı kadar ilh...» Yani
elindeki ticaret malı miktarınca. İbni Şıhne. Tetimme'den
naklen şöyle
demektedir: «İbni Selmete'den şöyle rivayet edilmiştir: Mezunun elindeki ticâret malı
on bin dirhem
ise,on dirhemlik ziyafeti az bir
ziyafet kabul edilir,bu caizdir. Ama elindeki ticaret malı
on dirhem
ise, bir daniklik (dirhemin üçte biri) ziyafeti çok kabul
edilir. O zaman ticaret malının
miktarında
örfe bakılır.»
İbni Şıhne
sonra da şöyle demiştir: «Mülteka'da mutlaka Ebû Yûsuf'tan rivayetle şöyle
denilmektedir: «Kişinin mahcur kölenin davetinde icabet etmesinde
bir beis yoktur.»
Ben derim ki: «Öyleyse
mezun kölenin davetine gitmekte
öncelikle bir sakınca yoktur.
«Ayıp
sebebiyle düştükleri miktar kadar
düşebilir ilh...» 0 halde ayıpsız olarak sattığı malın
bedelinden
bir şey düşemez. Çünkü ayıpsız olarak fiyatından düşmesi sırf teberru olur ki, onun
teberru
yapması caiz değildir. Minâh.
«İkram
yapabilir ilh...» Yani başlangıçta, satış yaparken. Zira tüccar onu yapmaya
muhtaçtır. Biz
Zeylâî'den masamahalı satış üzerine
bir açıklama nakletmiştik.
METİN
Mezun ancak efendisinin izni ile evlenebilir. Efendisi izin
verse bile odalık cariye alamaz.
Kölesini
de
evlendiremez.
Ebû Yûsuf diyor ki: «Cariyesini
evlendirebilir.»
Mezun,
kölesiyle kitabet anlaşması yapamaz. Ancak borçlu değilse, efendisi izin
verdiği takdirde
kitabet kesebilir. Kitabet bedelini de efendisi kabzeder.
Para karşılığı köle de azad edemez. Ancak
efendisi izin
verirse para karşılığı köle azad edebilir.
Mezun
kölesini malsız da azad edemez. Karz, karşılıklı da olsa hibe veremez. Mutlaka, yani ister
nefsî, ister
malî olsun kefil de olamaz. Üzerine vacib olan bir kısastan
dolayı sulh yapamaz.
kısastan af da edemez. Ama kölesine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapabilir. Hizânetü'l-fıkıh.
Ticaretle üzerine vâcib olan her borç veya ticaret
anlamına olan her borç kendisi üzerinedir
Birincisinin
misalleri: Satış. alış, icâre vermek ve kiralamak gibi. İkincisinin
misalleri ise: Vedadan
dolayı olan borç, gasbettiği ve emâneten aldığı şeyden dolayı olan borç ki, son ikisini inkâr etmiştir.
Dürer ve
diğer kitapların ifadesi «emaneti inkâr etmiştir» şeklindedir.
Uyanık ol.
Almış olduğu
cariyenin zifafı ile istihkâktan
sonra üzerine vacib olan ukur (hâdiye)
bunlardandır.
Bunların
hepsi kölenin rakabesine taalluk eder. Helâk ettiği bir
şeyin borcu, mehir ve karısının
nafakası gibi. Köle bu borçlar karşılığında satılır.
Bu alacaklıların köleyi çalıştırma hakları
da vardır.
Zeylâî.
Zeylâi'nin açıklaması şunu ifade
ediyor ki, onun karısı günlük nafakası için eğer onun çalışmasını
ihtiyar ederse,
çalıştırabilir. Bahır, nafakalar bahsi.
Bu borçlardan
dolayı efendisinin veya naibinin
huzurunda satılır. Çünkü efendisinin onun borçlarını
ödeme
ihtimali vardır. Ama kölenin kazancının satılması
bunun aksinedir. Onda efendisinin hazır
olmasına
ihtiyaç yoktur. Çünkü köle kazancında hasımdır.
Satıldığında
kölenin bahası herkesin hissesine
göre taksim edilir. Kölenin bu borcu, borçlanmadan
önceki kazancına do, borçlandıktan sonraki
kazancına da, ona hibe edilene de taalluk eder.
Efendisi
hazır olmasa da. Musannıfın bu sözü kazanç ve hibeye
kayıttır. Ama kazancının satışında
kölenin hazır
olması şarttır. Çünkü köle kendi kazancında alacaklıların hasmıdır.
Kölenin
borçlarının ödenmesine önce kazancı ile
başlanır. Kazancı olmadığı takdirde bu borçlar
onun
rakabesinden ödenir.
Ben derim ki: Köleye ticaret izni vermeden önceki kazancına gelince, bu kazanç
efendisinin
hakkıdır.
Bunu mutlaka efendi alır.
Şeyhimiz diyor ki, «Bu kazanç efendinin hakkıdır
sözünden anlaşılan, köle mahcur iken
bir şey
kazansa, kazandığını bir diğer kimse vedîa olarak
verse ida ettiği şey vedia verilenin elinde helâk
olsa, efendi
onu vedia verilene tazmin ettirir.
Çünkü o kimse gasıbın mudaı gibidir.
Mezunun
borçları, borçlanmadan önce efendisinin elinden aldığı mala taalluk etmez.
Ancak mezun
kazancından
ve semeninden fazla kalan borcu, kölenin azadından sonra talep
edilir. İkinci defa
satılmaz.
Onun efendisi onun benzerinin gelirini de alır. Eğer deyni mevcut ise. Artakalan
da
alacaklılar içindir. Yani eğer efendisi,
borçlanmazdan önce köleden her ay on dirhem alıyorsa,
borçlandıktan
sonra da istihsanen aylık
on dirhemini alır. Zira eğer engel olunmuş olsa, o zaman
köle hacredilir. kölenin kazanç kapısı kapanır.
Mezun,
efendisinin hacri ile mahcur olur. Eğer hacri kendisi ve izni şayi olmuşsa çarşı halkının
ekserisi tarafından bilinirse. Köleden zarar def için. Ama eğer mezun olduğunu yalnız kölenin
kendisi
biliyorsa, hacri için yalnız kendi
bilgisi kâfidir. Bu halde çarşı halkının ekserisinin bilgisi
şart
değildir. Çünkü zararı yoktur.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: Efendisi mezun
kölesini satsa, bu satışla köle
mahcur olur. Çarşı
halkı onun
satıldığını ister bilsin, ister bilmesin. Çünkü satım akdi
sahihtir. Eğer köle borçlu ise,
müşteri onu
kabzedinceye kadar mahcur olmaz.
Çünkü satım akdi fasittir. Peki, alacaklılar bu satışı
feshetme hakkına sahip midirler? Eğer alacakları peşin ise, evet satışı feshedebilirler.
Ancak
kölenin
kıymeti borçlarını karşılıyorsa veya
alacaklılar köleyi ibra ederlerse veya
borcunu efendisi
öderse, o zaman feshedemezler. Konunun tamamı Sirâciye'dedir.»
Köle,
efendisinin ölümüyle, akıl hastası
olmasıyil darü'l-Harbe mürted olarak
sığınmasıyla yine
kölenin kendisinin akıl hastası olması veya darü'l-Harbe kaçmasıyla hacrolunur. Hiç kimse
bilmese
dahi. Çünkü
irtidad halinde darü'l-harbe gitmek, hükmen ölümdür. Köle efendisine isyan ederek
kaçmasıyla
da hükmen mahcur olur. Akıl hastası
olma hali gibi, hiç kimse bilmese
dahi.
Mezun
kaçtıktan sonra dönse, veya akıl hastası
olduktan sonra iyileşse, sağlam görüşe göre, onun
izni avdet etmez. Zeylâî ve
Kuhistânî
Mezun bir
câriyenin çocuk doğurması ile de
yani, mezun cariye efendisinden bir çocuk doğursa,
efendi de o
çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse, onun doğurması bunun aksini açıkça
zikretmedikçe delâleten
hacr olur.
Cariye tedbirle efendisinden ayrılmış olmaz. Ancak
çocuk doğurma ve tedbirle efendi, eğer köle
borçlu ise
yalnız kıymeti kadar borcuna zamindir. Muhit.
İZAH
«Evlenemez
ilh...» Çünkü evlenmek ticaret babından değildir. Bir de efendi için mehir ve nafakanın
vücubu gibi
zarar vardır. Zeylâi.
«Odalık câriye de alamaz ilh...» Zira odalık cariye almak, bir cariyenin rakabesine malik olmaktır.
Köle de ona
malik olamaz.
«Ebû Yûsuf diyor ki: Câriyesini evlendirebilir
ilh...» Zira cariye evlendirmekte mehri tahsil etmek ve
nafakanın
düşmesi vardır. Cariyeyj
evlendirmek, onu kiraya vermeye
benzer. Bundan dolayı
mükâtebe, babanın vasisine ve babaya çocuğunun cariyesini evlendirmesi caizdir. İmameyne göre
ise, izin ticareti ihtiva eder. Evlendirmek ise ticaretten değildir. O halde mezun
cariyesini
evlendiremez.
Mükâteb ise mezunun aksine cariyesini evlendirebilir. O iktisab etmeye maliktir. Mal
kazanmak da ticarete has bir şey değildir. Yine baba, dede ve vasi de bunun
gibidir. Zira bunların
tasarrufu
çocuğa bakımla kayıtlıdır.
Cariye evlendirmek de bakımdandır.
İşte bu tasarruf üzerine
ticaretle
izinli çocuk, zayıf
akıllı mudarip, inan ve mufaveze
şirketi ortağı da böyledir. Hidâye
sahibinin
baba ve vasiyi bir ihtilaf üzerine kılması
sehvdir. Zeylâî.
«Kitabet kesemez ilh...» Zira kitabet halen yed
hürriyetini, gelecekte de rakabe
hürriyetini gerektirir.
İzin de
bunların hiçbirisini gerektirmez. Bir şey kendisinden üstün bir şeyi kapsamına almaz. Zeylâî.
«Efendisi
izin verdiği takdirde ilh...» Çünkü kitabetin memnuniyeti, efendinin hakkı içindir. O icazet
verse engel
ortadan kalkar ve kitabeti geçerli olur.
«Borçlu değilse ilh...» Yani onun rakabesini kaplayacak
bir borcu yoksa, Zeylâî şöyle
demektedir:
«Nihâye'de, «Az veya
çok üzerinde borç olursa, onun kitabeti bâtıldır. Her ne kadar efendisi
icazet
verse de»
denilmiştir. Bu kapalıdır. Zira rakabesini ve elindeki kazancını
kapsa- mayan borç
efendinin
mülkiyetine girmeye, fakihlerin icmaı ile engel değildir. Hatta
efendisi için mezunun
elindeki bir köleyi azad etmek caizdir. Âlimler
orasındaki ihtilaf batık borçtadır. Ebû Hânife'ye göre
bu borç
engeldir, manidir. İmameyne göre engel
değildir.»
Ben derim ki: Buna şöyle cevap verilmiştir: Zeylâî'nin zikrettiği kapalılık, imamın
birinci görüşü
üzerine
hamledilir. Ki, müstağrak olmayan borç da duhule engeldir. Nihâye'nin
zikrettiği ise, Ebû
Hânife'nin
son görüşüdür.
«Efendisî kabzeder ilh...» Zira köle vekil gibi
efendisinin nâibidir. O halde, bedelin kabzı akit kimden
taraf nâfiz
olursa ona aittir. Zira vekil sefir ve başkası adına konuşandır. O halde
vekile, nikâh gibi,
aktin hukuku
taalluk etmez. Ama mal mübadelesi
bunun aksinedir. O halde mükâteb kitabet
bedelini
mezuna icazetten önce teslim etse, efendisi icazeti sonra
verse, azad olmaz. Mezun
olmadığını
efendisine teslim eder. Çünkü onun kölesinin kazancıdır. Zeylâî.
«Para karşılığı köle
de azad edemez ilh...» Çünkü azad kitabetin üstündedir. Öyleyse,
mal karşılığı
azad etmemesi daha uygundur. Zeylâî.
«Gecenin sonuna kadar ilh...» Yani borçlu olmaması,
kabz velâyetinın de efendiye olması. Eğer
burada bu
istisna üzerine ihtisar ve «ikisine de icazet verse» deseydi -nitekim Mülteka şerhinde
şarih böyle
demiştir- daha kısa ve güzel olurdu.
Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer üzerinde müstağrak borç olursa. Ebû
Hanife'ye göre onun azadı
geçerli değildir. İmameyn buna muhalefet etmiştir.
Çünkü efendinin kölesinin elindekine malık olup
olmadığı
tartışmalıdır.»
«Malsız da azad edemez ilh...» Mal karşılığı azada malik
olmadığına göre malsız olarak azada malik
olmaması daha uygundur.
Nitekim gizli de değildir. Minâh.
«Karz ilh...» Çünkü karz, başlangıçta teberrudur. Mezun
da teberru etmeye mâlik değildir.
Minâh.
«Hibe veremez
ilh...» Biz Tatarhâniye'nin Asl adlı eserden
naklettiğini zikrettik ki, mezun dirhemden
az bir
meblağla hibe de yapar, tasadduk da eder. Şurunbulâliye'de de bu minval üzere
yürünmüştür.
«Karşılıklı da olsa ilh...» Zira karşılıklı hibe başlangıçta teberrudur veya
hibe, hem ibtidaen, hem
nihayetten teberrudur. Zeylâî.
Yani, ivazsız
olursa. Aynı zamanda kimseyi borçtan ibra da edemez. Zira ibra da hibe gibidir. Dürer.
«Kefil de
olamaz ilh...» Zira kefâlet sırf
zarardır. Dürer.
«Üzerine
vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapamaz ilh...» Çünkü sulh yapmak kendi rakabesinde
tasarruftur.
Kendi rakabesindeki tasarrufu ise izne dahil değildir. Affetme ise, teberrudur.
«Kölesiyle
vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapabilir ilh...» Bu ifade metinde geçen ifadeyle
birlikte
fazladır. H.
«İkincisinin misalleri ilh...» Uygun olan bu görüşü kavli icare ve isticareden önce zikretmesiydi.
Çünkü onlar
ticaret manâsınadırlar. Bedianın ve mabadinin borcu gibi. Bu konu Kifâye'de de
anlatılmıştır.
«Emâneten ilh...» Mudârebe, meccânen satış için
vermek ve ariye gibi.
«Uyanık ol ilh...» Umulur ki şarih
bununla musannıfın ifadesinin diğer kitapların ifadesinden daha
güzel
olduğuna işaret etmiştir. Zira gasbın borcu inkârsızdır. Zira gasbta
tecavüz vardır. Vedia ile
emanet ise bunun aksinedir. Zira adam vedia ve emaneti inkâr
ettiği takdirde onlara zamindir. Nasıl
ki, onları helâk ettiğinde de onlara zamindir. Şu
kadar var ki en güzeli gasbı vediadan
önce
zikretmesiydi.
Denilebilir ki, Bezzâziye'den naklen zikrettiniz ki, mezun kölenin deyn, gasb ve ayn ikrarı sahihtir.
Peşinen de sorumlu tutulur. Ama hacredilen bunun
aksinedir. Öyleyse neden burada inkârla
kaydedildi.
Ben derim ki burada inkârla kaydedilmesi
onun da deyn olması içindir. Ki,
musannıfın
«her borç» sözüne dahil olur. Çünkü buradaki mevzu, mezunun rakabesi ile taalluk eden
meselelerdendir. Bu da ancak inkârla olur. Her ne
kadar aynin ikrarı halinde peşinen muaheze
edilse dahi.
Eğer, gasb da aynıdır. dersen, ben derim ki, evet aynıdır
ona tecavüz etmeden önce böyledir. Bizim
buradaki
sözümüz gasbın borcundadır. Bu borç da
ancak tecavüzden sonra olur. O zaman o da
deyn olur.
«Almış olduğu cariyenin zifafı ile üzerine vacib olan ukur ilh...» Çünkü bu satın almaya istinad
etmektedir. Satın almaya istinad etmeseydi onun üzerine
ukur değil had vacib olurdu. Bu ukur ister
ikrarla, ister delil ile vacib olsun. Yani o da satın
olma hükmündedir. Musannıf bu satın
alma
kelimesini evlilikle üzerine vacib olan ukurdan kaçınmak için kullanmıştır. Kuhistanî.
«Rakabesine taalluk eder ilh...» Çünkü o
efendinin hakkında vücubu zuhur eden
bir borçtur. Dürer.
Eşbâh'ta
Minyetü'l-Müftî'nin icare bahsinden naklen kölenin alış-verişte
ecir olması hali istisna
edilmiştir. Yani
o zaman zimaniyet ona izni verene
taalluk eder ki, o da müstecirdir. Makdisî'nin
«Burada
istisnaya ihtiyaç yoktur.
Çünkü mezun değildir. Belki müstecirin vekili gibidir» sözü nakil
yerinde bir bahistir. Birî.
«Helâk ettiği bir şeyin borcu ilh...» Yani başka bir şeyi helâk etme sebebiyle
onun zimmetine
terettüb eden borç gibidir. T.
«Köle bu
borçlar karşılığında satılır ilh...» Kölenin satılması
ancak alacaklıların rızası veya hâkimin
emri ile caizdir. Çünkü haklarının tamamen kendilerine
ulaşması için alacaklıların çalışma hakkı
vardır. Bu
hakların tamamen ulaşması efendinin satışı ile bâtıl olur. O
halde borçlu olan mezunun
satışı, alacaklılarının
rızasına muhtaçtır. Velvâliciye.
Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir: «Hazır olan alacaklılar için
hâkim köleyi satsa, satışta hazır
olmayan
alacaklının hissesi, kölenin kıymetinden saklanır.»
Zeylâî de şöyle demektedir: «Hâkim onun satışını acilen yapmaz. Belki, onu bekletir. Ancak kölenin
gelecek bir malının bulunması veya borcunu
ödeyecek bir alacağının bulunması
muhtemeldir. Bu
süre
geçtikten sonra bir zuhurat olmazsa hakim onu satar.»
Zeylâî daha sonra başka bir yerde de şöyle demektedir: «Efendi mezunun borçlu olduğunu
öğrendikten
sonra onu satabilir. Çünkü o kıymetini
feda etmekle muhtar değildir.
Cinayetini
öğrendikten
sonra köleyi satmakla cinayet erşini
vermek arasında muhtardır. Çünkü deyn
kölenin
üzerinedir ve
azad ile de ondan beri olmaz. Efendi üzerine de bir şey vacib
değildir. Eğer efendi
açıkça fedayı ihtiyar ederse, yani, «Ben onun borcunu ödeyeceğim» derse, âdeten ondan teberru
olur. Ödemesi lazım değildir. Ama cinayet bunun
aksinedir. Çünkü cinayette gereken şey hasseten
efendi
üzerinedir.»
«Ödeme ihtimali vardır ilh...» Bu söz huzurun şart olmasının illetidir. Yani borçlu olan kölenin
satışında efendinin hazır olması şarttır. Zira efendinin
onu sattırmayarak borçlarını ödemesi
muhtemeldir.
Hem de bu söz ifade ediyor ki, borçlu
olan kölenin satışı vacib değildir. Belki efendi
onu satmakla
borçlarını ödemek arasında muhayyerdir. Onun kıymetiyle borçlarının ödeneceği
şekilde bir şey de varid
değildir. Bu konu üzerinde Kifâye'de
de durulmuştur.
«Köle kazancında hasımdır ilh...» Yani köle
rakabesinde değil, kazancında hasımdır. O zaman birisi
kölenin rakabesini iddia etse, bu davada köle değil
ancak efendisi hasım olur. Ama
eğer kazancını
iddia ederse, o zaman efendisi değil köle o davada
hasımdır. Tebyîn adlı eserde olduğu gibi.
«Kölenin
bahası herkesin hissesîne göre
taksim edilir ilh...» Bu borç ister kölenin ikrarı ile, ister
delil ile sabit olsun, değişmez. Cevhere.
Rahmetî şöyle
demektedir: «Kölenin semeninin hisselere göre
taksim edilmesi. kölenin borçlarının
peşin olması halindedir. Eğer borçlarının bazısı
vadeli olursa, peşin alacaklıların hissesi verilir,
vadeli
alacaklının hissesi de vadenin dolmasına kalır.»
Remz'de de
şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki,
Yenabî'den müflis bahsinde geçtiği
gibi kölenin
kıymetinin
tümü peşin alacaklıya verilir. Vadeli borcun vakti geldiği zaman ona da gidip peşin
alacaklıya
ortak olması söylenir. Bu da eğer
borç zahir ise böyledir: Eğer borcun
bazısı zahir
değilse, şu kadar var ki sebebi zahirse, mesela mezun borçlu olduğu halde yolda bir kuyu
kazsa, o
zaman köle satılır, alacaklıya
alacağı kadar semeninden verilir. Eğer borcu fiyatı kadarsa, hepsi ona
verilir. Ama kuyuya
bir hayvan düşse, hayvanın
sahibi rücu eder. hayvanın değeri kadar köleden
alır.» Kenz
üzerine Hamevî.
«Borçlanmadan
önceki kazancına ilh...» Yani
izinden sonra. Ama izinden önceki kazancı
bunun
aksinedir. Nitekim musannıf ileride zikredecektir.
«Bu sözü
ilh...» Yani. «Efendisi hazır olmasa da.» Uygun olan şarihin «kayıttır»
değil, kazanç ve
hibede
temimdir demesiydi. T.
Şu kadar var
ki, bunu cevabı mahfuz olan bir şart
kılsaydı, o zaman sahih
olurdu. Çünkü şartlar da
kayıttırlar. Düşünülsün.
Çünkü köle
kazancında alacaklıların hasmıdır ilh...» Yukarıda geçenle birlikte bu söze
ihtiyaç
yoktur. T.
«Kazancı ile başlanır ilh...» Çünkü alacaklıların haklarını karşılamakla birlikte, efendisine de
kolaylık
olur. Zeylâî.
«Kazancı olmadığı takdirde ilh...» Yani asla kazancı olmasa, veya kazancı borçlarını karşılamasa.
T.
«Mutlaka
efendi alır ilh...» Yani ister o izinden önceki kazancını
efendi kölenin elinde bulsun, ister
kölenin alacaklısının elinde
bulsun, mutlaka alır. Kölenin bu kazancının alacaklısı istihlâk ederse,
efendi
istihlâk ettiğini tazmin ettirmeye
hakkı vardır. Remlî.
«Sözünden
anlaşılan ilh...» Yani efendinin kölesine izin vermezden
önceki kazancına daha çok hak sahibidir sözü
ifade ediyor ki...
«Vedia verse
ilh...» Yani mahcur. Bu ifade ediyor ki, onun vedia vermesi ticaret izni verilmesinden
öncedir.
Zahire göre ticaretle izinden sonraki vedia vermesi de yine
izinden önceki vedia vermesi
gibidir.
Çünkü bir başkasının malını ondan izinsiz olarak vedia olarak vermiştir.
«Onu emanet
verilene tazmin ettirir ilh...» Ben diyorum
ki, musannıfın burada zikrettiğini Eşbâh da
emanet
kitabında açıkça zikretmiştir. Zira Eşbâh sahibi şöyle
demektedir: Bezzâziye'de, «Köle, bir
şey kazansa,
kazandığı parayla bir şey alsa, aldığını
da birisine emânet verse, nesne emanetçinin
yanında helâk olsa. kölenin efendisi onu emanetçiye
tazmin ettirir. Çünkü efendinin malıdır. Hatta
bununla
beraber kölenin eli de muteber bir eldir. Hatta köle bir şey emanet vererek ortadan
kaybolsa,
efendisi onu geri alamaz» denilmiştir.
Bezzâziye
sahibinin. «efendisi onu geri olamaz»
sözü mutlaktır. Yani köle ister ticaretle izinli olsun,
ister olmasın, ister borçlu olsun, ister olmasın.
Birî.
Şu kadar var
ki kölenin emânet ettiğini alamaması, emânet edilen malın
kendi malı veya kölesinin
kazancı
olduğunu bilmemesi halindedir. Eğer bilirse, onu alabilir. Köle
hazır olmasa dahi. Hamevî,
Bezzâzîye'den.
«Gâsıbın mudaı gibidir ilh...» Remlî'nin ifadesi
şöyledir: «Çünkü o efendnin malıdır. Başkasının
yanında
efendisinden izinsiz olarak emânet etmiştir. O zaman o, gasıbın
mudaı gibi olur.»
T. diyor ki: «Bu illet ifade ediyor ki, emanetçi
efendiye ödediğini, azadından sonra rücu ederek
köleden alır. Düşünülsün.
«Borçlanmadan
önce ilh...» Musannıf bununla kaydetmiştir, çünkü Muhit'ten naklen Tûrî'de şöyle
bir ifade
vardır: «Eğer üzerinde bir günlük borç varsa, elindeki ister az, ister çok
olsun alınır.
Efendinin
aldığı da kendisine bırakılmaz. Bunun eseri, kölenin ikinci bir
borcu çıkarsa, zahir olur.
Efendi bu
durumda aldığının hepsini geri verir.
Zira biz, eğer kölenin bazısını borç miktarı kadar
meşgul kılsak, efendinin üzerine meşgul olan miktar
kadar alacaklısına vermesi vacib olur. Eğer
alacakları eşit ise borçlusu aldığı
takdirde ikinci alacaklı da ona ortak olur. Ta ki,
efendiden,
kölesinin kazancından aldığının hepsini alana kadar bu
sürer.»
Kuhistânî'de
de şöyle denilmektedir: «Bu alacak, kölenin borçlanmasından sonra
efendinin
köleden
aldığına taalluk eder. O zaman do bu efendiden geri alınır.
Meselâ, köle beş yüz
dirhem
borçlu alsa, köle bin dirhem kazansa ve efendisi
onu alsa, sonra köle bir beş sssyüz dirhem daha
borçlansa, efendinin almış olduğu bin dirhem geri alınır.»
Kuhistânî
bunu Kermânî'ye isnad etmiştir.
Zahire'de de şöyle
denilmiştir: «Eğer köle ikinci defa borçlanmazsa, efendisi
ancak beş yüz dirhemi
geri verir.»
Nihâye'de de şöyle denilir: «Eğer aldığı aynıyla mevcutsa, efendiden geri alınır. eğer helâk etmişse,
aldığına
zamindir.»
Efendinin
borçlu olan kölesinin kazancından alması, efendinin günlük bir kesim
kesmesi hâlinin
aksinedir. Zira eğer günlük bir kesim kesmişse, o zaman efendiden ancak o kesimin mislinden
fazlası geri alınır. Nitekim aşağıda gelecektir.
«Fazla kalan borcu kölenin azadından sonra talep
edilir ilh...» Zira borç onun rakabesine taalluk
etmektedir ve
onun rakabesi de borçlarını karşılamamaktadır.
Dürer.
«İkinci defa satılmaz ilh...» Çünkü müşteri o
zaman onun alışından imtina eder. O imtina da külliyen
satımın
imtinasına sirayet eder ki, alacaklılar
bundan zarar görür. Yine ikinci defa
efendisi de alsa
hüküm böyledir. Çünkü efendinin ikinci kez
alışı yeni bir mülkiyet olur. Mülkiyetin
değişmesi de
hükmen
değişmesi gibidir. O zaman ikinci defa efendisi tarafından alınan
köle sanki diğer bir köle
gibi olur. Zeylâî.
Köle ancak kansının nafakasından dolayı birkaç defa satılabilir.
Zira karısının nafakası peyder pey
vacib olur. Nitekim bu mesele
nikâh bahsinde geçti. Kuhistanî.
«Onun
benzerinin gelirini de alır ilh...» Eğer kölenin mislinin gelirinden
fazlasını alırsa, aldığı
fazlalığı alacaklılara
geri verir. Çünkü alacaklıların hakkı zaruret olmadığı halde
efendinin hakkına
tekaddüm
etmiştir. Dürer.
İnâye adlı eserde
şöyle denilmektedir: «Bunun manâsı
şudur ki, yani efendi kölesine her ay
kesmiş
olduğu aylık geliri köle borçlandıktan
sonra da alır. Borçlanmadan önce aldığı gibi. Efendinin
kölesine kestiği gelirden fazlası da diğer
alacaklılara verilir.»
Bâhır'da,
Fetih'in azat kitabının hemen öncesinden naklen şöyle denilmiştir: «Kölenin
üzerine
günlük veya aylık olarak kesilecek gelirin kesilmesi caizdir.
Bunun üzerine de cebredilmez. Ancak
getirmesi
üzerine köle ile efendi ittifak ederlerse, o zaman cebredilir.»
Kuhistanî'de
de şöyle denilmektedir: «Efendi kölesine aylık bir kesim kesmezden köle
borçlanmadan
önce de onun kazancından galle alma hakkına sahiptir.
Mezun borçlanmadan önce
mislinin gallesinden fazla alma hakkına da
sahiptir. Borçlandıktan sonra onun mislinin gallesinden
fazlasını alamaz. Efendi, mezun borçlandıktan sonra
da onun üzerine bir aylık gelir kesebilir.
Kirmânî'de
olduğu gibi.»
Kuhistanî'nin
«Borçlandıktan sonra da onun üzerine bir aylık gelir kesebilir.» sözünde ondan da
başkasından naklettiklerimize muhalefet vardır. Ki, geçtiği
üzere borçlandıktan sonra kesimden
fazlası ondan
geri alınır. Hem de şârihin, «borçlanmazdan önce köleden
her ay
on dirhem alıyorsa,
borçlandıktan
sonra da istihsânen aylık
on dirhemini alır» sözüne de muhaliftir. Ancak şu kadar var
ki,
Kuhistanî'nin iki sözü şöyle telif
edilebilir: Köle rakabesini ve elindekini istiğrak etmeyecek bir
borçla
borçlandıktan sonra efendi onun üzerine aylık gelir kesimi yapabilir.
Yani borçtan arta kalan
kadar veya daha azı kadar galle koyabilir,
çoğu kadar değil. Muhtemeldirki, «borçtan sonra kesim
yapar» cümlesi «borçlandıktan
sonra ondan mislinin gallesinden fazlasını alamaz» cümlesi üzerine
atıftır. O
zaman, ifadenin akışı şöyle
olur: Yani efendi mezun borçlandıktan sonra, onun mislinin
gallesinden
fazlasını alamadığı gibi, borçlandıktan
sonra onun üzerine aylık bir kesimde
kesemez.
«İstihsanen ilh...» Kıyasa göre ise, aldığının hepsini geri vermesi gerekir.
Çünkü alacaklıların onun
kazancındaki hakkı, efendinin
hakkından daha öncedir. Nihâye.
«Kazanç kapısı kapanır ilh...» O zaman onun
aldığı, onun kazancı için bir tahsil gibi olur. Ama
fazlayı almaya gelince,
kazancının tahsilinden sayılmaz. O
zaman da alacaklıların maksadı hasıl
olmaz. Nihâye.
«Köleden
zararı def için ilh...» Hidâye'de şöyle denilmektedir:
«Çünkü onunla zarara uğrar. Zira
borçlarını azaddan sonra kendi halis malından ödemesi
gerekir ki, o da buna razı olmaz.»
H.
«Çarşı halkının ekserisi
tarafından bilinirse ilh...» Kendi pazarının halkının ekserisinin bilmesi ve
yine
istihsanîdir. Zira hepsine bildirmek ya olmaz, ya çok zor olur. Öyleyse efendi çarşı halkının
azının
yanında kölesine hacr koysa, köle
mahcur olmaz. Hatta köle
hacrini bilene de bilmeyene de
satsa, satımı caizdir. Çünkü köle hacrini bilmeyenler hakkında
mezun olduğu gibi, onun hacrini
bilenler
hususunda da yine mezun sayılır. Zira hacr
tahsîsi kabul etmediği gibi, izin gibi, bölünme
de kabul
etmez.
Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Bu illetle has bir hacrin sahih
olmaması sabit olmaktadır. Çünkü
hacrin bir
sıhhat şartı da genel olmasıdır.»
«İzni şayi
olmuşsa ilh...» Yine hacrin kasdî olması da şarttır. Nihâye'de şöyle denilmektedir:
«Hacrin çarşı halkı
arasında açığa vurulması
şartı, hacrin kasden sabit olması halindedir. Vekilin
azli gibi. Eğer başkasının
zımnında hacr sabitse, o zaman çarşı
halkının arasında izhar etmek şart
değildir.
Borçlu olmayan mezunun kölesinin
satışı gibi.» Buna yakında işaret
edilecektir.
«Kendisi
biliyorsa ilh...» Yani izni şâyi
değilse.
«Yalnız kendi
bilgisi kâfidir ilh...» Ama
mezun köle hacrini bilmiyor, ticaret
yapıyorsa, o zaman
kendisi
mezun. hacri de bâtıl olur. Çünkü hacrin hükmü, ancak hacredilen
kimsenin bilmesiyle
bağlayıcı
olur. İtkanî.
«Mezun
kölesini satsa îlh...» Birisine hibe etse ve hibe ettiği kimse
kabzetse, bunun hükmü de
satışının
hükmü gibidir. Eğer hibeden rücu etse, kölenin izni avdet etmez. Müşteri köleyi bir ayıpla
hükmedildikten
sonra reddetse, her ne kadar efendiye eski mülkü iâde edilse bile yine avdet etmez.
Nihâye.
«Çünkü satım
sahihtir ilh...» Bu hacr satım için kasden değil, hükmen
sabit olmuştur. Çünkü satım
hacr için
vazedilmemiştir. Bir şeyin gayrı için hükmen sabit olması caizdir.
Her ne kadar kasden
sabit olma
hali. Gaib olan vekilin azli gibi.
«Eğer köle borçlu ise ilh...» Yani alacaklılardan izinsiz onu satsa, köle mahcur olmaz.
«Çünkü satım
fasittir ilh...» Bu söz, «mahcur olmaz» sözünün illetidir. İmam
Muhammed'in
ifadesinde «satım akdi bâtıldır» sözü vaki olmuştur. Bazı âlimler
tarafından «İmam Muhammed'in
«batıldır»
sözünden maksadı zira gelecekte
bâtıl olur. Çünkü borçlu olan mezunun
satışı,
alacaklıların icazetine bağlıdır» denilmiştir.
Bazı âlimler tarafından da, «İmam Muhammed,
«bâtıldır» kelimesiyle fasit olmayı kasdetmiştir. Şu kadar var ki, bu satımdaki fesad diğer fâsit
akitlerden eksiktir. Çünkü o, fasit aktin şartlarından
halidir. Hem de mâlik bu satış üzerine mükreh
değildir.
Ancak burada hak sahiplerinin rızası
yoktur. O zaman biz bu aktin diğer
fasit akitlerden
çok kabızdan önceki mevkuf bir mülkiyeti ifade
ettiğinden izhar ettik»
demiştir.Tartarhâniye. Özetle.
Bunun üzerine
şarihin, «müşteri kabzedinceye kadar» sözünün faydası ne olur?
Çünkü müşterinin
kabzından
önce de mülkiyet zaten efendi için
meydana gelmiştir. Düşünülsün.
«Alacakları
peşin ise evet ilh...» Yani onlar satım akdini feshedebilirler. Eğer alacakları vadeli ise,
feshedemezler. O zaman da vade dolduğu zaman mezun kölenin efendisi alacaklılara kölenin
kıymeti kadar
zamin olur. Köleyi borcunun süresi dolmadan önce
birisine hibe etse, o da kabzetse
veya kiraya verse caizdir. Vade dolduğu zaman yine efendi alacaklılara kölenin
kıymeti kadar
zamindir.
Alacaklılar hibeyi bozma hakkına sahip
değillerdir. Ama icareyi bozma hakkına
sahiptirler.
Rehine gelince, bu da satım akdi
gibidir. Tatarhâniye. Mezun kölenin azadına
gelince,
metinde gelecektir.
«Efendisinin
ölümü ile ilh...» Ticaretle izinli çocuk da babasının
veya vasisinin ölümü ile minhacir
olur. Ama hâkim tarafından ticaretle mezun
edilen köleye gelince hâkimin ölümüyle
izinden
azledilmez. Çünkü onun mezuniyeti bir hükümledir.
Hükmü veren kimsenin ölümüyle verdiği
hüküm kalkmaz. Nitekim Mecma şerhinde de böyledir.
«Tamamen akıl hastası
olmasıyla ilh...» Yani bir yıl veya
daha fazla. Veya akıl hastası olması hâkime
havale
edilir. Fetvâ da bununla verilir. Eğer bir
vaktin tayinine ihtiyaç varsa, o zaman bir yıl akıl
hastalığı ile hacredileceğine fetvâ verilir. Nitekim Vâkıat'in
tetimmesinde de böyledir. Dürrü
Müntekâ.
«Darü'l-harbe
mürted olarak ilh...» Mecmâ şerhinde
şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki,
musannıf
burada müsamaha etmiştir. Çünkü darü'l-harbe gidişi eğer hâkimin hükmü ile olmazsa,
biz Hanefîlere göre hükmen
ölümü gibi olmaz.»
«Yine kölenin
kendisinin akıl hastası olması veya darü'l-harbe sığınmasıyla hacrolunur ilh...» Eğer
şahir, «Mezun
veya efendiden birisi ölse, akıl hastası olsa veya
darü'l-harbe sığınsa...» deseydi
daha iyi ve güzel olurdu Azmiye.
«Hiç kimse bilmese dahi
ilh...» Yani bu hacri veya ölümü hiç kimse bilmese bile yine
hacrolur.
Zeylâî şöyle demektedir: «O halde mezun ehliyetinin batıl olması zımnında mahcur olur ki bunda da
ne
kendisinin, ne de çarşı halkının bilmesi şarttır. Çünkü burada
hacr hükmîdir. O zaman bunda
bilgi şart
değildir. Yukarıda sayılan şeylerle
azlolan vekil gibi.»
«Hükmen
ölümdür ilh...» Hatta onun
müdebbirleri, ümmü'l-veledleri azad
olunurlar. Malı da varisleri
orasında taksim edilir. Şarihin bu sözü darü'l-harbe
sığınma sözünün açıklamasıdır. O halde bu
sözü «hiçkimse bilmese
bile sözünden önce zikretmeliydi.»
«Hükmen
mahcur olur ilh...» Uygun olan,
musannıfın bunu «efendisinin ölümüyle birlikte
zikretmesiydi.
Zira bunların ikisi de hükmen hacrdir. Yukarıda bildin.
«İsyan ederek
kaçmasıyla da ilh...» Çünkü kölenin efendisi, itaatsizlik yapan kölenin tasarrufuna
âdeten razı
değildir. O zaman onun isyan
ederek kaçması delâleten hacr olur.
Zeylâî.
Musannıf
Eşbah'tan naklen bu sözün aksinin doğru olduğunu zikredecektir.
«Hiçkimse bilmese bile ilh...» Yani çarşı
halkından kimse bilmese bile.
«Onun
doğurması delâleten hacr olur ilh...» Delâleten hacr olması da
istihsanidir. Zira câri olan
âdet,
ümmü'l-veledlerin muhafaza edilmesidir. Bir de efendi ümmü'l-veledin çıkmasına ve erkeklerle
muâmele etmesine de razı olmaz. Delâleten hacr
da sarâhaten hacr gıbidir.
«Aksine açıkça
zikretmedikçe ilh...» Zira açıklık delâletin üstünedir. Zeylâî.
«Tedbirle hacr olunmuş olmaz ilh...» Zira adet, müdebbere bir cariyenin tahsisi ile cari değildir. O
zaman hacre delâlet edecek bir şey mevcut değildir. Minâh.
Müdebberin hükmü de öncelikle
böyledir.
«Kıymeti kadar borcuna zamindir ilh...»
Yani efendi tedbir ve hâmile bırakmakla onların kıymetine
zamindir.
Çünkü efendi tedbir ve hamile bırakmakla alacaklıların hakkının taalluk ettiği bir mahalli
telef
etmiştir. Zira efendinin fiili ile onların satımı mümteni olmuştur. O zaman
onların kıymetine
zamindir. Zeylâî.
Musannıfın
sözünün zahiri mutlak kıymeti zamin
olmasıdır. Halbuki, onun kıymeti
zamin olması
alacaklıların ihtiyarına bağlıdır. O halde, eğer musannıf
«eğer alacaklılar diler» sözünü ekleseydi
daha uygun olurdu.
Çünkü
Muhit'te şöyle bir ifade vardır: Eğer alacaklılar
dilerlerse, olacakları karşılığında köleyi
çalıştırırlar. Eğer efendiye tazmin ettirirlerse, azad edilinceye kadar köle üzerinde bir
yolları kalmaz.
Yine Muhit'te
şöyle denilmektedir: «Eğer üç
kişinin mezun üzerinde alacağı olsa,
üçünün de biner
lira alacağı olsa, ikisi
efendinin zamin olmasını ihtiyar
etseler, efendi mezunun kıymetinin
üçte
ikisini
tazmin etse, üçüncü olacaklı borcuna karşılık kölenin çalışmasını istese,
caizdir. Bunlardan
hiçbirisi kabzettiğine ortak etmez. Ama
bunun aksine alacaklı bir kişi olursa, bunlardan
birisini
ihtiyar ettikten sonra bir daha diğerini ihtiyar edemez, o hakkı bâtıl olur.
«Yalnız
kıymeti kadar ilh...» Yani kıymetinden fazla olan borca zamin olmaz. O zaman fazla kalan
borçlarını azadtan sonra isterler.
METİN
Mezunun
hacrinden sonra yanında bulunan bir malın yanında emanet, borç, gasp olduğunu ikrar
etmesi sahihtir. Yanında olan mal ondan kabzedilir. İmameyne göre ise mahcurun bu ikrarı
sahih
değildir.
Eğer onun
borcu malını ve rakabesini ihata ediyorsa,
efendisi onun yanında olan şeye malik
değildir. O
halde kölenin kendi kazancından olan
kölesini efendisi azad edemez. İmameyne göre
borcu malını
ve rakabesini ihata etse de efendisi ona mâlik olur,
efendi zengin veya fakir olsun
kıymeti kadar
alacaklılara zamindir. Alacaklılar azad olmuş köleden tazmin ettirir,
sonra o da
efendisine
rücu ederek ordan alır. İbni Kemâl.
Mezun
efendisinin çok yakın bir mahremini satın alsa, aldığı köle azad edilmez. Eğer mâlik olsaydı
azad edilmesi gerekirdi. Efendi mezunun elinde bulunan
bir köleyi telef etse, zamin olur.
Eğer
efendinin
mülkü olsaydı zamin olmazdı. Ama İmameyn mülkün sübutu ile ademi sübutu hakkındaki
ihtilafa
binaen Ebû Hânife'ye muhalefet etmişlerdir.
Eğer borcu
malını ve rakabesini ihata etmiyorsa, imamlann icmaı ile efendinin onun kölesini azad
etmesi sahihtir.
Borcu malını
ve rakabesini ihata eden köleyi
efendisinin azad etmesi sahihtir. Efendisi o zaman
alacaklılara borcu ile kıymetinden hangisi daha az ise
onunla zamin olur. Alacaklılar
dilerlerse
köleye ittiba
ile alacaklarını kendisinden talep ederler. Şu kadar var ki
birisinden talep etmeleri
halinde
diğeri beri olmaz. Onlar kefil ile kefil olunan kimse
gibi olurlar. Eğer kölenin kıymeti onların
alacaklarını karşılamazsa, mezundan geri
kalan alacaklarını azadından sonra
talep ederler. Zira
borç onun
zimmetinde sâbit olmuştur.
Borçlu olan
mezunun tedbiri de sahihtir. Tedbirle hacir altına girmiş olmaz. O zaman
alacaklılar
onun azadında
olduğu gibi muhayyerdirler. Ancak
birisini tercih ederlerse ondan dönemezler.
Şerh-i Tekmille.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Mezun müdebber veya ümmü'l-veled olursa, bunların
kıymetine
zamin
olunmaz. Çünkü alacaklıların hakkı onun rakabesine
taalluk etmez. Zira müdebber ile
ümmü'l-veled
borç sebebiyle satılmazlar. Eğer
efendi alacaklıların izni ile onu azad ederse, o zaman
alacaklılar efendiye tazmin ettirme hakkına sahiptirler.» Zeylâî.
Efendi mezunu
borçlarından az bir para ile satsa,
müşteri de onu kaybetse,musannıfın bununla
kaydetmesi,
zira eğer alacaklılar köleyi almaya kadir olsalar yukarıda
geçtiği gibi satımı feshetmeye
kadirdirler. Alacaklılar satıcıya onun kıymetini tazmin ettirirler. Çünkü
haddi aşmıştır.
Sattığı mezun
şart veya görme muhayyerliği şartından dolayı kabzından önce bir ayıpla mutlaka
reddedilse, veya
kabızdan sonra hâkimin hükmü ile reddedilse, o zaman efendisi
onun kıymeti ile
alacaklılara rücu eder. Çünkü onların hakkı
mezun köleye avdet eder. Çünkü mani ortadan
kalkmıştır.
Mezun
kabızdan sonra hakimin hükmü olmadan reddedilse, o zaman alacaklılar için köleyi
alacakları karşılığında
çalıştırma hakları olmadığı gibi, efendi için onun kıymetini alacaklılardan
geri
almaya bir yol da kalmaz. Çünkü karşılıklı
rıza ile malı geri vermek ikâledir. İkale de müşteri ile
satıcıdan başka üçüncü bir şahıs için yem bir satımdır.
Mezun satılıp
borçları ödendikten sonra ondan yine
bir borç kalsa. geri kalan borç için yukarıda
geçtiği üzere
azadından sonra köleye
müracaat edilir.
Efendi borçlu
mezunu satsa, müşteri onu kaybetse,
alacaklılar dilerlerse kıymetini
satıcıdan,
dilerlerse müşteriden alırlar. Müşteri de kölenin
semeni ile satıcıya rücu eder. Veya dilerlerse,
satıma icazet verirler, satılan mezunun kıymetini değil semenini alırlar.
Efendi borçlu
olduğunu bildirerek mezunu satsa, yani
«Benim mezun kölem borçludur.» diye
ikrar
etse, inkâr etmese, ileride geleceği gibi,
muhasamat tahakkuk eder. Alacaklılar için değil, satın alan
için muhayyerlik hakkı
düşer. O zaman alacaklılar satım
akdini reddedebilir. Eğer satılan kölenin
semeni onlara ulaşmamışsa.
Zira semeni kabzetmek satım akdine razı olduklarına
delâlet eder.
Ancak efendi köleyi çok düşük bir fiyatla satmışsa, o zaman ya müsâmahayı kaldırırlar veya
satımı
nakzederler. İbni Kemâl.
Musannıf diyor ki, alacaklılar için mebiin reddi sabittir, eğer
alacak peşin, satış alacaklıların talebi
ile olmaz ve
semen de alacaklarını tamamen karşılamazsa.
Yok eğer borç vadeli ise o
zaman bey
nafizdir.
Çünkü mani ortadan kalkmıştır.
Efendi
kölesini satsa ve ortadan kaybolsa,
müşteri alacaklıların hasmı değildir. Eğer aldığı
kölenin
borçlu
olduğunu inkâr ederse. İkinci imam için
burada hilaf vardır. Eğer ikrar ederse, yukarıda
geçtiği gibi,
o zaman alacaklıların hasmıdır.
Eğer müşteri
gaib olsa, satıcı hazır olsa, hüküm
yine böyledir. Yani imamların icmaı ile husumet
yoktur. Ta ki
müşteri hazır oluncaya kadar. Şu kadar var ki alacaklılar, satıcıdan satılan kölenin ya
kıymetini
tazmin ettirirler veya satıma icazet verir, semenini alırlar.
İZAH
«Yanında
bulunan ilh...» Musannıf burada
yanındaki bir emanet veya borç ile kaydetti.
Zira hacrdan
sonra mezun
kölesinin rakabesi ile ikran
sahih değildir. Hatta onun rakabesi borç sebebiyle
satılmaz. Fakihlerin icmaı ile, Tebyîn'de olduğu gibi.
«Sahihtir
ilh...» Yani Zeylâî ve diğer muteber kitaplarda anılan
şartlarla ikrarı sahihtir. Bu şartlar
şunlardır: İkrarı elinde
olanı efendi tarafından alınmasından sonra olmamalıdır. Elindekini
başkasına sattıktan sonra olmamalıdır. Hacr sırasında elinde olan malı ihata edecek bir
borç
olmamalıdır.
Bir de, elinde olan malı hacrden sonra
kazanmış olmamalıdır.
«İmameyne
göre sahih değildir ilh...» Yani halen sahih değildir. Kıyas da ancak İmameynin
sözüdür.
Şurunbulâliye.
«Kazancından
olan kölesini efendisi azad edemez
ilh...» Yani alacaklılar hususunda azad olmaz. O
halde alacaklılar o
köleyi satar ve alacaklarını onun
kıymetinden alırlar. Ama
efendisi hususunda o
köle
efendinin azad etmesiyle icmaen
hürdür. Hatta alacaklılar mezunu borcundan ibra etseler,
veya onu mevlâsına satsalar veya
mevlâsı onun borçlarını ödese, yine o
hürdür. Tatarhâniye,
Yenâbi'den.
İmâmeyne göre
mâlik olur ilh...» Çünkü kölenin kesbinde mülkiyet sebebi mevcuttur. O da
efendinin
mezunun rakabesine mâlik olmasıdır. Bundan dolayı mezunu azad etmeye,
mezune ise
cinsi tekarrübe maliktir. İmameynin delili şudur: Efendinin mülkiyeti ancak kölenin yerine sabit
olur. Köle
kendi ihtiyacını bitirdikten sonra.
Köleyi ihata eden borcuyla köle meşguldür. Öyleyse
kölenin
yerine onun malına efendi malik
olamaz. Hidâye.
«Satın alsa ilh...» Bu görüş Ebû Hânife'nin «satılmaz»
sözü üzerine tefri ve «azad olmaz» sözüne
atıftır.
«Eğer
efendinin mülkü olsaydı zamin olmazdı
ilh...» Bu sözün açık anlamı, mülkiyle hüküm veren
adama göre zamin olmaz. Halbuki öyle değildir. Belki onun zamin olması, fakihlerin
ittifakı iledir. Şu
kadar var ki,
İmameyne göre efendi mezunun
kölesinin kıymetine peşinen zamindir.
Çünkü onun
mülküdür. Ancak bunun zamin olması da, çünkü
alacaklıların hakkı telef edilen köleye bağlıdır. Ebû
Hânife'ye
göre ise, ona zamindir. Tazmini de üç
sene içinde yapar. Zira cinayet
tazminatıdır. Çünkü
onun mülkü
değildir. Tebyîn adlı eserde olduğu
gibi.
«İmameyn, Ebû
Hanîfe'ye muhalefet etmişlerdir ilh...» Bu görüş de yine mezunun efendisinin
yakınını satın alması meselesine döner. H.
«Efendinin
onun kölesini azad etmesi sahihtir ilh...» Yani efendinin mezun kölenin
kazanmış
olduğu
kölesini azad etmesi sahihtir.
«Fakihlerin icmaı ile
ilh...» Yani İmameyne göre, Ebû Hanife'nin son kavlinde sözünde Ebû
Hânife'nin
birinci görüşünde ise efendi zaten mezununun kölesine malik değildir, onun azadı da
sahih
değildir. Zeylâî.
«Borcu malını
ve rakabesini ihata eden ilh...» Onun azadının sahih olması
âlimlerin icmaı iledir.
Çünkü onda
mülkü kaimdir. ihtilâf ancak, mezunun borcu malını ve rakabesini ihata
ettikten sonra
kazandığı köle hakkındadır. Ki biz bunu beyan ettik. Zeylâî.
«Efendisi zamin olur ilh...» Yani efendi ister borcu bilsin, ister bilmesin. Zira başkasının malını telef
etmek menzilesindedir. Zira azad ettiği köleye alacaklıların
hakkı taalluk etmektedir. Zeylâî.
«Borcu ile kıymetinden
hangisi daha az ise ilh...» Zira alacaklıların hakkı onun mal olmasına taalluk
eder. O zaman efendi onun mal olması sebebiyle onu tazmin eder. Rehin veren
adamın rehin
verdiği köleyi satmasındaki gibi. Zeylâi.
«Dilerlerse köleye ittiba ile ilh...» Zira borç onun zimmetinde istikrar etmiştir. Zeylâî.
Muhit'te şöyle denilmektedir: «Mezundan alacaklılardan birisinin aldığı meblağa
diğerleri ortak
değildir. Ama
bunun hilâfına efendisinden alacaklılardan birisi onun kıymetinden bir şey alırsa,
diğerleri ona
ortaktırlar. Zira onun kıymetini
alacaklılara ödemesi onu azad etmesi
sebebiyle vacib
olmuştur. Bir
borcun bir sebepten ötürü bir
topluluğa ödenmesi vacib olsa, o
borçtan ödenen
miktar alacaklılar arasında
ortaktır. Tûrî.
«Diğeri
borçtan kurtulmaz ilh...» Zira bunlardan her birisinin üzerine müstakilen
borç vacib
olmuştur. Ama gasıbtan gasbeden gasıb bunun hilâfınadır.
Çünkü tazminat birisinin üzerine
vacibtir. Zeylâî.
«Tedbiri de sahihtir ilh...» Şârih burada musannıfın yukarıda bu meselenin başını sarahatle
tasrih
etmesine rağmen iade etmesi, meselenin sonunun
bağlanması içindir. T.
«Alacaklılar
muhayyerdirler ilh...» Yani dilerlerse, efendiden tedbir yaptığı mezun kölenin kıymetini
tazmin
ederler. Dilerlerse de köleden alacakları karşılığı çalışma
taleb ederler. Eğer efendiden
kıymeti
tazmin ettirirlerse, köle azad edilinceye
kadar onun üzerinde bir yolları yoktur. O kendi hali
üzere mezun
olarak kalır. Eğer kölenin çalışmasını isterlerse, onlar kölenin çalışmasından
alacaklarını kâmilen alırlar ve köle yine hali üzere mezun kalır. Hindiye.
İşte bu açıklama ile
istisnanın manâsı zahir olmaktadır. T. Yani «ancak birisini tercih
ederlerse»
sözünün
manası, ama azad bunun hilafınadır. Yukarıda geçtiği gibi. Zira onların birisine uyması ile
diğeri beri
olmaz.
«Birisini
ihtiyar ederlerse ilh... » Yani ya
efendinin tazmini, ya kölenin çalışmasından
birisini.
«Efendi onu
azad ederse ilh...» Bu kavil tedbir meselesi ile
değil, yukarıdaki «azadı sahihtir»
sözüne
bağlıdır. Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer
borçlu mezunu efendisi, alacaklıların
izni ile azad
ederse, alacaklılar
azad edilen kölenin kıymetim
efendiye tazmin ettirirler. Bu da rehin
veren
adamın
rehindeki köleyi fakir olduğu halde
azad etmesi gibi değildir. Zira mürtehinin izni ile azad
edilen köle rehinden çıkmıştır. Mezun olan köle
alacaklıların izni ile azad olsa
bile borçtan
kurtulamaz.»
Müdebber
köleye gelince, onun azadı ile
mutlaka zaminiyet yoktur. Zira müellif bunun illetini
zikretmiştir.T.
Turî'nin
ifadesi ise şöyledir: «Musannıfın
«zamin olur» sözü «Eğer alacaklıların
izni ile azad
ederlerse» kavline şâmil gelir.»
«Borçlarından
az bir para ile ilh...» Yani borç peşin
olduğu halde alacaklılardan izinsiz satsa. Ama
bu satış geçen üç şeyin hilâfına olursa, o zaman efendi üzerinde zaminiyet yoktur.
Nihâye.
Makdisî de Ebûl Leys'in Cami şerhinden naklen şunu ilâve etmiştir: «Bey
de kıymetinden azı ile
olursa. Ama
kıymetiyle veya fazlasıyla
satsa, semeni kabzetse ve semen elinde bulunsa, o zaman
tazminin bir
faydası yoktur. Şu kadar var ki kölenin semenini kölenin alacaklılarına verir.» Nakleden
Sayıhânî'dir.
«Satımı feshetmeye
kadirdirler ilh...» Yani hâkimin alacaklılara kıymetiyle
tazmin edilmesi hükmünü
vermesinden önce.
Ama eğer hakimin hükmünden sonra
olursa, onda tafsilat vardır. İleride
Zeylâî'den naklen gelecektir.
«Satıcıya
onun kıymetini tazmin ettirirler ilh...» Bu kıymet ister kölenin bahası kadar, ister az, ister
fazla olsun.
Bu kıymeti tazmin ettirmeleri de eğer
kıymet
borç kadar veya daha az olursa. Eğer
borçtan fazla
olursa, o zaman yalnız borç kadarını
tazmin eder. Rahmetî.
«Çünkü haddi
aşmıştır ilh...» Yani onun satışı ve müşteriye teslim etmesi haddi
aşmıştır. Minâh.
«Sattığı
mezun reddedilse ilh...» Yani alacaklıların efendiden
kölenin kıymetini almayı tercih ettikten
sonra gaib
olan köle ortaya çıksa ve müşteri bir
ayıptan dolayı reddetse...
«Kabızdan
önce ilh...» Şurunbulâliye musannıfın
bu sözünde bir görüş olduğunu söyleyerek şöyle
demiştir: «Meselenin şekli, müşterinin
efendiden almış olduğu borçlu mezunu
kaybetmesi
ancak
kabızdan
sonra olur. O zaman artık kabız kelimesine ihtiyaç kalmaz.»
Şurunbulâlîye sözlerine
devamla,
«Umulur ki, bu sözü zikretmesi bunun
devamında «mutlaka» demek içindir. Ki, bu söz
ondan sonraki
«Hâkimin hükmü ile» sözüne karşılık olsun» demiştir.
«Mutlaka
ilh...» Yani ister hâkimin hükmüyle, ister tarafların rızası ile. H.
«Şart veya görme muhayyerliği ilh...» O zaman,
musannıfın «mutlaka» kaydını burada zikretmesi
gerekirdi. Peki, mahkeme
kararına niçin muhtaç değildir? Zira ayıp pazarlığın tamamlanmasına
engel olur. Ayıp sebebiyle geri vermekle akit fesholur. Şart muhayyerliği ise hüküm
ibtidasına
engeldir.
Yani sanki satım akdi hiç yapılmamış gibi olur. Çünkü şart olan tarafların rızası yoktur.
Görme muhayyerliği ise hükmün tamamlanmasına
engel olur. O halde görme muhayyerliği
veya
şart muhayyerliği ile yapılan red, red değil ancak fesih olur. Rahmetî.
«Kabızdan
sonra hakimin hükmü ile ilh...» Yani kabızdan sonra hâkimin
hükmü ila ayıptan dolayı
reddedilse. Zira hâkimin hükmü ile red fesih olur. Rahmetî.
«Çünkü engel
ortadan kalkmıştır ilh...» Yani onların hakkının köle ile taalluk etmesine engel
ortadan kalkmıştır. Çünkü satım ve teslim zımanın sebebidir. O zaman bu gâsıb
gibi olur. Ki, gâsıb
gasbettiği
malı satsa ve teslim etse, kıymetine zamin olsa, sonra da sattığı şey kendisine ayıptan
dolayı geri verilse gâsıb icin o malı
mâlikine geri verme hakkı vardır. Ona
daha önce vermiş olduğu
kıymetini de
rücu ederek mâlikten alır.
«Üçüncü bir
şahıs için yeni bir satımdır iIh...» Yani taraflardan başkası için. Nitekim ikâle bahsinde
de geçti. İkâle taraflar için fesih, üçüncü
şahıs için ise yeni bir satım akdidir. Burada alacaklılar
üçüncü şahıs
olmaktadırlar. O zaman onların
hakkında sanki yeniden onu müşteriden
almış gibi bir
şey olur.
Onun birinci satımı ise, kendi hali üzerine kalır. Rahmetî.
İşte bundan
dolayı musannıf «onlar için köleyi
çalıştırmaları hususunda bir yol
almadığı gibi
efendinin de
kıymetini alacaklılardan geri almaya bir yol da kalmaz» demiştir.
O halde başkasından
maksat köle değildir. Anla.
«Dilerlerse müşteriden alırlar ilh...» Yani
ona kıymetini tazmin ettirirler. Çünkü müşteri
alışı, kabzı
ve kaybetmesiyle haddi aşmıştır. Zeylâî.
H. de bunu
destekleyerek şöyle demektedir:
«Haberdarsınız ki, kölenin bahası meselemizde her ne
kadar borçtan
az ise de şârihin de zikrettiği
gibi, şu kadar var ki bazen kıymet
üzerindeki borçtan
fazla olur. O
halde uygun olan kıymetinin zımânı borç kadar veya daha azı ile kaydedilmesidir. Ama
eğer kıymet
borçtan fazla olursa, uygun olan o zaman ancak borç miktarı
kadar tazmin etmesidir. O
zaman da satıcının üzerine rücu etmenin keyfiyetine
bakılır.»
T. de diyor
ki: «Eğer semen efendinin zamin
olduğu kıymet kadarsa, onunla
rücu eder. Eğer zamin
olduğu şey
daha fazla ise müşterinin satıcı üzerine ziyade ile rücu etmesine hiçbir vecih yoktur.»
«Müşteri de
kölenin semeni ile beyie rücu eder ilh...» Çünkü ondan kıymetini almak, nesneyi almak
gibidir. Zeylâî.
Şarih de «semeni ile»
sözüyle şunu anlatmak istemiştir: Yani müşteriye zamin olduğu şeyle rücu
etmez. Belki satıcıya ödediği semen kadar rücu eder. Kıymetinden kalan kısmını da satıcıdan talep
edemez. Bunun
zahiri de. eğer kıymet
kölenin semeninden fazla olursa. Şurunbulâliye.
«Satıma icazet verirler ilh...» Zeylâî
şöyle demektedir: «Bu meselenin özeti alacaklılar
üç şey
arasında muhayyerdirler.
Satıma icazet vermeleri, dilediklerine
tazmin ettirmeleri. Sonra eğer
alacaklarını müşteriye tazmin ettirirlerse, müşteri de satıcıya ödemiş olduğu semenle rücu eder.
Eğer satıcıya
tazmin ettirirlerse, o da mebi olan borçlu mezunu müşteriye
teslim eder. Engel
ortadan
kalktığından satım da tamamlanır. Hangisini tercih etseler, öteki
borçtan kurtulur. Artık ona
rücu edemezler. Her ne kadar tercih ettiklerinin
yanında kıymet az da olsa. Eğer bunlar ikisinden
birisinin
tazminini tercih ettikten sonra gaib köle ortaya çıksa, hâkim eğer onlara delil veya
yeminden kaçınmaları ile kölenin kıymetini hükmetmişlerse, köle üzerinde
hiçbir hakları yoktur.
Zira onların
hakkı hakimin hükmü ile kıymete dönüşmüştür. Eğer hakim hasmın yemini ile birlikte
sözüne göre
kıymetle hükmetmişse, alacaklılar da
ondan fazlasını iddia ederlerse, alacaklılar
muhayyerdirler.
Dilerlerse kölenin kıymetine razı olurlar. Dilerlerse de kıymeti
reddederek köleyi
alırlar. Köle de onlar için satılır. Çünkü onların
kanaatine göre hakları tam ulaşmamıştır. İşte bu
meselede kölenin satışı gasbolunan şeyin benzeridir. Nihâye'de bu şekilde zikredilerek Mebsut'a
nisbet
edilmiştir.»
Ben derim ki: Gasbedilende
zikredilen malın zuhurunda kıymetinin
tazmin olunandan daha çok
olmasıyla
şarta bağlanmıştır. Mezun kölenin meselesinde ise
bu şart kılınmamıştır. Ancak burada
şart kılınan alacaklıların
onun tazmin edilen kıymetinin daha
fazla olduğunu iddia etmeleridir. Bir
de, onların kanaatine göre haklarının kendilerine tam
ulaşmamasıdır. O zaman gasbedilen ile bu
mesele arasında çok
fark vardır. Zira dava bazen dava edilene
uymaz. O halde caizdir ki satılan
kölenin
kıymetli tazmin olunanın misil veya az olsun. O zaman onlara muhayyerlik hakkı, sabit
olmaz. Alacaklılara
muhayyerlik hakkı ancak kölenin
zuhurunda kıymetinin tazmin olunan şeyden
fazla olması halindedir. Bu da orada zikredilen değildir.
Bu itiraza
Şilbî'nin Kâriü'I-Hidâye'nin
hattından naklettiği ile cevap-verilir. Şöyle ki, alacaklılar
aldıklarını geri verme hakkına sahiptirler. Eğer
kölenin kıymeti onlara tazmin olunanın
misli veya
daha az olursa. Zira onların aldıklarını geri
vermelerinde onlara fayda vardır. Bu da, köleyi bütün
borçları karşılığında çalıştırmaktır. Ebussuud.
Turî'de bu
cevabın misli ile cevap vermiştir.
«Efendi
borçlu olduğunu bildiği halde mezunu
satsa ilh...» Hidâye ve Kenz'in
ifadesi şöyledir:
«Efendi kölesini satarken müşteriye kölesinin borçlu olduğunu bildirmelidir.» Kifaye'de, «Yani
satıcı müşteriye
sattığı kölenin borçlu olduğunu
bildirmelidir. Bunun faydası ise
müşteriden borç
aybı ile köleyi reddetme muhayyerliğinin düşmesidir. Ta ki satış satıcı ile müşteri arasında lüzumlu
bir satış olsun. Her ne kadar kölenin kıymeti borçlarını karşılamadığı takdirde alacaklı hakkında
lüzumlu bir
satış olması bile» denilmiştir. Bunun benzeri misli Tebyîn ve diğer kitaplardadır. Şârih
de buna gelecekte işaret
edecektir.
«İkrar etse, inkâr etmese ilh...» İleride geleceği gibi satıcının değil
müşterinin ikrarına itibar edilir.
Bu sözün
aslı, İbni Kemâl'indir. Zira İbnî Kemâl metindeki «bildirerek»
sözünün faydasının gelecek
meselede açığa çıkacağını
zikretmiştir. Gelecek mesele
şudur: Satıcı borçlu mezunu sattıktan
sonra
kaybolsa, müşteri eğer aldığı kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse, kölenin
alacaklılarının
hasmı
değildir. İbni Kemâl demiştir ki:
«Zira bu söz mefhumu ile delâlet ediyor
ki, ikrar ettiği halde
hasımdır. O zaman bildirmeyi farzetmek gerekir. Ta ki, inkârın bir defa, ikinci
defa da ikrarı tasvir
etmek mümkün
olsun.»
Şu kadar var
ki İbni Kemâl buradaki bildirmeyi ikrarla tefsir etmemiş-tir. Nitekim şârih böyle tefsir
etmiştir.
Belki bildirmeyi sarahaten gelecek inkâra
ve zımnen anlaşılacak ikrara bina etmiştir. İşte
bundan ötürü
H. demiştir ki: «Şârihin «ikrar etse»
sözü metnin tefsirine sâlih olmadığı gibi metne
kayıt da
olamaz. Şârih İbni Kemâl'in ifadesinde yanlışlık
yapmış ve anlamamıştır.»
Buna şöyle cevap verilmesi mümkündür: Yani kölenin borçlu olduğunu ikrar eden bir müşteriye
satsa. Eğer musannıf borcunu ikrar eden bir kimseye satsa deseydi daha açık olurdu.
İbni Kemâl'in
«bildirerek» sözünün faydasının aşağıdaki meselede zahir olduğunu zikretmesinde
bir görüş
vardır. Zira burada mesele dörtlüdür.
Bir, köle kaybolsa ki, bu geçti. Bir de satıcı veya
müşteri
kaybolsa ki bunlar gelecektir.
Dördüncüsü de satıcı müşteri ve kölenin hepsinin hazır
olması meselesidir.
İşte bizim meselemiz de bu meseledir.
İşte bundan dolayı T. şöyle demiştir:
«Bu konu
kölenin hazır olmasıyla farzedilir.
Ki, geçmişteki efendisi onu satsa, müşteri de onu
kaybetse
sözüne aykırı olsun. Eğer musannıf, «Eğer köle hazırsa, alacaklıları
onların huzurunda
satışı feshederler» deseydi daha kısa ve daha açık olurdu.»
Bu meselede ise köleyi alan kimse eğer kölenin borçlu
olduğunu ikrar ederse. zaten mesele açıktır.
Eğer inkâr ediyorsa,
o zaman alacaklıların onun borçlu olduğunu isbat
etmesi gerekir. Çünkü
isbata bir
engel yoktur. Davada hasım mevcuttur. Burada söz ancak satıcının kayıp olması
halindedir.
Eğer müşteri ikrar ediyorsa. olacaklıların satımı reddetme hakkı vardır. Yok eğer ikrar
etmiyorsa, onlar satımı reddedemezler. O
zaman musannıfın sözündeki «bildirerek»
sözünün
faydası hepsinin hazır olduğu meselede
asla açık olmaz. Ancak
onun faydası, Kifâye'den naklen
geçen meselede açık
olur. Buna açık olan hakkında düşün.
«Hasımlaşma tahakkuk eder ilh...» Yani
müşterinin almış olduğu borçlu mezunun
borcunu ikrar
etmesinin
faydası satıcı gaib olduğu takdirde
satım akdinin reddinde, onun olacaklılara
hasım
olmasının
sıhhati konusunda.
«Alacaklılar
satımı reddedebilir ilh...» Çünkü onların hakkı köleyle ilgilidir. Hakları
da, ya köleyi
alacakları karşılığında
çalıştırmak veya onun rakabesinden
borçlarını tamamen almaktır. Bunların
ikisinde de fayda
vardır. Biricisinde tam ama vadeli,
ikincisinde ise fayda eksik ama peşindir.
Satım
ile işte bu
muhayyerlik
yok olur. O halde onlar satımı
reddetme hakkına sahiptirler. Zeylâî.
«Semeni onlara ulaşmamışsa
ilh...» Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Fakihler «meselenin tevili,
eğer semen onlara ulaşmamışsa.» demişlerdir. Eğer satımda müsamaha olmadığı
halde semen
onlara ulaşmışsa, alacaklılar satım akdini reddetmeye mâlik değildir. Çünkü hakları kendilerine
ulaşmıştır.»
Zeylâi de şöyle demektedir: «Hidâye'nin bu sözünde bir görüş vardır.
Çünkü Hidâye bu ifadesiyle
işaret ediyor
ki, semen onlara ulaştığı takdirde onlara artık satımı feshetme
muhayyerliği yoktur.
Satımda müsamaha olmadığı takdirde ve semeni de onların
hakkını tam karşılamasa. Eğer satımda
müsamaha olursa, alacaklılar
için fesih muhayyerliği vardır. Kölenin semeni onların alacağını
karşılasa dahi. Halbuki mesele hiç de böyle
değildir. Belki onlar için köleden çalışma
talebinde
bulunmaları
için semen onların hakkını karşılamıyorsa. müsamaha olmasa
bile muhayyerlik hakkı
vardır. Bunu
Hidâye sahibi de bizzat zikretmiş olup, satımda müsamaha
semen onların hakkını
karşılarsa hakları
ulaştığında onlar satımı feshetme muhayyerliğine
malik değillerdir. Eğer Hidâye
sahibi. «Meselenin tevili Efendi köleyi öyle bir fiyat ile satsa ki o onların haklarını karşılamasa»
deseydi, söz
doğru ve kapalılık da ortadan kalkardı.
Çünkü semen
onların olacağını karşılamadığı
takdirde her ne olursa olsun onlar satımı
nakzedebilirler. Semen
onların alacağını karşılarsa, onlar için nasıl olursa, satımı bozma hakkı
yoktur. Eğer
bizim zikrettiğimiz borcun ertelenmesi. alacaklıların onun satışını taleb etmesi, onun
babasının
borcunu karşılamasından hiçbirisi mevcut olmazsa, o zaman satım
akdi mevkuftur.
Satım, alacaklıların
icazeti ile caiz olur. İşte kitabın meselesi de budur.»
Bunun benzeri
Hidâye'nin şerhlerinde de mevcuttur.
«Zira semeni kabzetmek ilh...» Bu söz şârihin
«Eğer satılan kölenin semeni onlara ulaşmamışsa»
sözünün
anlamının iIIetidir. Buna göre
ifadenin akışı, eğer semen onlara ulaşmışsa, onlar satımı
reddetmeye
mâlik değillerdir. Zira onların semeni kabzetmeieri... uygun olan burada şarihin
«onların semeni kabzetmeleri, satım ile»
demesiydi. T.
Bu tabir
Hidâye sâhibine cevaptır. Bu cevâbin aslı da Nihâye sahibinindir. Zira Nihâye
sahibi şöyle
demiştir: «Allahım
sen bizi hesaba çekme. Ancak Hidâye sahibinin, «eğer semen onlara ulaşmışsa»
sözünden maksadı satımda müsamaha olmadığı takdirdedir.
O zaman onların semeni almaya razı
olmaları mezunun satışına razı olmaktır.» Daha
sonra da şöyle demiştir: «Şu kadar var ki, satılan
mezunun
semeninin hazırlanması olacaklılarla
semen arasında bir tahliye ulaşma kelimesiyle
bâkidir. O zaman en itimad edilecek söz,
Kadıhân'ın, «Onun borçlarını karşılamayacak bir semenle
satsa» açıklamasıdır.»
Bu sözün
özeti şudur: Vusul kelimesi hazırlatmak ve tahliye anlamını ihtiva eder. Kabz manâsını
ihtiva ettiği
gibi. O halde vusul, onların razı olmasına
delalet etmez.
Ben derim ki: Şu kadar vur ki, Hidâye sahibinin bundan
önceki «Semen onların hakkını
karşılamadığı takdirde onlar için muhayyerlik hakkı vardır» sözü açık bir karinedir ki,
Hidâye sahibi
vusuldan
kabzı kasdetmiştir. Sözünün birbirini
nakzetmemesi için, sözden bir şey anlamak
onu
ihmal
etmekten daha uygundur. Bilhassa bu iman gibi insanların
sözünde. İşte bundan dolayı İbni
Kemal Hidâye
sahibinin bu sözüyle cezmetmiştir. Hidâye sahibinden başkalarının sözünde boş
vehimler olarak
kabul etmiştir.
«Ancak köleyi çok düşük bir fiyatla satmışsa ilh» Zira o takdirde onlar diyebilirler ki, «Biz semeni
kıymetinin
tamamıdır diyerek kabzettik:» ,İbni Kemâl. Yine satımda
müsamaha olursa onların
semeni kabzetmeleri semen onların hakkını
karşılamadığı sürece onların kabzetmeleri razı
olmalarına delâlet etmez.
«Musannıf
diyor ki ilh...» Yani Zeylâî ve diğer
âlimlere uyarak diyor ki...
«Alacaklılar
için mebîin reddi sabittir ilh...» Eğer mezunun borçları peşin
ise, satış da onların talebi
üzerine
yapılmaz ve semen onların olacaklarını
karşılamazsa.
«O zaman satım akdi nafizdir ilh...» Çünkü mülküne
başkasının hakkı taalluk etmeden önce, teslim
etmeye kadir
olduğu halde satmıştır. Veya, satış
onların izni ile olursa. Zira o zaman onların kendi
nefislerinin
satışı gibi olur. Bunun yeri de satış
müsamahasız olduğu takdirdedir. Yoksa, zahir,
alacaklılara reddin
sabit olmasıdır. Yukarıda geçtiği gibi. T.
Ben derim kî: Açık
olan, efendinin onlara vekil olmasıdır. O zaman o vekâlet kitabında geçen
hükümler
uygulanır. Ebussuud, «satım akdi yine
nâfiz olur. Eğer satış hâkimin izni
ile olursa»
demiştir.
Nitekim biz bunu zikrettik.
Veya semen
onların borcunu tam karşılıyorsa,
çünkü onların hakkı kendilerine tam olarak
ulaşmıştır.
«Çünkü engel
ortadan kalkmıştır ilh...» Engel, alacaklıların hakkıdır.
«Müşteri olacaklıların hasmı değildir ilh...»
Zira dava aktin feshini tazannum
eder. Fesih de gaibin
üzerine hükmetmek olur. Zeylâî.
«Kölenin
borçlu olduğunu inkâr ederse ilh...» Yani müşteri kölenin borçlu olduğunu inkâr
ederse.
«Ebû Yûsuf
için burada hilâf vardır ilh...» Zira
o hasım olduğunu söylemiştir. O zaman
alacaklılara
alacaklarından dolayı hüküm verilir. Çünkü
müşteri aynda olan mülkiyeti nefsi için iddia etmektedir.
O halde o
aynda münazaa edenin hasmı olur.
Zeylâî.
«Eğer ikrar ederse,
alacaklıların hasmıdır ilh...» Çünkü onun ikrarı üzerine
hüccettir. O zaman
kölenin semeni alacaklıların
hakkını karşılamadığı takdirde
satımı feshederler. Zeylâî.
«İmamların icmaı ile
husumet yoktur ilh...» Zira mülk de, el
de müşterinindir. Mülkiyet ve elin ibtali,
müşteri gaib
olduğu zaman mümkün değildir. Mülkiyet
ibtal edilmediği sürece de müşteri
tarafından
alınan borçlu mezunun rakabesi alacaklıların hakkına mahal
olmaz. Zeylâî.
«Ya kıymetini
tazmin ettirirler ilh...» Çünkü satıcı
mezunu satmak ve teslim etmekle alacaklıların
hakkını yok
etmiştir. Alacaklılar satıcıya kıymeti tazmin ettirdikleri takdirde satılan kölenin satışı
caiz ve
semeni de satıcının olur. Zeylâî.
«Veya satım
akdine icazet verir ilh...» Onların satım akdine icazet vermeleri
eskiden verilmiş bir izin
gibi olur.
Şârih burada, müşterinin aldığı kölenin borçlu olduğunu ikrar etmesi halinde tazmin
edeceğini zikretmemiştir. Açık olan odur ki, bu takdirde alacaklılar
ona da tazmin ettirebilirler. Bu
da geçen meselede cari
olan muhayyerliklerdendir. T.
METİN
Bir köle bir şehre girerek falan kimsenin mezun
kölesi olduğunu söylese ve alıp satsa, mezundur.
O zaman o ticarette lazım olan her şeyi yapabilir.
Köle izni veya hacri konusunda bir
şey
söylemeyerek alış-veriş yapsa, hüküm yine böyledir.
Çünkü teamülün zaruretine binaen istihsanen
mezundur. Bir
de müslümanın işi salâha hamledilir. O takdirde zarureten
kölenin de mezun
olduğuna
hamledilir. Şerhü'l-Camî.
Musannıfin
«Müslümanın işi salâha hamledilir» sözünün anlamı meseleyi
müslümanla
kaydetmektir.
İbni Kemâl.
Şu kadar var
ki, adı geçen köle borçlu düştüğü takdirde kazancı borcunu karşılamazsa satılmaz.
Ancak efendisi onun mezun olduğunu ikrar veya alacaklı
onun mezun olduğunu delil ile isbat
ederse, satılır.
Alış-verişin
mâhiyetini anlayan çocuğun ve zayıf akıllının tasarrufu eğer sırf yararına ise,
İslâm
olmak, hibe kabul etmek gibi, izinsiz olarak
caizdir. Eğer talâk, azad, sadaka ve karz gibi sırf
zararına ise geçerli
olmaz, velileri onlara izin vermiş
olsa bile. Alış ve satış gibi zarar
ile yarar
arasında iki yönlü
olan akitlere gelince, bunlar izne bağlı olur. Hatta çocuk bâliğ olsa
ve satımına
icazet verse,
nâfiz olur.
Velileri çocuk ve zayıf akıllıya izin verseler, bunlar bütün hükümlerde mezun köle gibi olurlar. İznin
sıhhati için
bunların satımın mülkiyeti
satıcının elinden çıkardığını. alışın da mülkiyete yol
açtığını
bilmeleri şarttır.
Zeylâî, «Bu alış-verişinde kâr etmeyi kasdetmesi ve gabnı yesiri
gabnı fahişten ayırmayı bilmesi de
şarttır»
ifadesini ilâve etmiştir. Bu da açıktır.
Onların
velileri babalarıdır. Babanın ölümünden sonra babalarının vasisidir. Sonra da
vasinin
vasisidir.
İmâdiye'den naklen Kuhistânî'de
olduğu gibi. Bunlardan sonra da sahih
dedesidir. Her ne
kadar
yükselirse. Sonra onun vasisi. sonra
vasisinin vasisidir. Kuhistânî.
Kuhistânî ve
Zeylâî, «Bunlardan sonra da onların velileri öncelikle
validir.» sözünü ilâve etmişlerdir.
Sonra da hâkim veya
vasisidir. Bunların hangisi tasarruf
yapmış olsa. sahihtir. Bundan dolayı
da
musannıf
«sonra» dememiştir.
Ama anne veya vasisi veli olmazlar. Bu mal hususundadır. Fakat nikâh meselesinde
bunun aksine
annesinin veya vasisinin velâyeti vardır.
Hâkim çocuğa, yetime,
zayıf akıllıyı. onların kölelerini veya
yukarıda geçtiği gibi kendi kölesini
alış-veriş
ederken görse ve sussa, bu susması ticaretle
izin vermek olmaz.
Hâkim çocuğa, yetime,
zayıf akıllıya, velileri olmadığı takdirde ve onların kölelerine de velileri
kaçındığı takdirde izin verebilir. Zeylâî.
Ben derim ki: Bercendî'de Hizâne'den naklen şöyle denilmiştir: «Çocuğun babası veya vasisi
izin
vermekten
kaçınsa, hâkimin ona izin vermesi sahihtir. Vehbâniye
şerhi, «Bundan sonra da çocuk
asla hacrolunmaz. Çünkü hükümdür. Ancak diğer bir
hâkimin hacre hükmetmesiyle
hacrolunur)
demiştir.»
PRATİK MESELEER :
Bir kimse elinde olan bir şeyin kendi kazancı veya
irsen malı olduğunu ikrar ederse, açık
görüşe
göre mezunun
ikrarı gibi sahihtir. Dürer.
Köle izinli
olduğunu bilmeden bir mesele istisna, mezun olamaz. O mesele
şudur: Adam. «Benim
kölemle alış-veriş yapın. Çünkü ben ona izin
verdim» dese, köle bilmediği halde onlar köle ile
alış-veriş
yapsalar. köle mezun olur. Ama bunun aksine Küçük oğlumla alış-veriş
yapın» dese, bu
izin olmaz.
isyan ederek
kaçan köleye ve bir de gasbedilip inkâr
edilen köleye, delil olmadığı halde izin geçerli
değildir.
Sahih görüş üzere, bunlarla da mahcur olmazlar. Eşbâh.
Vehbâniye'de
şöyle denilmektedir: «Hâkim,
babasının ticaret izni vermediği bir çocuğa izin verse,
sahihtir ve
çocuk ticaret yapabilir.» imam Ebû
Yûsuf «çocuk yanındaki vediayı helâk ederse, zamin
olur.»
demiştir. Mezun bir şeyi inkâr ettiği
takdirde yemin teklif edilir. Fetvâ
da bu sözle verilir.
Mahcur bir
şeyi rehin verse, satsa veya alsa, efendisi de
onu caiz görse, onun hükmü
değişmez.»
Çünkü,
mahcurun tasarrufu icazete bağlıdır. Eğer icazet
vermeyerek ona ticaretle izin verse mezun
köle de önceki tasarruflarına icazet verse,
istihsânen caiz olur. Efendi izin
vermeyerek onu azad
etse, azad olan kölenin verdiği icazet sahih değildir.
İbni Vehbân
sözlerinin devamında, «Mümeyyiz çocuk hükümlerde mahcur köle gibidir»
demiştir.
Ben derim ki: Başlangıcı itibariyle teberru olan bir şeyin zarar olduğu gizli değildir. öyleyse
karz
gibi
tasarruflarda babasının çocuğa izin vermesi sahih değildir.
İZAH
«Mezundur
ilh...» Yani, kendi kazancı hakkında ona mezun denilebilir.
Hatta onun kazancı ile adil
olmasa bile istihsanen onun borçları do ödenebilir. Çünkü bunda zaruret ve ibtila vardır. Zira her
akitte belge ikâme etmek
mümkün değildir. Zeylâî.
«Sözünün
ifadesi ilh...» Zeylâî'nin sözü de
musannıfın sözü gibidir. Zira zahir, onun mezun
olmasıdır.
Çünkü, onun aklı ve dini haram olan bir şeyi işlemeye engeldir. şu kadar var ki.
H. «Onun
nefsinden
ötürü bir şey vardır» demiştir.
Ben derim ki: O da muamelatta haber vermektir. Fakihlerde
«Haber üç türlüdür demişlerdir.
Birincisi din
işlerinden haber vermektir. Bu haberin şartı, habercilerin sayısı değil, haber verenin
âdil olmasıdır. İkincisi,
şehâdetteki haberdir. Bunda hem adalet, hem de adet şarttır. Birisi
de
muamelelerdeki haberdir ki işin zora koşulmaması için bunların hiçbirisi bunda şart
değildir.
Hidâye'de de şöyle açıklanmıştır: «Eğer izni
haber vermiş olsa, onun ihbarı izin
üzerine delildir. Yok
eğer izinli
olduğunu haber vermese, onun
tasarrufu caizdir. Çünkü zahiren mahcur bir kimse
hacrinin
gereği iş yapar. Zahirle amel etmek de işin halka zor gelmemesi için asıldır.»
Görülüyor ki, Hidaye sahibi burada işi zahir ve zaruret üzerine kısaltmıştır. Bu da hepsini
kapsamına alır. Aklın ve dinin zikredilmesine
de aykırı
değildir. Çünkü akıl ve dine bakılması bazı
şahıslara göredir. Düşünülsün.
«Şu kadar var ki satılmaz ilh...» Zira onun sözü rakabesi hususunda kabul
edilmez. Zira rakabesi
efendisinin
halis hakkıdır. Kölenin kesbi ise rakabesinin aksinedir.
Çünkü kölenin kendi hakkıdır.
Hidâye.
«Delil ile isbat ederse ilh...» Yani,
efendisinin huzurunda deli! ile
izinli olduğunu isbat ederlerse.
Yoksa kabul
edilmez. Çünkü köle rakabesinde
hasım değildir. Köle borçlu olduğunu
ikrar etse,
hâkim de onun
kazandıklarını satsa, alacaklıların alacağını
verse, sonra efendisi gelse ve kölesinin
izinli
olduğunu inkâr etse, eğer alacaklılar
onun izinli olduğuna delil getirirlerse kabul, yoksa
reddolunur. O
zaman efendisi onların almış olduğu şeyi geri alır. Hâkimin satımı da nakzolmaz.
Çünkü hâkimin
gaibin malını satma velâyeti
vardır. Onların hakkı da kölenin azadına kadar tehir
edilir. Çünkü
mahcur, sözüyle peşinen muaheze edilemez. İtkanî, Şeyhülislâm'ın Mebsut'undan.
«Çocuğun ve
zayıf akıllının tasarrufu ilh...» Musannıf bu meseleyi mezun kitabında çocuğun
velisinin
iznine bakarak ve çocuğun velisinin
izni ile mezun olmasına göre zikrederek
hükmünü
beyan etmiştir. Bu meseleyi musannıf hacr kitabında da
zikretmiştir. Zira hacr
kitabında «Çocuğun
bilgisi
halinde kim çocuk yerine akit
yaparsa, ister velisi izin versin,
ister reddetsin» başlığı altında
onun mahcur
olduğu cihetiyle zikretmiş ve hükmünü de beyan etmiştir. Yakumibe.
«Sırf ilh...» Yani her yönüyle.
«Hibe kabul etmek gibi ilh...» Hibe edilen malın
kabzı, çocuğa verilen sadakanın kabulü ve kabzı
gibi. Kuhistâni.
«Sırf zarar ise ilh...»
Yani dünya bakımından her yönüyle zarar ise.
Sadaka ve karz gibi her ne kadar
uhrevî bir
menfaat olsa bile sonuç değişmez.
«Talâk azad ilh...» Velev ki bu talâk ve azad bir mal
karşılığı olsun. Yine sahih değildir. Zira talâkla
azad, mülkün
izalesi için vadedilmiştir. Mülkün izalesi
ise sırf zarardır. Buna talâkta nafakanın
düşmesi, azadda da sevabın hasıl olması zarar
vermez. Bunlardan başkasında mülkün
izalesi için
vazedilmeyen bir muameleye gelince, çocuk bu tasarrufta bulunabilir. Zira itibar
vaz iledir. Hibe,
sadaka ve
bunlardan başkasında da yine
nikâh ve talâk gibidir. Kuhîstânî.
«Sahih
değildir. Velileri onlara izin vermiş olsa bile ilh...» Çünkü bunlarda kâmil
bir ehliyet şarttır.
Yapmış olduğu
talâk ve azada büluğundan sonra icazet
verse bile yine sahih değildir. Ancak
büluğundan
sonra onun icazeti aktin başlangıcına sirâyet eden «Ben talâkı ikâ ettim» veya «Azadı
ikâ ettim» sözleriyle yaparsa, o zaman sahih
olur. Yine, bu talak ve azadın babası. vasisi ve hâkim
tarafından
yapılması da çocuğa zarar olduğundan
sahih değildir.
Ben derim ki: Zaruret olan yerler şer'î kaidelerden istisna edilmişlerdir.
Mesela çocuk evlense,
organı kesik olsa, veya
irtidad etse veya karısı
müslüman olduğu köle ile kitabet kesse ve kitabet
bedelini tam
olarak almış olsa. bir görüşe göre
çocuk burada karısını boşamış olur. Azad etmiş
olması gibi.
Bu bahsin tamamı Kuhistânî ve Beccendî'dedir. Dürrü Müntekâ.
«Satış gibi ilh...» Bu satış kıymetinin iki katına bile olsa.
Çünkü itibar bir şeyin asıl vaz'ınadır. Sonra
halin
ittifakı ile ona âriz olan şeye
itibar edilmez. Satış aslında kâr ile zarar arasında
gider-gelir.
Ama çocuğa
yapılan hibe bunun aksinedir. Bu
bahsin tahkiki Minâh'tadır.
«Bütün
hükümlerde ilh...» O halde susma ile çocuk
mezun olur. Çocuğun elindeki malın kendi
kazancı
olduğunu ikrar etmesi de sahihtir. Çocuk kölesini evernreye, kitabet yapmaya, mezun
kölede olduğu
gibi malik değildir. Cevhere.
Çocuğa
verilen ticaret izni, ticaretin bir çeşidi ile takyid edilmez. Ebû Hanîfe'ye göre çocuğun gabnı
fahişle satımı da caizdir. İmameyi'ı buna karşı çıkmıştır.
Velhasıl mezun kölede olan diğer
hükümlerde de mezun gibidir.
Zeylâî.
Zeylâi daha sonra, babın sonunda istisna
ederek şöyle demiştir: «Ancak velinin onların mallan
üzerindeki
tasarruflarına engel olunamaz. Borçlu olsalar dahi. Onların
aleyhindeki ikrarı da kabul
edilemez. Üzerlerinde borç olmasa dahi. Ama efendi bunun aksinedir. Fark şudur:
VeIinin onlar
aleyhindeki
ikrarı şehâdettir. Çünkü başkasının üzerine ikrardır. O halde kabul
edilmez. Onların
borçları da
onların malına taalluk etmez. O halde o borç onların
zimmetindedir. Çünkü onların ikisi
de hürdürler.
O halde borçlanmadan önce tasarruf ettikleri gibi borçlandıktan
sonra da tasarruf
edebilirler.»
Ben derim ki; Bu fark gerçekte efendi ile veli
arasındaki farktır. Çocuk ile köle arasındaki
fark
değildir. O
zaman Zeylâî'nin istisnasına
ihtiyaç kalmaz. Çünkü söz çocuğun
tasarrufları
hususundadır.
Buna Miraç'ta da işaret edilmiştir.
«Satımı bilmeleri ilh...» Yani çocuk ile zayıf akıllı mücerret
ifadeyi değil satımın mazmununu
bilmelidirler. Yakubiye
ve diğer kitaplar.
Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir: «Zira herhangi
bir çocuğa satma ve satın alma telkin edilse,
çocuk bunları
mutlaka kavrar.»
«Mülkiyeti
satıcının elinden çıkardığını ilh...» Yani satım akdi malın mülkiyetini elden çıkarır,
semeni
de çeker. Alış
da bunun aksinedir. Yani alış mebii celbeder,
semeni elden çıkarır.
«Kâr etmeyi
kasdetmeyi ilh...» Lâyık olan, burada «bilmek
ve kasdetmek» kelimelerini metne uygun
olması bakımından «kasdetmeleri ve bilmeleri»
şeklinde kullanmasıydı.
Şu kadar var ki, şârih
burada
Zeylâi'nin ifadesini nakletmiştir.
«Gabnı bilmesi ilh...» şeyhimiz bu şarta itiraz etmiştir. Çünkü gabnı yesir ile gabnı fahiş arasındaki
farkı bilmek ancak mahir
tacirlere mahsustur. Uygun olan buna
itibar edilmemesidir. H.
Ben derim ki: Bunun aslı, Sadrı Şeria muhassisi
Allâme Yakûb Başa'nındır ki bunu
vekâlet kitabının
başlarında zikretmiştir. Şu kadar var ki bu, mezhepte
nakledilenlere zıddır. öyleyse bunun tevili
şöyle yapılır: Fâkihlerin maksadı kıymeti meşhur ve bilinen bir şeydeki
gabndır. Yoksa ondan
başkasında bazen en akıllı kimseler dahi
yanılabilirler. Veyahut murad çocuğun kıymeti on olan
şeyde beşin
gabnı fahiş olduğunu bilmesidir.
Kıymeti on olan şeyde bir aşağı veya
yukarısının do
gabnı yesir olduğunu bilmesidir. Çünkü ikisinin
arasındaki farkı idrak etmeyen âkil değildir. Meselâ
birisi çocuğa bir aşık kemiği
vererek elindeki elbiseyi
alsa, çocuk buna sevinerek aldatıldığını
bilmese, o zaman tasarrufu sahih değildir. Zahir olan
kastolunan ancak budur.
Sâdiye'nin vekâlet bahsinde de şöyle cevap verilmiştir,
«Bir şeyin yapılmasındaki imkân o şeyin
yerine geçer. O halde bir şeyi bilmek akılla bilmektir.
Bu do mevzumuz olan çocukta mevcuttur.
Bunun özeti
şudur: Zikredilen çocuğun akıllı olmasından kinâyedir. Yoksa hakikaten çocuğun
bu
şekilde bilmesi değildir. O halde bu lazımı
zikrederek melzumu irade etmek kabilindendir. AIIah
daha iyisini
bilir.
«Bu da
zahirdir ilh...» Sanki ona nisbetle zahirdir Buna göre cümlenin
manâsı şöyle olur: O çocuk
aldatılma
olduğu herkese zahir olan gabnı bilmelidir. O zaman bu cümlenin
manâsı bizim cevap
verdiğimizin
aynı olmaktadır.
«Velileri babalarıdır ilh...» Yani çocuk ve
zayıf akıllının velisi babalarıdır.
Hindiye'de şöyle denilmiştir: «Satımı bilen bir zayıf akıllıya
babası, babasının velisi ve dedesi
ticaret
izni verir
Kardeşi ile amcası izin vermezler. Bunun hükmü de çocuğun
hükmüdür.» Daha sonra da
Hindiye'de oğlunun zayıf akıllıya izin vermesinin butlanını zikretmiştir.
Eğer adam zayıf
akıllı olarak baliğ olursa hüküm böyledir. Ama çocuk akıllı olarak baliğ olsa, sonra
kıt akıllı olsa kıyasen onun velâyeti babasına avdet etmez. Kadı'ya
veya sultana avdet eder.
İstthsana
göre ise, babasına avdet eder. Bazı alimler tarafından kıyasın Ebû Yûsuf'un, ikincisinin de
İmam
Muhammed'in olduğu söylenmiştir. Bazı alimler de birincinin
Züfer'in olduğunu, ikincinin de
üç imamımızın
olduğunu zikretmişlerdir. Tatarhâniye'de olduğu gibi.
«Sonra da
vasinin vasisidir ilh...» Remlî Bahır hâşiyesinde, «Yani böyle görse de» demiştir.
Câmiü'l-Fusuleyn'de
olduğu gibi.
«Sahih ilh...» Bu sahih, annesinin babası gibi
fasit dededen kaçınmak içindir.
«Vâlidir ilh...» Vâliden
maksat hâkimleri tayin edendir.
Hidâye'nin sözü buna delildir. Ama şurta
sahipleri
bunun aksinedir. Çünkü şurta sahibi hâkimleri taklit edemez.
İnâye de vali, hâkimin
vasisinden
sonra zikredilmiştir. Yâkubiye'de,
«Bunda bir söz vardır.» denilmiştir.
«Öncelikle ilh...» Yani velâyetin valiye sübutu daha evlâdır. Zira hâkim velâyeti
validen alır.
«Sonra da hâkim veya
vasisi ilh...» Hâkimin vasisine niçin vasi denilmektedir? Halbuki vesayet,
ölümünden
sonra birisini kendi yerine koymaktır. Çünkü vasi burada babaya
halife oluyor. Öyleyse
sanki baba hâkimin vasisini vasi kılmış gibi olur. Zira Kadı'nın fiilleri, babanın
fiilleri gibidir.
Ebussuud,
Şümnî'den.
Yakûbiye'de hakimin buraya kadar tehir edilmesi
müşkül görülerek ,şöyle denilmiştir:
«Kadı,
babasının
imtinasından sonra izin verse çocuk mezun olur. Bu ifade eder ki izin
hususunda Kadı
babadan
öncedir. Nitekim bu gizli de değildir.»
Ben derim ki: Biz. buna ileride cevap vereceğiz.
«Hangisi tasarruf yapmış
olso, sahihtir ilh...» Yani bunların her ikisi de bir mertebededirler.
Nitekim
Dürrü'l-Mülteka'da
da böyle denilmiştir.
Kuhistânî
şöyle der: «Burada musannıf velileri
tertib sırası ile zikrettikten sonra burada eşit olarak
zikretmiştir.
Zira, valinin hâkimin ve vasinin velâyetleri vasinin ve dedesinin vasisinin
ölümünden
sonra sahihtir.»
Bunun özeti
şudur: Babanın vasisi varken dedeye velâyet
yoktur. Dede veya vasisi varken de Kadı
veya valiye
velâyet yoktur. Dede ve dedenin vasisinden sonra ise velâyet tertibi yoktur.
«Anne veya
vasisi veli olamazlar ilh...» Zeylâî
şöyle der: «Asabeden usulden başkası
olan kardeş ve
amca gibi ve
bunların haricinde anne ve annenin
vasisi gibi, şurta sahibi gibi kimselerin
izni sahih
değildir.
Çünkü onlar çocuğun malında ticari yolla
tasarruf etmeye malik değillerdir.
Öyleyse onlar
ticarette
çocuğa izin vermeye de malik değillerdir. Baba, dede
ve vasileri gibi birinci derecedeki
velileri
çocuğun malında ticari yolla tasarrufa
malik olduklarından çocuğa ticaret izni vermeye de
maliktirler.»
«Bu mal
hususundadır ilh...» Bu mutlak değildir. Çünkü Bahır'ın vekâlet bahsinde
Hizanetü'l-Müftiyyin'den
naklen şöyle denilmektedir:
«Annenin vasisi için annenin terekesinde
babanın veya vasisinin veya vasisinin, vasisinin veya
dedenin huzurunda tasarruf velâyeti yoktur.
Eğer bu
sayılanların hiçbirisi olmazsa, o zaman annenin vasisi menkul olanların satışı ile hıfzetme
velâyetine sahiptir. Akarın satışı ile ticaret için bir şey alma velâyeti yoktur. Bir de çocuğun
annesinin malları dışındaki istifade ettiği şeyler hususunda yine onun velâyeti yoktur.
Bu bahsin
tamamı
Hizânetü'l-Müftiyyin'dedir.»
Şu kadar var ki,
menkul olan bir şeyi
satmak hıfzetmektir. Câmiü'l-Fusuleyn'in
yirmiyedinci faslında
«Yukarıda
sayılan velilerin hiçbirisi olmazsa,
o zaman annenin vasisi çocuğun malını koruma
velâyetine sahiptir. Menkulü satmak da korumadandır. Ama annenin vasisi çocuğun karını satamaz.
Ticari yolla
çocuk namına bir şey alamaz. Ancak, elbise ve nafaka gibi alınması
lazım olan şeyleri
alabilir.
Annenin vasisinin yetimin annesinin
terekesinin dışındaki şeyleri hakkında tasarruf hakkı
yoktur. İster
menkul, ister gayri menkul olsun» denilmektedir. Bu bahsin tamamı
Camiü'l-Fusuleyn'dedir,
oraya müracaat edilsin.
«Nikâh meselesinde bunun aksine ilh...» Nikâhta
vasilerin müdahalesi yoktur. Nikâh
ancak
velilerindir.
Anne de çocuğun asabesi bulunmadığı yerde nikâh velâyetine
sahiptir.
BİR TAMLAMA: Mezun çocuk ve zayıf akıllı kölesine de izin verebilir. Zira ticaretle
izin vermek
ticarettir.
Kıt akıllının oğlu, babasına ticaret izni veremez. Kıt akıllı babasının
malında da tasarruf
edemez. Baba deli olursa, hüküm yine böyledir.
Bu bahsin tamamı Tebyin'dedir.
«Kendi kölesini ilh...» Eşbâh sahibinin düşündüğünü binaen
Kadı'nın kendi kölesini görmesi. Biz
bu husustaki
görüşü yukarıda takdim ettik.
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani mezun kitabının başlarında.
«İzin vermek
olmaz ilh...» Zira Kadı'nın başkasının
malında hakkı yoktur ki, izin o hakkı
iskat etsin.
Zeylâî veya
el-Kitap zikretmiştir.
Bu ifade
ediyor ki, kendi kölesine izin olur.
O halde bizim yukarıda takdim
ettiğimizi teyid eder.
«Velileri imtina ettiği takdirde ilh...» Özet olarak hâkimin
velinin olmadığı yerde yetim ile
zayıf
akıllıya izni
sahih olur. Eğer velileri varsa, o
zaman hâkimin onlara izni sahih" olmaz. Ancak velileri
izinden kaçınırsa o zaman
sahih olur. Bercendî ve Nâzım'dan
gelecek olan da budur.
Mirac-ı
Diraye'de de bu «babası ticarete engel olursa» sözüyle talil etmiştir. O zaman babasının
engel olmasıyla
onların velâyeti hâkime intikal eder.
Nikâh babındaki veli gibi.
İşte bununla
zahir oldu ki, hâkimin izninin sahih olması ite babanın velâyetinin hâkimden sonraya
bırakılması gerekli
olmaz. Bundan dolayı Tatarhâniye'de,
«Baba ticarete engel olduğu takdirde
Hâkimin izni
caizdir. Her ne kadar hâkimin velâyeti baba ve
vasinin velâyetinden sonra da gelse»
denilmiştir.
Bu izahla bizim Yakubiye'den naklen
zikrettiğimiz itiraz zail olmaktadır. Düşünülsün.
«Ben derim ki: Bercendî'de ilh...» Bunun benzeri
Hülâsa'da da mevcuttur. Umulur ki,
şarih bu sözü
metinde
olmakla birlikte iade etmesi, metinde iznin taleb vakti ile kaydedilmemesindendir.
O zaman
bu ifade eder
ki, bu bir ittifakı kayıttır.
Nazım'dan naklen gelecek olan da bunun mislidir. Yine,
Hindiye'nin Muhit'ten nakliği, «Kadı ona izin verse, babası da engel olsa. hâkimin izni
sahihtir»
sözü de bunu
ifade eder. Düşünülsün.
«Bundan sonra
da çocuk asla hacrolunmaz ilh...»
Yani hâkim ölse veya azledilse de çocuk
hacredilmez. Ama
bunun aksine baba veya vasi ölürse hacredilir. Zira hâkimin izni
hükümdür.
Bizim de
zikrettiğimiz gibi. Bununla
Tatarhâniye'de de tasrih edilmiştir.
«Ancak başka
bir hakimin hacre hükmetmesiyle ilh...» O halde hâkim tarafından izin verilen çocuk
veya zayıf akıllı babası tarafından hacredilemez. Tatarhâniye.
«Bir insan ikrar ederse
ilh...» Yani mezun olan çocuk veya zayıf akıllı. Nihâye ve Hindiye'de olduğu
gibi. Buradaki
insandan maksat. babasının dışındaki
birisi tarafından izin verilendir.
Çünkü
Tatarhâniye'de
şöyle bir şey vardır: «Babası
tarafından ticaretle mezun kılınan çocuk, elindeki bir
mal veya borcun babasının olduğunu ikrar etse,
ikrarı sahih olmaz.» Bu ifadeden anlaşılan şudur:
Eğer çocuk hâkim tarafından mezun kılınmışsa, onun
babası için ikrarı sahihtir. Velvaliciye'de olan,
«Borçlu
olduğu halde mezun çocuk babasına bir şey satsa, herkesin aldatıldığı bir miktarla satması
caizdir. Semenin kabzı ile ikrar etse, ancak delil ile
tasdik edilir. Çünkü izni
aldığı babasına ikrar
etmektedir.
Babasının borcu tam aldığı iddiasının tasdik edilmediği gibi»
kavli de buna delâlet eder.
«Elinde olan ilh...» Bu ifade ayna da deyne de şâmil
olur. Nihâye.
«Zahir görüşe
göre sahihtir ilh...» Yani çocuk veya zayıf akıllı babalarından irsen
aldıkları şeyin
başkalarının olduğunu iddia etseler, zahiri rivayete göre sahihtir. Ebû
Hanîfe'den yapılan rivayete
göre onların
babalarından irsen aldığı şeyi başkalarına ikrar etmeleri
sahih değildir. Zira onların
kendi kazançlarındaki ikrarlar ticaretlerde,
ona muhtaç olduğundan sahihtir. İrs olarak
alınan şeyde
böyle bir ihtiyaç yoktur.
Açık sözün delili şudur: Onun ikrarı velinin reyine eklenince çocuk baliğe iltihak eder. Her
iki mal
da onun mülkü
olur. O zaman onun iki malda ikrarı da
sahih olur. Dürer. Mirasın
babadan olması da
ihrazi bir kayıt
değildir. Nihâye'de. olduğu gibi.
«Mezunun
ikrarı gibi ilh...» Bu söz Dürer'de yoktur. Çünkü mezuna irs yoktur. Sayıhânî.
«Bir mesele istisna ilh...» Bu sözün özeti şudur:
Eğer izin kasdi olursa, mezunun izni bilmesi
şarttır. Yok
eğer metindeki mesele gibi izin zımnî olursa, mezun izni bilmese
dahi mezun olması
caizdir.
Birî,
Velvaliciye'den «Köle izni bilmeden
mezun olmaz.» sözünü naklettikten
sonra, «O zaman
bunda iki
rivayet vardır» demiştir.
«Köle
bilmediği halde onlar köle ile alış-veriş
yapsalar, köle mezun olur ilh...»
0 zaman o köle, o
sözden başkası ile de
alış-veriş yapabilir. Eğer onlar o köle
ile alış-veriş yapmasalar,
köle başka
kimselerle alış.
veriş yapsa, bu alış-veriş sahih olmadığı gibi köle mezun olmaz. Zira izin kölenin
efendisinin
onunla alış-veriş yapın dedikleri için sabit olmuştur. O
zaman ondan önce köleye izin
sabit
değildir. Tatarhânîye.
İşte bu meselede iznin zımnî olduğu açık olmaktadır.
Her ne kadar efendisi onlara. «Ben ona izin
verdim» dese
bile yine izin zımnîdir.
«Ama bunun aksine, «Küçük oğlumla alış-veriş
yapın» dese, bu izin olmaz ilh...»
Bana bir fark zahir
olmadı. O zaman Hamevî'ye
bakılsın.
Ben derim ki: İkinci rivayete göre fark yoktur. Ziyâdat'tan naklen Tenvîrü'l-Ezhân
şerhinde şöyle
denilmektedir: «Adam
birisine, «Köleni küçük oğluma bin liraya sat» dese o da satsa, eğer çocuk
babasının emrini bilirse caizdir. Eğer bilmezse, caiz değildir. Rivayetlerin bazısında da
«mutlaka
caizdir» denilmiştir. Meşayihten bazıları birinci görüşü kıyasa, ikinciyi de istihsana
yorumlamışlardır. Meşayihten bazıları da iki rivayet
üzerine hamletmişlerdir.»
Velhasıl, tasarrufla izin eğer kasdî olarak sabit olursa, onda mezunun izni bilmesi şarttır.
Ama eğer
başkasının zımninde sabit olursa, bazı âlimlere göre bunda hem
kıyas vardır, hem de istihsan. Bazı
alimlere göre, ise, bunda iki rivayet vardır.
Meşâyihten bazılarına göre de ikisi arasında hiçbir fark
yoktur. Açık olan da ancak budur.
Ebussuud
şöyle der: «İşte bu naklettiğimiz
musannıfın «bunun aksine...» sözünü sarahaten
reddetmektedir.»
Ebussuud'un
dediğini şeyhimiz Hibbetüllâhî Bali.
Eşbâh üzerindeki şerhinde ikrar etmiştir. İmam
Züfer'in «Kaçmak iznin başlangıcına münafi değildir.»
sözü üzerine talil etmişlerdir. İşte bu talil
üzerine Eşbâh'ın Fenni'l-Kavaid'inde zihab edilerek kaçan
kölenin izninin sahih olduğu
söylenmiştir.
Şu kadar var
ki Zeylâî, «Biz o görüşe engel
olabiliriz. Zira Şeyhülis-lâm'ın
zikrettiğine binaen
kölenin isyan
ederek kaçması iznin ibtidasına da engeldir» demektedir.
Mecma şerhinde de şöyle denilir: «Zeytâî'nin dediği
rivayetin ihtilafı üzerine hamledilir.»
İnâye'de de, «Eğer
isyan ederek kaçan köle izni bilirse mezun olur» denilmiştir.
«Gasbedilip inkâr edilen köleye ilh...» Yani gasbına şehâdet
edecek bir delil olmazsa.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Efendisine isyan ederek kaçan köleye izin sahih değildir. Kaçan
köle bilse dahi. Ama
eğer isyan ederek kaçan köleye, yanında
bulunduğu adamla birlikte izin
verirse
sahihtir. Ama eğer gasbeden adam gasbını
ikrar eder veya gasbına dair delil
bulunursa.
sahihtir.
Yoksa, sahih değildir. Zira bu halde satması caizdir. Öyleyse izni de caizdir.»
«Sahih görüş
üzere ilh...» Hâniye'de şöyle denilir:
«Mezun köle isyan edip kaçmakla minhacir olur.
Ama mezun olan
müdebber köle değil. Sahih görüşe göre ticaretle izinli köle
gasbedilmekle
hacirden çıkmış olmaz. Yine, esir olmakla da olmaz.
Ama esaretten sonra malik olursa hacirden
çıkmış olur. Meselâ, esaretten
sonra efendisine ulaşırsa, mezun olmaz. Köle isyanından sonra
efendisine
dönse, yine onun izni en sağlam
görüşe göre kendisine dönmez.» Özetle.
Tenvîrü'l-Ezhân
şerhinde şöyle denilmektedir: «Musannıfın
ifadesi kaçan köleye
nisbetle mutlak
değildir. Bu
yüzden, burada musannıfın sözü mezun olan köleye
değil, müdebber olan mezuna
hamledilir.
Böylece buradaki ifade ile metindeki ifade arasındaki zıtlık
ortadan kalkmış olur.»
«Hakim izin
verse ilh...» Metin ve şerhte geçen buna ihtiyaç bırakmaz.
«Çocuk
yanındaki emaneti (vediayı) helâk ederse zamin olur ilh...» Yani hacir
altındaki çocuk.
Kınye'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir çocuğa bin dirhem parayı emânet olarak bıraksa, çocuk bu
parayı helâk
etse, imameyne göre zamin olmaz.
Ebû Yusuf'a göre ise çocuğun malından
tazmin
edilir. Emânet olan hayvana binse, hayvan helâk olsa, bunun
hükmü de geçen hilâf üzerinedir.
Hayvanı bir mahcur köleye emânet bıraksa, köle onu helâk etse, imameyne göre
azadından sonra
onu tazmin
eder. İmam Ebû Yusuf'a göre ise, mahcur köle helâk ettiği şeyden dolayı satılır. Eğer
vedia köle
ise, onu çocuk veya mahcur köle öldürmüş olsa. İmameyn'e
göre onların vedia olmayan
bir köleyi
öldürmeleri gibi olur. Aradaki fark şudur: Efendi
kölenin canına kendisi mâlik olmadığı
gibi onun
canını başkasının hükmü altına vermeye de mâlik değildir.
Eşya ile hayvan bunun
aksinedir. Bir kimse çocuk veya köleye bir
şeyi karz olarak verse, ne o sırada ve
ne de daha sonra
tazmin yükümlülükleri bulunmaz. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Bazı âlimler, karzın da yukarıdaki
hilâf üzere
olduğunu söylenmiştir. Yani bunlar imameyn'e göre helâk olan karzı zamin
olmazlar.
Ebû Yusuf'a
göre ise zamindirler» Şurunbulâliye.
«Yemin teklif
edilir ilh...» Yani ticaret izni olana yemin teklif edilir. İzinlinin üzerinde bir şey olduğu
iddia edilse. o da inkâr etse, ona yemin teklif edilmesi
konusunda ihtilaf edilmiştir. İkrar kitabında
zikredilen
yemin teklif edilmesidir. Fetvâ da bu
görüş üzeredir. Hâniye.
0 halde Nazım'da, «Mezun bir şeyi inkâr ettiği takdirde yemin teklif edilir» denseydi
daha uygun
olurdu.
Şurunbulâliye.
«Hacir altındaki bir kimse bir şeyi rehin verse ilh...» Burada mahcurdan maksat
köledir. Nitekim
ilgili çocuk da onun gibidir.
«Hüküm
değişmez ilh...» Yani onun yapmış
olduğu şey hâl üzere devam eder. Çünkü efendisinin
icazeti ile o geçerlidir.
«Ben derim ki ilh...» Buradaki bahis Şurunbulâliye'nindir. Bu söz, karz için söylenmiş olup bu.
Nâzım'da zikredilmemiştir. Bunu Şurunbulâliye
zikretmiştir. O zaman zikredilmeyen şey üzerine bir
itirazdır.
Ben derim ki: Bu bahis de illete zikredilen genel
tasarrufa dâhildir. Anla. Allah daha iyisini bilir.
|