REHİN
KİTABI 1
REHİN
EDİLMESİ CAİZ OLANLAR
VE OLMAYANLAR BABI 1
REHİNİN
ADİLE BIRAKILMASI BABI 1
REHİNDE TASARRUF
VE CİNAYETLER BABI 1
ÇEŞİTLİ MESELELER FASLI 1
METİN
Rehin'in av
bahsiyle münasebeti şudur: Rehin ve av, her ikisi de malın tahsiline sebep olurlar.
Rehin lügatte,
bir şeyi hapsetmektir. Şeriatta ise, mal olan birşeyi hapsetmek, yani onu mahpus
kılmaktır. Onu hapseden mürtehindir. Bir hak karşılığı olarak tamamının
veya, eğer rehin edilen
şeyin kıymeti borçtan az olursa bir kısmının alınması mümkün
olan bir nesnenin hapsedilmesidir.
Ki bu hak da
borçtur. Çünkü nesnenin (ayn'ın)
rehinden alınması mümkün değildir. Ancak, hükmen
borç olursa alınır. Nitekim ileride gelecektir. Bu
borcun hakikî, yani zahiren ve batınen
ödenmesi
vacip olan
borç olması, veya yalnız zahiren borç olması lâzımdır. Sonradan hür çıkan kölenin ve
sonradan şarap çıkan sirkenin
bahası gibi. Veya hükmen borç olması lâzımdır. Bu da misli veya
kıymetiyle zamin olunacak nesnelerdir. Nitekim
ileride gelecektir.
Rehin icap ve
lâzım olmayan kabul ile münakit
olur. Binaenaleyh râhinin onu teslim
etme veya
hibede olduğu
gibi ondan dönme hakkı vardır. Râhin,
rehin edilecek nesneyi teslim etse, mürtehin
de onu ağacın
üzerindeki meyve gibi dağınık halde
değil, toplu halde, ve râhinin hakkı ile meşgul
olmayacak bir
şekilde, müşaen değil, hükmen de olsa ayırdedilmiş olarak kabzetse,
meselâ
merhun, merhun
olmayan nesne ile hilkaten muttasıl olsa,
ağaç gibi, ki bunun izahı gelecektir,
rehin gerçekleşir.
Bu ifade
ediyor ki, hibede olduğu gibi: kabız
rehinin lüzumunün şartındandır.
Mücteba'da
şöyle denilmektedir: «Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.»
Rehin ile
mürtehin arasını tahliye etmek, bey
gibi, zahire göre hükmen kabızdır.
Tahliye bey'de de
kabız sayılır.
Merhun, helak olduğu takdirde,
kıymetinden veya borçtan hangisi
daha az ise onunla
tazmin edilir.
Şafiî'ye göre rehin edilen nesne
emanettir.
Muteber olan,
merhunun, «Eşbah» da vehm olunduğu
gibi helâk olduğu günün kıymeti değil,
mürtehinin
kabzettiği günün kıymetidir. Çünkü helak gününün kıymetinin muteber sayılması
nakillere mugayyirdir.
Nitekim musannıf da öyle tahrir
etmiştir.
Rahin alacağı deynin miktarını beyan etmeden önce, rehin teklifi üzerine
kabzedilen nesne helak
olduğu
takdirde esah kavle göre zamin
olunmaz. Keza Kınye ve Eşbah, Rehin helak olursa, kıymeti
borca eşit
olduğu takdirde, o zaman mürtehin rahinden borcunun tamamını hükmen almak olur.
Eğer kıymeti
borçtan fazla olursa, fazlalık
mürtehinin elinde emanettir. O zaman taaddi ile zamin
olur. Eğer
kıymeti borçtan noksan ise rehinin
kıymeti borçtan düşülür, mürtehin geri
kalan
alacağını rücu ederek rahinden alır. Çünkü,
alacağın tam alınması paranın miktarı kadardır.
Mürtehin
rehinin burhansız olarak helakını iddia etse mutlaka zamin olur.
Rehin ister zahir
mallardan, ister batın mallardan olsun. İman Mâlik bu
zaminiyeti batın mallara has
kılmıştır.
Mürtehin,
rahinden alacağını talep edebilir. Rehin kendisinde olsa bile
mürtehin, alacağını almak
için merhunu
hapsedebilir. Çünkü hapis onun borcunu geç ödemesinin cezasıdır.
Mürtehin, akti
feshetmiş olsalar bile, alacağını
alana veya onu edene kadar,
merhunu elinde
tutabilir.
Çünkü rehin, yalnız aktin feshiyle batıl olmaz. Kabız ve borç kaldığı müddetçe rehin de
bakidir.
Bunlardan birisi fevt olursa, rehin kalmaz. Dürer, Zeylaî ve diğerleri.
Merhundan
mutlaka, ne istihdamla, ne oturmakla, ne giymekle ne icare vermek ve ne de iare
vermekle
menfaatlenemez. Menfaatlenme ister rahin, ister mürtehin istesin. Ancak, birisi diğerine
izin verirse,
menfaatlenmesi mümkündür. Bazı âlimler tarafından, «Mürtehinin rehinden
menfaatlenmesi helâl değildir, çünkü faizdir.»
denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da; «Eğer
mürtehin
menfaatlenmeyi şart koşarsa, faiz
olur, koşmazsa, faiz olmaz.» denilmiştir.
Eşbah ve
Cevahir'de şöyle denilmiştir: «Rahin, mürtehine rehin verdiği bahçenin meyvelerini
yemeyi, rehin
verdiği binada oturmayı veya koyunun sütünü içmeyi mubah kılarsa, yediği ve içtiği
takdirde zamin
değildir. Rahin mürtehini bunlardan men de edebilir»
Sonra da Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Mürtehinin rehinden menfaatlenmesi mekruhtur.» Bu husus
rehin bahsinin
sonunda gelecektir.
İZAH
Rehin, «Ve eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız,
rehinler (yeter).» (Bakara : 283) ayeti
ve Rasûlullah
(S.A.V.)'in bir yahudiden yiyecek
alarak karşılığında zırhını rehin
bırakması rivayeti ile
meşrudur.
Rehinin meşruiyeti üzerinde icma da
edilmiştir.
Rehinin
güzelliklerinden bir tanesi, alacaklının
hakkının helakten emin olmasıdır. Borçlu açısından
da alacaklının husumetini azaltmak ve ödemekten aciz
kaldığı takdirde rehin ettiği şeyle
borcunu
ödeme
kudretine sahip olmasıdır.
Rehinin rüknü,
yalnız icap veya icap ile kabuldür. Nitekim ileride gelecektir. Şartları da ileride
gelecektir.
Rehinin hükmü
ise, alacağın alınmasının sübutudur. Sebebi
de, mukadder hakkının baki kalmasıdır.
Rehinin ayette
seferle sınırlandırılması, seferde genellikle yazmanın ve şahit
tutmanın mümkün
olmamasındandır. O yüzden
rehinle onun alacağı vesikalandırılmaktadır.
«Rehin lügatte
bir şeyi hapsetmektir ilh...»
Hangi sebeple olursa olsun. Zira Allah-u Tealâ, «Her can
kazandığıyla
rehin alınmıştır.» (Müddesir: 38) buyurmuştur.
Rehin kelimesi bir mal karşılığı
rehin
edilen nesneye
de denilmiştir.
«Onu mahpus kılmaktır
ilh...» Islah'ın izahında şöyle denilmiştir: «Rehin bir şeyi bir hak karşılığında
hapis kılmaktır. Burada bir şeyi bir hak karşılığında hapsetmektir denilmemiştir.
Çünkü hapseden
ancak
mürtehindir, rahin değil. Ama o şeyi hapis kılmak bunun hilafınadır.»
H.
Bu, tam
rehinin veya lâzım olan rehinin tarifidir. Yoksa, rehin akti hapsi ilzam etmez. Belki
o,
kabızla olur. Sadi.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Rehinin
hapsinden ilk akla gelen, teberru veçhiyle
hapsedilmesidir. Eğer rahin rehini mürtehine vermeye zorlanırsa, rehin olmaz. Kübra'da da olduğu
gibi. O zaman,
zannedildiği gibi iznin zikredilmesi de lâzım değildir.»
Gelecek babın sonunda gelecektir ki, eğer
mürtehin borçlusunun sarığını alsa, eğer borçlu sarığın,
onun yanında kalmasına razı olursa rehin
olur.
«Bir hak karşılığı ilh...» Yani mali olan bir
hak sebebiyle. Velev ki o mal,
meçhul olsun. Musannıf
kısas, had ve
yemin gibi şeylerden kaçınmak
için «hak» tabirini kullanmıştır. Ama bu kayıttan
dolayı
rehin tarifine
kitabet bedeli de girmektedir. Zira onunla rehin yapmak da caizdir. Kitabet bedeline
her ne kadar kefalet caiz değilse de rehin caizdir. Nitekim Hâniye'den naklen Mi'rac'da da böyledir.
«Alınması mümkün olan ilh...» Yani rehin
edilen nesneden hakkın (alacağın) alınmasının mümkün
olması
Musannıf bu kavliyle de kar,
buz, emanet, müdebber köle, ümmül veled cariye ve
mükatebten kaçınmıştır ki, bunlar rehin edilmezler.
Şurunbulaliye'de şöyle denilir: «Şaraba gelince, şarabı rehin etse, o da yine maldır. Ondan hakkını
alması mümkündür. Eğer mürtehin müslüman ise, bir zımmîyi şarabın satışı ile vekil eder veya
rahin ve
mürtehin, her ikisi de zimmet ehlinden olurlarsa, zaten rehin caizdir. Şu
kadar var ki şarap
müslüman hakkında kıymetli bir mal değildir. Öyleyse onu birisine rehin vermek veya onu
bir
müslüman veya zımmîden rehin olarak alıp kabul
etmek caiz değildir. Her ne kadar (helâk ettiği
şarabın bedelini) zımmîye tazmin etse bile nitekim aşağıdaki
babda da gelecektir.»
«Hür çıkan kölenin, şarap çıkan sirkenin ilh...»
Ve kesilmiş hayvanın bahası
veya inkâr üzerine
yapılan sulh
bedeli gibi. Eğer o kesilmiş hayvanı ölü olarak bulmuş olsa, veya her ikisinin
birbirlerini,
borç olmadığına dair doğrulamaları gibi. Zira burada borç zahiren
vaciptir, Borcun
zahiren vacip
olması da kafidir. Çünkü borcun zahiren vacip olması vadedilen borçtan daha
tekidlidir.
Dürer. Yani o zaman rehin mazmundur.
Kuduri'de
şöyle denilir: «Rehinin helaki ile hiçbir şey lâzım gelmez. Nasıl ki, başlangıçta
hür bir
adamı veya şarabı
rehin etmesi gibi.»
İmâm Muhammed
de Mebsut ve Camii'de nassen söylemiştir
ki, fasit bir rehin hükmüyle
kabzedilen
nesne
yenildiği takdirde kıymetinden ve borçtan hangisi az ise onunla mazmundur. Burada muhtar
olan da
Muhammed'in kavlidir. Nitekim
İhtiyâr'da da böyledir. Ebussuud, özetle.
«Misli veya kıymetiyle zamin olunacak nesneler ilh...» Misli veya kıymeti ile
mazmun olunan
şeylere, kendi
nefsiyle mazmundur da denilebilir.
Çünkü bunların kıymeti veya misli
onun yerine
kaimdir.
Magsubun kıymetinin veya mislinin
onun yerine kaim olması gibi.
Musannıf
bununla gayrı ile mazmun olunan şeyden kaçınmıştır. Bayiin elindeki mebi gibi. Zira bu
gayrıyla
mazmundur ki, gayr da ancak
onun semenidir. Bir de asla mazmun olmayacak, emanetler
gibi,
şeylerden kaçınmıştır. Zira bu iki şeyle
rehin batıldır. Bunlara hükmen borç denilmesi,
bunlarda asıl mucib olanın «kıymet» veya «misil»
olmasındandır. Eğer reddi mümkün ise,
fukahanın
cumhuruna göre, ayn'ın reddi (geri verilmesi) borçtan kurtarır ki bu ret de bir borçtur.
Ama bazı
fukahanın kavline gelince, onun reddi kıymetiyledir. Kıymetini ödemek de ancak
helakten
sonra vacip
olur. Şu kadar var ki bu da geçmiş bir kabızla helaki zamanında vacip
olur. Bu bahsin
tamamı Hidaye
ve Zeylaî'dedir.
«İcab ile ilh... Yani, «Bu şeyi senin üzerimde olan alacağın
karşılığı olarak sana rehin ettim.» veya
«Şu şeyi rehin
olarak al.» demesi gibi. Kuhistanî.
Rehin akdinde
rehin lafzını söylemek şart değildir. Nitekim musannıf da gelecek babda bunu
zikredecektir.
«Kabul ile ilh...» Diğeri de «rehin olarak aldım» derse,
kabul etmiş olur. Bu söz ister
müslümandan,
ister kâfirden,
ister köleden, veya
çocuktan, asilden veya vekilden sadır olsun, fark etmez. O halde
kabul de icab gibi rehinin bir rüknüdür. Meşayih'in ekseri de buna meyletmiştir.
Zira rehin de bey
gibidir.
Bundan dolayı birisi, kabulsüz rehin
vermeyeceğine yemin etse, sonra da rehin verse, hanis
olmaz.
Fukahadan
bazıları da, «icabı illet kılmakla kabul rehinin şartı olur. Çünkü rehin teberruî
bir akittir.
Bundan dolayı rehin edilecek nesne teslim edilene kadar
rehin lazım gelmez.» denilmiştir.
Kuhistanî.
Hidaye'de ikinci
görüşle yetinilmiştir. Kuhistanî de Kermanî'den
şunu nakletmiştir: «Rehin, teati
yoluyla caizdir.»
«Lazım olmayan
ilh...» Zira rehin teberru akdidir.
Çünkü rahini rehin ettiği şeyin karşılığında
mürtehine bir
şey icab ettirmemektedir.
«Kabzetse ilh...»
Yani rahinin sarih izni ile veya iznin yerine cari olacak meclisteki bir sözü üzerine
kabzederse. Akit
meclisinden sonra ise, bizzat kendi izni ile veya baba, vasi
ve bir adil gibi naibinin
izniyle kabzetmesi gerekir. Hindiye, özetle.
Rahin sükut
ettiği halde mürtehin onu kabzetse, lâyık olan, onun da rehin olmasıdır.
«Halde ilh...» Bu hallerin hepsi ya müteradif veya mütedahil hallerdir. Ayni. Musannıf
bu hallerle
şunu ifade
ediyor ki, rehin bu sıfatlarla akit
anında lazımî bir akit değildir. Belki, rehin edilen
nesnenin kabzı
zamanında lazımî bir akit olur. Öyleyse, rehin edilen
nesne bir şeye muttasıl olmuş
olsa, veya başka
bir şeyle meşgul olsa, meselâ
rehin edilen bina kirada olsa,
o zaman rehin batıl
değil, fasit
olur. Yine, rahin, ortaklı bir şeyden hissesini ayırmadan onu şeyden
rehin etmiş olsa,
fasit olur.
Fukahanın
bazısına göre ise batıldır. Kerhi'nin ihtiyar ettiği de
budur. Bu fesat, kabız anında
kalkmış olsa, o zaman fasit rehin, sahih ve
lazım bir akit olur. Nitekim Kermanî'de
de böyledir.
Kuhistanî.
«Ağacın üzerindeki meyve gibi ilh...» Bu dağınık olana misaldir. Veya tarlanın üzerindeki ekin gibi,
yani ağaçsız, topraksız, ağacın ve toprağın üzerindeki ekin
ve meyveyi rehin etmesi gibi.
Zira
meyve ile ekin mürtehinin elinde toplanmaz. Çünkü ağaçsız bir meyveyi toplamak, yersiz
bir ekini
de toplamak
mümkün değildir. T.
«Meşgul
olmayacak ilh...» Bir şeyi meşgul
edene gelince, onu rehin etmek caizdir. Nitekim
kitapların
çoğunda da böyledir. Musannıfın burada
«rahinin hakkı» ile kayıtlaması
şundan
kaçınmak içindir: başkasının mülküyle meşgul olmuş olsa, o meşguliyet rehine mani olamaz.
Nitekim
madiyede de olduğu gibi. Hamevi.
Ben derim ki: Mülkü meşgul eden şeyin rehin edilmesinin caiz
olması, o şeyin herhangi bir şeyle
muttasıl
olmamasıyla
takyid edilmelidir. Zira bilindiği
gibi, meyveyi veya ekini veya yalnız binayı
rehin etmek caiz değildir. Nitekim ileride de gelecektir.
«Müşaen değil
ilh...» Meselâ bir kölenin veya bir binanın yarısını. İsterse bunu ortağına versin, yine
caiz değildir. Bu bahsin tamamı gelecektir. Ancak bu sözden şüyuun zarureti sabit olan
kısım
istisna edilir.
«Rehinin
lüzumunun şartındandır ilh...» Kabzın
rehinin lüzumunun şartlarından olması kavline,
Hidaye, Mülteka ve diğer kitaplarda da uyulmuştur.
İnaye'de şöyle denilir: «Şeyhülislâmın
ihtiyarı da budur. Bu da ammenin rivayetine muhaliftir.»
İmâm Muhammed
diyor ki: «Rehin ancak kabzedilirse, caizdir.
«Muhammed'in dediğinin misli,
Hakim'in
Kafi'sinde, Tahavi'nin Muhtasar'ında ve
Kerhi'de de mevcuttur.
Sadiye'de şöyle denilmiştir: «Ben diyorum ki, hibe kitabında geçti ki, Peygamber (S.A.V.);
«Hibe
ancak kabzedilirse caizdir.» buyurmuştur. O zaman kabız hibede cevazın şartı değildir.
Öyleyse,
rehin bahsinde
de öyle olması lâzımdır.
Düşünülsün.»
Bunun hasılı
şudur: Burada cevazın sıhhatle değil, lüzumla, tefsir edilmesi mümkündür.
Nitekim
fukaha hibe
bahsinde de cevazı lüzumla tefsir etmişlerdir. Zira fukahanın kelamı
ile hadis
arasındaki telif, ancak bu tefsirle mümkün olur.
Mücteba'da da,
«Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.» denilmiştir. Zahire'den
naklen Kuhistanî'de de böyledir.
«Tahliye
ilh...» Tahliye, manilerin ortadan kaldırılması, mürtehine kabız imkânı verilmesidir.
«Hükmen
kabızdır ilh...» Çünkü, tahliye
teslimdir. Kabızla hüküm vermek de teslimin
zaruretlerindendir. Musannıf burada hükmün üzerine bina edilecek gayeyi
zikretmiştir. Çünkü
maksut da ancak odur. İşte bununla Zeylaî'nin,
«Doğrusu tahliye teslimdir.» sözü,
kendiliğinden def
edilmektedir. Çünkü teslim de kabza mani olan hallerin
kaldırılmasından ibarettir. Bu teslim edenin
fiilidir,
teslim alanın değil. Kabız ise teslim alanın fiilidir.
Bunu Minah'ta ifade etmiştir.
Burada bundan
murat, hakiki kabzın üzerine ne terettüb ederse» teslimin
üzerine de o terettüb eder
demektir.
«Zahire göre ilh...» Yani Zahiri rivayete göre. Esah olan da ancak budur. Ebû Yûsuf'tan kabzın
ancak, menkulde nakille sabit olduğu rivayet
edilmiştir. Hidaye.
«Mazmundur
ilh...» Yani maliyeti mazmundur, ama
bizzat kendisine gelince, o emanettir.
İhtiyar'da şöyle denilir: «Helak olduğu takdirde rahinin mülkiyeti üzerine helak
olur. Ta tekfinine
varıncaya kadar.
Çünkü hakikaten onun mülküdür. O
mürtehinin elinde emanettir. Hatta,
mürtehin
onu satın
almış olsa, rehinden dolayı
kabzetmesi alma kabzının
yerine kaim olmaz. Çünkü o kabız
emanet kabzıdır.
Zaminiyet kabzı yerine kaim
olmaz, öyleyse o madem ki rahinin mülküdür, ölse,
kefeni rahinin
üzerinedir.» Eşbah üzerine Hamevi.
Musannıf
burada «helak olsa» sözüyle
istihlak etmeden kaçınmıştır. Zira rehin edilen nesneyi
mürtehin helak
etmiş olsa. o zaman, onun hem maliyetine, hem de aynına
zâmindir. Nitekim bunun
beyanı ileride gelecektir.
Musannıfın
burada mutlak zikretmesi, zayi
olduğu takdirde tazmin edilmemeyi şart
kılmayı da içine
almaktadır. O zaman, böyle bir şartla verilen rehin, caizdir. Ama şart batıldır. Deyn ile de
helâk olur.
Hülasa ve
diğerlerinde olduğu gibi. Mutlak ifade
etmesi, rehin edilen nesnenin bir ayıpla
noksanlanmasına da şamil olur. Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
bir ifade vardır: «Bir köleyi rehin
etmiş
olsa, köle kaçsa,
rehin düşer. Eğer onu adam bulursa, rehin yine avdet eder. Deynden de kölenin
hesabı miktarınca düşülür. Eğer kölenin ilk kaçışı ise. Yoksa, hiçbir şey düşmez.»
Rehin bahsinin
sonunda şu da gelecektir: Mutlak ifade fasit rehine de
şamildir. Çünkü fasit rehin de
sahih rehin
muamelesi görür. Bunun beyanı
da rehinin sonunda gelecektir.
BİR TENBİH :
İmadiye'nin
otuzuncu faslında zikredilmiştir:
«Eğer bin liraya karşı iki köleyi rehin elmiş olsa,
bunlardan bir
tanesi ölse, ölen kölenin kıymeti borçtan daha çok olsa, onun helaki ile deynden
hiçbir şey
düşmez. Belki deyn hayatta olan
kölenin kıymeti ile helak olan
kölenin kıymeti üzerine
taksim edilir. Helak olan kölenin hissesine isabet eden düşer, hayatta kalan isabet eden kısım da
kalır. Yine,
bir adam bin liraya
karşı bir binayı rehin etmiş olsa,
bina kendiliğinden yıkılsa, borç
ayakta kalan
kısım ile kabız günündeki arsanın kıymeti üzerine taksim edilir. Ayakta kalan
kısma
isabet eden düşer,
arsaya isabet eden kısım ise kalır. Mebsut'ta da
böyledir.»
Bunun beyanı Tatarhaniye'de şöyle yapılmıştır: «Kırk dirhem değerindeki bir kürkü on dirheme
rehin etse, kürkü güve
yese, onun kıymeti on dirheme inmiş
olsa, o zaman rahin iki buçuk dirhemle
o rehini
çözer.»
Yani, helak olan
rehinin dörtte üçüdür. O zaman borçtan onun miktarı kadar düşülür. Nitekim
Bezzaziye'de
de böyledir. Bu hıfzedilsin. Zira, bu birçok kimseye gizlidir (çoğu bunu bilmez).
Musannıf
gelecek babın sonunda şunu zikredecekti.: Rehin edilen hayvanın
gözünün birisi gitmiş
olsa, borcun
dörtte biri düşer. Bunun beyanı
gelecektir. Yine ileride gelecektir ki, değer noksanlığı
borcun
düşmesini gerektirmez. Ama aynın noksanlığı bunun hilafınadır. Yani rehinin aynı
noksanlanırsa, noksanlığı miktarınca borcun düşmesi
gerekir. Yine ileride gelecektir
ki, rehin
edilen nesneden üreyen bir şey, nesneye tabi olarak rehin
olur, üreyen şey helak oldursa,
meccanen (karşılıksız)
helak olur. Ancak aslın helakinden
sonra helak olursa, o zaman o da
meccanen helak olmamış
olur. İnşallah bunların hepsinin beyanı gelecektir.
«Kıymetinden veya borcundan hangisi
daha az ise ilh...» Bu ibareden murad, yani eğer kıymet
borçtan az
olursa, onu tazmin eder. Yok borç kıymetten
az olursa, onu tazmin eder. O halde, helak
olan merhun,
onlardan hangisi daha az ise, onunla tazmin ettirilir.
«Şafiî'ye göre
emanettir ilh...» Yani onun hepsi
mürtehinin elinde emanettir. Onun helaki
ile borçtan
bir şey
düşmez. Bu husustaki kelamın tamamı
uzun kitaplardadır.
«Muteber olan,
kabzettiği günün kıymetidir ilh...» Hülasa'da şöyle denilir: «Rehinin hükmü şudur:
Rehin edilen
nesne eğer mürtehinin veya adil bir
kimsenin elinde helak olursa, onu onun kabzettiği
gündeki
kıymetine ve borca bakılır. Eğer onun
kabız günündeki kıymeti borcun misli ise, onun
helak olmasıyla
borç düşer...»
Zeylaî de şöyle der: «Onun kabız günündeki kıymetine itibar edilir. Ama
eğer onu bir yabancı telef
ederse, bunun
hilafınadır. Mürtehin yabancının helak
ettiği günün kıymetini ona tazmin ettirir ve o
kıymet yanında rehin olarak kalır. Bu bahsin
tamamı Minah'tadır.»
Mülteka
şerhinde de şu ziyade vardır: «Kıymet hususunda makbul olan söz mürtehinindir. Beyyine
getirmek ise, rehinin görevidir.»
«Nitekim Eşbah helak gününün kıymetinin muteber olduğunu
vehmetmiştir ilh...» Yani, üçüncü
fennin «semenü'l-misil» bahsinde.
Ben derim ki: Eşbah'ta olan ifadenin, mürtehinin istihlak
etmesine hamledilmesi mümkündür.
Bundan dolayı Remlî, bu kelamdan sonra şöyle demiştir: «Sen derin baktığın
zaman, sana helak ile
istihlak arasındaki fark açık olur. Bu sana açık olduğu zaman kesin olarak bilirsin ki, nesne
kendiliğinden
helak olduğu zaman muteber olan, onun kabız günündeki kıymetidir. İstihlak
suretinde ise, helak olduğu günün kıymeti muteberdir.
Çünkü helak o zaman vedia edilen emanete
varid
olmuştur.»
«Deynin miktarını beyan etmeden ilh... Ama eğer
beyan ederse, makbuz olan mazmun olur.
Bunun
sureti
şöyledir: Rehini şu kadar meblağ ödünç
vermek şartıyla almış
olsa, ödünç vermeden önce de
rehin aldığı
nesne onun zilliyetinde helak olsa, o zaman helak olan nesnenin kıymeti ile mürtehinin
isimlendirdiği
meblağdan hangisi daha az ise
onunla zamindir. Zira onu
rehindeki anlaşma fiyatıyla
kabzetmiştir.
Rehin anlaşmasındaki fiyatla kabzedilen, satın
alış anlaşmasındaki fiyatla
kabzedilen
gibidir. Ki,
nesne karşılıklı anlaşmadaki fiyatla
helak olsa, kıymetiyle zamin olunur. Tahavi'nin
şerhinde de
böyledir. Hamevi.
«Keza Kınye
ilh... Kınye'nin ifadesi aynen
şöyledir : «Rehinin fiyat anlaşması üzerine
kabzedilen
nesne, rahin
onun karşılığında alacağı meblağı
beyan edene kadar, onda başka bir deyn
de yoksa,
iki rivayetten en esahı üzerine helak olduğu
takdirde adam ona zamin olmaz. Ebu Hanife, Ebû Yûsuf
ve Muhammed
demişlerdir ki, mürtehin ona dilediği kadar verir. Muhammed'den, bir dirhemden
daha azını istihsan etmediği, de rivayet edilmiştir. Ebû Yûsuf'tan da helak olduğu takdirde onun
kıymetini
ödemesi lazımdır hükmü rivayet edilmiştir.»
Ben derim ki: Bu mesele,
söz verilen bir borç karşılığında rehin meselesidir.
Musannıf bunu
gelecek babın sonunda zikredecektir.
«Helak olduğu
takdirde ilh...» Evla olan, musannıfın bu kavli, «rehin anlaşması
üzerine kabzedilmiş
olan...» kavlinden daha evvel zikretmesiydi. Çünkü bu kavil, ondan evvelki kavlin
tamamlayıcısıdır.
T.
Bunun beyanı şöyledir: On dirhem kıymetindeki bir
elbiseyi on dirheme rehin
vermiş olsa; elbise
mürtehinin
yanında helak olsa, borç düşer. Ama eğer on dirhem karşılığında rehin
ettiği şeyin
değeri beş dirhem ise, nesne mürtehinin elinde
helak olduğu takdirde mürtehin kalan beş dirhemi
almak için rahine rücu eder. Eğer nesnenin
kıymeti on beş dirhem olursa, fazlası
mürtehinin
yanında emanet
olur. Kifaye.
Musannıf
burada helaki kayıtsız olarak, mutlak zikretmiştir.
O zaman, helak
borcun ödenmesinden
sonra olan helake
de şamil olur. O zaman helak
olduğu takdirde rahin ödemiş olduğu borcu geri
alır. Çünkü
helakla, mürtehinin geçmiş kabız
vaktinden alacağını tam aldığı tebeyyün etmiştir.
Bezzaziye ve diğer kitaplar. Rehin bahsinin sonunda
tafsilat gelecektir.
«Taaddi ile zamin olur ilh...» Eğer yirmi dirhem kıymetindeki bir elbiseyi on dirhem karşılığı rehin
vermiş olsa,
mürtehin sahibinin izni ile onu giymiş
olsa, giymesiyle elbisenin kıymetinden altı
dirhem noksanlanmış
olsa, sonra da rahinin izni olmadan giyse, izinsiz giymesinden dolayı da
kıymeti dört
dirhem daha noksanlaşsa, sonra kıymeti
on dirhem olduğu halde helak olsa, mürtehin
rahinden,
borcunun bir dirhemini alabilir. Dokuz dirhemi düşer. Çünkü rehin günü elbisenin yarısı
borç ile
mazmundu, yarısı da emanet idi. İzinle
giydiğinden
dolayı elbiseye gelen altı dirhemlik
noksanlığa
mürtehin zamin değildir. İzinsiz olarak giydiğinden dolayı
elbiseye gelen dört dirhemlik
noksanlığa
mürtehin zâmindir. O zaman dört dirhem noksanlığın karşılığında borçtan düşülür.
Kıymeti on dirhem iken helak olduğunda, yine onun yarısı
borç ile mazmun, yarısı da emanettir.
Mazmun
olunduğu miktarca mürtehin borcunu
ondan alır. O zaman ona bir dirhem kalır. Bir
dirhemle de rahine rücu ederek ondan alır. Zahiriye ve Haniye,
özetle.
«Burhansız
olarak helakini iddia etse, zamin
olur ilh...» Dürer ve Melikî'nin Mecma şerhinde de
böyledir. Bu ifadenin zahiri şudur ki, rehin edilen nesne helak
olduğu takdirde kıymeti neye ulaşırsa
ulaşsın,
mürtehin ona zamindir. Burhansız da onun davası tasdik olunmaz. Burhan ikame ettiği
takdirde
zaminiyet ortadan kalkar. Bu, İmâm
Mâlik'in mezhebidir. Hanefi mezhebine gelince, helak
ister
mürtehinin yemini ile, ister bürhan
ile sabit olsun, arasında fark yoktur. O halde mürtehin her
iki surette de
helak olduğu takdirde onun kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise, onunla
zamindir.
Nitekim Hakaik'ten naklen Şurunbulaliye'de de böyle izah
edilmiştir. İbnü'l-Halebî de
bununla fetva
vermiştir. Bu fetvanın misli Kazerûni'nin ve musannıfın fetvasında da
mevcuttur.
Allame Remlî'nin de bu meselede musannıfa uyarak ayağı kaymış, merhunun kıymeti neye ulaşırsa
ulaşsın,
mürtehinin zamin olacağına fetva vermiştir. Nitekim bu
fetvası Fetava'sında mevcuttur.
Yine, Minah
haşiyesinde de bu fetvasını sarahaten zikretmiştir.
Fetavay-ı Rahimiye sahibi, şeyhi
Şurunbulaliye'ye uyarak
Remlî'nin bu fetvasını reddetmiş ve
«Bu fetva re'sen Hanefi mezhebine
muhaliftir.
Hakka dönmek en doğrusudur.» demiştir.
«Zahir mallardan ilh...» Zahir mallar, hayvan, köle ve akar gibi mallardır. Batın malları ise, altın,
gümüş, ziynet
eşyası ve uruzdur. Dürer.
«İmâm Malik bu zaminiyeti batın mallara has kılmıştır ilh...» Yani İmâm Malik
mürtehin bürhansız
olarak merhunun helakini iddia ederse, eğer merhun
batın mallardan olursa, zamindir çünkü
bunlarda
töhmet vardır görüşündedir. Gurerü'l-Efkar.
«Yalnız akdin
feshiyle batıl olmaz ilh...»
Belki, bu fesihle beraber rehin edilen nesneyi rahinine
reddetmek de lazımdır. O zaman rehin batıl olur.
«Rehin de bakidir ilh...» Yani tazmin edilmiş olarak. Öyleyse, fesihten
sonra mal onun elinde helak
olursa, borç
düşer. Eğer rehin edilen nesne borcu karşılarsa.
Hidaye.
«Kabız ve borç
kaldığı müddetçe ilh...» Yani rehin mürtehinin elinde, borç da rahinin zimmetinde
kaldığı
müddetçe. Vanî.
«Bunlardan
birisi fev olursa ilh...» Yani
mürtehin rehini geri verir veya rahini borçtan ibra ederse,
artık rehin
diye bir şey kalmaz. O zaman da
mürtehinin zaminiyeti düşer. Zira, bir şeyin illetinin iki
vasfı olursa,
o iki vasıftan birisinin olmayışı ile
hüküm de olmaz.
Buna şöyle itiraz edilebilir: Eğer mürtehin
merhunu teslim etmeden evvel, borç
ödendikten sonra
rehin helak olursa, o zaman mürtehin zamin olur. Rahin
de ödemiş olduğu borcu geri ister.
Nitekim
yukarıda geçti. Bunun cevabı ileride gelecektir. Bu itiraz, cevabı ile birlikte
İnaye'dedir.
«Ne icare vermek ilh...» Mürtehin onu izinsiz olarak icare verirse, aldığı
ücret onundur. Nitekim
Rehin bahsinin
sonunda diğer ferleriyle birlikte bu
bahis gelecektir.
«Ne de iare etmekle
ilh...» Rehinde tasarruf babında
musannıf rehinin iare ahkamını, ister rahine,
ister bir
yabancıya, ister izinli, ister izinsiz olsun, zikredecektir.
«Menfaatlenmeyi ister rahin, ister
mürtehin istesin ilh...» Bunun birincisi, bütün metinlerde
sarahaten zikredilmiştir. İkincisi ise,
Dürerü'l-Bihar, Kerhî'nin
Muhtasar'ının şerhi ve Zahidi'nin
şerhinde tasrih edilmiştir. Bu ikincisinde Şafiî'nin
muhalefeti vardır. Şafiî'ye göre rahinin rehin
ettiği
şeyden, vat'in haricinde menfaatlenmeşi
caizdir. Birincisinde hiç ihtilaf yoktur.
Nitekim
Gurerü'I-Efkar'da da böyledir.
Burada
musannıfın zikretmediği şu mesele kaldı:
Mürtehin rehin olan evde otursa, ücret
vermesi
lâzım mıdır?
Hayriye'de, buna «Mutlaka ücret vermesi lâzım değildir. Yani ister
izin versin, ister izin
vermesin,
ister gelir getirmesi için yapılan
bir bina olsun, ister olmasın.» diye cevap verilmiştir.
Bunun misli
Bezzaziye'dedir.
Yine Hayriye'de;
«Eğer yetimin de olsa, ücret lâzım değildir.» diye cevap verilmiştir.
Bu bahis, gasb
bahsinin
sonunda geçti. Müracaat ediniz.
«Ancak izin verirse ilh...» Eğer mürtehin
rahinin izni ile rehin edilen nesneden menfaatlense, rehin
onun
kullanması sırasında helak olsa,
o zaman emaneten helak olmuştur. Bunda da bir ihtilaf
yoktur. Ama o rehin edilen nesne kullanmadan
evvel veya kullanmadan sonra helak
olursa, borç
karşılığı helak olmuş olur.
Eğer rehin edilen
nesne cariye ise, rahin izin de vermiş olsa, onu vat'etmek helâl değildir. Çünkü
fercin hürmeti
çok şiddetli bir haramlıktır. Şu kadar var ki, mürtehin onu vat'etiği takdirde had
vurulmaz. Biz
Hanefilere göre ücret vermesi
lazımdır. Mirac.
«Mürtehinin
rehinden menfaatlenmesi helâl değildir. ilh...» Minah'ta şöyle denilmiştir:
«Semerkant
ulemasının
büyüklerinden Abdullah Muhammed bin
Eslemî Semerkandî'den şu rivayet edilmiştir:
Hiçbir yönüyle merhundan mürtehinin menfaatlenmesi helâl değildir. Rahin ona
izin verse bile. Zira
onun izin
vermesi, faize izin vermektir. Zira
mürtehin borcunu kâmilen alacaktır, menfaatlenmek
ise, ona fazlalık kalacaktır.
O zaman bu menfaatlenme faiz olur ki, bu da büyük bir iştir. Ben
diyorum ki, bu rivayet bütün muteber kitaplara
muhaliftir. Çünkü bütün muteber kitaplarda
mürtehinin
rehinden menfatlenmesinin, rahinin izni ile olursa helâl olduğu zikredilmiştir.
Ancak, bu
helâl olmama diyaneten
helâl olmamaya yorumlanabilir. Muteber kitaplarda olan helâllik ise,
hükmen helâl olmaya yorumlanır. Sonra ben
Cevahirü'l-Fetava'da şunu gördüm: «Eğer o
menfaatlenme,
menfaatlenme şartı ile olursa, o zaman
o rehin menfaat karşılığı olan bir karz olmuş
olur. Menfaat
karşılığı karz da ribadır. Yoksa, eğer menfatlenme şart
kılınmamışsa, bir beis yoktur.»
Özetle.
Minah'ta olan
özetle budur, ve bunu oğlu Şeyh Salih de ikrar etmiştir. Hamevi de
onu şununla takip
etmiştir: «Faiz olan bir şeyde diyanet ile hüküm
arasında bir fark zahir olmaz. Şu da var ki, fetva
intifanın
mubah olması kavli üzerine zahir
olduktan sonra diyanet ile hükmün
uzlaştırılmasına
ihtiyaç yoktur.»
Ben derim ki: Cevahir'de olan, diyanet ile hüküm arasında
uzlaştırma yapmaya salihtir. Bu vecih
güzeldir de.
Fukaha bunun mislini şu meselede zikretmişlerdir: Karz isteyen bir kimse, karz verene
bir şey hediye etse,
eğer bu hediyesi şartlı bir hediye ise mekruhtur. Yoksa, mekruh değildir.
Şarihin
Cevahir'den naklettiği. «zamin değildir»
kavli de ifade ediyor ki, faiz değildir.
Zira faiz,
mazmundur. O
zaman «zamin değildir» kavli, şart kılınmayana hamledilir. Eşbah'ta zikredilen
kerahet de, şart kılınana hamledilir. Bunu da
şarihin rehinin sonunda gelecek olan şu kavli teyid
etmektedir: Bunu faiz ile illetlendirmek ifade eder
ki buradaki kerahet tahrîmî kerahettir.
Düşünülsün.
Eğer
mürtehinin menfatlenmesi bir şart ile bağlı ise, zamin olur. Nitekim
şu meselede Hayriye'de
bununla fetva
verilmiştir: Birisi bir zeytin ağacını mürtehinin zeytinleri
yemesi şartı ile rehin etse,
mürtehin
zamindir. Bu mesele, bir hediye
karşılık borcunu uzatmasının örneğidir.
T. diyor ki: «Ben
diyorum ki, halkın halinden genellikle anlaşılan şudur: Bir şeyi rehin verdikleri
zaman,
mürtehinin menfatlenmesini de irade ederler. Eğer o menfatlenme
olmasa, para verilmez,
denilirse, bu
şart menzilesindedir. Çünkü örf olan bir şey de şart gibidir. İşte bu da
menfaatlenmekten men etmeyi tayin eder. Allah daha iyisini
bilir.»
BİR FAYDA:
Tatarhaniye'de
aynen şöyle denilmiştir: «Eğer adam birisinden bir miktar dirhem
istikraz etse, ikraz
eden adama da iki ay kullansın diye eşeğini verse, veya oturması için evini teslim etse, bu fasit
icare menzilesindedir. Her iki surette de
kullanmış olduğu takdirde ona ecri misil vermesi lâzımdır.
Bu, rehin de olmaz.»
Biz bunu icare
bahsinde de takdim ettik.
«Yediği
takdirde ilh...» Rehin bahsinin sonunda musannıfın Fetava'sından şu gelecektir:
Zahir
şudur ki, bu
yeme, merhunenin bahasını yemeye şamil gelir.»
«Zamin
değildir ilh...» Yanı borcundan bir şey düşmez. Kınye. Yani asıl helak
olmadığı müddetçe.
Nitekim bunun
beyanı gelecektir.
METİN
Rehin olan
koyun mürtehinin zilyedinde ölse, o zaman borç koyunun kıymeti ile mürtehinin aynı
koyundan içtiği süt üzerine taksim edilir. Koyunun hissesine düşen borç düşer, sütün hissesine
düşen borcu o
mürtehin rahinden alır.
Eğer izin
vermeden menfaatlenirse, müteaddi olmuş olur. O zaman helak olduğu takdirde
ona
zamindir. Ama
onunla rehin batıl olmaz.
Mürtehin
alacağını istediğinde, mürtehine helak olduğu takdirde hakkını iki defa almış olmaması
için rehini
hazır etmesi emredilir. Ancak, ona bir taşıma gerekiyorsa, veya rehin
mürtehinin yanında
değil, rahin
ondan emin olmadığından bir adilin yanında ise, o zaman merhunu hazırlaması
emredilmez. Şerh-ı Mecma.
Mürtehin
rehini hazır ettiği zaman evvelâ onun alacağının hepsi ona teslim
edilir, sonra da mürtehin
rehini sahibine
teslim eder. Eşitlik gerçekleşsin diye.
Mürtehin
alacağını, akdin yapıldığı şehirden
başka bir şehirde talep ederse, hüküm
yine böyledir.
Eğer rehine bir
masraf gerekmiyorsa. Yok eğer onun taşınması için bir masraf gerekiyorsa,
hazırlamasa bile onun alacağı ona teslim edilir.
Zira onun üzerine vacip olan bir mekandan bir
mekana nakletmek değil, tahliye manasına olan teslimdir.
Kuhistanî
Zahire'den şunu nakletmiştir: «Rehin mevcut olmakla beraber mürtehin onu o an
hazırlamaya
asla kadir değilse, ona merhunu hazırlaması emredilmez.»
Şu kadar var
ki rahin merhunu teslim almadan borcu ödediği takdirde mürtehine rehinin helâk
olmadığına
dair yemine verdirebilir. Bu hazırlama
emri, rahin eğer helaki iddia ederse verilir. Eğer
helaki iddia etmezse, mürtehinin merhunu hazırlamasında
bir fayda yoktur.
Aydan aya ödemek
üzere aldığı borcun ödenmesi sırasında da hüküm böyledir. Eğer korkuyorsa
hazırlaması emredilir, eğer korkmuyorsa, emredilmez.
Nitekim bunu İbn-i Sıhne de böyle tahrir
etmiş ve
nazmen şunu söylemiştir: «Borç ona
verilmez, o rehini hazırlayana kadar. Veya merhun
akit yapılan yerde değilse ve taşımak da zorsa. Aylık
taksitte de hüküm böyledir. Yalnız borçlusu
helaki iddia ederse o zaman hazırlanır. Bu Nihaye'de de zikredilir.»
Borcunu talep
eden mürtehine rehini hazırlaması, rehin rahinin emri ile adil
bir kişinin yanına
konulmuşsa, teklif
edilmez. Yine, mürtehine, rahinin izni ile sattığı rehin semenini hazırlaması da
teklif edilmez.
Ta, borcunu habzedene kadar. Zira mürtehin o rehini rahinin
izni ile satmıştır.
Semeni alınca, hazırlaması teklif edilir.
Çünkü semen, rehinin yerine kaimdir.
Mürtehine,
rahinin borcunu ödemesi için rehini satış imkânı vermesi teklif edilemez.
Çünkü rehinin
hükmü,
mürtehin alacağını alıncaya
kadar, daima yanında hapsetmektir.
Kendisine alacağının bir
kısmı ödenmiş veya
bazısını ibra etmiş mürtehine rehinin bazısını teslim etmesi de teklif
edilmez.
Geri kalan alacağını alana veya ibra edinceye
kadar. Bu hüküm de, mebiin hapsine itibar edilir.
Mürtehine,
rehini bizzat kendisinin veya ailesinin
hıfzetmesi vaciptir. Vediada olduğu
gibi. Eğer
kendisinin veya ailesinin
gayrisi merhunu korursa, zamindir.
Nitekim vedia bahsinde geçti.
Mürtehin,
rehini îda', iâre, icâre, istihdam etmesiyle ve taaddi ile
kıymetinin hepsine zamin olur. O
zaman borç
onun miktarınca düşer. Yine mürtehin, rehin edilen yüzüğü
sol serçe parmağına veya
Radi'nin
ihtiyarına göre sağ serçe parmağına takmakla da
bütün kıymetine zamin olur. İster kaşını
avucunun içine
getirsin, ister getirmesin. Bercendi bununla fetva vermiştir.
Şu kadar var
ki, biz yasaklar bahsinde Bercendi'nin rehin kitabından naklen takdim
ettik ki, sağ
parmağa takmak rafizilerin şiarındandır. Ondan
kaçınmak da vaciptir.
Ben derim ki: Şu kadar var ki, zamanımızın adeti, sol
parmağa da takmaktır. O zaman lâyık olan,
gelecek kılıç meselesine
kıyasla,
mürtehinin zamin olmasının lüzumudur. Tahrir edilsin ki, başka
bir parmağına
takmakla zamin olmaz. Ancak mürtehin kadın olursa, hangi parmağına takarsa
taksın
zamin olur.
Çünkü kadınlar yüzüğü başka parmaklarına da takarlar. O zaman onun takması
rehini
korumak değil kullanmak
olur. İbn-i Kemal, Zeylaî'ye isnatla.
Murtehin,
kendisine rehin edilen üç kılıcı değil, iki kılıcı beline bağlarsa, zamin olur. Zira yiğitler
adeten iki kılıç kuşanırlar.
Ama kimse üç kılıç kuşanmaz.
Rehin edilen
yüzüğü diğer bir yüzüğün üzerine
taksa, o adamın adetine bakılır. Eğer o adam üst
üste iki yüzük
takarak süsleniyorsa, o zaman helâk
olduğu takdirde zamin olur. Yok
eğer iki yüzüğü
üst üste takma
adeti yoksa, o zaman korumuş
olur, helak olduğu takdirde zamin olmaz.
İZAH
«İçtiği süt
üzerine ilh...» Yani rahinin izni ile içtiği süte. Nitekim bu rahin
kelimesi Velvaliciye'de
sarahaten zikredilmiştir.
«Sütün hissesine düşen borcu alır ilh...» Yani mürtehin
rahinden sütün hissesine düşen parayı
alır.
Zira ileride gelecektir
ki, rehinin artışı, asıl rehinle birlikte o da rehindir. O
artışı rahinin izni ile
mürtehin telef
ettiği zaman, onu sanki rahin telef etmiş olmaktadır. O zaman o,
rahinin üzerine
mazmundur. O
zaman buna da borçtan bir hisse düşer. İşte
bizim az önce geçen kavlimizin manası
da, budur. Bu
bahsin tamamının beyanı rehin bahsinin
sonunda gelecektir.
«Müteaddi
olmuş olur ilh...» O zaman, gasıb gibi onu zamin olur. Eğer sonra muvafakate dönerse,
yine onun
elindeki nesne rehin olur. Bu bahsin tamamı gelecektir.
«Hakkını iki defa almış olmaması için ilh...» Yani, rehin edilen nesnenin helaki takdir
edilirse iki
kere almış olur.
Gurerü'l-Efkâr'da şöyle
denilir: «Mürtehin merhunu hazırlamazdan önce rahine borcu ödemesi
emredilirse, çoğu kez rehin helâk olur ve o zaman
da borçlu borcunu iki defa ödemiş
olur.»
«Ancak ona bir taşıma gerekiyorsa ilh...» Çünkü onu taşımaktan acizdir.
Şerh-i Mecma.
Yani, hükmen
onu taşımaktan acizdir. Çünkü mürtehine masraf lazım gelir.
Şilbi şunu nakletmiştir:
«Eğer merhun rehin edildiği şehirde ise,
borçlu borcunu ödediği sırada
mürtehine
mutlaka merhunu da hazırlaması emredilir.
Eğer merhun rehin edildiği şehirde değilse, o
zaman bakılır. Eğer onun hazırlanması için taşıma ve
masraf yoksa, hüküm yine böyledir.
Eğer o
taşınacaksa, o zaman
mürtehine onu hazırlaması emredilmez.»
T. Mecma şerhinde olan «acizdir» sözünü buna hamletmiştir.
Ben derim ki: Fukahanın kelamından ilk akla gelen de budur. Fakat burada düşünmek gerekir. Zira
mürtehin
üzerine vacip olan tahliyedir, nakil değil.
Nitekim ileride gelecektir. Bu da Bezzazîye'de
olana
muhaliftir.
Zira Bezzaziye
sahibi şöyle demiştir: «Mürtehinin rehini
hazırlamasında eğer bir meşakkat
ve
masraf yoksa
hazırlaması emredilir. Eğer varsa, yani başka bir yerde ise, o
zaman hazırlaması
emredilmez.»
Zahire'de de şöyle
denilmiştir: «Rehinde asıl kaide şudur:
Eğer mürtehin mihnetsiz, meşakkatsiz
merhunu
hazırlamaya kadir ise, hazırlayana
kadar rahin borcu ödemekten imtina edebilir. Merhun
olan nesne mevcut olmakla birlikte eğer onu hazır etmeye asla kadir değilse, veya ancak mihnet ve
meşakkatle kadir ise, o zaman hazırlaması emredilmez.»
Bu kelamdan sonra da Zahire sahibi şöyle demiştir: «Rahin
mürtehine rehin akdi yapılan şehirde
rast gelirse, rehin de cariye ise borcunu ödeyeceği
zaman cariyesinin de hazır olmasını emreder.
Çünkü
mihnetsiz olarak onu hazırlamaya
kadirdir. İşte biz mihnet ve meşakkatin bulunduğu yerde
kıyası terk
etti, geri kalan yine kıyasın aslı üzerine kaldı.» Özetle.
«Mürtehin
rehini sahibine teslim eder ilh...» Öyleyse, mürtehin
alacağını aldıktan sonra, rehini
teslim etmeden
önce, rehin helak olursa, rahin ödemiş olduğu borcu geri
alır. Çünkü rahin geçen
kabızla malın helak olduğunda hakkını tam vermiş olur. Borcu ikinci defa
ödemesi, hakkını tam
ödedikten
sonra ikinci bir ödeme olur. O zaman ikinci ödemenin reddi vacip
olur. Hidaye. Bu bahis
rehinin
sonunda gelecektir.
«Eşitliğin
tahkiki için ilh » Yani her birinin hakkını
tayinde eşitliğin gerçekleştirilmesi için.
Zahire'de
şöyle denilir: «Zira mürtehin rahinin hakkını
tayin etmiştir. Rahinin de, mürtehinin hakkını
tayin etmesi üzerine vaciptir. Ancak şu kadar var ki, dirhem ve dinarların tayini,
tayinin hasıl olması
için ancak teslimle vaki olur.»
Bu kavil, evvelâ borcun teslim edilmesinin vacip
olmasının illetidir. Hazırlamanın illetine gelince, o
şarihin «iki defa ödememesi için» sözünün
izahında geçti.
«Kaim olmakla beraber ilh...» Musannıf bu kavliyle şundan kaçınmıştır: Helak olduğu
için rehini
hazırlamaya
kadir olmadığı takdirde.
«Hazırlaması emredilmez
ilh...» Bir mihnet ve meşakkatten
dolayı kadir olmadığında nasıl
hazırlaması emredilmezse, burada da hazırlaması emredilmez. Bu kavil de yine
Zahire'de
zikredilmiştir.
«Şu kadar var ki rahin ilh...» Musannıf'ın bu kavli «eğer hazırlamasa»
sözü üzerine istidraktir. Yani
eğer mürtehin
rehini hazırlamazsa, rahin onu rehinin helak olmadığına dair yemine verdirir.
Musannıfın
«hazırlaması emredilmez» kavli de makablinin kaydıdır. Metnin ibaresi de bunu ifade
eder. Musannıf
burada, Zahire, Kifaye ve diğer
kitapların ibaresine uyarak «şu kadar
var ki» sözünü
zikretmiştir.
«Ona Yemin
verdirir ilh...» Yani katiyet üzere yemin verdirir. Çünkü bu yemin verdirme mürtehinin
elindeki helaki üzerine yemin verdirmedir.
Zahire.
«Aydan
aya ödenmek üzere aldığı borcun
ödenmesi sırasında da hüküm böyledir
ilh...» Yani eğer
borç taksitle
ödenecekse, taksidin birinin
ödenmesi vakti geldiğinde yine rahin ondan rehinin
hazırlanmasını ister.
Nihaye'de şöyle denilir: «Mürtehine borcun tamamını almak için rehini hazırlaması
nasıl teklif
edilirse, aylık
ödenecek taksidin alınmasında da ona rehini hazırlaması
emredilir. Rehini
hazırlamasının emredilmesi; rahinin, rehinin
helâkini iddia ettiği. Kadı'dan da mürtehinin rehini
hazırlaması için emretmesini talep ettiği takdirdedir.
Ki, onun hali zahir olsun. O zaman, rehin
edilen nesne, rehin akdi yapılan şehirde ise, Kadı ona merhunu hazırlamasını
emreder. Ama eğer
rahin merhunun
helâkini iddia etmezse, mürtehinin rehin edilen nesneyi hazır etmesine ihtiyaç
yoktur. Çünkü
onun hazır etmesinde bir fayda yoktur.» Özetle.
Bunun misli
Zeylaî'de de mevcuttur. Tarsusî, Nihaye'nin ifadesine şu şekilde itiraz etmiştir: «Bu
böyledir, eğer rahin rehinin helakini
iddia ederse...» kaydının
kendi indinden yapmıştır. Ki bunu da
hiçbir alime isnat etmemiştir. Nihaye'nin bu takyidi
fasittir. Zira Nihaye'nin bu takyidinde hükümde
ihtiyatı terk etmek vardır. Rahin her ne kadar
helaki iddia etmese bile, rahinin iki defa para
ödememesi için kadı mürtehine rehini hazırlamasını
emreder. Ancak, Kadı mürtehine, eğer rahin
mürtehinin
yanında baki olduğunu tasdik ederse,
rehini hazırlamasını emretmez.»
Tarsusî'nin bu
itirazını İbn-i Vehban ikrar ederek;
«Ben yanımdaki kitapları tetebbu
ettim. Nihaye
sahibinin bu
yapmış olduğu takyidi bulamadım. Fukahanın ibaresi de Tarsusî'nin
zikrettiğinin sahih
olduğunu ifade
etmektedir. Kıyas ise,
Nihaye'de olanın sahih olmasını
gerektirir. Zira asıl,
merhunun helak
olmamasıdır. Merhunu talep etmek de rahinin hakkıdır. O talep
etmediği takdirde
hakimin üzerine
mürtehini rehini hazırlamaya cebretmesi vacip değildir. Helak olmadığı üzerine
yemin verdirmek
de, rehinin hazırlanmasında taşıma ve zorluk varsa. Bu iki kavil üzerine merhunu
hazırlama emri gibi olur.» demiştir. İbn-i Şıhne'nin
Vehbaniye şerhinden özetle.
Sonra İbn-i
Şıhne meseleyi tahrir ederek, orada bir tafsilat ihtiyar etmiştir. Tafsilat şudur: «Deynin
tamamının
ödenmesi meselesinde mutlaka rehinin hazırlanması
lâzımdır. Çünkü geçen illet bunu
gerektirmektedir. Ama
deynin bir taksidini ödemeye gelince, onda rehinin hazırlanması lâzım
değildir.
Ancak rahin merhunun helâk olduğunu iddia
ederse, hazırlanması lâzımdır. Çünkü ondan
bir taksit
ödemekle hakkını tam ödemiş olmaz. O
zaman mürtehin de rehinin hepsini hazırlamaya
cebredilmez. Şu kadar var ki, helak davası varsa, o zaman
hazır etme talebi teveccüh eder.
Mürtehinin
rehini hazır etmesi de lâzım olur. Sonra, yemin verdirmek de bu
tafsilat üzeredir.» Özetle.
İbn-i Şıhne bu
tafsilatı gelecek nazmında da irad etmiştir.
Şurunbulali
şöyle demiştir: «Şarih, müddainin talebinin yalnız
bir taksidi ödeme ile mukayyet
olduğunu
anlamıştır. Şu kadar var ki, şarihin böyle
anlaması, müsellem değildir. Zira sen Zeylaî'nin
Nihaye'nin kelamına
muvafık olan kelamından bunu bildin.».
Ben derim ki: Bana zahir olan şudur: Hak Nihaye sahibinin sözüdür. Bu kayıt da, Şurunbulali'nin
anladığı gibi,
her iki meselenin kaydıdır. Yani borcun tam ödenmesi meselesi
ile bir taksidin
ödenmesi meselelerinin. O zaman Kadı'ya mürtehine rehini hazırlaması için emretmesi lâzım
değildir.
Ancak, rahin hazır olmasını talep eder
ve merhunun helakini iddia ederse. o zaman
mürtehine
hazırlamasını emreder, çünkü bu talep rahinin hakkıdır. Buna da
Zahire'de olan şu ibare
delalet eder: «Helak
olmadığı üzerine yemin verdirme rahinin talep etmesiyle kayıtlıdır. Kuhistanî de
buna tabi
olmuştur. Bunun misli
Gurerü'l-Efkâr'da da mevcuttur.»
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Eğer rahin helakini
iddia ederse, mürtehin merhunun mevcut olduğuna
yemin eder.
Mürtehin yemin ettiği zaman rahine
borcu ödemesi emredilir.» Görülüyor
ki bu
meselede fukaha «deynin tam ödenmesi» ile, «bir taksidin ödenmesi» şeklinde kayıt
yapmamışlardır.
Geçenden rehini hazırlamakla emretmek ve yemin verdirmenin eşit olduğunu ve bu
konudaki
ihtilâfları sen bildin. Merhun menkul ise Kadı'nın üzerine mürtehine, helak
olmadığına dair, yemin
verdirmek
vacib değildir. Ancak hak sahibi olan rahin mürtehinin yemin etmesini talep ederse, o
zaman Kadı'nın
ona yemin verdirmesi vacip olur. Nasıl Kadı'nın üzerine mürtehine
yemin verdirmek
vacip değilse,
rehini hazırlaması için Kadı'nın mürtehine emretmesi de vacip değildir. Ancak, hak
sahibi olan rahinin talebi ile emreder. İşte benim kısa fehmime zahir olan budur. Allah-u a'lem.
«İbni Şıhne de
böyle tahrir etmiş
ilh...» İbni Şıhne'nin tahrir ettiği
yukarıdaki yapmış olduğu
tafsilattır.
Nitekim sen bildin. Bunu T. ifade etmiştir.
«Borç ona
verilmez ilh...» Yani mürtehin rehini
hazırlamadığı müddetçe rahin borcu tamamen
ödemez. Her ne
kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. Ancak, merhun rehin akdi yapılan
şehirden başka bir şehirde olursa, onu akit yapılan şehre getirmek için masraf
gerekiyorsa o zaman
borcu tamamen
verir. Ama kendisi de mürtehine rehinin
helak olmadığına dair yemin
verdirebilir.
Musannıf'ın: «aylık
taksitte de böyledir» sözü, yani rahin vadesi gelmiş takdirini mürtehin rehini
hazırlamadığı
müddetçe vermez. Her ne kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. O zaman
taksit ödemekle deyni tam ödemenin hükmü eşit olur. Bu da
Nihaye'de olan hükmün gayrıdır.
Nihaye'de olan ifadeye gelince; borcu tam ödemekle taksit ödemek arasında fark vardır. Şöyle ki,
aylık ödemede borçlu helaki iddia
edene kadar mürtehine rehini hazırlaması emredilemez. İbn-i
Şıhne buna da
«ister talep etsin, ister etmesin» sözüyle işaret etmiştir. Zira
İbn-i Şıhne'nin «Rehini
hazırlamadıkça» sözü ifade ediyor ki, mürtehine rehini hazırlaması emredilir, taksit ödeme
suretinde
rehini hazırlamakla emredilmez. Ancak rahin helaki dava ederse emredilir. İşte bu,
nazmın İbn-i
Şıhne'nin anladığı şekildeki takriridir. İbn-i Şıhne şöyle anlamıştır: Merhunun
hazırlanması, taksit meselesinde Nihaye'nin kelamında rahinin helak
davası ile kayıtlıdır.
Aralarındaki fark da budur.
«Akit yapılan
yerde değilse ilh...» Bu kavil,
Şilbi'den naklen geçen tafsilatı teyit etmektedir.
Sâyihânî diyor ki: «Buradaki «veya», «ancak» manasınadır.
Veya
kelimesinden sonra gelen fiilin
mensub olması lâzımdır. Ancak, şiirde meczum olarak gelmiştir.
O zaman onun «hazırlamadıkça»
üzerine atfı
sahih olur. Yani akit yapılan şehirde
olduğu müddetçe, para verilmez. Akit yerinde
olmadığı
müddetçe para verilir. Şu kadar var ki, o zamanda, «taşımak da
zordur» sözü uzak olur.
Çünkü merhun
akdin yapıldığı yerde olursa, taşınması gerekmez. Ancak şöyle
denilebilir ki,
mürtehinin
rehini evine götürmesi mümkündür. O
zaman da beytin manası şöyle olur: «Yani rehin
akit yerinde
olursa, mürtehine para verilmez. Ancak onun hazır olması için meşakkat
ve taşıma
yoksa, mürtehin
hazırlarsa, ödenir.» Bu şekilde tevil edilse, Şilbi'den
geçen ifadeye muhalif olur.
Ama bizim
Bezzaziye ve Zahire'den naklen takdim
ettiğimizi de teyit eder. Şu kadar var ki bu şeklide
yorumlamak da çok uzaktır.
«Teklif edilmez ilh...» Çünkü ona emanet edilmemiştir.
Zira ondan başka bir adama verilmiştir. Onu
teslim etmek de mürtehinin kudretinde değildir.
«Adil bir kişinin ilh...» Adil, rehinin yanına
konulduğu kimsedir. Buna hususi bir bab gelecektir.
«Rahinin izni
ile satmıştır ilh...» Yani onun izni ile satmıştır. O zaman sanki mürtehin
ile rahin, her
ikisi rehini feshetmişler, satılan merhunun
semeni de rehin olmuş, semeni de ona teslim etmemiş,
belki adil bir kişinin yanına bırakmıştır. Bu bahsin tamamı Hidaye ve şerhlerindedir.
«Satış imkânı vermesi teklif edilemez ilh...» Yani deynin karşılığında satılması için rehini rahine
teslim etmesi teklif edilemez. Zira mürtehinin
onların bey akdi yapmalarına mani olma gücü yoktur.
Şurunbulaliye.
Evet, öyle ama, bey'in nafiz olabilmesi mürtehinin icazetine veya borcun
ödenmesine tevakkuf eder.
Onun feshi ile
de rehin esah kavle göre fesih olmaz. Bunun beyanı
gelecektir.
«Mebiin
hapsine itibar edilir ilh...» Yani bayiin yanında hapsedilmesine.
Zira bayie, semenin bir
kısmını almakla mebinin
bir kısmını teslim etmesi lâzım gelmez. Şu kadar var ki, adam
iki köleyi
rehin etse, her bir köle için belirli bir para alsa, bunlardan birisinin parasını ödediği
takdirde onu
alabilir. Ama
bey' böyle değildir. Nitekim
gelecek babda musannıf bunu zikredecektir.
«İyalinin
hıfzetmesi ilh...» Şahsın iyalinden sayılmak için
beraber oturmaları gerekir. Ama
beraber
oturan kimse ister
mürtehinin nafakasında olsun, ister olmasın. Karısı,
kızı, oğlu, hizmetçisi gibi.
Koca, yevmiyeli
değil, aylık veya senelik çalışan
işçi iyaldendir. Mufaveze ve inan şirketi
ortaklarının
hükmü de kişinin iyalinden olan kimseler gibidir. Karısı ve çoğunda, iyalinde olması
şart değildir.
Gurerü'l-Efkar.
«Hepsi ile zamindir ilh...» Yani kıymetinin hepsi ile zamindir. Bu zaminiyet, rehindeki zaminiyet
değil, gasptaki
zaminiyettir. Bundan murat şudur ki, eğer bu şeyler sebebiyle helak olursa zamindir.
Herhangi bir
şey ki, o fiille mûda' (kendisine emanet bırakılan) zamin olur, o fiil ile
mürtehin de
zamin olur.
Mûdaa zamin etmeyen fiiller mürtehini
de zamin etmez. Ancak şu
kadar var ki, vedia
kendiliğinden
telef olursa, tazmin edilmez. Nitekim Camiü'l-Fusuleyn'de olduğu gibi.
Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Eğer mürtehin rahine
muhalefet eder, sonra muhalefetinden
dönerse, yine
o nesne kendi hali üzere rehindir. Öyleyse eğer mürtehin
muvafakati iddia eder, rahin
onu yalanlarsa.
rahinin sözü tasdik edilir. Çünkü o tazminatın sebebini ikrar etmiştir.»
BİR TEMBİH:
Mürtehin
rehini bildirmeden ölse, zamin olur. Nitekim Hayriye ve diğer kitaplarda
olduğu gibi.
«Taaddi ile ilh...» Bu geneli özel üzerine atıftır.
Yani izinsiz olarak okuma, bey, giymek, binek
hayvanı ise binmek, oturmak gibi. Kuhistanî.
«Kıymetinin hepsine ilh...» Yani kıymeti neye
ulaşırsa ulaşsın, kıymetine zamindir. Çünkü mürtehin
bu fiilleri
yapmakla gasıb olmuştur. İtkanî.
Hidaye'de şöyle denilmektedir: «Zira rehinin deynin miktarından fazlası emanettir. Emanetler de
taaddi ile
tazmin olunurlar.»
«Borç onun
miktarınca düşer ilh...» Yani deynin
hepsi düşer. Eğer deyn tazmin ettiği
miktar kadar
ise. Yok eğer deyn
fazla ise. mürtehin, rahinden, rehinin kıymeti daha fazla ise, rahin mürtehinden
fazlayı alır.
Evla olan bu kavli hazfetmekti. Çünkü yakında metinde gelecek tafsilat vardır.
«Radi'nin
ihtiyarına göre ilh...» Ben diyorum ki, Bezzaziye ve diğer kitaplarda olan şudur
ki, bu kavli
Radi değil, Serahsi ihtiyar etmiştir, öyle sanıyorum ki, buradaki «Radi'nin ihtiyarına göre» ifadesi,
yazanların
tahrifidir. Zira bu isimde benim bildiğim kadarıyla, Hanefi İmâmları arasında
meşhur olan
kimse yoktur
Radi ile Serahsi ayrı ayrı üç âlim değil, H.
571 de vefat eden Radıyyuddin Muhammed es-Serahsi
adlı hanefî
fakihidir. H. 490 da vefat eden Mebsut sahibi Şemsüleimme Serahsi, Radıyyuddin
es-Serahsi ile karıştırılmamalıdır (bkz. Taşköprüzâde, Tabakatülfukaha, s. 75, 104)
«Bercendi'nin
rehin kitabında ilh...» Yani Bercendî'nin şerhinden, rehin kitabından. Sarih yasaklar
bahsinde
takdim ettiğini de Bercendî'ye nispet
etmemiştir. Evet, bu bahsi Bercendî'ye
Dürrü'l-Munteka'da isnat etmiştir.
Zira musannıf orada; «Bu şekilde Bercendî, rehin
kitabında
Keş-fü'l-Pezdevi'den nakletmiştir.»
demiştir. Bazı nüshalarda da «burada» kelimesinin
yerine
«orada» kelimesi kullanılmıştır.
Bunun şerhinde T. diyor ki: «Yani sağ
el bahsinde.»
«Ben derim ki: şu kader
var ki ilh...» İşte bu, yasaklar
bahsinde şarihin zikrettiğinin manasıdır ki,
o
şiar olmuştur.
Biz yasaklar bahsinde şunu takdim
ettik: Hak şudur ki, sağ parmak ile sol parmak
arasında eşitlik vardır. Çünkü yüzüğün her ikisine takılması da Seyyidü'l-Ahyâr olan Peygamber
(S.A.V.)'den sabit olmuştur. Sonra bu istidrak,
istidrak üzerine istidraktir. Bu, metinde olan sağ
parmak ile sol parmak arasındaki eşitliği
teyit etmektedir. Şöyle ki, hangisine takılırsa
takılsın, o
rehini
hıfzetmek değil, kullanmaktır. Bundan ötürü onu serçe parmağına takmakla zamin olur. Bu
izah üzerine şarih'in «layıktır» sözüne de ihtiyaç
yoktur. Çünkü o metinde olanın aynıdır. Hidaye
ve
diğer
kitaplarda da sarahaten zikredilmiştir. Onun ispatı için
araştırmaya ve ehli olmadığımız için
de
kıyas yapmaya ihtiyaç yoktur.
«Başka bir parmağına takmakla zamin olmaz
ilh...» Yani serçe parmağı dışındaki bir parmağa
yüzüğü
takmakla, helak olduğu takdirde zamin olmaz. Bu meselede asıl şudur: Mürtehin rehini
kullanmakla korumakla
izinlidir. Öyleyse rehin olan bir yüzüğü
serçe parmağına takmak, o yüzüğü
kullanmak demektir ve zımaniyeti icap ettirir. Başka bir parmağa takmak ise onu takmak değil,
korumaktır.
Çünkü adette serçe parmağın dışında başka bir parmağa yüzük
takılmaz. O zaman
serçe parmak dışındaki parmaklara takmakla zamin olmaz.
Yine,
kendisine rehin edilen bir taylasanı
(baş ve boyun şalı) giyinse, ona zamin olur. Çünkü
giyinmek kullanmaktır. Ama taylasanların mutat giyilişi gibi giyinmese, meselâ
omzuna atmış olsa,
zamin olmaz, çünkü o korumaktır.
Sonra burada
zamin olmamaktan murat, kullanmak değil, korumak
sayıldığı yerde gasp zaminiyeti
gibi zamin
olmaz demektir. Yoksa asla zamin olmaz demek değildir.
Çünkü rehin olan bir şey
kıymeti veya
borçtan hangisi daha az ise onunla mazmundur. Nitekim bu, Tahavi şerhinde de tasrih
edilmiştir.
İtkanî, özetle.
«Yiğitler
ilh...» Hidaye ve Tebyin'de de
böyledir. Bunun zahiri şudur ki mürtehin eğer
yiğitlerden
değilse zamin olur. Halbuki fakihler, yüzüğün takılmasında mürtehinin kendi haline itibar
etmişlerdi. Zahir şudur ki burada; «eğer kılıcı rehin alan kimse yiğitlerden ise» manası
kastedilmiştir. Zira, Kadıhan ve diğerlerinin sözü buna delalet eder. Çünkü onlar, iki kılıç
rehin
edildiği
takdirde mürtehin her ikisini de takarsa, o da kullanma olur,
demişlerdir. Görülüyor ki
burada da
yüzük meselesinde olduğu gibi
mürtehinin haline bakılır. O zaman metinde olan ifade de
Kadıhan ve
diğerlerinin ifadelerine göre
yorumlanır. O zaman kılıcı takanın hali ile yüzüğü takanın
hali arasındaki münâfat kalkar. Sen anla.
«Üç kılıcı değil ilh...» Yani o zaman üç kılıcı
takarsa kullanmak değil, korumak
olur. Zamin de olmaz.
«Tüzüğü diğer
bir yüzüğün üzerine taksa ilh...»
Yani ona iki yüzük rehin edilmiş olsa,
oda ikisini
birbiri
üzerine aynı parmağa taksa, o
zaman adete bakılır. Zeylaî.
Yani
mürtehinin adetine bakılır. Eğer başkasının
adetine muhalifse, zamin olur.
Yoksa, korumaktır,
zamin olmaz.
Nitekim mabadinden de bö-le anlaşılmaktadır.
METİN
Eğer borcun
cinsinden mezkur kıymetle hükmedilirse, o zaman, rahin ile mürtehin yalnız kıymeti
ödemekle ödeşmiş olurlar. Eğer borcun ödeme vakti gelir,
mürtehin de rahinden fazlalık isterse,
arada bir fazlalık
varsa, o zaman fazlalığı alır. Ama eğer borç vadeli ise, o zaman mürtehin helak
olan rehinin
kıymetini zamindir ve o kıymet onun yanında
rehin olur. Borcun ödeme vadesi
geldiği
zaman onu borç
karşılığında alır.
Eğer cinsinin hilafına olan bir kıymetle hükmedilirse, o zaman
o rehinin cinsinin hilafına olan
kıymet, rahin
borcunu ödeyene kadar olan yanında rehin olur. Çünkü rehin
bedelidir, ve rehin
hükmünü almış
olmaktadır.
Rehin edilen
nesneyi korumak için icarlanan evin, bekçinin ve koyunların yatak yerinin ücreti
mürtehinin
üzerinedir. Ama merhum hayvan ise, onu
otlatan çobanın ücreti, köle ise nafakası,
arazi
ise ondaki öşür ve haraç da rahinin üzerinedir.
Bunda asıl kaide şudur: Rehinin maslahatı ve baki
kalması için yapılan masraflar rahinedir. Çünkü
rehin onun
mülküdür. Korunması için gereken masrafların hepsi ise mürtehin
üzerine vaciptir.
Çünkü onu
mürtehin hapsetmiştir.
Muhakkak bilinsin ki, eğer bunlardan rahine bir
şey şart kılınmış olsa, rahinin ödenmesi
lazım
değildir.
Kuhistanî, Zahire'den.
Rehinin
tamamının mürtehinin eline geri getirilmesi masrafı,
kaçan köleyi yakalayıp getirene verilen
ücret gibi, veya
ondan bir parçasının eski
haline reddi, meselâ yarasının tedavisi
gibi ücretler iki
kısma ayrılır:
Mazmun ve Emanet. Mazmun olan kısım
mürtehinedir, emanet olan kısmın ücreti de
rahinindir.
Eğer kıymeti borçtan fazla ise.
Yok eğer borçtan fazla değilse, o zaman mürtehinin
üzerinedir.
Yine rehinin
hastalık ve yaraların tedavisi ve işlediği cinayetin fidyesi de,
eğer rehin edilen
nesnenin
kıymeti borçtan fazla ise, ikiye
taksim edilir. Rehin karşılığında olan kısmın masrafı
mürtehinin,
borçtan fazla olan kısmın karşılığı olan masraf da rahinin
üzerinedir.
Rahin veya mürtehinden birisi üzerine vacip olan şeyi
diğeri öderse, müteberri olur. Ancak,
Kadı'nın emri
ve onu diğerinin üzerine borç bulması ile öderse, o zaman diğerine rücu
ederek
ondan alır.
Ama Kadı'nın sarahatsiz, mücerret emri
ile ve üzerine borç kılması ile
rücu edemez.
Mültekit'te
olduğu gibi.
İmâmdan, eğer diğer arkadaşı hazır ise, hazır olan
adamın üzerine vacip olan şeyi yaparsa, mutlaka
rücu
edemeyeceği rivayet edilmiştir. Ama
ikinci İmâm buna muhalefet etmiştir. Bu mesele de hacr
meselesinin fer'idir. Zeylaî.
Rahin, «Rehin
ettiğim nesne bu değildir.» dese. mürtehin de «Hayır, senin bana rehin verdiğin
nesne budur.»
dese, makbul olan söz mürtehinindir. Çünkü onu mürtehin kabzetmiştir. Ama bunun
hilafına, eğer
mürtehin rehin edilen nesneyi kendisi kabzettikten sonra rahine geri verdiğini iddia
etse, rahin de inkâr etse, o zaman makbul olan
söz rahinindir. Çünkü o inkâr etmektedir. Eğer ikisi
de burhan
getirseler, yine makbul olan burhan
rahinindir. Borçta fazlalığı ispat ettiğinden borç da
düşer.
Mürtehin eğer
kabızdan evvel bunu iddia ederse,
o zaman makbul olan söz, mürtehinindir. Çünkü
mürtehin
rehinin kendi zımaniyetine girmesini
inkâr etmektedir. Eğer her ikisi
de burhan
getirirlerse, o zaman makbul olan burhan rahinindir.
Çünkü o zımaniyeti ispat etmektedir.
Bezzaziye.
Mürtehinin, yol emin olduğu takdirde yola
gitmesi caizdir. Vediada olduğu gibi. Her ne kadar rehini
beraberinde sefere götürmesinde bir taşıma ve masraf
olsa da.
Mürtehin,
rehini rehin verildiği şehirden başka bir şehre de götürebilir. Rehinin yanına bırakıldığı
adil de bu
bahiste mürtehin gibidir. İmadiye'de,
İddet'e isnatla olduğu gibi. Ama bu
Kadiyeyn'de
olanın
hilafınadır. Belki, İddet'te olan İmâmın, Feteva'da olan da İmameyn'in kavlidir. Nitekim
Kınye'nin kelamı da bunu ifade etmektedir.
BİR FAYDA:
Hadiste şöyle
denilmiştir: «Rehinin durumu gizli
olur (kıymeti bilinmezse) neyle rehin olmuşsa,
onunla
mazmundur.» Fukaha bu hadisin manasında şöyle demişlerdir: Helakinden sonra kıymeti
bilinmese,
yani rahin ve mürtehin nesnenin kıymetini bilmediklerini söyleseler, o zaman rehin
borcun karşılığıdır. Musannıf da babın evvelinde
böyle zikretmiştir.
İZAH
«Mezkur
kıymetle hükmedilirse ilh...» Yani kıymetinin
hepsiyle.
«Borcun
cinsinden
ilh...» Dirhemle dinar iki muhtelif cinstirler. Nitekim
Hamevi'nin şerhinden de
böyle anlaşılır.
Ebussuud.
T. diyor ki: «Dirhemle dinarın muhtelif
cins olmaları Maden'de de tasrih edilmiştir. Mekki.»
«Mürtehin de
rahinden fazlalık istese ilh ..» Yani mürtehin rahinden borç kalan fazlayı talep eder.
Eğer borç
rehin olan nesneden az olursa, o zaman da rahin mürtehinden fazlasını
talep eder.
Eğer musannıf
burada Zeylaî'de olduğu gibi «Rahin
ve mürtehinden her biri diğerinden
fazlasını
talep eder.» deseydi, daha şümullü olurdu.
«Nafakası ilh...» Mesela yemesi, içmesi, giymesi ve rehin eğer bir cariye ise, çocuğunun süt ücreti,
merhun bostan
ise sulaması, kanal açması, erkek hurmaların tohumlarının dişi hurmalara
taşınması ve
toplanması ve bahçe için yapılan bütün
masraflar rahine aittir. Hidaye.
Birisi belirli bir ekmekle
bir köleyi satsa, köleyi alan köleyi, satan da ekmeği kabzetmeden
satılan
köle ekmeği yese,
bayi kölenin semenini tam almış olur. Ama
bunun hilafına, adam bir ölçek arpa
karşılığı bir hayvan
rehin etse, hayvan o arpayı yese, mürtehin borcunu
tam almış sayılmaz.
Bunlar arasındaki
fark nedir? Zira birincide kölenin nafakası bayiin
üzerinedir. İkincisinde ise
hayvanın nafakası rahinin üzerinedir. Cevhere, özetle.
«Öşür ve haraç
ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilir: «Eğer sultan
mürtehinden öşür ve haraç alırsa,
mürtehin rücu
edip onu rahinden alamaz. Çünkü onu eğer gönüllü olarak vermişse, teberru etmiş
olur. Eğer
zorla vermişse, sultan ona zulmetmiş olur. Mazlum da ancak zalime
rücu edebilir.»
«Rahinedir
ilh...» İster rehin borçtan fazla olsun, ister olmasın. Hidaye.
«Çünkü onun
mülküdür ilh...» Öyleyse o zaman onun mihnet ve meşakkati de onun üzerinedir.
«Bunlardan bir
şey ilh...» Yani mürtehine
vacip olan şeylerden herhangi bir şey rahine şart kılınmış
olsa, rahinin
ödemesi lazım değildir.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Eğer rahin
mürtehine rehinin korunması ücretini şart kılmış olsa,
mürtehin
hiçbir şey istihkak etmez. Çünkü
rehinin korunması mürtehinin üzerine
vaciptir. Ama
vedia bunun
hilafınadır. Vediada korumak mûda'nın (emanet bırakılan kişi) üzerine vacip
değildir.»
«Yarasının
tedavisi gibi ilh...» Yani rehinden
yaralı olan bir azanın tedavisi veya katarakt
inen bir
gözün tedavisi
ve bunlara benzer, ileride musannıfın
zikredeceklerinden.
«Mazmun
ilh...» Yani mürtehinin zaminiyetine
giren kısım. Emanet bunun hilafınadır.
(O, rahinin
zaminiyetine
girer.)
«Borçtan fazla
değilse ilh...» Yani yalnız
mürtehinin üzerinedir. Çünkü mürtehinin
elinde olan rehini
tam olarak iade etmesi
lâzımdır.
«Yine ilh...»
Yani o ücret «Mazmûn» ve «Emanet» kısımları
üzerine taksim edilir. Nitekim Hidaye
ve
diğer
kitaplarda da böyledir.
Bezzaziye'de
şöyle denilmiştir: «İlâcın ve doktorun ücreti mürtehinin üzerinedir. Kuduri de şunu
zikretmiştir: «Emanet olan kısmın ücreti rahinin
üzerinedir.» Meşayihten bazıları da, «İlâcın
parası
mürtehinin
üzerinedir, eğer hastalık veya
yara mürtehinin elinde iken olmuşsa.
Yok eğer rahinin
yanında iken olmuşsa,
o zaman ilâç ve doktorun parası
rahinin üzerinedir.» demişlerdir.
Meşayihten
bazıları da her hâlükârda ilâc parası mürtehine aittir demişlerdir.
Muhammed'in mutlak
ifadesi de
buna delalet etmektedir.»
«Müteberri
olur ilh...» Çünkü, o onu yapmak
zorunda değildi. Zira onu Kadı'ya götürebilirdi.
«Rücu ederek diğerinden alır ilh...» Eğer kaçınan, rahin ise, Kadı'nın emri ile onu ödeyen mürtehin
rücu ederek onu rahinden alır. İster merhun kaim olsun,
ister olmasın. Nafaka ile de rehin
olmaz.
Öyleyse nafaka için mürtehinin hapsetmesi de lazım değildir. Bu da İmâmın
kavlidir. Bezzaziye.
«Rücu edemez ilh...» Meşayihin ekseri bu görüştedir. Çünkü Kadı'nın bu emri ilzam için değil, nazar
düşünme, dikkat etme) içindir. Öyleyse Kadı'nın o emri, hasbeten yapma ile diğerine
borç kılarak
yapması arasında mütereddittir. Âlâ üzerine nass olmadıkça, ednayı yapmak
daha evladır. Meselâ,
bu meselede borç olması için Kadı'nın sarih emri
olmadığından evla olan ona hasbeten
yapması
için emir
vermiş olmasıdır. Nitekim Zahire'de de böyledir.
Şu mesele kaldı ki,
eğer memlekette Kadı olmasa, veya
olsa ama zalim olsa, durum ne olur Allame
Makdisî bu
hususta şöyle der: «Mürtehinin
rehine masraf yaptığı yolundaki iddiası
tasdik edilmez.
Ancak beyyine ile tasdik edilir.» Yani, rücu
edip rahinden alması için infak ettiğine dair iddiası
tasdik
olunmaz, ancak beyyine ile tasdik edilir. Sayıhani.
«İmamdan ilh...» Şarihin burada hazırdaki hilafı
hikâye etmesi ifade ediyor ki, metinde olan bahis
gaib meselesinde farzedilmiştir.
«Mutlaka ilh...»
Yani Kadı'nın emri ile de olsa. Çünkü onun Kadı'ya müracaat etmesi Kadı'nın da
diğer adama emir vermesi mümkündür. O yüzden
kendiliğinden yaptığı masrafı kendisi
öder, rücu
edemez. H.
«İkinci İmâm buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira
ikinci İmâma göre, rahin veya
mürtehinden
herhangi
birisi Kadı'nın emri ile infak ederse, öteki ister hazır
olsun, ister gaib olsun, yaptığı
masrafı, müracaat ederek
diğerinden alır. Nitekim Zahire'de de böyledir.
Şu kadar var
ki Haniye'de şöyle denilmiştir: «Rahin veya mürtehinden birisi hazır olsa, rehine infak
etmekten kaçınsa, Kadı da diğerine infak
etmesini emretse, o da infak etse, infak eden adam infak
ettiğini,
müracaat ederek, diğerinden alır. Fetva da bu kaville verilir.» Kuhistanî.
Öyleyse müftabih olan kavil, ikinci İmâmın kavlidir. Bunun üzerine masraftan kaçınan adamın hazır
veya gaib olması arasında fark yoktur.
Metindeki mutlak ifadenin zahiri
de ancak budur.
«Hacr meselesinin fer'idir ilh...» Zira Kadı
hazır olan kimseye velayet edemez. Onun emri onun
üzerine geçerli de değildir. Zira eğer emri nafiz
olsa, hazır olduğu halde masraftan kaçınan kimse
hacredilmiş olur. Halbuki İmâma göre Kadı hazır olan
kimsenin hacrine malik değildir. Ebû Yûsuf'a
göre ise, Kadı hazır olan kimsenin hacrine
maliktir. O zaman Kadı'nın emri hazır olan üzerine
geçerlidir. Zeylaî.
«Bunun
hilafına mürtehin rehini geri
verdiğini iddia etse ilh...» Geri verdikten sonra da helakini
iddia etse, rahin de rehinin mürtehinin yanında
helak olduğunu iddia etse, yine söz
rahinindir.
«Çünkü o inkâr
etmektedir ilh...» Zira onların her ikisi de rehinin
mürtehinin zımanına girdiğine
ittifak
etmişlerdir. Burada mürtehin zimmetten beraat ettiğini iddia ederken, rahin beraat etmediğini
iddia
etmektedir. O zaman makbul olan söz rahinindir. Bedâyi.
«Borç da düşer
ilh...» Yani onun helak olmasıyla rahinden borç düşer. Zira kelam
onun helak
olması bahsindedir. T.
«Fazlalığı ispat ettiğinden ilh...» Bu kavil, «Makbul olan söz rahinindir.» sözünün gerekçesidir.
T.
Bedayi'nin ibaresi de şöyledir: «Rahin ve mürtehinin her ikisi de beyyine
ikame etseler, yine
makbul olan
beyyine rahinin beyyinesidir. Çünkü rahinin beyyinesi rehinin
helaki ile borcun tam
ödendiğini
ispat etmektedir. Mürtehinin beyyinesi ise,
borcun ödenmesini nefyetmektedir. ispat
edici beyyine, nefyedici beyyineden evladır.»
Bedayi'nin bu ibaresi ifade ediyor ki, merhunun helakinin rahinin yanında olduğuna yalnız
mürtehinin beyyinesi
olursa, beyyinesi
kabul edilir. Şurunbulali.
«Kabızdan
evvel bunu iddia ederse ilh...» Evla
olan, musannıfın burada, «Mürtehinin
kabzından
evvel helakinde
ihtilaf ederlerse...» demesiydi. Yani, rehinin helakinin ihtilaf etseler, mürtehin
merhunun
kabızdan önce, rahinin elinde helak olduğunu iddia etse, rahinde, kabızdan sonra helak
olduğunu söylese, o zaman makbul olan söz ve
iddia mürtehinindir. T.
«Bezzaziye
ilh...» Bezzaziye'nin ibaresi şöyledir: «Rahin merhunun mürtehinin yanında
helak
olduğunu ve
borcun düştüğünü zannederse, mürtehin de merhunu
kabızdan sonra rahine iade
ettiğini ve
onun yanında iken helak olduğunu söylerse, o zaman makbul olan söz, rahinindir. Çünkü
mürtehin arız
olan bir reddi iddia etmektedir. Rahin ise, bunu inkâr etmektedir.
Eğer iddiaları
hususunda
burhan getirseler, gene makbul olan burhan, rahinindir. Borç da düşer.
Çünkü rahin
ziyadeyi ispat etmektedir. Ama eğer mürtehin kabızdan evvel rahinin elinde helak olduğunu
söylerse, o zaman makbul olan söz
mürtehinindir. Çünkü mürtehin rehinin
zimmetine girdiğini
inkâr etmektedir. Eğer bu hususta burhan getirirlerse,
rahinin burhanı makbuldür. Çünkü o
zımanı
ispat etmektedir.»
Bezzaziye'nin
ibaresi vazıh bir ibaredir. Bunun üzerinde
bir söz yoktur. T.
BİR TEMBİH:
Bundan zahir
olmaktadır ki, bu mesele, helak
davasında farzedilmiştir. Veya helakin
zamanı
ihtilafında
farzedilmiştir. Evet, o helak
mürtehinin reddinden evvel midir, sonra mıdır? Bütün
kitaplarda da zikredilen bu meseledir. Ama helaki zikretmeden
ret davasında rahin ile mürtehin
ihtilaf
etseler, bu hususta Şurunbulalî bir risale
telif ederek o risaleye
«Rehinin reddi hususunda
rahin ile
mürtehinin ihtilaflarını ikna» adını vermiştir. Bu risalede helaki
de zikretmemiştir. Bu
meselede hükmün cevabında da tereddüt ederek şöyle demiştir: «Bazen cevap verilir ki, söz
yeminiyle
birlikte rahinindir. Çünkü Miracü'd-Diraye'de, «Eğer rahin ile mürtehin
rehinin reddi
hususunda
ihtilaf ederlerse, ihtilafsız olarak, makbul olan söz
rahinindir. Çünkü rahin münkirdir.»
kavliyle nassedilmiştir.»
Şurunbulali
şöyle de demiştir: «Şu kadar var ki,
Miracü'd-Diraye'nin ifadesi, ret ile helakte
ihtilaf
etmeleri üzerine yorumlanır»
Zira Miracü'd-Diraye'nin kelamının akışı, merhunun helaki
hususundaki
ihtilaf hakkındadır. Fukaha sarahaten,
rehinin mürtehinin elinde vedia
menzilesinde
olduğunu söylemiştir. Onun elinde emanettir. Fukaha
şunu da tasrih etmiştir ki, herhangi bir emin
kimse, emaneti müstahakkına verdiğini iddia ederse,
onun sözü kabul edilir. Bu iddiası ister
müstahakkı)
ölümünden evvel, ister sonra olsun.
Öyleyse her kim ki mürtehinin bu külli
kaideden
istisna
olduğunu iddia ederse, onun beyan
etmesi lâzımdır. Mirac'ın kelamına şu da muarız olabilir:
Mürtehin
merhunun rahinin yanında helak olduğunu iddia etse, rahin de onu inkâr
etse, gene
makbul olan
söz
yemini ile birlikte
mürtehinindir. Çünkü mürtehin de mûda' ve müstair gibi emindir.
Bununla
birlikte rahin münkirdir.»
Sonra da şöyle
demiştir: «Mirac'da olan ifadeye
göre, borç düşer mi? Fazlaya zamin olur
mu, yoksa
asla zamin olmaz mı? Emanete ve bir de rahinin borcu ödemediğine dair ikrarına
nazaran. Veya
kıymetin
hepsine mi zamindir? işte bu hususta
hakim ve müftü Allah'tan çok sakınmalı ve bunu
ifade edecek bir nassa bakmalıdırlar.» Özetle.
Ben derim ki: Şu kadar var ki rehinle diğer emanetler arasındaki
fark açıktır. Çünkü rehin borçla
mazmundur. Artık reddi hususunda mürtehin nasıl tasdik edilir. Mirac'ın kelamına
muarız olan
meseleye
gelince, Mirac'ın kelamına bu itirazın varit olmaması aşikârdır.
Zira «yanında»
kelimesindeki zamir, eğer mürtehine irca
edilirse, artık «söz rahinindir» kavlinin manası kalmaz.
Çünkü borç
rehinin mürtehinin yanında helak olması
ile düşer. O zaman artık bu bahisle Mirac'ın
kelamı arasında muareze kalmaz. Çünkü
mürtehin kendi nefsinden zaminiyeti
nefyetmemiştir. Ama
onun ret
davasında ise, zımanı nefsinden
nefyetmektedir. Eğer o zamir rahine raci
olursa, o zaman
da kabzından
evvel helak olduğunu iddia ederse makbul olan söz yemini ile birlikte mürtehinindir.
Nitekim
Bezzaziye'den naklen de geçti. O zaman
bu bahisle kabızdan sonraki mücerret
ret davası
arasında fark gizlenmeyecek kadar açıktır.
Ben,
Kariü'l-Hldaye'nin Feteva'sında şu nassı gördüm: «Mürtehin rehin edilen
nesnenin reddini
iddia ederse, rahin de onu tekzip ederse, söz onun mudur
diye sorulduğunda şöyle cevap verildi:
Söz yemini ile birlikte mürtehinin sözü olmaz.
Çünkü söz, yemini ile birlikte onun
sözüdür, eğer
emanetçi olursa. Çünkü bu hal emanetlerin halidir. Bir
borç karşılığı mazmunatların değil. Bilakis
makbul olan
söz, yemini ile birlikte
mürtehinin reddetmediğine dair rahinin sözüdür,»
Kariü'l-Hidaye'nin Feteva'sında olanın misli İbn-i Şilbi'nin Feteva'sı ile İbn-i Nüceym'in Feteva'sında
da mevcuttur.
Bu da Mirac'da olan ifade ve hükmün aynıdır. O zaman menkule uymak lâzımdır.
Menkul makul
olduğu halde artık nasıl ona uyulmaz. Onun sözünün kabul edilmemesinin muktezası
da zaminiyetin
hepsini kabul etmemesidir. Şu kadar
var ki, lâyık olan şöyle denilmesiydi: Bu bahsin
hepsi şundadır
ki, rehin eğer borçtan fazla olmazsa. Rehin eğer borçtan
fazla olursa, ziyadeyi
zamin olmaz.
Çünkü o ziyade sırf emanettir,
mazmun değildir. O zaman söz de onun sözüdür. İster
sırf reddi
iddia etsin, ister ret ile helaki
beraber iddia etsin. İşte bana zahir olan budur. Allah daha
iyisini bilir. Bu tahrir bizim şu kitabımızın
hususiyetlerindendir. AIIah'a hamd olsun.
«Yol emin
olduğu takdirde ilh...» Bir de rahin rehinin aynı şehirde kalmasını kaydetmezse. Ama
rehinin o
şehirde kalmasını kaybederse, mürtehin rehinle birlikte sefere gitmeye
malik değildir. Bu
bahsin tamamı
T.'dedir.
«Kadıyeyn'de olanın hilafınadır ilh...» Yeni Kadıhan ile Kadı Zahirüddin.
Zira onların her ikisi de
mürtehin
rehinle birlikte sefere gidemez demişlerdir. Yalnız Kadıhan,
şunu da ilâve etmiştir ki,
mürtehin
rehinle sefere gidemez sözü, İmameyne göredir.
«Udde'de olan
ilh...» Udde'de olanla Kadıyeynin
fetevalarında olanın telifine Camiü'l-Fusuleyn
sahibi
gitmiştir. Remlî, «Bu telife ihtiyaç
yoktur.» sözüyle itiraz ederek, «Çünkü Kadıhan'da olan
ifade sarahaten onun İmameynin kavli olduğunu söylemektedir.» demiştir.
«Gizli olursa ilh...» Yani haber gizli olursa. Burada
maksat, yani onun durumu gizli olur, her ikisi de
onun helakinde
ittifak ettikleri halde kıymeti de bilinmiyorsa, demektir.
«Rehin borcun
karşılığıdır ilh...» O zaman borç rahinden düşer. Bu da
eğer borcun az olduğu
bilinmiyorsa
böyledir. Yok eğer az olduğu biliniyorsa, kıymeti de şüpheli ise, o zaman onun hükmü
araştırılır. T.
«Musannıf da
böyle zikretmiştir ilh...» Hidaye ve İnaye'de de böyledir. Nihaye'de de şöyle
denilmektedir: «Mebsut'ta da bu tevil Ebu Cafer'den hikâye edilerek böyledir.»
METİN
Mutlaka müşa
(ortak) olan bir şeyin rehin edilmesi sahih değildir. Rehinin başında da geçtiği gibi
rehin edilen nesnenin
ayırdedilmesi lâzımdır. Müşa ise ayırdedilmiş değildir. Bu müşaiyet ister
mukarin olsun,
ister arız olsun. Rehini de ister ortağına versin, ister başkasına. İster o müşa taksim
edilsin, ister edilmesin.
Sonra sahih olan
kavil şudur ki, müşanın rehin akdi fasittir. Kabızla da mürtehin
zamin olur. İmam
Şafiî ile müşanın rehinini caiz görmüştür.
Eşbah'ta şöyle
denilmektedir: «Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul
eder. Ancak dört şeyde
değil: Müşa olan, meşgul olan, bir diğeri ile
muttasıl olan ve azadı bir şarta
bağlanan müdebberin
dışındaki köle o şartın vücudundan evvel rehin edilemezler. Halbuki
bunların rehin edilmesi değil,
bey'i caizdir.»
Yine Eşbah'ta
şöyle denilir: «Müşanın rehin edilmesinin cevazının hilesi şudur: Evvelâ
rahin müşa
olan nesnenin
yarısını mürtehine muhayyerlikle satar, sonra da diğer yarısını rehin eder. Sonra
yapmış olduğu
bey'i fesheder.»
Musannıf diyor ki: Bunun üzerinde düşünmek gerekir. Belki, Eşbah'ta olan
bu hile, «sonra arız olan
şüyudaki rehin caizdir» zayıf kavli üzerine tefridir.
Ben derim ki: Zayıf
kavil üzerine de tefri edilemez. Çünkü
onu muhayyerlikle satmıştır.
Muhayyerlikle satılması da şu iki şeyden
hali değildir: Ya bayiin mülkünde kalır veya muhayyerlik
müşteride ise, müşteri feshettiği zaman yine bayiin
mülküne döner. Bu her iki durumda da onun
rehin edilmesi ibtidaen müşanın rehini gibi olur. Nitekim
bu Tenvirü'l-Besair'de genişçe
açıklanmıştır.
Ben derim ki: Bu hususta en sahih hile Minyetü'l-Müfti'nin
hileler bahsinde olandır. O da şöyledir:
Adam binasının
yarısını müşaen rehin etmek istese, yarısını ondan rehin talep eden mürtehine,
onun muhayyer olması şartı ile satar, semeni de ondan alır. O da binayı kabzeder. Sonra
muhayyerlik
hükmü ile müşteri bey'i nakzeder. O zaman o bina onun elinde rehin menzilesinde
semenin karşılığı ile kalır. Bu hileye musannıfın oğlu da Zevahirü'l-Cevahir'de itimat etmiştir.
Zevahîrâ'l-Cevahir'de şöyle denilmektedir. «Zarureten sabit
olan şüyu rehine zarar vermemektedir.
Zira
Valvalciye'de şöyle bir şey vardır: «Adam
birisinin yanına iki elbise götürse, ona birisini rehin
olarak al, bana para ver, diğeri de yanında emaneten kalsın dese, caizdir. Zira
bunlardan her
birisinin
yarısı deynin karşılığında rehin olur. Çünkü bunlardan her bir elbise diğerinden daha evla
değildir. O
zaman rehin her ikisinde de zarureten şayi olur, bu da zarar vermez.»
Ağacı değil, üzerindeki
meyveyi veya tarlayı değil, üzerindeki ekini veya
ağaç veya binayı yersiz
olarak rehin etmek veya bunların aksi, caiz değildir.
Meselâ, meyvenin
değil ağacın üzerindeki
ağacın değil yerin
rehin edilmesi gibi.
Bu meselede asıl kaide
şudur: Merhun, hilkaten merhun olmayan
bir şeye muttasıl olduğu zaman
onun rehini
caiz değildir. Zira yalnız merhunu
kabzetmek mümkün değildir. Dürer.
İmâmdan
üzerinde ağaç olan bir tarlayı ağaçsız olarak rehin vermenin caiz olduğu rivayet edilmiştir.
Ağacı, ağaçların yeri ile birlikte veya binayı içindeki eşya ile birlikte rehin etse, caizdir. Mülteka.
Çünkü bunların
ittisali mücavereten ittisaldir.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Bir binayı rehin verse, onun duvarları rahin ile
komşular arasında
müşterek olsa, arsada
sahihtir. Tavanın müşterek duvarlarla
muttasıl olması da bir zarar vermez.
Çünkü o tebean
muttasıldır.»
Hürün,
müdebberin, mükatebin, ümmüveledin ve
vakfın rehini caiz değildir.
Sonra
musannıf, rehin verilmesi caiz olmayan
şeyleri zikrettiği gibi, kendisiyle
rehin verilmesi caiz
olmayan şeyleri de zikredecektir.
Musannıf şöyle
der: Emanetlerle rehin caiz değildir. Vedia ve emanet gibi. Derekle
de rehin caiz
değildir.
Çünkü mebiin başkasının istihkakı çıkmasından korkulduğu
için alınmıştır. O zaman onda
rehin
batıldır. Ama derekle kefalet bunun
hilafına caizdir. Nitekim kefalet bahsinde geçti.
Başka bir şeyle
mazmun olan bir nesne rehin edilemez. Yani misli ve kıymeti olmayan
bir şeyle
mazmun olan
bir şey rehin edilmez. Bayiin
elindeki mebi gibi. Çünkü o semenle mazmundur.
O
helak olduğu
takdirde semeni ile birlikte helak olur. Nefis
kefaleti ile, mutlak kısasla,
ister bu kısas
nefiste olsun,
ister azalarda olsun, rehin caiz değildir. Ama, hataen işlenen cinayet bunun
hilafınadır.
Çünkü cinayet diyetinin rehinden
alınması mümkündür.
Şufa ile, ölü
üzerine ağlayan kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti ile rehin ve cinayet
işleyen
köleyi veya
borçlu köleyi rehin etmek de caiz
değildir. Bu suretlerde rehin sahih olmadığı takdirde
rahin o rehini
geri alabilir. Eğer bunlar talepten önce mürtehinin yanında helak olurlarsa, karşılıksız
helak olmuş olurlar. Çünkü batıla hüküm yoktur.
Kabız da malikin izni ile kalır.
Sadr-ı Şeria ve İbn-i
Kemal.
Müslüman
şarabı ne rehin verebilir, ne de bir müslümandan rehin olarak kabul
edebilir. Ne de bir
zımmî şarabı müslümana rehin olarak verebilir. Yani müslüman
için şarabı rehin etmesi veya
rehin
olarak kendi yanına
alması, ister zımniden olsun, ister müslümandan, caiz
değildir. O şarabın
mürtehini
zımmî olduğu takdirde onun müslüman
rahine zamin olmaz. Bunun aksine, rahin zımmî,
mürtehin
müslüman ise, zaminiyet vardır. Çünkü şarap müslümanlarda değil,
zımmîlerde bir
kıymettir.
Rehin, kendi
nefsi yani misli ve kıymeti ile mazmun olan bir şeyde sahihtir. Gasp edilen
nesne, hulu
bedeli, amden cinayetin sulh bedeli gibi şeylerin rehin
edilmesi sahihtir.
Ayan üç
türlüdür: Biri emanetler gibi asla mazmun
olmayan ayan. Birisi, bayiin
elindeki mebi gibi
mazmun olmamakla
beraber mazmuna benzer ayan. Birisi de kendi nefsile mazmun olan şeydir.
Magsub ve
benzerleri gibi olan şeyler. Bu bahsin
tamamı Dürer'dedir.
İZAH
«Müşa oLAn bir şeyin rehin edimesi sahih değildir ilh...» Ancak, iki kişi arasında
müşterek bir köle
olur, onu,
onlardan her birisinde alacağı olan bir adama tek rehin olarak rehin verirlerse, sahih olur.
Ama bunlardan
her birisi kendi hissesini
rehin ederse, caiz değildir. Zahire'den naklen Kuhistanî'de
olduğu gibi. Ancak, rehin edilen nesnede şüyu
zarureten sabit olursa, Müsvedde'nin sonunda
geleceği gibi, caiz olur.
«Mutlaka ilh...»
Mutlaka'yı mabadi tefsir etmektedir. Ancak, müşanın rehini
niçin caiz değildir? Zira
rehin,
merhunun daima mürtehinin yanında
hapsedilmesini gerektirir. Müşada ise, müşanın bir
kısmının rehin
edilmesi devamlılığı fevt eder. Zira müşaen rehin edildiği takdirde mürtehin ile diğer
ortaklar arasında nöbetleşme lâzım gelir. O zaman rehin
eden sanki: «Sana
bir gün rehin ettim, bir
gün etmedim»
demiş olacaktır. O zaman daimi hapis fevt olur. Bunun için de rehin caiz olmaz. Bu
bahsin tamamı
Hidaye'dedir.
«İster mukarin olsun ith...» Belirtmeden bir binanın veya bir kölenin yarısını rehin vermek
gibi.
«Arız olsun ilh...» Mesela nesnenin
hepsini rehin verdikten sonra rehini o
nesnenin bir kısmında
feshetmek
gibi. Veya rahinin, nesneyi yanında bulunduran adile rehini dilediği gibi satması için izin
vermesi, onun
da nesnenin yarısını satması gibi. Bu
suretle de rehin caiz olmaz. Minah.
Ebû Yûsuf'tan
bir rivayete göre, sonra arız olan şüyu rehine zarar vermez. Ama
sahih olan birinci
görüştür.
Nihaye ve Dürer'de de olduğu gibi.
Şarih rehin
bahsinin sonunda, rehinin tamamı başkasının
istihkakı çıkarsa, mürtehinin o rehinin
yerine rehin olarak
başka bir nesneyi talep edemeyeceğini ve rehinin bir kısmı başkasının
istihkakı
çıkarsa, istihkak olunan kısım şayi ise, rehinin
geri kalan kısımda da batıl olacağını zikredecektir.
«İster
ortağına versin, ister başkasına ilh...» zira ortak o nesneyi bir gün yanında rehin olarak tutar,
bir gün de
istihdam eder. O zaman, sanki o nesne bir gün rehin, bir
gün değilmiş gibi olur ki, bu da
sahih
değildir. Ama müşanın icara
verilmesine gelince, o da ancak İmâma
göre ortağa verilebilir,
yabancıya verilemez. Çünkü müstecir akdin
gerektirdiği kadar ondan istifade etmeye ancak nöbetle
malik olabilir. İşte bu da, ortakta bulunmaz. Bunu İtkânı
ifade etmiştir. Zira ortak
onunla icare
müddetinin
hepsinde akdin ve mülkiyetin hükmüyle nöbetsiz olarak menfaatlenmektedir. Ortak
olmayan bir
adam ise bunun hilafınadır.
«İster taksim edilsin, ister edilmesin ilh...»
Hibe bunun hilafınadır. Çünkü hibede intifaa mani olan
şey taksim
edicinin ücretidir. Bu ücret de kısmeti kabul eden şeyde yardır. Kısmeti
kabul etmeyen
şeyde yoktur. O zaman müşanın hibesi sahihtir,
fakat rehini sahih değildir. Mirac.
«Sahih olan, müşanın rehin akdi fasittir ilh...»
Bazı alimler tarafından da, müşanın rehininin batıl
olduğu ve ona
tazmin taalluk etmediği söylenmiştir. Ama bu kavil sahih değildir.
Çünkü rehinde
batıl olan,
mal olmayan nesnenin veya onun karşılığında çekilmiş bir
borç olmayan nesnenin rehin
edilmesidir. Bizim mevzumuz ise, öyle değildir. Bu
sebebe rehinde kabız akdin tamamının
şartlarındandır, akdin cevazının şartlarından değildir. İnaye.
Rehin bahsinin
sonunda gelecektir. Yine rehinin sonunda şu külli kaide de gelecektir: Sahih
rehinde
bilinen her hüküm fasit rehinde de hükümdür. Yalnız fasit rehinde rehinin borçtan evvel
olmasıyla kayıtlıdır. Bunun beyanı ileride gelecektir.
«Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul eder
ilh...» Yani satışı sahih olan her şeyin rehin
edilmesi de sahihtir.
«Meşgul olan
ilh...» Yani rahinin hakkı ile meşgul
olan bir şey. Nitekim şarih de
rehin bahsinin
başlarında
bunu, rahinin mülkünün gayrı ile meşgul
olmasından ihtiraz olarak kaydetmiştir. Meselâ,
içinde başka birisinin emtiası bulunan binayı rehin verirse, bu mani değildir. Nitekim İmadiye'den
naklen Hamevi
haşiyesinde de böyledir.
Ben derim ki: Rehin edilen nesne bizzat rahinin kendisiyle
meşgul olursa, o da yine rehine manidir.
Zira Hidaye'de
şöyle bir ibare vardır: «Rehin edilen nesnenin teslim edilmesine, rahinin veya
metaının rehin
edilen binada bulunması da mani olur.»
Mirac'ta da şöyle
denilmektedir: «Rahinin kendisi veya
metaı o binadan çıktığı zaman rehin edilen
nesne yeni bir
teslime muhtaçtır. Çünkü bina nasıl metaı
ile meşgul ise, rahin de o
binayı meşgul
etmektedir.
Rahinin metaının rehin edilen kapta bulunması da nesnenin teslimine
manidir. Bunun
hilesi şudur: Evvelâ
kabın içinde olan metaı mürtehinin yanına ida eder, sonra da rehin ettiği kabı
ona teslim eder.»
«Bir diğeri ile
muttasıl olan ilh...» Yani gayrı ile muttasıl olan bir şeyin,
meselâ bir binadan bir
odanın veya topraksız olarak bir bağın veya ağacın değil, üzerindeki meyvenin rehin edilmesi gibi.
Şarih bunu
ileride zikredecektir. Şarih burada bu kavliyle
munfasıl olan şeyden kaçınmıştır. Meselâ,
binada veya kapta olan bir şeyi kapsız ve binasız olarak rehin etmesi ve
beraber teslim etmesi gibi.
Zira bu
caizdir. Nitekim Hidaye ve Hanlye'de de böyledir. Şarihin burada muttasıldan muradı, gayre
tabi olandır.
Zira Hidaye'de
şöyle bir ifade vardır: «Meselâ adam,
atın üzerindeki eyeri veya
başındaki gemi rehin
etse, atı eyer
ve gemle beraber teslim etse, eyeri
veya gemi attan çıkarıp teslim edene kadar rehin
olmaz. Zira eyer
veya gem hayvanın tabilerindendir.
Meyvenin bahçeye tabi olması gibi. Hatta
fukaha, eyer
veya gem zikredilmese, atın
müştemilatına dahil olurlar, demişlerdir.»
Yani, üzerinde
eyer ve gem olan bir atı rehin verse, o eyer ve gem de rehine dahil
olur. Mirac.
Mirac'dan
yapılan nakille zahir olmaktadır ki, şarihin «muttasıl»ı geçmişte ve
gelecekte «hilkaten»
sözüyle kaydetmesi zahir değildir. Düşünülsün.
«Azadı bir şarta bağlanan müdebberin dışındaki
köle, o şartın vücudundan evvel rehin edilemez
ilh...» Mesela adam kölesine,
«Şu binaya girersen hürsün.» dese, o köle satışı
sahihtir, ama rehini
sahih
değildir. Belki bu rehinin sahih olmaması şundandır: Rehinin
hükmü alacağını tam alıncaya
kadar daima yanında
hapsetmesidir. Böyle bir kölenin
mürtehin tarafından daimi olarak
hapsedilmesi mümkün değildir. Zira o binaya girdiği takdirde, azat edilmiş olur. O zaman borç
ödenmediği
takdirde mürtehinin alacağını tam olarak alması mümkün olmaz.
T.
Ben derim ki: Şarihin zikrettiğini Birî, el-Akta şerhinden nakletmiştir. Birî daha sonra da
Ravzatü'l-Kuzzat'tan şunu nakletmiştir: «Adam azadını bir sıfatla bağladığı
kölesini rehin etse
caizdir. Şafiî'ye
burada hilaf vardır.»
«Müdebberin
dışında ilh...» Bu müdebber, mutlak müdebere de, mukayyet müdebbere
de şamildir.
Hamevi. Yani
müdebber ister mutlak, ister mukayyet
müdebber olsun, her ikisinin de rehin edilmesi
caiz değildir. Burada da düşünmek gerekir: Şarih tedbir
(Müdebber kölelik) babında şunu
zikretmiştir: Mukayyet
müdebber satılır, hibe edilir ve rehin edilir. Yine Bâkânî de Mülteka şerhinde
mukayyet müdebber babında bunu sarahatle söylemiştir. Mukayyet müdebber şudur: Azadı
efendisinin
mutlak ölümüne değil, hususi bir sıfat üzere ölümüne bağlanan köledir.
Meselâ,
efendisinin, «Eğer
bu hastalığımda ölürsem veya bu seferimde
ölürsem hürsün.» demesi gibi.
Mukayyet
müdebber ile azadı ölüm dışındaki herhangi bir şarta bağlanan köle arasındaki
fark
araştırılsın. Çünkü şarihin zikrettiğine göre mukayyet
müdebberin rehin edilmesi caiz olduğu halde,
azadı ölümden
başka bir şeye bağlanan kölenin rehin edilmesi caiz değildir.
«Bunların
rehin edilmesi değil, bey'i caizdir ilh...» Yani müdebberin dışındaki dört şeyin. Zira
mutlak
müdebberin ne bey'i, ne de rehini caizdir. Mukayyet müdebberin ise hem bey'i, hem de
rehini
caizdir.
«Eşbah'ta ilh...» Yani Eşbah'ın hileler bölümünün beşinci
fenninde, bu mesele, Valvalciye'nin
de
Rehin
kitabının sonunda hileler bahsinde zikredilmiştir.
«Müşa olan nesnenin yarısını
mürtehine muhayyerlikte satar ilh...» Yani rehin karşılığı istediği
borç
miktarı bir semenle mürtehine satar.
«Sonra yapmış
olduğu bey'i fesheder ilh...» Yani muhayyerlik hükmüyle bey'i
fesheder.
«Musannıf
diyor ki ilh...» Yani, Minah'ta bu babın sonunda.
Musannıfın Minah'taki ibaresinin nassı
şöyledir:
«Ben derim ki, bana göre bu
hilenin sıhhati hakkında düşünmek gerekir.
Zira geçmişte
takarrür etti
ki, sahih kavle göre sonradan arız olan şüyu, mükarin olan şüyu
gibi rehini jfsad eder.
Mümkündür ki,
bu hile sahih kavlin karşısındaki kavil üzere tefri edilmiş olsun. Sahihin karşısındaki
kavil şudur:
Sonradan arız olan şüyu rehini ifsad
etmez. Bunda da düşünmek gerekir.»
Zahir olan
şudur ki, musannıfın bu ikinci «bunda da düşünmek gerekir» sözünden
muradı, şarihin
henüz yukarıda zikrettiği görüşüdür. Sen anla.
«Bayiin
mülkünde kalır ilh...» Yani eğer muhayyerlik bayiin ise bayiin mülkünde kalır. Zira
bayiin
muhayyerliği
mebiin onun mülkünden çıkmasına mani olur. O zaman bayiin o yarıyı
muhayyerlik
müddetinde
rehin alması kendi mülkünün bazısını rehin almasıdır. Bu da
ibtidaen müşanın
rehinidir. O
da sahih değildir.
«Bayiin
mülküne döner ilh...» Muhayyerlik eğer müşterinin ise. Çünkü mebi bey ile bayiin
mülkünden
çıkmış olur. İmâma göre müşteri de ona malik olamaz. Ama İmameyn'e göre müşteri
ona malik olabilir. O zaman İmâmeyn'in kavline göre ortağın mülkünden ibtidaen müşaen rehin
olmuş olur.
İster müşteri bey'i feshetsin, ister
bey'e icazet versin, İmâmın kavli
üzerine ise, eğer
müşteri bey'e
icazet verirse, mebi onun mülküne
girer. Yoksa, bayiin mülküne döner. O zaman her
iki kavil
üzerine de muhayyerlik müddetinde o yarıyı rehin vermesi ibtidaen bir yabancıdan
müşaın
rehini olmuş
olur.
Lâyık olan, şarihin «bayiin mülküne döner»den sonra; «Veya müşterinin mülküne girer»
kavlini
ilâve
etmesiydi.
«Tenvirü'l
Besair de genişçe açıklamıştır ilh...» Tenvirü'I-Besair, Eşbah
muhaşşisi Şeref Gazzînin
eseridir. Tenvirü'l-Besair'de izah edilenin özeti açıklamasıyla birlikte yukarıda takdim ettiğimizdir.
«Onun elinde rehin
menzilesinde semenin
karşılığı ile kalır ilh...» Eğer merhuna bir
zarar isabet
ederse, borçtan onun kadarı düşer. Minah, Hassaf'ın
hileler bahsinden.
Bunun hasılı
şudur: Bu hakikaten ne sahih, ne de fasit bir rehindir. Zira
rehin akdi mevcut değildir.
Ancak rehin menzilesindedir. Zira o, semeni kabzedene kadar rehini elinde hapseder.
Müstecir
icareyi
feshetse, vermiş olduğu ücreti alıncaya
kadar müsteciri elinde hapsetmesinde olduğu gibi.
Mürtehinin bu
binayı elinde tutmakta bir menfaati oldukça,
elinde tuttuğu bina helak olduğu
takdirde
kıymetiyle tazmin edilir. Ama
emanetler bunun hilafınadır. Onlar ancak,
helak etmekle
tazmin
olunurlar. Bu hakiki rehinin de hilafınadır. Çünkü hakiki rehinde merhun helak
olduğu
takdirde
kıymetinden veya borçtan hangisi daha az olursa; onunla tazmin edilir.
İşte bu takrir
ettiğimizle
şarihin, «rehin menzilesindedir» sözünün vechi zahir olmaktadır. Yani yalnız mürtehine
nesneyi
hapsetme hakkı bulunması açısından rehin menzilesindedir. Yoksa rehin
zımaniyeti gibi
zamin olunma
haysiyetiyle değil. Bunun ve diğer emanetler
gibi olmadığının delili de
Camiü'l-Fusuleyn'in muhayyerlikler bahsinde olan
şu ifadedir: «Adam
muhayyerlikle bir arsa satsa,
her ikisi de haklarını kabzetseler, sonra satan muhayyerlik müddetinde satışı bozsa, orsa
kıymetiyle mazmun olarak müşterinin elinde
kalır. Müşteri onu bayiine verdiği semeni alıncaya
kadar elinde tutabilir.»
Camiü'l-Fusuteyn'in ifadesine göre, arsa
helak olsa, onun kıymeti bayiin kabzettiği semenin
misli
kadar olsa, bayiin kabzettiği semen düşer. Eğer arsanın
kıymeti bayiin kabzettiği semenden az
olursa,
kıymeti kadarı semenden düşülür. İşte bana zahir olan da budur.
«Zevahirü'I-Cevahir'de ilh...» Bu bahisle
bu babın sonunda metinde gelecek mesele üzerinde
düşün.
«Evla değildir
ilh...» Yani rehin olmak bakımından.
«Binayı yersiz olarak ilh...» Meselâ vakıf
bir arsa üzerindeki imareti. Nitekim Hamidiye'de de
bununla fetva
verilmiştir. Veya devlet arazisi üzerinde yapılan bir binayı rehin verse. Nitekim
Tatarhaniye'de
olduğu gibi. Bu her iki surette de o
binanın rehin edilmesi caiz değildir.
«Meyvenin değil ağacın ilh...» Meselâ, yeriyle beraber veya toprağa tabi olarak ağacı rehin verse,
fakat ağaçlardaki meyveyi vermeyeceğini
söyleyerek verse rehin bu cihetle fasit olur. Eğer kesin
olarak meyveyi dahil etmediğini söylemezse, meyve
ağaca tabi olarak akdin sıhhati için rehine
girer. Ama bu şekildeki
rehin bey'in hilafınadır. Çünkü
ağacı, üzerinde meyve varken, meyveyi
katmadan satmak caizdir. Zikretmeden meyvenin satışa girmesi için bir zaruret de yoktur. Yine,
rehin edilecek bir binanın içindeki metaın da
hilafınadır. Çünkü rehin edilen binanın içindeki emtia,
zikredilmeksizin, binanın rehinine girmez. Çünkü meta
hiçbir vecihle binaya tabi değildir. Ekin,
yaş
hurma, bina,
fidan, tarlanın, binanın ve köyün
rehinine girerler. Bizim zikrettığimiz
gibi. Nitekim
Hidaye'de de böyledir.
«Hilkaten ilh...»
Uygun olan, musannıfın bu kelimeyi
hazfetmesiydi. Nitekim Hidaye ve
diğer
kitaplarda da hazfedilmiştir. Zira hazfedildiği zaman,
genel kaideye bina, eyer ve gem de dahil olur.
Nitekim biz
bunu takdim ettik.
«İmâmdan ilh...» Çünkü ağaç, yetişen bir bitkinin ismidir. O zaman yeri ile birlikte ağaçların
rehin
edilmesinden istisna edilmiş olur. Ama odayı
değil, binayı rehin etmek bunun hilafınadır. Çünkü
bina bina edilenin
adıdır. O zaman odayı değil, binayı rehin etmekte yerin hepsi rehin edilmiş
olmaktadır. O
zaman o da, rahinin mülkü ile meşgul olmuş olur. Hidaye.
«Mücavereten
ittisaldir ilh...» Bu kavil yeriyle birlikte ağaçların rehin edilmesinin cevazının illetidir.
Zira ağaçların üzerinde yetiştikleri toprakla birlikte diğer arazi ile muttasıl
olması, mücavereten olan
bir
ittisaldir. Bina ve atın eyeri gibi tebaî bir ittisal değildir. Meyve gibi hilkaten bir ittisal de değildir.
O zaman ağacın yeri
ile birlikte rehin edilmesi bir metaın bir kabın içinde
rehin edilmesi gibidir ki,
bu da rehine
zarar vermez.
«Arsada sahihtir
ilh...» Tavanında ve şahsa ait olan
duvarlarında da rehin sahihtir.
Kınye'de olduğu
gibi.
«Teb'an
muttasıldır ilh...» Musannıfın bu kavil, bizim Hidaye'den hayvanın üzerindeki eyerin rehini
bahsinde naklen takdim ettiğimiz kavle muhaliftir. Atın
üzerindeki eyer meselesi şöyledir: Eyeri atın
üzerinden
kaldırana kadar rehin caiz değildir. Çünkü o eyer ata tabi olan şeylerdendir. Sen düşün.
«Hürün ilh...»
Çünkü bu şeylerden mürtehin istifade edemez. Zira
hürde maliyet yoktur.
Diğerlerinde ise,
mani vardır. Hidaye.
«Müdebberin
ilh...» Yani mutlak müdebberin. Nitekim biz yukarıda bunu takdim ettik.
Bunun mutlak
müdebber
olması da zikredilen illetten anlaşılmaktadır.
«Emanetle rehin caiz değildir ilh...» Yani emanetler
ile rehin almak sahih değildir. Zira
zaminiyet,
helak olan eğer misli bir şey ise, onun mislini, kıyemî ise, onun kıymetini geri almaktadır. Emanet
olan bir şey
eğer kendiliğinden helak olursa, o zaman onun karşılığında bir şey yoktur.
Vedia ve
ariye gibi şeyler kimin elinde ise, o helak
ettiği takdirde, o zaman emenet değil, magsub olmuş olur.
Hamevi.
«Vedia ve
emanet gibi ilh...» En doğrusu emanet yerine ariye demesiydi. Yine mudarebe ve şirket
malı ile de rehin caiz değildir. Hidaye'de olduğu gibi. Geçmişte, «Tedbir» babında da
geçti ki,
kitapları
vakfeden adam, kitapların binadan ancak
rehin karşılığı çıkabileceği şartını
koyarsa, bu
şart batıldır.
Çünkü emanettir. Helak olduğu takdirde de hiçbir şey ödemek vacip değildir.
Eşbah'ın borç
bahsinde de şu zikredilmiştir: «Onun şartına uymanın vacip olması ve rehini lügavi
manaya
hamletmek uzak bir şey değildir.»
«Çünkü mebiin
başkasının istihkakı çıkmasından
korkulduğu için alınmıştır. ilh...» Şarihin bu kavli
ibareden hasıl olan mananın tefsiridir. Zira burada
rehin ancak mebiin semeni iledir. Şöyle ki,
müşteri mebiin
istihkakından korktuğu için bayiden semenle bir rehin almaktadır. Bu rehin de
batıldır.
Çünkü emanettir. Nitekim ileride gelecektir.
«Kefalet bunun
hilafına caizdir ilh...» Yani «derek»le kefalet caizdir.
Rehini caiz olmadığı halde
kefaleti caiz olduğuna göre aradaki fark nedir? Fark şudur: Bir şeyi
rehin almak verdiğini tam
olarak almak içindir. Alacağını tam almak da,
günü gelip alınması vacip olmadan,
olmaz. Ama
«derek»in zımaniyeti ise mebiin istihkakı zamanındaki bir zımaniyettir. O zaman onu borcun
ödenmesinin
vacip olduğu zamana izafe etmek sahih değildir. Çünkü istifa, bir muvazenedir. Bir
şeyin
temlikini istikbale izafe etmek caiz değildir. Kefalet ise, mutalebenin
iltizamı içindir. Yoksa
asıl borcun
iltizamı için değildir. Bundan dolayı, birisinin üzerinde olan
bir borca eriyecek bir şeyle
kefil olmak caizdir. Ama eriyecek bir şeyi rehin vermek caiz
değildir. Kifaye, özetle.
«Mislî veya kıyemî olmayan bir şeyle mazmun olan ilh...» Çünkü mislî ve kıyemî olan şeyler bir
nesne menzilesindedirler. Nitekim bunun beyanı gelecektir.
«Bayiin
elindeki mebi gibi ilh...» Meselâ, birisi bir nesne alsa, ama aldığı şeyi kabzetmese, sonra
aldığı nesne ile bayiden rehin olarak bir şey
alsa, o rehin batıldır. Çünkü mebiin helaki ile bayiin
üzerinde bir şey
vacip değildir ki onu rehinle tamamlasın. Mebin helak! ile bey
batıl olur. Semen de
düşer. Bu
bahsin tamamı Kifaye, Gayetü'l-Beyan,
Cevhere ve Zeylaî'dedir.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Şeyhülislâm diyor ki: «O
rehin fasittir. Çünkü rehin maldır.
Mebi
de
mütekavvimdir. Fasit de hükümlerde sahihe
katılır. Nitekim Kermani'de olduğu gibi.» Mebsut'ta
da şöyle
denilmiştir: «O rehin caizdir. O rehin kendi kıymetinden ve aynın kıymetinden hangisi daha
az ise onunla mazmundur. Bu kavli fakih Ebû Said el-Berdaî ve Ebül Leys kabul etmişlerdir. Fetva
da bu kavil
üzerinedir. Kermani ve diğerlerinde
olduğu gibi.»
«Nefis kefaleti ile rehin caiz değildir ilh...»
Yani, Zeyd Amr'ın ödemesi gereken bin dirhemi bir
seneye kadar
ödemediği takdirde kendisinin ödeyeceğini
söylese, sonra Amr, kefalete rağmen
alacaklısına bin dirhem karşılığında bir malı
bir sene müddetle rehin olarak verse, batıldır. Çünkü
Amr'ın üzerine
henüz mal vacip olmamıştır. Yine, Zeyd,
«Amr paranı ödemeden ölürse ben öderim.»
dese, sonra Amr
borcu karşılığı bir rehin verse caiz değildir. Bu bahsin tamamı Haniye'den naklen
Minah'tadır.
«Kısasla ilh...» Çünkü kısasın merhundan tam
olarak alınması daha, zordur.
«Hataen işlenen cinayet bunun hilafınadır ilh...» Diyet
ve kısasın cari olmadığı yaralama
da yine
kısasın hilafınadır. Çünkü kısasın cari olmadığı
yaralamada erş (diyet) ile hükmedilir. O halde onun
yerine rehin olsa,
caizdir. Dürrü'l-Münteka.
«Şuf'a ile ilh...» Yani şuf'adan dolayı mebiin teslimi kendisine vacip olan müşteriden rehin
almak
caiz değildir. Çünkü mebi müşteri üzerine mazmun değildir.
T.
«Ağlayan
kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti
ile ilh...» Çünkü bu her ikisinin icare edilmesi de
batıldır.
Dolayısıyla, rehin karşılığında mazmun bir şey olmayınca
rehin de mazmun olmaz.
«Cinayet işleyen veya
borçlu köleyi ilh...» Çünkü köle
efendisi üzerinde mazmun değildir. Ve eğer
köle helak olursa, efendisinin üzerine hiçbir şey
vacip değildir. Minah.
«Talepten önce
ilh...» Bundan anlaşılan, zımaniyet talepten sonradır. Yani eğer talepten sonra helak
olursa, karşılıksız
helak olmamış olur. Bu
Camiü'l-Fusuleyn'de sarahaten
zikredilmiştir.
Camiü'l-Fusuleyn sahibi şöyle
demiştir: «Vedia gibi emanet bir şeyle rehin batıldır. Eğer mürtehinin
onu hapsinden
evvel helak olursa, emaneten helak olmuş olur. Eğer hapsinden sonra helak
olursa,
o zaman zamin olur.»
«Ne rehin
verebilir ilh...» Zira müslüman rahin olduğu takdirde şarapla borcunu ödeme hakkına
sahip
değildir. Mürtehin müslüman olduğu
takdirde de ondan hakkını şarap olarak alamaz. O
zaman şarabı rehin etmek veya rehin almaz caiz değildir. Domuzda da hüküm böyledir. İtkanî.
Ben derim ki : Şimdi sözümüz kendisiyle rehin caiz olmayan mesele hakkındadır. Musannıfın
burada
zikrettiği ise hamrın rehinin caiz olmamasıdır. O zaman musannıfın
burada zikrettiği şu
andaki
konumuzla ilgili değildir. O zaman lâyık olan musannıfın bu bahsi daha önce takdim
etmesiydi. Sen
düşün.
Şarabı rehin etmek meselesi
Camiü'l-Fusuleyn'de zikredilerek şöyle
denilmiştir: «Şarabı rehin
vermek
batıldır. Verildiği takdirde o emanettir. Bu da müslümanlar hakkındadır. Mürtehinin
müslüman,
rahin kafir olursa hüküm yine
böyledir. Ama her ikisi de kafir olursa, onlar arasında
şarabın rehin edilmesi
sahihtir.»
Şu kadarı var
ki Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Şarap ve
domuzla yapılan rehin fasit bir rehindir
ve ona zıman
taalluk eder.»
Bizim
İnaye'den naklen takdim ettiğimiz
gibi, batıl mal sayılmayan veya
karşılığında bir mazmun
olmayandır. O
zaman şarapla domuzun karşılığında bir mazmun vardır. Veya müslümanlara göre
mal olmasa bile zımmilere göre mal olduğundan,
onlarla yapılan rahin batıl değil fasit
olur.
«Müslüman
rahine zamin olmaz ilh...» Şarap
müslüman hakkında mal olmadığı için, ondan
gasbettiğinde
zımmî olan mürtehin zamin olmadığı gibi, rehin olarak aldığında da zamin
olmaz.
Minah.
«Mürtehin
müslüman ise zaminiyet vardır ilh...» Yani eğer rahin zımmi,
mürtehin müslüman olursa
mürtehin
zımmiye şarap için zamin olur.
Zımminin bir malını gasbettiğinde müslüman nasıl zamin
olursa. Minah.
Minah'ın
ifadesinin zahirinden şu anlaşılmaktadır:
Müslüman mürtehin, taaddisiz rehine zamin
olur.
Zira burada
rehin (şarap) zımmiye göre maldır.
Onun karşılığı da mazmundur. O zaman bu rehin ne
fasit, ne de
batıldır, sahih bir rehindir. Düşünülsün.
«Misli ve
kıymeti ilh...» Şarih burada nefis
kelimesini misli ve kıymet ile tefsir
etmiştir. Çünkü onlar
mazmun olunan
nesnenin yerine kaimdirler. O zaman bu ifadeden maksat şudur: «eğer nesne
misliyattan
ise, misli ile kıyemiyattan ise, kıymetiyle tazmin edilir.
«Gasp edilen nesnenin ilh...» Yani gasp edilen,
veya hulu, mehir ve sulh bedeli olarak tayin edilen
şeyler eğer
misli ise misli ile, kiyemî ise kıymeti ile tazmin edilir. O zaman bunları rehin etmek
sahihtir.
Çünkü bunlarda zımaniye takarrür
etmiştir ve eğer bunlar kaim ise, aynını
teslim etmek,
eğer helak olmuşsa, onun kıymetini veya mislini teslim etmek vaciptir. Dolayısıyla
bunları rehin
vermek mazmun
olan bir şeyi rehin yapmaktır ki bu da sahihtir. Nitekim Hidaye'de olduğu gibi.
«Emanetler gibi ilh...» Yani ariye ve vedia gibi
emanet şeyleri rehin etmek sahih
değildir. Bunun
sahih olmamasının sebebini de Hamevi'den naklen takdim
ettik.
«Mazmun
olmayan ayn ilh...» Yani hakikaten kendisi mazmun olmayan fakat mazmuna benzeyen
nesne.
Bunların rehini de sahih değildir. Çünkü helak olduğu takdirde, bayiin elindeki mebi gibi
bayiin mülkü helâk olmuş olur. müşteriye hiçbir şey vacip değildir.
Vedia helâk olduğu takdirde
mudiin hiçbir
şey vermesi lâzım gelmediği gibi.
Şarihin, «mazmuna benzer» ifadesi, müşteri kabzetmedikçe semenin düşeceğini ifade eder.
Kabzettiği
takdirde de reddetmesi itibariyledir.
İşte bundan dolayı yukarıda
bayiin elindeki mebiye
gayri ile mazmun olan adı verildi. Biz de takdim
ettik ki, onunla rehin ya batıldır, ya fasittir, ya
caizdir.
METİN
Vadedilen karz için rehin verilmesi sahihtir. Şöyle ki,
adamın kendisine bin dirhem borç
vermesi
için ona bir rehin
vermesi gibi. Eğer mürtehin vadettiği paranın bir kısmını vererek kalanından
imtina etse, cebredilmez. Eşbah.
Rehin edilen
nesne, vadettiği, karzı vermeden önce
mürtehinin elinde helak olsa, söz
verdiği miktar
kadar tazmin eder. O zaman meselâ bin dirhem söz
vermişse, rahine bin dirhemi teslim etmesi için
cebredilir. Bu da eğer rehinin kıymeti verilecek paraya eşit ise veya ondan az ise böyledir. Ama
eğer söz
verilen para alınan rehinden daha fazla ise, o zaman yalnız rehinin kıymetini tazmin eder.
Eğer verilecek
para önceden tayin edilmişse.
Eğer tayin edilmemişse, yani birisi diğerine,
kendisine bir miktar karz vermesi için bir rehin
verse, rehin de onun elinde helak olsa, mürtehin
zamin olur mu?
İmameyn arasında bu hususta
ihtilaf vardır ki bu ihtilaf Bezzaziye ve diğer
kitaplarda zikredilmiştir. Esah olan kavle göre
mürtehin tazmin etmez. Çünkü yukarıda da geçtiği
gibi, karşılığında alınacak para tayin edilmeyen rehin esah kavle göre tazmin edilmez.
Selemin sermayesi ile üzerinde selem yapılan nesnenin rehin edilmesi sahihtir. Sarfın bahasını
rehin etmek de sahihtir. Eğer rehin mecliste helak olursa, sarf ve selem tamam olur. Mürtehin de
hükmen hakkını tam almış olur. Yalnız diğer üç mezhebin
İmâmı buna muhaliftir.
Mürtehin
parayı ödemeden, rehin de helak
olmadan birbirinden ayrılsalar,
selem ve sarf batıl olur.
Ama üzerinde selem yapılan nesne de mutlaka sahihtir. Eğer rehin helak olursa, akit tamam olur ve
helak olan nesne üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı
olur. Eğer helak olmamışsa, fakat,
selemi feshetmişseler,
ve üzerine selem yapılan şey rehin ise, o zaman istihsanen sermaye ile
rehindir.
Çünkü o sermayenin yerine kaimdir.
Eğer rehin fesihten
sonra helak olursa, o zaman selem yapılan şeyle beraber helak olmuş olur. O
takdirde selem sahibine, selem yapılan şeyin mislini vermek lâzım olur. Çünkü o helâk oluncaya
kadar hükmen rehin bakidir.
Babanın,
kendisine verilecek bir borç karşılığında
küçük oğlunun rehin vermesi sahihtir.
Çünkü
babanın
oğlunun kölesini ida etme (emanet verme) hakkı vardır. Öyleyse rehin etmesi daha evlâdır.
Çünkü helâk
olduğu takdirde tazmin edilir. Vedia ise
emanettir. Vasi de baba gibidir.
Ebû Yûsuf diyor ki: «Ne baba, ne de vasi bu
hakka sahip değildirler. Helâk olduğu takdirde aldığı
borç miktarı kadar çocuğa zamindirler. Fazlasına
değil. Çünkü fazlası emanettir.»
Timurtaşi
diyor ki: «Vasi, helak olan rehinin kıymetini zamindir. Çünkü baba
oğlunun malı ile
menfaatlenir
fakat vasi menfaatlenemez.»
Şu kadar var
ki Zahire ve başka kitaplarda baba ile vasinin eşit olduğu kesin
şekilde ifade edilmiştir.
Baba, alacağı bir borç karşılığında bir malını
küçük oğluna rehin olarak bırakabilir. Rehin ettiği
nesneyi de
küçük oğlu adına kendisi hapseder. Ama
vasi bunun hilafınadır. Zira vasi bu
hakka
sahip
değildir. Siraciye.
Bunun aksinde
de hüküm yine böyledir. Yani
baba, kendisine borçlu olan küçük çocuğunun bir
malını rehin
olarak yanında tutabilir. Çünkü babanın
oğluna karşı şefkati çok olduğundan adam iki
şahıs ve iki
taraf gibi kabul edilir. Babanın küçük çocuğunun malını alması
nasıl caiz ise. Ama vasi
bunun
hilafınadır. Çünkü vasi sırf vekildir. Ve
bey'de, ne rehinde akdin her iki tarafına temsil
edemez. Bu
bahsin tamamı Zeylaî'dedir.
Kölenin, sirkenin ve kesilmiş bir hayvanın semeni ile rehin sahihtir. Her ne kadar sonradan kölenin
hür, sirkenin
şarap, ve kesilen hayvanın murdar
olduğu ortaya çıksa da.
İnkâr üzerine yapılan
sulh bedelinin rehin edilmesi de sahihtir.
Her ne kadar daha sonra alacağı
olmadığını ikrar
etse bile. Çünkü bunda asıl kaide
şu geçendir: Rehin ve kefaletin sıhhati için
deynin zahiren vacip olması kâfidir.
Altın ve
gümüşü, ölçülecek, tartılacak bir şeyi rehin etmek de sahihtir. Bu zikredilenleri cinsinin
hilafına rehin
etse, helâk olduğu takdirde kıymetiyle helâk
olmuş olur. Ki bu da zahirdir.
Eğer
cinsiyle rehin
ederse, helâk olduğu takdirde ağırlık ve ölçü olarak misliyle helâk olmuştur,
kıymetiyle değil. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Burada aynı cinsin iyiliğine
itibar edilmez. Eğer
eşit olurlarsa, zaten açıktır. Eğer rehin edilen
nesneden borç daha fazla ise, helâk
olduğu takdirde
fazlası rahinin zimmetindedir. Eğer rehin edilen nesne
daha fazla ise, o zaman fazlası mürtehinin
elinde emanettir. Dürer ve Sadrı Şeria.
İZAH
«Bir kısmını vererek İlh...» Yani vadettiğinin bir kısmını verse, geri kalanını vermekten imtina etse,
vermesi için
cebredilmez. Bu aşikârdır ki,
eğer rehin baki ise mürtehine cebredilmez. Yok eğer baki
değilse, hükmü
metinde olandır.
«Helâk olsa ilh...» Yani mürtehin vadettiği parayı
ödünç vermeden önce merhun onun elinde
helâk
olursa.
Bezzaziye.
«Kıymeti ilh...» Yani rehinin kabzedildiği
günün kıymeti ile borç eşit ise.
«Tayin
edilmemişse ilh...» Bazı nüshalarda böyledir.
Bazı nüshalarda da, «Esah kavilde eğer
mürtehin
vereceği borcun miktarını belirtmemişse, merhun helâk olduğu takdirde mazmun
değildir.
Nitekim,
yukarıda, rehin talebi üzerine kabzedilen
merhun, borç beyan edilmemişse yani,
kendisine
bir şey vermesi için
ona bir rehin verse...» şeklindedir. İşte bu nüshada, şarihin «zamin olur mu?»
kavlini,
tekrarı kullandırmak için düşürmek gerekirdi.
«İmâmeyn
arasında bu hususta ihtilaf vardır
ilh...» Yani zamin olup olmama
hususunda İmâmeyn
arasındâ ihtilaf
vardır. Biz de rehin kitabının başında
Kınye'den naklen şunu takdim ettik: İmâmla iki
öğrencisi demişlerdir ki,
mürtehin rahine, rahinin dilediğini
verir.» Zeylaî de, «helâk ile mürtehin bir
şeyi tamamen
almıştır» sözüyle talil ederek bu
görüşe varmıştır. O zaman Zeylaî'nin beyanı
da
yukarıdaki söze rücu etmiş olur. Velhasıl bu bahiste
rivayet muhteliftir.
«Esah olan kavle göre mürtehin tazmin etmez ilh...» Yani iki rivayetten en sahihine
göre helâk olan
merhun mazmun
değildir. Nitekim biz de bunu
Kınye'den naklen takdim ettik.
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani rehinin başlarında metinde geçti. O zaman
bu bahis makablinden
bilinmektedir.
Şu kadar var ki şarih burada tekrar etmekle geçenden maksadın da ancak bu
olduğuna
dikkat çekmek istemiştir. Yani rehin talebi üzerine kabzedilenden maksat,
vadedilen
borçla rehin manasıdır.
Bunlar aynı
şeyi ifade etmekte birlikte tabirleri
değişiktir. Bundan ötürü
Bezzaziye'de.
«Vadedilen borçla alınan rehin rehin talebi üzerine kabzedilendir.»
denilmiştir.
BİR TEMBİH:
Rehin karşılığı söz verilen borcu yerine getirmek lâzım değildir. Nitekim yakında musannıfın,
«Birisi, müşterinin semen karşılığı bir şey rehin
etmesi şartıyla bir köle satsa...»
sözünde de
gelecektir.
«Selemin sermayesi ile rehin edilmesl sahihtir ilh...» Bu meselelerin izah şekli
şöyledir: Birisi
yiyecek karşılığı
yüz dirhem selem etse, veya dinarı dirhemle satmış olsa, sonra kabızdan önce
selem ettiği kimseye yüz
lira karşılığı bir şeyi rehin verse, veya
dirhem veya yiyecekle bir rehin
almış olsa, o zaman o rehin mecilsle helâk olursa, sarf da, selem de tamam olur.
Bazı âlimler de birinci meseleyi şöyle izah etmişlerdir:
Selem yapan kimse selem yaptığı
kimseden
vermiş olduğu
selem sermayesi karşılığı bir rehin alsa, o rehin helâk olmuş olsa,
yine selem de sarf
da tamam olur.
Bana zahir
olan, doğrusu, benim açıkladığım şeklidir.
Çünkü eğer akit meclisinde rehin helâk
olursa selem yapan
kimse selem sermayesini geri almış olabilir.
Artık nasıl, bununla akdin
tamamlandığı
söylenebilir. Eğer rehinin helâk olmasından evvel birbirinden ayrılırlarsa,
rehin batıl
olur.
«Rehin helâk olursa ilh...» Bu kavil, zikredilen şeylerle rehin yapmanın faydasını beyan etmektedir.
Aynî.
Kuhistanî de:
«Bundan murat rehinin sermaye
ile veya sarfın bahası ile helâk
olduğu» dur demiştir.
Üzerinde selem yapılan
malın helaki değil. Çünkü o, musannıfın gelecek olan,
«eğer ayrılsalar»
sözüne
münafidir, ve ileride geleceği gibi selem yapılan mal mutlaka sahihtir.
Ben derim ki: İşte bundan dolayı Dürer'de üzerine selem yapılan mal meselesi yalnız tehir edilerek
zikredilmiştir.
«Mürtehin de
hükmen hakkını tam almış olur ilh...» Yani sermaye veya
sarfın semeni veya üzerine
selem yapılan
nesnenin semenini mürtehin tam almış olur. T., Şümnî'den. Bu ifadenin misli
Hamevi'den
naklen Ebussuud'un bir kavlidir.
Mürtehinden
murat, birincisinde vereceği mal karşılığında para alan kimsedir. İkincisinde ise,
sarf
yapan akitlerden birisidir. Üçüncüsünde ise, selem
yapılan malın sahibidir.
Ben derim ki: Burada senin de bildiğin gibi üçüncüsü için,
yani selem yapılan malın sahibinin ilgisi
yoktur. Sonra
mürtehini birincisinde vereceği mal karşılığı
para alan kimse ile tefsir etmek,
geçmişte bizim
meseleyi tasvir etmemizi teyit etmektedir. Kuhistanî de şunu ifade etmiştir:
«Mürtehin
hakkını tam almış olur, ancak, eğer
rehinin kıymeti selem sermayesine ve
sarfın
semenine eşit ise.
Eğer rehinin kıymeti selem sermayesinden
veya sarfın semeninden az olursa
ancak onun
kıymeti kadar sahih olur.
«Parayı
ödemeden, rehin de helâk olmadan ilh...» Yani rehin karşılığı verilecek
paranın
verilmesinden
ve rehin de helâk olmazdan önce, ayrılırlarsa.
«Selem ve sarf
batıl olur ilh...» Çünkü ne hakikaten,
ne de hükmen kabız yoktur. Cevhere'de şöyle
denilir: «Mürtehinin rehini geri vermesi lâzımdır. Eğer geri vermeden önce elinde
helâk olursa,
sermaye
karşılığı helâk olmuş olur. Çünkü mürtehin selem akdinin butlanından sonra rehinin
helâk
olmasıyla
selem sermayesini tam almış olur.
Bu durumda selem akdi de caiz bir akde inkılap
etmez.»
«Mutlaka sahihtir ilh...» Yani isterse rahin ile
mürtehin birbirinden ayrıldıktan sonra da olsun.
Çünkü üzerinde
selem yapılan nesneyi, selem
akdi yapılan mecliste kabzetmek
vacip değildir.
Zeylaî.
«Üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı olur iIh...» Yani, selem yapılan nesneyi tam almış olur.
Fazlasında da yed-i
emin olmuş olur. Eğer helâk olan rehinin kıymeti daha az ise, o zaman
onun
kıymeti kadar
almış olur. Cevhere.
«Sermayenin yerine kaimdir
ilh...» Yani magsub gibi olur ki, gasp edilen şeyin karşılığında bir rehin
olursa, o zaman o kıymeti ile rehin olmuş olur. Hidaye.
«Fesihten
sonra helâk olursa ilh...» Çünkü üzerine selem yapılan nesne ile rehin olmuştu.
Rehin
adamın yanında
selemin gayrıyla mahpus ise, bunun örneği de şöyledir: Meselâ birisi bir köle
satarak onu teslim
etse, ancak kölenin semeni karşılığında bir rehin alsa, sonra da
bayi ile müşteri
ikale yaparak
bey'i feshetseler, köleyi satan kimse köleyi almak için
rehin aldığı şeyi hapsedebilir.
Çünkü o
kölenin fiyatının karşılığıdır. Eğer
rehin edilen nesne helâk olursa, kölenin fiyatının
karşılığında helâk olmuş olur. Çünkü o kölenin fiyatı ile rehin edilmiştir. Zeylaî.
«Lâzım olur
ilh...» Yani üzerine selem yapılan nesne karşılığında rehin helâk olsa, selem sahibinin
selem yapılan
mal kadar selem yaptığı kişiye vermesi lâzımdır.
Ve selem sermayesini alır. Çünkü
rehin selem sermayesi ile mazmundur. Rehinin hükmü de helâk oluncaya kadar bâkidir. O
zaman
selem sahibi rehinin helâki ile, rehin yapılan malı tam almış olur. Eğer selem yapılan nesneyi tam
olarak almış olsa,
sonra ikale yapsalar,
veya ikaleden sonra tam almış olsa, o zaman tam
aldığı şeyi
selem sahibine geri vermesi sermayeyi
de geri alması gerekir. Rehin bahsinde de hüküm aynen
böyledir. Zeylaî.
«Çünkü helâk
olduğu takdirde tazmin edilir ilh...» Bu kavil, rehinin idadan (emanet vermeden) daha
evlâ olduğunu
beyan etmektedir. Zira Mürtehin, rehini, ödeme korkusundan dolayı, mûda'dan daha
dikkatli
hıfzeder. Hidaye.
«Vedia ise emanettir ilh...» Vedia bahsinde de
geçtiği gibi emanet olan bir şey helâk olduğu
takdirde
mazmun değildir.
«Ebû Yûsuf diyor ki ilh...» Züfer de böyle demektedir. İmâm Ebû Yûsuf ile Züfar'in kavli, kıyasa
göredir.
Birincisi ise, zahiri rivayet
ve istihsana göredir. Hidaye ve Zeylaî.
«Fazlasına değil ilh...» Yani borç miktarı kadar
zamindirler, rehinin kıymeti fazla
olduğu takdirde
borç
miktarından fazlasına zamin değildirler.
«Vasi kıymetine
zamindir ilh...» Yani kıymetin,
hepsine, Rehinin kıymeti borçtan fazla olsa bile.
Şarih de, ileride gelecek olan rehinde
tasarruflar babında Timurtaşi'nin kavliyle
yetinmiştir.
«Başka kitaplarda ilh...» Muğni, İnaye ve
Mülteka gibi kitaplarda.
«Baba ile
vasinin eşit olduğu ilh...» Zahire, Muğni, İnaye ve Mülteka'da olan
kavil, metinde geçen
birinci
kavildir.
«Küçük oğlu
adına kendisi hapseder ilh...» Yani baba çocuğuna rehin
ettiği malı çocuğun namına
kendi yanında
hapseder.
«Bunun aksinde
de ilh...» Yani babanın çocuğu üzerinde alacağı olmuş olsa, küçük çocuğunun
malını rehin
olarak alabilir. Borç diğer bir
küçük oğluna olursa, veya babasının tacir bir kölesine
olursa, baba
borçlu olan çocuğunun metaını alacaklı
olan diğer çocuğunun veya tacir kölesinin
yanına rehin olarak
koyabilir. Nitekim Hidaye ve Mülteka'da da böyledir.
«Ama vasi bunun hilâfınadır ilh...» Yani vasinin vesayeti altındaki çocukta
alacağı olsa, onun
metaını rehin
olarak kendi yanında tutamaz.
«Ne bey'de
ilh...» Bu söz, Kadı'nın tayin ettiği vasiye hamledilir. Musannıf
vasi babında şöyle
demektedir: «Eğer çocuğun
vasisi çocuğun malını kendine alır veya kendine satarsa, bakılır: Eğer
Kadı'nın tayin
ettiği vasi ise, mutlaka caiz değildir. Eğer
çocuğun babasının vasisi ise, çocuğa açık
bir menfaat
bulunması şartı ile caizdir. Ama babanın çocuğun malını çocuğun
namına kıymetinin
misli ile ve halkın aldanabileceği miktarla satması caizdir. T.
«Bu bahsin
tamamı Zeylaî'dedir ilh...»
Zeylaî de Hidaye ve Minah sahipleri gibi bu bahsin talil ve
meselelerin tefriini uzun uzadıya yazmıştır.
Mülteka'da
şöyle denilmiştir: «Vasi,
vesayetindeki yetim çocuğun yemesi ve
giymesi için bir
yabancı adamdan borç para alsa, onun karşılığında da
çocuğun metaını rehin verse, sahihtir.
Çocuk baliğ
olduğu zaman vasisinin yapmış olduğu borcu ödemedikçe, rehini
bozamaz.»
«Kölenin
ilh...» Yani rehinin zımaniyeti ile
zamindir. Yani helak olmuş olsa, kölenin kıymeti borç
kadar veya daha fazla ise, rahine borç
miktarı kadar öder. Eğer onun kıymeti borçtan az ise, kölenin
kıymetini
rahine öder. Çünkü mürtehin köleyi zahiren vacip olan bir borç karşılığı rehin almıştır.
İbni Kemal.
«İkrar etse ilh...» Yani mürtehin rehinden sonra
alacağı olmadığını ikrar etse. Bu meselenin izahı
şöyledir: Birisi diğer adamın üzerinde
bin dirhem alacağı olduğunu iddia etse, borçlu görülen
kimse de inkâr etse, beş yüz dirhem üzerine sulh yapılsa, borçlu kimse, beş yüz dirhem karşılığı bir
malı alacaklıya rehin verse, o mal da mürtehinin
yanında helâk olsa, sonra bir borç olmadığında
birbirlerini
doğrulamış olsalar, mürtehinin rehinin kıymetini
rahine ödemesi lâzımdır. Mirac.
«Rehin ve
kefâletin sıhhati için kâfidir ilh...» Minah'ta da böyledir. Ben bu bahsi
Minah'tan başka bir
yerde de
görmedim. Nihaye ve diğer kitapların ibaresi
ise şöyledir: «Rehinin sıhhati ve
mazmun
olması için borcun zahir olması kafidir.» Belki
musannıfın, buradaki kefilden muradı ödenmesi
vacip olan
şeylerle kefil olandır. Zira
musannıfın kefalet kitabında ifade ettiğine binaen
tazminatlarla
kefil olmak sahihtir. Ama buradaki
kefili kölenin semeni ve mabadindekine
hamletmek
ise zahir değildir. Çünkü Münteka'dan naklen Zahire'nin kefalet bahsinde
şöyle bir ifade vardır:
«Eğer kefil talibin ikrarı üzerine, bu malın
şarap veya fasit satışın semeni
olduğuna dair beyyine
ikame etse, beyyinesi
kabul edilir ve o mal batıl olur.»
«Cinsinin
hilâfına ilh...» Mesele elbise
gibi bir şeyle rehin edilmiş olsa.
«Kıymetiyle
helak olmuş olur ilh...» Yani altın veya gümüş veya onların
benzeri şeylerden rehin
edilen nesne helâk olsa,
ölçü ve tartı ile değil, kıymeti ile
helâk olmuş olur. Bu sebeple altın ve
gümüşün saf
olması muteberdir. Çünkü, elbise gibi cinsinin hilafı ile rehin
edilmiştir. Ama cinsinin
karşılığında rehin edilmiş olsa, onda saf olmaya
itibar edilmez. Nitekim ileride gelecektir.
«Cinsiyle
rehin ederse ilh...» Yani gümüşü
gümüşle, altını altınla, buğdayı
buğdayla, arpayı arpa ile
rehin etmiş olsa,
rehin helâk olduğu takdirde ölçü ve tartı bakımından ister kıymeti çok olsun, ister
az olsun, misliyle helâk
olur. Zeylaî.
«Kıymetiyle
değil, İmâmeyn buna muhalefet etmiştir
ilh...» Yani İmâmeyn'e göre, helâk olduğu
takdirde,
mürtehin, cinsin hilâfına rehin edilen nesnenin kıymetine zamindir. O zaman o kıymet
helâk olan rehinin yerine rehin olmuş olur. Mürtehin de
tazminatına helâk olana mâlik olur. Aynî.
Eğer rehinin kıymeti
borçtan az olursa, İmâmlar arasındaki ihtilafın semeresi
zahir olur. Ama eğer
helâk olan rehinin kıymeti borç kadar veya daha fazla olursa, o zaman her iki
bahiste cevap
ittifakladır.
Çünkü İmâma göre mürtehinin alacağını
alması tartı iledir, İmâmeyne
göre ise, kıymeti
iledir. Kıymet
birincisinde borcun mislidir, ikincisinde
ise, borçtan fazladır. O zaman mürtehin borç
miktarı kadar hakkını tam almış olur, borçtan
fazla olan kısımda yanında emanet olur.
Nitekim
Hidaye'de de böyledir.
«Aynı
cinsin iyiliğine itibar edilmez
ilh...» Çünkü cinsi cinsi ile karşılaştırıldığında faiz olmaması
için iyi
olmasının kıymeti yoktur.
«Eşit olurlarsa ilh...»
Yani rehinle karşılığında alınan mal ölçü ve tartı bakımından eşit olursa, o
zaman onun
hükmü zahirdir. Yani kıymetine
bakılmaksızın ve İmâma göre iyi
olmasına
bakılmaksızın rehin helâk olduğu takdirde borç
düşer. Bunların hepsi, rehinin helâk olması
halindedir.
Ama eğer helâk değil, rehinden bir şey
noksanlaşsa, meselâ, gümüş bir ibrik olan rehin
kırılsa, o ayrı bir konudur. Bu meselelerin suretleri helâk ve noksan konusunda yirmi altı surete
ulaşır. Bunlar
da uzun kitaplarda açıklanmıştır.
Tebyîn ve Gayetü'l-Beyan da bunları izah etmiştir.
METİN
Birisi,
müşterinin semen karşılığında kendisine belirli bir
rehin bırakması veya belirli bir kimseyi
kefil etmesi şartıyla bir köle satsa, sahihtir. Müşteriye o rehini vermesi veya o kefili göstermesi için
cebredilemez. Zira, rehin kitabının başlarında
geçtiği gibi, müşterinin bunu yerine
getirmesi lâzım
değildir. Bu
satışta bayi taleb ettiği vasıf fevt olduğundan satışı feshedebilir. Ancak müşteri semeni
peşin öderse, veya
şart kılınan rehinin kıymetini
verirse, o zaman satıcı satışı feshedemez. Çünkü
burada maksut
hasıl olmuştur.
Müşteri,
satıcıya mebiin dışında başka bir şey
vererek onun semeni kadar yanında
kalmasını
söylese, verdiği şey rehin olur. Çünkü
müşteri rehini ifade eden bir şey telaffuz etmiştir. Akitlerde
muteber olan,
manadır. Ama ikinci İmâm ile diğer
üç mezhebin İmâmları buna muhalefet
etmişlerdir.
Müşterinin, satıcıya: «onu tut!» diye söylediği şey, satın aldığı mebi
olsa bile, eğer
kabızdan sonra
vermişse, o zaman o şey
semeni ile rehin olmaya salihtir. Eğer mebiyi kabzetmeden
evvel böyle derse, rehin olmaz. Çünkü o sırada mebi semeni ile satıcının
yanında hapsedilmiştir.
Nitekim geçti.
Yalnız şu kaldı: Eğer mebi et veya buz gibi beklemekle bozulan bir şey ise, müşteri
de parayı
geciktirir, ve telef olacağından
korkarsa, o zaman o mebinin ikinci defa satılması ye
alınması caizdir. Eğer eski sattığı fiyattan daha fazlasına satsa, fazlasını tasadduk
eder. Zira onda
şüphe vardır.
Bir adam iki kişinin yanına, her ikisinden aldığı bir borca karşılık bir nesneyi
rehin etse, sahihtir.
Onun hepsi,
her iki adamın yanında rehindir. Velev ki bu adamlar iki ortak da olmasınlar.
Bunlar
rehini nöbetle
ellerinde tutsalar, bunların her biri kendi nöbetinde diğer adam
hakkında adil gibi
olur. Bu
hüküm, eğer rehin edilen nesne tecezzi etmeyen cinsten ise böyledir.
Eğer rehin
parçalanabilen cinsten ise, bunlardan her biri
yarısını kendi yanında hapsedebilir.
Rahin nesnenin
tamamını birisine vermiş olsa, İmâma
göre zamin olur. İmâmeyn buna muhalefet
etmiştir.
Bunun aslı, vedia meselesidir. Zeylaî.
İki kişiye
rehin edilen nesne helâk olursa, bunlardan her birisi kendi
hisselerine zamindir. Çünkü
alacakları hak parçalanabilmektedir.
Rahin
bunlardan birisinin alacağını öderse, o malın hepsi, diğerinin yanında rehin olur. Zira
yukarıda geçtiği gibi, nesnenin hepsi onların her birinin elinde parçalanmadan
rehindir.
Eğer iki kişi üzerlerindeki bir borç karşılığı
bir adama bir şeyi bir rehinle rehin etseler, o nesnenin
borcun hepsine
karşılık rehin edilmesi sahihtir. Mürtehin o nesneyi alacağının
tamamını alıncaya
kadar yanında
tutar. Çünkü şüyu (ortaklık) yoktur.
Adam iki kölesini bin lira karşılığı rehin etse, birisinin
hissesini ödese bile onu geri
alamaz. Çünkü
iki köle borcun hepsi karşılığı rehin edilmiştir.
Mebiin, semenin tamamı karşılığında satıcının elinde
hapsedildiği
gibi.
Eğer her köleyi,
karşılığında rehin ettiği miktarı ayrı ayrı tayin ederek rehin ederse,
o zaman
hangisinin karşılığında
aldığı miktarı öderse, onu geri alabilir. Ama bey bunun hilafınadır. Çünkü
akit rehinde semenin ayrılmasıyla, birden çok olmaktadır,
ama satışta değil. Esah olan da ancak
budur.
İki adam, bir nesnenin bir adam tarafından kendisine
rehin bırakıldığına ve onu teslim aldığına dair
ayrı ayrı beyyine getirseler, her ikisinin
beyyinesi de batıldır. Çünkü meselâ bir köle gibi aynı
nesnenin
hepsinin, «buna karşılık» ve «şuna karşılık» olmak üzere aynı zamanda iki adama rehin
edilmesi muhaldir. Ortaklık söz konusu olduğu için onu yarıya
bölmek mümkün değildir. Karşılıklı
beyyine getirirlerse, beyyineleri düşer. O zaman helâk olduğu takdirde
emaneten helâk olmuştur.
Çünkü batıla
hüküm yoktur. Bu hüküm eğer tarih atmamışlarsa
böyledir. Eğer tarihini yazmışlarsa,
hangisinin
tarihi daha eski ise, o daha evladır. Yine rehin bunların birisinin elinde ise,
elinde olan
(zilyed) daha haklıdır. Çünkü elinde olması,
onun daha evvel parayı verdiğine
karinedir.
Kölenin rahini
ölmüş olsa, köle de onların ikisinin yanında olsa, veya
olmasa hüküm birdir. Zeylaî.
Eğer
vasfettiğimiz gibi bunların her birisi
delil getirse, bunların her birisinin elinde onun yarısı
istihsanen hakkının karşılığında rehin olur. Çünkü
rahinin ölümü ile o köle borcun karşılığına
inkılap etmiştir. Şayi de bunu kabul eder.
Adam
borçlusunun başındaki sarığını yanında
rehin olması için almış olsa,
rehin olmaz. Ama o
sarık helâk olduğu takdirde rehin hükmüyle helak olur. Diyor ki: «Eğer borçlu onun yanında
rehin
olarak kalmasına razı
olursa rehin olacağı açıktır.» İmadiye.
Bu şunu ifade
ediyor ki, eğer borçlu onun yanında rehin olarak kalmasına razı ise rehin olur,
değilse rehin olmaz. Bunun üzerine musannıfın da ifade ettiği gibi Siraciye ve diğer kitapların
mutlak ifadeleri
de hamledilir.
Mücteba'da
şöyle denilmektedir: «Mal sahibi borçlunun malını ondan izinsiz yanında
rehin olarak
tutabilir.»
Bazı âlimler tarafından da, «Para sahibi borçlusunun
ödemesinden ümidini keserse, o zaman
hakkının
yerine onun herhangi bir malını
alabilir.» demişlerdir. Musannıf da bunu ikrar etmiştir.
Birisi
diğerine iki elbise vererek, «Bunlardan hangisini istersen şu kadar para karşılığı rehin olarak
al.» dese, o da her iki elbiseyi de alsa, onların
birisini seçmezden önce hiçbiri rehin olmaz. Siraciye.
FER'İ
MESELELER:
Rehinin gasp
edilmesi helâk olması gibidir. Ancak mürtehin rahinin izni ile ondan intifa
ederken
gasp edilirse, rahin nesneyi dellala vermesi için emretse, o da verirken helâk
olsa, zamin olmaz.
Hamamcı rehin edilen Kur'anı sandığına koysa, sandığın üzerine de bir bardak içme suyu
bıraksa,
su dökülse ve
Kur'an helâk olsa, rehin zaminiyeti lie zamin olur, fazlasına değil. Mûda ise hiçbir
şeye zamin
olmaz. Kınye.
Rehinde müddet
kesmek rehini ifsat eder.
Rahin rehinin
satılması için birisine yetki verse ve ölse, mürtehin onu varisleri hazır olmadan da
satabilir.
Rahin kısa bir müddet ortadan kaybolsa, mürtehin anacağı karşılığında
rehinin satılması işini
Kadı'ya götürse, Kadı satış emri verse, lâyık olan onun satışının caiz olmasıdır.
Eğer adam ölse, bir varisi olduğu bilinmese, Kadı da onun binasını satsa, caizdir.
Nehir'in bey
bahsinin çeşitli meseleler babında da böyledir.
Zahire'de
şöyle denilmektedir: «Mürtehin kendisine
rehin edilen ağaçların meyvesini, telef
olmasından korksa
bile satamaz. Çünkü mürtehin hapsetme
velayetine sahiptir, satma velayetine
değil. Ama onu Kadı'ya götürmesi mümkündür. Kadı'ya
götürmesi mümkün olmayan bir yerde
olsa,
veya Kadı'ya götürmeden evvel bozulacak bir halde olsa, o
zaman mürtehinin onu satması caiz
olur.» Allah daha iyisini bilir.
İZAH
«Belirli bir kimseyi kefil etmesi ilh...» Yani akit meclisinde hazır olan bir
şahsı kefil etmesi ve onun
da kefaleti kabul etmesi halinde sahih olur. Eğer
rehin ile kefil belirsiz olsalar,
veya onlar akit
meclisinden ayrılıncaya
kadar kefil orada olmasa, akit fasit olur. Eğer kefil hazır olur,
kefaleti kabul
eder veya rehinin tayin edilmesi üzerinde ittifak ederlerse yeya müşteri semeni nakden peşin
öderse, bey
caiz olur. Ama yapılan işlemler akit meclisinden sonra olursa,
bu satış caiz olmaz.
Zeylaî, özetle.
«Müşteriye
cebredilemez ilh...» Yani müşteriye
rehin vermesi için cebredilmez. Kefile gelince,
yukarıda bildin
ki, kefilde şart olan onun akit meclisinde hazır olması ve
aynı mecliste kefaleti kabul
etmesidir.
Kefalette kaçınmak veya
icbar etmek yoktur. Düşünülsün.
«Rehinin başlarında geçtiği gibi ilh...» Yani rehin kitabının
başında geçti ki, kabızdan önce yalnız
icap ve
kabulle rehini yerine getirmek lâzım değildir. Hatta
rehin akdi yapmış olsa, rahin
rehini
teslim etmeye
cebredilemez. O zaman mürtehin de mücerret söz vermekle sözünü yerine getirmeye
cebredilemez.
«Talep ettiği
vasıf fevt olduğundan ilh...» Çünkü karşılığında
rehin bulunan semen, karşılığında
rehin olmayan
semenden daha sağlamdır. O zaman rehin semenin bir sıfatı olmaktadır.
Bu da
mergub bir
vasıftır. Bunun fevti ile satıcıya muhayyerlik vardır. Bu bahsin tamamı
Gayetü'l-Beyan'dadır.
«Maksut hasıl olmuştur ilh...» Çünkü rehinden kastedilen
kıymetidir, aynı değil.
«Rehini ifade
eden bir şey telaffuz etmiştir ilh...»
Rehin semeni ödeyinceye kadar hapsetmektir.
Akitlerde de manalara itibar edilir. Bundan dolayı asilin beraatı şartıyla kefalet havaledir.
Asilin
beraat etmemesi şartı ile yapılan havale de kefalettir. İtkanî.
«İkinci İmâm ile diğer üç mezhebin İmâmları
ilh...» Zira o lafzın rehine de idâya da ihtimali vardır.En
az idâyı
ihtimal eder. O zaman idanın sübutu
ile hükmedilir. Ama bunun hilafına müşteri, «Şunu
alacağın veya
malın karşılığında tut» dese, bu rehin
olur. Çünkü o nesneyi borcun karşılığı olarak
ifade ettiği
zaman, rehin olduğunu tayin etmiştir.
Biz deriz ki,
«Şunu, ben sona parasını verinceye kadar tut.» sözünde müşteri
tutmayı verme vaktine
kadar uzattığı
zaman, anlaşılır ki onun bu sözden muradı rehindir. Bundan ötürü rehin olmaktadır.
Hidaye.
«O şey semeni
ile rehin olmaya salihtir ilh...» Çünkü
müşterinin mülkiyeti onda taayyün etmiştir.
Hatta helâk
otmuş olsa, müşterinin hesabına helâk
olmuş olur, akit de infisah etmez. T.
«Semeni ile satıcının yanında hapsedilmiştir ilh...» Bunun zaminiyeti de rehin
zaminiyetine
muhaliftir. O
zaman iki muhtelif zaminiyetle
mazmun değildir. Çünkü iki muhtelif
tazminatın içtiması
muhaldir.
Hatta müşteri satıcıya, mebiyi kabzetmeden önce, «Ben sana semeni
verinceye kadar
mebii elinde tut» dese, o da elinde tutsa, fakat
elinde helâk olsa, satış kendiliğinden infisah eder,
müşterinin de
para ödemesi lâzım değildir. Zeylaî.
«Nitekim geçti
ilh...» Yani musannıfın bayiin
elindeki mebi de rehin edilmez sözünde geçti.
«Beklemekle bozulan bir şey ise ilh...» Yani eğer müşterinin kabzetmesinden
önce rehin ettiği şey
beklemekle bozulan cinsten ise... T. Bunun
zahiri şudur ki, kabızdan sonra hüküm böyle
değildir.
Ben derim ki: Bey'in
müteferrikat bahsinin başlarında şu geçti: «Adam bir şey almış
olsa, mebii
kabzetmeden ve
semeni ödemeden önce bilinen bir şekilde kaybolsa, satıcı da
ona peşin olarak
sattığına dair
beyyine getirse, eğer adamın yeri bilinmiyorsa o mebi
satılır. Yani Kadı onu satar.»
Nehir'de de
yine bey bahsinin müteferrikat kısmında şöyle denilmektedir: «Adam bir şey satsa,
kabzetmeden ve
semeni ödemeden önce kaybolsa,
uygun olan, denilmelidir ki, eğer o
satılan şeyin
telef edilmesinden korkulursa. onu satmak caizdir.
İster alan adamın yeri
bilinsin, ister bilinmesin.»
Nehir sahibi
burada müşterinin onu rehin kılmasıyla da kaydetmemiştir.
«Satılması caizdir ilh...» Bizim yukarıda takdim ettiğimizin zahirine göre bu cevazdan
maksat,
Kadı'nın
satabileceğidir. Bu babın sonunda sarahaten bunu bildiren ifade gelecektir.
«Alınması ilh...» Yani müşterinin daha
evvel onun satıldığını bildiği halde alması caizdir.
«Fazlasını tasadduk eder ilh...» Yani birinci
satışın semeninden fazla olan kısmı tasadduk eder.
«Zira onda
şüphe vardır ilh...» Yani, gayrın malı
olması şüphesi vardır ki o da birinci
müşteridir.
«İki kişinin yanına
ilh...» O iki kişi de kabul etseler, o zaman sahih
olur. Ama adam borcu
karşılığında bir şeyi iki kişiye rehin ettiğinde birisi
kabul etse, diğeri kabul etmese, sahih olmaz.
Meselâ, «Ben yarısını
şuna, yarısını da şuna rehin
ettim.» demesi gibi. Sayıhanî,
Makdisi'den.
«Onun hepsi o
iki adamın yanında rehindir ilh...» Yani o nesnenin hepsi, onların herbirinin alacağı
karşılığında hapsedilir. Yoksa, yarısı birisine rehin,
yarısı da diğerine rehin değildir. İbn-i Kemal.
Bir nesnenin
iki kişiye rehin edilmesi, hibenin hilafınadır. Çünkü hibe, hibe edilen nesnenin hibe
edilen kişiye
mülkiyetinin sübutunu icabettirir. Bir nesne
de ayrı ayrı iki kişiye,
aynı zamanda mülk
edilemez. Bir nesne iki
adama rehin edildiği zaman ona zarureten
şüyu (ortaklık) girer. Rehinin
hükmü ise,
borç ödeninceye kadar daimi hapistir. Bu sebeple tek nesnenin iki kişinin
hakkı
karşılığında tam olarak hapsedilmesi caizdir.
Bu bahsin tamamı Kifaye'dedir.
«Velev ki, bu
adamlar iki ortak da olmasınlar ilh...» Yani borçta
da ortak olmasalar bile. Yine ikisinin
alacaklarının cinsleri ayrı olsa bile. Meselâ
birisinin alacağı dirhem iken, diğerinin alacağı dinar
olsa, yine de
onların karşılığında bir nesneyi
rehin olmaları sahihtir. İnaye.
«İmâma göre zamin olur ilh...» yani rehini diğerine veren adam gasp zaminiyeti
ile zamin olur. T.
«Bunun aslı
vedia meselesidir ilh...» Yani bir adam taksimi kabil olan bir
nesneyi iki kişinin yanına
îda etmiş olsa, bunlardan birisi de o nesnenin hepsini
diğerine verse, veren adam İmâma göre gasp
zaminiyeti ile
zamin olur. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Zeylaî.
«Herbirisi kendi hisselerine zamindir ilh...» T.
Mekki'den naklen şöyle
demektedir: «Bu bahsin
sureti
Binaye'de olduğu gibi şöyledir:
Mürtehinlerden birisinin rahinden on dirhem, diğerinin de
beş dirhem alacağı olsa,
rehin edilen nesnenin kıymeti de otuz
dirhem olsa, otuz dirhemlik
rehinden yirmi
dirhemi helak olsa, kalan on dirhemlik kısım iki mürtehinin
elinde üçe taksim
edilmek üzere rehin kalmış
olur. O zaman onun helaki ile on dirhem alacaklı mürtehinden,
üçte ikisi
düşer. Beş
dirhem alacaklı mürtehinin hakkından
da üçte biri düşer. O zaman rahinin on dirhem
alacaklı olan mürtehine 3.33 dirhem vermesi
gerekir. Beş dirhem alacaklı olan mürtehine de
1.66
dirhem verir.»
«İstiyfa
edecekleri parçalanabilmekedir ilh...» Çünkü alacakları
parçalanmayı kabul eder.
«Birisinin olacağını
ödese ilh...» En doğrusu, musannıfın bu kavli «eğer helâk
olursa» sözünden
evvel zikretmesiydi. Nitekim İbn-i Kemal
böyle yapmıştır. Eğer böyle
yapsaydı, onların her birisinin
kendi hissesine zamin olduğunu ifade ederdi.
«Bunlardan
birisinin alacağını ödese ilh...» Zira Nihaye'de Mebsut'tan naklen şöyle bir ifade vardır:
«Eğer rehin ikinci adamın
elinde helâk olsa, rahin birinci mürtehine ödediği borcu geri alır. Çünkü
rehin rahine
ulaşana kadar onların her ikisinin
de mürtehinlikleri bakidir. Çünkü yukarıda
geçtiği
gibi, bunların
her birisi kendi nöbetinde diğeri için adil gibidir.»
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani yakında
musannıfın «Bir adam iki kişinin yanına, her ikisinden
aldığı bir
borca karşılık bir nesneyi rehin etse, sahihtir.
Onun hepsi, her iki adamın yanında
rehindir.»
sözünde geçti.
«Parçalanmadan rehindir ilh...» O zaman,
borçtan bir şey kaldığı müddetçe
rahin rehin ettiği
nesneden
hiçbir şeyi geri alamaz. Mürtehin bir olduğunda,
borcunu ödemeden rehinden bir şey
alamadığı
gibi.
«Bir rehinle rehin
etseler ilh...» Yani bir pazarlıkla.
Çünkü Kerhi, «Rehin edilen nesne bir veya iki
köle olsa.» demiştir. O zaman burada bir
rehinden murat, rehin edilen nesnenin bir olması değildir.
Belki burada
bir rehinden maksat, rehin akdinin bir olmasıdır.
«Üzerlerindeki bir borç karşılığı ilh...» Bu
borç, ister ikisinin birlikte aldıkları bir borç, ister ayrı
ayrı
alarak borçlandıkları
bir borç olsun. İtkanî,
Kerhi'den.
«Alacağının tamamını alıncaya kadar yanında tutar ilh...» O zaman bunlardan bir tanesi üzerindeki
borcu ödemiş
olsa; rehin edilen nesneden hiçbir şey
kabzedemez. Çünkü aldığı takdirde
mürtehine
pazarlığın
ayırdedilmesi gerekir. İtkanî.
«Çünkü şüyu yoktur ilh...» Zahir olan bu, musannıfın «sahihtir»
sözünün illetidir.
İtkanî diyor
ki: «İki kişinin bir nesneyi
bir kişiye rehin vermesi sabittir. Çünkü iki
kişinin bir kişiye
rehin
etmesinde şüyu girmeden kabz hasıl
olur. O zaman bu iki kişinin bir kişiye rehin vermesi, bir
adamın bir adama rehin vermesi gibi olur.»
«İki köle borcun hepsi karşılığı rehin edilmiştir.
ilh...» Yani rehin edilen nesnenin bütün cüzleri borç
karşılığında hapsedilmiştir. Bu hapis de borcun
tamamının ödenmesine kadar uzatılır. Hidaye.
Çünkü eğer
rahin, rehinden ihtiyacı olan
kısmı alma imkânına sahip olursa, borcun
kolan kısmını
ödemekte
tembellik yapar.
«Mebiin ilh...»
Çünkü müşteri mebiin semeninin bir kısmını ödese, mebiin
tamamını alma imkânına
sahip
değildir. Eğer peşin almışsa.
«Tayin ederek
ilh...» Meselâ, «Ben iki köleyi her birinin karşılığında beş yüz dirhem olmak üzere
rehin ettim.»
dese, köleleri ona teslim etse,
sonra borcun beş yüz dirhemini ödese, ve «Ben şu
kölenin
borcunu ödedim, onu almak istiyorum.»
diyerek onu almak istese.
İmâm Muhammed'in Asl
kitabındaki
rivayetine göre, onu alamaz. Ziyadat isimli eserin
rivayetine göre ise alabilir.
Adam iki köleyi
bin dirhem karşılığında rehin verirken. «Bunlardan bir tanesi yirmi dirhem karşılığı,
diğeri de kalan kısmın karşılığı» dese hangisinin hangisine karşılık olduğunu beyan etmese, rehin
caiz olmaz. Çünkü bu, kölenin birisinin helâki veya geri alınması anında münazaaya vesile olacak
bir
cehalettir. Nitekim İtkanî de Hakim'in Kafi'sinden naklen böyle ifade etmiştir.
«Akit rehinde semenin tafsili ile
taaddüd eder ilh...» En doğrusu burada,
semen kelimesi yerine
bedel kelimesini kullanmaktı. Çünkü rehinde
tafsil edilen ancak borçtur.
«Rehinde
ilh...» Çünkü akdin rehin edilen şeylerden birisinde kabul edilmesi diğerinde akdin
sıhhati için şart değlidir. Hatta rehin, rehin edilen nesnelerin birisinde
kabul edilmiş olsa, kabul
edilende rehin
sahih olur. Satış bunun hilafınadır. Çünkü satışta akit semenin tafsili ile
taaddüd
etmez. Bundan
ötürü müşteri aldığı iki şeyden
birisinin alışını kabul edip, diğerini etmese, satış her
ikisinde de batıl olur. Çünkü satıcı pazarlığın ayrılmasıyla zarara
uğrar. Çünkü adet, satışta kötüyü
iyiye
katmak şeklinde caridir. O zaman ayırdetmekte satıcıya zarar vardır. Zeylaî.
«Esah olan da ancak
budur ilh...» Yani iki rehine
ayrı ayrı isim vermekle hiç isim vermemek
arasındaki fark budur. Esah olan da budur. Nitekim
Tebyin ve Kifaye'de de böyledir. Bu da Ziyadat
isimli kitabın rivayetidir.
«Her ikisinin beyyinesi
da batıldır ilh...» Bu müstakil bir meseledir ki, geçmişle bunun bağlantısı
yoktur. Dürer.
İnaye sahibinin İnaye'deki. «Bu iki kişi bir kişiye rehin verseler sözünün şubelerindendir.» sözünde
de düşünmek
gerekir. Çünkü burada iki kişi
mürtehin olduklarını iddia
etmektedirler. Diğer kişi de
rahindir. İşte
iki kişinin mürtehin bir kişinin
rahin olmasını Mirac sahibi Mirac'da, «Velhasıl
mürtehin iki,
rahin birdir.» sözüyle tasrih
etmiştir. Düşün.
Sonra bil ki, bu mesele iki vecihledir. Çünkü bu dava ya rahinin hayatındadır, veya değildir. Rahinin
hayatında olduğu takdirde de üç şekilde
düşünülebllir. Çünkü rehin ya
mürtehinliği iddia edenlerin
birisinin
elindedir ki bu takdirde ona hükmedilir. Her ne kadar diğeri
tarihle ispat etse bile. Çünkü
zilliyet tarih
ile nakzedilemez. Çünkü zilliyetin
tarihten daha evvel olma ihtimali vardır.
Ancak diğeri
akdinin
zilyedin kabzından evvel olduğunu
ispat ederse, o müstesnadır. Veya her ikisinin elinde
olur. Veya
rahinin ve onların ikisinin elinde
olur. Eğer onların her ikisi de tarih ispat ederlerse, tarihi
daha eski olana hükmedilir. Bunlardan yalnız birisi tarih ispat ederse, ona
hükmedilir. Eğer her ikisi
de tarih ispat
edemezlerse, veya
her ikisi de eşit şekilde bir tarih ispat ederlerse, rehin batıl olur.
İkincisi, yani
rahinin hayatında olmayan dava da üç
vecih üzerinedir. Bu üç vecih de
öncekiler
gibidir. Eğer
iki mürtehin de tarih getirirse, tarihi daha eski olana hükmedilir. Eğer ikisi de tarih
getirmezse,
veya eşit bir tarih getirseler,
bakılır: Eğer rehin ikisinin de elinde ise veya rahinin elinde
ise, istihsanen aralarında
yarı yarıya bölünür. Ebû Hanife de bu
istihsan ile hükmetmiştir.
Gayetü'l-Beyan
ve Tatarhaniye'den özetle.
«Çünkü aynı
nesnenin aynı zamanda iki adama rehin
edilmesi muhaldir ilh...» Yani her birine iki
ayrı akitle rehin edilmesi muhaldir.
Yani bunlardan herbiri rehini yanında
tut makta münferit olsa
ve
diğerinin
hiçbir hakkı olmasa. Bu muhaldir. Ama musannıfın «Adam iki kişinin
yanına... bir nesneyi
rehin etse...» kavlinde geçen meseleye bu mesele muhaliftir.
«Yarıya bölmek mümkün degildir ilh...»
Yine, rehin edilen nesnenin hepsinin mürtehinlerden
birisine aynıyla hükmedilmesi de mümkün değildir.
Çünkü burada evleviyet yoktur. Tarih meçhul
olunca da her
ikisini mürtehin saymak
mümkün değildir. Çünkü bunlardan her birisi
beyyinesi ile o
nesnenin
hepsinin kendisine rehin edildiğini ispat etmektedir. O zaman da
davanın hilafına
hükmedilmiş
olur. Bunu Hidâye de ifade etmiştir.
«Beyylneleri düşer ilh...» Her iki beyyine ile amel
etmek mümkün olmadığından beyyinelerin ikisi de
düşer. Burada
beyyinelerin düşmesi de kıyastır. İstihsan ise, rehin edilen nesnenin aralarında
yarı
yarıya
taksimini gerektirir. İşte bu mesele kıyasın istihsana tercih edildiği meselelerden bir
meseledir.
«Bu hüküm eğer
tarih atmamışlarsa böyledir
ilh...» İkisi tarih getirseler ama ikisinin tarihi de
bir
olursa, hüküm
yine böyledir. Ama birisinin tarihi
daha eski olursa o daha evlâdır. Çünkü eski tarih
sahibi akdi öyle
bir vakit için ispat ediyor ki, o vakit için diğeri onunla münazaa edemiyor.
Bunlardan
yalnız birisi tarih getirirse, hüküm
yine böyledir. Çünkü tarih vaktinden
itibaren onun
hakkında akit zuhur etmektedir. Diğerinin hakkında ise halen akit zahir olmaktadır.
İtkanî.
«Bunların
birisinin elinde ise ilh...» Bu kavil ifade ediyor ki,
geçen bahis, rehinin rahinin elinde
olması veya her iki mürtehinin elinde olması
üzerine farzedilir. Bu bahis ise, rehinin mürtehinlerden
birisinin
elinde olması üzerine farzedilmektedir.
«Zilyed olan
daha haklıdır ilh...» Zilyed olmayan ister tarih atsın, ister atmasın
birdir. Nitekim biz
bunu yukarıda takdim ettik
«Onun daha
evvel parayı verdiğine karinedir ilh...» Çünkü onun kabzetmiş olması onun akdinin
daha evvel
olduğuna delalet eder. O zaman da
zilyed olan mürtehin, hak sahibi
olmakta diğerinden
daha evlâdır.
Nihaye.
«Kölenin
rahini ölmüş olsa ilh...» Bu kavil ifade ediyor ki, geçen bahis dava rahinin hayatta olması
üzerine
farzedilir.
«Kölenin
rahini ölmüş olsa ilh...» Evla olan burada «nesnenin rahini» demesiydi. Çünkü metinde
zikredilen ancak nesnedir,
köle değildir.
«Zeylai
ilh...» Zira Zeylai, şöyle demiştir: «Kenz'in» köle ikisinin elinde olsa» sözü ifadede ittifaken
vaki olmuştur.
Hatta rehin olan köle mürtehinlerin her
ikisinin elinde olmasa mürtehinlerden her
birisi kendilerine rehin verildiğini ve kabzettiklerini ispat etseler, yine hüküm böyle
olur. Bundan
dolayı zilyed kelimesi birinci meselede
zikredilmemiştir.»
Zeylaî'nin bu kavlinde düşünmek gerekir. Çünkü Kenz sahibinin burada zilyedi zikretmemesi
rehinin ikisinden birisinin elinde olmasından kaçınmak
içindir. Eğer rehin birisinin elinde olsa o
zaman rehinin
zilyed
sahibinin olduğuna hükmedilir. Nitekim rahin hayatta olduğunda da zilyede
hükmedilir.
Bunu da Ebussuud, Kenz'in şerhi Bakir'den ve Şibli'den nakletmiştir. Bunu T. de
Keşif'ten nakletmiştir.
«Bunların her
birisi delil getirse ilh...» Yani tarih getirmeseler de
burhan getirseler veya her ikisi de
eşit bir tarih
getirseler Eğer bunlardan bir tanesi daha eski bir tarih
getirirse, rehinin onun
olduğuna
hükmedilir. Nitekim biz bunu yukarıda takdim ettik. Bununla birlikte
şu bahis kaldı ki,
bunlardan bir
tanesi tarih getirmiş olsa, geçen bahse
kıyas edilirse, tarih getirmeyen adam
eğer
yalnız zilyed
ise, zilyede hükmedilir. Yoksa, eğer
zilyed değilse, hüküm burhanla birlikte
tarih
getirenindir.
Bana zahir olan budur.
«Vasfettiğimiz
gibi ilh...» Yani meselenin başında şöyle vasfettik ki,
mürtehinlerden her biri rahinin
o nesneyi
kendi yanına rehin bıraktığına dair burhan getirmiş olsa.
«Borcun karşılığına inkılap etmiştir ilh...» Bu
kavil her iki mesele arasındaki farkı beyan etmektedir.
Zira birinci meselede kıyas delil alınmıştır. Bu meselede ise istihsan delil alınmıştır.
Zeylaî diyor ki: «Ölüm bahsinde kıyas batıldır. Bu da Ebû Yûsuf'un
kavlidir. İstihsanın veçhi ise
şudur: Rehin akdi
nesnenin zatı için değil, onun hükmü için yapılır. Rehinin hükmü ise rahin
hayatta bulunduğu sürece onu para karşılığı
hapsetmektir. Şayi olan bir şey de hapsi kabul etmez.
Ölümünden
sonra onun hükmü ise, nesneyi satarak
semeninden borcu almaktır. Şayi ise bunu
kabul eder.» Özetle.
«Eğer borçlu razı
olursa açıktır ilh...» Bunu
Nesefi'nin Feteva'sından naklen
Hülasa'da olan ifade
teyit etmektedir. Yani bu doğrudur, eğer geri alması mümkün olduğu halde
terk etmişse. Ama
aczinden
dolayı terk etmişse, bunda düşünmek
gerekir.
Zahir olan
bunun, Attâbî'den naklen Bezzaziye'de olan, «Borcunu istese, o da vermese, alacaklı da
başından sarığını rehin olarak alsa ve ona başını
örtmesi için bir mendil verse, o zaman sarık rehin
olur. Çünkü
borçlu, sarığı mürtehine terk ederek onun rehin olmasına razı
olmuştur.» ifadesine
hamledilmesidir.
«Bu şunu ifade
ediyor ki ilh...» Şarihin bu kavli
faydasız bir uzatmadır. Eğer, «Bu şunu
ifade ediyor
ki, borçlu sarığının onun yanında kalmasına razı değilse, helâk olduğu takdirde magsub
gibi helâk
olmuş olur.»
deseydi
daha açık olurdu.
«Bunun üzerine
ilh...» Yani, eğer razı değilse rehin
olmaz sözünden anlaşılıyor ki, alınan
nesne
helâk olursa, gasp edilen nesnenin helaki gibi
helak olmuş olur. Bu mana Siraciye'nin ıtlakına
hamledilir. Siraciye'nin ifadesi aynen şöyledir: «Alacaklı borçlusu razı olmadan başındaki sarığı
alırsa, rehin değil gasp olur.» O zaman «gasb
olur» sözü delalet ediyor ki, borçlu
sarığı rızasız
olarak alacaklının
yanında terk etmiştir.
«İzinsiz,
yanında rehin olarak ilh...» Bu ifadenin zahiri şudur ki, helâk olduğu takdirde
rehin malı
gibi helâk
olur. Bunda da düşünmek gerekr. Çünkü rehinin şartı, teberruen
olmasıdır. Burada ise
zorla almaktadır. Nitekim biz bunu takdim ettik.
Bezzaziye'de
şöyle denilmektedir: «Alacaklı borçlusunun malından
alacağının cinsinin gayrisinden
almış olsa, onu rehin olarak yanında tutamaz. Ancak
borçlusunun rızası ile rehin olarak
tutabilir.»
FER'İ BİR
MESELE:
Birlisi bir
hana girse, han sahibi ona bir rehin vermedikçe handa kalmasına
izin vermeyeceğini
söylese, o da han sahibine elbiselerini verse, onlar da helâk olsa, bakılır: Eğer elbiseyi kalacağı
odanın ücreti
karşılığı rehin vermişse, elbiseler
ücret karşılığında rehindir. Ama
eğer hancı o
elbiseleri hırsız olduğu için veya tanımadığı için almışsa,
o zaman helâk olduğu takdirde hancı
zamindir.
Kadı Ebulleys
diyor ki: «Bana göre her iki
surette de zaminiyet yoktur.
Çünkü adam vermesi için
zorlanmamıştır.» Hülasa.
«Borçlusunun
ödemesinden ümidini keserse ilh...»
Minah'ta böyle tabir edilmiştir. Bunun zahiri
şudur: Yani
alacaklı ümidini kestiği zaman alacağı olan malın cinsinin gayrından da alabilir. Eğer
aldığı şey
malının cinsinden olursa, o zaman itirazsız olarak hakkı kadarını alabilir. O zaman bu
kavli «kıyl»
kavliyle hikâye etmenin gereği
yoktur. Bu sebeple biz, hacr kitabında
Makdisi'den, onun
bazı âlimlerden naklettiğini takdim ettik ki, günümüzde fetva, alacaklı ümidini kestiği zaman ister
malının cinsinden olsun, ister olmasın mutlaka
alabilir.
«Musannıf da
bunu ikrar etmiştir ilh...» Bunda bir görüş vardır. Musannıfın
zikrettiği tevfik,
borçlunun
rızasını ifade etmektedir. O zaman da artık Mücteba'da olan
ifade üzerine meylettiremez.
«Hiçbirisi rehin olmaz ilh...» Rehin olmadığı gibi borçtan
da hiçbir şey gitmez. Bu bahis şu
mesele
menzilesindedir: Birisi bir diğerine yirmi dirhem borçlu olsa, borçlu alacaklıya yüz dirhem vererek
ondan yirmi dirhemi almasını söylese, o da almazdan
evvel yüz dirhem helak olsa, helak olan veren
adamın malından gitmiş ve borç yerinde kalmıştır. Bunu
Tatarhaniye Münteka'dan, o da
Muhammed'den
nakletmiştir.
Haniye'de ise
şu ziyadeleştirilmiştir: «Birisi
alacaklısına iki elbise vererek
bunlardan birisini alacağı
karşılığında rehin olarak almasını söylese, alacaklı kıymetleri eşit olan her iki elbiseyi de alsa,
Muhammed diyor
ki: «Bunlardan her birisinin yarısının kıymeti eğer borcun yarısı kadar
olursa,
ikisi de rehin olur.»
İşte bu da şarihin bu babın başında Zevahir'den naklen takdim ettiğine muvafık olur. Zira şarih
orada şöyle
demiştir: Zarureten sabit olan şüyu
zarar vermez. O zaman iki mesele arasındaki
farkın
veçhine
bakılsın. Belki fark şudur: Birinci meselede rehin ancak
mürtehinin dilediği olur. O zaman
iki elbiseden birisini mürtehin ihtiyar
ederse, o rehin olarak taayyün
eder. Bundan önce, hiçbirisi
rehin olmaz.
Her ikisi de mürtehinin yanında
emanet olarak kalır.
İkinci meseleye gelince, rahin bunlardan birisini muhayyer olmaksızın halen
rehin kılmıştır. Şu
kadar var ki,
hangisinin rehin olduğunu belirtmemiş, müphem bırakmıştır. Bunlardan hiçbirisi
de
diğerinden
evla değildir. O zaman bunların her birisinin yarısı rehin olarak kalmış olmaktadır.
Bana
zahir olan
budur, Allah daha iyisini bilir.
Şu kadar var
ki, Haniye'de bu meseleden bir sayfa
sonra şöyle bir mesele vardır: «Adam birisine on
dirhem karşılığında iki elbiseyi rehin etse ve bunlardan bir tanesinin on dirhem karşılığında
rehin
olduğunu veya bunlardan hangisini dilerse borcunun
karşılığında rehin olarak almasını
söylese,
Ebû Yûsuf diyor ki, «Bu rehin batıldır. Bunların ikisi
de zayi olsalar mürtehinin üzerine
hiçbir
zaminiyet yoktur. Borcu da haliyle durur.»
Haniye'de olanın misli Zahiriye'de de mevcuttur. O zaman Ebû Yûsuf'a göre, iki mesele
arasında bir
fark yoktur. Ancak aralarındaki
fark İmâm Muhammed'in kavlidir.
«Onların birisini seçmezden
önce ilh...» Çünkü mürtehinin seçmesi ile rehin
olmuş olur. Murtehin
seçmezden önce rehin olmaz. Valvalciye. Bu da bizim
takdim ettiğimiz farkı teyit
etmektedir. O
zaman mürtehin
bunlardan bir tanesini ihtiyar edince
ona zamin olur, diğerine değil.
«Rehinin gasp
edilmesi ilh...» Yani mürtehinden birisi
rehini gasp ettiği takdirde, onun gasp
edilmesi helaki gibi olur. O zaman mürtehin onun kıymetinden veya borçtan hangisi daha
az ise
onu tazmin
eder. Açıktır ki eğer rehini mürtehin
gasbetse, yani izinsiz olarak hayvan ise binse, köle
ise çalıştırsa veya elbise ise giyse,
rehin olan nesne helâk olsa, o zaman mürtehin helâk etmiş olur
ve onun kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, kıymetinin zaminidir.
«Ancak gasp edilirse ilh...» Çünkü
mürtehin ondan intifa hainde müstair
olmuş olur. Rehinin hükmü
batıl olur. O
zaman ondan gasp edilse, veya
bu durumda helâk olsa, borçtan hiçbir şey düşmez.
İntifayı bıraktığı an yine mazmun rehine döner. Nitekim biz bunu daha önce takdim ettik ve rehinde
tasarruf
bahsinde de gelecektir.
«Zamin olmaz ilh...»
Yani mürtehin zamin olmaz. Çünkü hükmen rahinin elinde helâk olmuştur.
«Rehin
zamininyeti ile ilh...» Çünkü onun kabzı
mazmundur. Mûda bunun hilafınadır.
«Fazlasına değil ilh...» Çünkü burada hamamcı
mütecaviz değildir. Çünkü hamamcıların
adeti,
kendilerine bırakılan nesneyi sandıklarında saklamaktır.
Su kaselerini de sandıklarının
üzerine
koyarlar. Ama bunun hilafına, taaddi ederse, yani
suyu kasıtlı dökerse, o zaman fazlasına da
zamindir.
«Rehinde
müddet kesmek rehini ifsat eder ilh...» Çünkü rehinin hükmü, mürtehinin
rehini daima
yanında
tutmasıdır. Tecil buna münafidir. Ama
rehinin borcunu tecil ettirmek bunun
hilafınadır.
Hamevi, Kınye'den.
Böyle vadeli bıraktığı bir rehin helâk olsa, mürtehin yine rehin zaminiyeti iIe tazmin eder. Çünkü
rehinin fasidi
de ileride açıklanacağı
üzere, sahihi gibidir.
«Mürtehin onu
satabilir ilh...» O zaman ölen rahinin varisi mürtehinin satışını bozamaz. Çünkü o
satışa
mürtehin hakkı taallûk etmiştir. Bu bir vekalettir ki, ölümle batıl olur da denilemez. Bunun
tamamı bundan
sonraki babda gelecektir.
«Lâyık olan
onun satışının caiz olmasıdır ilh...» İmadiye'de de böyledir. İmadiye sahibi daha sonra,
«Bu mesele fetva meselesidir.» demiştir. Eşbah'ta ise
satışın caiz olmadığı kesin olarak
söylenmiştir. Birî, Minye'den naklen Bezzaziye'de satışın caiz olmadığı üzerine istidrak ederek
şöyle demiştir: Rahin ölüp ölmediği bilinmeyecek bir
şekilde gaib olduğu takdirde,
mürtehin
hâkimin icazeti ile rehini satar, alacağını alır.»
Ben derim ki: Eşbah'ta olan ademi cevazı şuna hamletmek
mümkündür: Onun gaib olmasından
kastı, «haberi kesilmiş
bir gaybet» olmazsa. Her ne kadar Eşbah sahibi burada gaib olmayı mutlak
zikretmişse de.
Şu mesele kaldı ki,
eğer rahin hazır olur da satışından imtina ederse, Velvaliciye'de bu hususta
şöyle denilmiştir: «Eğer satışından
imtina ederse, Kadı veya
emini mürtehin için satar ve mürtehin
ondan hakkını
tam olarak verir.» Özetle.
Velvaliciye'nin bu kavli ile Hamidiye'de
de fetva verilmiştir. Hayriye'de de
rahinin rehinin satılması
üzerine cebredileceği
söylenmiştir. Eğer rehin bir bina ise,
rahinin ondan başka bir evi de yoksa,
onda oturur.
Mürtehinin o binada yine hakkı vardır. Ama
müflis bunun hilafınadır.
«Mürtehin
kendisine rehin edilen ağaçların meyvesini satamaz ilh...» Yani mürtehin, eğer rahin
meyveyi
ona mubah kılmamışsa, satamaz. Birî'de Velvaliciye'den naklen şöyle bir ifade vardır:
«Rehin,
bozulmasından korkulursa, hakimin izni ile satılabilir. Semen elinde rehin olarak kalır.
Çünkü onun
elinde tutması helâk değildir. Eğer hakimden izin almadan satarsa,
ona zamin olur.
Çünkü malike nazarla
satış velayeti ancak hakime sabittir.»
Birî diyor ki: «Ben
diyorum ki, bundan şu çıkarılır:
Rehin olan bir bina harap oluyorsa,
onu satmak
da caizdir. Bu
fetva meselesidir.»
Allah daha
iyisini bilir.
METİN
Rehinin yanına bırakıldığı kimseye adil denilmesi,
rahin ile mürtehinin zanlarında adil
olmasındandır.
Rahin ile
mürtehin rehini bir adilin yanına
koysalar, sahih olur. O adil kimsenin rehini
kabzetmesiyle
de akit tamam olur. Ne rahin, ne de mürtehin rehini adilden alamaz. Eğer adil,
rehini
rahine veya mürtehine verirse, helak olduğu takdirde zamin olur. Çünkü o nesnede
her ikisinin de
hakkı vardır.
O halde adil, yanına emanet edilen rehini bunlardan birisine verse, nesne helak
olduğu
takdirde zamindir. Çünkü taaddi
etmiştir. Ondan kıymetini alırlar ve
rahin onun kıymetini
yine o adilin
yanına veya başka birisinin yanına bırakır. Adil o nesneyi kendiliğinden kendisine
rehin kılamaz. Çünkü eğer kılarsa, hem ödeyen, hem
de ödeten olmuş olur. Ama adil rücu edebilir
mi? Bunun
cevabı uzun kitaplarda tafsilatlı
olarak verilmiştir.
Adilin yanına
bırakılan rehin helâk olduğu takdirde
mürtehinin zaminiyetinde helâk olmuş
olur.
Rahin
mürtehini veya adili veya bir başkasını borcun vadesi dolduğunda rehinin satılmasına vekil
etse, o
vekâlet sahihtir. Eğer vekil vekâlet
verildiği vakit satışa ehil ise. Yok eğer ehil değilse,
vekâlet sahih
değildir. O zaman rahin iyiyi kötüyü
birbirinden ayıramayan bir çocuğu
rehinin satışı
ile vekil
etse, o da baliğ olduktan sonra satsa, onun o satışı sahih
değildir. İmameyn buna
muhalefet
etmiştir. Eğer bu vekâlet rehin akdinde şart kılınmışsa, rahinin vekili
azletmesi ile vekil
azledilmiş olmaz. Rahinin ölümü veya mürtehinin ölümü
ile de azledilemez. Çünkü bu vekâlet
akdin
lüzumu ile
lâzım olmuştur. O zaman rehinin satışı için verilen vekâlet, müfret vekâlete birkaç
vecihte
muhaliftir. Bu vecihlerden birisi yukarıda söylediğimizdir. İkincisi, rehin bahsinde vekil
borcun vadesi
dolduğu halde satışından imtina ederse, satış üzerine cebredilir. Rehin
akdinden
sonra da
rehinin satışı için
vekil tayin edilmesi şart koşulduğu takdirde de esah kavle
göre hüküm
yine böyledir. Zeylaî.
Zeylaî'nin bu tasrihi, zahiri rivayetin
hilafı üzerinedir. Zahiri rivayeti, Kuhistanî ve diğerlerinin
naklettiklerine binaen Kadıhan ve diğer âlimler tashih
etmişlerse de, esah
olan rivayet Zeylaî'nin
tashih
ettiğidir. Ama müfred vekâlet bunun
hilafınadır.
Üçüncüsü de,
rehinin satışı ile vekil olan kimse, rehinin yavrusunu ve
erşini (diyetini) satmaya da
maliktir.
Dördüncüsü,
rehinin satışı ile vekil olan kimse, rehini
borcun cinsinin hilafına satsa, meselâ
borç
dinar iken
dirhemle satmış olsa, o onu borcun cinsine çevirebilir. Ama müfret vekâlet bunun
hilâfınadır.
Beşincisi, rehin bir köle olsa, o köleyi başka bir köle hataen öldürse,
hataen katil olan köle
cinayetin
karşılığında ölen kölenin yerine verilmiş olsa, rehin akdinde rehini
satmaya vekil olan
kimse, onu da satabilir. Müfret vekâlet bunun hilâfınadır.
Rehinin satışı
ile vekil olan kimse, rahin öldüğü takdirde, rahinin varisleri gaib olsalar bile rehini
satabilir. Rahin
hayatta iken, rahin
huzurda olmadan rehini satabileceği gibi. Bu vekâlet vekilin
ölümü ile
mutlaka batıl olur. İkinci İmâmdan vekilin vasisinin vekilin yerine
geçmesinin sahih
olduğu rivayet edilmiştir. Şu kadarı var ki, ikinci
İmâmdan rivayet edilen Asl isimli kitabın cevabının
hilafınadır.
İZAH
Rahin ile
mürtehinin kendileri ile ilgili hükümleri zikrettikten sonra
onların naibi olan adilin
hükümlerini
zikretmektedir. Naib asıldan sonra gelir. Burada naibden murat
her ikisinin de rehinin
yanına konulmasına razı oldukları şahıstır. İster
onun satışına razı olsunlar, ister olmasınlar,
farketmez,
«Bir adilin
yanına koysalar ilh...» Yani rehin akdinde merhunun bir adilin
yanına bırakılması şart
koşulsa ve
buna bağlı olarak bıraksalar. Haniye.
«Sahih olur. O
adil kimsenin rehini kabzetmesiyle
de akit tamam olur ilh...» Yani rehin sahih
olur ve
tamamlanır.
Adilin kabzetmesiyle de lüzumlu bir akit olur. Çünkü mal hususunda adilin
zilyedliği
mürtehinin
zilyedliği demektir. Bundan ötürü de merhun adilin
yanında helâk olsa, mürtehinin
zaminiyetinde
helâk olmuş olur. Nitekim ileride gelecektir.
Haniye'de şöyle denilmiştir: «Rahin borcun ödenme vadesi geldiği zaman rehini satması için adile
vekâlet verse,
adil de borcun vadesi doluncaya kadar rehini kabzetmese, rehin
batıldır. Satışla
vekâlet ise
bakidir.»
«Ne rahin, ne de mürtehin rehini adilden alamaz ilh...»
Adilin yanına konulmasını şart koşmasalar,
fakat rehin
adilin yanına konulsa, o zaman
herhangi birisinin rehini ondan alması
caizdir. Nitekim
buna İhtiyar'da da işaret edilmiştir.
Kuhistanî.
«Zamin olur
ilh...» Bu kabil musannıfın şerhinde metin olarak yoktur. Ancak
musannıf bunu
aşağıdaki «helak olduğu
takdirde» kavlinden sonra şerh olarak zikretmiştir.
«İkisinin de hakkı vardır ilh...» Rahinin hakkı o nesnenin aynı ile, mürtehinin hakkı da onun maliyeti
iledir. O zaman adil, rahin ile mürtehine mûda
olmuş olmaktadır. Bunların biri diğerine de
yabancıdır.
Öyleyse birisi diğer birisinin malını alma hakkına sahip olmadığı gibi, adil de onu
birisine
veremez. Zira mûda kendisine emanet edilen nesneyi bir yabancıya
vermekle zamin olur.
«Ondan
kıymetini alırlar ilh..» Eğer ikisinin bir araya gelmesi mümkün değilse, onlardan bir tanesi
Kadı'nın bu
işi yapması için işi Kadı'ya götürür.
Zeylaî.
«Hem ödeyen,
hem de ödeten olmuş olur ilh...» Bu
ifadenin hasılı şudur: Adilin merhunu
birisine
verip helâk
olmasıyla onun kıymetini ödemesi zimmetinde vacip olmuştur. O zaman, zimmetinde
ödemesi vacip
olan kıymeti evinde rehin kılmış
olsa, üzerine vacip olan bir şeyi
ödemiş sayılır. Ve
onu ödetmiş de
olur. İkisinin arasında da zıddiyet vardır.
«Bunun cevabı
uzun kitaplarda tafsilatlı olarak verilmiştir ilh...» Yani Zeylaî ve Hidaye şerhleri
gibi
uzun
kitaplarda geniş olarak açıklanmıştır.
Bu cevabın beyanı şöyledir: Kıymet, onların her ikisinin
reyiyle veya
Kadı'nın reyiyle birinci adilin veya
bir başkasının yanına rehin edilir,
sonra da rahin
borcu öderse,
bakılır: Eğer adil kıymete, merhunu rahine vermek sebebiyle zamin olmuşsa, o
zaman o kıymet
adilindir. O kıymet kimin yanında ise adil onu alır. Çünkü merhun birinci teslimle
rahine ulaşmıştır. Borç da rahinin ödemesi ile
mürtehine ulaşmıştır. Eğer burada kıymet rahinin
olmuş olsa, bedel ile bedelin karşılığının bir
adamın mülkünde toplanması lâzım gelir. Ama eğer
adil onu
mürtehine vermekle tazmin etmişse, o zaman kıymet rahinindir. Rahin onu kimin yanında
ise alır. Çünkü o rehin edilen nesnenin yerine kaim olmuştur. İki bedelin bir adamın
mülkünde
toplanması da
lâzım gelmez. Çünkü rehin edilen nesne rahinin eline
ulaşmamıştır. O nesneye adil
tazmin etmek
suretiyle malik olmuştur.
Sonra adil mürtehine rücu ederek verdiğini geri alır mı? İşte
buna bakılır.
Eğer o nesneyi ona ariyeten veya
vediaten vermişse, dönemez. Ancak mürtehin onu
helak etmişse, döner. Çünkü adil tazmin etmekle ona
malik olmuştur. Bundan zahir oluyor ki,
adil
onu ona ya âriyet
veya vedia olarak vermiştir. Mûda ile mustaire (ödünç olan) de taaddi dışında bir
şey tazmin
ettirilemez. Ama eğer onu ona rehin olarak vermişse, yani adil mürtehine onu hakkı
karşılığında vermişse, o zaman adil mürtehine rücu
eder. Nesne ister kendiliğinden helak olsun,
ister onu
mürtehin helâk etsin. Çünkü adil onu mürtehine tazmin şekli ile vermiştir.
«Helâk olduğu
takdirde ilh...» Yani adilin elinde veya karısının veya
çocuğunun veya hizmetçisinin
veya ücretli işçisinin elinde helâk
olursa, mürtehinin zımaniyetinde
helâk olmuş olur. Kuhistanî.
«Borcun vadesi
dolduğunda ilh...» Veya mutlaka satışıyla vekil etmiş olsa. Nitekim Kuhistani ve
Dürrü'l-Münteka'da da böyledir.
Haniye'de şöyle denilmiştir: «Rahin adili satışı ile vekil ettiğinde borcun
vadesi dolduğunda
satmasını söylemeyerek
mutlak bir şekilde satmasını söylese, adil onu borcun vadesi
dolmadan da
satabilir.»
«Vekâlet sahihtir ilh...» Velev ki, borcun vadesi dolana
kadar adil rehini kabzetmese ve rehin batıl
olsa bile. Nitekim «vekâlet şart kılınsa» kavlinde de
geçti. Bu Kavil ifade ediyor ki, adilin rehini
satış
vekâletinde
rahinin rızası aranmaz. Nitekim biz bunu Sadi'den de naklettik.
«Rahinin
vekili azletmesi ile vekil azledilmiş olmaz ilh...» şurası var ki
eğer mürtehin rehinin satışı
ile vekil olan
kimsenin azline razı olursa, o zaman rahin azlettiğinde
vekil azlolur. İtkanî.
Musannıf
azilde mutlak bir ifade kullanmıştır. O zaman o azil şuna da şamil
gelir: Eğer mutlak satış
ile vekil
etmiş olsa, sonra da vade ile satışını yasaklamış olsa, onun yasaklaması geçersizdir.
Çünkü o
vekâlet aslı ile lâzım (bağlayıcı) olan
bir akittir. O zaman vasfı ile de
lâzımdır. Hidaye'de
olduğu gibi.
«Rahinin ölümü
ilh...» Yani rehinin satışı ile vekil olan kimse, müvekkilin ölümü, irtidadı
ve
darü'l-harbe
iltihakı gibi hükmen azil ile de
azledilmiş olmaz. Çünkü rehin
rahinin ölümü ile batıl
olmaz. Zira
mürtehinin hakkı varislerin hakkından daha önce gelir.
«Mürtehinin
ölümü ile ilh...» Ancak, mürtehin eğer vekil olursa, vekil mürtehinin ölümü ile vekâlet
son bulur. T.
Bu bahis musannıfın vekilin ölümü ile
vekâlet mutlaka batıl olur kavlinde gelecektir.
«Çünkü bu
vekâlet akdin lüzumu ile lâzım olmuştur ilh...» Çünkü bu vekâlet rehin akdinin zımnında
şart kılındığı
zaman akdin vasıflarından bir
vasıf ve akdin haklarından da
bir hak olmuş oldu.
Görülmüyor mu ki, burada vekâlet akdinin şart kılınması
vesikanın ziyadeleşmesi içindir. O zaman
bu vekâlet,
bunun aslı olan akdin lüzumu ile lâzımdır. Bu bahsin tamamı Hidaye'dedir.
«Müfred
vekâlete birkaç vecihte muhaliftir
ilh...» Müfred vekâlet, rehin akdinin
zımnında
zikredilmeyen
vekâlettir. Müvekkil gaib olduğu takdirde davacının talebi ile davaya vekil
kılınan
bundan istisna
edilir. Yine, muhayyerlik hakkına
sahip olan kimse diğerinin gaib olmasından
korksa, kendisine muhatap olmak üzere bir vekil
tutar. Bu vekil, diğerinin azliyle azledilmez.
Bunu
Rahmetî ifade
etmiştir. Zilyedin emri ile vekil olan
bir kimsenin vekâleti de müvekkilin
azli ile
geçersiz kılınamaz. Nitekim vekilin azli babında
geçmiştir.
«Birkaç
vecihte ilh...» Musannıf burada bunlardan beşini zikretmiştir. Nihaye'de olan da yine o
vecihlerdendir. Nihaye'de olan şudur: Meselâ,
yanına rehin konulan adil aynı zamanda rahin
tarafından
vekil de edilse, mürted olsa, onun darü'l-harbe iltihakına hüküm de verilse, sonra
müslüman olarak
oradan geri gelmiş olsa,
yine vekil olarak döner.
Ama müfret vekâlet bunun
hilafınadır.
İmâm Yûsuf'un kavli üzerine. Zira o
vekil olarak dönmez.
«Satış üzerine cebredilir ilh...» Yani eğer
rahin gaib olur, borcun ödenme vadesi
gelir, vekil de
rehini satmaktan imtina ederse, satması için cebredilir. Bunun beyanı yakında gelecektir.
«Şart
koşulduğu ilh...» Zeylaî'nin ibaresi,
Kenz'in eğer adil satsa sözünün şerhinde şöyledir: «O
zaman rehin akdinde şart kılınmayan vekâlet bizim
zikrettiğimiz hükümlerin hepsi hususunda akitte
şart kılınan vekâlet gibidir.»
«Zeylaî
ilh...» Yani bu kavlin sahih olduğunu Zeylaî, «eğer vade dolarsa» kavlinin şerhinde
sarahaten zikretmiştir. Bu kavlin sahih olduğu Mülteka'da da tasrih edilmiştir. Hidaye'de de
böyledir.
Hidaye sahibi Hidaye'de şöyle demiştir: «Bu rivayetin
sahih olduğunu Camiü's-Sagir ve Asl'da
cevabın mutlak
şekilde verilmesi de teyit etmektedir.»
Bunu Hidaye'nin şarihleri de ikrar
etmişlerdir.
«Kadıhan
ilh...» Bu kavli Kadıhan'a nispet etmek acayip bir şeydir. Belki bu, Kuhistanî
ve
Kuhistanî'ye uyanların
kalemlerinin kaymasındandır. Çünkü Haniye'de
olan şöyledir. «Rehin
akdinde
merhunun satışı şart kılınmasa,
sonra rahin mürtehin veya adili
merhunun satışına vekil
etse, bu
vekâlet sahihtir. Ama rehin bu vekaleti feshedebilir ve onu da satıştan men edebilir. Eğer
rahin ölmüş
olsa, vekâlet batıl olur. Bu vecihte
mürtehin adilden merhunun satışını talep de
edemez. Ebû
Yûsuf'tan bu vecihteki vekâletin akitte
şart kılınan vekâlet gibi batıl olmayacağı
rivayet
edilmiştir. Sahih olan da ancak budur.»
Yine Haniye'de şöyle denilmektedir: «Bir kişi bir nesneyi rehin etse, onu bir adilin yanına bıraksa,
rahin adil kimseyi rehinin satışı ile vekil etse, sonra da gaib olsa, borcun
vadesi dolduğunda ad,l
kimse merhunun satışı için cebredilir. Bazı
âlimler tarafından bu adilin satış üzerine cebredilmesi,
satışın rehin
akdinde şart kılınması halinde mümkün
olacağı söylenmiştir. Bazı âlimler tarafından
da her halükârda adilin satışa cebredileceği söylenmiştir.
Sahih olan da ancak bu kavildir.» Harfi
harfine.
Haniye, vekilin her halükârda satış için cebredileceğini
Camiu's-Sagir üzerindeki şerhinde de tashih
etmiştir.
Nihayede olduğu gibi. Ben bu rivayetin
aksini tashih edeni görmedim.
Mirac'da şöyle
denilmektedir: «Şeyhülislâm, Fahrülislam
ve Kadıhan da bu rivayetin en sahih
rivayet olduğunu söylemişlerdir.»
«Yavrusunu ve erşini satmaya da maliktir ilh...»
Yani merhunun yavrusunu ve başka
birisi
tarafından
merhuna bir cinayet işlenirse, o cinayetin erşi (diyeti)
uruz (mal) olarak verilirse, vekil bu
durumda hem yavruyu, hem de uruzu satabilir.
Zira musannıf müteferrikat bahsinde şunu
zikredecektir: Rehinin neması rahinindir ve asıl
ile beraber o da rehindir. Müfred vekil olan kimse
buna malik değildir.
«Onu borcun
cinsine çevirebilir ilh...» Çünkü o, borcun ödenmesiyle memurdur. Semeni deynin
cinsine çevirmek de borcun ödenmesinin zaruretlerindendir. Ama müfret vekil bunun hilafınadır.
Çünkü o
sattığı zaman vekâleti sona erer. İtkânî.
«Onu da satabilir
ilh...» Çünkü o zaman o rehindir ve rehin olan nesnenin yerine kaimdir.
«Varisleri gaib olsalar bile rehini
satabilir ilh...» Bu vekil ister adil, ister mürtehin olsun, isterse
bunların
dışında başka birisi olsun. Varisleri gaib olsa bile
satabilir. Çünkü rahinin ölümü ile
vekâletten
azledilmemiştir. Nitekim yukarıda
geçti.
T. diyor ki: «Mürtehinin varislerinin gaib olması
halinde de satabilir. Yani eğer satışla
vekil olan
kimse
mürtehinden başka birisi ise.»
Yalnız şu
bahis kaldı ki: Vekil satışla
vekil olmasa, rahin ölse, bunun hükmünü musannıf gelecek
babın sonunda
zikredecektir.
«Vekâlet vekilin ölümü ile mutlaka batıl olur ilh.. » Ama rehin bakidir. Çünkü rehin mürtehinin
elinde ise, mürtehinin ölmesiyle akit batıl olmaz. O zaman adilin ölümüyle batıl olmaması daha
evlâdır.
İnaye.
Musannıf
adilin ölümünden ve vekâletinin butlanından sonra ne olacağını
zikretmemiştir.
Valvalciye'de, Zahiriye'de ve diğer kitaplarda şöyle
denilmiştir: «Rehinin yanına konulduğu
adil
ölse, rehin rahin ve mürtehinin rızası ile başka bir adilin yanına konulur. Eğer o adil hakkında rahîn
ile mürtehin
ihtilaf ederlerse, o zaman Kadı merhunu başka bir adilin
yanına koyar. İkinci adil rehini
satamaz. Birinci
adil her ne kadar rehinin satışı için vekil
olmuş olsa bile. Şu kadar var ki eğer rahin
ölürse, o zaman satabilir. Çünkü Kadı ölen rahinin borçlarını ödemeye mütevellidir.»
«Mutlaka ilh...»
O vekil ister mürtehin, ister adil, ister bunların dışında
başka birisi olsun. Bu vekilin
varisi veya vasisi kendi yerine kaim olamaz. Çünkü vekâlette irs cereyan etmez. Bir de müvekkil
onun reyine razı olmuştur, başkasınınkine değil.
Dürer.
«İkinci İmâmdan ilh...» Musannıf eğer bu kavli,
«Ölen vekil ölmezden önce satışı ile
vekil olduğu
merhunun
satışı için bir diğer adama vasiyette
bulunsa sahih değildir.» sözünden sonra zikretseydi
daha uygun olurdu. T.
«Asıl isimli
kitabın cevabının hilâfınadır ilh...»
Kuhistanî de böyle zikretmiştir. Burada Asl isimli
kitaptan
murat, İmâm Muhammed'in Mebsut'udur.
Mebsut'un kavlinin zahiri şudur: İmâm
Muhammed Asl isimli kitabında bu meselede
Ebû Yûsuf'un cevabının da kendisiyle Ebû Hanife'nin
cevabı gibi
olduğunu zikretmiştir. T.
METİN
Merhunun
satışı ile vekil olan kimse ölümünde dİğer birisine merhunun satışı için vasiyet etse,
vasiyeti sahih değildir. Ancak, onun bir
diğerine satış için vasiyet
etmesi vekâlette şart kılınmışsa,
sahihtir.
Rahin veya mürtehin, diğerinin rızası olmadan merhunun satışına
malik değildir. Eğer borcun
vadesi dolar
ve rahin de ortadan kaybolursa, o zaman merhunun satışı ile
vekil olan, kimse satması
için cebredilir. Nitekim davaya vekil olan kimsede de böyledir. Eğer müvekkil ortadan
kaybolur,
vekil de
husumetten imtina ederse, o zaman o malı satması için birkaç gün
hapsedilir. Eğer ondan
sonra da satmamakta ısrar ederse, alacaklının zararını def için o malı Kadı
satar.
Adil yanına
bırakılan merhunu satsa, merhunun semeni merhun gibi rehindir. O zaman helâk
olduğu
takdirde merhunun helâki gibi helâk olur. Eğer sattıktan sonra mürtehine semeni
ödese,
rehinin başka birisinin istihkakı olduğu ortaya çıksa, onun tazminatı talep edilse, bakılır: Eğer
satılan mal müşterinin elinde helâk olmuşsa, mustahik
olan kişi rahine dilerse onun
kıymetini
tazmin
ettirir. Çünkü gasıbdır. O zaman satış ve kabız sahihtir. Çünkü mürtehin onu tazmin etmekle
malik
olmuştur. Veya mustahik adile tazmin
ettirir. Çünkü adil satışla tecavüz etmiştir. Adil tazmin
ettikten sonra
ödemiş olduğu kıymeti rahine tazmin
ettirir. O zaman yine adilin satışı ile mürtehinin
semeni kabzetmesi sahih
olur. Adil, mürtehine ödemiş olduğu semeni mürtehinden geri alır. Çünkü
o semen onun
mülkünün bedelidir. Mürtehin de borcu
ile rahine başvurur, ondan alır. Çünkü
zarureten onun
kabzı batıl olmuştur.
Eğer rehin
müşterinin elinde kaim ise, mustahik
onu alır, müşteri de rücu ederek adilden onun
semenini alır. Çünkü onun âkidi adildir. Sonra adil de müşteriye ödediği semeni,
müracaat ederek
rahinden alır. Adil rahine müracaat
ettiğinde onun kabzı sahih olur. Semeni de mürtehine teslim
eder. Veya
adil sattığı rehinin semeni ile mürtehine müracaat eder, ondan alır.
Sonra mürtehin de
alacağı ile rahine müracaat ederek rahinden alır.
Bu bahiste
Dürer ve Vikaye'de şu ilâve edilmiştir:
«Eğer adile rehin akdinden sonra vekâlet şart
kılınmışsa, yalnız
rahine müracaat edebilir. İster mürtehin onun semenini kabzetsin, ister etmesin.»
Rehin
mürtehinin yanında helâk olsa, sonra
başka birisinin istihkakı çıksa,
rahine kıymetini tazmin
ettirir. Rehin
de rahinin borcu ile helâk olmuş olur. Rehin helâk olduktan
sonra mustahik kıymetini
mürtehine
tazmin ettirse, mürtehin zarar ettiği için, tazmin ettiği kıymet
ile rahine müracaat eder.
Borcu için de
rahine müracaat eder. Çünkü onun kabzı bozulmuştur.
FER'İ BİR
MESELE:
Rehin olan hayvanın
gözü helâk olsa, borcun dörtte biri düşer. İleride gelecektir.
İZAH
«Vekâlette şart kılınmışsa ilh...» Yani rahin,
vekili olan adile vekâletin aslında satış için vekâlet
verdiğini ve yapacağı her şey için de icazet verdiğini
söylese. O zaman vekilin vasisi de
rehini
satabilir. Ama
vasinin üçüncü bir şahısa vasiyet etmesi caiz değildir.
FER'İ BİR
MESELE:
Adil, birisini
satışa vekil etse, o da satsa, eğer adilin huzurunda
sattı ise caizdir. Yoksa caiz
değildir.
Ancak adilin huzurunda değil gıyabında satsa, adil de satışına icazet
vermiş olsa, caiz olur.
Adil rehinin
bir kısmını satsa, rehin kalan kısımda da batıl olur.
Hindiye. Yani fasit olur. Çünkü
sonradan bir
şüyu arız olmuştur.
«Malik değildir ilh...» Yani adil öldükten sonra rahin
veya mürtehin diğerinin rızası olmadan rehini
satmaya malik
değildirler. Nitekim ben bunu bazı âlimlerin yazısı ile gördüm. Siyak da bunu
gerektirir. Şu kadar var ki bu söz herhangi bir şeyden kaçınmak için değildir.
«Borcun vadesi
dolar ve rahin de ortadan kaybolursa ilh...» Veya rahinin ölümünden sonra onun
varisi de
ortadan kaybolur, vekil de satışından kaçınırsa, o zaman vekil
ulemanın ittifakıyla satışa
icbar edilir. Bu kavil, eğer rahin hazır olursa, rehinin satışı için
vekilin değil bilakis rahinin icbar
edileceğine işaret eder. Bu durumda eğer rahin
satıştan kaçınırsa İmameyn'e
göre rehini Kadı
satar. İmâma göre Kadı satmaz. Kuhistanî.
Remlî diyor
ki: «Bu hür insanın hacredilmesi meselesinin
fer'idir. Hacr bahsinde de geçtiği gibi,
İmameyn'in
kavli ile fetva verilir.»
Ben derim ki: Bezzaziye'de şöyle denilmiştir: «Bazı
âlimler tarafından, «Eğer rahin de kaçınırsa.
onu Kadı satar
hükmü bütün İmâmların sözüdür. Çünkü rahin
rehinin satılmasına önceden razı
olmuştur.
Sahih de ancak budur.» denilmiştir.»
«Cebredilir ilh...» Çünkü mürtehinin hakkını alması
onun satılmasına bağlıdır.
«Husumete
vekilde de böyledir ilh...» Yani davacının talebi
ile olan vekilin hükmü böyledir.
İtkanî şöyle
demektedir: «Davacı Kadı'nın yanında hasmından bir vekil talep etse,
Kadı da ona bir
vekil tayin etse, müvekkilin o vekili azletmesi caiz
değildir. Çünkü hasmın hakkı, vekil talep ettiği
andan itibaren
bu vekâlete taalluk eder. Eğer davalı davacının talebinden önce onu vekil tayin
etmişse, onu azletmesi caizdir.»
Hapsedilir ilh...»
Bu, musannıfın, «Vekil cebredilir»
sözünün tasviridir. Bazı nüshalarda da icbar
edilmenin keyfiyeti vekilin salması için birkaç gün
hapsedilmesi şeklinde ifade edilmiştir.
«Adil satsa ilh...» Yani rehin akdinde
veya akitten sonra rehinin satılması için yetki verilen kimse
satsa. Bezzaziye.
«Semeni rehindir ilh...» Yani onu satan adil semeni kabzetmese dahi, o
semen yine rehindir. Çünkü
semen daha evvel
kabzedilenin yerine kaimdir. Hidaye.
Merhun adilin
elinde helâk olursa, borç düşer. Mürtehinin yanında helâk
olduğunda borç nasıl
düşerse.
Müşterinin yanında malın helâki ile
semen helâk olmuş olsa, o malın
helâki mürtehine
aittir, borç
da düşer. Bu bahiste rehinin kıymetine değil, ancak semenine itibar edilir. Bezzaziye.
Mürtehin
kabzetmediği halde ona nasıl zamin olur denilemez. Çünkü mürtehinin hakkı
ile
müşterinin
zimmetine helâk olmuştur. öyleyse sanki
mürtehinin veya satıcının elinde helak olmuş
gibi olur.
Mürtehinin veya satıcının elindeki helâk olunca da mürtehin
zamin olur. İtkanî.
Adil, sattığı
rehinin semenini kabzederek mürtehine verdiğini ikrar ederse,
mürtehin inkâr ederse,
söz adilindir.
Çünkü adil emindir. Mürtehinin
alacağı da batıl olur. Valvalciye ve Cevhere.
«Çünkü
gasıbdır ilh...» Zira nesneyi almış, sahibinin izni olmadan da başka birisşne teslim
etmiştir.
T.
«Kabız
sahihtir ilh...» Yani mürtehinin semeni kabzetmesi sahihtir. H.
«Mürtehin,
tazmin etmekle malik olmuştur ilh...» Çünkü rahin, tazmin ettiği için nesneye malik
olmuştur. O
zaman, vekiline kendi malını satmayı emrettiği anlaşılır. Hidaye.
«Adil satışta tecavüz etmiştir ilh...» Yani adil
satış ve teslim etmekle taaddi etmiştir. Burada lâyık
olan, şarihin
teslim kelimesini de zikretmesiydi.
Nitekim Hidaye'de zikredilmiştir.
«Rahine tazmin
ettirir ilh...» Yani adil, rahine rehinin kıymetini tazmin ettirir. Çünkü adil, rahin
tarafından
vekil edilmiştir ve onun için çalışmaktadır. O zaman, vekil olan adil kesinleşen
borç ile
rahine
başvurarak ondan alır. Hidaye.
«Adilin satışı ile mürtehinin semeni
kabzetmesi sahih olur ilh...» Yani satış nafiz olursa, satışla
kabız sahih olur. Zira rahin tazmin ettiği zaman ona malik
olmuştur. Nitekim yukarıda geçti. O
zaman
mürtehinin semeni kabzetmesi de sahih olur. Alacağından hiçbir şeyle de rahine
başvuramaz.
Nitekim İnaye ve diğer kitaplarda da böyledir.
«Adil semeni mürtehinden geri alır
ilh...» Çünkü, rehinin başka birisinin istihkakı çıkmasıyla semeni
haksız yere
aldığı ortaya çıkmıştır. Adil de
merhunu müstahakkına tazmin ederek ona malik
olmuştur.
«Mülkünün
bedelidir ilh...» Çünkü adil onu tazmin etmekle mülkiyeti istikrar etmiştir. Rahine intikal
edinceye kadar
da adil ona tazmin ettirmedi.
Burada bir mesele
kalmıştır: Mustahık adile
kıymetini tazmin ettirir ve kıymet de
adilin mürtehinden
aldığı semenden çok olursa, bu fazlalığı kim
tazmin edecektir? Ben
Şurunbulaliye'nin bu bahsi
zikrederek şöyle dediğini gördüm : «Layık olan, o
fazlalıkla rahine rücu etmesidir.»
Şurunbulali
başka bir bahis daha zikretmiştir. O da şudur: «Musannıf
bu şıkta müşterinin rücu
edeceğini zikretmemiştir. Belki ileride, eğer rehin kaim olursa bahsinde zikredecektir.
Lâyık
olan
şudur ki, eğer semeni mürtehine teslim etmişse, müracaat
ederek semeni mürtehinden alır. Eğer
adile teslim etmişse, müracaat ederek adilden alır. Sonra adil mürtehine, mürtehin de
alacağı ile
rahine
başvurarak ondan alır...»
Ben derim ki: Şurunbulaliye'nin zikrettiği son meselenin sıhhat veçhi bana zahir değildir. Çünkü
müşteri hiçbir
şeye borçlu değildir. Artık nasıl olur da elinde helâk olan nesnenin
semenine rücu
eder. Evet,
fukaha eğer «mustahık kıymetiyle müşteriye müracaat eder, çünkü müşteri yine
kabzettiği
için gasıbdır, gasp edilen nesne de onun elinde helâk
olmuştur», deselerdi, uygun
olurdu. Fakat
lâyık olan şöyle denilmesiydi: Yani eğer mustahık kıymetle müşteriye müracaat
ederse, müşteri de ödemiş olduğu semenle adile, veya
mürtehine müracaat eder. Mürtehin de adile,
adil de rahine müracaat eder. Fukahanın bunu zikretmemelerinin, bilakis «yalnız mustahıkkın
rahine veya adile müracaat etmesi» ifadesi ile yetinmelerinin sebebi nedir?
Araştırılsın. Halbuki
lâyık olan yine onu da zikretmeleriydi.
Sonra ben, Sadiye'nin
haşiyelerinde şunu gördüm: İbaresi
aynen şöyledir: «Zahir şudur ki,
mustahıkka rahin veya
adile tazmin ettirme muhayyerliği olduğu gibi müşteriye
de tazmin ettirme
muhayyerliği
vardır. Çünkü müşteri de malı alıp semeni teslim etmekle mütecavizdir.
Şu kadar var
ki bu zikredilmemiştir.»
«Müşteri de
rücu ederek adilden onun semenini alır
ilh...» Yani eğer müşteri semeni bizzat teslim
etmişse. O zaman müracaat ederek semeni adilden alır. Ama eğer mürtehine teslim etmişse, adile
müracaat edemez. Çünkü adil satışta rahinin amilidir.
Ancak, eğer amil kabzetmişse, o zaman amile
rücu edebilir.
Halbuki amil hiçbir şey kabzetmemiştir. O zaman semenin zaminiyeti mürtehin
üzerinde, borç
da rahinin üzerinde kalır. Şurunbulali, Zeylaî'den.
«Çünkü onun
âkidi adildir ilh...» O zaman akdin hukuku da ona taalluk
eder. Dürer.
«Adil rücu ederek semeni rahinden alır
ilh...» Çünkü o tazminat mükellefiyetine adili sokan rahindir.
O zaman
rahinin, o mükellefiyetten adili
kurtarması da vaciptir.
«Kabzı sahih
olur ilh...» Yani mürtehinin semeni kabzetmesi
sahih olur.
«Semeni de mürtehine teslim eder ilh...» Hidaye bu
kavli illet olarak zikretmiştir. En güzeli de bu
şekilde zikretmektir.
«Veya adil
semeni ile mürtehine rücu eder ilh...» Çünkü akit bozulunca, semen de
batıl olur.
Halbuki
mürtehin onu semen olarak kabzetmişti. O zaman zarureten onun semen
olarak kabzının
bozulması da
vacip olur. Hidaye.
«Rücu ilh...»
Çünkü onun semeni kabzı bozulduğu zaman, onun borçtaki hakkı olduğu gibi geri
döndü.
«Rahin
akdinden sonra vekâlet şart kılınmışsa ilh...»
Yani geçen tafsilat ancak, vekâlet eğer akitte
şart kılınmışsa, o zaman
mürtehinin hakkı o vekâlet ile taalluk eder. Ama akitten sonra şart kılınan
vekâlet bunun
hilafınadır. Çünkü mürtehinin hakkı akitten
sonra şart kılınan vekâletle taalluk etmez.
O zaman da adil ona rücu edemez.
Zeylaî diyor ki: «İşte bu, vekilin satış üzerine cebredilmesi görüşünde
olmayanın sözünü teyit
etmektedir.» Serahsi de
vekilin satış üzerine
cebredilmemesi görüşünün zahiri rivayet olduğunu
söylemektedir. Şu kadar var ki, Fahrulislam,
Şeyhülislam
«Esah olan kavil, vekilin satış üzerine
cebredilmesidir.» demişlerdir. Çünkü Muhammed Cami
ve Asl'da vekilin satışa cebredileceğini
mutlak bir
ifade ile söylemiştir. O zaman akitte şart kılınmayan bir vekâlet bizim
orada zikrettiğimiz
bütün hükümler
hakkında akitte şart kılınan vekâlet gibidir.» Özetle.
«Yalnız
ilh...» Yani, adilin mürtehine müracaat etme hakkı yoktur.
«İster
mürtehin onun semenini kabzetsin, ister etmesin ilh...» Yani adilin
tecavüzü olmadan adilin
elinde semen zayi olsa. Dürer.
«Rahine
kıymetini tazmin ettirir ilh...»
Velhasıl, mustahık rahine tazmin ettirme hakkına sahihtir.
Çünkü o kendi
malı olmayan bir şeyi sahibinden izinsiz olarak başka birisine teslim ettiğinden
mütecaviz
olmuştur. Veya mürtehine tazmin ettirir, çünkü mürtehin de rehin olarak
kabzetmesiyle
tecavüz
etmiştir.
«Borcu ile helak olmuş olur ilh...» Yani rehin borç
karşılığında helâk olmuştur.
Zeylaî şöyle demektedir: «Eğer rahin istihkak olunan rehini
tazmin ederse, rehinin mürtehinin
yanında helâk olması ile mürtehin alacağını tam
olarak almış olur. Çünkü rahin tazmin etmekle
teslimden
evvele istinaden ona malik olmuştur.
Zahir olur ki, o zaman o bir mülkiyet rehinidir. O
rehinin helaki ile de mürtehin borcunu tam almış olur.»
«Zarar ettiği
için ilh...» Evla olan burada «aldatıldığı
için» denilmesiydi.
Dürer'de de
şöyle denilmektedir: «Kıymeti ile niçin
rahine rücu eder. Çünkü mürtehin
rahinin ona
rehini teslim
etmesi yönüyle rahin tarafından
aldatılmıştır. Bunun için kıymetiyle rücu eder.»
Bunun misli
Zeylaî ve diğer kitaplarda da mevcuttur. T.
«Kabzı
bozulmuştur ilh...» Çünkü mürtehin
merhunu tazmin etmekle rehinin kabzı bozulmuş olur. O
zaman onun
hakkı olduğu gibi avdet eder. Çünkü
rehin rahinin mülkü değildir ki, onun helaki ile
borcunu tam
almış olsun. İnaye.
Burada bir işkal
ve cevabı vardır ki onlar da Hidaye ve
Tebyin'de zikredilmişlerdir.
«Rehin edilen
hayvanın
gözü helâk olsa ilh...»
Valvaliciye'nin ibaresi şöyledir: «Eğer
rehin edilen
hayvanın gözü gitmiş olsa, borcun dörtte biri
düşer. Çünkü üzerine yük taşıyan hayvanın
gözü,
onun dörtte
biridir. O zaman gözünün gitmesiyle onun dörtte biri gitmiş olmaktadır. Hayvanın
dörtte biri
gitmesiyle borcun da dörtte biri gider.»
Bu bahis, eğer
hayvanın kıymeti borcun
kıymeti kadar ise, farzedilir. Nitekim Mebsut'ta bununla
kayıtlanmıştır. Valvalciye sahibi, «çalıştırılan
hayvan, ki bunlar öküz ve attır.»
sözüyle koyuna
benzer hayvanlardan kaçınmıştır. Çünkü eğer
rehin edilen hayvan koyun
ve benzeri bir hayvan ise,
o zaman
mürtehinden, giden gözün getirmiş
olduğu noksanlık tazmin ettirilir.
«İleride gelecektir
ilh...» Yani hayvanların cinayeti
babında şu gelecektir: «Hayvanı
çalıştırmak
ancak, dört
gözle mümkündür. İki hayvanın gözü, iki de çalıştıranın gözleri.»
METİN
Rahinin rehin
ettiği nesneyi satması, mürtehinin
icazetine veya borcunu ödemeye tevakkuf eder.
Eğer bunlardan
birisi bulunursa, satışı geçerli olur ve semeni de icazet
suretinde rehin olur. Eğer
mürtehin
satışa icazet vermez ve satışı feshederse, esah
kavle göre, onun satışı ile satış fesholmaz.
Rehinin satışı
mürtehinin icazetine mevkuf kalırsa, müşteri muhayyerdir,
dilerse, rehinin
çözülmesine kadar sabreder
veya satışı feshetmesi için işi
Kadı'ya götürür. Müşteriye bu
muhayyerliğin
sübutu müşteri onu aldığında onun
rehin olduğunu bilmemesi halindedir. İbn-i
Kemal.
Rahin önce
rehini bir kişiye satsa, sonra mürtehin icazet vermeden ikinci bir kişiye daha satsa,
ikinci satışı da yine mürtehinin icazetine
mevkuftur. Zira mevkuf ikinci satışın
tevakkufuna mani
değildir. O
zaman mürtehin, iki müşteriden hangisine icazet verirse o geçerli,
diğeri batıl olur.
Rahin rehini
satsa, sonra da icara verse veya rehin veya hibe etse,
mürtehin de icare, rehin veya
hibeden
herhangi birisine icazet verirse, birinci satışı caiz olur. Çünkü
mürtehinin menfaati, rehinin
semene tahvili
ile hasıl olmuştur. Nitekim bu yerinde
araştırılmış ve yazılmıştır. Satışın dışındaki
diğer akitler ise nafiz olmaz. Çünkü mürtehinin diğer akitlerden
bir menfaati yoktur. O zaman
mürtehinin o
akitlerden herhangi birisine icazeti, hakkını ıskattır. O zaman
mani ortadan kalktığı
için satış geçerli olmaktadır.
Eşbah'ta şöyle
denilmektedir: «Rahin rehini Zeyd'e
satsa, sonra da mürtehinin kendisine satsa,
birinci satış bozulur.»
Rehin verilen
köleyi azadetmek, «tedbir» yapmak ve «istilad» etmek sahihtir. Yani
rahinin merhun
kölesini azadetmesi geçerlidir. Eğer rahin
zengin ve mürtehinin alacağı peşin ise, mürtehin
alacağını rahinden alır. Eğer borç vadeli ise, o
zaman satılan rehin kölenin bedelini borcun vadesi
dolana kadar köle yerine rehin olarak alır. Borcun vadesi geldiği zaman mürtehin hakkını ondan
tam olarak alır, eğer borcun cinsinden ise. Geri kalan
fazla kısmı da rahine
reddeder.
Azat suretinde
rahin fakir ise, o zaman, köle kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise, az
olanın karşılığında mürtehine çalışır. O zaman, eğer efendisi zengin ise ona rücu ederek
ödediğini
alır.
«Tedbir» ve
«istilad»a gelince, o zaman köle rücu etmeksizin borcun
hepsi karşılığında çalışır.
Çünkü müdebber
köle ile ümmül veledin kazancı efendisinindir.
Rahin rehini
telef ederse, onun hükmü zengin olduğu halde azadettiği kölenin hükmüdür. Nitekim
bu geçti.
Rehini rahinin
gayrı bir yabancı telef ederse, mürtehin rehini telef eden yabancıya,
helak olduğu
günün kıymetiyle
tazmin ettirir, kıymet de onun yanında rehin olarak kalır. Nitekim yukarıda geçti.
Bunun mürtehin
üzerindeki zaminiyetine gelince, mürtehin hakkında,
onun kabzettiği günün
kıymeti
muteberdir. Çünkü mürtehin geçmiş kabzıyla
ona zamindir.
Mürtehin,
rehini rahine iareten verirse, onun
zaminiyetinden çıkar. Buna
ariye ismi verilmesi de
mecazidir.
Rehin rahinin
elinde helâk olursa, karşılıksız
helâk olmuştur. Hatta mürtehine rehinin karşılığında
bir kefil
vermiş olsa, kefilin hiçbir şey ödemesi lâzım değildir. Çünkü o rehin olmaktan çıkmaktadır.
Evet, eğer
rahin mürtehinin rızası olmadan rehini almışsa,
o zaman kefilin zaminiyeti caizdir.
Mürtehin
rehini rahine verdikten sonra tekrar eline
geçse, o zaman zamimyeti tekrar avdet eder.
Mürtehin
rehini rahinin elinden istirdad edebilir. Rahin eğer istirdaddan evvel ölürse, mürtehin
diğer alacaklılardan daha hak sahibidir. Çünkü
rehinin hükmü bakidir.
İZAH
Musannıf rehin
ve hükümlerini zikrettikten sonra şimdi
de rehin yapıldıktan sonra rehin üzerine
arız
olan meseleleri zikredecektir.
Mirac.
«Rahinin rehin
ettiği nesneyi satması tevakkuf eder
ilh...» Mürtehinin rehini satması da rahinin
icazetine
tevakkuf eder. Eğer rahin merhunun satışı için mürtehine icazet
verirse caiz olur,
vermezse caiz
olmaz. Rahin rehini iptal eder, rehin ettiği şeyi tekrar rehin edebilir.
Rehin edilen
nesne, rahini icazetinden önce müşterinin elinde helâk
olursa, helâktan sonra rahinin
icazeti caiz değildir. Helâk olduğu takdirde de
rahini mürtehin veya müşteriden dilediğine tazmin
ettirir.
Kuhistanî, Tahavi şerhinden.
Musannıfın bu
hususta zikrettiği ancak sahih ve zahir-i rivayettir. Bazı âlimlere
göre ise bu satış
geçerlidir. Bu bahsin tamamı Zeylaî'dedir.
FER'İ BİR
MESELE:
Mürtehin,
rahine yanındaki rehini bir adama
satmasını söylese, o da başka bir adama satsa,
caiz
değildir. Fakat müstecir, mucire elindeki nesneyi
birişine satmasını söylese, mucirin
onu başka bir
adama satması caizdir. Camiü'l-Fusuleyn.
«Mürtehinin
icazetine ilh...» Veya
mürtehinin rahini alacağından ibra etmesine tevakkuf eder.
Hamevi.
«Satışı geçerli olur ilh...» Çünkü, mürtehinin hakkının
taalluk etmesi gibi ve rahinin onu teslim
etmeye kadir
olmaması gibi satışa mani olan haller ortadan kalkmış
olmaktadır. Zeylai.
«Semeni de rehin olur ilh...» Yani müşteriden ister
semeni kabzetsin, ister kabzetmesin. Zira o
semen rehin edilen nesne yerine kaimdir. Eğer nesneyi veresiye satarsa,
ibtidaen rehin sahih
olmaz. Şu kadar var ki, bekaen rehini sahih olur.
Öldürülen merhun kölenin kıymetinin
bekaen
rehin olması gibi.
Hatta semen müşterinin üzerinde helak olmuş olsa, o helak mürtehinden
gider ve
onunla alacağı da düşer. Elinde helak olduğunda
alacağının düşmesi gibi.
Bu hususta
Eşbah'ın bazı haşiyecilerinin bir itirazları vardır ki onların bu itirazlarının kaynağı
düşünmemeleri
ve araştırmamalarıdır. Musannıfın zikrettiği en sahih ve zahiri rivayettir.
Bazı âlimlere göre ise,
mürtehin icazet vereceği zaman satılan merhunun semeninin rehin olmasını
şart kılarsa, o semen
rehin olur. Eğer şart koymazsa, rehin
olmaz. Bu bahsin tamamı Zeylaî'dedir.
«Esah kavle göre ilh...» Çünkü satışın geçerli olmaması onun hakkı
yüzündendir. Bu hak da
hapistir.
Tevakkuf ise, onun hakkını yok etmez.
İmâm
Muhammed'den mürtehinin feshi ile rahinin merhunu satışının feshedileceği rivayet
edilmiştir.
Hatta rahin rehini çözmüş olsa, çözdükten sonra bile müşterinin o
nesnede bir hakkı
yoktur. Zeylaî, özetle.
«İşi Kadı'ya
götürür ilh...» Çünkü bu fesih münazaanın
kesilmesi içindir. Bu da Kadı'ya aittir. İnaye.
«Müşteriye bu
muhayyerliğin sübutu ilh...»
şu kadar varki, müşterinin onun rehin
olduğunu bilip
bilmemesi arasında fark olmadığı en esah
kavildir. Remlî, Minyetü'l-Müfti'den. Fetvaya muhtar olan
da bu
kavildir. Hamevi de diğerleri,
Tecnis'ten.
Camiül'-Fusuleyn'de de şöyle denilmektedir: «Müşteri nesnenin merhun veya mecur olduğunu
bildiği
takdirde, İmâm-ı Azam ve İmâm Muhammede göre, muhayyerlik
hakkına sahiptir. İmâm Ebû
Yûsuf'a göre
ise, biIiyorsa değil, bilmiyorsa muhayyerdir. Zahir-i rivayet, İmâm
Azam ve İmâm
Muhammed'in
kavlidir.»
Remlî,
Camiü'l-Fusuleyn üzerindeki haşiyede şöyle demektedir: «Sahih olan İmâm-ı Azam ile İmâm
Muhammed'in
kavlidir. Fetva da bu kavil üzerinedir. Valvaciye'de olduğu gibi.»
«İkinci bir kişiye daha satsa ilh...» Bunun mürtehinin gayrı ile kaydedilmesi
ileride gelecektir.
«Hangisine icazet verirse o geçerli ilh...» Rahinin
merhunu iki ayrı kişiye satışından sonra rahin
borcunu
öderse, birinci satışı mı, yoksa
ikinci satışı mı geçerlidir? Araştırılsın. Ama
zahir, birinci
satışın geçerli olmasıdır. T.
Ben derim ki: Yakında Kifaye'den naklen zikredeceğimiz de T.'nin dediğini teyit eder. Düşünülsün.
Musannıfın
zikrettiği ise, mürtehinin icazetine muhaliftir. Eğer mal sahibinin satışı tekerrür ederse,
müstecir de mucirin
nesneyi ikinci adama satışına icazet verse, mucirin
birinci satışı geçerli olur.
Bunun veçhi
gelecektir.
«Sonra da icara verse ilh...» Yani Kadı satışı
bozmadan önce icara vermiş olsa. İtkanî.
«Rehin veya hîbe etse ilh...» Yani rehin veya hibe ettiğinde teslim de etmiş olsa.
Çünkü, bu iki akde
teslimsiz itibar
edilmez. İtkanî, Ebul Muin'den.
«Birinci satışı caiz olur ilh...» Burada her ne
kadar iki satış yoksa da musannıfın buna birinci satış
ismi vermesi,
bu akitlere nispetle birinci satıştır. Çünkü bu akitler satıştan
sonradır. Musannıfın
ifadesinin,
rahin önce birisine, sonra da bir diğerine satması ve
daha sonra da bu akitleri yapması
ve mürtehinin
de bu akitlere icazet vermesi halinde ikinci değil birinci satışın geçerli
olacağı
şeklinde anlaşılması
mümkündür. Çünkü birinci satış önceliği bakımından tercih edilir. Kifaye.
«Hasıl
olmuştur ilh...» Bu kavil iki mesele arasındaki farkı beyan etmektedir. Çünkü icazetle birinci
meselede ikinci satış
caizdir. Satıştan sonra ikinci meselede,
icazet akitlerin hepsinde olmasına
rağmen satıştan sonraki diğer tasarrufları caiz
değildir.
Kifaye'de şöyle denilmektedir: «Bunda asıl kaide şudur: «Rahinin
rehindeki tasarrufları eğer
mürtehinin
rehindeki hakkını iptal ediyorsa,
nafiz değildir. Ancak mürtehinin icazeti ile nafizdir.
Mürtehin
rahine icazet verirse bakılır: Eğer rahinin tasarrufları mürtehine bir
hak sağlıyorsa,
icazetin lahık olduğu tasarruf nafiz olur. Eğer mürtehine bir hak sağlamıyorsa, mürtehinin icazeti ile
mürtehinin
hakkı batıl olur. Rahinin tasarruflarından ilki nafiz olur. Her ne kadar
sonrakilere icazet
verse de.
«Bu asıl sabit olduğu takdirde, biz deriz ki, mürtehin ikinci satışta pay sahibidir. Çünkü mürtehinin
hakkı semene tahavvül etmiştir. Mürtehine bu
akitlerde bir hak yoktur. Çünkü hibe
ve rehinde bir
bedel yoktur.
İcaredeki bedel ise, menfaat karşılığıdır. Mürtehinin hakkı ise,
nesnenin menfaatinde
değil, aynının
maliyetindedlr. O zaman mürtehinin icazeti hakkını ıskat
eder. Satışın geçerliliğine
mani olan hal
da ortadan kalkar. O zaman da ilk satış geçerli olur. Mucir, icardaki
nesneyi iki ayrı
kişiye satsa,
müstecir de ikinci satışa icazet
verse, mucirin birinci satışı geçerli olur. Çünkü
müstecirin semende bir hakkı yoktur. O zaman müstecirin icazeti icaredeki faydalanma hakkının
ıskatı olur.» Özetle.
«Eşbah'ta ilh...» Şarihin bu kavil musannıfın geçmişteki,
«İkinci satış da mevkuftur» sözünün
üzerine bir
istidrak gibidir. Sanki musannıf ikinci satışın tevakkuf
mahalli de birinci satış gibidir
demek istemiştir. Eğer ikinci satış mürtehinin
gayrına yapılmışsa. Ama
eğer ikinci satış mürtehine
yapılmışsa, o zaman satış icazete tevakkuf
etmez. Ancak rahinin birinci satışı batıl olur.
Bunun veçhi de
şudur: Mevkuf olan bir mülk üzerine
kesin bir mülk arız olmuş, mürtehin de onu
iptal
etmiştir. T. Ebussuud'dan.
«Azad etmek sahihtir ilh...» Geçen
bahis, satış, icare, kitabet, hibe, sadaka ve ikrar gibi
feshi kabul
eden
tasarruflarda idi. Bunların hiçbirisi mürtehin hakkında caiz değildir.
Mürtehinin rehini elinde
tutma hakkı da
ancak rahin borcunu ödedikten sonra batıl olur. Burada olan tasarruflar ise feshi
kabul etmez ve
geçerli olurlar. Rehin de batıl olur. Bunu Kuhistanî ifade etmiştir. Ama bu
tasarrufları
yapan rahin ister zengin, ister fakir olsun farketmez. Çünkü bu tasarruflar ehlinden ve
yerinde yani
mülkiyetinde sadır olmuştur. O zaman mürtehinin izni olmaması ile onun o tasarrufları
lağvolmaz.
Satış ve hibede geçerliliğin mümteni
olması, teslime kudreti olmamasındandır.
Bu
bahsin tamamı
Hidaye'dedir.
Vakfetmek de azat gibidir. S'af ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Rahin merhunu mürtehine
teslim
ettikten sonra vakfetse, eğer zengin ise Kadı onu üzerindeki borcu ödemeye cebreder. Eğer
fakir ise, Kadı vakfı iptal eder, merhunu da üzerindeki borç karşılığında
satar.»
«Azadetmesi geçerlidir ilh...» Şarih bu
kavli ile «geçerli» tabiri ile ifade edilmesinin evla
olduğuna
işaret etmektedir. Çünkü geçen tasarruflar sahihtir
fakat geçerli değildir. Burada «sahih»
kelimesi
ile tabir etmek
geçen tasarrufların sahih olmadığını
zannettirir. T.
«Rehin olarak alır ilh...» Yani rehin olmak
üzere.
«Bedelini ilh...»
Yani rehinin bedelini. Velhasıl, mürtehin kıymetini alır ve onu merhun yerine rehin
yapar.
«Fazla kısmı da reddeder ilh...» Eğer bir
fazlalık varsa. Eğer kıymet borçtan
eksik ise, geri kalan için
müracaat ederek rahinden alır. T.
«Azat suretinde ilh...» Yani mürtehinin izin vermediği bir azatta. Eğer mürtehinin izni
ile
azadetmişse, köle üzerinde çalışma mecburiyeti yoktur. Ebussuud.
«Çalışır ilh...» Çünkü mürtehinin kölenin azadından sonra alacağın rahinden
alması mümkün
olmadığından
ancak azattan istifade eden köleden alır. Köle de ancak maliyetinin
miktarı kadar
faydalanmıştır. O zaman köle, kıymetinden
fazla olan borcun yerine çalışmaz.
«Kıymetinden veya borçtan hangisi daha
az ise ilh...» Bunun keyfiyeti şöyledir: Kölenin azat günü
ile rehin
gününün kıymetine ve bir de borca bakılır.
Bunlardan hangisi az ise, onun karşılığında
çalışır. Zeylaî.
Borcu da kazancı ile öder.
Ancak, onun kazancı mürtehinin
hakkının cinsinin hilafına
olursa,
mürtehinin hakkının cinsi ile değiştirir, onunla mürtehinin alacağını
öder.
«Efendisi
zengin ise, ona rücu ederek ödediğini alır ilh...» Yani
efendisi zengin olduğu vakit. Çünkü
köle, şeriat hükmüyle fakir olduğu bir zamanda onun
borcunu ödemiştir. O zaman efendisine, onun
yerine
yüklenmiş olduğu borcu almak üzere
müracaat eder. İbn-i Kemal.
«Borcun hepsi
karşılığında çalışır ilh...» Velev ki,
borç kıymetinden fazla olsa
da. Çünkü müdebber
kölenin veya ümmül veledin kazancının tümü efendisinindir.
«Nitekim geçti
lih...» Yani, «eğer borç peşin olursa, rahinden
alacağının hepsini alır. Eğer borç
peşin değilse, borcun vadesi dolana kadar rehin olarak kıymetini alır.» Kavlinde.
«Mürtehin
tazmin ettirir ilh...» Musannıf bu
kavliyle tazmin ettirmekte mürtehinin hasım
olduğuna
işaret etmiştir. Hidaye'de olduğu gibi.
«Helak olduğu
günün kıymeti ilh...» Eğer helâk olan merhunun kıymeti helâk olduğu gün beş yüz
dirhem ise, rehin gününde ise, borç gibi bin dirhem ise,
mürtehin telef edene beş yüz dirhemi
tazmin
ettirir, bu beş yüz dirhem de rehin olur. Borçtan da beş yüz dirhem düşer. Sanki bir âfetle
telef olmuş
gibi olur. Hidaye'de olduğu gibi.
«Mürtehin
üzerindeki zaminiyete gelince ilh...» Bu kavil,
mürtehinin ziyadeye zımaniyetinin veçhini
beyan etmektedir. Çünkü o ziyade kadar borçtan düşmüştü.
İtkanî diyor
ki: «Rehinin zaminiyetinde, rehini kabzettiği
günün kıymetine itibar edilir. O günde onun
kıymeti de bin
dirhem idi. O zaman, mürtehin
yabancının ödemesi üzerine o fazlalığa
zamin olur.» -
Kifaye'de de şöyle denilmiştir: «Eğer rehin olduğu gibi kalsa,
fiyatlar düşse, ve rehin olan kölenin
kıymeti
noksanlaşsa, o zaman borçtan hiçbir şeyin
düşmemesi gerekir denilemez. Çünkü biz deriz
ki, senin söylediğin
meselede nesne mevcuttur. Değişiklik ancak
fiyatın düşmesi ile hasıl olmuştur.
Nesne ise fiyatların
oynaması ile yine kabız günündeki kıymetine yükselebilir. O zaman buradaki
değişikliğe itibar edilmez. Ama meselemizde hasıl olan değişiklik
kıymetinin düşmesiyle değil,
helâk ile istikrar etmiştir. Nesne de
eskisi gibi değildir. Çünkü helâk olmuştur.»
Burada,
merhunu mürtehinin telef etmesi meselesi kaldı.
Rehini mürtehin telef ederse, merhunun
kıymetine
borçludur. Kıymet de onun elinde rehin olur. Borcun ödeme günü geldiğinde eğer borç
kıymetin
cinsinden ise, kıymetten hakkını alır.
Eğer kıymetten, borçtan fazla bir şey artarsa, fazlalığı
geri verir.
Mürtehinin
merhunu telef etmesinden önce,
fiyatların değişmesi yüzünden merhunun kıymeti
bin
dirhemden beş
yüz dirheme düşse, istihlakla beş yüzü
vacip olur, borçtan da beş yüzü düşer.
Çünkü
noksanlaşan helâk olan gibidir. Borçtan da helâk olan kadar
düşer. Rehinin kıymeti de
fiyatların düşmesiyle olan değil, geçmişteki kabız gününün kıymeti kabul edilir. O zaman
mürtehinin onu
telef etmesi ile baki kalan onun üzerine vacip olur. Baki kalan
da onu telef ettiği
günün kıymetidir. Hidaye, özetle.
Mürtehin, fiyatların değişmesi ile ortaya çıkan kıymetine değil, kabız günündeki kıymetine
mazmundur. Bu
izahla Zeylaî'nin «fiyatların düşmesi tazmin edilmesi sözü ile ortaya
attığı işkal de
bertaraf olmuş
olur. Bu cevabın beyanı Kudurî'den naklen Gayetü'l-Beyan'da
olan şu ifadedir:
«Nesnenin bekası ile
fiyatın noksanlaşması tazmin olunmaz. Ama telef olduğu
takdirde zaminiyet
kabız
günündeki kıymet iledir. İtlafın
tazmini ise, rehinin tazmininin cinsinden değildir. Bundan
dolayı da itlaf gününün kıymeti vacip olur, rehinin kabız günündeki kıymetinin fazlalığını da tazmin
vacip olur.» Özetle.
Kifaye'den nakledilen de bunun mislidir.
«Meccanen helâk olmuştur ilh...» Yani borçtan hiçbir
şey düşmeden helâk olmuştur. Çünkü
mazmun olunan
kabız ortadan kalkmıştır.
«Hatta
mürtehine rehinin karşılığında bir kefil vermiş olsa ilh...» Yani rahin, ariye almış olduğu
rehin karşılığında ona bir kefil vermiş olsa. Yani ona
aynıyla
değil, teslimiyle bir kefil verse.
Çünkü
musannıfın
kefalet bahsinde şöyle bir ifadesi
vardır: «Kabzından evvel nebi ile, merhun ve
emanetin de
aynları ile kefil vermek sahih değildir. Ama eğer bunların
teslimi için kefil vermiş olsa,
sahihtir.»
«Rehin
olmaktan çıkmıştır ilh...» Çünkü rehinin hükmü olan zaminiyetten çıkmıştır. Yoksa rehin
akdi bakidir.
«Kefilin
zaminiyeti caizdir ilh...» Yani kefile
teslimi gerekli kılmak caizdir. Biz
bunun illetini yukarıda
takdim ettik.
«Zaminiyeti
tekrar avdet eder ilh...» Çünkü rehin
akdi baki idi, ancak zımaniyet hükmünde değil.
Minah.
«Diğer alacaklılardan
ilh...» Yani, rahinin diğer alacaklılardan
daha çok hak sahibidir. O zaman
diğer alacaklılar mürtehine o rehinde ortak olmazlar.
«Çünkü rehinin
hükmü bakidir ilh...» En doğrusu, «rehin akdi bakidir» demesiydi.
METİN
Rahin veya mürtehin, diğerinin izni ile rehin olan nesneyi bir yabancıya
iare etse veya vedia
(emanet)
olarak verse, tazmin sakıt olur. Bunlardan her birisi o nesneyİ eskiden olduğu gibi
yeniden rehin
olarAk
iade etme hakkına sahiptir. Ama bunlardan birisi diğerinin
izni ile icare verse,
satsa, hibe veya
rehin etse veya mürtehin ya da bir yabancı
onu rehin etse, bunun hilafına rehin
olarak avdet
etmez. Çünkü bu akitlerle o rehinden çıkmış olur. Sonra o nesnenin
rehin olması
ancak yeni bir
akitle mümkündür. Çünkü bu akitler lazımî
akitlerdir. Ama
ariye ve mürtehinin rahine
satması bunun
hilafınadır. Çünkü bu akitler bağlayıcı akitler değildir.
Rahin ikinci defa
rehin etmeden ölürse, mürtehin rahinin terekesinde diğer
alacaklılarla eşittir.
Rahin
mürtehine nesneyi kullanması veya başka bir adama iş için iare etmesi için izin verse,
merhun işe
boşlamazdan önce veya iş bittikten sonra helâk olsa, borcun karşılığında helâk olmuş
olur. Çünkü
rehin akdi bakidir. Eğer kullanılma veya iş sırasında ölürse, emaneten ölmüş olur.
Çünkü ariyet eli sabittir.
Helak vaktinde
ihtilaf etseler, mürtehin iş sırasında
helâk olduğunu, rahin de iş sırasında
helâk
olmadığını
söylese, o zaman söz mürtehinindir.
Çünkü mürtehin münkirdir. Ama beyyine
getirmek
rahine aittir.
Çünkü her ikisi de rehin malikiyetinin zail
olduğunda ittifak etmişlerdir. Rahinin o
nesnenin
rehine avdet ettiği sözü tasdik edilmez, ancak hüccetle
tasdik edilir. Bezzaziye.
Bezzaziye'de
şöyle denilmiştir: «Rahin mürtehine rehin olan elbiseyi bir gün giymesi için izin verse,
mürtehin
elbiseyi yırtık olarak getirerek izin verilen gün giydiğinde
yırtıldığını söylese, rahin
mürtehinin o
gün giymediğini ve elbisenin o gün
yırtılmadığını söylese, söz rahinindir.
Eğer rahin
mürtehinin o
gün giydiğini ikrar etse, yalnız giymesinden evvel veya sonra yırtıldığını iddia etse,
mürtehinin ne
kadar tazmin edeceği hususunda söz mürtehinindir.»
FER'İ
MESELELER:
Babanın,
üzerindeki borç karşılığında yanında bulunan küçük çocuğunun
malını rehin etmesi
caizdir. Eğer verdiği rehinin kıymeti borçtan fazla
olur ve helâk olursa, babası oğluna fazlasını
değil, borç miktarını
zamindir. Ama vasi bunun hilafınadır. Zira vasi onun kıymetine zamindir.
Baba ile vasi
arasındaki fark şudur: Baba ihtiyacı anında küçük çocuğun malından faydalanma
hakkına sahiptir.
Ama vasi böyle değildir.
Çocuk yetişse,
nesne rehinde olduğu halde babası
ölse, çocuk borcu ödemeden rehin olan nesneyi
mürtehinden
alamaz. Eğer babası o nesneyi kendi nefsi için rehin etmişse, çocuk rücu ederek
babasının malından alır. Çünkü oğul borcu ödemeye mecburdur. Rehin olan nesneyi iare
eden
kimsenin borcu
ödeyip rehini geri almaya
mecbur olduğu gibi.
Adam bir şeyi
rehin etse, sonra o nesnenin başkası için
rehin olduğunu ikrar etse mürtehin
hakkında sözü
tasdik olunmaz Mürtehinin alacağının alacağını ödemesi ve
rehini de ikrar ettiği
kimseye iade
etmesi emredilir.
Birisi bir başkasının evini rehin olarak verse, ev sahibi rehin olarak verilmesine icazet verirse,
caizdir.
Rehinin kıymeti üzerinde rahinin
beyyinesi daha evlâdır.
Rehinin, yavrusu, meyvesi
gibi fazlalıkları da rehindir. Ama rehin edilen binanın, yerin
veya kölenin
geliri ise rehin olmaz.
Fasit rehin de
tazmin hususunda sahih rehin gibidir.
Bir şeyi rehin
etmek üzere istiare etmek sahihtir. O zaman, eğer muir mutlak
şekilde rehin etmesini
söylerse, o dilediği şeyle rehin edebilir.
Eğer muir onu bir miktar borç veya bir cins veya bir
mürtehin veya bir şehir ile kayıtlarsa, nesne
onunla kayıtlanır. O zaman eğer
mustair muirin
kayıtladığı şeye
muhalefet ederse, muir mustair veya mürtehine
tazmin ettirir. Çünkü her ikisi de
taaddi etmişlerdir. Ancak, eğer daha
hayırlısına muhalefet etmişse, şöyle
ki, muir mustaire
kıymetinden
fazla bir şey tayin etse, o da onu o kıymetten azına rehin etmiş
olsa, zamin olmaz.
Çünkü daha
hayırlısında muhalefet etmiştir.
Eğer muir
mustaire tazmin ettirirse, rehin akdi tamamlanır. Çünkü rahin
tazminatla onu mülk
edinmiştir.
Ama eğer mürtehine tazmin ettirirse, o
zaman mürtehin tazmin ettiği ile ve
borçla
müracaat ederek rehinden alır. Nitekim istihkak
bahsinde geçti.
Mustair
muvafakat etse, rehin edilen nesne mürtehinin yanında helak olsa, mürtehin, helak
olmasıyla
hakkını tam olarak almış olur. Mustairin de borcun mislini muire ödemesi vacip olur.
Çünkü o
rahindir, borcunu onunla ödemiştir.
Eğer merhunun hepsi mazmun ise. Eğer merhunun
hepsi borç karşılığında mazmun değilse, mazmun
kadarını tazmin eder, gerisi de emanettir. Eğer
rehin
ayıplanmış olsa, yine hüküm böyledir,
yani ayıbın nesneye getirdiği
noksanlık hesaplanarak
borçtan
düşülür. Borçtan düşülen miktarı da mustairin
muire ödemesi vaciptir.
Muir rehini
çözmüş olsa, mürtehine kabul etmesi için cebredilir. Sonra
muir rahine müracaat eder
rehinin
çözülmesi için mürtehine ödemiş olduğu parayı alır. Çünkü muir malını kurtarmak için
teberru etmiş
değildir. Ama bir yabancı bunun hilafınadır. Muir rahine ödediği ile rücu eder. Yani
eğer borç, rehinin kıymeti kadar ise. Eğer borç rehinin kıymetinden fazla ise, o fazla ödediğini
teberru etmiş
olur. Eğer az ise, o zaman mürtehine cebredilmez.
Şu kadar var
ki Zeylaî ve diğerleri bu meseleyi
müşkül görmüşlerdir. Musannıf da bunu ikrar
etmiştir. İşte
bundan dolayı musannıf metinde Dürer'e tabi olmakla beraber meseleyi
Dürer'in
kavline dayandırmamıştır. Düşünülsün.
Ariyeten aldığı rehin, rehin etmezden evvel veya
rehini çözdükten sonra helak olursa, o zaman
rahin onu
tazmin etmez. Her ne kadar onu istihdam etse, binse veya başka bir şey
yapsa da. Çünkü
emindir.
Evvelâ muhalefet etmiş, sonra
muvafakate dönmüştür. O zaman zamin
olmaz. Şafiî bunun
hilafınadır.
Şu kadar var
ki, İmadiye'den naklen
Şurunbulaliye'de şu ifade vardır: «Müstecir
veya mustair mal
sahibine muhalefet
etseler, sonra muvafakate dönseler, üzerine fetva verilen kavle göre
zaminiyetten
beri olmazlar. Eğer ihtilaf etseler, yani
helakin zamanında ihtilaf etseler, söz
rahinindir.
Çünkü rahin muirin malı ile ödediğini inkâr etmektedir. Eğer rahin
olan mustair ile muir,
muirin ne
miktar karşılığında rehin etmesini emrettiği hususunda ihtilaf
etseler, o zaman söz
muirindir.» Hidaye.
Eğer rahin ile mürtehin rehinin helakinden sonra borç ile merhunun kıymeti hususunda ihtilaf
etseler. borcun miktarı ve rehinin kıymeti hususunda
makbul olan söz mürtehinindir. Şerh-i Tekmile.
İZAH
«İare etse ilh...» Bu tasarrufların tamamı
altıdır: Ariye, vedia, rehin, icare, satış
ve hibe. Ariye, nesne
kullanma anında helak olduğu takdirde zaminiyetin düşmesini icabettirir
ve rehin akdi de kalkmaz.
İster mustair
rahin olsun, ister mürtehin olsun, isterse bir ecnebi olsun.
Vedianın hükmü de
ariyenin hükmü
gibidir. İkinci bir rehin de birinci rehin
akdini iptal eder.
İcareye
gelince, eğer müstecir rahin ise, o zaman, icare batıldır. İcare, rahinin mürtehinden iare
veya ida etmesi gibi olur. Eğer
müstecir mürtehin ise, icare için kabzı da yenilemişse, veya
müstecir bir
yabancı ise, icare akdi diğerinin izni ile rahin veya
mürtehinden birinin mübaşereti ile
yapılmışsa, rehin batıl olur, icare ücreti rahinindir,
kabzetme velayeti de akıt yapanındır. O rehin
artık rehin
olmaz, ancak yeniden bir akit
yapılırsa olur.
Satış ve
hibeye gelince, eğer mürtehine veya bir yabancıya rahin veya
mürtehinden birisinin izni ile
diğeri
tarafından yapılırsa, rehin akdi batıl
olur. Zaten rahinin satması veya
hibe etmesi tasavvur
edilemez. İnaye.
Sadi
Efendi'nin İnaye üzerindekî
haşiyesinde şöyle denilmiştir: «Rehin bir yabancıya ida edildiği
takdirde lâyık
olan, zımaniyetin düşmemesidir. Çünkü yabancı adildir.»
«Ben derim ki: Bu, Sadi Efendi haşiyesinde olan güzel bir bahistir. Sonra ben bu bahsin
Haniye'de
nassedilmiş şeklini gördüm. Çünkü Haniye sahibi şöyle
demektedir: «Rahin mürtehine merhunu bir
adama ida veya
iare etmesine icazet verse, bakılır: Eğer mürtehin onu ida ederse o şey
kendi hali
üzerine
rehindir. Eğer mudanın elinde helak olursa, borç düşer. Eğer
mürtehin onu iare ederse,
rehinin
tazminatından çıkar, mürtehin onu geri alabilir.»
Görülüyor ki burada İnaye'nin zikrettiğinin
hilafına ariye ile vedia birbirinden
ayrılmış ve şarih de
buna tabi
olmuştur. Uyanık ol.
«İcare verse, bunun hilafına ilh...» Yani icarede kabzın yenilenmesi şarttır. Nitekim sen yukarıda
bunu öğrendin.
Bezzaziye'de
şöyle denilmektedir: «Rehin edilen
nesneyi mürtehin fasit bir icare ile
isticar etse,
ücret
vermesini gerektirecek bir müddet elinde tutsa, rehin batıl olur.
YiIne
Bezzaziye'de şöyle denilmiştir: «Rehin edilen toprağı mürtehin muzaraaten
alsa,
eğer tohum
kendislnden ise, rehin batıl olur. Eğer t-hum rahinden ise,
rehin batıl olmaz.»
Biz muzaraat
bahsinde şunu takdim ettik ki, bunda asıl kaide şudur:
Muzaraatta tohum sahibi
müstecirdir.
Eğer işçi de kendisi olursa toprağı
kiralamış olmuş olur. Eğer tohum da tarla sahibinin
olursa, o zaman toprak sahibi amilin müsteciri olmuş
olur.
«Rehin etse ilh...» Yani rehinin rehini bunun hilafınadır. Rehin, rehin olmaz. Yani mürtehinle akit
yapan rahin
olursa. Veya bunlardan birisi diğerinin
izni ile bir yabancı ile yapsa. Şu kadar
var ki bu
umumda rehine
nispetle bir görüş vardır. Çünkü onu
mürtehine rehin etmek bir şey
ifade etmez.
Zahiri şudur
ki, burada rehin, rahin veya
mürtehinden birisinin rehin olan nesneyi
bir yabancıya
lehin
vermesine hastır, ve bu rehin olmaz.
Tatarhaniye'de
Tahavi şerhinden naklen şöyle denilmektedir:
«Mürtehin rehin olan nesneyi rehin
veremez. Eğer
rahinden izin almadan birisine rehin verirse, birinci mürtehinin eline
dönmeden
ikinci
mürtehinin elinde helak olsa, rahin birinci mürtehine onu tazmin
ettirir ve o tazminat da
birinci
mürtehinde rehin olarak kalır. Mürtehin de onu borçla ya ikinci mürtehine temlik eder, veya
ikinci
mürtehine tazmin ettirir. Tazminat birinci mürtehinin yanında rehin olarak kalır. İkinci
rehin
batıl olur.
İkinci mürtehin de ödemiş olduğu tazminat ve borcu ile birinci mürtehine müracaat
ederek ondan alır. Eğer mürtehin onu rahinin izni ile
rehin etse, ikinci rehin sahih, birinci rehin batıl
olur.»
«Rehinden çıkmış
olur ilh...» Bu kavil, vedia ,le bu akitler arasındaki
muhalefet, beyan etmektedir.
Şu kadar var
ki, satış suretinde mürtehinin hakkı satılan merhunun bahasına
intikal eder. İster
kabzetsin, ister etmesin. Hatta, merhun müşterinin yanında helâk olmuş olsa, borç düşmüş olur.
İcare bedeli bunun hilâfınadır. İcare ile satış
arasındaki fark yukarıda geçti. Bu fark
Mirac'sa kesin
olarak zikredilmiştir.
«Bu akitler lâzımî akitlerdir ilh...» Bundan dolayı da bunların feshi mümkün değildir.
«Mürtehinin
rahine satması bunun hilafınadır ilh...» Yine rehini mürtehinin rahine icare
vermesi,
hibe etmesi de onların hilafınadır.
«Bu akitler bağlayıcı akitler değildir ilh...» Yani ariye ile satış akdi bağlayıcı akitler değildir. Yani
bunlar rahin
hakkında bağlayıcı değildir. Çünkü
rahinin mülkiyeti merhunda bakidir. O
zaman akit
batıl olur.
«Mürtehin
diğer alacaklılarla eşittir ilh...» Yani merhunda, rehin akdinin
bu akitlerle butlanı ile diğer
alacaklılara eşittir.
Mirac.
«Rahin
mürtehine nesneyi kullanması için izin verse ilh...»
Rahin mürtehine kullanma izni
vermezse, buna
rağmen mürtehin nesneyi biraz
kullansa, sonra dönse, yine nesne eski hali üzerine
rehindir.
Camlü'l-Fusuleyn.
«Ariye
mâlikiyeti sabittir ilh...» Ariye
mâlikiyeti de rehin mâlikiyetine muhaliftir. O zaman,
mürtehinin
zımaniyeti yok olur. Minah.
«Münkirdir
ilh...» çünkü mürtehin tazmini icabettirecek şeyi inkâr etmektedir.
T. diyor ki: «Bu söze ihtiyaç yoktur.
Çünkü gelecek illetlendirme her iki meseleyi de içine
almaktadır.»
«Rahin de iş sırasında helâk olmadığını söylese ilh...» Haniye ve diğer
kitaplarda da böyledir. O
zaman rahinin,
başka zamanda helâk olduğunu söylemesi, işten veya
işten sonra helâk olmasının
şamil olur.
«Her ikisi de rehin mâlikiyetinin zail olduğunda ittifak etmişlerdir ilh...» Yani tazmini mucip olan
kabzın
zevalinde ittifak etmişlerdir. Çünkü
onlar tazmini ortadan kaldıracak bir
işin mevcut
olduğunu
itiraf etmişlerdir.
«Söz
rahinindir ilh...» Çünkü rahin işin varolduğunu inkâr etmektedir. O zaman rahinle mürtehin
rehin mâlikiyetinin
zail olması üzerinde ittifak etmemişlerdir.
«Söz
mürtehinindir ilh...» Bezzaziye'nin
ibaresi şöyledir: «Söz mürtehinindir.
Çünkü, elbise o
giyerken yırtılmıştır. Çünkü her ikisi de o nesnenin tazminattan çıktığında ittifak
etmektedirler. O
zaman,
tazminatın ne miktarda mürtehine döneceği hususunda söz mürtehinindir. Ama birinci
mesele bunun
hilafınadır. Çünkü birinci meselede merhunun
rehin tazminatından çıktığına dair
ittifak
etmemişlerdi.»
Bezzaziye'nin
ibaresinin hülasası şudur: Her ikisi nesnenin
tazminattan çıktığında ittifak
ettiklerinde
söz, rehin zaminiyeti ile rehinin
mürtehine dönmemesinde mürtehinindir. Ancak
o, yırtık
elbiseye
zamindir. Yani rehin zaminiyetinden çıktıktan sonra helâk olursa
mürtehin o elbisenin
yırtılmış haldeki
kıymetine zamindir.
«Vasi bunun
hilafınadır ilh...» Rehin edilmesi caiz olanlar babında
geçti ki, vasinin babanın hilafı
olduğu İmâm
Timurtaşi'nin sözüdür. Yine o bahiste
geçti ki, Zahire ve diğer kitaplarda baba ile
vasinin eşit
olması hususunda kesin ifade kullanılmıştır. Musannıf da orada
İnaye ve Mülteka gibi,
baba ile
vasinin eşit olduğunu kesin olarak söylemiştir. Biz bunun veçhini orada
takdim ettik.
«Borcu
ödemeden nesneyi alamaz ilh...» Çünkü
babanın baliğ olmayan oğlunun
malındaki
tasarrufları
geçerli ve lâzımdır.
«Çocuk müracaat ederek babasının malından alır
ilh...» Yani oğul babanın borcunu
ödeyerek rehini
çözdüğü
takdirde rehinin karşılığında ödemiş olduğu parayı, müracaat ederek babasından alır.
«Eğer babası ilh...» Eğer baba onu üzerindeki
bir borç için rehin vermişse. Eğer baba oğlunun
malını kendisinin ve küçük oğlunun borcu karşılığı rehin vermişse o rehinin babanın borcunun
hissesindeki hükmü, o malın hepsinin, babasının borcu
karşılığındaki rehinin hükmü gibidir.
Minah'ta
olduğu gibi.
«Çocuk borcu
ödemeye mecburdur ilh...» Yani çocuk
rehini çözmek için borcu ödemeye
mecburdur. O
zaman o, borcu ödemektte müteberri değildir. İleride beyanı gelecek rehin
edilecek
nesneyi iare
eden muirin eşidir.
«Başkası için rehin olduğunu ikrar etse ilh...»
Yani o merhunun, mesela Zeyd'in mülkü
olduğunu
ikrar etse, mürtehinin hakkında tasdik olunmaz.
Hatta mukarrun leh (rehinin kendisine ait olduğu
ikrar edilen) delil getirmeksizin yalnız bu ikrarla rehin edilen nesne mürtehinin
elinden alınmaz.
Belki ikrar eden kendi nefsi hususunda muaheze
edilir. Hatta mürtehine borcu ödemek ve
merhunu
da ikrar olunan kimseye vermekle emrolunur. Ama eğer borç vadeli ise, peşinen
ödemesine mi
emredilir?
Yoksa mürtehine onun kıymetini vermesi mi emredilir? Sonra rehin
kendisine ikrar
edilene
verilmesi mi, veya borcun vadesi gelinceye
kadar beklemesi mi emredilir? Bu hususun
araştırılması lâzımdır.
«Caizdir
ilh...» Çünkü bu, rehin verme için iare edilen bir ev gibidir. T.
«Rahinin beyyinesi daha evlâdır ilh...» Yani mürtehinin beyyinesinden evlâdır.
Çünkü rahinin
beyyinesi tazminatın ziyadesini
ıskat etmektedir. Eğer ikisi
de beyyine getirmeseler, o zaman
makbul olan
söz mürtehinin sözüdür. Hindiye'den de
anlaşılan budur.
«Rehinin
fazlalıkları ilh...» Bu mesele,
bundan sonra gelen mesele gibi ileride tafsilatlı olarak
gelecektir. İşte bundan dolayı şerhin bazı nüshalarında bu bahiste bu mesele mevcut değildir. T.
«Rehin etmek
üzere istiare etmek sahihtir ilh...»
Çünkü malik müstairin borcunun kendi malıyla
bağlanmasına razı olmuştur. Ona yetkilidir de. Nasıl ki,
müstairin zimmetine kefaletle bağlanmaya
yetkili ise. T.
«Dilediği şeyle
rehin eder ilh...» Yanı hangi cins malla, ne kadar mal ile dilerse, onunla rehin
edebilir. Dilediği mürtehine ve dilediği şehirde de rehin edebilir. Nitekim
Kuhistanî'de de böyledir.
«Mutlak şekilde ilh...» Yani muir onu mutlak şekilde
iare ederse. Çünkü ıtlaka itibar etmek, bilhassa
ariyede vaciptir. Çünkü iaredeki cehalet münazaaya
götürmez. Hidaye. Çünkü iare müsamaha
üzerine
kurulan bir akittir. Mirac.
«Onunla
kayıtlanır ilh...» O zaman rahin, onun
belirttiği miktardan fazlalaştırma veya
noksanlaştırma hakkına sahip
değildir. Fazlalaştırmaya gelince, çünkü rahin rehini çözmeye
muhtaçtır. O
zaman borç miktarı kadar öder. Fazla ödemeye razı olmaz. Veya fazla ödemek ona
çetin gelir ve
ondan mutazarrır olur. Noksanlığa gelince, zira borçtan fazla olan
kısım emanettir.
Mal sahibi ise ancak
hepsinin mazmun olmasına razı
olmuştur. O zaman mal sahibinin tayin
etmesi, cins, mürtehin ve şehirle kaydetmesi
faydalıdır. Çünkü bunların hepsi, bir
kısmını bir
kısmına izafe etmekle
kolaylığı temin eder. Hem de emanet
ve korumakta şahıslar birbirinden
farklıdır.
Hidaye ve İhtiyar.
BİR TEMBİH:
Hamidiye'de,
muir ariyeyi belirli bir müddetle kaydetse, o müddet dolduğunda
muirin o nesneyi
mustairden alabileceğine fetva verilmiştir. «Hayriye ve İsmailiye'de de böyle fetva verilmiştir.»
denilmiş.
Bunun benzeri İbni Nüceym'in Feteva'sında da mevcuttur.
İbni Nüceym'in
Feteva'sında şöyle denilmektedir:
«Belirli bir zaman için iare edilen nesneyi,
belirli
zaman bitmeden
muir geri alamaz. Ama
o müddet geçer, onu mürtehinden
kurtarmak da zor olursa
o zaman rahine
cebredilir.»
Ben derim ki: Bu, Zahire'de olana muhalif değildir.
Zahire'de olan şudur: «Borcu karşılığında rehin
etmek üzere bir şeyi istiare etse, onu bir seneliğine yüz lira karşılığında rehin etse, her ne kadar
muir onu bir
seneliğine rehin ettiğini bilse bile yine ondan isteyebilir.»
Bu meselede rehin fasittir.Yukarıda da geçtiği gibi, rahin rehine müddet tayin etmiştir. Bizim
buradaki kelamımız ariye edilen nesnenin tecili hususundadır.
«Muir mustair
veya mürtehine tazmin ettirir ilh...» Yani rehinin kıymetini, eğer rehin mürtehinin
elinde helâk olmuşsa ona tazmin ettirir. Çünkü mürtehin onun mülkünde, onun izin vermediği
şekilde tasarruf etmiştir. O zaman gasıb
olmaktadır. Muir, mürtehinden rehin
edilen nesneyi alabilir
ve rehini
feshetme hakkına da sahiptir.
«O kıymetten
azına rehin etmiş olsa ilh...» Yani ona tayin edilen miktardan daha azına rehin etmiş
olsa. Şu kadar var ki o rehinin kıymetinden noksan
olmamalıdır. Ya misli olmalı veya
ondan fazla
olmalıdır.
Nitekim Zeylaî de böyle ifade etmiştir.
Zahire ve
diğer kitaplarda da şöyledir: Muir,
mustaire bir şey tayin etse, o da tayin edilen şeyden
az
veya çok şeyle rehin etse, bu üç şekilde olur.
Birincisi: Rehin edilecek elbisenin
kıymeti tayin
edilen borç miktarı
kadar olur. İkincisi, ondan
daha çok olur. Her iki şekilde de
borçtan, fazla veya
daha azına rehin verirse, helâk olduğu takdirde kıymetini öder. Üçüncüsü de, elbisenin kıymetinin
borçtan daha
az olmasıdır. Evet, eğer borç tayin
edilen fazla ise, yine helâk olduğu
takdirde o
elbisenin kıymetini
öder. Eğer borç tayin edilenden noksan
ise, bakılır: Eğer noksanlık elbisenin
kıymetinin
tamamında ise, ödemez. Eğer ondan daha
az olursa, onun kıymetini öder. Özetle.
Bunu Nihaye de nakletmiştir. Nihaye sahibi daha sonra da şöyle demiştir: «Bununla biliniyor ki,
muir mustaire
iare ettiği nesnenin kıymetinden daha fazlasını hiçbir surette tazmin ettiremez. Eğer
elbisenin kıymeti
borçtan fazla ise, elbisenin bütün kıymetini de tazmin ettiremez.
Muir mustaire
ancak borç kadarını tazmin ettirir. Fazlası da
emanet olarak helâk olmuş olur.»
«Çünkü rahin
tazminatla onu mülk edinmiştir ilh...» Anlaşıldığına göre, mustair kendi mülkünü
rehin
etmiştir. Tebyin.
Kariül'-Hidaye
diyor ki: «Bana göre burada düşünmek
gerekir. Çünkü burada mülkiyet kabız
vaktine
istinat
etmemiştir. Zira kabız malikin izni iledir. Ancak buradaki mülkiyet muhalefet vaktine istinat
eder. Bu
muhalefet vakti de merhunu mürtehine
teslim etme vaktidir. Halbuki, rehin akdi bundan
evvel yapılmıştır. O zaman onun mülkiyeti
teslim vaktine mahsus kılınır. Böylece
onun kendi
mülkünü rehin
etmesi tebeyyün etmez. Çünkü onun mülkiyeti rehin akdinden sonradır.» Ebussuud
ve T.
Şilbî'den.
Ben derim ki: Kariü'l-Hidaye'nin sözlerine şöyle cevap verilir:
Rehin ancak merhunu mürtehine
teslimle
lüzumlu bir akit olur. Bundan ötürü de
teslimden önce mürtehin rehinden dönebilir.
Nitekim rehin
babının evvelinde de bu geçti.
Rehin akdi teslime bağlı olunca, akdin teslimden önce
olduğuna
itibar edilmez. Sanki akit ve teslim muhalefet vakti olan teslim zamanında olmuşlardır. O
zaman da mustair
olan rahinin mülkiyeti
rehin akdinden sonra olmaz. İşte bu Fettah ve Alîm olan
Allah'ın
feyzinden bana zahir olandır.
«Eğer
mürtehine tazmin ettirirse ilh...» Çünkü mürtehin başkasının malını izinsiz olarak
aldığı için
mütecavizdir.
O zaman mürtehin gasıbdan gasp eden bir gasıb gibi olur.
«Nitekim istihkak
bahsinde geçti ilh...» Yani bu babdan hemen önce.
«Hakkını tam olarak almış
olur ilh...» Yani eğer rehinin kıymeti
borç kadar veya daha fazla olursa.
Ama eğer rehinin kıymeti borçtan daha az olursa ,o zaman rehinden borç kadarını alır, fazlası için
de rahine müracaat
eder. Miskin.
«Borcun
mislini ilh...» Dürer'de de böyledir.
En doğrusu burada rehinin misli kadar demesiydi.
Yani
eğer mislî ise, şekil
ve miktar olarak onun misli kadar, kıyemî ise yalnız manen (değer olarak)
onun
kıymeti kadar.
Böyle demesi daha doğru olurdu, çünkü bundan sonraki zamirler
birbirinden
ayrılmazlar. Rahmetî, özetle. Bunun misli
Turi'nin şerhinde de mevcuttur.
«Borcunu
onunla ödemiştir ilh...» Çünkü rahin
borcunu muirin malı olan rehinle ödemiştir.
«Merhunun
hepsi mazmun ise ilh...» Yani rehinin hepsi mazmun ise. Yani rehin
borcun misli veya
daha azı ise. Eğer rehin
borçtan fazla olursa, o zaman mazmun olduğu miktarı tazmin ettirir, gerisi
de emanet
olur.
«Borcun misli
muire ödemesi vacip olur ilh...» Yani ayıbın getirdiği noksanlık kadar mustairin muire
ödemesi
vaciptir.
«Malını
kurtarmk için ilh...» Çünkü muir, rehini çözmekle mülkünü
kurtarmak istemektedir. O zaman
da muir
mülkünü kurtarmaya mecburdur.
«Yabancı bunun
hilafınadır ilh...» Yani, bir yabancı,
rahinin borcunu mürtehine ödediği
takdirde
rahine müracaat edemez. Çünkü o müteberridir. Zira o
mülkünü kurtarmak için çalışmadığı gibi,
kendi
zimmetini boşaltmaya da çalışmamıştır. Yabancı rehini çözmek istediği takdirde
borcun
ödenmesine talip
olan mürtehin kabul etmeme hakkına sahiptir.
«Eğer az ise, mürtehine cebredilemez ilh...» Yani
rehini teslim etmesi için cebredilmez. Dürer,
Tacü'ş-Şeria'dan. Çünkü rehinden fazla kısım
rahin tarafından emanet
edilmiştir. Bazı âlimler
tarafından
böyle denilmiştir. Ama biz bunu
şarihlerin kelamında bulamadık. O zaman bunu
Tacü'ş-Şeria'ya
isnat etmek şüphesiz yalan olur. Azmizade de bu şekilde ifade etmiştir.
«Zeylaî ve diğerleri bu meseleyi müşkül görmüşlerdir
ilh...» Yani Zeylaî, fazlanın teberru olmasını
müşkül
görmüştür. Zira Zeylaî, «Fazlanın teberru olması
müşküldür. Çünkü rehin borcun bir
kısmını ödemekle kurtarılamaz ve muirin gayesi malından faydalanmak için onu rehinden
kurtarmaktır.
Bu da ancak borcun hepsinin ödenmesi ile hasıl olur. Çünkü
mürtehin borcunu tam
alıncaya kadar
rehini yanında tutma hakkına sahiptir.»
demiştir.
Bu güçlüğü
bütün Hidaye şarihleri şu cevapla birlikte zikretmişlerdir:
«ödeme mustaire. ancak
borcun hepsini
mülkünden vermesi itibarîyle vacıbtir. O zaman muir rehni çözdüğü takdirde
mustaire
borcun ne ka-darı ödenmlşse. o kadarta
müracaat eder.» Hidaye şarıhleri bu cevabı Izah,
Hanlye ve diğer kitaplardan nakletmişlerdir. Sanıyoruz kî Zeylaî
bu cevaba razı olmadığı îçin
zlkretmemiştir. Bundan dolayı Sadiye'de, «Bu cevap
hakkında konuşutabllir.» denilmiştir.
«Meseleyi
tahric etmemiŞtir Ith...» Ben dı'yorum
kl, her ne kadar okla uymasa bile. Nakledilene
uymak vacibtir. Bununla beraber cçvap zahir-dir. Cevap şudur: Muir Işin başında malını rehin için
iare
ettiğinde, kıy-metl He rehin ettiğlni kaydetmediğinden hata yapmıştır. Zararı def edecek blr
şey
terkedildiğl
zaman, bu terk sebebiyle
fazlayı ödemekte serbesttir.
Düşünenlerden ol. Soyıhonî.
«Dürer'e tabi
olmakla berober ilh...» Yani musannıfın
adeti coğun-lukla Dürer'e uymaktır.
Dürer'de
de «borcun
rehinin kıymetinden fazla olan
kısmı ödendiği takdirde teberruen ödendiği» şeklinde
açıklanmıştır. O zaman onun bu hususta Dürer'e uymaması gösteriyor ki, o da Zeylaî'nin
tereddüt
ve kararsızlık
içinde olduğunu ikrar etmiştir.
«Tazmin etmez
ilh...» Çünkü rahin borcunu rehinle ödememiştir.
«İstihdam etse, binse ilh...» Yani rehin bir köle
ise, istihdam etse veya binek hayvanı ise rehin
etmezden önce
binse, sonra da onların kıymetinde bir malla rehin etmiş olsa, sonra onların
karşılığında almış olduğu malı ödese, onları
kabzetmese onlar da mürtehinin yanında
helâk olsalar,
rahinin
üzerine tazminat yoktur. Hidaye. Yani borç ödeme tazminatı
değil taaddi tazminatı yoktur.
Çünkü rahin
borcu ödedikten sonra ödediği ile mürtehine başvurur. Çünkü rehin mürtehinin
elinde
helâk
olduğunda mürtehin alacağını rehinin maliyetinden almış olur. O zaman da muir rahine
ödenilen
borçla müracaat ederek ondan alır. Kifaye, özetle.
«Rehin
etmezden evvel ilh...» Eğer rehini
çözse, sonra rehin merhunu kullanmış olsa,
kullanmasıyla
da helâk olmasa, kullandıktan sonra bir müdahalesi olmadan
helâk olsa, rahin yine
ödemez. Çünkü
rahin, rehini çözdükten sonra mustair durumunda değil, mûda durumundadır.
Çünkü
istiarenin hükmü rehini çözmekle sona ermiştir, öyleyse rahin
muvafakate döndüğü zaman
tazminden
kurtulmuş olur. Hidaye.
«Şurunbulaliye'de ilh...» Şurunbulaliye'nin bu ifadesi faydalanma için bir şeyin kiraya tutulması
veya ödünç alınması hususundadır. Halbuki
bizim buradaki kelamımız rehin etmek için bir şeyi
istiare etmek (ödünç almak) hususundadır. Rehin için
istiare eden kişi mûda durumundadır.
Mustair (ödünç
alan) durumunda değildir. Nitekim
yukarıda geçti. Mûda da muvafakate dönmekle
tazminden
kurtulmuş olur. Hidaye ve şerhlerinde mûda ile mustair arasındaki fark şöyle
izah
edilmiştir: «Mustairin mâlikiyeti kendi mâlikiyetidir. Muvafakate dönmekle istiare
ettiği nesneyi
malikine ne hakikaten, ne de hükmen geri
vermiş olmaz. Ama mûda mustairin aksinedir.
Çünkü
mûdanın
mâlikiyeti malikin mâlikiyeti gibidir.
O muvafakate dönmekle hükmen elindeki
nesneyi
malikine geri vermiş olur.»
Ben derim ki: Müstecirin mâlikiyeti de kendi mâlikiyetidir. Çünkü nesneyi sahibi için ,değil,
kendisi
için elinde
tutmaktadır.
«Muhalefet
etseler ilh...» Evla olan burada, «muhalefet etse idi» demesiydi. Çünkü burada atıf «ev»
ile
yapılmıştır. Hem de sonrasına daha
muvafık olurdu. T.
Birçok nüshalarda
da bu şekildedir.
«İhtilaf etseler
ilh...» Yani helâkin zamanında rahin ile muir (ödünç
veren) ihtilaf etseler ve muir,
nesnenin
mürtehinin yanında helâk olduğunu, rahin
de rehinden önce veya rehinden sonra helâk
olduğunu söylese. İnaye.
«Söz
rahinindir ilh...» Yani yemin ile
birlikte söz, rahinindir. Mirac. Beyyine de muirindir. Çünkü
muir, rahinin
aleyhine
tazminat iddia etmektedir. İnaye.
«İnkâr etmektedir ilh...» Rahin, borcu muirin malı
ile ödediğini inkâr etmektedir.
«Muirin ne
miktar karşılığında rehin etmesini emrettiği hususunda ihtilaf
etseler ilh...» Yani muir,
nesneyi beş
dirhem karşılığında rehin vermesini emrettiğini, mustair de, on dirhem karşılığında
rehin vermek
istiare ettiğini söylese, söz
muirindir. Çünkü eğer muir aslından inkâr etse de söz
onundur. Öyleyse, onda bir vasfı inkâr ettiğinde de
söz onundur. Mustair için de beyyine getirme
hakkı vardır.
Çünkü mustair ispat edecektir. İspat da ancak beyyine ile olur. İtkanî.
«Borç ile merhunun kıymeti
hususunda ihtilaf etseler ilh...» Meselenin
sureti Haniye ve diğer
kitaplarda olandır. Şöyle ki, rahin, bin dirhem karşılığında rehin verdiğini iddia etse, mürtehin de,
beş yüz dirhem
karşılığında rehin aldığını iddia
etse, o zaman bakılır: Eğer
merhun mevcut ve bin
dirheme eşit ise, her ikisi de yemin eder. Aldıklarını birbirlerine geri verirler. Eğer rehin edilen
nesne helâk olmuş ise, o zaman söz mürtehinindir.
Çünkü mürtehin borcun ziyadesinin düştüğünü
inkâr etmektedir.
İtkani şu
ifadeyi eklemiştir: «Eğer rahin ile mürtehin nesnenin bin dirhem karşılığında
rehin
olduğunda
ittifak etseler, fakat mürtehin nesnenin kıymetinin beş yüz dirhem olduğunu, rahin de
bin dirhem
olduğunu söylese, söz mürtehinindir. Ancak rahin delil getirirse, o zaman söz onun
olur. Çünkü
rahin tazminatın fazla olması gerektiğini iddia etmektedir.» Özetle.
Bununla
ibarede bilmeceye benzer bir icaz
olduğu zahir olmaktadır.
METİN
Bir nesneyi
rehin için istiare eden adam müflis ve borçlu olarak ölse, rehin yine hali üzere bakidir.
Rehin edilen
nesne satılmaz, ancak muirin rızası ile satılır.
Çünkü onun mülküdür.
Muir rehin
edilen nesnenin satılmasını istese, rahin onun satışından
kaçınsa, eğer rehin borcu
karşılıyorsa,
onun rızası olmadan satılır. Yok eğer rehin borcu karşılamıyorsa, ancak mürtehinin
rızası ile satılır.
Muir borçlu ve
müflis olarak ölse, her hak sahibinin hakkına kavuşması için
rahine üzerindeki
borcu ödeyerek
rehini geri vermesi emredilir. Eğer rahin fakirlikten dolayı borcunu ödemekten aciz
ise, rehin muir hayatta olduğu gibi hali üzere baki kalır. O zaman muirin varisleri kendi
murisleri
gibi onun
borcunu ödedikten sonra rehini geri alırlar. Eğer muirin alacaklıları, muirin varislerinden
rehinin
satışını talep etseler, rehin edilen nesne onların alacağını
karşılıyorsa,
satılır.
Karşılamıyorsa, ancak mürtehinin
rızası ile satılır. Nitekim sebebi yukarıda açıklandı.
Bilinmiş olsun
ki rahinin rehine verdiği zararı, ister tamamına, ister bir
kısmına olsun, tazmin edilir.
Mürtehinin
rehine verdiği zarar gibi. Mürtehin
mala zarar verirse, zarar miktarı kadar alacağından
düşülür. Çünkü
başkasının mülkünü telef etmiştir. Onu tazmin etmesi lâzımdır, öyleyse, borcun
vadesi
dolduğunda eğer borç tazmin olunan
nesnenin cinsinden ise borç miktarı tazminattan
düşülür, geri
kalanı rehin akdi ile değil, teleften
dolayı verilir. Eğer o cinsten değilse, borçtan hiçbir
şey düşülmez,
zarar da mürtehine aittir. Mürtehin de
borcunu tam olarak alma hakkına
sahiptir. Şu
kadar var ki,
mürtehin eğer rehin edilen kölenin gözünü kör ederse, o zaman alacağının yarısı
kölenin gözü
karşılığında düşülür. Kuhistanî ve Bercendi.
Rehin edilen
nesne rahine mürtehine veya
mallarına zarar verse (cinayet
işlese), eğer cinayet
organlarda
değil nefiste kısası gerektirmiyorsa batıldır. Çünkü
bir köle ile bir hürün organları
arasında kısas yoktur. Eğer kısası gerektirirse, o cinayet muteberdir. Ondan kısas alınır. Borç da
batıl olur.
Haniye.
Kuhistanî ve
Mecma şerhinin ibaresi ise şöyledir: «Rehin batıldır.»
Merhunun
kısası gerektiren cinayeti
rahine veya mürtehinin oğluna olursa, o zaman o cinayet sahih
kavle göre
muteberdir. Ya o köleyi veya
fidyesini verirler. Eğer bu cinayet mala olursa, o zaman
satılır. Bir
yabancıya yapması gibi. Çünkü o
yabancıdır, mülkleri birbirinden ayrıdır.
Zeylaî.
Bin dirhem
değerindeki bir köleyi vadeli bin dirhem karşılığında rehin
etse, kıymeti yüz dirheme
dönse, o
köleyi de birisi öldürse ve yüz dirheme borçlansa, borcun da vadesi dolmuş
olsa,
mürtehin o yüz dirhemi hakkının karşılığı
kabzeder. Kendi kendine öldüğünde nasıl müracaat
edemez ise, rahine de hiçbir şeyle müracaat edemez.
Bunda asıl kaide şudur: Fiyatın noksanlığı borcun düşmesini icabettirmez.
Ama nesnenin
noksanlığı
bunun hilafınadır. Borç baki kaldığı takdirde mürtehinin mülkiyeti tam mülkiyettir.
O
zaman mürtehin
hakkını tam olarak başlangıçtan almış sayılır.
Mürtehin, adı
geçen köleyi rahinin emri ile yüz
dirheme satsa, o yüz dirhemi mürtehin, hakkının
karşılığı olarak alır
ve dokuz yüz dirhemle de rahine müracaat eder. Çünkü borç baki
kaldığı, rahin
de yüz dirheme satması için izin verdiği
zaman kalan kısım rahinin zimmetinde kalır. Bu satış sanki
rahinin kendi
nefsi için satması gibi olur.
Rehindeki bin
dirhem değerindeki köleyi,
kıymeti yüz dirhem olan bir diğer köle öldürse, katil köle,
öldürülen
kölenin yerine verilse, rahin yine vücuben
borcun hepsi ile rehini çözer ki bu da bin
dirhemdir.
Çünkü et ve kan bakımından ikincisi birincinin yerine kaimdir.
İmâm Muhammed
diyor ki: «Eğer rahin dilerse, borcun hepsi ile rehini çözer veya o köleyi
borcu
karşılığında mürtehine terk eder. Muhtar do budur.» Nitekim
Mevahib'den naklen Şurunbulaliye'de
de böyledir.
Şu kadar var
ki, bütün metin ve şerhler birinci kavil üzeredirler.
Rehin olan
köle hataen bir cinayet işlese, onun cinayetinin
fidyesini mürtehin verir. Çünkü onun
mülküdür.
Rahine de hiçbir şeyle müracaat etmez. Mürtehin hataen cinayet işleyen rehin köleyi,
cinayet
sahibine veremez. Çünkü temlik etmeye malik değildir. Eğer mürtehin
onun fidyesini
ödemekten kaçınırsa, rahin dilerse köleyi cinayet karşılığında verir veya onun yerine
fidyesini verir.
Her iki surette de borç rehinin kıymetinde
az veya eşit olursa borç düşer. Eğer borç rehinin
kıymetinden
fszla olursa, o zaman yalnız kölenin kıymeti kadarı borçtan düşer. Kalan borç düşmez.
Rehin olan
köle kendi değeri kadar bir malı istihkak etse, mürtehin
fidyesini verir. Eğer kaçınırsa,
rahin ya onu
satar veya fidyesini verir.
Rehinin çocuğu
bir insanı öldürse, veya bir malı kullanıp harcasa, rahin
onu verir. O da rehinden
çıkor. Veya
insanın fidyesini verir, çocuk da annesi
ile beraber rehin olarak kalır. Ama hayvanın
cinayeti
batıldır. O sanki, semavi bir afetle
ölmüş gibi olur. Bunun tamamı
Haniye'dedir.
Rahin öldüğü
takdirde vasisi, mürtehinin izni ile rehini
satarak borcunu öder. Çünkü vasi rahinin
yerine kaimdir. Eğer vasisi yoksa, Kadı ona bir vasi
tayin eder ve o vasiye borcu ödemek
üzere
rehini satmasını emreder. Çünkü Kadı umumun hakkını
korur, gözetir. Eğer ölen rahinin, çocukları
küçük iseler hüküm böyledir. Ama eğer büyük iseler, ölen rahinin yerine geçerler, onların üzerine
rehini çözmek vacip olur. Cevhere.
FER'İ
MESELELER:
Ölen adamın
vasisinin adamın borcundan dolayı bir
malını alacaklılardan birisine rehin etmesi,
diğer alacaklıların rızasına bağlıdır. Diğer
alacaklılar o rehini reddedebilirler.
Eğer varislerin
reddetmesinden
önce diğer alacaklıların alacağını öderse, rehin geçerli olur. Ama eğer alacaklı bir
tane olursa,
ölen adamın malından bir kısmını ona
rehin etmek caizdir ve onun alacağı karşılığında
satılır.
Vasinin, ölen odamın alacağından dolayı borçludan bir malı rehin alması caizdir. Dürer.
Musannıfın
Muinü'l-Müfti isimli eserinde şöyle
bir ifade vardır: «Rahin veya
mürtehinin veya her
ikisinin ölümü
ile rehin batıl olmaz. Rehin varislerin yanında rehin olarak kalır.
İZAH
«Borçlu İlh...»
Bu kelimeyi şarih ilâve etmiştir. Çünkü iflas
etmek borçlu olmayı gerektirmez.
«Rehin yine
hali üzere bakidir ilh...» Yani rehin mürtehinin yanında mahpus kalır.
«Rahin kaçınsa ilh...» Minah'ta da böyledir. Bu ifadenin doğrusu, «mürtehin kaçınsa»dır.
Nitekim
Remli buna
dikkat çekmiştir. Çünkü mesele şöyle farzedilir: Mustair olan rahin ölse...
«Rızası alınmadan satılır ilh...» Çünkü onun hakkı,
borcunu tam olarak almaktır. Bu da rehinin satışı
ile hasıl olur. Zeylaî.
«Eğer rehin
borcu karşılamazsa ilh...» Yani eğer
rehin borcu karşılayacak
kıymette
değilse, ancak
mürtehinin
izni ile satılır. Çünkü mürtehinin o rehini alıkoymasında fayda vardır. Belki, muirin de
rehine
ihtiyacı vardır. O zaman muir o rehini borcu
tam ödeyerek kurtarır. Veya onu hapsetmekle,
fiyatın değişmesi ile kıymeti fazlalaşır,
mürtehin alacağını tam olarak ondan alır.
«Üzerindeki
borcu ödeyerek ilh...» Yani
rahine kendi borcunu ödemesi için cebredilir. Şu mesele
araştırılmalıdır. Eğer borç vadeli ise, cebir mi
edilir, yoksa vadesi mi bekletilir.
«Borcunu
ödedikten sonra ilh...» Yani rahinin borcunu ödedikten sonra. O zaman rehini alırlar.
«Murisleri
gibi ilh...» Yani kendi murisleri gibi. Çünkü varisler murislerinin
yerine kaim olmuşlardır.
«Nitekim sebebi yukarıda açıklandı ilh...» Yani mustairin ölüm meselesinde geçti.
Bazı nüshalarda
«geçen illetten dolayı» sözü düşmüştür. En doğrusu da
odur. Çünkü geçen meselede illet
zikredilmemiştir. İllet, «Çünkü rehinin hapsedilmesinde
menfaat vardır.» sözümüzdür.
«Mazmundur
ilh...» Çünkü her ikisinin hakkı da muhteremdir. O zaman rahinin
telef ettiği şeyi
ödemesi
vaciptir. Burada malik tazmin hususunda yabancı gibidir. Bu
bahsin tamamı Minah'tadır.
«Vadesi dolduğunda tazmin lâzım gelince ilh...» Musannıfın bu sözü ifade ediyor ki, borç vadeli
olduğu
takdirde yalnız tazminin lüzumu ile borcun düşmesine hükmedilmez. Belki
gereken
tazminat, vade
doluncaya kadar borcun karşılığında
hapsedilir. Borcun günü geldiğinde eğer
alacağının cinsinden ise, onu kendi alacağı karşılığında alır. Yoksa, alacağını tam
olarak alıncaya
kadar onu
yanında hapseder. Şurunbulaliye.
Biz bu
husustaki kelamı bu babda, musannıfın, «Rehinin mürtehin tarafından tazmin edilmesine
gelince...» sözünde takdim ettik.
«Geri kalanını da vermesi lâzımdır ilh...» Yani
tazminat borçtan fazla olduğu takdirde
tazminattan
kalan kısmı ödemesi lâzımdır.
«Telef ettiği
için ilh...» Çünkü borçtan fazla olan tazminat emanettir. O zaman o
vedia gibi olur.
Mûda onu telef
ettiğinde ne lazım gelirse, burada da böyledir.
«Rehin akdi ile değil ilh...» Ta ki, onun üzerine o
fazlalığın ödenmesi müşkül olsun.
«Zamin olunan
nesnenin cinsinden ise ilh...»
Yani borç dirhem veya dinar olsa. Kifaye.
«Cinayet de
mürtehinin üzerinedir ilh...» Bu,
musannıfın, «borçtan hiçbir şey düşmez»
sözünün
üzerine
atıftır. Meselenin özeti şudur: ölçülecek
veya tartılacak bir nesne ise, karşılığındaki
merhunun
cinayeti mürtehin üzerinedir. Borç da rahinin
üzerine bakidir. O zaman rahin ile
mürtehinden
her birisi hakkını diğerinden alır.
«Gözünü kör
ederse ilh...» Ben diyorum ki, Hülasa ve Bezzaziye'nin ibareleri «Eğer rehin
edilen
köle kör olsa...» şeklindedir.
Muhit'ten
naklen Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Birisine iki yüz dirhem
kıymetindeki bir köleyi
yüz dirhem karşılığında rehin etse, rehin olan köle
mürtehinin yanında kör olsa, Ebu
Hanife ve
Züfer diyorlar ki, «Borç olan yüz dirhemin yarısı
gider.» Ebû Yûsuf'un birinci kavli de budur. Sonra
Ebû Yûsuf, bu
kavlinden dönerek şöyle demiştir: «köle
sağlam olarak ve bir de kör olarak
kıymetlendirilir, borçtan körlüğün köleye getirdiği noksanlık
kadar düşülür.» Özetle.
Bununla zahir
olmaktadır ki, gözün kör olması, mürtehinin kör etmesi değildir. Çünkü
mürtehinin
gözü kör
etmesi olsa, o zaman gözün diyeti, neye ulaşırsa
ulaşsın, mürtehinin onu vermesi
lâzımdır.
Borcun yansının düşmesi lâzım gelmez.
Yine eğer kör olması değil de kör edilmesi olsa,
İmâmlar arasında geçen
ihtilaf olmazdı. O zaman bu meseleyi burada zikretmenin bir manası
olmadığı gibi,
bu meseleyi makabli üzerine istidrak etmeye de bir sebep yoktur. Çünkü
mesele
rehin üzerinde
işlenen cinayet hakkındadır. Bizim
sözümüz de rehinin ayıplanması hususunda
değildir. Sen
anla.
«Batıldır
ilh...» Rehinin Rahini aleyhindeki
cinayeti, memlukün maliki aleyhindeki
cinayetidir.
Memlukün malik
aleyhindeki cinayeti de mal icabettirdiğinden heder olur.
Çünkü o hakkın sahibi de
maliktir.
Rehinin mürtehin aleyhindeki
cinayetine gelince, çünkü, eğer bu
cinayete itibar etmiş
olsak,
mürtehine o cinayetten kurtulmak vacip
olur. Çünkü rehin o cinayeti onun kefaleti altında
iken işlemiştir. Dürer, özetle. Bu cinayetin heder olması da İmâma göredir. İmâmeyn'e göre, rehinin
mürtehin
aleyhindeki cinayetine itibar edilir.
Bilmiş ol ki, rehinin mürtehinin malına yaptığı zarara eğer o rehinin kıymeti
ile borç eşit olursa,
İmâmların
ittifakı ile heder olur. Eğer onun kıymeti borçtan fazla olursa, Ebu Hanife'den o kıymetin
emanet miktarı kadar olanın
muteber olacağı rivayet edilmiştir. Yine Ebu Hanife'den mazmun gibi o
cinayetin
heder olduğu da rivayet edilmiştir.
Mebsut'tan
naklen Mirac'da da şöyle bir ifade
vardır: «Eğer rehin kölenin kıymeti iki bin, borç da bin
dirhem olursa,
rehin köle mürtehine veya
mürtehinin kölesine bir cinayet işlese,
o zaman rahine, ya
cinayetin
karşılığı olan fidyeyi veya köleyi vermesi söylenir. Bu mesele İmameyn'in kavline göre
müşkül
değildir. Ama İmâmın kavline
göre, burada rehinin cinayeti zahir-i
rivayette,
muteberdir.
Muteber
olmadığı da yine İmâmdan rivayet
edilmiştir. Zahiri rivayetin izahı şudur: O kölenin yarısı
emanettir.
Vedianın mûda üzerindeki cinayeti ise muteberdir. O zaman rahine, ya köleyi veya fidyeyi
vermesi
söylenir. Rahin köleyi verir, mürtehin
de kabul ederse, köle mürtehinin olur ve borç düşer.
Çünkü o,
borcun düşmesi hükmünde mürtehinin
elinde helak olan köle gibi olur. O köle bir
yabancıya cinayet işlese,
rahin ile mürtehin birlikte rehin köleyi verseler, mürtehinin
elinde helâk
olmuş gibi
olur. Rahin ile mürtehin o yabancıya cinayetin fidyesini vermiş olsalar,
o zaman emanet
hissesi kadar, fidyenin yarısı rahinin
üzerinedir. Mürtehinin üzerine de
mazmunun hissesi kadar
diğer yarısı
düşer. O zaman onun hissesi düşer, çünkü o kendi nefsi üzerine borç
icabettirmez.
Rahinden,
fidyeden hissesine düşeni alır. O
fidye onun yanında hali üzerine rehin olur.» Özetle.
«Kısası gerektirmiyorsa ilh...» Yani cinayet nefiste
ise, hataen yapmış olsa veya öldürmeden başka
bir cinayet
olsa. Dürer.
«Organların telefinde
değil ilh...» Munasip olan, bu kavli «eğer cinayet kısası gerektirmiyorsa»
sözünden sonra
zikretmesiydi. Çünkü nefis ve
organlarda kısas gerektirmeyen cinayet heder olur.
Kısası gerektirene gelince, eğer kısası organlarda değil, nefiste icabettirirse o
muteberdir. O zaman
bundan
anlaşılır ki, organlarda kısası
icabettiren cinayet heder olur.
«Borç da batıl
olur ilh...» Yani eğer kölenin değeri borç kadar veya daha fazla ise, borç batıl olur.
Biz bunun
izahını yukarıda Mirac'dan naklen
takdim ettik. Eğer kölenin kıymeti
borçtan az olursa, o
zaman borçtan
kölenin kıymeti kadarı düşülür. Nitekim
rehinin helakinden hüküm de budur. Bunu
H. ifade
etmiştir.
H. diyor ki: «Burada 'borç' tabiri kullanmanın
sebebi de zahir oldu. Nasıl ki «rehin»
tabiri
kullanmanın da
bir sebebi var. Bu açıktır.» Çünkü borcun batıl olmasından rehinin batıl olması
lâzım gelmez.
T. diyor ki: «Burada şu mesele araştırılmalıdır: Eğer cinayet işleyen köleyi
kan sahibi affederse
bakılır: Zahir şudur ki, kan sahibi cinayet işleyen köleyi affettiği takdirde yine mürtehinin yanında
rehin olarak kalır.»
«Cinayet mal
üzerinde olursa, o zaman satılır ilh...» Yani rahin veya mürtehin fidyesini vermezlerse.
Bezzaziye'de
şöyle denilmiştir: «Merhun köle, bir insanın kendi kıymetini
kapsayacak kıymetteki bir
malını telef etse, eğer mürtehin onu öderse, rehin
ve borç olduğu gibi kalır. Eğer
mürtehin
ödemekten kaçınırsa, rahine ödemesi söylenir. Eğer rahin öderse, borç da,
rehin de batıl olur.
Çünkü o fidye merhun mürtehinin yanında iken hakkedilmiştir. Öyleyse kölenin cinayeti
mürtehinin
üzerinedir.
Eğer rahin de ödemezse, o zaman köle satılır, köleden
alacaklı olan alacağını
alır. Eğer
mürtehinin
alacağı kölenin kıymetinden az ise borç
kadar da mürtehinin alacağından
batıl olur.
Kölenin geri
kalan kıymeti de rahinindir. Eğer
mürtehinin alacağı kölenin borcundan fazla ise
mürtehinin
alacağının vadesi de dolmuş ise kölenin fiyatı verildikten sonra geri
kalan kısmı
mürtehin
tamamlar. Eğer borcun vadesi gelmemişse, mürtehinin yanında vadesi
gelene kadar rehin
olarak kalır. O zaman
da onu takas olarak alır.»
«Çünkü o
yabancıdır ilh...» Yani oğul mal hakkında
babasına yabancıdır. Bu kavil, merhunun
cinayeti
rahinin veya mürtehinin oğlu üzerinde
olması halinde muteber olmasının illetidir.
BİR TETİMME :
Rehinin biri,
diğerine cinayet yapsa, meselâ,
rehin olan iki köleden birisi diğerini öldürse, eğer her
iki köle de rehin karşılığında
mazmun iseler cinayet,
semavi bir afet gibi, heder olur.
Mazmun
değillerse, o zaman ölenin hissesinden düşen borcun yarısı kadar
caniye döner. Çünkü cinayet
dört kısımdır.
Birincisi, meşgulün meşgul üzerindeki cinayeti, ikincisi, meşgulün
boş üzerine
cinayeti,
üçüncüsü, boşun boş üzerine cinayeti,
dördüncüsü, boşun meşgul üzerine cinayeti.
Bunlardan
dördüncüsü hariç hepsi heder olur. O zaman eğer kıymetleri biner dirhem olan iki köle,
bin dirhem karşılığında
ikisi birlikte rehin olsalar, öldürülen
kölenin yarısı boştur ve heder olur.
Geriye boş ve meşgul tarafından telef edilen yarısı kalır.
Bu yarının da yarısı heder olur. Çünkü
bir
meşgulle telef olmuştur. Diğer yarısına itibar edilir. Çünkü o boş ile telef olmuştur. O zaman heder
olanın karşılığındaki miktar borçtan düşer. Muteber
olan tarafı da cani olan köleye
intikal eder. Bu
yarı da iki yüz
elli dirhemdir. O zaman cani köle yedi yüz elli dirhem karşılığında
rehin olmuş olur.
Bu bahsin
tamamı Valvaliciye ve Tatarhaniye'nin çeşitli meselelerinde ve ileride gelecek olan
«merhun bir
köle ve bir hayvan olursa» bahsinde gelecektir.
«Kıymeti yüz
dirheme dönse ilh...» Yani fiyatın
noksanlaşması ile.
«Asıl ilh...» Bu asıl kaide
musannıfın «Mürtehin bir şeyle rahine
dönemez, çünkü orada fiyatın
noksanlığına
itibar edilmiştir.» kavline aykırıdır denilemez. Çünkü biz deriz ki, fiyatın noksanlığına
ancak rehin baki ise itibar edilmez. Hatta
mürtehin, eğer nesneyi o noksan fiyatiyla
rahine geri
verirse, alacağının tamamını rahinden talep etme hakkına
sahiptir. Ama rehin edilen nesne
telef
olmuşsa,
mürtehinin ödemesi rehin akdinde gecen kabızladır. Çünkü onun
mâlikiyeti başlangıçta
istîfa mâlikiyetidir.
Helâk ile de bu kesinleşir.
O zaman hakkını başlangıçta tam almış gibi olur.
Böylece bilindi ki bu asıl kaide mutlak ifadesi üzerine değildir. işte burada
Hidaye şarihlerinin
geçen sarih kelâmlarından
bana böyle zahir oldu. Sonra ben Turi ve başkalarında
bunun sarih
olarak ifade edildiğini gördüm. Allah'a hamd olsun.
«Nesnenin noksanlığı
bunun hilâfınadır ilh...» Çünkü, borçtan noksanlığın hissesi kadarı düşer.
«Rahinin emri
ile ilh...» Burada emirden maksat, satış emridir.
Yani bin dirhem veya yüz
dirhem
karşılığında satması gibi mukayyet bir emir
değildir. O zaman buradaki yüz dirhem, satışı ile
emredilen para değildir. Şurunbulaliye.
«Borç baki kaldığı ilh...» Bu illetten evvel bazı nüshalarda bunun manasına olan diğer bir illet daha
bulunur.
Velhasıl, burada fiyattaki düşmeden
dolayı borçtan bir şey düşmez. Çünkü
nesne bakidir
ve istifa eli
de nakzedilmiştir. Çünkü ona satışı emrettiği zaman sanki o merhunu,
ondan geri alarak
bizzat satmış
gibi olur.
«Et ve kan
bakımından ilh...» Yani suret ve mana
bakımından sureten yerine
verilen kölenin onun
gibi olması zahirdir. Manaya gelince; insan olma hususunda katil de maktul gibidir.
Şeriat da
manayı insan
olmanın bir cüz'ü saymıştır. İnaye.
«Mürtehine
terkeder ilh...» Çünkü o köle, mürtehinin garantisindeyken değişmiştir. Hidaye.
Fidyesini mürtehin verir ilh...» Borç da olduğu gibi kalır. Hidaye.
«Çünkü onun
mülküdür ilh...» Bu kavil zahir
değildir. Şarihlerin ibaresi de şöyledir: «Zira cinayet
mürtehinin
garantisi altında iken hasıl olmuştur.»
«Hiçbir şeyle
ilh...» Yani fidye verdiği şeyden
hiçbir şeyle rücu edemez. Hidaye.
«Mürtehin
kaçınırsa ilh...» Burada niçin mürtehinle başlanmıştır? Çünkü eğer biz burada
rahini
muhatap almış
olsak. onun köleyi cinayet karşılığında
vermesi caizdir. Bu durumda mürtehin
ona
da mani olur.
Çünkü mürtehin rehinin ıslahı için fidyeyi ödeme hakkına
sahiptir.
«Her iki surette de borç düşer ilh...» Rahinin köleyi cinayet
karşılığında vermesi ile borç neden
düşer? Çünkü
köle, mürtehinin garantisinde iken bir sebepten dolayı başka birisinin istihkakı
olmuştur. O
zaman o mürtehinin yanında helâki gibi olur.
Ama fidyeye gelince, zira o köle mürtehin
üzerinde olan bir karşılıkla sanki
rahine hasıl olmuş gibi
olur. Hidaye.
«Fidyesini verir ilh...» Yani rahinin borcu yine olduğu gibi kalır. Zeylaî.
«Eğer kaçınırsa ilh...» Yani mürtehin onun yerine bir şey ödemekten kaçınırsa, rahine, borcu
karşılığında köleyi satması söylenir.
«Rahin ya onu
satar veya fidyesini verir ilh...»
Eğer fidyesini verirse, mürtehinin olacağı batıl olur.
Eğer satarsa, kölenin alacaklısı alacağını alır. Eğer kölenin fiyatında artış olursa, köleden alacaklı
kimsenin alacağı mürtehinin alacağı kadar ise, veya
daha fazla ise, fazla kalan rahinedir. Mürtehinin
alacağı batıl olur. Eğer kölenin alacaklısının alacağı mürtehinin alacağından az olursa,
mürtehinin
alacağından kölenin borcu kadarı düşer, kölenin
borcundan arta kalan fiyat da eskiden
olduğu gibi
rehin olarak mürtehinin yanında kalır.
Mürtehinin alacağının vadesi
dolduğunda, kölenin
semeninden
fazla kalanı, alacağı karşılığında alır. Çünkü onun alacağının cinsindendir.
Eğer
mürtehinin
alacağının vadesi dolmamışsa, mürtehin fazla kalan semeni günü gelinceye
kadar
elinde tutar.
Eğer kölenin semeni, köleden
alacaklı olanın alacağını
karşılamazsa, alacaklı
kölenin semenini alır,
geriye kalan
kısım için de kölenin azadından sonra köleye başvurarak ondan
alır. Köle de hiç
kimseye rücu
edemez. Bu bahsin tamamı Hidaye'dedir.
j
«Rahin onu
verir ilh...» Musannıf bu sözüyle mürtehinin bu bahiste hiçbir şeyle emrolunmayacağına
işaret etmiştir. Çünkü kölenin çocuğu mürtehin üzerine tazminatlı değildir. Zira o çocuğun helâki ile
borçtan hiçbir
şey düşmez. Nitekim
İtkanî de böyle zikretmiştir.
T. Hamevi'den
naklen diyor ki: «Mürtehin kölenin
çocuğunun işlediği cinayetin fidyesini vereceğini
söylese, kabul
edilir. Çünkü çocuk da onun alacağı karşılığında
alıkonmuştur. Mürtehinin,
vesikasını
fazlalaştırmak için sahih bir maksadı vardır. Rahine de
hiçbir zarar yoktur.»
«Rehinde çıkar ilh...» Çocuk rehin olmaktan çıkar
ve, ibtidaen helâk olduğunda borçtan
nasıl hiçbir
şey düşmezse,
borçtan da hiçbir şey düşmez. Zeylaî.
«Hayvanın cinayeti batıldır. O sanki semavi bir afetle ölmüş gibi olur. Bunun tamamı Haniye'dedir
ilh...» Zira Haniye
sahibi bizim geçen sayfada
rehin kölelerden birisinin diğerine cinayet işlemesi
bahsinde
takdim ettiğimizin hasılını zikrettikten sonra şöyle demiştir: «Eğer adam bir köle ile bir
hayvanı rehin etse, rehin edilen hayvan
köleyi öldürmüş olsa, heder olur. Aksine, köle
hayvanı
öldürse,
muteber olur. Nasıl ki kölenin diğer bir köleye işlediği cinayet muteberse.» Özetle.
«Eğer büyük
iseler ilh...» «Büyük iseler,
ölen rahinin yerine geçerler, onların
üzerine rehini çözmek
vacip olur.»
sözü, eğer o varislerin hepsi hazır iseler açıktır.
Eğer mevcut değilseler, İmadiye'de
Reşidüddin'in
Feteva'sından naklen beşinci fasılda şöyle denilmektedir: «Kadı gaib olan varisin
yerine bir vasi
nasbeder ve vesayet belgesinde de şunu yazar: «Bu adam ölenin varisi sefer
müddetinde
gaib olduğundan vasi kılınmıştır.»
«Diğer alacaklılar o
rehini reddedebilirler ilh...» Çünkü vasinin terekeden bir kısmını alacaklılardan
birisine rehin
etmesi, alacaklılardan
bazısını tercih etmek ve hükmen onun
hakkını vermektir. O
zaman hakikaten borcunu vermeye benzer. Bunun için
diğer olacaklılar vasinin rehin etmesini
kabul
etmeyebilirler. Hidaye.
«Rehin geçerli olur ilh...» Çünkü mani ortadan kalkar
ve alacaklılar haklarına kavuşurlar. Hidaye.
«Rehin alması caizdir ilh...» Çünkü hükmen alacak
yerine rehin olarak bir şey alması
istifadır. Vasi
de buna
maliktir. Dürer.
«Varislerin yanında
ilh...» Veya seçilmiş yahut Kadı
tarafından tayin edilmiş vasinin
yanında rehin
olarak kalır. Rahinin varislerl de rahinin yerine kaim olurlar. Nitekim yukarıda geçti. T.
HATİME:
Mürtehin yalnız kendi başına rehini fesheder,
fakat rahin kendi başına rehini feshedemez. Hatta
eğer mürtehin,
rehini feshettiğini söylese, rahin
razı olmasa, rehin helâk olduğu takdirde rahinin
borcundan
hiçbir şey düşmez. Bunun aksine
rahin, rehini feshettiğini söylese,
mürtehin razı
olmasa, rehin helâke gitse, borçtan rehin kadarı
düşer. Kınye ve diğer kitaplarda olduğu
gibi.
METİN
Kıymeti on dirhem olan şırayı rehin verse, şıra şarap haline gelse, sonra da kendi
kendine sirke
haline gelse ve on dirheme eşit olsa, o yine
olduğu gibi on dirhem karşılığı rehin olur. Burada
muteber olan
İbn-i Kemal'in ifade ettiğine binaen, miktarının ziyadeleşmesi veya
noksanlaşmasıdır,
kıymeti değil.
Fetva da bu ifade üzerinedir.
Eğer onun
miktarında bir miktar noksanlaşma olsa,
noksan olduğu kadar borçtan düşülür.
Yok
eğer noksanlaşmazsa, ondan hiçbir şey düşmez.
Kıymeti on dirhem olan bir koyunu
on dirhem karşılığında rehin etmiş olsa, kıymetin borca eşit
olması, lâzım olan bir kayıttır. Çünkü eğer
koyunun kıymeti borçtan fazla olursa, yine onun
derisinin bir
kısmı da onun hesabına göre emanet olur. Koyun kesilmeden
ölse, kıymetsiz bir şeyle
derisi tabaklansa, eğer
tabaklanan şeyin bir kıymeti olursa, o zaman mürtehin tabaklamanın
getirmiş
olduğu fazlalık kadar o deriyi
hapsetme hakkına sahiptir. Koyunun
ölmesiyle rehin batıl
olur mu? İki
görüş vardır. Tabaklanan deri bir dirhem değerinde ise, o deri de bir dirhem
karşılığında rehindir. Ama bunun hilafına müşteri
kabzetmezden önce satılan koyun
ölmüş olsa,
derisi tabaklanmış olsa, meşhur görüşe göre
satış deri miktarıyla avdet etmez.
Rehin ile satış
arasındaki fark şudur: Rehin helâk ile
takarrür
eder. Satış ise, kabızdan önceki helâkle fesholur.
Rehin olan
köle isyan ederek kaçsa, bu köle bir borç karşılığı ise, sonra köle dönmüş olsa, borç da
döner. Züfer
buna muhalefef etmiştir.
Rehinin,
çocuk, meyve, süt, yün, erş gibi
ürünleri de rahinindir. Çünkü rahinin mülkünden
doğmuştur. O
zaman o artış aslıyla beraber ona
teban rehindir. Ama kazanç ve ücret
gibi bir
menfaat bedeli
olan şey, bunun hilafına rehin olmaz.
Çünkü bunlar rehine dahil değildirler.
Bunlar
rahinindirler.
Bunda asıl kaide şudur: Rehinin aynından tevellüt
eden her şeyde rehinin hükmü caridir.
Rehinin
aynından tevellüt etmeyen de ise, rehinin hükmü cari
olmaz. Mecmaü'l-Feteva.
Adı geçen nema helâk olursa, karşılıksız helâk olmuştur. Çünkü kasti olarak akde dahil
değildirler.
Hükmen de olsa
nema (artan şey)
baki kalırsa, yani mürtehin bu nemayı
onun izni ile yemiş olsa,
yediği miktarın
hissesi borçtan düşmez. Yedikten sonra asıl helak olsa, borçtan bir şey düşmediği
gibi. Yine
onun hissesi ile rahine rücu eder. Zira borç her ikisinin
kıymeti üzerine taksim edilir.
Kuhistanî.
Nema aslın helakinden sonra baki kalırsa,
borçtan onun hissesi kadarla rehin çözülür. Çünkü rehini
çözmekle, o kasti olarak rehin olmuş olmaktadır.
Tâbi olmak maksut olduğu müddetçe ona da bir
karşılık olur. O zaman borç nemanın rehinini
çözdüğü günün kıymeti ve bir de aslın kabız edildiği
günün kıymeti üzerine taksim edilir. Borçtan da
aslın hissesine düşen miktar kadar
düşülür. Nema
da kendi hissesine düşen
borçla çözülür. Meselâ, borç on dirhem olsa, aslın
kabız günündeki
kıymeti on
dirhem olsa, nemanın kıymeti de rehini çözdüğü gün beş dirhem olsa,
o zaman aslın
hissesine on dirhemin üçte ikisi düşer ki bu da
borçtan düşer. On dirhemin üçte biri de nemanın
hissesine düşer. Nemanın rehini de on dirhemin
üçte biri ile çözülür.
Eğer rahin
mürtehine artan şeyleri yemesi için
izin vermiş olsa, yani arttıkça onu yemesini söylese,
mürtehine
ödeme yoktur. Bunun zahiri, semenini yemesine de şamil gelir. Musannıf da
bununla
fetva vermiştir. Ancak, yemenin hakikatini
tahsis edecek bir nakil bulunursa, o zaman o nakle
uyulur. Mürtehin niçin ödemez? Çünkü onu, malikinin izni ile telef etmiştir. Mubah kılmayı şart ve
helâk olmaya yüz tutmakla tâlik edilmesi caizdir. Ama
temlik bunun hilâfınadır. Bunu yemekle de
borçtan bir
şey düşmez.
Cevahir'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir evi
rehin etse, mürtehine o evde oturmayı mubah kılsa,
mürtehinin
oturması ile o eve halel gelse ve bir kısmı yıkılmış olsa, borçtan o yıkılmanın
karşılığında hiçbir şey düşmez. Çünkü rahin oturmasını mubah kıldığı zaman rehin ariye hükmüne
girmektedir.
Hatta, rahin mürtehinin oturmasına mani olmak istese, mani olabilir.»
Muzmarat'ta da
şöyle denilmiştir: «Adam bir koyunu rehin etse, mürtehine onun
kuzusunu
yemesini, sütünü içmesini söylese, mürtehin üzerine bir ödeme yoktur. Rehin ettiği bahçenin
meyvesinden
yemesine
izin verse, hüküm yine böyledir. O zaman onun yemesi, rahinin yemesi
gibidir.»
Muzmarat
sahibi daha sonra Tehzib'den şunu nakletmiştir: «Mürtehinin rehinden faydalanması,
rahin ona izin
verse bile, mekruhtur.»
Musannıf diyor ki. Muhammed bin Eslem'den rivayet edilen, «Mürtehinin,
sahibinin izni ile bile olsa,
rehinden
menfaatlenmesi helâl değildir. Çünkü faizdir.» sözü de Tehzib'den rivayet
edilen görüşe
dayandırılır.
Ben derim ki: Muhammed bin Eslem'in illeti olan
«faizdir» sözü, o kerahetin tahrimi olduğunu ifade
etmektedir.
Rahin rehini
çözmese, helâk oluncaya kadar olduğu gibi mürtehinin yanında kalmış olsa, o zaman
borç
mürtehinin yemiş olduğu ziyadeleşen nema ile aslın kıymetine taksim edilir.
Asla isabet eden
miktar borçtan
düşer. Artan kısma isabet eden hisseyi ise
mürtehin rahinden alır. Nitekim
Hidaye,
Kafi, Haniye ve diğer kitaplarda olduğu gibi.
Cevahir isimli
eserde şöyle denilmiştir: «Asıl kaide
şudur: Rahinin izni ile yapılan telef
bizzat
rahinin telef
etmesi gibidir. Çünkü rahin mürtehini, itlafa yetkili kılmıştır.
Yine
Cevahir'de şöyle denilmektedir: Eğer rahin mürtehine rehinden
menfatlenmeyi mubah kılsa,
rahin onu
kiraya verebilir mi? Veremez.
«Mürtehin onu
kiraya vermiş olsa, kira müddeti dolsa, ücret onun mudur, rahinin
midir? Eğer
izinsiz olarak kiraya
vermiş ise, ücret mürtehinindir
.Eğer izinle vermişse, malikindir. Rehin de
batıl
olur.»
Yine
Cevahir'de şöyle denilir: «Bir bağı rehin verse, mürtehin onu teslim alsa,
sonra mürtehin bağı
sulaması ve bakımı için rahine verse, o zaman rehin batıl olmaz.»
Bir bağı rehin
etse, mürtehine meyvesini mubah kılsa, sonra da o bağı
satsa, mürtehin semeni
kabzetmiş olsa, bakılır:
Eğer o meyve satıştan sonra meydana gelmişse, meyve müşterinindir.
Eğer
satıştan evvel
ise, rahin borcu ödediği takdirde
rahinindir. Eğer rahin borcu ödememişse, o zaman
rehin olur.
Onun satışı da ibahadan rücu olur. Çünkü ibaha rücuu kabul eder. Nitekim geçti.
Yine
Cevahir'de şöyle denilmiştir: «Mürtehin rehin edilen araziyi ekse, eğer rahin faydalanmayı ona
mubah kılmışsa, hiçbir şey vermesi vacib
değildir. Eğer rahin ona faydalanmayı mubah kılmamışsa,
mürtehinin
ekinin toprağa getirmiş olduğu noksanlığı ve suyun
tazminatını ödemesi lâzımdır,
isterse bu sulama mülk olan kanallardan olsun.
Hıfzedilsin.»
Rahin rehin
ettiği tarlaya, mürtehin,n izn, ile
ekse veya ağaç dikse, lâyık
olan, o yer,n yine rehin
olarak kalmasıdır. Rehin batıl olmaz.
Rehin başka bir,sinin istihkakı çıksa, mürtehin onun
yerine başkasını rehin olarak talep edemez.
Ama rehinin bir
kısmı başka birisinin istihkakı
olsa, eğer ortak ise, geri kalan
kısımda rehin batıl
olur. Eğer
ifraz edilmiş ise, geri kalan
kısımda rehin yine kalır. Geri kalan kısım
borcun hepsi
karşılığında hapsedilir. Fakat kalan kısım helak olsa, borçtan onun hissesine
düşen karşılığında
helâk olur.
Binasını başkasına kiraya verse, sonra o binayı
aynı adama rehin etse, rehini sahih, icaresi batıl
olur.
Adam bir şeyi
rehin olarak kabul etse, sonra onu rahinden kiralasa, icare
batıldır.
Rehin olan
köle kaçsa, ölmesi gibi, borç düşer.
Kaçan köle tekrar dönse, kaçmakla fiyatına getirmiş
olduğu
noksanlık, borçtan düşülür. Çünkü
kölede firar etmek bir ayıptır.
İZAH
«Şırayı rehin
verse ilh...» Bilinsin ki, rehin edilen şıra şarap olduğu takdirde rahin
ile mürtehin
müslüman, veya ikisi
de kafir veya rahin müslüman, veya
yalnız mürtehin müslüman olabilir. O
takdirde bakılır: Eğer
her ikisi de kafir iseler, rehin hali üzerine rehin kalır.
O şarap ister sirke olsun,
ister olmasın. Kalan kısımlarda eğer şarap sirke olursa, hüküm yine böyledir.
Eğer şarap
sirkeleşmezse, mürtehin onu sirke haline getirebilir
mi? Bunda tafsilat vardır.
Eğer her ikisi müslüman veya yalnız rahin müslüman
ise, o zaman şarabı sirke etmek
caizdir. Zira
onun maliyeti
her ne kadar şaraplaşmakla telef olmuşsa da, sirke yapmakla maliyetini iade ettirmek
mümkündür. O
zaman bu, rehini cinayetten kurtarmak
gibi olur. Müslümanlara göre rehin mahalli
olmadığı
halde, şarabı sirke ettirmek müslümanlar hakkında
caiz olursa, mürtehin olan kâfir için de
onu sirke
yapmak evleviyetle caiz olur. Çünkü kâfir onun mahallidir.
Eğer yalnız
rahin kâfir olursa, o zaman rahin rehini alabilir. Borç da olduğu gibi kalır.
Çünkü şarap
maliyeti
kâfirin hakkında mevcuttur. Müslüman
mürtehin de onu sirke haline getirme
hakkına sahip
değildir. Eğer
sirke ederse, o şarabın sirke ettiği gününün kıymetini öder. Nasıl ki,
bir müslüman,
zımminin şarabını
gasp ederek onu sirke yapsa, sirke onun olur, şarabın sirke yaptığı gündeki
kıymetine de
zamin olur. O zaman eğer borcun cinsi şarabın kıymetinin cinsinden ise takas
vaki
olur. Eğer şarabın sirke yaptığı gündeki
kıymeti borçtan az olursa, borçtan
kalan kısmı müracaat
ederek rahinden alır. İnaye, özetle.
«On dirhem karşılığı rehin olur ilh...» Yani, on dirhem
rehin olarak kalır. Rehin, sirkeleşerek
yeniden
rehin vasfı
kazandığı için rehin batıl olmamıştır. Bundan ötürü, bir şıra satın alsa, kabzetmeden şıra
şarap haline gelse, satış
batıl olmaz. Çünkü şarabın sirke olma
ihtimali mevcuttur. Dürer.
«Muteber olan
ilh...» Şarih bu kavliyle
Hidaye şarihleri ve diğerlerinin dediklerine
işaret etmektedir
ki, Hidaye
şarihleri ve diğerleri gibi
musannıfın zikrettiği de, şıra sirke olmakla
ölçüsünden hiçbir
şey
eksilmemekle kayıtlıdır. Musannıfın
«on dirheme eşit olsa» kavli de bir kayıt değil, ittifaken vaki
olan bir
kavildir. Şıra sirke olduktan sonra ölçüsü hali üzere kalsa, fakat kıymeti noksanlaşmış olsa,
borçtan birşey
düşmez, Çünkü fevt fevt olan yalnız
şıralık vasfıdır. Ölçülen ve tartılan şeylerde
vasfın fevt olması ile deynden bir şey
düşmez. Şu kadar var ki, rahin o zaman
muhayyerdir. Nasıl ki,
rehin bilezik kırılsa,
dilerse onu borcun hepsine karşılık noksan
olarak çözer ve dilerse, o
noksanlığı
mürtehine tazmin ettirir, onun kıymeti
de İmameyn'e göre gene rehin olarak
kalır. İmâm
Muhammed'e
göre ise, onu noksan olarak çözer, veya onu noksan olarak borç karşılığında
rehin
kılar. Kafi şerhinde de hüküm böyledir.
Eğer kıymeti
noksanlaşmazsa, o zaman rahin muhayyer
değildir. O zaman rehin olarak kalır.
İtkani
ve İnaye..
«Ondan hiçbir
şey
düşmez ilh...» Çünkü narhın noksanlığına itibar edilmez. Nitekim yukarıda geçti.
«Koyunun kıymeti
borçtan fazla olursa ilh...» Meselâ borç on dirhem olsa, koyunun kıymeti
de yirmi
dirhem olsa, derisi
de bir dirhem olsa, o zaman deri
yarım dirhemle rehindir. Çünkü koyundan her
bir dirhem
borcun yarım dirhemi karşılığındadır.
O zaman deri yarım dirhemle rehin olmuş olur.
Koyun öldüğü takdirde etin karşılığı olan dokuz buçuk dirhem düşer.
Eğer koyunun
kıymeti borçtan az olursa, meselâ
koyunun kıymeti beş dirhem olsa, deri de bir
dirhem olsa, o
zaman deri altı dirhemle rehindir.
Bundan sonra deri de helâk olsa, bir dirhem
karşılığında helâk olmuş olur. O zaman mürtehin
rahine borçtan kalan beş dirhemi almak
üzere
müracaat eder. Bu bahsin beyanının tamamı Kifaye ve diğer kitaplardadır.
«Kesilmeden ilh...» Ama eğer kesimle ölürse, koyun tamamıyla mazmundur. T.
«Kıymetsiz bir şeyle tabaklansa ilh...» Yani toprak veya
güneşle tabaklansa. Mirac. :
«İki görüş
vardır ilh...» Bu görüşlerden birisine göre rehin batıl olur. Deri de tabakın
ona getirdiği
fazla kıymetle
rehin olur. Hatta o kıymeti rahin ödese, o deriyi alır. Çünkü deri hükmen ikinci bir
borçla rehin
olmuştur. İkinci görüşe göre ise, rehin batıl olmaz. Çünkü
bir şey ya kendi misliyle
veya üstün bir şeyle batıl olur. Kendisinden aşağı bir şeyle batıl olmaz. Burada ikinci rehin birinci
rehinden daha
azdır. Çünkü derinin hapsi, tabak hükmüyle deriye muttasıl olan maliyetle istihkak
olunmuştur. Bu
maliyet de deriye tabidir. Birinci rehin kendi başına asıldır ki bu borç
karşılığında
rehindir. O
zaman birinci rehin daha kuvvetlidir.
İkinci rehinle ortadan kalkmaz.
Yine ikinci rehin de
sabit olur.
Çünkü onun reddi de mümkün değildir.
Kifaye, özetle.
«Deri bir
dirhem değerinde ise ilh...» Yani rehin akdi yapıldığı gün bir dirhem karşılığında ise. Ama
onun kıymeti eğer iki dirhem ise, o zaman
deri iki dirhemle rehindir. Bu da şununla bilinir: Koyunun
bir canlı olarak, bir de derisi yüzülmüş olarak kıymetine bakılır. Eğer canlı olduğu vakit kıymeti on
dirhem, derisi yüzüldükten
sonra dokuz dirhem ise, o zaman koyun rehin edildiği gün derinin
değeri bir
dirhem olur. Koyunun soyulmuş
kıymeti eğer sekiz dirhem ise, derinin kıymeti iki dirhem
olur. İnaye.
«Meşhur görüş
üzerine ilh...» Bu meşhur görüş bütün ulemanın görüşüdür. Ulemadan bazısı kalan
kısımda rehin avdet ettiği gibi koyun kalan kısmında da satış avdet
eder demişlerdir. İtkanî.
«Rehin helâkla takarrür eder ilh...» Çünkü
mürtehin, rehinin helâki ile hakkını tam almış olur. O
zaman rehin akdi tekitlenmiş olur. Tabakla maliyet avdet ettiği zaman o maliyet
yürürlükte olan bir
akde tesadüf eder. O zaman kalan kısımda rehinin
hükmü sabit olur.
«Helâkle fesholur ilh...» Yani mebzinin helaki
ile satış kendiliğinden bozulur, sonra da avdet etmez.
İtkanî.
«Borç da avdet
eder ilh...» Ancak, firar etmenin köleye getirmiş olduğu ayıp kadar borçtan düşülür.
Nitekim bunun
beyanı gelecektir. T.
Bazı
nüshalarda da «rehin avdet eder» denilmiştir. Bazı nüshalarda ise, «Rehindeki
borç avdet
eder» denilmiştir.
«O nema aslıyla beraber rehindir ilh...» O zaman rahin o nemayı alıkoyabilir.
Borç da asılla neması
üzerine
kıymetleri miktarınca taksim edilir. Ama
nemanın rehinin çözülmesi vaktine kadar baki
kalması şartı ile. Eğer rehin çözülmezden
önce nema helâk olursa, onun karşılığında borçtan hiçbir
şey düşmez. O
nema sanki hiç olmamış gibi sayılır. Nitekim ileride bu izah edilecektir.
«Rehinin
aynından tevellüt eden herşeyde
ilh...» Erş (diyet) veya ukur gibi veya rehinin aynının
cüzlerinden
bir cüzün bedeli olsa, o da rehindir. Hindiye.
«Karşılıksız helâk olur ilh...» Ancak erş değil. Çünkü
erş, helâk olduğu takdirde onun
karşılığı
borçtan
düşülür. Çünkü erş kölenin bir cüzünün
bedelidir. O zaman o erş o cüzün yerine kaimdir.
Kuhistanî'de de böyledir. H.
«Hükmen de olsa
ilh...» Bu tamim musannıfın gelecek, «eğer rehini çözmezse»
sözündeki
tasrihinin
umumudur.
«Yedikten
sonra asıl helâk olsa ilh...» Zahir şudur ki, şarih,
«onun izni ile yemiş olsa» sözüyle
bunun aksini
irade etmiştir. Yani asıl helakinden sonra yese. Yani asıl helâk
olsa, meyve gibi bir
neması kalsa, sonra
da onu yese, yediğine karşılık hiçbir şey düşmez. Eğer böyle irade
olunmazsa,
bir şeyin
kendi nefsiyle teşbih edilmesi lâzım
gelir.
Kuhistanî'nin
ibaresi ise şöyledir: «Rehinin aslı helâk
olsa, hükmen de olsa neması kalsa,
nemanın
hükmen kalması da rahinin veya mürtehinin veya
bir yabancının izinle nemadan yemesi gibi, o
zaman
yediğinin hissesinden hiçbir şey
borçtan düşmez. O nemanın hissesi kadar rahine müracaat
ederek ondan alır. Nasıl
ki asıl yenildikten sonra nema helâk olsa, o zaman da borç asılla nemanın
kıymetleri
üzerine taksim olunur. Yediğinin
kıymeti ile mürtehin rahine rücu eder.
Bunların hepsi
Tahavi
şerhindedir.»
«Onun hissesi kadarla
rehin çözülür ilh...» Yani nemaya
borçtan düşen hisse ile nemayı çözer.
Eğer
aslın helakinden sonra nema da helâk olsa, karşılıksız
olarak sanki hiç olmamış gibi gider. Asıl
rehinin
gitmesiyle borcun hepsi de gider. Bu
bahsin tamamı Gurerü'l-Efkâr'dadır.
«Tâbi olma maksut olduğu müddetçe ilh...» Yani mebiin yavrusu gibi. Çünkü o da mebiye tabi
olarak mebi olur. Onun semenden bir hissesi de
olmaz. Ancak, bize göre kabızla kastedilirse, o
zaman onun
hissesine de semenden bir pay düşer. Mirac.
«Nemanın
rehinini çözdüğü günün kıymeti ilh...» Çünkü nema ancak çözmekle tazmin edilmiştir.
Zira eğer çözülmeden evvel helâk olursa, karşılıksız
helâk olmuş olur. İnaye.
Aslın koabız edildiği günün ilh...» Zira asıl olan
merhun mürtehinin kabzettiği gün
mazmundur.
Nitekim bu
geçti. İnaye.
«Bu da borçtan
düşer ilh...» Yanı aslın helâki ile o düşer.
«Musannıf da
bununla fetva vermiştir ilh...» Musannıfa,
«Birisi bir bağı rehin etse, mürtehine de o
bağın meyvesini mubah kılmış olsa, mürtehin o
meyveyi satmaya ve onu
kendine mal etmeye malik
midir, yoksa yalnızca yemeye mi maliktir?» diye
sorulduğunda, «Fukahanın kelamının
zahirine
göre,
mürtehinin mutlak tasarruf hakkı vardır. Zira fukahanın kavlinden maksat, onu veya
onun
semenini
yemesidir. Ancak bu sözün yemeye has
olduğuna dair bir nakil bulunursa, o
zaman yalnız
yiyebilir.» diye cevap vermiştir. Hamevi haşiyesinden
özetle.
Bunun üzerine
şu irad olunmuştur: Hakiki mânâ, zahir mânâdır. O meyveyi
yemesi sözünden
umumu iddia
etmek, delile muhtaçtır.
Ben derim ki: Şarih Cevahir'den naklen şunu zikredecektir: «Eğer rahin
mürtehine merhundan
faydalanmayı mubah kılarsa, mürtehin rehini kiraya vereme.»
Sayıhani diyor ki: «Ben
diyorum ki, zahir o!an şudur: Merhundan fazlalıkları yemek, ancak o
fazlalıkların kendisini yemektir. Onun bedelini yemek
değildir. Bu da bedahetle herkese
açık bir
şeydir.»
Evet, eğer o
fazlalıklar yenilmeyen birşey
olursa bu zahirdir. Nitekim Rahinin de
bunu zikretmiştir.
«Malikin izni
ile telef etmiştir ilh...» Bu kavilde
şuna işaret edilmektedir: Eğer mürtehin malikin izni
olmadan o
fazlalıkları telef ederse onu öder. Onun kıymeti koyunla
birlikte rehin olur. Yine hüküm
böyledir, rahin mürtehinin izni olmadan telef
etse, tazmin eder. İnaye.
«Talik edilmesi caizdir
ilh...» Çünkü talik temlik değildir. İtkanî.
«Şart ilh...» Burada şart, rahinin «her ne zaman
artarsa ye» sözüdür.
«Helâk olmaya
yüz tutmakla ilh...» Bundan maksat, varlık ve yokluğu
muhtemel olandır. Bu da şart
manasınadır.
«Kavle
hamledilir ilh...» Yani Muhammed bin Eslem'in «helâl değildir» sözünden
kerahet kastedilir.
«Muhammed bin
Eslem ilh...» Muhammed bin Eslem, Minah'ta rehin kitabının
başında geçen
Abdullah bin
Muhammed bin Eslem'dir. H.
Ben derim ki: Rehin kitabının başında Minah'tan naklen
takdim ettiğimizle diğer kitaplarda mevcut
olan benzeri
görüşler burada olan hükme muvafıktır. Belki nüshalar değişiktir.
«Ben derim ki ilh...» Bu ifadenin zahiri izinle
birlikte kerahetle verilen hükmü kabul etmektir.
«Ve faizdir ilh...» Bunun muktezası, onun mazmun olmasıdır. Ancak,
biz rehin başlarında Minah'tan
bunun bütün
muteber kitaplara muhalif olduğunu
naklen takdim ettik. Bu meselenin tam beyanı da
orada geçti.
«Nemaya isabet
eden ilh...» Meselâ, geçen misâldeki
onun üçte biri, gibi.
«Bizzat
rahinin itlafı gibidir ilh...» Öyleyse
ona karşılık olan borç düşmez. Çünkü
mürtehin üzerine
mazmun
değildir. Ama mürtehinin elinde telef olan,
bunun hilafınadır. Mürtehin onu tazmin eder.
«Ücret
mürtehinindir ilh...» Tatarhaniye'de
de şöyle denilmiştir: «Mürtehin rehini
rahinden izinsiz
kiraya verse, gelir
mürtehinindir. Ebu Hanife ve
Muhammed'e göre, o geliri sadaka olarak verir. Onu
rahine iade etme hakkına
da sahiptir.»
«Rehin de
batıl olur ilh...» Hatta müstecirin yanında merhun helâk olmuş olsa, mürtehinin borcu
düşmez. T.
Rehin de olmaz, ancak yeni
bir akitle rehin olunur. Tatarhaniye.
Yine rahin
rehini mürtehine kiraya verse, yukarıda geçtiği gibi bu rehin batıl olur.
«Mürtehin onu
teslim olsa ilh...» Ama teslim almadığı
zaman rehin tamam olmaz veya
geçen hilaf
üzerine sahih
olmaz. T.
«Satsa, mürtehin semeni kabzetmiş olsa ilh...»
Çünkü satış caiz olduğu takdirde satılan merhunun
semeni rehin olur. Şu kadar var ki mürtehinin semeni
kabzetmesi
şart değildir. Çünkü her ne kadar
kabzetmese de o semen rehin olur. Nitekim biz bunu geçen
babın başında takdim ettik. '
«Eğer rehin
borcu ödememişse ilh...» Yani kabzettiği mebiin semeni
ile birlikte onun meyvesi de
rehin olur. T.
«Nitekim geçti
ilh...» Yani yakında musannıfın, «Eğer
rahin meyvesinden faydalanmaya
izin verse,
sonra mani olsa, mani olabilir.» kavlinde geçti.
«Sulama mülk olan kanallardan olsun ilh...» Bu
kavil müftabih olan görüşün hilafınadır.
Çünkü
müftabih olan
görüşe göre ancak kazanmakla malik
olduğu şeyi tazmin eder. Nitekim
sulama
kitabında
geçti. Kanalların suyu
ise kazanılarak mülk edilmez.
«Lâyık olan o
yerin yine rehin olarak kalmasıdır ilh...» Haniye'de bu görüş kesin olarak zikredilerek
şöyle denilmiştir: «Rahin mürtehinin
izni ile rehin ettiği toprağı ekse, veya
ev ise içinde otursa,
rehin batıl
olmaz. Ama mürtehin onu geri alma
hakkına sahiptir. Rehin edilen nesne rahinin elinde
bulunduğu
müddet içinde helâk olduğu takdirde
mürtehin onu tazmin etmez.»
«Geri kalan kısımda rehin yine kalır ilh...» Çünkü
ortaklık olmadığından kalan kısmı ibtidaen de
rehin etmek mümkündür.
«Kalan kısım helâk olsa, borçtan onun hissesine
düşen karşılığında helâk olur ilh.» Her ne kadar
kalan kısmın kıymeti, borcun hepsini karşılasa dahi,
yine borçtan hissesi kadar
helâk olur. Nitekim
Haniyede olduğu gibi.
«Sonra rehin etse rehini sahih, icaresi batıl olur
ilh...» Bu ifadenin zahirine göre kiralama yalnız
rehin akdi ile batıl olur. Halbuki öyle değildir. Belki kabız lâzımdır. Nitekim Kınye'de olduğu gibi.
Ama bunun
aksine gelince, rahin rehini mürtehine kiraya verse,
yalnız kira akdi ile rehin bozulur.
Yeni bir kabza
da muhtaç değildir. Nitekim Bezzaziye'nin kelamı da bunu ifade eder. Şu
kadar var ki
İmadiye'de
icare için yeni bir kabız lâzım olduğu
söylenmiştir. Hatta icare için kabız
yenilenmeden
evvel helâk
olsa, rehinin helaki gibi borç karşılığı
helâk olur.
Bu da
müşküldür. Çünkü İmadiye'de takrir edilmiştir ki, mazmunu
başka birşeyle kabzetmek,
mazmun olmayan
birşeyin yerine geçer. Bu bahsin tamamı
Şerefü'l-Gazi'nin Eşbah haşiyesindedir.
Biz de
İnaye'den naklen geçen fasılda kabzın yenilenmesinin şart olduğunu takdim etmiştik.
«İcare batıldır ilh...» Bu, o zaman, onu iare veya ida etmiş gibi olur. Öyleyse
rehin akdi batıl olmaz.
BİR TEMBİH:
Ebu'l-Hasan
el-Maturidi'den şu sorulmuştur: «Birisi evini belirli
bir fiyatla bey-i vefa ile satmış
olsa,
her ikisi de kabzetseler, sonra icarenin sıhhat
şartları ile o evi müşteriden kiralamış olsa,
kabzetse,
kira müddeti
dolsa, onun ücret vermesi lâzım mıdır?» Şu cevabı vermiştir: «Hayır, ücret vermesi
lâzım
değildir. Çünkü bize göre o rehindir. Rahin rehini mürtehinden kiralamış
olsa, ücret vacip
değildir.»
Hayriye.
Nihaye sahibi de Bezzaziye'den buna muvafık
olanı nakletmiş ve birkaç defa bununla fetva
vermiştir. Bu
bahsin tamamı onun meşhur Hamidiye
fetevasındadır. Hıfzedilsin, çünkü bu çok vaki
olan bir meseledir.
«Kaçmakla fiyatına
getirmiş olduğu noksanlık borçtan düşülür ilh...»
Kaçma sebebiyle
kaçan kölenin kıymetinden noksanlaşan kısım, mürtehinin alacağından düşer. T.
Bunun borçtan
düşmesi, köle ilk olarak kaçıyorsa öytedir. Nitekim illet de bunu
bildirmektedir. Eğer
o köle bu kaçışından evvel yine kaçmışsa, borçtan
hiçbir şey düşmez. Bezzaziye.
METİN
Musannıf zımnî
artışı bitirdikten sonra şimdi kastî artışı zikredecektir:
Rehinde artış
yapmak sahihtir. O artışın kıymetinde
yine onun kabız günündeki kıymetine itibar
edilir. Borçta
ise ziyade sahih değildir. İkinci İmâm buna muhalefet etmiştir.
Bunda asıl kaide şudur: Akdin aslına bir şeyi ilâve
etmek, ancak ziyade, semen gibi kendisiyle
akit
yapılanda veya mebi gibi üzerinde akit yapılanda tasavvur edilirse, mümkündür. Borçtaki ziyade
ise, bunların
hiçbirisinden değildir.
Eğer bir köleyi
bin dirhem karşılığında rehin etse, ama rehin olarak
birincinin yerine mürtehine
diğer köleyi verse, her
iki kölenin de kıymetleri bin
dirhem olsa, birincisi rahine reddedilinceye
kadar rehindir.
Mürtehin de diğer köle de emindir, ta ki ikinciyi birinci kölenin yerine kılana kadar.
Yani birinci
köleyi rahine verdiği zaman ikinci köle
rehin olarak mazmun olur.
Mürtehin
rahini borçtan ibra etse, veya borcu hibe etse, sonra rehin
mürtehinin elinde helâk olmuş
olsa, istihsanen karşılıksız
helâk olmuş olur. Çünkü borç ibra veya
hibe ile düşmüştür. Ancak,
mürtehin
rehini sahibine vermez mani olursa, o zaman men etmekle gasıb olmuş olur.
Mürtehin
rahinden veya mutatavvi (nafile olarak veren) gibi bir başkasından,
alacağının hepsini
veya bir kısmını alsa, veya mürtehin alacağı ile rahinden başka bir
nesneyi satın alsa, veya
mürtehin
rahinle alacağı karşılığında bir şey üzerine sulh yapsa,
çünkü sulh da istifadır, veya rahin
mürtehini
borçla başka birisine hâvale etse, sonra da rehin mürtehinin elinde
helâk olsa, borç
karşılığında helâk olmuş olur. O zaman mürtehin
rahinin veya mutatavviin ödemesi suretinde, satın
alma veya sulh suretinde kabzettiğini kendisine
ödeyene geri verir. Havale ise batıl olur. Rehin de
borç karşılığında helâk olmuş olur. Çünkü havale eda yoluyla ibra manasındadır.
Hidaye.
Bu, sulhun
batıl olmamasını ve borcun rehinin
kıymetinden fazla olmamasını ifade
etmektedir.
Kuhistanî.
Yoksa, lâyık olan, ziyade miktarında havalenin batıl olmamasıdır. Geçen surette rehin
nasıl borç ile helak olursa,
ikisi birbirini borcun olmadığı hususunda doğrularsa, yine
rehin borç ile
helak olmuş olur. Çünkü onların birbirini doğrulaması borcun vücubunu vehmettirir. O
zaman
borçla istekte bulunma bakidir. Ama ibra bunun
hilâfınadır. Çünkü o borcu aslından düşürür.
Sahih rehinde
bilinen her hüküm, fasit rehinde de hükümdür. İmadiye'de de olduğu gibi. İmadiye
sahibi diyor
ki: «Kerhî, fasit rehinle kabzedilen rehine zaminiyet taallûk eder, demiştir.»
Yine
İmadiye'de şöyle denilmiştir: «Râhinin mal olduğu her yerde onun karşılığı tazmin edilir.
Ancak, ortak bir malın rehini giibi, cevazın bazı şartları
eksik olursa, o zaman tazmin edilmez.
Rehinin mal
olduğu her yerde rehin münakit olur.
Çünkü inikat şartı mevcuttur. Şu kadar
var ki
burada rehin
fasit sıfatla yapılmıştır. Satışlarda olan fesat gibi.»
Rehinin mal
olmadığı herhangi bir yerde veya onun karşılığı olan şey mazmun değilse, rehin
asla
münakit olmaz.
Helâk olduğu takdirde karşılıksız
helâk olur. Ama fasit rehin bunun hilafınadır.
Çünkü, fasit
rehinde merhun helâk olduğu takdirde kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise,
onun
karşılığında helâk olmuştur.
Ölen birisinin
birçok alacaklıları
olsa, mürtehin diğer alacaklıların hepsinden daha fazla hak
sahibidir. Sahih rehinde olduğu gibi.
Rehin olan bir
şeyi rehin etmek
batıldır. Nitekim biz bunu Vehbaniye'ye isnatta ariye bahsinde
yazdık
Vehbaniye'nin
Muayat'ında şöyle denilmektedir: «Çözülmesi kastedilmeyen rehin hangi rehindir?
Cinayet işlediği nesne öldüğü takdirde diyetin yarısını
veren cani hangi canidir?»
Vehbaniye'nin
bu kavli, «Her can kazandığıyla rehin alınmıştır.» (Müddesir:
38) âyetinin tefsiridir.
İZAH
«MusannIf
zımni ziyadeleşmeyi bitirdikten sonra ilh...» Ziyade rehinin nemasıdır. Şarihin
zımniden
muradı da kasti olarak üzerine rehin akdi yapılmayan şeydir. T.
«Rehinde
ziyade yapmak sahihtir ilh...» Meselâ, on dirhem
değerindeki bir elbiseyi rehin etse,
sonra
rahin asıl elbise ile
birlikte on dirhem karşılığında
rehin olmak üzere buna bir elbise daha ilâve
etse, bu
ziyade sahih olur. İnaye.
«Yine kabız
günündeki kıymetine itibar edilir
ilh...» Yani ziyadenin kabız günündeki
kıymetine itibar
edilir. Aslın
kabız günündeki kıymetine itibar edildiği gibi.
«Borçta ise ziyadelik
sahih değildir ilh...» Yani bundan murat rehin olan nesne, borçta yapılan
ziyadelikle
mazmun değildir. Ama ziyade kendi nefsinde caizdir. Bu meselenin sureti
şöyledir:
Birisi iki bin dirhem değerindeki bir köleyi bin dirhem karşılığında
rehin etse, sonra köle her ikisi
yerine rehin
olmak şartıyla, ikinci bir bin dirhem daha istikraz etmiş olsa, o zaman
köle helâk olmak
şartıyla,
ikinci bir bin dirhem daha istikraz etmiş olsa, o zaman köle helâk
olduğu takdirde, iki bin
dirhem karşılığında değil, yalnız ilk aldığı bin dirhem karşılığında helâk olur.
Rahin
mürtehine bin dirhem ödese ve bunu
birinci aldığı bin dirhem yerine
ödediğini söylese, o
zaman köleyi
geri alma hakkına sahiptir. İtkani.
«Borçtaki
ziyadelik ise bunların hiçbirisinden değildir ilh...» Belki borcun aslı
bunların hiçbirisinden
değildir.
İnaye'de şöyle denilmektedir: «Borcun üzerinde akit yapılan şey olmadığı
zahirdir. Ama onunla akit
yapılmamasına gelince, çünkü borç borç olma
sebebiyle rehin akdinden evvel vaciptir.
Ama rehin
bunun
hilafınadır. Çünkü merhun üzerine akit
yapılmıştır. Çünkü o rehin akdinden evvel
hapsedilmiş değildi. Akitten sonra da baki kalmaz.»
BİR TETİMME:
Uyun'da Muhammed'den naklen şöyle denilmiştir: «Adam iki köleyi bin
dirhem karşılığında rehin
etse, sonra mürtehin, bunlardan birisine muhtaç olduğunu, onu kendisine vermesini söylese, o da
verse, diğer
köle binin yarısı karşılığında rehin olur. Helak olduğu takdirde borcun yarısı helâk
olmuş olur, şu
kadar var ki geri kalan köle ile rehini çözmeye kalksa,
ancak bin dirhemle çözebilir.»
«Müstakil bir
mesele olduğunu ifade etsin ilh...» Bu mesele, birinci
merhunun diğer bir merhunla
değiştirilmesinin hükmünü beyan etmektedir.
«Her iki kölenin de kıymetleri bin dirhem olsa ilh...» Musannıfın burada kaydettiği gibi, Hidaye'de de
kaydedilmiştir. Halbuki bu kayıt ihtirazi değil, itifaki bir
kayıttır. Çünkü Tatarhaniye'de Tecrid'den
naklen şöyle
bir ifade vardır: «Birinci kölenin
kıymeti beş yüz dirhem olsa, onun yerine
vermiş
olduğu ikinci
kölenin kıymeti de bin dirhem olsa,
borç da bin dirhem olsa, birinci köle helâk olduğu
takdirde, bin
dirhem karşılığında helâk olmuş olur.
İkinci kölenin kıymeti beş yüz dirhem,
birinci
kölenin
kıymeti de bin dirhem olursa, ikinci köle mürtehinin elinde helâk olduğu takdirde beş yüz
dirhem karşılığında helâk olmuş olur.»
İşte bundan
dolayı Haniye'de bu kayıt
terkedilmiştir.
«İkinciyi
birinci kölenin yerine kılana kadar
ilh...» Çünkü birinci köle, ancak
mürtehinin garantisi
altına kabız
ve borçla girmiştir. Her ikisi de bakidirler.
O halde, mürtehinin garantisi altından
çıkmaz. Borç baki kaldığı
müddetçe, ancak bazı kabzı bozmakla çıkar. Birinci köle onun
garantisinde kaldığı
müddetçe, ikinci köle onun garantisine girmez. Çünkü
rahin ile mürtehin,
kölelerden birisinin garantisine girmesine razı
olmuşlardır. Her ikisinin değil. O zaman birinci köleyi
rahine geri
verdiği zaman, ikinci köle garantisi altına girer.
Sonra bazı âlimler, ikinci kölenin mürtehinin garantisine
girmesi için kabzın yenilenmesinin şart
olduğunu söylemiştir. Çünkü mürtehinin mâlikiyeti ikinci köle üzerinde emanet mâlikiyetidir.
Rahinin
malikiyeti ise, borcu tam ödeme ve
tazmin etme mâlikiyetidir. O zaman, kabız
tazelenmedikçe, ikinci
köle birinci kölenin yerine kaim
olmaz. Bazı âlimler de, kabzın yenilenmesi
şart değildir
demiştir. Bu bahsin tamamı Hidaye'dedir.
Kuhistanî,
birinci görüşün Kadıhan'a göre muhtar
olduğunu zikretmiştir. UIemadan bazıları da
Hidaye sahibinin ikinci görüşü seçtiğini
söylemişlerdir. Bu ifadenin gereği,
birinci kavlin tercih
edilmesidir.
«Sahibine
vermez mani olursa ilh...» Yani, rehinin sahibi olan rahin nesneyi mürtehinden talep
eder, o da
vermeyip mani olursa, men etmesinden
sonra helâk olduğu takdirde, mürtehin gasıb olur.
«Çünkü ilh...»
Zira satın alması bir nesne üzerinde sulh yapması hakkını
tam almasıdır. İnaye. Yani
bir karar üzerine olursa, o zaman istifa olur.
Çünkü alacaklının üzerine onun misli ya safın alma
veya o borçtan ötürü vacip olur. Kifaye. Yani
takas yoluyla o düşer.
«Başka birisine ilh...» Rahinin ister havale
edilen kimseden alacağı olsun, ister olmasın. Bu görüş
ifade ediyor
ki, havaleden sonra rahin mürtehinden
rehini alabilir. Nitekim Ziyadat
kitabının bir
yerinde de
böyledir. Ziyadat kitabının diğer yerinde
de havaleden sonra rahin mürtehinden
rehini
alamaz denilmiştir. Kuhistanî.
«Borç karşılığında helâk olmuş olur ilh...»
Fark nedir? İbra, borcu aslından iskat eder. Nitekim
musannıf da
bunu takdim etti. Ama istifa ile borç düşmez. Çünkü kesindir
ki, borçlar bizzat
kendileriyle
değil, emsali ile ödenirler. Çünkü borç zimmette bir vasıftır. Onun edası mümkün
değildir. Şu kadar
var ki, borçlu ödediği takdirde alacaklının
üzerine ödediğinin mislini alması
vaciptir. O
zaman da mutalebe düşer. Çünkü mutalebede bir fayda kalmaz. Rehin ondan sonra
helâk Olduğu
takdirde, birinci hükmî istifa takarrür etmiştir. İkinci
istifa ise iki kere almaması
için
nakzedilir.
«Kabzettiğini
kendisine ödeyene geri verir ilh...» O
zaman ödediği de teberru olarak ödeyen
kimsenin mülküne döner. Asıl borçluya değil. Haniye.
«Satın alma veya
sulh suretinde ilh...» Minah ve
Dürer'de de böyledir. Benim burada
bir mütalaam
vardır. Zira,
alış veya sulh suretinde mürtehinin kabzettiği satılan veya üzerinde
sulh yapılan
nesnedir.
Nihaye, İnaye ve Gayetü'l-Beyan'da da tasrih edilmiştir ki, bu her
iki surette rehin helâk
olduğu
takdirde mürtehine kıymetini vermesi vacip olur. Fukaha nesnenin reddedilmesi vaciptir
dememişlerdir. Böyle
söylememeleri satın alma ve sulhun
bozulmamasını gerektirir. Bunun
sarahatle ifade edildiğini Sadiye'nin haşiyelerinde
gördüm. Bunun veçhi de zahirdir. Çünkü satın
alma veya sulh ivazlı akittir. Artık rehinin
helaki ile rehin akdinin butlanı nedir? Ama eda ve havale
ile istifası bunun hilafınadır. İşte alîm ve fettah olan Allah'ın fazlından bana zahir olan budur.
«Rehln de borç
karşılığında helâk olmuş olur ilh...» Musannıfın yukarıda geçtiği halde burada tekrar
etmesinin sebebi, illeti bu kavil üzerine bina etmek
içindir.
«Çünkü ilh...»
Çünkü havale akdi eda yoluyla ıskat
değil, ibra manasınadır. Hidayetin
bazı
nüshalarında
da havale akdi beraat manasınadır denilmiştir. Beraat
denilmesi ibradan daha açıktır.
Velhasıl, Kifaye'de
de olduğu gibi, havale borcu düşürmez.
Şu kadar var ki, havale edilen
kişinin
zimmeti havale
eden kişinin zimmeti yerine kaim olur.
Bundan dolayı havale edilen kişi müflisen
öldüğü
takdirde borç havale eden kimsenin zimmetine
geri dönmez.
«İfade etmektedir ilh...» Yani musannıfın butlanı havale ile kaydetmesi
şunu ifade eder: Sulh batıl
değildir. Biz
de Sadiye'den naklen bunun açıklamasını verdik. Hidaye şarihlerinin kelamlarının
muktezası da budur. Her ne kadar musannıfın geçen
kelamının muktezasının hilafına ise de.
Satın
alma şıra da sulh gibidir.
«Borcun
ilh...» Bu kavil Kuhistanî'nin
zikrettiği talilden çıkarılır. Kuhistanî'nin ibaresi şöyledir:
«Rehinin helâki ile havale batıl olur. Çünkü mürtehinin istifası hasıl olmuştur. Nitekim Nazm ve
diğerlerinde
de böyledir. İşte bu borcun
rehinin kıymetinden fazla olmamasını
bildirmektedir. Yok,
borç rehinin
kıymetinden fazla ise, o zaman
kıymetten fazla olan kısım için havale
batıl olmaz.
Çünkü tam
istifa tahakkuk etmemiştir. Şunu da ifade etmektedir ki, sulh batıl
olmamıştır. T.
Ben derim ki: Şarih icare
kitabının başında şunu takdim etti ki, musannıf, «Bir şeyin cüzünde akit
fesat olursa,
o şeyin tamamında akit fasit olur» kaidesine dayanmıştır.
«Rehin borç
ile helâk olmuş olur ilh...» Evla olan, borç kelimesini
düşürmektedir. Çünkü şarihin
daha önceki «Rehin borç karşılığında helâk olur.»
sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır.
«Borcun
vücubunu vehmettirir ilh...» Çünkü rehin, borcun varlığı
vehmedildiğinde yine
mazmundur.
Vadedilen borçta olduğu gibi. Onların borcun
yokluğu üzerine birbirini
doğrulamalarından
sonra borcun varlığı üzerine birbirini doğrulamaları ihtimali kaldı. O zaman
mutalebe (karşılıklı istek)
bakidir. Helâk olduğu takdirde borçla helâk
olmuş olur. Ama ibra bunun
hilafınadır.
Çünkü borç ibra ile düşmüştür. Dürer.
Şu kadar var
ki Tebyin ve diğerlerinde Şemsü'l-Eimme'nin
Mebsut'undan naklen şöyle
denilmektedir: «Rehinin helâkinden evvel borcun
olmadığı üzerine birbirini doğrularlar, sonra rehin
helâk olursa, emanet olarak helâk olmuş olur.
Çünkü rahin ile mürtehin birbirlerini
doğruladıklarında borç aslından mündefi
olmuş olur. Rehinin tazmin edilmesi ise
borç olmadan
kalmaz.» İsbicabi de Mebsut'tan nakledilenin
doğru olduğunu zikretmiştir. Hidaye sahibi de her iki
surette helâk olduğu takdirde mazmunen helâk olduğunu ihtiyar etmiştir.» Sadiye.
«Fasit rehinde
de hükümdür ilh...» Yani hayatta
da, ölümde de. Rahin eğer akdin fesadı hükmü ile
rehin akdini
bozsa, mürtehinden merhunu geri almak istese,
mürtehin o merhunu rahinin kabzettiği
borcu ödeyene
kadar yanında alıkoyabilir.
Rahin ölse,
üzerinde birçok borç olmuş olsa, mürtehin o alacaklılardan hepsinden evlâdır. Bu
hükümler, eğer
fasit rehin borçtan evvel
olursa böyledir. Eğer fasit rehin akdi
rahinin üzerindeki
daha evvelki
borçtan dolayı olmuşsa, o zaman mürtehin rehini hapsetme hakkına sahip değildir.
Çünkü o rehini
bu malın karşılığında almamıştır. Rahinin ölümünden sonra da diğer
alacaklılarla
eşittir. Çünkü
onun mahalli üzerine hak edilmiş bir malikiyeti yoktur. Ama sahih rehin bunun
hilafınadır.
İster evvel, ister sonra olsun.
Bu bahsin tamamı İmadiye, Zahire ve
Bezzaziye'dedir.
«Ödeme taalluk eder ilh...» Bunun doğrusu «taalluk
etmez»dir. Çünkü Kerhhi'den İmadiye ve diğer
kitapların naklettiğine göre, helâk olduğu takdirde emanet
olarak helâk olmuştur.
Zahire'de
şöyle denilmektedir: «İbn-i Semae Muhammed'den şunu rivayet etmiştir:
«Mürtehin fasit
akitle elinde bulunan merhunu hapsedemez. Çünkü hapsetse; günahta ısrar etmiş
olur.» Şu kadar
var ki, zahiri
rivayette olan daha esahtır. Çünkü rahin rehini bozduğunda masiyet ortadan
kalkmıştır. O zaman mürtehinin, hakkını elde
etmesi için merhunu elinde tutması günahta ısrar
değildir.
Çünkü rahine kabzettiği paranın teslimi için cebredilir. Kaçındığı
takdirde isyan üzerinde
ısrar etmiş olur. Görülmüyor mu ki, fasit bir alışta müşteri aldığı şeyi ödemiş olduğu semeni geri
alana kadar elinde tutar.» Özetle.
«Rehnin mal
olmadığı herhangi bir yerde ilh...»
Müdebber ve ümmül veled gibi. Çünkü rahin
bunları
rehin ettiği
takdirde bunları mürtehinden alabilir. Çünkü bunlar mal değildirler ve bunların rehini
batıldır.
«Karşılığı olan şey mazmun değilse ilh...» Meselâ bir zımmi, bir malı müslümanın
şarabı
karşılığında rehin verse, o zaman rahin, rehin ettiği nesneyi mürtehinden alır.
Camlü'l-Fusuleyn'de ise şöyle denilmiştir: «Bu iki
şarttan birisi rehinde bulunmazsa, rehin münakit
olmaz.»
«Rehin olan
birşeyi
rehin etmek batıldır ilh...» Yani rehini, rahin veya murtehin izinsiz
olarak rehin
etseler, batıldır.
Ama eğer izinle verirlerse, ikinci rehin sahih, birincisi batıl
olur. Biz bunun beyanını
rehinde
tasarruflar babında takdim ettik.
«Ariye
bahsinde yazdık ilh...» Zira şarih
ariye bahsinde «rehin de vedia
gibidir» demiştir. Musannıf
da ariye
bahsinde «ariye olunan bir nesne vedia gibi ne icare, ne rehin
verilebilir» demiştir. T.
«Hangi canidir
ilh...» H. diyor ki: «Yani hangi canidir
ki, cinayet
yaptığı kişi ölse, diyetin yarısı cani
üzerine
vaciptir? Yaşasa, diyetin tamı vacip olur? Cevabı şudur:
Sünnetçi
sünnet ederken, çocuğun
sünnet yerini kesse,
eğer çocuk ölürse çocuğun diyetinin yarısı üzerine
vaciptir. Eğer çocuk
yaşarsa, diyetin
hepsi vaciptir. Kölede de böyledir. Yani kıymetinin yarısı veya
tamamı vaciptir.
Çünkü telef
mezun olunan birşeyle hasıl
olmuştur ki bu da deriyi kesmektir.
Bir de mezun
olunmayan şeyle hasıl olmuştur ki bu da uzvun başını kesmektir.»
Mesele işçinin zaminiyeti babında geçti. Kasame babından hemen önce de gelecektir.
|