91- الوعظ والاقتصاد فيه
ÖĞÜT VERİRKEN ÖLÇÜLÜ OLMAK
Âyet
دْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ
وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن
ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ [125]
“Sen, Rabbin’in yoluna
hikmetle ve güzel öğütle davet et.”
Nahl sûresi (16) 125
Bu âyet-i kerîme, insanları dine
davet eden kimselerin, diğer bir ifadeyle İslâm tebliğcilerinin tavır ve
üslûbunu belirlemektedir. Din güzellikten ibarettir. Dine davet eden
kimselerin de tatlı dilli ve güler yüzlü olması gerekir. Zira tebliğ
görevi yapan kimseler insanların sadece aklına değil, aynı zamanda
gönlüne hitab etmektedir. Gönle girmenin tek yolu, üslûp ve tavır
güzelliğidir. Tatlı bir dil ve güler bir yüz kadar insanı yumuşatan ve
kendini muhatabına sevdiren bir şey yoktur. Tebliğcinin görevi sadece
anlatmak ve anlattıklarının iyi şeyler olduğu hususunda insanlara
emniyet telkin etmektir. Gerisi Allah’a kalmıştır.
Tebliğcinin aynı zamanda
“hikmet”le davet etmesi istenmektedir. Burada hikmet sözüyle kastedilen
şey, doğru söz söyleyip yalandan ve başkalarını yanıltmaktan sakınmak,
isabetli karar vermek, tavsiye edilen hususların kolayca benimsenmesine
yarayacak deliller getirmektir.
Yukarıdaki âyet-i kerîmenin
devamında “Onlarla mücadeleni en güzel bir usûl ile yap” buyurulduğuna
göre, davetçinin, sayılan bu özelliklerin yanında, gerekmedikçe sert bir
tavır takınmaması, tartışmalarında kırıcı olmaması icab eder.
Hadisler
700-
ن أبي وائِلٍ شَقِيقِ بنِ سَلَمَةَ قال :
كَانَ ابْنُ مسْعُودٍ رضي اللَّه عنه يُذكِّرُنَا في كُل خَمِيسٍ مرة ،
فَقَالَ لهُ رَجُلٌ : يَا أَبَا عبْدِ الرَّحْمنِ لوددْتُ أَنَّكَ
ذَكَّرْتَنَا كُلَّ يَوْمٍ ، فقال : أما إِنَّهُ يَمنعني مِنْ ذلكَ أني
أكْرَهُ أنْ أمِلَّكُمْ وإِنِّي أتخَوَّلُكُمْ بِالموْعِظةِ ، كَمـَا كَانَ
رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَتَخَوَّلُنَا بها مَخافَةَ
السَّآمَةِ علَيْنَا .
متفقٌ عليه .
« يَتَخَوَّلُنَا »
يَتَعهَّدُنا .
700.
Ebû Vâil Şakîk İbni
Seleme şöyle dedi:
İbni Mes`ûd radıyallahu anh
bize perşembe günleri vaaz ederdi. Adamın biri ona:
- Ebû Abdurrahman! Keşke bize her
gün vaaz etsen, dedi.
İbni Mes`ûd ona şunları söyledi:
- Sizi usandırmamak için her gün
vaaz etmiyorum. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
de, bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri
kollardı.
Buhârî, İlim 11, 12, Daavât 69;
Müslim, Münâfikîn 82, 83. Ayrıca bk. Tirmizî
Edeb 72
Ebû Vâil Şakîk İbni Seleme
Kûfe’nin en tanınmış
âlimlerinden biri olan Ebû Vâil muhadramûndandır. Yani Resûl-i Ekrem
zamanında yaşamış, fakat onu görme bahtiyarlığına erememiştir. İslâmiyet
geldiği sıralarda on yaşlarında bir çocuk olduğunu söylemektedir. Hz.
Ebû Bekir dışındaki üç halife ile Abdullah İbni Mes`ûd, Ebû Mûsâ
el-Eş`arî, Hz. Âişe ve Ebû Hüreyre gibi birçok sahâbîden pek çok hadis
rivayet etmiştir. Geniş ilmi yanında, üstün ahlâkı ve faziletiyle de
bilinen Ebû Vâil hicretin 82. yılında vefat etmiştir.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
Dini öğretmeyi meslek edinen
kimsenin, yani din tebliğcisinin hedefi, söylediği sözlerin öğrenilmesi
ve anlattığı gerçeklerin gönüllerde yer tutmasıdır. Bu başarıyı elde
etmenin kuralları vardır. Bu kuralların en başta geleni, karşısındaki
insanların dinleme ve öğrenme isteklerini dikkate almak ve onları
usandırmamaktır. Bir şeyi öğrenmek isteyen kimse, söylenen sözleri can
kulağıyla dinlediği için bıkıp usanmaz. Dinlemeye istekli olmayan
kimseye de bir şeyi öğretmek mümkün değildir. Zira o dinliyor görünse
bile, gönül kapılarının kepengini kapatmış ve söylenen sözlerle bir
ilgisi kalmamıştır.
Bu gerçeği dikkate alan Resûl-i
Ekrem Efendimiz, ashâbının kendisini dinlemekten büyük haz duyduğunu ve
her zaman ağzına baktığını bildiği halde, onları bıktırıp usandırmamak
için sohbetlerine ara verirdi. Konuştuğu zaman da ashâbı onu can
kulağıyla dinlediği için hiçbir sözünü kaçırmazlardı.
Her şeyi olduğu gibi eğitim
öğretim usûllerini de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den
öğrenen ashâb-ı kirâm, onun bu konudaki sünnetine titizlikle uydular.
Duruma ve şartlara göre halka her
gün konuşması gereken kimseler, konuşma süresini ölçülü tutmalı ve
onları bıktırmamalıdır. Bundan daha iyisi, sohbetlere bir gün ara vermek
ve böylece dinleyicilerin yeni konuşmaları arzuyla takip etmelerini
sağlamaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Güzel konuşan âlimler halkla
haftada bir defa dinî sohbetler yapmalıdır.
2. Her güzel işin devamı, ona
zaman zaman ara vermekle mümkün olur.
3. Hz. Peygamber dinin büyük bir
arzu ve iştiyakla öğrenilmesini istediği için, ashâbını bıktırmamaya
dikkat ederdi.
4. Abdullah İbni Mes`ûd Resûl-i
Ekrem’in sünnetine pek bağlıydı.
701-
عن أبي الْيَقظان عَمَّار بن ياسر رضي اللَّه عنهما قال : سمِعْتُ رسول
اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقول :
« إنَّ طُولَ
صلاةِ الرَّجُلِ ، وَقِصر خُطْبِتِه ، مِئنَّةٌ مِنْ فقهِهِ . فَأَطِيلوا
الصَّلاةَ ،وَأَقْصِروا الخُطْبةَ »رواه
مسلم .
«
مِئنَّةٌ » بميم
مفتوحة ، ثم همزة مكسورة ، ثم نون مشددة ، أيْ : علامة دَالَّةٌ على
فِقْهِهِ.
701.
Ebü’l-Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Bir adamın namazı uzun
kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple
namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz.”
Müslim, Cum`a 47.
Ammâr İbni Yâsir
Aslen Yemenli olan Ammâr’ın
künyesi Ebü’l-Yakzândır. Babası Yâsir, kaybolan kardeşini aramak için
Yemen’den Mekke’ye geldi. Bir Mekkeli’nin câriyesi olan Sümeyye ile
evlenerek oraya yerleşti. Bu evlilikten doğan Ammâr, Resûlullah’a inanan
ilk yedi kişiden biriydi. Annesi ve babası da ilk müslümanlar arasında
yer aldı. Kendilerini koruyacak kimseleri olmadığı için Kureyşli
müşriklerden çok zulüm gördüler. Ebû Cehil tarafından işkenceyle
öldürülen annesi Sümeyye, İslâm’ın ilk kadın şehididir. Babası da aynı
gün şehid edilmiştir.
Hicretten sonra Hz. Peygamber
onunla Huzeyfe İbni Yemân’ı kardeş yaptı. Mescid-i Nebevî’nin yapımı
sırasında onun büyük bir gayretle çalıştığını gören Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem, “Vâh Ammâr! Kendisini âsi bir topluluk
öldürecek. Ammâr onları cennete, onlar ise onu cehenneme davet ederler”
buyurdu (Buhârî, Salât 63). Ammâr Resûl-i Ekrem’in katıldığı bütün
savaşlara iştirak etti. Hz. Ömer devrinde Kûfe valiliği yaptı ve çeşitli
bölgelerin fethinde bulundu. Hz. Ali devrinde yapılan Cemel ve Sıffîn
savaşlarında onun saflarında yer aldı. Sıffîn’de, Hz. Ali’nin yaya
birliklerinin kumandanı olarak savaşırken, doksan üç yaşında şehid
edildi (37/657).
Hiçbir namazını kazaya
bırakmadığı rivayet edilen ve İslâm tarihinde ilk defa evinin bir
bölümünü mescid olarak ayıran Ammâr altmış iki hadis rivayet etmiştir.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
Bir önceki hadisimizin râvisi
olan Ebû Vâil’in anlattığına göre, Ammâr İbni Yâsir özlü bir hutbe
okumuştu. Konuşmayı zevkle dinleyen müslümanlar ona künyesiyle hitâb
ederek:
- Ebü’l-Yakzân! Çok güzel
konuştun. Hutbeyi biraz daha uzatsaydın iyi ederdin, dediler. O zaman
Ammar, konuşmasını neden gereğinden fazla uzatmadığını şöyle açıkladı:
- Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim:
“Bir adamın namazı uzun
kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi, dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple
namazı uzun
kıldırıp hutbeyi
kısa kesiniz.
Çünkü öyle
sözler
vardır ki,
insanı
âdeta büyüler”
(Müslim,
Cum`a 47).
Peygamber Efendimiz bu hadîs-i
şerîfte, namaz ile hutbenin birbirine nisbetle uzunluğu ve kısalığı
konusunda bir fikir vermektedir. Sadece bu hadise bakarak uzun namaz
kıldırmanın câiz olduğu söylenemez. Zira 230 numaralı hadiste Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in:
“Sizden biriniz insanlara
namaz kıldırdığı zaman hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta
ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz kendi başına namaz kıldığında ise
dilediği kadar uzatsın”
buyurduğunu okumuştuk. Aynı konuya dair 233 numaralı hadiste de,
Allah’ın Resûlü’nün uzun kıldırma arzusuyla namaza başladığı halde, bir
çocuk ağlaması duyunca, arka saflarda bulunan annesinin üzüleceği
düşüncesiyle namazı kısa kestiğini görmüştük. Bu sebeple imam,
cemaatinin durumunu dikkate almalı ve namazı yeterinden fazla uzatarak
kimseyi bıktırmamalıdır.
Hutbeler namaza göre daha kısa
olmalıdır. Bunun için de hatip, okuyacağı hutbeye özen göstermeli,
söyleyeceği sözleri iyi seçmelidir. Böyle yapılmadığı için de bazı
hutbeler gereğinden fazla uzun olmakta, cemaati bıktırmakta, bazılarını
o câmiye geldiğine, geleceğine pişman etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in bütün
hutbeleri kısa, özlü, bu sebeple de çarpıcıydı. Ammar İbni Yâsir
Resûlullah’ın bu sünnetine uyduğu için cemaat onun konuşmasına
doyamamıştı. Hutbeden maksat cemaati söze doyurmak olmamalı, onları bir
sonraki hutbeyi dinlemeye arzulu şekilde göndermelidir. Kendilerini
haklı çıkarmak isteyenler, Vedâ hutbesinin uzun olduğunu
söyleyebilirler. Ancak bugün bize ulaşan şekliyle Vedâ hutbesi,
Resûlullah Efendimiz’in o ilk ve son haccı sırasında, muhtelif yerlerde
yaptığı konuşmaların bir araya toplanmasından meydana gelmiştir. 150
numaralı hadiste de gördüğümüz üzere, “Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in
namazı da hutbesi de normal uzunlukta idi.” İmam ve hatiplerimiz bu
ölçülere uymalı; Allah’ın kullarını Allah’ın evinden usandırmamalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İmam ve hatipler, namazı ve
hutbeyi sünnet ölçüsüne uygun şekilde îfâ etmelidir.
2. Namaz ile hutbe mukayese
edildiği zaman, asıl ibadetin namaz olduğu görülür. Hutbe, insanı namaza
ve diğer kulluk görevlerine hazırlayan bir öğüt ve hatırlatmadan
ibarettir.
702-
عن مُعاويةَ بنِ الحَكم السُّلَمِيِّ رضي اللَّه عنه قال :
« بينما أَنا أصَلِّى مَع رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، إذْ
عطسَ رجُلٌ مِنْ القَوْمِ فَقُلتُ : يرْحَمُكَ اللَّه ، فَرَماني القوم
بابصارِهمْ ، فقلت : وا ثكل أُمَّيَاه ما شأنكم تنظرون إليَّ ؟ فجعلوا
يضربون بأيديهم على أفخاذهم فلما رأيتهم يُصَمِّتُونني لكني سكت ، فَلَمَّا
صلى رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، فَبابي هُوَ وأُمِّي ، مَا
رَأَيْتُ مُعَلِّماً قَبْله وَلا بَعْدَه أَحْسنَ تَعْلِيماً مِنْه ،
فَوَاللَّه ما كَهَرنَي ولا ضَرَبَني وَلا شَتَمَني ، قال :
« إِنَّ هَذِهِ الصَّلاةَ لا يَصْلُحُ فيها شَيءُ مِنْ كَلامِ النَّاسِ ،
إِنَّمَا هِيَ التَّسْبِيحُ والتَّكْبِيرُ ، وقرَاءَةُ الْقُرآنِ »
أو كما
قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم . قلت : يا رسول اللَّه ،
إني حديث عهْدٍ بجَاهِلية ، وقدْ جاءَ اللَّه بِالإِسْلامِ ، وإِنَّ مِنَّا
رجالاً يَأْتُونَ الْكُهَّانَ ؟ قال :
« فَلا
تأْتهِمْ »
قلت :
وَمِنَّا رجال يَتَطيَّرونَ؟ قال :
«ذَاكَ
شَيْء يَجِدونَه في صُدورِهِم ، فَلا يصُدَّنَّهُمْ »
رواه مسلم .
«
الثُّكْل » بضم
الثاءِ المُثلثة : المُصِيبة وَالفَجيعة .
« ما كَهَرني
» أيْ ما نهرَني .
702.
Muâviye İbni Hakem es-Sülemî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in arkasında namaz kılarken cemâatten biri aksırdı. Ben de
hemen “yerhamükellah” dedim. Cemaat bana dik dik bakmaya başladı. Bunun
üzerine:
- Vay başıma gelenler! Yâhu bana
niye öyle bakıyorsunuz? deyince de, ellerini uyluklarına vurmaya
başladılar. Onların beni susturmaya çalıştıklarını görünce kızdım; ama
yine de sustum.
Anam, babam Resûl-i Ekrem’e fedâ
olsun. Ne ondan önce ne de ondan sonra kendisinden daha iyi bir öğretici
görmedim. Vallahi beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü. Namazı kıldırıp
bitirince bana:
- “Bu ibadetin adı namazdır.
Namaz kılarken dünya kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbir ve
Kur’an okumaktan ibarettir” dedi veya buna benzer bir şey söyledi.
Ben de:
- Yâ Resûlallah! Ben yeni
müslüman oldum. Allah Teâlâ İslâmiyet’i gönderdiği halde hâlâ kâhinlere
gidenlerimiz var! dedim. Bana:
- “Sen kâhinlere gitme!”
buyurdu. Ben tekrar:
- Aramızda uğursuzluğa inanan
adamlar var, deyince de:
- “Bu onların gönüllerinde
hissettikleri bir duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasın”
buyurdu.
Müslim, Mesâcid 33. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Salât 167
Muâviye İbni Hakem
es-Sülemî
Muâviye, Benî Süleym
kabilesinde oturur, zaman zaman Medine’ye gelerek Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile görüşürdü. Yukarıdaki hadisin devamından
öğrendiğimize göre, onun koyunlarını güden bir câriyesi vardı. Kızcağız
bir gün koyunlardan birini kurda kaptırdı. Bunu duyan Muâviye ona çok
kızdı ve yüzüne fena bir tokat patlattı. Sonra da yaptığına pişman oldu.
Resûl-i Ekrem ile sohbet ederken bu konuyu da anlattı. Peygamber
aleyhisselâm ona yaptığının haksızlık olduğunu söyleyince:
- Yâ Resûlallah, o halde
câriyeyi âzat edeyim mi? diye sordu. Resûl-i Ekrem de:
- Hele sen onu bana bir getir,
buyurdu. Muâviye de hemen gidip câriyeyi alıp getirdi.
Peygamber aleyhisselâm
câriyeye:
- Allah nerede? diye sordu. O
da:
- Gökte! dedi.
Resûl-i Ekrem tekrar sordu:
- Ben kimim?
Câriye:
- Resûlullah’sın, dedi.
O zaman Resûl-i Ekrem
Efendimiz Muâviye’ye dönerek:
- Onu âzat et; çünkü
mü’minedir, buyurdu. Muâviye de onu âzat etti.
Hayatı hakkında fazla bilgi
bulunmayan Muâviye İbni Hakem, on üç hadis rivayet etmiştir.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
Muâviye İbni Hakem İslâmiyet’i
biraz geç kabul etmişti. Bu sebeple namazda konuşmamak gerektiğini henüz
öğrenememişti. Bununla beraber aksırdıktan sonra elhamdülillah
diyen kimseye, Allah sana merhamet etsin anlamında yerhamükellah
deneceğini biliyordu. Namaz kılarken yanındaki sahâbî aksırınca ve belki
de elhamdülillah deyince, Muâviye ona yerhamükellah diye
dua etmişti.
Namazda birinin sübhânallah diye
ikaz edilebileceği hususu, bu olayın meydana geldiği tarihte henüz
bilinmiyordu. Bu sebeple ashâb-ı kirâm Muâviye İbni Hakem’i, namazda
konuşulmayacağını anlatmak için ellerini uyluklarına vurarak ikaz
etmişlerdi. Ne yazıkki o, namaz edebini henüz öğrenemediği için
arkadaşlarının bu tutumunu yadırgamış, bundan dolayı da hata üstüne hata
yapmıştı.
Muâviye’nin, “Vallahi Resûlullah
beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü” sözü hem takdir hem de bir
itiraftır. Zira o, aradan yıllar geçtikten, namazın önemini kavradıktan,
hatta Allah’ın Resûlü’nün namaz gözümün nûru kılındı buyurduğunu
öğrendikten sonra, yaptığı hatalar sebebiyle esasen azarlanmayı hak
ettiğini, fakat onun bu hataları kasıtlı olarak yapmadığını gören
Resûlullah’ın kendisini bağışladığını anlatıyor.
Hz. Peygamber yeni müslüman olan,
dini yeterince öğrenme fırsatı bulamayan kimselere karşı hep müsamahalı
davranmıştır. Yaptıkları hata ne kadar büyük olursa olsun onları hoş
görüp bağışlamıştır. Onun Muâviye’yi yanına çağırıp namazın ne demek
olduğunu sükûnetle anlatması ve yaptığı hatadan dolayı başkalarının
yanında onu incitecek bir şey söylememesi pek ibretlidir. Zaten
Muâviye’ye en fazla tesir eden ve onu Resûlullah’a hayran bırakan
davranış da onun bu tavrı olmuştur.
Daha sonra Muâviye zihnini
kurcalayan iki konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e sordu. Bunlardan biri, cinlerinin yardımıyla veya
sahip oldukları yetenekle ileride olacakları bildiklerini iddia eden
kâhinlere inanılıp inanılmayacağı idi. Hz.
Peygamber “sen
onlara gitme!” buyurmak
suretiyle, bir müslümanın cincilere inanmaması gerektiğini öğretti.
Kâhinlere, falcılara ve gaybden
haber verenlere gitmenin İslâmiyet’te yasaklandığı konusu 1671-1676,
uğursuzluk meselesi de bu bahsin hemen peşinden gelen 1677-1680 numaralı
hadislerle ele alınıp açıklanacaktır. Ayrıca 1675 numarayla tekrar
gelecek olan hadisimizin devamında bulunduğu halde burada zikredilmeyen
bir konu, yere çizgiler çizerek istikbâli keşfetme demek olan remilcilik
konusu orada görülecektir. Falcılıktan kazanılan bir para karşısında Hz.
Ebû Bekir’in tutumu, 595 numaralı hadiste, dikkate şayan bir olay içinde
görülmüştü.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Peygamber Efendimiz insanların
gönül dünyasına değer veren ve kimseyi kırıp incitmeyen mükemmel bir
öğretmendi.
2. Namazda dünya kelâmı
konuşmamak ve kendini ibadete vermek gerekir.
3. Kâhinlere, cinlerin yardımıyla
gelecekten haber verdiğini iddia edenlere asla gitmemeli ve onlara değer
vermemelidir.
4. Uğursuzluğa asla
inanmamalıdır; zira uğursuzluk diye bir şey yoktur.
703-
وعن العِرْباض بن سَاريةَ رضي اللَّه عنه قال :
وَعظَنَا رسول
اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم مَوْعِظَةً وَجِلَتْ مِنهْا القُلُوب
. وَذَرِفَتْ مِنْها العُيُون وَذَكَرَ الحدِيثَ ، وَقدْ سَبق بِكَمالِهِ
في باب الأمر بالمُحافَظةِ على السُّنَّةِ ،
وذَكَرْنَا أَنَّ التِّرْمِذيَّ قال إنه حديث حسنٌ صحيحٌ .
703.
İrbâz İbni Sâriye radıyallahu anh:
Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler
ürperdi, gözler yaşardı, diyerek devamı ve tamamı “Sünneti Koruma”
bahsinde geçen hadisi rivayet etti.
Tirmizî, İlim 16; Ebû Dâvûd,
Sünnet 5. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6
Açıklamalar
159 numarayla geçen hadiste
görüldüğü üzere, Peygamber aleyhisselâm’ın konuşmasından pek
duygulanan ashâb-ı kirâm, ondan kendilerine bir tavsiyede bulunmasını
istemişlerdi. Allah’ın Resûlü de onlara, başlarındaki idareciye itaat
etmelerini tavsiye etmiş, ileride pek çok anlaşmazlıklar göreceklerini
hatırlatarak, o zaman var güçleriyle sünnete sarılmalarını, din diye
sonradan ortaya çıkan her kötü hareketten kaçınmalarını öğütlemişti.
Oldukça geniş bir şekilde
açıklanan ve kendisinden muhtelif sonuçlar çıkarılan hadîs-i şerif bir
daha okunmalıdır.
Nevevî merhûm, görüldüğü üzere,
hadîs-i şerîfin tamamını vermemiş, konumuzla ilgili olan baş tarafını
zikretmekle yetinmiş ve böylece Resûlullah Efendimiz’in konuşmalarının
gönülleri titretecek derecede duygu yüklü ve son derece ölçülü olduğunu
hatırlatmak istemiştir.
|