302- باب تحريم النياحة على الميت ، ولطم الخدِّ وشقِّ الجيب
ونتف الشعر وحلقه ، والدعاء بالويل والثبور
ÖLÜYE AĞIT YAKMA
YASAĞI
ÖLÜNÜN ARKASINDAN
BAĞIRA-ÇAĞIRA AĞLAMANIN, YÜZÜNÜ
TIRMALAMANIN, YAKA-PAÇA YIRTMANIN, SAÇINI YOLMANIN,
KAZITMANIN VE "KAHROLAYIM, HELÂK OLAYIM" DİYE BEDDUA
ETMENİN HARAM OLDUĞU
Hadisler
- عَنْ عُمَر بْنِ
الخَطَّابِ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَال النبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم :
« الميِّتُ
يُعذَّبُ في قَبرِهِ بِما نِيح علَيْهِ »
. وفي رواية :
« ما نِيحَ علَيْهِ »
متفقٌ عليه .
1661.
Ömer İbni'l-Hattâb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Arkasından
koparılan feryat (ve yakılan ağıt) sebebiyle ölüye kabrinde azâb
olunur."
Bir rivâyette
(Tirmizî, Cenâiz 23) "ölüye ağlandığı sürece" denilmektedir.
Buhârî, Cenâiz 34;
Müslim, Cenâiz 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 23
1664 numaralı hadis
ile birlikte açıklanacaktır.
1663- وعن ابْنِ مسعُودٍ رضي
اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
: «
لَيْسَ مِنَّا مَنْ ضَرَبَ الخُدُودَ ، وشَقَّ الجُيُوبَ ، ودَعا بِدَعْوَى
الجَاهِليةِ » متفقٌ
عليه .
1662.
İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ölenin arkasından
yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, Câhiliye insanı gibi
bağıra - çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden, bizden, bizim yolumuzu
izleyenlerden değildir."
Buhârî, Cenâiz 36,
38, 39, Menâkıb 8; Müslim, İmân 165. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 22, 25;
Nesâî, Cenâiz 17; İbni Mâce, Cenâiz 52
1664 numaralı hadis
ile birlikte açıklanacaktır.
1663- وَعنْ أبي بُرْدةَ
قَالَ :
وَجِعَ أبُو مُوسَى الأشعريُّ رضي اللَّه عنه ، فَغُشِيَ علَيْهِ،
وَرَأْسُهُ في حِجْرِ امْرأَةٍ مِنْ أهْلِهِ ، فَأَقْبلَتْ تَصِيحُ
بِرنَّةٍ فَلَمْ يَسْتَطِعُ أنْ يَرُدَّ عَلَيْهَا شَيْئاً ، فَلَمَّا
أفَاقَ ، قَال : أنَا بَرِيءٌ مِمَّنْ بَرِيءَ مِنْهُ رسُولُ اللَّه صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بَرِيءَ مِنَ الصَّالِقَةِ ، والحَالَقةِ ،
والشَّاقَّةَ ، متفقٌ
عليه .
«
الصَّالِقَةُ » :
التي تَرْفَعُ صوْتَهَا بالنِّياحةِ والنَّدْبِ «
والحَالِقَةُ » :
التي تَحْلِقُ رَأسَهَا عِنْدَ المُصِيبَةِ . «
والشَّاقَّةُ » التي
تَشُقُّ ثَوْبَهَا .
1663.
Ebû Bürde şöyle dedi:
(Babam) Ebû Mûsâ
el-Eş'arî hastalandı ve başı hanımlarından birinin kucağında iken
bayıldı. Bunun üzerine hanım, bir çığlık atıp yüksek sesle ağlamaya
başladı. Fakat Ebû Mûsâ, kadını bundan men edecek durumda değildi.
Ayılınca:
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in hoşlanmayıp uzak kaldığı şeyden ben
de hoşlanmam ve uzak olurum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
vâveylâcı, saçını yolan, üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktı, diye
hanımını ikaz etti.
Buhârî, Cenâiz 37,
38; Müslim, İmân 167. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 17
Aşağıdaki hadis ile
birlikte açıklanacaktır.
1664- وعَن المُغِيرةِ بنِ
شُعْبَةَ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم يَقُولُ :
« مَنْ نِيحَ
عَليْهِ ، فَإنَّهُ يُعَذَّبُ بِمَا نِيحَ علَيْهِ يَوْم الْقِيامةِ »
متفقٌ عليه .
1664.
Mugîre İbni Şu'be radıyallahu anh, "Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem' i şöyle buyururken dinledim" dedi:
"Kimin arkasından
bağıra-çağıra ağıt yakılırsa, kendisi adına yapılan bu feryattan dolayı
o kişiye kıyamet günü azab olunur."
Buhârî, Cenâiz 34;
Müslim, Cenâiz 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 23
Açıklamalar
Bu dört hadîs-i
şerîf, ölen birinin arkasından bağıra çağıra ağıt yakıp, yaka-paça
yırtarak ve dövünerek ağlamanın ölen kişi için kabirde ve kıyamet
gününde azâba sebep olduğunu, Hz. Peygamber'in bu tür davranışlarda
bulunanlardan hoşlanmadığını ve hatta "Bizden, bizim yolumuzu
izleyenlerden değildir" diye çok ciddi şekilde tehdit ettiğini
ortaya koymaktadır. Bundan sonraki yedi hadiste de geçecek olan bazı
kelime ve tabirleri sırasıyla kısa kısa açıkladıktan sonra, yakınlarının
ağlaması sebebiyle ölüye azâb edilmesi meselesini izaha çalışalım.
Niyâha,
ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak demektir. Biz onu bağıra çağıra
ağıt yakıp ağlamak diye ifade ettik. Sâlika yüksek sesle ortalığı
velveleye boğarak avaz avaz ağlayan; hâlika saçını yolan;
şâkka yakasını paçasını parçalayan kadın demektir.
Darb-ı hudûd
(veya latm-ı hudûd), yüzünü dövmek (tırmalamak) demektir. Bu
ifade, kafasını, göğsünü ve dizlerini dövmeyi de içine alır. Yüzün
zikredilmesi, ağıtçıların alışkanlıklarını anlatmak içindir.
Şakk-ı cüyûb,
elbisenin yakasını yırtmak demektir. Biz, halkımızın ifadesini tercih
ederek "yakasını paçasını yırtmak, üstünü başını parçalamak" diye
mânalandırdık.
Birinci hadiste,
"Arkasından koparılan feryat (ve yakılan ağıt) sebebiyle,
feryat edildiği sürece, ölüye kabrinde azâb olunur"
buyurulmaktadır. Dördüncü hadiste de "Kıyamet günü
azâb olunur" ifadesi yer almaktadır. Bu iki kaydı bir arada
değerlendirirsek, ölen kişinin, dünyadan ayrıldıktan sonraki hayatının
muhtelif safhalarında, arkasından bağıra çağıra ağlanması sebebiyle
sıkıntıya düşeceği, azâba tâbi tutulacağı anlaşılır.
Burada öncelikle iki
husus dikkat çekmektedir. Birincisi, ölen kimse, arkasından
sessiz ve ılık gözyaşları dökülmesinden dolayı değil, bağıra - çağıra,
yalan yanlış birtakım sözlerle ağıt yakılmasından dolayı azab
olunmaktadır. İkincisi, eş, dost ve yakınlarının yaptıkları
yüzünden ölen kimsenin azâb görmesidir.
Bazı rivayetlerde
niyâha'dan hiç söz edilmeden bi bükâi ehlihi diye ölü
yakınlarının, çoluk - çocuğunun her türlü ağlamasını içine alan bir
ifade geçiyorsa da, aşağıda 1667 numaralı hadiste ve benzerlerinde
görüleceği gibi üzülme sonucu sessiz gözyaşı dökmenin azâba vesile
olmadığı açıkça belirtilmektedir. Diğer taraftan, daha genel mânalı olan
ağlamanın (bükâ), çoğu hadislerdeki bağıra -çağıra ağlamak demek
olan niyâha kelimesinin anlam sınırları içinde anlaşılması
(teknik tabiriyle mutlak'ın mukayyed'e göre değerlendirilmesi ),
usûl gereğidir. Nitekim bir rivayette de bi ba'zı bükâi ehlihi=
yakınlarının bazı ağlamaları sebebiyle buyurulmuştur ki,
bundan maksat niyâha'dır. Netice itibariyle azâb vesilesi olan
ağlamak değil, bağıra - çağıra ağıt yakıp ağlamaktır. Öncelikle bu nokta
iyi bilinmelidir. Esasen bu hususta ulemâ arasında görüş birliği
bulunmaktadır.
Yakınlarının, yüzünü
gözünü tırmalayıp yakasını paçasını yırtarak, Câhiliye insanı gibi
bağıra - çağıra ağıt yakmaları sebebiyle ölenin azâb görmesi
tartışılmıştır. Neticede ortaya bir çok görüş çıkmıştır.
Hz. Âişe vâlidemiz,
yakınları da olsa birilerinin şöyle veya böyle ağlamasından dolayı ölen
kimsenin azâb görmesiyle ilgili rivâyetleri "Hiçbir günahkâr,
başkasının günahını yüklenmez" [En'âm sûresi (6), 164; İsrâ sûresi
(17) 15; Fâtır sûresi (35) 18; Zümer sûresi (39), 7; Necm sûresi (53).
38] âyetini delil getirerek kabul etmemiş, bu hadisleri rivayet eden Hz.
Ömer ve oğlu Abdullah İbni Ömer'in bu konuda bazı şeyleri unutmuş
olduklarını bildirmiştir. Peygamber Efendimiz'in, ölmüş olan yahudi bir
kadının arkasından ağlayanlar ve o kadın hakkında "Bunlar ona
ağlıyor halbuki o azâb görüyor" buyurduğunu söylemiştir. Bunun da
"Onlar buna ağlayadursunlar, kadın onların ağlamalarından dolayı değil,
küfür üzere ölmüş olduğundan dolayı azâb görüyor" demek olduğu sonucuna
varılmıştır.
Ancak İslâm
bilginleri, konu ile ilgili rivayetlerin 15-20 sahâbîden rivayet edilmiş
olmasını da dikkate alarak çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Şimdi
kısa kısa bu yorumları görelim.
Yakınlarının feryat
edip ağıt yakmasıyla ölüye azâb olunacağı ile ilgili hadisler, ölümünden
sonra arkasından kendisi için ağlanmasını vasiyet edenler
hakkındadır. Böyle bir vasiyette bulunmamış kimse, arkasından ağlandı
diye azâb görmez. Çünkü kendisinin herhangi bir suçu veya vasiyet etmek
suretiyle suça iştiraki ya da sebebiyet vermesi söz konusu değildir.
Nitekim Allah Teâlâ da "Hiçbir günahkâr, başkasının günahını
yüklenmez" buyurmuştur. Bu, İslâm bilginlerinin çoğunluğunun
görüşüdür.
Arkasından kendisi
için ağlanmasını vasiyet etmek câhiliye dönemi Araplarının
âdetlerindendi. Bugün de ne yazık ki, görenek adına câhil insanlar böyle
vasiyetlerde bulunabilmektedirler. Özellikle küçük yerleşim birimlerinde
çoğu yaşlı kadınlar cenâze evine giderler, dönüşlerinde de "Analarına
(veya babalarına) falancanın çoçukları, gelini nasıl ağladı nasıl
ağladı, bir görseydiniz" diye bu kötü, anlamsız âdeti takdirle anarlar.
Dindar insanlar arasında bile gözlemlenen bu durum, hadislerdeki "azâb"
tehdidini, ağlamayı vasiyet edenlere yönelik olarak yorumlamanın son
derece isabetli olduğunu göstermektedir.
Buradan hareketle
Dâvûd ez-zâhirî gibi bazı âlimler de "kendisine yüksek sesle
ağlanmamasını tenbih ve vasiyet etmeyenler"in de azâb göreceğini
ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla arkasından koparılacak feryadü figan
sebebiyle azâb görmemek için böyle şeylerin yapılmamasını sıkı sıkı
tenbih etmek lâzımdır.
Bazı âlimler ise,
ölenin arkasından iyiliklerini sayıp dökmenin eski Arap âdetlerinden
olduğuna dikkat çekmişlerdir. Ancak onların iyilik diye sayıp döktüğü
öyle şeyler vardır ki, İslâm onları yasaklamıştır. Bu tür sözleri
söyleyenle beraber, arkasından söylenen kimse de azâb olunur. Bugün de
ölülere yakılan ağıtlarda öyle sözler söyleniyor ki, -Allah korusun-
insanı dinden imandan eder. Bir kötülüğü veya haramı övenler, şecaat
arzederken sirkatini söyleyenler hiç de az değildir.
Kâdî İyâz'ın tercih
ettiği bir başka görüş de şudur: Ölünün azâb görmesi,
yakınlarının yana - yakıla ağlamalarına üzülmesi anlamındadır.
Babasının ardından ağlayan bir kadını, "Ey Allah'ın kulları,
ağlamakla din kardeşlerinize azâb etmeyin, onları üzmeyin" diye Hz.
Peygamber'in ikaz etmiş olması bu görüş sahiplerinin dayanağıdır.
Buhârî şârihi
Aynî'nin, kendisinden önce hiç bir şârihin işlemediği kapsamda ele
aldığını söyleyerek değerlendirdiği sekiz kadar görüşün en isabetlisi,
İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğun (cumhurun), kendisine ağlanmasını
vasiyet edenlerin niyâha sebebiyle azâb olunacağı şeklindeki yorumudur.
Konuyla ilgili geniş açıklama için Tecrid Tercemesi'ne
bakılabilir (IV, 387-420).
İkinci hadis'te
ölülerinin arkasından yüzünü dizini döven, yakasını paçasını yırtan ve
Câhiliye dönemi insanları gibi kendisinin mahvü helâkini dileyenler
hakkında Efendimiz'in "Bizden değildir" buyurmuş olduğu
bildirilmektedir. Hemen belirtelim ki, bu "bizden değildir"
ifadesi asla "müslüman değildir" anlamına gelmez. "Bize, bizim
sünnetimize, bizim yolumuza, İslâm âdet ve edebine uymamış, bizi
izlememiştir" demek olur. Yani bu konuda bizden ayrılmış ve hata
işlemiştir mânasına gelir. Ehl-i sünnet inancına göre, günah işleyen
kişi o günahın helâl olduğuna inanmadıkca dinden çıkmaz, günahkâr olur.
Ama yaptığı günahın günah olmadığını iddia ederse o zaman bir günahı
işlediği için değil, bir haramı helâl saydığı için küfre girer.
Resûl-i Ekrem
Efendimiz'in "Bizden değildir" ifadesi, sayılan davranışları
sergileyen kadın-erkek herkese şâmildir. O, bu beyanı ile, müslümanların
böyle yanlış hareketlerden uzak kalmalarını son derece ciddî bir tarzda
ihtar etmiş olmaktadır.
Üçüncü hadis'te
büyük sahâbî Ebû Mûsâ el-Eş‘arî'nin yakalandığı hastalığın şiddetiyle
hanımının kucağında bayıldığı zaman, hanımının kopardığı çığlığa,
ayıldıktan hemen sonra nasıl müdâhale ettiğini görmekteyiz. Hanımına,
Peygamber Efendimiz'in, yüksek sesle feryat eden, vâveyla koparan,
saçını başını yolan, yakasını paçasını yırtan kadınlardan uzak olduğunu
hatırlatmış ve "Efendimiz'in uzak durduğu kadınlardan ben de uzağım!"
diyerek hem Efendimiz'e bağlılığını ortaya koymuş, hem de hanımının
çığlık atmasını asla tasvip etmediğini son derece sert ve anlamlı bir
biçimde açıklamıştır. Bu tavır, sahâbîlerin sünneti izlemekte
gösterdikleri hassasiyet ve titizliğin takdire şâyân güzel
örneklerindendir.
Biz, sünnet-i
seniyyeyi böylesine titizlikle izleyen o kutlu nesil sayesinde Câhiliye
toplumundan İslâm medeniyeti merhalesine geçilebildiğine inanıyoruz. Her
yanlışa karşı anında İslâmî bir tepki vermek, doğruyu hatırlatmak esasen
insanlara ve topluma iyilik etmek demektir.
Dördüncü hadis,
birinci hadisin mânasının farklı kelimelerle tekrarı sayılabilir. Bu
hadiste geçen bazı kelimeleri, yukarıda açıklamış bulunmaktayız. Hadiste
niyâha'nın azâb sebebi olduğu bir kez daha teyid edilmektedir.
Meselenin diğer
yönleri aşağıdaki hadislerde işlenecektir.
Hadislerden
Öğrendiklerimiz
1. Ölüye bağıra
çağıra ağlamak (niyâha) haramdır.
2. Yüksek sesle
olmamak şartıyla ölüye ağlamak mübahtır.
3 Kendisine
ağlanmasını vasiyet eden, vasiyetine uyan olduğu sürece azâb olunur.
4. Ölüye yüksek sesle
ağıt yakanlar, yaka-paça yırtanlar Câhiliye âdetlerine uyup kendisinin
helâk edilmesini isteyenler, sünnete uymamış olurlar. Efendimiz'in
"Bizden değildir" ihtarına muhâtaptırlar.
5. Sahâbîler, Hz.
Peygamber'i her alanda izlemeye son derece önem veriyorlardı.
6. Müslümanlara
takdire rızâ göstermek, gidenlerin arkasından samimi ve sessiz gözyaşı
dökmekle yetinmek yakışır.
1665- وعَنْ أمِّ عَطِيَّةَ
نُسيْبَةَ بِضَمِّ النُّونِ وَفَتحِهَا رضي اللَّه عَنْهَا قَالَتْ :
أخَذَ عَلَينَا رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم عِنْدَ
البَيْعة أنْ لا نَنُوح .
متفقٌ عليه .
1665.
Ümmü Atiyye Nüseybe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bey'at sırasında, ölüye yüksek sesle
ağlamayacağımıza dair biz kadınlardan söz aldı.
Buhârî,
Cenâiz 46; Müslim,
Cenâiz 31-32. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 15, Bey'at 18
Aşağıdaki hadis ile
birlikte açıklanacaktır.
1666- وَعَنِ النُّعْمانِ
بنِ بشيرٍ رضي اللَّه عنْهُمَا قَالَ :
أُغْمِي علَى عبْدِ اللَّه بنِ رَواحَةَ رضي اللَّه عنْهُ ، فَجَعَلَتْ
أُخْتُهُ تبكي ، وتَقُولُ : واجبلاَهُ ، واكذَا ، واكَذَا : تُعدِّدُ
علَيْهِ . فقَال حِينَ أفَاقَ : ما قُلْتِ شيْئاً إلاَّ قِيل لي : أنْتَ
كَذَلِكَ ؟ ، رواهُ
البُخَارِي .
1666.
Nu'mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Abdullah İbni Revâha
radıyallahu anh'ın baygınlık geçirmesi üzerine kız kardeşi, "Vah
dağ gibi kardeşim, vah şöyle şöyle olan kardeşim" diye onu överek yüksek
sesle ağlamaya başladı. Abdullah İbni Revâha ayıldığı zaman kız
kardeşine; "Senin hakkımda söylediğin her övgü için ben, ‘sen gerçekten
böyle biri misin?’ diye sorgulandım" dedi.
Buhârî, Meğâzî 44
Açıklamalar
724 numaralı hadiste
hayatı hakkında kısaca bilgi verdiğimiz, adı Nesîbe olmakla beraber
Nüseybe diye söylendiğini gördüğümüz Ümmü Atiyye radıyallahu anhâ,
kendisinin de aralarında bulunduğu hanımlardan İslâm olduklarına ve
müslümanca yaşayacaklarına dair biat alırken, Peygamber Efendimiz'in,
Câhiliye dönemi âdetlerinden olan ölüye bağıra çağıra ağlayıp ağıt
yakmayacakları sözünü de aldığını haber vermektedir.
Medine'ye hicretten
sonra gerçekleştiği bilinen kadınlardan biat alma esnasında Hz.
Peygamber'in, biat maddeleri arasına niyâha yasağını da koymuş olması,
bu âdetin ne kadar çirkin, gereksiz ve günah olduğunu gösterir. Zira o
biat maddeleri, Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak,
zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, gayr-i meşrû bir çocuk dünyaya
getirip onu kocasına ait göstererek iftira etmemek,
iyi (ma'ruf) işler
yapmakta Peygamber'e
karşı gelmemek
gibi tamamen
büyük günahlardan
kaçınmakla ilgilidir
[bk.Mümtehine sûresi
(60), 12].
Hadisin buraya
alınmayan kısmında, Ümmü Atiyye kendisiyle birlikte o biatta bulunan
kadınlardan beşinin bu verdikleri söze derhal uyduklarını, ötekilerin
ise zaman içinde uymayı başarabildiklerini ilave etmektedir. Bu da
gösteriyor ki özellikle kadınlar arasında yerleşmiş ve âdet haline
gelmiş birtakım yanlışların toplum hayatından sökülüp atılması öyle pek
kolay olmamaktadır. Bundan dolayıdır ki İslâm tarihinin ilk yıllarından
beri bağıra - çağıra ağlama (niyâha) konusuna yönelik olarak çok ciddî
tedbirler alınmış ve bu işi yapanlara karşı da ağır tehdidler
yöneltilmiştir. Bu uygulama, niyâhanın hem yayılma ve süreklilik şansına
sahip bulunduğunu, hem de büyük bir günah olduğunu gösterir. Çünkü
putlara tapınma şirkini terketmeyi başaran sahâbî hanımlar bile, ağıt
geleneğini aynı kararlılıkla terkedebilmiş değillerdir. O halde bu
konuda hem eğitime hem de denetime ısrarlı bir süreklilik kazandırmak
gerekmektedir.
Sadece Buhârî'nin
rivayet etmiş olduğu ikinci hadiste, Abdullah İbni Revâha'nın
baygınlık geçirmesi üzerine kızkardeşi Amre'nin, Câhiliye dönemi
kadınları gibi ağıt yakarak ağladığını görmekteyiz.
Hz. Peygamber'in
büyük şâiri Abdullah İbni Revâha radıyallahu anh'ın, o baygınlığı
atlatır atlatmaz, başucunda Câhiliye kadınları gibi ağıt yakıp duran kız
kardeşi Amre'ye, hakkında söylediği her övgü cümlesi yüzünden kendisinin
sorgulandığını bildirmesi çok ciddî bir ikazdır. O, "Sen bana üzüldüğünü
göstermeye çalışıyor, aklın sıra iyilik yaptığını sanıyorsun, halbuki
ben senin bu söylediklerinin hesabını vermek zorunda kalıyorum" demek
olan bu sözleriyle niyâhanın sorumluluktan başka ölen için herhangi bir
faydasının olmadığını çok kesin şekilde anlatmıştır. Dolayısıyla da önce
kız kardeşinin sonra da bütün müslüman kadınların bu gereksiz
davranıştan iyice uzaklaşmalarını istemiş olmaktadır.
Mûte Harbi'nde şehit
düşen üç kumandandan biri olan Abdullah İbni Revâha'nın bu açıklama ve
ikazı, konunun başında geçen, "niyâha sebebiyle ölünün azâb olunacağı"
hadisini hem izah hem de teyid etmektedir.
Hadislerden
Öğrendiklerimiz
1. Ölünün arkasından
bağıra - çağıra ağlamak Câhiliye âdetlerindendir. Müslümanlar bundan
uzak durmalıdır.
2. Hz. Peygamber
müslüman hanımlardan ölünün arkasından yüksek sesle ağlamayacaklarına
dair söz almıştır.
3. Ölenin
iyiliklerini sayıp dökerek ağlamak (nüdbe) da yasaktır.
4. Öleni övmek
maksadıyla söylenen sözler, onun sorgulanmasına ve kınanmasına sebep
olur.
5. Sahâbîler,
haramlardan sakınmak ve sakındırmak konusunda çok dikkatli idiler.
6. Üzüntülü iken
ağızdan çıkan sözlere her zamankinden daha fazla dikkat etmek gerekir.
1667- وَعَن ابن عُمر رضي
اللَّه عنْهُمَا قَال :
اشْتَكَى
سعْدُ بنُ عُبادَةَ رضي اللَّه عنْهٍُ شَكْوَى ، فَأَتَاهُ رسُولُ اللَّه
صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يعُودُهُ معَ عبْدِ الرَّحْمنِ بنِ عوْفٍ ،
وسَعْدِ بنِ أبي وقَّاص، وعبْدِ اللَّه بن مسْعُودٍ رضي اللَّه عنْهمْ ،
فلما دخَلَ عليْهِ ، وجدهُ في غَشْيةٍ فَقالَ :
«أَقُضَى؟
قَالُوا : لا
يا رسُولَ اللَّه . فَبَكَى رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم .
فَلمَّا رَأى الْقَوْمُ بُكاءَ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
بَكَـوْا ، قَالَ :
« ألاَ
تَسْمعُون ؟ إنَّ اللَّهُ لا يُعَذِّبُ بِدمْعِ الْعَيْنِ ، ولا بِحُزْنِ
الْقَلْبِ ، ولَكِنْ يُعذِّبُ بِهذَا »
وَأشَارَ إلى لِسانِهِ
« أوْ يَرْحَمُ
» متفقٌ عليه .
1667.
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Sa'd İbni Ubâde
radıyallahu anh hastalanmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem Abdurrahman İbni Avf, Sa'd İbni Ebû Vakkâs ve Abdullah İbni
Mes'ûd ile birlikte Sa'd'ı ziyârete geldi. Yanına girdiğinde onu elem ve
ıstırap içinde, ailesi tarafından etrafı kuşatılmış bir halde buldu.
Bunun üzerine:
- "Öldü mü?"
buyurdu.
- Hayır, ey Allah'ın
Resûlü (ölmedi), dediler.
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem (Sa'd'ın bu ağır durumuna üzülerek)
ağladı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem 'in ağladığını görünce
oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
"Bilmez misiniz,
gerçekten Allah, gözyaşı ve kalbin hüznü sebebiyle insana azâb etmez.
Fakat -eliyle
diline işâret ederek- işte bunun yüzünden azâb eder veya bağışlar"
buyurdu.
Buhârî, Cenâiz 45,
Talâk 24; Müslim, Cenâiz 12
Açıklamalar
927 numara ile daha
önce geçmiş olan hadîs-i şerîf'te Hz. Peygamber'in, Medineli büyük
sahâbî Sa'd İbni Ubâde'nın ıstırabının ağırlığını görünce üzülüp
ağladığını beraberindekilerin de Hz. Peygamber'e bakarak ağladıklarını
görmekteyiz.
Hadisin
rivayetlerinde Sa'd'ın baygın halde olduğu, elem ve ıstırabından
kendinden geçmiş bulunduğu, ölmüş gibi üzerini örttükleri veya
yakınlarının ve ziyaretçilerin ona hizmet için etrafını sarmış oldukları
anlamlarına gelecek şekilde ifadeler bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem
Efendimiz de esasen bu halden dolayı "öldü mü?" diye sormuştur.
Sa'd'ın ölmemiş
olduğunu öğrenmesine rağmen Efendimiz'in ağlaması, biraz da Sa'd'ın
İslâm için yaptığı hizmetleri hatırlamış olmasından ileri gelebilir.
Oradakiler, Efendimiz'in ağladığını, inci tanesi gözyaşlarının mübârek
yüzüne ve sakalına döküldüğünü görünce farketmişlerdir. Hastanın
başucunda böyle sessizce gözyaşı dökmenin, keza ölenin arkasından yine
böyle sessizce ağlamanın ve kalben üzülmenin yasak olmadığı hem
Efendimiz ve yanındakilerin bu durumlarından hem de hadisin devamındaki
sözlü açıklamadan anlaşılmaktadır.
Peygamber Efendimiz
böyle zamanlarda kalbin hüznüne ve gözlerin yaşarmasına değil, asıl
ağızdan çıkacak sözlere dikkat etmek gerektiğini bildirmiştir. Acıyla
söylenecek bazı sözlerin azâb vesilesi, sabır gösterip kadere rızâ ve
teslimiyet anlamı taşıyan sözlerin ise rahmet vesilesi olacağını
bildirmiştir. Bu demektir ki, hem ağızdan çıkacak sözlere hem de ses
tonuna dikkat etmek gereklidir.
Hadisten
Öğrendiklerimiz
1. Ölüye üzülüp
sessizce gözyaşı dökmek câizdir.
2. Hastanın yanında
da böyle sessizce ağlanabilir.
3. Hastaları ziyaret
etmek, müslümanın müslüman üzerindeki haklarındandır.
4. Yasak olan ağlamak
değil, bağıra - çağıra ağlamaktır.
5. Peygamber
Efendimiz, her halükârda tebliğ ve ikaz görevini yerine getirmiş ve
böylece mü'minleri ne kadar sevdiğini açıkça göstermiştir.
6. Sahâbîler Resûl-i
Ekrem Efendimiz'i her haliyle izlemeye çalışırlardı. Onunla sevinir,
onunla ağlarlardı.
1668- وعَنْ أبي مالِكٍ
الأشْعَريِّ رضي اللَّه عنْهُ قالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم:
«النَّائِحَةُ
إذَا لَمْ تتُبْ قَبْل مَوْتِهَا تُقَامُ يوْمَ الْقِيامةِ وعَلَيْها
سِرْبَالٌ مِنْ قَطِرَانٍ، ودَرْعٌ مِنْ جرَبٍ»
رواهُ مسلم.
1668.
Ebû Mâlik el-Eş‘arî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ağıtçı, ölmeden
önce tövbe etmezse, kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu
bir gömlek olduğu halde mezarından kaldırılır."
Müslim, Cenâiz 29.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 51
Açıklamalar
Buraya kadar ölü
arkasından yüksek sesle ağlamanın ölen için azâb vesilesi olduğuna dair
hadisleri okuduk. Bu hadis ise, -bu işi ister alacağı para karşılığı
san'at olarak yapsın, isterse özel olarak kendi yakınları için yapsın-
ağıtçının âhiretteki durumunu açıklamaktadır.
Nâiha
kelimesinin sonundaki
yuvarlak tâ harfinin te'nis tâ'sı değil mübalağa tâ'sı olduğu görüşünü
dikkate alarak bu kelimeyi "ağıtçı kadın" diye değil, kadın erkek bu işi
yapan herkesi içine alacak şekilde "ağıtçı" diye tercüme ettik. Ne var
ki, ağıtçılığı daha çok kadınların yaptığı da bir gerçektir. Bu durum
dikkate alınarak nâiha kelimesine "ağıtçı kadın" anlamı vermek de
pek tabiî mümkündür.
Ağıtçının cezası,
yaptığı işe pek uygun olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Öteden beri
yasçıların siyahlara bürünmesi her nedense âdet haline gelmiştir. Bunlar
siyah elbise ve örtüler içinde gelip ölenin başucunda doğru-yanlış ama
mutlaka acıklı, acındırıcı ve dokunaklı sözler söyleyerek oradakilerin
duygularını tahrik ederler. Bu sebeple bu işi âdeta bir meslek gibi icra
eden herhangi bir kadın ölmeden önce tövbe etmezse, kıyamette, üzerinde
katrana bulanmış simsiyah bir elbise ve uyuz hastalığına yakalanmış gibi
rahatsızlık veren bir gömlek giydirilmiş olarak kabrinden kaldırılır ve
mahşerdekilerin önüne getirilir. Ağlarken söyledikleri sözlerle
insanların duygularını tahrik ve onları rahatsız eden bu kadınlar, şimdi
de kendilerini son derece rahatsız eden bir giysi içinde o yaptıklarının
cezasını çekerler. Yani "Suçun cinsinden cezâ" kaidesi burada da
geçerlidir.
Hadîs-i şerîf, bir
taraftan ağıtçının âhirette göreceği cezayı açıklarken bir yandan da bu
cezayı, "ölmeden önce tövbe etmezse" diye tövbesizlik kaydına
bağlamak suretiyle tövbeye teşvik etmektedir. Can boğaza gelinceye kadar
her günahtan tövbe edilebilir. Tövbede aslolan da işlenen günahın kesin
olarak terkedilmesi ve Allah'tan bağışlanma dilenmesidir. Yani bir
anlamda her günahın tövbesi kendi cinsindendir denilebilir. Ağıtçılık
yapanlar da bu yaptıklarını terketmek ve geçmişte yaptıkları için af
dilemek suretiyle tövbe edebilirler ve etmelidirler. Aksi halde âhirette
karşılacakları cezâ meçhul değildir. Hadisimiz o cezayı açık seçik ilan
etmiş bulunmaktadır.
Öte yandan Ebû
Dâvûd'un rivayet ettiği -zayıf olduğuna işaret edilen- bir hadîs-i
şerîfte (Cenâiz 25), Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
ağıtçılık yapan ve onu dinleyen, ona ve yaptığı işe itibar ve iltifat
edip bu kötü âdetin yayılmasına yardımcı olan kadına lânet ettiği
bildirilmektedir. O halde ağıtçıları dinlememek ve onlara iltifat
etmemek, ağıtçı olmayanlara düşen bir görevdir. Böyle bir tavır
geliştirilebilirse, ağıtçılar da ister istemez bu yaptıklarından
vazgeçmek zorunda kalırlar.
Hadisten
Öğrendiklerimiz
1. Ölenin arkasından
bağıra - çağıra ağıt yakmak, ağlamak ve ağlatmak (niyâha) haramdır.
2. Ağıtçılık yapan,
tövbe etmeden ölürse, katrana bulanmış bir elbise ve uyuz gömleği
giydirilmiş olarak kabrinden kalkar.
3. Her günahtan can
boğaza gelinceye kadar tövbe edilebilir.
4.
Günah işlemiş
olmaktan çok,
tövbe etmemekten
korkmak lâzımdır.
1665- وعنْ أُسيدِ بنِ أبي
أُسِيدِ التَّابِعِيِّ عَنِ امْرَأَةٍ مِنَ المُبايعات قَالَتْ :
كَانَ فِيمَا
أخذ علَيْنَا رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، في المعْرُوفِ
الَّذِي أخذَ علَيْنَا أنْ لا نَعْصِيَهُ فِيهِ : أَنْ لا نَخْمِشَ
وَجْهاً، ولاَ نَدْعُوَ ويْلاَ ، ولا نَشُقَّ جيْباً ، وأنْ لا نَنْثُر
شَعْراً . رَواهُ
أبو داوُدَ بإسْنادٍ حسنٍ .
1669.
Üseyd İbni Ebû Üseyd et-Tâbiî'nin, Hz. Peygamber'e biat etmiş
kadınlardan birinden naklettiğine göre o hanım sahâbî şöyle demiştir:
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in ma‘rufta itaat konusunda bizden
aldığı biat içinde, iyilikte kendisine isyan etmeyeceğimiz, felâket
anında yüz tırmalamayacağımız, ah-vah diye vâveyla koparmayacağımız,
yaka-paça yırtmayacağımız ve saç-baş yolmayacağımız sözü de vardı.
Ebû Dâvûd, Cenâiz 25
Üseyd İbni Ebû
Üseyd
Adı, İbni Hacer
tarafından Esîd olarak belirlenen (bk. Tehzîbuüt-Tehzîb, I, 343-344)
Üseyd, genç tâbiîlerdendir. Babasının adı Yezid'dir. Ebû Yusuf (veya Ebû
Sa‘id) künyesiyle bilinen Üseyd, muhtelif tâbiîlerden hadis rivayet
etmiş güvenilir bir râvidir.
Haccac'ın hocası
ve Ömer İbni Abdülaziz'in de vâlilerinden olan Üseyd'in rivayetleri
Buhârî'nin el-Edebü'l-müfred'inde,
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce’nin de Sünen'lerinde yer
almaktadır.
Üseyd, Mansur'un
halifeliğinin ilk yıllarında vefat etmiştir.
Allah ona rahmet
eylesin
1671 numaralı hadis
ile birlikte açıklanacaktır.
1670- وعَنْ أبي مُوسَى رضي
اللَّه عنْهُ أن رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ :
« ما
مِنْ ميِّتٍ يَمُوتُ، فَيَقُومُ باكيهمْ ، فَيَقُولُ : وَاجبلاهُ ،
واسَيِّداهُ أوَ نَحْو ذَلِك إلاَّ وُكِّل بِهِ مَلَكَانِ يلْهَزَانِهِ :
أهَكَذَا كُنتَ ؟ ، »
رَوَاهُ التِّرْمِذي وقال : حديثٌ حَسَنٌ .
« اللَّهْزُ » :
الدَّفْعُ بجُمْعِ الْيَدِ في الصَّدرِ .
1670.
Ebû Mûsa radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ölen herhangi bir
kişinin arkasından ağlayıcılar, ey kendisine dayandığımız, ey efendimiz
vs. diye onu övmeye başladılar mı, adamın başına iki melek
görevlendirilip dikilir ve onu tartaklayarak "Sen böyle biri miydin?"
derler."
Tirmizî, Cenâiz 24
Aşağıdaki hadis ile
birlikte açıklanacaktır.
1671- وعنْ أبي هُريْرةَ رضي
اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
: «
اثْنتَانِ في النَّاسِ هُمَا بِهِمْ كُفْرٌ : الطَّعْنُ في النَّسَبِ ،
والنِّياحَة عَلى المَيِّتِ »
رواهُ مسلم .
1671.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsanlar arasında
iki âdet vardır ki bunlar küfür dönemi âdetidir: Nesebe sövmek, ölüye
yüksek sesle ağlamak."
Müslim, İmân 121;
Cenâiz 29. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıbü'l-ensâr 27; Tirmizî, Cenâiz 33
Açıklamalar
Birinci hadis,
biraz yukarıda geçen 1665 numaralı hadiste Ümmü Atiyye tarafından genel
bir ifade ile bildirilen "ölünün arkasından yüksek sesle ağlamama"
sözünün, neleri içine aldığını göstermektedir. Çünkü burada sayılan yüz
tırmalamak, ah-vah edip vâveyla koparmak, yaka-paça yırtmak ve saç-baş
yolup dağıtmak niyâha esnasında yapılan fiillerdir.
Bu hadiste ismi
verilmeyen sahâbî hanımın bu açıklaması, Ümmü Atiyye'nin verdiği bilgiyi
detaylandırıp desteklemektedir.
İkinci hadis
ise, ölen bir kimsenin aşırı birtakım nitelendirmelerle övülmesi
sonucunda görevli iki melek aracılığı ile itilip kakılarak o övgülere
lâyık olup olmadığı sorulmak suretiyle azâb edildiğini bildirmektedir.
Bu hadîs-i şerîf de 1666 numaralı rivayette Abdullah İbni Revâha'nın
söylediklerinin hem kaynağını hem de biraz daha açıklık kazandırılmış
şeklini ortaya koymaktadır. Abdullah İbni Revâha hazretleri, kendisinin
geçirdiği sorgulamayı yansıtan o sözüyle, Peygamber Efendimiz'in bu
hadiste verdiği bilgiyi yansıtmış olmaktadır.
1582 numara ile
"Nesebe Sövme Yasağı" konusunda geçmiş olan üçüncü hadise
gelince, şimdiye kadar ölünün arkasından yüksek sesle ağlama işinde
kendisine ağlananlar ile ağlayanların durumları anlatılmıştı. Bu hadiste
ise, olayın temel niteliği, yani ölüye yüksek sesle ağlamanın bir
Câhiliye âdeti olduğu bildirilmektedir.
Hadiste geçen "küfr"
kelimesi, Müslim'deki rivayetin (Cenâiz 29) açıkça ortaya koyduğu gibi,
"Câhiliye işi (emrü'l-câhiliyye)" anlamındadır. İmandan çıkmak
anlamında değildir. Esasen Ehl-i sünnet'in anlayışına göre herhangi bir
haramı helâl saymadıkça, o yasağın çiğnenmesi insanı imandan çıkarmaz.
Öte yandan aynı
değerlendirme, Buhârî'de (Menâkıbu'l-ensâr 27), hılâli'l-câhiliyye
şeklinde ve Abdullah İbni Abbas'ın ifadesi olarak geçmektedir. Bu da
küfür kelimesiyle Câhiliye âdetinin kastedildiğini ortaya koymaktadır.
Peygamber Efendimiz
hadisimizde genel bir belirleme yapmakta ve insanlar arasında sahih
nesebe kötü söz söyleyip saldırma ve ölüye yüksek sesle ağlama âdetinin
İslâm öncesi dönemden beri süregeldiğine dikkat çekmektedir. Bu ifade
tarzından bu iki konu üzerinde ciddiyetle durmak gerektiği
anlaşılmaktadır.
Hadislerden
Öğrendiklerimiz
1. Ölünün arkasından
bağıra çağıra ağlamak, Hz. Peygamber tarafından alınan bîatlara konu
olmuş ciddî yasaklardandır.
2. Ölü hakkındaki
aşırı övgüler, onun "sen böyle biri misin?" diye sorgulanıp
azarlanmasına vesile olur.
3. Niyâha Câhiliye
döneminin kötü âdetlerindendir.
4. Ağıtçılara değer
vermek, ağıtçılığın yaygınlaşmasına yardımcı olmak demektir.
|