304- باب النهي عن التطيّر
فيه الأحاديث السابقة في الباب قبله.
UĞURSUZLUĞA İNANMA
YASAĞI
Hadisler
1678- وعنْ أنَسٍ رضي اللَّه
عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :
« لا
عَدْوَى ولا طِيَرَةَ ويُعْجِبُنى الفألُ »
قالوا
: ومَا الْفَألُ ؟ قَالَ :
« كَلِمةٌ طيِّبَةٌ »
متفقٌ عليه .
1678.
Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hastalığın
kendiliğinden bulaşması yoktur. Uğursuzluk da yoktur. Ben hayra yormayı
yeğlerim." Sahâbîler:
- Hayra yorma (tefe'ül)
nedir? dediler.
- "Güzel, olumlu
sözdür" buyurdu.
Buhârî, Tıb 19, 43-45; Müslim, Selâm 102, 107, 110, 114, 116. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Tıb 24; İbni Mâce, Mukaddime 10, Tıb 43
1681 numaralı hadis
ile birlikte açıklanacaktır.
1679- وعَنْ ابْنِ عُمَرَ
رضي اللَّه عَنْهُما قَالَ : قَالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم :
لا عَدْوى وَلا طِيَرَةَ ، وإنْ كَان الشُّؤمُ في شَىْءٍ ، فَفي الدَّارِ ،
والمَرْأةِ وَالفَرَسِ »
متفقٌ عليه .
1679.
İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hastalığın
kendiliğinden bulaşması yoktur. Uğursuzluk da yoktur. Eğer bir şeyde
uğursuzluk olacak olsaydı evde, kadında ve atta olurdu."
Buhârî, Cihâd 47, Nikâh 17, Tıb 43. 54; Müslim, Selâm 115-120. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Tıb 24; Tirmizî, Edeb 58; Nesâî, Hayl 2; İbni Mâce, Nikâh
55
1681 numaralı hadis
ile birlikte açıklanacaktır.
1680- وعَنْ بُريْدةَ رضِيَ
اللَّه عَنْهُ أنَّ النبيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كَانَ لا
يتطَيَّرُ . رَواهُُ أبُو داود بإسنادٍ صحيحٍ .
1680.
Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem uğursuzluğu kabul etmezdi.
Ebû Dâvûd, Tıb 24.
Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 257, 304, 319, V, 347
Aşağıdaki hadis ile
birlikte açıklanacaktır.
1681- وَعنْ عُرْوَةَ بْنِ
عامِرِ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ :
ذُكِرتِ
الطَّيَرَةُ عِنْد رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فقَالَ :
أحْسَنُهَا الْفَألُ ، وَلا تَرُدُّ مُسْلِماً ، فَإذا رأى أحَدُكُمْ ما
يَكْرَه ، فَلْيقُلْ : اللَّهُمَّ لا يَأتى بالحَسَناتِ إلاَّ أنتَ ، وَلا
يَدْفَعُ السَّيِّئاتِ إلاَّ أنْتَ ، وَلا حوْلَ وَلا قُوَّةَ إلاَّ بك »
حديثٌ صَحيحٌ رَوَاهُ أبو داودُ بإسنادٍ صَحيحٍ .
1681.
Urve İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in huzurunda uğursuzluktan söz edildi.
Bunun üzerine:
"En güzeli hayra
yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin.
Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman; "Allahım!
İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri yalnız sen giderirsin.
Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak senin yardımınla
kazanılabilir" diye dua etsin, buyurdu.
Ebû Dâvûd, Tıb 24.
Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II. 387, III, 349
Urve İbni Âmir
el-Kureşî ve
el-Cühenî nisbeleriyle anılan Urve'nin sahâbî mi tâbiî mi olduğu
konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. İbni Hıbbân tâbiîdir derken
İbnu'l-Esîr, sahâbî olduğunu kaydetmektedir. Nevevî de onu sahâbî olarak
değerlendirmiştir.
Hakkındaki bu
görüş ayrılığı sebebiyle Hz. Peygamberden yaptığı rivayetlerin mursel
olduğu kabul edilmektedir. Rivayetleri Sünen sahipleri tarafından
nakledilmiştir. Hakkında başkaca bilgi bulunmamaktadır.
Allah ondan razı
olsun.
Açıklamalar
Konumuzla doğrudan
ilgisi bulunmayan advâ, hastalığın kendiliğinden, durup
dururken bir başkasına bulaşması, sirâyet etmesi demektir. Allah Teâlâ
dilemedikçe hastalığın bizâtihi sirâyet etmesi mümkün değildir. Bunun
böyle olması, hastalıklardan korunma tedbirlerinin alınmasının gereksiz
olduğu anlamına asla gelmez. Allah dilerse, ne kadar tedbir alınırsa
alınsın yine de hastalık sirâyet eder. Hatta büyük harcama ve yatırımlar
yapılmasına, dünyanın imkânının seferber edilmesine rağmen hastalığın
bulaşması önlenemeyebilir. Yine Allah dilerse, hiç bir tedbir almayan
kimseye hastalık bulaşmaz. Meselenin temelde kimin iradesine bağlı
olduğunu bilmek başka şey, kendine düşeni yapıp alabileceği tedbiri
almak başka şeydir. "Ben şu tedbiri aldım da o beni korudu" demek ise,
daha başka bir şeydir. Burada işte böyle demenin yanlışlığına dikkat
çekilmektedir. Her şey Allah'ın dilemesine bağlıdır.
"Bulaşıcı bir
hastalığa yakalanmış olan ilk canlıya o hastalığı kim bulaştırdı?"
sorusu, Peygamber Efendimiz'in "Hastalığın kendiliğinden sirâyeti
yoktur" beyanının anlaşılmasını kolaylaştıracak bir sorudur. Nitekim
vebâ hastalığı için Efendimiz'in önerdiği karantina kuralı da bu hususu
iyice anlaşılır kılmaktadır. "İçinde bulunmadığın bir yerde vebâ
hastalığı görülürse, (bana bir şey olmaz, tedbirimi alırım diyerek) sen
oraya girme; bulunduğun yerde zuhur ederse, (mutlaka hastalanırım
korkusuyla) orayı terketme!" (Ahmed İbni Hanbel, Müsned I,
192).
Dikkat edilecek
olursa, bu hadislerde hastalıkların bulaşma kabiliyetleri ve sirâyet
olayları reddedilmiyor, bunun Allah'ın iradesi dışında kendiliğinden
olacağı inancı red ve tashih ediliyor. İlaçlar nasıl tedâvide birer
araçtan ibaret olup şifâ Allah'tan ise, hastalıkların yayılması da
Allah'ın iradesiyle cereyan eder. Aynı ilaçlar bir hastanın iyileşmesine
vesile olurken bir başka hastada aynı veya benzer bir iyileşmeye sebep
olmadığı, hatta bazı hastaları olumsuz etkilediği de bilinen
gerçeklerdendir. Demek ki, vasıtaların ve tedbirlerin ötesinde onları
geçerli ya da geçersiz kılan bir küllî irade vardır. İşte müslüman o
iradeyi gözardı etmeyecektir. Çünkü iman, bu iradenin farkında olmak
suretiyle yaşatılabilir.
Aynı durum,
tıyere, tetayyür diye ifade edilen uğursuzluk, uğursuz sayma
olayında da söz konusudur. Esasen uğursuzluk diye bir şey yoktur.
Asıl uğursuzluk, uğursuzluk vehmine kapılmaktır. İnsanlar, tarih
boyu bir çok şeyi iyiye veya kötüye yormuşlardır. Bir şeyi ve olayı
kötüye yormak ve o kötü yorumun tutsağı olmak dinimizce reddedilmiştir.
Önceki konuda da geçtiği gibi kuş ötmesini, kuşların sağa sola
uçuvermesini, karşısına çıkan hayvanları, onların isimlerini birtakım
istenmeyen sonuçların habercisi gibi yorumlayıp yapacağı işten geri
durmak, sağlam bir Allah inancına sahip olan insanların yapacağı bir şey
değildir. Bu sebeple Efendimiz kesin olarak "lâ tıyerete =
Uğursuzluk diye bir şey yoktur" buyurmuştur. Üçüncü hadiste
belirtildiği üzere kendisi de hiçbir zaman hiçbir şeyi uğursuz
saymamıştır. Her konuda olduğu gibi bu meselede de onun sözü ile fiili
tam bir uyum içindedir.
İkinci hadiste
"Şayet uğursuzluk diye bir şey olacak olsaydı, evde, kadında ve atta
olurdu" buyurması, uğursuzluk diye bir kavram gerçek olsaydı,
insanların uzun süre içinde yaşadıkları, beraber oldukları ve
faydalandıkları mesken, hanım ve at gibi kendilerine en yakın nesnelerde
onunla karşılaşmaları düşünülebilirdi anlamındadır. Evde, kadında ve
atta uğursuzluk vardır demek değildir. Efendimiz'in bu beyanı,
insanların en çok uğursuzluk vehmettikleri üç nesne konusundaki genel ve
yaygın kanıyı ortaya koyup bunun asılsız olduğunu anlatmak maksadına
yönelik bir açıklamadır.
"Âlemlere rahmet
olarak gönderilmiş" olan Peygamber Efendimiz'in uğursuzluk vehimleri
ve isnadlarıyla geçirecek zamanı yoktu. O, her sıkıntılı durumdan
kurtuluş yolunu göstermek suretiyle âleme yönelik rahmet elçiliğini
yerine getirmiştir. Uğursuzluk konusunda da "Ben fâl-i hayri, iyiye
yormayı yeğlerim" buyurarak genel eğilimini belirtmiştir.
Öte yandan
dördüncü hadiste açıkca görüldüğü gibi uğusuzluk düşünce ve
söylentileri kendisine arzedilince, "Bütün bunların en güzeli ve
doğrusu hayra yormadır. Uğursuzluk vehmi, hiçbir müslümanı teşebbüsünden
vazgeçirmesin" uyarısında bulunmuş, ardından da, her şeye rağmen bu
tür duygulardan yakasını kurtaramayanlar olursa onlara da çözüm yolunu
şu ifadeleriyle göstermiştir: "Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey
gördüğü zaman; ‘Allahım! İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri
yalnız sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak
senin yardımınla kazanılabilir’ diye dua etsin."
Fâl-i hayr,
hayra yorma, uğurlu sayma veya tefe'ül, bu tür durumlarda müslümanın
başvurabileceği yol ve yöntemdir. Meselâ bir hastanın, kendisine "Sâlim"
diye seslenilmesini, sıhhate kavuşacağı ile yorumlaması, henüz hacca
gitmemiş birine "hacı" denilmesini hacı olacağı şeklinde anlaması birer
hayra yorma, tefe'üldür. Peygamber Efendimiz, bir türlü
sonuçlandırılamayan Hudeybiye anlaşması olayında müşrikler adına Süheyl
İbni Amr'ın temsilci olarak geldiğini görünce, onun ismindeki kolaylık
mânasından tefe'ül ederek, "İşimiz kolaylaştı demektir" buyurmuştur.
Halkımızın çoğu olayda, "Söyleyene bakma, söyletene bak!" demesi de bir
hayra yormadır.
Teşe'üm
yani kötüye
yorma, uğursuzluğa hükmetme nasıl insanı ruhî bakımdan ortada hiç bir
şey yokken bunaltır, ümidini, şevkini, iş yapma azmini kırarsa; tefe'ül
yani hayra yorma da henüz ortada bir şey olmasa bile, insana bir aşk -
şevk verir, ruhî bir inşirâh ve açılıma kavuşturur. Bu da hayatı daha
anlamlı kılar, yaşama sevincini artırır. Bu bile başlı başına bir
canlılık ve olumluluktur.
Diğer taraftan
Peygamber Efendimiz'in "güzel kelime, olumlu yorum" diye
açıkladığı fâl-i hayr'ı yeğlemesi ve bize onu salık vermesi, tefe'ülün
temelinde Allah Teâlâ'ya hüsnüzan beslemek anlamı bulunduğu içindir.
Uğursuzluğa karşı çıkması da ortada kesin bir delil bulunmamasına rağmen
Allah Teâlâ hakkında suizanda bulunmak mânasına geldiğindendir. Bu da
bize bir ölçü vermektedir: Hayatta insanlar ve olaylar hakkında daima
hüsnüzan beslemek lâzımdır. Çünkü suizandan sorumlu tutuluruz ama
yanılmış olsak bile hüsnüzanda bulunmaktan dolayı sorumlu tutulmayız.
Bütün kaybımız iyi niyetimiz sebebiyle yanılmış olmaktan ibaret kalır.
Fakat, haksız yere bir kimse hakkında suizanda bulunursak, eninde
sonunda bunun hesabını vermek zorunda kalırız.
Hadislerden
Öğrendiklerimiz
1. Hastalığın
kendiliğinden sirâyeti olmadığı gibi uğursuzluk da yoktur.
2. Bazı şeylerin
uğursuzluğuna inanmak yasaklanmıştır.
3. Hurâfe ve bâtıl
inanışların bir kısmı uğursuzluk temeline dayanır.
4. Her zaman her
konuda Allah'ın dilediği olur. Kul tedbirini almalı ama sonucu Allah'tan
bilmeli ve beklemelidir.
5. Uğursuzluk
vehimleri içinde kıvrananlara dinimiz, tefe'ül (hayra yorma), istihâre
namazı ve duasını tavsiye etmiştir.
6. Hz. Peygamber hiç
bir şeyi uğursuz saymamıştır.
7. Müslüman,
vehimlerle değil Kitap ve Sünnet gerçekleriyle hareket etmeli, hüsnüzan
sahibi olmaya özen göstermelidir.
|