Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona
müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî,
aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi
Abdullah'tır.
Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in
kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının
yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle
taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b.
Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten
kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet
edenlerden biriydi.
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu
anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence
kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda,
Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar
ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara
iman edinceye kadar böylece kalacaksın."
Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar,
nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat
dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu
durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).
O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara
sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rızık Allah'a aittir.
Öldürmek ve yaşatmak Allah'ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put
ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayırmak
iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve
diriltmenin Allah'a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu,
Allah'ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda
gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün
olmadığını biliyordu. Bilâl, rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız
Allah'tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu.
İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b.
Nevfel,
"Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. " der, sonra
da müşriklere dönerek: "Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize
örnek alırız." derdi (İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).
Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk
çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di.
Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül
hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere
katlanabiliyordu.
Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen
Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; "Onun
ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir"
demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) ona şu cevabı vermişti:
"Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin
dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver." Ümeyye bu teklifi kabul edip
öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Başka bir rivayette
Hz. Ebu Bekr'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn
Sa'd, Tabakat, III, 232).
Bilâl'i Resulullah'ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl
işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah'ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû
Bekir'e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar.
Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer şöyle der:
"Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti.
"(İbnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).
Bilâl daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine'ye hicret
etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında
kardeşlik oluşturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardeş
ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl,
Hz. Ömer devrinde Şam'da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan
hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234).
Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'ın müezzini olarak tanınmaktadır.
Ve sık sıkezanı Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki " " (Namaz
uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah "Bilâl, bu ne
güzel söz!" diye onu tasvip etmişti. (Avnu'l-Ma'bud, Şerh Ebû Dâvud,
III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'ın bütün gazalarına
katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve
işkenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: "İşte küfrün
başı!.." Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun
ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem
Mekke'nin fethi ardından Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i
yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, bu vakayı şöyle nakleder ve der ki:
"Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek
tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha
da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar,
sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti.
İlk giren bendim. Bilâl, kapının arkasındaydı. Bilâl'e Resulullah'ın nerede
namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah
Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum." (Buhârî, Meğâzî,
49).
Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini
Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn
Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefatı üzerine, ona karşı büyük
bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda
kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz.
Bilâl ona şöyle demişti: "Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak
istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında
alıkoy!" Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: "İstediğin yere git!..."
Resulullah'ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam'a
gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katıldı
(İbn Sa'd, Tabakat III,238).
Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat
devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı
yılda Suriye ve Filistin'e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak
Câbiye'ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal
şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmişti.
Hz. Ömer, burada, Resulullah'ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl'den ezan
okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan
okumuştu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz,
Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak,
gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar.
Bilâl'in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs'ü
teslim alma sırasında Hz. Ömer'den başka Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b.
Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse
bulunuyordu.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden
Bilâl,
"Havlan" kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde
yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldıktan sonra bir gece
rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti:
"Beni ziyaret etmeyecek misin?" Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını
tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i
Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdiği
günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin
Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl,
(r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan
okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış
gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci
şehadetten sonra Resulullah'ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar
okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden
dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine'ye, risalet devrini bütün
canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların
Resul-u Ekrem'e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl'in sesi idi.
Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken
vefat etti. Dımaşk'ın Bâbü's-Sağîr tarafına defnolundu. (İbn Sa'd, Tabakat,
III, 238; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).
Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını,
sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun
hastalığını gören zevcesi, teessüründen "ah ne acı" dedikçe, Bilâl: "Oh! ne
tatlı!." diyor ve ekliyordu: "Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla
buluşacağım." diyordu.
Bilâl-i Habeşî, İslâm'ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve
kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan olduğunu ve
İslâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve
ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u
Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'ın meclislerinde daima hazır
bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah'dan ayrılmazdı. Hz.
Peygamber'in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her
şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah'ın evinin
ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.
Hz. Bilâl'in doğruluk ve ahlâkı, İslâm'a bağlılığı bütün
çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık
o, siyahî bir köle değil, ashab'ın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin
yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.
Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün
sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III,
238-239).
Ahmed AĞIRAKÇA