Kütübü Sitte


İKİNCİ FASIL

 

KABZEDİLMEYEN SATIŞA DAİR

 

ـ1ـ عن ابن عمر رضى اللّه عنهما قال: قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]مَنِ اشْتَرَى طَعَاماً فَ يَبِعْهُ حتّى يَسْتَوْفِيَهُ[. أخرجه الستة إ الترمذى .

 

1. (220)- İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:

"Bir yiyecek satın alan kimse, onu kabzetmeden önce satamaz"[1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadiste, malın kabzedilip, satıcıdan tamamen devralınmasından önce satılması yasaklanmaktadır. Bu mevzuda da âlimler başka rivayetleri de göz önüne alınca bazı ayrılıklara düşmüşlerdir. Şöyle ki: Ebu Hanîfe "Akar hâric, başka şeylerin hepsinde caiz değildir" der. İmam Şâfiî, "Satılan mal devralınmadan satılamaz" der. Onun için akar, yiyecek, menkul, nakd hepsi birdir. İmam Mâlik ve diğer bazıları: "Yiyecekte câiz değildir, başka mallarda câizdir" demiştir. "Mekîl ve mevzun olanlar yani kile ile ölçülenlerle terazi ile tartılanlarda caiz değil, öbürlerinde caizdir" diyenler de olmuştur.

Unutmayalım, her görüş sahiblerinin şer'î delilleri mevcuttur. Farklılıklar dinimizin farklı şartlara göre getirdiği ruhsat ve kolaylığı, Şâri-i Rahimin kullar karşısındaki rahmetini gösterir. Zîra Resûlü Ekrem: "ümmetimin ihtilafı rahmettir" müjdesini vermiştir.

2- Malın kabzedilmesine gelince, kabz'ın eşyaya, şartlara göre değişik şekillerde gerçekleşeceği belirtilmiştir. Hattabî özetle şunları söyler: "Kabz eşyanın cinsine ve halkın âdetlerine göre farklılıklar arzeder. Bâzan satılan eşyayı (mebî) satın alanın eline koymak sûretiyle olur. Bâzan müşteri ile mal arasındaki mânianın tahliyesi ile (arsa gibi) olur. Bâzan malın yerinden götürülmesi ile olur. Bâzan kîle ile ölçülenlerin kileye vurulmasıyla olur. Göz kararıyla toptan satılanlarda kabz, yerini değiştirmekle, bir başka mekâna taşınmakla olur. Bir malı kile ile ölçüp satın alan kimse yeniden ölçmeden, ilk ölçümü ile satmak isterse caiz değildir. İkinci sefer ölçerek satmalıdır."[2]

 

ـ2ـ وفي أخرى: حتّى يَقْبِضَهُ قال: وَكُنَّا نَشْتَرِى الطَّعاَمَ من الرُّكبَانِ جُزافاً فنهاناَ رَسُولُ اللّهِ # أنْ نَبِيعَهُ حَتَّى نَنْقَلَهُ مِنْ مَكَانِهِ.»الجزاف« المجهول القدر: مكي كان أو موزوناً .

 

2. (221)- Bir diğer rivayette: "... malı kabzedinceye kadar" ziyadesi vardır. İbnu Ömer der ki: "Biz hayvanla gelenlerden tartmadan göz kararıyla yiyecek satın alırdık. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) satın aldığımız bu şeyleri başka yere naklederek yerini değiştirmeden satmamızı yasakladı"[3]

 

ـ3ـ وعن حكيم بن حزام رضى اللّه عنه قال: ]قلتُ ياَ رَسُولُ اللّه: إنَّ الرَّجُلَ ليأتِينِى فيُريدُ منِى البيعَ، وليسَ عندِى ما يَطلبُ؛ أفأبيعُ منه: ثم أبْتَاعُهُ مِنَ السُّوقِ؟ قال:  تَبِعْ ما لَيْسَ عِنْد َكَ[. أخرجه أصحاب السنن .

 

3. (222)- Hakîm İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Ey Allah'ın Resûlu dedim, bana gelip, birşeyler almak isteyenler oluyor. Halbuki istenen şey bende yoktur. Bu durumda bilâhere çarşıdan satın alarak teslim etmek üzere istenen şeyi satayım mı?"

" Hayır dedi, yanında mevcut olmayan şeyi satma."[4]

 

AÇIKLAMA:

 

Âlimler bu yasağın daha ziyade ayn (cemi'a'yân gelir) denilen hâricen mevcut muayyen müşahhas olan -bir kitap, bir ev, bir at, bir miktar para... gibi- eşya ile alâkalı olduğunu söylemişlerdir. Bu çeşit mallar akit sırasında mülkünde veya taht-ı tasarrufunda değilse satışı yasaktır. Kaçmış kölenin satışı, henüz kabzedilmemiş bir mebî'in (satın alınmış malın) satışı, kafesten kaçmış bir kuşun satışı, bir başkasına ait malın sahibinin izni olmadan satışı gibi. Başkasının malını satma yasağı, sahibinin izin verip vermiyeceği bilinmediği içindir. Şâfiî (rahimehullah) bu görüştedir. Mâlik, Ebu Hanîfe'nin ashabı ve Ahmed İbnu Hanbel hazerâtı (rahimehümullah) sahibinin iznine bağlı olarak başkasının malından satılabileceğini söylemişlerdir.

Satış sırasında mevcut olmayan şeyin satılmasıyla ilgili yasak daha ziyade aynî eşya ile alâkalıdır, değilse, Bağavî'nin Şerhu's-Sünne'de açıkladığı üzere Bey'us-Sıfat bu yasağa girmez.

Bey'us-Sıfat tâbiriyle selem kastedilir. Zîra, selem akdi sıfatları belirlenmiş malın bu sıfatlara uygun şekilde, tâyin edilen vakti gelince teslim edilmek üzere yapılan satışıdır. Bu satış "ayn"ın değil "sıfat"ın satışı olmaktadır.[5]

 

ـ4ـ وعن ابن عباس رضى اللّه عنهما قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ # أن يَبِيعَ الرجلُ طعاماً حتى يَسْتَوْفِيَهُ. قال طاوس: قلتُ بن عباسٍ: كيفَ ذلِكَ؟ قال: ذاكَ دَرَاهِمُ بِدَرَاهمَ، والطعامُ مُرْجَأ[. أخرجه الخمسة .

 

4. (223)- İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kimsenin, yiyecek maddesini tam olarak kabzetmiş olmadan satmasını yasakladı. Tâvus der ki: "İbnu Abbas'a

"Bu nasıl olur?" diye sordum da bana şu cevabı verdi:

"Bu dirhemlerin dirhemlerle alınıp satılmasıdır, yiyecek maddesi ise tehir edilmiştir."[6]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada yasaklanan alım-satım muamelesi şöyle: Bir şahıs diğerinden 100 dinara yiyecek satın alır. Ve 100 dinarı satıcıya peşin öder, ancak malı teslim almaz. Mal satıcının elinde gecikir. Sonra malı bu yeni sahibi bir başkasına mesela 120 dinara satar. Böylece ortaya dinin ruhuna uymayan bir satış şekli çıkmış olmaktadır: Parayla para kazanmak. Bu ise ribâ'dır ve haramdır. İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu şekli önlemek ve bu tarzın açacağı suistimalleri bertaraf etmek için satın alınan malın kabzedilmeden satılmasını yasaklamıştır.[7]

 

ـ5ـ وعن سليمان بن يسار رضى اللّه عنه قال: قالَ أبو هريرة رضى اللّهُ عنه لمروان بن الحكم: ]أحلَلْتَ بَيْعَ الربَا؟ فقال مافَعَلْتُ. فقال أبو هريرة: أحلَلْت بَيْعَ الصَكاكِ، وقَدْ نَهى رَسُولُ اللّهِ # عن بيعِ الطعامِ حتى يُسْتَوْفَى فخطب مروانَ فنهى عن بيعهِ قال سليمان: فنظرتُ إلى حرسٍ يأخذُونهَا من أيدِى الناسِ[. أخرجه مسلم .

 

5. (224)- Süleyman İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Mervân İbnu'l-Hakem'e:

- Sen faiz ticaretini helâl kıldın dedi. Mervan:

- Ne yapmışım? diye sordu. Ebu Hüreyre tekrar:

- Sen sened satışını helâl addetmişsin. Halbuki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), tam olarak kabzedilmezden önce yiyecek satışını yasakladı, dedi. Râvi der ki:

"Bu konuşma üzerine Mervan halka hitab ederek sened satışını yasakladı." Süleyman ilâve etti:

"Ben muhafızların bu senedleri, halkın elinden topladıklarını gördüm."[8]

 

AÇIKLAMA:

 

Sened diye tercüme ettiğimiz tâbirin aslı sakk'dır, borç senedi, mahkeme hücceti mânalarına gelir. Burada, âmir tarafından memura verilen maaş senedidir. Bu senede: "Filana şu kadar zahîre veya para verilsin" diye yazılmıştır. Senedi alan orada yazılı olan şeyleri tesellüm etmeden başkasına satardı. İşte bu muâmele yasaklanmış olmaktadır.[9]

 

ـ6ـ وعن ابن عمر رضى اللّهُ عنهما قال: ]كنا مَعَ رسُولِ اللّهِ # في سَفرٍ فكنتُ على بَكْرٍ صَعْبٍ لِعُمَر فكانَ يَغْلِبُنِى فَيَتَقدَّمُ أمامَ الْقَوْمِ فيزجرُهُ عمرُ

فيردُّهُ ثُمَّ يتقدمُ فيزْجُرُهُ ويقولُ لِى أمْسِكْهُ  يتقدَّمُ بين يَدَىْ رسُولِ اللّهِ #. فقال له رسول اللّهِ # بِعْنِيهِ يَا عُمَرُ. فقال هُوَ لَكَ يَا رَسُولُ اللّهِ فَبَاعَهُ منهُ. فقال لِى رَسُولُ اللّهِ # هُوَ لكَ يَا عَبدَاللّهِ فاصْنَعْ بِهِ مَا شِئْتَ[. أخرجه البخارى .

 

6. (225)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le beraber bulunuyorduk. Ben Hz. Ömer'e ait, yüke yeni alıştırılan henüz zabtı zor bir devenin üzerindeydim. Deve dik başlılık edip cemaatin önüne önüne giderdi. Babam Ömer (radıyallahu anh) devenin bu davranışından üzülür, onu tekrar geriye atardı. Bana da:

"Devene sâhib ol, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın önüne geçmesin" derdi. Sonunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

- Ey Ömer, onu bana sat dedi.

- Pekâla o senin olsun ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Böylece deveyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ondan satın almış oldu. Sonra da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana dönerek:

"Ey Abdullah, deveyi sana bağışladım, artık o senindir, onu istediğin gibi kullan" dedi.[10]


 

[1] Buhârî, Büyû: 49, 51, 54, 55, Hudud: 42; Müslim, Büyû': 29, 35, 40, 41, (1525-1526-1528-1529); Nesâî, Büyû: 55, (7, 286-287); Ebu Dâvud, Büyû: 67 (3492); Tirmizî, Büyû': 56 (1291); Muvatta, Büyû: 40, (2, 640-641); İbnu Mâce, Ticarât: 37, (2226); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/30.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/30-31.

[3] Müslim, (1527); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/31.

[4] Nesâî, Büyû: 60, (7, 289), Ebu Dâvud, Büyû': 70 (3503); Tirmizî, Büyû: 19, (1232); İbnu Mâce, Ticarât: 20, (2187); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/31.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/32.

[6] Beş kitap'ta da tahriç edilmiştir. 220 numaralı hadisle aynı bablarda zikredilmiştir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/32.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/32-33.

[8] Müslim, Büyû: 40 (1528); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/33.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/33.

[10] Buhârî, Büyû: 47, Hibe: 25; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/34.