ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كاَنَ رسولُ اللّه # إذَا غَزَا قالَ:
اللَّهُمَّ أنْتَ عَضُدِى وَنَصِىرِِى. بِكَ أحُولُ وَبِكَ أصُولُ وَبِكَ
أقَاتِلُ[. أخرجه أبو داود والترمذى .
1. (1033)-
Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
gazve yaptığı zaman:
"Ey Rabbim sen benim destekcim ve
yardımcımsın. Senin sayende çâre düşünür, senin sayende saldırır, senin
sayende mukâtele ederim" derdi. [Tirmizî, Da'avât 132, (3578); Ebu Dâvud,
Cihâd 99, (2632).]
ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ رسولَ اللّه # كانَ هُوَ
وَجُيُوشهُ إذَا عَلوُا الثّنَايَا كَبَّرُوا، وَإذَا هَبَطُوا سَبَّحُوا
فَوُضِعَتِ الصََّةُ عَلى ذلِكَ[ .
2. (1034)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ve askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça tekbir
getirirler, inişe geçince de tesbihte bulunurlardı. Namaz dahi buna göre
vazedildi." [Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2595).]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, sefer sırasında yolun durumuna
göre Hz. Peygamber 'in farklı zikirlerde bulunduğunu belirtmektedir:
Yamaçlarda tekbir, yâni Allahu ekber demek, inişlerde tesbih, yâni
sübhânallah demek gibi. Rivâyet, ayrıca namazdaki tekbir ve tesbihlerin de
buna benzeyerek namazda yer aldıklarını belirtmektedir.Yani rükû ve secde
hallerine tesbih, rükû ve secdeden doğrulurken tekbir getirilmektedir.
ـ3ـ وعن سلمة بن ا‘كوع رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ: ]أمَّرَ عَلَيْنَا رسولُ
اللّه # مَرَّةً أبَا بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في غَزَاةٍ فَبَيَّتْنَا
أُنَاساً مِنَ المُشْرِكِينَ فَقَتَلَهُمْ فَقَتَلْتُ بِيَدِى تِلْكَ
اللَّيْلَةَ سَبْعَةً، هُمْ أهْلُ أبْيَاتٍ، وَكَانَ شِعَارُنَا: يَا مَنْصُورُ
أمِتْ أمِتْ[. أخرجه أبو داود .
3. (1035)-
Seleme İbnu'l-Ekvâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i
komutan tayin etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık.
Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar,
farklı âilelerdendi. O gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören) öldür,
öldür!" idi." [Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2596), 102, (2638).]
AÇIKLAMA:
Ebu Dâvud, bu rivayeti "parola" ile ilgili bir
babta zikreder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, sefere
çıkıldığında, her grubun bir komutanı, bir sancağı olduğu gibi müstakil bir
de parolası olurdu. Bu parola ile, bilhassa gece vakti birbirlerini
tanırlardı. Hadislerde parola, "şiâr" kelimesiyle ifade edilmiştir.
Hz. Ebu Bekir'in komutan tayin edildiği bu
seferde parola "emit emit ya Mansur!" olmuştur. Emit, öldür demektir.
Mansûr, tefeül maksadını güder, zafere ulaşmış mânasında ve asıl muhatap
askerlerdir. Ancak, gerçek öldüren Allah olması hasebiyle muhatabın Allah
olduğu ve ibârenin şu mânaya te'vil edilmesi gerektiği de söylenmiştir: "Ey
yardımcı (Nâsır)! düşmanı öldür."
ـ4ـ وعن المُهَلّب ]عَمَّنْ سَمِعَ النَّبىَّ # يَقُولُ: إنْ بَيَّتَكُمُ
الْعَدُوُّ فَقُولُوا حم َ يُنْصَرُون[. أخرجه أبو داود والترمذى .
4. (1036)-
Mühelleb İbnu Ebî Sufre (rahimehullah) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
dinleyen birisinden, Efendimiz'in şöyle söylediğini naklediyor: "Düşman size
gece baskını yaparsa
حم َ يُنْصَرُونَ Hâ-
mim La yunsarûn deyin". [Tirmizî, Cihâd 11, (1682); Ebu Dâvud, Cihâd 78,
(2597).]
AÇIKLAMA:
Burada âni baskın yapan düşman karşısında
söylenmesi gereken parola belirtiliyor.
حم َ يُنْصَرُونَ ibaresinin bir dua
olmayıp, haber olduğu belirtilir. Şayet "yardım görmesinler!" mâ8nasında
dua olsa idi
َ يُنْصَرُوا şeklinde cezm halinde
olması gerektiği belirtilir. Bu bir ihbar olduğuna göre mana şöyle
olmalıdır: "Vallahi onlar yardım görmeyecekler!"
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'tan yapılan
bir rivayete göre Hâ Mim, Allah'ın isimlerinden biridir ve sanki düşmanın
yardım görmeyeceğini kasemle ifade etmektedir. Hâ-Mim'in Allah'ın ismi
olmasına itiraz edilmiş ve "zira, denmiştir, bunu te'yid eden başka rivayet
mevcut olmadığı gibi, Allah'ın bütün isimleri açık bir mâna taşıdığı halde,
bunun iki harfe ünvan olmaktan başka mânası yoktur." Ancak, bu itiraza
bunların bazı ilahî isimlere alem olduğu belirtilerek cevap verilmiştir.
Nitekim Atâ el-Horasanî demiştir ki: "Hâ harfi, Cenab-ı Hakk'ın şu
isimlerinin baş harfidir: Halim, Hamid, Hayy, Hakîm, Hannân. Mîm harfi de şu
isimlerin baş harfini temsil eder: Melik, Mecid, Mennân (Muktedir,
Müntakim.)"
Aliyyu'l-Kârî'nin kaydına göre şu da
söylenmiştir: "Hâ-Mim'le başlayan sûrelerin ayrı bir hususiyeti var. Bu
hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hususiyete Ashab'ın
dikkatini çekmekte ve -mezkur sûrelerin şanlarının yüceliği ve makamlarının
Allah nezdindeki şerefi sebebiyle- bunların zikrinin Müslümanların
kendilerine nusret, düşmanlarına da bela gelmesini taleb ettikleri zaman
başvuracakları vesilelerinden olduğunu bildirmek istemiştir. Bu sebeple
onlara Hâ-Mim demelerini emretmiştir."
Aynı açıklamaya göre
َ يُنْصَرُونَ cümlesi "Pekâla!
Hâ-Mim dedikten sonra ne demeliyiz." şeklinde vâki olacak muhtemel bir
soruya cevap olarak:
يُنْصَرُونَ "Onlar yardım
görmeyecekler!" deyin" şeklinde cevap cümlesi olmaktadır.Aliyyü'l-Kârî,
hadis üzerine geniş açıklamalar sunar.
ـ5ـ وعن كعب بن مالك رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ رسولُ اللّه # إذَا
أرَادَ غَزْوَةً وَرَّى لِغَيْرِهَا وَيَقُولُ: الْحَرْبُ خِدْعَةٌ[. أخرجه أبو
داود .
5. (1037)-
Ka'b İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) gazveye çıkmaya karar verdiği zaman, şaşırtarak başka bir zan
uyandırır ve: "Harb bir hiledir" derdi." [Ebu Dâvud, Cihad 101, (2637);
Buharî, Cihad 157; Müslim, Cihâd 18, (1740).]
AÇIKLAMA:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
askerî yönlerinden biri haber almaya önem vermesi ve haber sızdırmamak için
gerekli tedbirleri almasıdır. Bu husus, siyaset-i Nebeviye'de mühim bir yer
işgal eder. Sadedinde olduğumuz hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın umumî prensibini açıklıyor: Tevriye yapmak. Arapça'da tevriye,
asıl gayesini gizlemek üzere yapılan aldatıcı davranışa denir, dilimizde
şaşırtmak kelimesi tevriyeyi kısmen karşılar.
İslâm uleması, harpte düşmanı aldatmak için
başvurulacak her çeşit hilenin câiz olduğunu söylemekte ittifak eder. Düşman
karşısında tecviz etmedikleri tek husus, yapılan anlaşmanın, günü dolmadan
bozulması, verilmiş olan emânın ihlâlidir. Bu iki fiile cevaz vermezler ve
"haram" derler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yalana fetva verdiği
üç yerden biri harptir.
İbnu'l-Münîr der ki: "Harb hiledir, demenin
mânası, harbi yapan için en mükemmel, en iyi harb, hedefine, düşmanla
karşılaşarak ulaşılan harp değil, onu aldatarak ulaşılan harptir. Zîra,
karşılaşma, muhâtaralıdır (riskli). Halbuki aldatarak neticeye ulaşmada
hiçbir risk (muhâtara) mevcut değildir."
Şârihler, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın el-Harbu hud'atun cümlesini ilk defa Hendek Harbi'nde telaffuz
ettiğini belirtir.
ـ6ـ وعن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: الْغَزْو
غَزْوَانِ: فَأمَّا مَنِ ابْتَغَى وَجْهَ اللّهِ تَعالى وَأطَاعَ ا“مَامَ
وَأنْفَقَ الْكَرِيمَةَ ويَاسَرَ الشَّريكَ وَاجْتَنَبَ الْفَسَادَ فَإنَّ
نَوْمَهُ وَنَبْهَهُ أجْرٌ كُلُّهُ، وَأمَّا مَنْ غَزَا فَخْراً وَرِيَاءً
وَسُمْعَةً وَعصَى ا“مَامَ وَأفْسَدَ في ا‘رضِ فَإنَّهُ لَمْ يَرْجِعْ
بِالْكَفَافِ[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذى .
6. (1038)-
Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
Gazve iki çeşittir: Birincisi kişinin Allah'ın
rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu maksadla gazve yapan imama da
itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına kolaylık gösterir, fesaddan
kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı da tamamen kendisi için ücret olur. Bir
de övünmek, riyâkârlıkta bulunmak ve kendini satmak için savaşan, imama
isyan eden, arzda fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden asgarî ücreti
bile elde edemez." [Ebu Dâvud, Cihad 25, (2515); Nesâî, Cihad 46, (6, 49);
Muvatta Cihad 18 (2, 466).]
AÇIKLAMA:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cihada
her katılan mücâhid için vâdedilen yüksek ücrete ulaşamayacağını
belirtmekte, gerçek mücâhidin sırf "Allah rızası" için savaşması gerektiğini
bildirmektedir. Hatta bu da yetmemekte, komutanlara itaatkâr olmaya, savaş
sırasında başta canı olmak üzere, nazarında kıymetli olan her şeyi
harcamakta cömert olmaya, arkadaşlarıyla iyi geçinip huzursuzluk çıkarmamaya
dikkat etmesi gerekmektedir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu ve
benzeri beyanları, mücâhidlerin tâbi olmaları gereken iç disiplini ortaya
koymaktadır. Bu çeşit açıklamalar, yapılan amelin "cihad" sayılabilmesi
için uyulması gereken ciddî esaslar olduğunu ifade ederler. Bunlara uyulduğu
takdirde asker, gerçek mücahid olacak, sadece mukâtele ânı değil, uyku ve
istirahat anları da Allah indinde büyük ücret vesilesi olacaktır.
İkinci çeşit gazinin vasıfları da sayılmıştır;
dünyevî maksadlarla savaşmak, itaatsizlik, geçimsizlik vs. Bu da ücretsiz
dönecek veya ölecek ama şehid olmayacaktır.
Hadis, Allah rızası için savaşırken,
disiplinsizlik yapanları, geçimsizlik çıkaranları ciddi şekilde
uyarmaktadır. Demek ki, sâdece niyyet yeterli olmuyor, bunun gereği olan iyi
amellerle niyetin ikmal edilmesi gerekmektedir.
ـ7ـ وعن قيس بن عبّاد قال: ]كانَ أصْحَابُ رسول اللّه # يَكْرَهُونَ الصَّوْتَ
عِنْدَ الْقِتَالِ[ أخرجه أبو داود .
7. (1039)-
Kays İbnu Abbâd anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı
(radıyallahu anhüm) savaş sırasında ses çıkarmayı sevmezlerdi." [Ebu Dâvud,
Cihad 112, (2656).]
AÇIKLAMA:
1- Kays İbnu Abbâd, Ebu Abdillah el-Basrî,
muhadramundandır, sîkadır. Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Ammâr (radıyallahu
anhüm)'dan rivayetleri var. Kendisinden oğlu Abdullah ve Hasan Basrî
rivayette bulunmuştur.
2- Ashab'ın hoşlanmadığı şey, zikrullah
dışındaki gereksiz bağırıp çağırmalar, faydasız lakırtılar. Fukaha, savaş
sırasında bağırıp çağırmanın, gereksiz yere ses yükseltip, lakırtı etmenin
mekruh olduğuna bu hadisten delil çıkarmışlardır. Savaş esnasında ses
çıkarmanın korku alâmeti sayılıp atâlete, gevşemeye sebep olacağı için
yasaklanmış olabileceği belirtilmiştir. Sükût ise sebat ve metânete,
kendinden emin olmaya delildir.
ـ8ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّهُ كانَ يَقِفُ حِينَ يَنْتَهِى
إلى الدَّرْبِ في مَمَرِّ النَّاسِ إلى الْجِهَادِ فَيُنَادِى نِدَاءً يُسْمِعُ
النَّاسَ: يَا أيُّهَا النَّاسُ مَنْ كانَ عَلَيْهِ دَيْنٌ وَيَظُنُّ أنَّهُ
إنْ أصِيبَ في وَجْهِهِ هذَا لَمْ يَدَعْ لَهُ وَفَاءً فَلْيَرْجِعْ وََ
يَتْبَعْنِى فَإنَّهُ َ يَعُودُ كَفَافاً[ أخرجه رزين .
8. (1040)-
Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh)'nın anlattığına göre, cihâda giderken, yola
çıkıp, halkın geçeceği yere durarak, herkese duyuracak şekilde şöyle
bağırırmış: "Ey insanlar: Kimin üzerinde bir borç olduğu halde, cihada
katılır ve bilirse ki, öldüğü takdirde bu borç ödenmeyecektir, hemen geri
dönsün, sakın peşime takılmasın. Zîra, o, bu haliyle cihâdın karşılığını
alamaz." [Rezîn'in ilavesidir.]