CİMRİLİKLE İLGİLİ BÖLÜM
ـ1ـ عن ا‘حنف بن قيس
قال: ]كُنتُ في نفرٍ منْ قُريْشٍ فمَرَّ أبُو ذَرٍّ رضِىَ اللّهُ عنهُ وهو
يقولُ: بَشِّرِ الْكَانزِينَ بِرَضفٍ يُحْمَى عَلَيْهِمْ في نَارِ جَهَنَّمَ
فَيُوضَعُ عَلَى حَلَمَةِ ثدْى أحَدِهِمْ حتَّى يَخْرُجَ مِنْ نُغْضِ كَتِفِهِ،
وَيُوضَعُ عَلَى نُغْضِ كَتِفِهِ حَتَّى يَخْرُجَ مِنْ حَلَمَةِ ثَدْيِهِ
يَتَزَلْزَلُ؛ فَوَضَعَ الْقَوْمُ رُؤُسَهُمْ فمَا رَأَيْتُ أحَداً مِنْهُمْ
رَجَّعَ إلَيْهِ شَيْئاً، فأدْبَرَ فَاتَّبَعْتُهُ حتَّى جَلسَ إلى سَارِيَة
فَقُلْتُ: ما رَأَيْتُ هؤُŒءِ إَّ كَرِهُوا مَا قُلْتُ لَهُمْ. فقَالَ: إنَّ
هؤُŒءِ َ يَعْقِلُونَ شَيْئاً؛ إنَّ خَلِيلِى أبَا الْقَاسِمِ # دَعانِى
فأجَبْتُهُ فقَالَ: أتَرَى أُحُداً؟ فقلتُ أَرَاهُ؛ فقَالَ: ما يَسُرُّنِى أنَّ
لِى مِثْلَهُ ذَهَباً أُنْفِقُهُ كُلَّهُ إَّ ثََثَةَ دَنَانِيرَ، ثُمَّ هؤُŒءِ
يَجْمَعُونَ الدُّنْيَا َ يَعْقِلُونَ شَيْئاً. قُلْتُ: مَالَكَ وَ“خْوَانِكَ
مِنْ قُرَيْشٍ َ تَعْتَرِيهِمْ وَتُصِيبُ مِنْهُمْ؟ قَالَ َ؛ وَرَبِّكَ َ
أسْأَلُهُمْ عَنْ دُنْيَا وََ أسْتَفْتِيهِمْ عَنْ دِينٍ حتَّى ألْحَقَ
بِاللّهِ وََرَسُولِهِ. قَالَ قُلْتُ: مَا تَقُولُ في هذَا الْعَطاءِ؟ قَالَ
خُذْهُ: فَإنَّ فِيهِ الْيَوْمَ مَعْونةً، فَإذَا كَانَ ثَمَناً لِدِينِكَ
فَدَعْهُ[. أخرجه الشيخان .
1. (390)-
Ahnef İbnu Kays anlatıyor: "Ben Kureyş'ten bir grubla oturuyordum. Oradan
Ebu Zerr (radıyallahu anh) geçti. Şöyle diyordu:
"- Mal biriktirenleri, cehennem ateşinde
kızdırılan taşlarla müjdele. Bu kızgın taşlar onların her birinin
memelerinin uçlarına konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek
kemiklerine konacak, ta meme uçlarından çıkacak. (Böylece) çalkalanıp
duracaklar" dedi. Bu konuşmayı dinleyenler başlarını indirdiler. Onlardan
hiçbirinin bu adama cevap verdiğini görmedim. Bunun üzerine adam dönüp
gitti. Ben de peşinden onu takip ettim. Nihayet bir direğin dibine oturdu.
- Bu adamların, senin kendisine
söylediklerinden hoşlanmadıklarını görüyorum, dedim. Şu cevabı verdi:
- Bunların hakikaten hiçbir şeye aklı ermiyor.
Dostum Ebu'l-Kâsım (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde beni çağırdı.
Yanına varınca bana:
- Uhud'u görüyormusun?
dedi.
- Evet görüyorum dedim. Bunun üzerine:
- Bunun kadar altınım olmasını istemem,
(olsaydı) üç dinar müstesna hepsini infak ederdim,
buyurdu. Ebu Zerr (radıyallahu anh) önceki
sözünü te'kiden:
- Bu (Kureyşliler var ya) dünyayı topluyorlar
hiçbir şeye akılları ermiyor, dedi. Ben:
- Seninle bu Kureyşli kardeşlerinin arasında
ne var ki, onların yanına uğramıyor, onlardan birşey almıyorsun? dedim. Ebu
Zerr:
- Hayır! Rabbine yemin ederim, taa Allah ve
Resûlüne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne dünyalık isterim ne de
kendilerine din nâmına bir şey sorarım, dedi. Ben tekrar:
- Şu ihsan meselesi hakkında ne dersin? dedim.
- Sen onu al. Çünkü, bugün onda bir nafaka
var. Ancak, bu ihsan dinin karşılığında yapılırsa, bırak alma, dedi.
ـ2ـ وفي رواية: ]كُنْتُ
أمْشِى مَعَ رسُولِ اللّهِ # وَهُوَ يَنْظُرُ إلى أُحدٍ فَقَالَ: مَا أحِبُّ
أنْ يَكُونَ لِى ذَهَباً تُمْسِِى عَلَىَّ ثَالِثةٌ، وَعِنْدِى مِنْهُ دِينارٌ
إَّ دِيناراً أرْصُدُهُ لِدَيْنٍ إَّ أنْ أقُولَ بِهِ في عِبَادِ اللّهِ هكَذَا
حَثا بَيْنَ يَدَيْهِ، وَهَكذَا عَنْ يَمِينِهِ، وَهَكَذَا عَنْ شِمَالِهِ[ .
»وَنُغْضُ الكتفچ
أعَْهُ، وقيل: العظم الرقيق الذي يلى طرفه .
2. (391)-
Bir başka rivayette şöyle denmiştir:
"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la
beraber yürüyordum. O, Uhud dağına bakıyordu. Bir ara:
"Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem.
Ancak üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da
Allah'ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim"
dedi ve elleriyle önüne, sağına soluna dağıtma işareti yaptı."
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki rivayet Ebu Zerr Gıfarî
hazretlerinin mizacına muvafık bir mahiyet arzeder. Ebu Zerr hazretleri
(radıyallahu anh) Ashab arasında son derece zâhid bir zattır. Onun nazarında
dünya servetlerinin, tereffühün hiçbir değeri yoktur. Mal biriktirmek,
lüks, debdebe ona göre haramdır. Onun, zühd mesleğindeki ifratı sebebiyle
Ashab'ın büyük çoğunluğundan ayrılarak, ümmetin çoğunluğuna tavsiye
edilmeyecek hususî bir yolda gitmiş olduğunu ayrıca belirteceğiz.
Nevevî hazretleri, yukarıdaki rivayette Ebu
Zerr (radıyallahu anh)'in kendi mezhbine delil bulduğunu söyler. Çünkü ona
göre, ihtiyaçtan fazla mal biriktirmek, Kur'ân'da haram olduğu belirtilen
kenz'dir. Halbuki ümmetin sevkedileceği cadde-i kübra cumhurun yoludur.
Cumhru-u ulema ise zekatı verilen malı kenz kabul etmez, helal addeder.
Ashabtan pekçoğu ticaretle meşgul olup büyük sermaye biriktirmiştir. Ama
onlar zekatını verince buna kenz dememişlerdir, haram addetmemişlerdir.
Kadı İyaz, Ebu Zerr'in tutumunu şöyle
yorumlar: "Sahih olan şudur ki, Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh)'in inkâr
ettiği husus, Beytü'l-Mal'den kendileri için mal alıp bunları yerli yerine
harcamayan sultanlarla ilgilidir."
Nevevî haklı olarak buna katılmaz ve bu
yorumun yanlış olduğunu söyler. "Çünkü der, Ebu Zerr (radıyallahu anh)
zamanındaki sultanlar onun dediği gibi değillerdi. Onların Beytü'l-Mâl'e
ihanetleri yoktu. Onlar Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu
anhüm ecmain) idiler. Nitekim Ebu Zerr (radıyallahu anh) Hz. Osman'ın
sağlığında 32 hicrî yılında vefat etmiştir."
Bu meseleyi, Ashâbın arasında mevcut diğer
ihtilâflı mes'elelerden biri gibi görmek en uygundur. Onların hepsi ayet ve
hadisleri yorumlamada, ictihad yapmada yetki sâhibidirler. İsabet de
edebilirler hata da. İsabetin mi'yarı çoğunluğun tercihidir. Çünkü
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ümmetin dalâlet üzerinde ittifak
etmeyeceğini müjdelemiştir. Dolayısıyla, Ebu Zerr (radıyallahu anh)'in
görüşünü tercih ve iltizam ederiz.
Zamanımızda bir kısım Müslümanlar, Ebû Zerr
hazretlerinin para ve lüks karşısındaki tutumunu, kendi siyasî görüşlerine
uygun bularak, diğer sahâbeleri alçaltıcı bir tavırla, Ebu Zerr (radıyallahu
anh)'i tebcîl cihetine gidiyorlar. Mâkul ve İslâmî bulmadığımızı belirtmek
isteriz. Ehl-i Sünnet, Ashabtan hiçbirine küçültücü tavır takınmayı tasvib
etmez. Böylesi bir ayırım gulat-ı Şia'nın işidir.
ـ3ـ وعن أبى ذرّ رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]أتَيْتُ إلى رَسُولِ اللّهِ # وَهُوَ جَالِسٌ في ظِلِّ
الْكَعْبَةِ فَلَمَّا رَآنِى قَالَ: هُمُ ا‘خْسَرُونَ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ.
قُلْتُ: يَارَسُولَ اللّهِ # فِدَاكَ أبِى وَأمِّى؛ مَنْ هُمْ؟ قَالَ: هُمْ
ا‘كْثَرُونَ أمْوَاً إَّ مَنْ قَالَ هكَذَا وَهَكذَا وهكَذَا ثََثَ مَرَّاتٍ
مِنْ بَيْنَ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ وَعَنْ يَمِينِهِ وَعَنْ شِمَالِهِ،
وَقَلِيلٌ مَاهُمْ. مَا مِنْ صَاحِبِ إبلٍ وََ بَقرٍ وََ غَنَمٍ َ يُؤَدّى
زَكَاتهَا إَّ جَاءَتْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أعْظَمَ مَا كَانَتْ وَأسْمَنَهُ
تَنْطحُهُ بِقُرُونِهَا وَتَطَؤُهُ بِأظَْفِهَا كُلَّمَا نَفَدتْ أُخْرَاهَا
عَادَتْ عَلَيْهِ أُوَها حَتَّى يُقْضِى بَيْنَ النَّاسِ[. أخرجه الخمسة إ أبا
داود، واللفظ لمسلم .
3. (392)-
Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) Kâbe'nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce:
"Kâbe'nin Rabbine kasem olsun onlar zararda"
buyurdu. Ben:
- Ey Allah'ın Resûlü, annem babam sana feda
olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki:-
"Onlar malca çok olanlardır. Ancak
-eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol
vermelerini emredenler müstesna" dedi ve hemen ilâve etti:-
"Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi,
sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her insan kıyamet günü, o malları,
mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp, sırayla
boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muameleyi
yapınca birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm
bitinceye kadar devam edecek."
AÇIKLAMA:
Nevevî bu hadisten şu hükümlerin çıkarıldığını
belirtir:
1-
Sadaka hayır olan her şeyde câridir, iyiliğin tek şubesine münhasır
değildir. Hadis, sadakanın her çeşidine teşvik etmektedir.
2-
Yemin teklif edilmeden yemin etmek câizdir, hatta bunda, bir emrin te'kidi
veya bir maksadın tahakkuku gibi herhangi bir maslahat varsa müstehabdır.
Keza, meselede ihtiyârîliği, câiz olma durumunu nefyetmek için de yemin
etmek gerekebilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadislerinde bu
maksadla yapılan yemin çoktur.
3-
Yeri gelince "Annem babam sana feda olsun!" cümlesini kullanmak câizdir.
4-
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in eliyle arka, ön, sağ, sol
cihetlerine işaret buyurması, mühim bir harcama ihtiyacı hangi maksadla
çıkarsa, nereden gelirse derhal infak etmek gereğine işarettir.
ـ4ـ وعن ابن عمر رضِىَ
اللّهُ عنهُما قال: ]خَطَبَ رسولُ اللّه # فقالَ: إيَّاكُمْ والشُّحَّ فإنَّمَا
هلكَ مَنْ كانَ قَبلَكُمْ بِالشُّحِّ، أمَرَهُمْ فَبَخِلُوا، وَأمرَهُمْ
بِالْفُجُورِ فَفَجَرُوا[. أخرجه أبو داود .
4. (393)-
İbnu Ömer anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hitab
ederek şöyle buyurdular:
"Sıkılık huyundan kaçının. Zira sizden önce
gelip geçenler bu huy yüzünden helâk oldular. Şöyle ki: Bu huy onlara
cimrilik emretti, onlar hemen cimrileşiverdiler, sıla-ı rahmi kesmelerini
emretti, hemen sıla-ı rahmi kestiler, doğru yoldan çıkmayı (fücur) emretti,
hemen doğru yoldan çıktılar."
AÇIKLAMA:
Sıkılık diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı
"şuhh"dur. Cimriliği de içine alan bir huyu ifade eder. Bu huy, pek çok
fenalıkların kaynağı durumunda olan bencilliğe benzetilebilir. Nitekim
bencil insan, maddî mânevî her imkânı kendi kaprislerini tatmine sarfederek
pekçok beşerî müesseseleri yıkar, sosyal bağları koparır. Sözgelimi sıla-i
rahm, yakınlara ilgiyi, hediyeleşmeyi, ihtiyaç sahibine yardımı gerektirir.
Bencillikle cimrileşen bunları kaldırır atar.
Fücuru bazı âlimler "yalan", bazı âlimler
"zina" olarak anlamışlar, biz "doğruluktan ayrılma" diye tercüme ettik.
Demek ki, insan sıkılığa, bencilliğe düştü mü, nefsin hâris hissiyatını
tatmin yolunda pekçok fenalıkların kapısını açmış, birçok hayır kapılarını
da kapamış olmaktadır.
ـ5ـ وعن أبى سعيد الخدري
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: خَصْلَتَانِ َ تَجْتَمِعاَنِ في
مُؤْمِنٍ: الْبُخْلُ، وَسُوءُ الخُلْقِ[. أخرجه الترمذى .
5. (394)-
Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"İki haslet vardır ki bir mü'minde asla
beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk."
AÇIKLAMA:
Hadis-i şerif, bu iki vasfın mü'minde
beraberce bulunmaması gereğini ifade etmektedir. Türbüştî'nin açıklamasına
göre, bu hadisten murad, mezkur iki huyun kâmil seviyede güçlenmiş olarak
bir araya gelmeleridir. Öyle ki kişi ondan bir an olsun kendini kurtaramaz.
Her an bu huylar kişide mevcuttur ve kişinin bunlardan bir rahatsızlığı, bir
şikâyeti de yoktur. Bilakis râzıdır.
Öyle insanlar var ki bazan cimrilik edip, ara
sıra kötülük işler sonra da pişman olup üzülür, veya nefsi bir kısım
cimrilik ve ahlâksızlıklara çağırdığı halde vicdânı ve sağduyusu buna karşı
koyar ve bir iç mücâdelesine girer. Şu halde bu durumda olan kimse hadisin
tahdidine dâhil değildir. Her mü'minin bu hallerle imtihan edildiği
söylenebilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), müminleri cimriliği
prensip olarak benimseme kötü huyuna karşı uyarmaktadır.
ـ6ـ وعن كعب بن عياضٍ
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ: إنَّ لِكُلِّ أمَّةٍ
فِتْنَةً، وَإنَّ فِتْنَةَ أمَّتِِى الْمَالُ[. أخرجه الترمذى وصححه .
6. (395)-
Ka'b İbnu İyâz (radıyallahu anh) anlatıyor; "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı şöyle derken işittim:
"Her ümmet için bir fitne vardır, benim
ümmetimin fitnesi de maldır."
AÇIKLAMA:
Tirmizî'nin sahih olduğunu belirttiği bu
hadisle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "mal" konusuna dikkat
çekmiştir. Şârihler, hadiste geçen "fitne'yi dalâlet ve masiyet, yani
sapıtma ve Hakk'a isyan olarak anlarlar. Yani bu ümmeti hak yoldan ayıracak,
İslâm'dan uzaklaştıracak en mühim âmil "madde ve mal" olmaktadır. İslâm
düşmanı gizli ve açık komitelerin, mahallî ve beynelmilel teşkilatların
Müslümanları ayartabilmek için en ziyade "madde"ye dayandıklarını müşahede
ettikçe, nice yakınlarımızın, bu vatan evlatlarının maddî menfaat sebebiyle
dinden koptuklarını gördükçe, "Kâfirler mallarını, Allah'ın yolundan
insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir."
(Enfal: 8/37) âyetinin teyidini görmekle Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın benzeri ihbaratında ortaya çıkan gaybtan haber mucizesi
karşısında hayranlığımızı ifade etmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu ve bundan sonra da göreceğimiz bir kısım
hadisler, yanlış yoruma sebep olmamalı. İslâm temelde servete, kuvvete karşı
değildir. Bilakis, pekçok hadis Müslümanı kazanmaya teşvik eder. Dinimizin
mühim bir parçasını teşkîl eden zekât, sadaka gibi farz ve mendup emirlerin
yerine getirilmesi, cihad vazifesinin başarıyla yürütülmesi hep "mal"a, mal
sahibi olmaya bağlıdır. Keza:
"Veren el alan elden üstündür", "Kuvvetli
mü'min, Allah nezdinde zayıf mü'minden daha hayırlı, daha üstün, daha
sevgilidir", "Müttakî olana zenginliğin bir zararı yoktur"
gibi hadisler,
"(Ey mü'minler!) onlara karşı gücünüzün
yettiğince -Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında
Allah'ın bilip, sizin bilmediğinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları
hazırlayın" (Enfal:8/60), gibi
âyetler Müslümanı çalışmaya, kuvvetli olmaya teşvik etmektedir.
Öyle ise, "mal" ve "madde"yi kınayan
ifadelerin gayesi, bunların, her an uyanık olunmadığı takdirde ahlâki ve
dinî hayatımızda sebep olacağı sefahat ve düşüklüklere karşı uyarmaktır.
Unutmayalım ki, bütün terakki ve kalkınma
hareketleri yoksulluk ve darlıktan doğduğu halde, duraklama ve gerileme
hareketleri de doruk noktasına ulaşan bolluk ve zenginliğin getirdiği
rehavet ve sefâhetle başlamaktadır. Bunun en güzel örneği Hz.Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in kurduğu İslâm devletidir. Zaman zaman açlıktan
düşüp bayılan, açlığını hafifletmek için karınlarına taş bağlayan insanlar,
onun temelini atıp, kısa zamanda üç kıtaya uzanan bir devlet hâline
getirmişlerdir. Kezâ tarihçiler Osmanlı Devleti'nin duraklamasını Kanunî ile
başlatırlar, halbuki, diğer açıdan Kanunî gelişmenin zirvesini temsil eder.
Şu halde Allah elçisi, ezelî ve ebedî
hakikatların tebliğcisi olan Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)in "mal"
ve "madde" karşısındaki uyarılarına iyi kulak vermek, onları iyi anlamak
gerektir:
"Allah'a kasem olsun sizin için fakirlikten
(darlıktan) korkmuyorum. Sizin için öncekilere genişleyip (bollaştığı) gibi
size de dünyanın genişleyip bollaşmasından, onlar gibi sizin de dünyalık
yarışına düşmenizden, dünyalığın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk
etmesinden korkuyorum."
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
"mal" karşısındaki tutumunu kavramada şu hadisi görmemiz yeterlidir:
"İnsanlar dünyalık karşısında dört kısımdır:
Bir kul vardır, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o bu mal hususunda
Allah'tan korkar da onu sıla-ı rahimde harcar, malda mevcut olan Allah'ın
hakkını bilir ve yerine getirir. İşte bu en yüce mertebeyi elde eder.
Bir diğer kul vardır, Allah ona ilim vermiştir
fakat mal vermemiştir, ancak iyi niyet sâhibidir, şöyle der: Eğer malım
olsaydı falanca gibi hayır yollarında harcayacaktım. Allah onu niyyetiyle
kabûl eder ve ecir yönüyle önceki ile eşit olur.
Bir üçüncü kul vardır, mal sahibidir, ancak
Allah ilim vermemiştir, malını şehvet yolunda câhilâne harcar. Ne Rabbinden
korkar ne de onunla sıla-i rahimde bulunur. Malda mevcut Allah'ın hakkını da
bilmez. Bu en fena bir mertebedir.
Dördüncü bir kimse daha vardır. Allah ona ne
mal ne de ilim nasib etmiştir. Ancak, sefihlere gıbta ile: "Eğer param
olsaydı der, falanca gibi harcar onun gibi yaşardım." Bu da niyyeti ile o
sefih gibi olur ve günahta eşit olurlar."
ـ7ـ وعن ابن مسعود رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]قال رسول اللّهِ # َتَتَّخِذُوا الضَّيْعَةَ فَتَرْغَبُوا
في الدُّنْيَا[. أخرجه الترمذى، »والمراد بالضيعةچ هنا ا‘رض والزرع.
7. (396)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdular:
"Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır
kalırsınız."
AÇIKLAMA:
Çiftlik diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı
day'a'dır. Bağ-bahçe, ekim tarlası, köy mânalarına gelir. en-Nihâye'de,
kişinin geçimini sağladığı san'at, ticaret, ziraat vs. her çeşit meşguliyete
da'a denebilmektedir. Kamus'ta akar ve işletilen araziye day'a dendiği
belirtilir. Hülâsa dünyanın hayatının idamesi için gerekli olan kazanç
vasıtalarının hepsini anlamak bile mümkün. Yasaklanan husus, dünyevi kazanç
bahanesiyle âhireti, Allah'ın zikrini unutmaktır. Çünkü dünyaya aşırı ilgi,
öbürüne mâni olmaktadır. Halbuki ayet-i kerime: "(Öyle adamlar) vardır ki
onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namaz
kılmaktan, zekat vermekten alıkoymaz..." (Nur: 24/37), buyurmaktadır.
ـ8ـ وعن عبداللّه بن
الشخير رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]أتَيْتُ رسولَ اللّه # وَهُوَ يَقْرأُ
ألْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ. فقالَ: يَقُولُ ابْنُ آدَمَ مَالِى؛ وَهَلْ لَكَ يَا
ابنَ آدَمَ مِنْ مَالِكَ إَّ مَا أَكَلْتَ فَأفْنَيْتَ، أوْ لَبِسْتَ
فَأبْلَيْتَ، أوْ تَصَدَّقْتَ فَأمْضَيْتَ؟[. أخرجه مسلم والترمذى والنسائى .
8. (397)-
Abdullah İbnu'ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Elhâkümü'ttekâsür sûresini okurken yanına geldim.
Bana:
"İnsanoğlu malım malım der. Halbuki
âdem-oğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip
gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve
insanlara bırakır.)"
ـ9ـ وعن ابى هريرة رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: لُعِنَ عَبْدُ الدِّينَارِ، لُعِنَ
عَبْدُ الدِّرْهَمِ[. أخرجه الترمذى .
9. (398)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle söyledi:
"Altına tapanlar mel'undur, gümüşe tapanlar
mel'undur."
AÇIKLAMA:
Hadis-i şerif para biriktirmekte hırs
gösterenleri lanetlemektedir. Meşru olarak kazanmanın helâl olduğunu daha
önce (395 numaralı hadiste) belirtmiştik. Yasağın şiddetini ifade için
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hem lânet olsun, yani "Allah'ın
rahmetinden uzak olsun" diyerek, hem de bu işi yapanları "altın ve gümüşe
tapanlar" diye tehzil edici bir teşbihte bulunarak yapmıştır.
Para kazanmada gayr-ı meşruluğun ölçüsü,
"hırs"tır. Yani paraya aşırı bir hırs gösterip haram-helal demeden sâdece
kazanmayı düşünen, zekâtını vermeden, hayır yolunda harcamadan sadece
çoğaltmayı düşünen kimse paraya tapıyor demektir. Zira mükerrer âyet ve
hadisler mü'mini Allah ve Resûlü (radıyallahu anh)'nün sevgisini her çeşit
sevgiden üstün tutmaya dâvetle bunu emrederler. Hatta bir hadislerinde
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Din sevgi ve buğzdan başka birşey
değildir" buyurur. Şu halde para sevgisi Allah sevgisinden öne geçti mi,
bu ona tapmadır. Para kazanma meşgaleleri yüzünden ibadeti terketmek,
kazanılan paranın zekâtını tam olarak gönül hoşluğuyla ödememek gibi
durumlar para sevgisinin Allah ve Resulüne olan sevgiye galebe çaldığını
gösterir.
Şârihler, hadiste "altın ve gümüşe sahip
olanlar" veya "cem edenler"in zikredilmemiş olmalarına dikkat çekerler,
çünkü, belirttiğimiz gibi suç olan "para kazanmak" değildir, "tapınmaya
düşmek"dir, para sebebiyle Allah'ı unutmak, tuğyan etmektir.
Hadiste "altın" ve "gümüş"ün zikri, dünyevî
serveti bunlar temsil ettiği içindir. Değilse, her çeşit madde düşkünlüğü
buna dâhildir. Nitekim günümüzde dolar, apartman dairesi, arsa, fabrika vs.
düşkünleri çoğalmaktadır.
ـ10ـ وعن ابن مسعود
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: أَيُّكُمْ مَالُ وَارِثِهِ أحَبُّ
إلَيْهِ مِنْ مَالِهِ؟ قَالُوا يَا رسُولَ اللّهِ: مَا مِنَّا أحَدٌ إَّ
مَالُهُ مَا أحَبُّ إلَيْهِ مِنْ مَالِ وَارِثِهِ، قَالَ: فإنَّ مَالَهُ
قَدَّمَ، وَمَالُ وَارِثِهِ أخَّرَ[. أخرجه البخارى والنسائى .
10. (399)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir keresinde,
"Hanginiz, vârisinin malını kendi malından
daha çok sever?" diye sordu.
Cemaat:
"Ey Allah'ın Resûlü, içimizde, herkes kendi
malını vârisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun üzerine:
"Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı
hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır."
ـ11ـ وعن أبى وائل قال:
]جَاءَ مُعَاويَةُ إلى أبِى هَاشم بْنِ عُتْبَةَ وَهُوَ مَرِيضٌ يَعُودُهُ
فَوَجَدَهُ يَبْكِى فقالَ: يَاخَالُ مَا يُبْكِيكَ؟ أوَجَعٌ يُشْئِزُكَ: أمْ
حِرْصٌ عَلَى الدُّنْيَا؟ قالَ كََّ، وَلكِنْ رَسُولُ اللّهِ # عَهِدَ إلَيْنَا
عَهْداً لَمْ آخُذْ بِهِ. قالَ وَمَا ذَاكَ: قالَ سَمِعْتُهُ يَقُولُ: إنَّمَا
يَكْفِى أحَدَكُمْ مِنْ جَمْعِ الْمَالِ خَادِمٌ وَمَرْكَبٌ في سَبِيلِ اللّهِ
تعالى. وَأجِدُنِى الْيَوْمَ قَدْ جَمَعْتُ[. أجرجه الترمذى والنسائى. وزاد
رزين رحمه اللّه تعالى قال: فلمَّا مَاتَ حُصِّلَ مَا خَلّفَ فَبَلغَ ثََثِينَ
دِرْهَماً. »يشئزُكَچ أي يقلقك .
11. (400)-
Ebû Vâil anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallahu anh) bir gün Ebu Hâşim İbnu
Utbe'ye uğradı. Maksadı geçmiş olsun ziyaretinde bulunmaktı, çünkü Ebu Hâşim
hastaydı. Yanına varınca ağlar buldu.
"Ey dayıcığım niye ağlıorsun? Dayanamadığın
bir ağrı veya dünyaya karşı bir hırs mı seni böyle ağlatıyor?" diye sordu.
Ebu Vâil:
- Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne
var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizden bir söz almıştı, onu
tutamadım (bu sebeple ağlıyorum) dedi. Hz. Muâviye:
- Neydi o? diye sordu.
- Ben, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı şöyle söylerken dinlemiştim:
"Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi
ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması
yeterlidir." Halbuki bugün ben
kendimi bundan daha çok mal toplamış görüyorum.
Rezîn merhum şu ilâvede bulundu: "Ebu Hâşim
rahmet-i Rahmân'a kavuştuğu zaman, geride bıraktığı serveti hesapladı, hepsi
otuz dirhem kadardı."