CİZYE: Ehl-i zimmeden yani İslâm beldesinde
yaşayan gayr-ı müslimlerden alınan vergidir. Buna zekât denmez. Çünkü zekât,
vergiden ziyâde mü'minlere terettüp eden bir ibâdettir. Zekât veren mü'min
Rabbine karşı olan mâlî bir ibadetini yerine getirmiş olmaktadır.
Cizye'nin kelime olarak bölmek, taksim etmek
mânasına gelen
جَزَاص den geldiği kabul edilir.
Mâmafih karşılık mânasına gelen
جَزَاء 'dan geldiği de söylenmiş,
"İslâm beldesinde emniyet içinde yaşamalarının karşılığıdır" denmiştir.
Alimler derler ki: "Cizyenin vaz'edilmesinin
hikmeti şudur: Cizye vermekle İslâm memleketinde yaşama hakkı kazanırlar,
Müslümanlarla düşüp kalkma fırsatı bulurlar. Bu durum onların, İslâm'ın
güzelliğini öğrenmelerine imkân tanır. Öte taraftan cizye vermiş olmanın
hissettirdiği bir zillet vardır. Bu zilletten kurtulma endişesiyle, İslâm'ın
güzelliğini öğrenmiş olma keyfiyetinin birleşmesi onları Müslüman olmaya
sevkeder. Öyle ise, cizye müessesesi gayr-i müslimleri İslâm'a kazanmada
müessir bir vâsıtadır. Bu sebeple teşrî edilmiştir." (1092 numaralı hadiste
Tağlibîlerle ilgili açıklama bu meseleyi aydınlatıcı mahiyettedir.)
Cizye ilk defa sekizinci senede va'zedilmiştir.
Dokuzuncu senede diyen de olmuştur.
ـ1ـ عن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # لَمَّا
وَجَّهَهُ إلى اليَمَنِ أمَرَهُ أنْ يَأخذَ مِنْ كُلِّ حَالِمٍ دِيناراً أوْ
عَدْلَهُ مِنَ المَعَافِرِى: ثيابٌ تَكون باليمين[. أخرجهُ أبو داود .
1. (1092)-
Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), kendisini Yemen'e gönderdiği zaman, ihtilâm olan herkesten (vergi
olarak) bir dinar veya -Yemen'de imal edilen bir kumaş olan meâfirî'den, bir
dinara tekabül eden miktarda almasını emretti." [Ebu Dâvud, Harâc 30, (3038,
3039); Tirmizî, Zekât 5, (623); Nesâî, Zekât 8, (25-26).]
AÇIKLAMA:
1- Meâfir, Hemdan'da yaşayan bir kabile
adıdır. Burada imal edilen bir kumaşa -oraya nisbetle Meafiriyye denmiştir.
Meâfiri tâbiriyle ne kastedildiği râvilerden biri tarafından, "Yemen'de imâl
edilen bir kumaş" diye açıklama eklenmiştir. Hadis ilminde bu çeşit
açıklayıcı ilâvelere derc denir. Bu çeşit hadislere de müdrec hadis denir.
Müdrec hadisler, aslında zayıf addedilir. Ancak buradaki derc sıhhati
bozacak mahiyette değildir.
2- Hattâbî der ki: "Hadiste geçen
كُلُّ حَالِمِ (her ihtilâm) tâbiri
cizyenin sadece bülûğa eren erkeklerden alınacağına delildir. Çünkü
حالم erkekler için kullanılır. Ayrıca
çocuk ve deliler de cizyeden muaf tutulmuş olmaktadır. Keza bu rivayet
cizyenin Arap, acem bütün gayr-ı müslimlere şamil olduğunu göstermektedir.
Ayrıca hadis, zengin, vasat herkesten dinar alınacağına delildir. Zîra
Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Muâz'ı Yemen'e gönderirken
onlarla savaşmasını, vergi ödedikleri takdirde onlardan elini çekmesini
emretti. Dinarın verilmesini kanlarının korunmasına vesile kıldı. Kim dinar
verirse kanını korumuş olur. Şâfiî hazretleri bu mülâhaza ile hareket
ederek, cizyenin hür erkeklerden bülûğa erenlere terettüp ettiğine
hükmetmiştir.
Ashâbu'r-Re'y ve Ahmed İbnu Hanbel: "Zengin
olanlara 48, 24, 12 dirhem tarhedilir" demiştir. Ahmed İbnu Hanbel: "Bu
miktarlar maddı gücüne göre tarhedilir" demiştir. Kendisine: "Günümüzde bunu
artırıp eksiltmek mümkün mü?" diye sorulunca:
"Evet tâkatlarına ve imamın uygun göreceği
miktara göre ayarlanabilir" demiştir.
İbnu Ebî Şeybe ve İbnu Sa'd'ın rivâyetlerine
göre, Hz.Ömer cizyeyi erkeklere tahakkuk ettirmiş, zenginlerden 48 dirhem,
orta halliden 24 dirhem, fakirden 12 dirhem almıştır.
Bir dirhemin, o günün iktisâdî hayatındaki
yeri hususunda bir fikir verebilmek için, bazı eşyaların fiyatını, bâzı
ücretleri tarihî rivayetlerden naklen kaydetmekte fayda var: Bir gömlek 2-3
dirhem, bir şalvar (serâvil) 3-4 dirhem, bir takım Necrânî elbise (hulle) 40
dirhem, bir belediye memurunun günlük ücreti 2 dirhem, bir koyunun fiyatı
0,5-1 dinar (1 dinar 12 dirheme denktir), Habeşistan'a giden Mekkeli
muhacirlerin gemi ücreti 6 dirhem (yarım dinar). Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) 200 dirhem parası veya buna denk malı olanı zengin addetmiştir,
zekât verilmez.
ـ2ـ وعن جعفر بن محمد عن أبيهِ ]أنَّ عُمَرَ بْنَ الخَطَّابِ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ ذَكَرَ المَجُوسَ فقَالَ: مَا أدْرِى مَا أصْنَعُ في أمْرِهِمْ؟ فقَالَ
عَبْدُالرَّحْمنِ بْنُ عَوْفٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أشْهَدُ لَسَمِعْتُهُ مِنْ
رسولِ اللّه # يَقُولُ: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أهْلِ الْكِتَابِ[ .
2. (1093)-
Ca'fer İbnu Muhammed babasından naklediyor: "Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh) Mecûsileri mevzubahis ederek: "Onlar hakında nasıl
hareket etmem gerektiğini bilmiyorum" dedi. Abdurrahman İbnu Avf
(radıyallahu anh):"Sana şehâdet ederim ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şöyle şöyle dediğini işittim: "Onlara, Ehl-i Kitab'a
davrandığınız gibi davranın". [Muvatta; Zekât 42 (1, 278).]
AÇIKLAMA:
1- Her meselede, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'tan bir örnek arayan Hz. Ömer, İran fethedilmeye başlayınca,
onlardan nasıl vergi alacağı hususu problem olarak karşısına çıkar. Şahsen,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan bu mevzuda bir tatbikat veya tavsiye
hatırlamadığı için nasıl hareket edeceği hususunda arkadaşlarıyla istişare
eder. Abdurrahman İbnu Avf, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Mecusilerden Ehl-i Kitap tarzında vergi alınması hususundaki tavsiyesini
hatırlatır. Böyle durumlarda ikinci bir şâhid isteyen Hz. Ömer, Abdurrahman
(radıyallahu anh)'dan şâhid istemeksizin, bu hadisle amel eder.
2- Aslında hadis metni "Mecûsilere Ehl-i Kitap
gibi davranın" derken, "vergi hususunda" diye bir kayıt mevcut değildir.
Ancak başka kayıtlar "onların kızlarıyla evlenilmeyeceğini, kestiklerinin
yenilmeyeceğini" tasrih eder. Bu rivayet için "husus murad edilen âmm"
denmiştir. İbnu'l-Müseyyeb dışında kalan ulemâ bu konuda müttefiktir. Sâdece
onun, Mecûsilerin kestiğini yemede beis görmediği rivayet edilir.
3- Abdurrahman İbnu Avf'ın rivâyetini
destekleyen bir rivâyet Muvatta'da İbnu Şihâb'tan yapılır: Buna göre Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Bahreyn Mecusilerinden cizye almıştır.
Resûllah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hicr Mecusilerinden de cizye aldığı
rivayetlerde gelmiştir. Hz. Osman da Berberîlerden cizye almıştır.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Vergi
meselesinde de
اَلْكُفْرُ مِلَّةٌ وَاحِدَةٌ
kaidesince gayr-ı İslâm, bir bütün görülüp hepsinden cizye almak, prensip
mi kılınmıştır?
Bu hususta ihtilâf edilmiştir. Arap
müşrikleriyle puta ve ateşe tapanlar hakkında imamlar anlaşamamıştır. İmam
Mâlik, Evzâî ve Saîd İbnu Abdilaziz: "Bunlardan da cizye alınır" derken,
diğer üç imam ve başkaları: "Cizye, Kur'ân'ın tasrihiyle Ehl-i Kitap'tan,
sünnetin tasrihiyle de Mecusilerden alınır, başkalarından alınmaz"
demişlerdir.
Şu âyetin zâhirini esas alan âlimler
Mecusileri Ehl-i Kitap saymazlar. (meâlen): "...Bizden önce iki tâifeye
kitap indirildi, bizim onların okuduklarından haberimiz yok" demekten...
sakının ki merhamet olunasınız" (En'âm 156). Cumhûr bu iki tâifeyi Yahudi ve
Hıristiyanlarla te'vil ederek Mecusilerin Ehl-i Kitap sayılmayacağına
hükmetmiştir. Mamafih, sadedinde olduğumuz hadis de Mecusileri Ehl-i Kitap
addetmemekte "(vergi konusunda) Ehl-i Kitab'a davrandığınız gibi davranın"
demektedir. Burada ayırım esastır.
Mecusileri Ehl-i Kitap sayanlar Abdurrezzak'ta
hasen ve Abd İbnu Humeyd'de sahih bir senedle rivâyet edilen şu hadisi esas
alırlar, âyeti de te'vîl ederler: "Müslümanlar İranlıları hezimete uğratınca
Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Toplanın, Mecusiler Ehl-i Kitap değildir ki
onlara cizye koyalım, puta tapanlar da değiller ki haklarında puta
tapanların ahkâmını uygulayalım" dedi. Hz. Ali "onların Ehl-i Kitap
olduğunu" söyleyerek şunu anlattı: "Mecusiler, okudukları bir kitaba, tedris
ettikleri bir ilme sâhip idiler. Bir gün melikleri şarap içti. Sarhoşken kız
kardeşine cinsî temasta bulundu. Sabah olunca, tamahkârları çağırıp
ihsanlarda bulundu ve dedi ki: "Hz.Âdem oğullarını kızlarıyla nikahlıyordu."
Tamahkârlar derhal itaat ettiler. Muhâlefet edenleri idam etti. Kitaplarında
olanlar da, kalplerinde olanlar da (zamanla) kayboldu, yanlarında bu mevzuda
hiçbir şey kalmadı." Rivâyetin Abd İbnu Humeyd'deki vechinin sonunda
فَوَضَعَ ا‘ُخْدُودَ لِمَنْ خَالَفهُ
"Muhalefet edenleri ateş dolu hendeklere attı" ziyâdesi vardır.
Zürkânî, sadedinde olduğumuz rivayetten başka
hükümler de çıkarıldığını belirtir. Söz gelimi:
1- Haber-i vâhid'le amel edilir.
2- Büyük sahâbeler bâzı hadisleri ve bir kısım
ahkâmı -başkaları bildikleri halde- bilemeyebilirler, bu durum onlara bir
noksanlık getirmez.
3- Hadisin mefhumuna temessük esastır. Nitekim
Hz. Ömer, Ehl-i Kitap denince kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanları
anlıyordu, çünkü bu tâbirin mefhumu bu idi. Abdurrahman İbn Avf (radıyallahu
anh) Mecusilerin onlara ilhak edileceğine dair rivâyette bulununcaya kadar
Hz. Ömer, tâbirin bu zâhirî mefhumuna bağlı kalmıştır.
ـ3ـ وعن ابن شهاب قال: ]بَلَغنِى أنَّ رسُولَ اللّهِ # أخَذَ الجِزْيَةَ مِنْ
مَجُوسِ الْبَحْرَيْنِ، وَأنَّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أخَذَهَا مِنْ
مَجُوسِ فَارِسَ، وَأنَّ عُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أخَذَهَا مِنَ
الْبَرْبَرِ[. أخرجهما مالك .
3. (1094)-
İbnu Şihâb der ki: "Bana ulaştı ki, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Bahreyn Mecusîlerinden cizye almıştır, keza Hz. Ömer (radıyallahu anh) İrân
Mecûsilerinden, Hz. Osman (radıyallahu anh) da Berberîlerden cizye
almıştır." [Muvatta, Zekât 41, (1, 278).]
ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ رسولَ اللّه # أخَذَهَا مِنْ
أُكَيْدِرِ دُومَةَ يعنِى الجِزْيَةَ[ .
4. (1095)-
Hz. Enes (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Dûmetli Ükeydir'den de cizye aldı.
AÇIKLAMA:
Dûmet, Şam (Suriye) bölgesinde, Tebük'e yakın
bir yer veya bir kale adıdır. Ükeydir, Dûmet'in kralının adıdır. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) oranın fethine, Hâlid İbnu Velîd'i göndermiştir.
Ükeydir İbnu Abdilmelik Hıristiyan idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
öldürülmemesini emretmişti, yakalanıp sağ olarak Medine'ye getirilir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kanını bağışlar, cizye mukabili sulh
yapılır.
Hattâbî, Ükeydir'in Arap asıllı olduğunu
belirttikten sonra: "Gayr-ı müslim Araplardan da cizye alınacağı" görüşüne
bu rivayette delil olduğunu belirtir. Daha önce de belirttiğimiz üzere, İmâm
Ebu Yusuf Araplardan cizye alınmayacağı, zekât alınacağı görüşündedir.
Mamafih Mâlik, Evzâî, Şâfiî hazerâtı bu meselede Arap, acem bütün gayr-ı
müslimlerin eşit olduğu, hepsinden cizye alınması gerektiğini
belirtmişlerdir.
ـ5ـ وعن حرب بن عبيد اللّه عن جده ألى أمه واسمه عمير الثقفى رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ ]أنَّ رسولَ اللّه # قال: إنَّمَا الخَراجُ عَلى اليَهُودِ
وَالنَّصَارَى، وَلَيْسَ عَلى المُسْلِمِينَ خَرَاجٌ[. وَفى رواية: عُشُورٌ.
أخرجهما أبو داود .
5. (1096)-
Harb İbnu Ubeydillâh, baba tarafından dedesi Umeyr es-Sakafî (radıyallahu
anh)'den nakleder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Harâc Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan vergidir. Müslümanlara harac
yoktur." Bir rivayette "uşûr yoktur" buyurmuştur." [Ebû Dâvud, Harâc 33,
(3046-3049).
AÇIKLAMA:
Harâc, Kâmus'da açıklandığı üzere, asıl
itibariyle arâziden hasıl olan gelir ile, kölenin çalışmasından hâsıl olan
gelire denmiştir. (= galle-i arzdan ve galle-i amel-i abdden hâriç ve hâsıl
olan nesnenin ismidir.) Ancak sonradan sultana tarladan her sene verilen
vergiye dendiği gibi, ehl-i zimmetten adam başına alınan cizyeye de harâc
denmiştir.
Uşûr'a gelince, bu öşr'ün cem'idir. Öşr, onda
bir demektir. Onda bir nisbetinde alınan vergiye öşür denmiştir.
Burada uşûr'la, ticaret ve alışverişlerden
alınan vergiler kastedilmiştir, nisbeti onda biri geçse de düşse de
Müslümanların vergilerine sadakat denirken, Yahudi ve Hıristiyanların
vergilerinden bir kısmına uşûr denmiştir. Şafiî'ye göre, sulh sırasında
ehl-i zimmeden akit gereğince alınan meblağa öşür denir. Sulh akdine böyle
bir şart konmamışsa ehl-i zimmeden cizyeden başka bir şey alınmaz, ne
arâzilerden ne de mahsullerinden öşür alınmaz.
Ebu Hanife'ye göre, "Müslümanlar dâr-ı harbe
ticaret için girerken küffâr öşür alırsa, biz de ehl-i harbten dar-ı İslâm'a
bu maksatla girdikleri zaman öşür alırız."
Arâzı vergisine gelince:Tatarhâniye'de
açıklandığı üzere arâzı üç kısımdır:
1- Arz-ı memleket,
2- Arz-ı öşriyye,
3- Arz-ı harâciye,
1. Arz-ı memleket, padişahın milkidir, arz-ı
öşriyye Müslümanların milkidir, arz-ı harâciye ehl-i zimmenin milkidir. Bu
sonuncu kısımda satış, hibe, vakıf, vârisin vasiyeti gibi her çeşit
tasarruf câizdir. Arz-ı memlekette bu tasarruflar câiz değildir. Arâzi-i
öşriyye, arâzi-i Arap'tır. Keza ahâlisi savaşmadan kendiliğinden Müslüman
olan arâzi ile, savaşılarak fetholunduktan sonra gâziler arasında taksim
edilmiş olan arâzi de öşriyye kısmına girer. Arâzi-i harâciye kısmına
Basra'dan sonra gelen Irak arâzisi girer. Keza Mekke hâriç fethedildikten
sonra ahâlisi yerinde bırakılan veya ahâlisiyle imamın sulh antlaşması
yaptığı arâziler de girer. Arz-ı harâciyeden alınan vergiye harâc denir.
Arz-ı harâciye Müslümana satılmış olsa da harâc vergisi düşmez, bu mutlaka
ödenir.
Harâc iki çeşittir:
1- Harâc-i mükâseme: Bu, arâzinin tahammül
durumuna göre yarı, beşte bir, altıda bir gibi alınan vergidir.
2- Harâc-ı vazîfe: Bu, ehl-i zimmenin,
arâzi-i harâciyeden menfaatlandırılmalarına imkân tanınmış olmasına,
onların arâzide emniyet içinde yaşamalarının te'minine mukabil alınan
vergidir. Nitekim Hz. Ömer (radıyallahu anh) sulanabilen bir dönüm tarladan
buğday ve arpa cinsinden bir sa' ve bir dirhem vergi atmıştır.
Hârac tâbiri "arâzi"ye ve "ehl-i zimmet
başı"na konulmuş olan vergi için kullanılmıştır. Ancak sonradan harâc daha
ziyâde arâzi vergisine, cizye ise ehl-i zimmet başına atılan vergiye
denmiştir."
Şâfiî'ye göre de harâc iki kısımdır:
1- Cizye,
2- Arâzinin kirası ve ücreti. Bir yer sulh
yoluyla fethedilir ve arâzi ahâlisine bırakılırsa, arâzi için tesbit edilen
harâc, baş için alınan cizye ahkâmına tâbi olur. Bunlardan İslâm'a giren
olursa, üzerindeki harâc düşer, tıpkı boynundaki cizyenin de düşmesi gibi,
buna mukabil arâziden elde edilen mahsûlden öşür alınır. Fetih, şâyet "arâzi
Müslümanların olacak, ahâlisi de, her sene arâziyi ekip kaldırmaya bedel
olarak bir şey ödeyecek" şartıyla gerçekleştirilmiş ise, bu arâzi
Müslümanlarındır, alınan vergi de arzın ücreti (kirası)dır. Bu durumda,
tarla sahibi Müslüman olsa veya küfründe devam etse farketmez. Sulh
sırasında tesbit edilen statü aynen kalır. Bu arâzide satış da câiz
değildir. Çünkü, satış mülkde olur, halbuki sâhibi onun gerçek mâliki
değildir, mâlik, bütün Müslümanlar adına, İslâm Devleti'dir.
Özetlemek gerekirse arâzi-i harâciye şu
çeşitlere ayrılmış olmaktadır:
1- Savaşla alınıp, gâzilere taksim edilen
arâzi ki, imam, bunun bedelini gâzilere para olarak verip arâziyi
Müslümanlara vakfeder ve koyduğu harâç vergisiyle, devlete devamlı bir gelir
kaynağı yapar, Hz. Ömer, Irak arâzisini böyle yapmıştır.
2- İmam, bir beldeyi sulh yoluyla fetheder,
arâzi Müslümanların olur, ancak, eski ahâlisi, harâc ödemek kaydıyla
yerlerinde kalırlar. Arazi fey'dir, harac ücrettir, Müslüman olsalar da
harâc düşmez.
3- Sulh yoluyla fethedilir, ancak sulh, şu
şartla yapılmıştır: Arâzinin mülkiyeti ahâliye aittir, harac vererek onda
ikâmet edeceklerdir. İşte bu harâc cizyedir. Bunlar Müslüman olunca cizye
üzerlerinden düşer. Sadedinde olduğumuz hadis, ulemaya göre bu nev ile
açıklanmıştır, ancak sadece bu nev'e has değildir.
ـ6ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]أنَّ عُمرَ كانَ يَأخُذُ مِنَ
النَّبَطِ مِنَ الحِنْطَةِ وَالزَّيْتِ نِصْفَ الْعُشْرِ يُريدُ بذلِكَ أنْ
يُكْثِرَ الحَمْلَ إلى المَدِينَةِ وَيَأخُذَ مِنَ القِطْنِيَّةِ الْعُشْرِ[.
أخرجه مالك .
6. (1097),
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Babam) Ömer (radıyallahu anh)
Nebat ahalisinden buğday ve zeytinyağından öşrün yarısı (yirmide bir
nisbetinde) vergi alırdı. Bu davranışıyla kasdı Medine'ye bunlardan çokca
gelmesini sağlamaktı. Kıntiyye (denen buğday ve arpa dışında kalan, nohut,
mercimek, bakla nevinden tahıl) dan da öşür alıyordu." [Muvatta, Zekât 46,
(1, 281).]
AÇIKLAMA:
Zürkânî Muvatta'nın bir nüshasında "zeyt"
yerine "zebîb" (kuru üzüm) geldiğini belirttikten sonra bunu düzelttiğini
belirtir.
Metinde geçen Kıntiyye'nin "kuntiyye" diye
telaffuzu da câizdir. İki mânaya gelir:
1- Buğday ve arpa dışında kalan hububat, tahıl
da deriz: Mercimek, nohut, bakla gibi.
2- Pamuklu giyecekler. Burada hububat
kastedildiği açıktır.
Nebat, Irak'da Kûfe ile Basra arasındaki
Betâih'te yaşayan bir kabilenin adıdır. Hz. İbrahim (aleyhisselam)'in burada
doğduğu söylenmiştir. Bu sebeple bir hadiste: "Biz Nebâtî olan Kureyşîleriz"
ifadesine rastlanır.
ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رسولُ اللّه # َ تَصْلُحُ
قِبْلَتَانِ في أرْضٍ وَاحِدَةٍ وَلَيْسَ عَلى مُسْلمٍ جِزْيَةٌ[.قال سفيان
رحمه اللّه تعالى: معناه إذا أسلم الذمى بعد ما وجبت عليه الجزية بطلت عنه.
أخرجه أبو داود والترمذى .
7.(1098)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bir yerde iki kıblenin varlığı uygun olmaz.
Müslüman kimseye cizye yoktur."
Süfyan merhum der ki: "Bunun mânası şudur:
"Bir zımmî, kendisine cizye vermesi gerektikten sonra (vergisini henüz
ödemeden) Müslüman olursa, artık bu vergi ondan düşer." [Ebu Dâvud, Harâc
34, (3053); Tirmizî, Zekât 11, (633).]
AÇIKLAMA:
1- Türbüştî, "Bir yerde iki kıblenin varlığı
uygun olmaz" hadisini şöyle açıklamıştır: "Bir yerde iki din aynı eşit
şartlarda zâhir olamaz. Şöyle ki: Müslüman kimsenin, kâfirler arasında
ikâmet etmesi caiz olmaz, zîra ikâmet edecek olsa, kendisini Müslümanlar
arasındaki zımmîlerin yerine koymuş olacaktır, ona, nefsini küçüklük ve
zillete atması uygun düşmez, zîra izzet, Allah'a, Resûlü'ne ve mü'minlere
aittir. Dini, İslâm dinine muhalif olan kimsenin, İslâm memleketinde
ikâmeti ise cizye vermekle mümkün olabilir. Ayrıca, ona dinini dilediği gibi
yüksek sesle izhâr, ilân ve neşretmesine müsâade edilmez. (Dinî tezâhürlerde
ikinci plânda olmak zorundadırlar)."
2- Hadisin ikinci kısmı: "Müslüman kimse cizye
ödemez" hükmünü koymaktadır. Bu iki kısım arasında şöyle bir irtibat
kurulmuştur: "Zımmî, cizye ödemek şartıyla ikâmetine müsaade edilen
kimsedir. Şu hade zımmînin üzerinde cizye mükellefiyeti vardır, müslim
üzerinde cizye yoktur. Bu durum iki kıbleden birini yükseltirken diğerini
alçaltır, dolayısıyla hiçbir surette bunlar eşit durumda olmazlar."
Bu hadisle ilgili olarak Hattâbî der ki: "Bu
iki suretle te'vil edilebilir:
1- Cizye'nin mânası harâc demektir. Şayet bir
Yahudi Müslüman olsa ve elinde sulh yapılmış olan arâzi bulunsa, adamın
boynundan cizye, arâzisinden de harâc vergisi düşer, Süfyan-ı Sevrî ve İmam
Şâfiî, böyle hükmetmişlerdir. Süfyan-ı Sevrî ayrıca der ki: "Bu arâzi,
savaşla alınan bir yer ise, adam sonradan Müslüman olunca, kendisinden cizye
düşer, arâzisinde harâc bâki kalır."
2- İkinci tevile göre: Zımmî Müslüman olunca
senenin bir kısmı geçmiş olsa, zımmîden, geçmiş bulunan aylara tekabül eden
vergi hissesi istenmez, tıpkı Müslümandan da, sağmal hayvanlarını sattığı
takdirde, üzerinden bir yıl geçmiş ise, geçen aylar için sadaka istenmediği
gibi... Çünkü bu, mala sahip olduktan sonra bir yıl tamam olunca vâcib olan
bir hakdır.
Sene tamamlandıktan sonra Müslüman olursa
vergilerini ödemeli midir? meselesinde ihtilâf edilmiştir. Ebu Ubeyd, geçen
yıl için cizye istenmeyeceği görüşündedir. Bu hususta Ömer İbnu'l-Hattâb
(radıyallahu anh)'ın tatbikatından delil getirmiştir. Ebu Hanîfe merhuma
göre, bu ne vârislerinden, ne de terikesinden alınmaz, çünkü bu onun üzerine
kesin bir borç değildir, bunlardan biri, üzerinde cizye borcu bulunduğu
takdirde Müslüman olsa, bu kendisinden düşer ve eski borcu ondan alınmaz.
Şâfiî'ye göre, bu borç ondan istenir. O, cizye
borcunu, ancak ödemekle sâkıt olan sâbit bir borç telâkki eder.
İmâm Malik ve Ahmed ve İbnu Hanbel de bu
meselede Ebu Hanîfe gibi hükmetmişlerdir. Sahih olan da budur.
ـ8ـ وعن معاذ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]مَنْ عَقَدَ الجِزْيَةَ في عُنُقِهِ
فَقَدْ بَرِئَ مِمَّا جَاءَ بِهِ مُحَمَّدٌ #[. أخرجه أبو داود.والمراد بالجزية
هنا الخراج: أى من قرر الخراج على نفسه كما تقرر الجزية على الكتابى .
8. (1099)-
Hz. Muâz (radıyallahu anh) demiştir ki: "Kim kendi boynuna cizye akdi
yaparsa, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gittiği yoldan (sünnetten)
berî olmuş olur."
Burada “cizye”den murad harâctır: Yani:
(Satınalma yoluyla) kendini harâca mahkûm eden, tıpkı kitâbîyi cizyeye
mahkûm etmek gibi bir davranışta bulunmuştur. [Ebu Dâvud, Harâc, 38,
(3082).]
AÇIKLAMA:
Burada denmek istenen şey şudur: "Kim harâc
vergisine tâbi bir arâziyi kâfirden satın alırsa, bu kimseye arâzinin
harâcını vermek vâcib olur. Harâc ise "cizye" sınıfına giren bir vergi
çeşididir. Bilindiği üzere cizye zımmîlerden alınan verginin adıdır,
Müslümanlardan cizye alınmaz. Netice olarak bu satınalma sebebiyle, kişi
kendi eliyle, zımmîlerin ödediği çeşitten bir vergi (harâc) ödemeye
kendisini mahkum etmiş olmaktadır. Şurası muhakkak ki, cizyeyi mecbur kılma
işi, burada, sünnet yoluyla olmamıştır. Sünnetten berî olmak bu mânada
kullanılmış olmalıdır. Çünkü, harâc arâzisinin vergisi, arâzi Müslümana
geçmekle düşmez.
Bu hadiste, zımmîlerin zîraatten
uzaklaşmalarını kolaylaştırmamak gereği dahi gözükmektedir. Müteakip hadis
de bu manayı te'yid eder.
ـ9ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ أخَذَ
أرْضاً بِجِزْيَتِهَا فقَدِ اسْتَقَالَ هِجْرَتَهُ، وَمَنْ نَزَعَ صَغَارَ
كَافِرٍ مِنْ عُنُقِهِ فَجَعَلَهُ في عُنُقِ نَفْسِهِ فَقَدْ وَلَّى ا“سَْمَ
ظَهْرَهُ[.قال سِنان بن قيس: فسمع منى خالد بن معدان هذا الحديث فقال: أشَبيبٌ
حدثك؟ قلت نعم؛ قال: فإذا قدمت فاسأله يكتب إلىَّ به. قال: فكتبهُ له. فلما
قدمت سألنى ابن معدان
القِرْطَاسَ فأعطيتُهُ فلما قرأه ترك ما في يده من ا‘رض. أخرجه أبو داود.ومعنى
»استقال هجرته« أى رجع عنها وطلب ا“قالة منها .
9. (1100)
Ebu'd Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) efendimiz buyurdular ki: "Kim bir arâziyi haracı ile birlikte
(satın) alırsa hicretinden rücû etmiş demektir. Kim de bir kâfirin
boynundan zilleti kaldırıp onu kendi boynuna koyarsa İslâm'a sırtını dönmüş
olur."
Sinân İbnu Kays der ki: Hâlid İbnu Ma'dân bu
hadisi benden işitince bana: "Bunu sana Şebîb mi rivayet etti?" dedi. "Evet"
dedim. "Öyleyse dedi, gidince, söyle bu hadisi bana yazıp göndersin."
Sinân İbnu Kays devamla dedi ki: "(Şebib'e)
söyledim, onun için hadisi yazıverdi. Tekrar geldiğim zaman Hâlid İbnu
Ma'dân kâğıdı sordu. Ben de verdim. Okuyup bu hadisi işitince sahip olduğu
arâzinin hepsini terketti." [Ebu Dâvud, Harâc 38, (3082).]
AÇIKLAMA:
1- Bu bahse giren önceki hadislerde ve hususan
1096. hadiste açıkladığımız üzere, arz-ı harâciye'yi bir Müslüman da satın
almış olsa onun harâc vergisi düşmez, ödenmesi gerekir. Harâcın cizye
sınıfına girdiği gözönüne alınınca, hadisin söylemek istediği mâna daha iyi
anlaşılır. Zîra harâc arâzisini satın almak, kendi kendini cizyeye bağlamak
olmaktadır.
Rey ehli (Hanefîler), Müslüman kâfirden satın
aldığı harâciye arâzinin harac vergisini ödeyeceğine hükmetmekle birlikte,
tarladan kaldırılan hububat için öşür vermeyeceğine hükmetmiştir. Onlara
göre bir tarlaya hem harâc hem öşür düşmez. Ancak geri kalan âlimler:
"Tarladan kalkan mahsul beş vaska ulaşırsa öşür vacibtir" hükmünde ittifak
ederler. (Bir vaskın miktarını 1086, hadiste açıkladık.)
2- Hadiste geçen "hicretinden rücû etmek"
tâbiriyle harâc arâzisi satın almanın, hicretten vazgeçme fiiline oldukça
yakın bir davranış olduğu belirtilmektedir. Çünkü Müslüman, zımmîden böyle
bir arâzi satınalmak veya kiralamakla, o arâzinin cizyesini ödeme işinde
kendini o zımmînin yerine koymuş olmakta, terketmiş olduktan sonra da
tekrar o arâziye dönme durumuna düşmektedir. Bu da, hicretinden rücû etme
mânasına gelir, çünkü hicret, esas itibariyle küfür arâzisini terketmektir.
3- Şurası muhakkak ki, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) burada açık bir şekilde, arâziyi harâciyeyi satın
almamayı tavsiye etmektedir. Allahu â'lem, bu yasaklamada, Müslümanların
çiftçiliğe çok fazla tâlib olmamaları irşâdı var. Bir başka ifade ile,
gayr-ı müslimlerin arâzilerini satın alarak onların ticâret, zanaat, sanayi
gibi daha kârlı, daha verimli sahâlara kaymalarına zemin hazırlanmaması
istendiği, bu sebeple böylesi bir davranışın, hadisin devamında "zilleti
kâfirin boynundan kaldırıp, kendi boynuna geçirmek" olarak tavsif edildiği
söylenebilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ticârete teşvik edici,
تِسْعَةُ اَعْشِرَاءِ الرِّزْقِ التِّجَارَةِ
"Rızkın onda dokuzu ticârettir" gibi hadisleri
gözönüne alındıkta mesele daha iyi anlaşılır ve hadisten çıkardığımız
mesajdaki isabet ihtimal artar. Günümüzde maddî yönden kalkınan her
memlekette zengin sınıfların daha ziyade ticaret ve sanayiye ehemmiyet
verdiğini gözönüne alırsak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın nasıl
günümüzde bile taptaze kalan ezelî ve ebedî bir gerçeğe parmak bastığını
daha iyi anlama fırsatı buluruz.
4- Ancak şunu da belirtelim ki, Ashab'tan
bâzıları harâc arâzisinden satın almıştır. Beyhakî'nin el-Ma'rife'de
belirttiğine göre, İbnu Mes'ûd, Habbâb İbnu'l-Eret, Hüseyin İbnu Ali, Şüreyh
gibi büyüklerin harâc arâzileri mevcuttu. Utbe İbnu Ferkad es-Sülemî, Hz.
Ömer'e "Arzu's-Sevâd'dan (Harâc arâzisi) arâzi satın aldım" deyince, Hz.
Ömer (radıyallahu anh): "Öyleyse sen orada, tıpkı sahibi gibisin" der.
Yine Beyhâkî'nin kaydına göre, Behzü'l-Melik
ahâlisinden bir kadın Müslüman olur. Hz. Ömer, ilgililere: "Arâzisini tercih
eder ve arâziye terettüp eden eski vergisini öderse, arâzisi ile onun
arasına girmeyin, aksi takdirde arâzi ile Müslümanlar arasına girmeyin" diye
yazar.
Keza Hz. Ali de Müslüman olan İranlı bir
çiftçiye: "Arâzinde oturursan, senden alınan baş vergisini kaldırırız, ancak
arâziden alınan vergiyi almaya devam ederiz, ondan ayrılırsan arâzine biz
sâhip çıkarız" der.