ـ1ـ عن أنس رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: يَهْرَمُ ابْنُ آدَمَ
وَيَشِبُّ فِيهِ اثْنَتَانِ: الحِرْصُ عَلى المَالِ، وَالْحِرْصُ عَلى
العُمُرِ[. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (1666)-
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı
hırs ve hayata karşı hırs". [Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115, (1047);
Tirmizî, Zühd 28. (2340), : İbnu Mâce, Zühd 27, (4234).
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis muhtelif vecihlerde geliştir.
Buharî'deki bir vechi: "Â-demoğlu büyür, onunla birlikte iki şey daha büyür:
Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi" şeklindedir. Bir başka vechi ise: "Yaşlının
kalbi iki şeyde genç kalır: Dünya sevgisi, tûl-i emel (uzun yaşama sevgisi)"
şeklindedir. Beyhakî'nin kaydettiği bir vechi: "Âdemoğlunun yaşlandıkça
cismi zayıflayıp eti incelse de kalbi genç kalır" şeklindedir.
2- Burada, ifade edilen ihtiyarın kalbinin
gençliği, bir mecaz ve isti-âredir. İhtiyar, hayatı ve malı gençler kadar,
hatta daha fazla sever demektir. İnsan, ecelinin yaklaştığını hissedince mal
ve hayata karşı olan sevgisini artırır. Uyku bile, sabaha karşı yani gecenin
sonlarında daha tatlı olur. Demek ki her şeyin sonu yaklaştıkca kıymet ve
lezzeti arttığı gibi, insanın eceli yaklaştıkça hayat ve malın kıymeti de
artmaktadır.
Hadiste genç kelimesi, hırsın kemâli mânasında
istiâre edilmiştir. Çünkü gencin kuvveti yerindedir ve eceli uzakta
görmektedir, bu sebeple hayata sevgi ile bağlıdır. Eceli yaklaşan ihtiyarın,
daha fazlasıyla dünyayı sevdiği bu istiare ile anlatılmıştır.
ـ2ـ وعن كعب بن مالك رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: مَا
ذِئْبَانِ جَائِعَانِ أُرْسَِ في غَنَمٍ بِأفْسَدَ لَهَا مِنْ حِرْصِ المَرْءِ
عَلى المَالِ وَالشّرَفِ لِدِينِهِ[. أخرجه الترمذى وصححه.ومعناه: ]أنَّ حِرْصَ
المَرْءِ عَلى المَالِ وَالشَّرَفِ وَحُبَّهُمَا مُفْسِدٌ لِدِينِهِ كَمَا
يُفْسِدُ الذِّئْبَانِ الجَائِعَانِ الْغَنَمِ إذَا أُرْسَِ فِيهَا وَلَمْ
يُمْنَعَا مِنْهَا[ .
2. (1667)-
Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği
zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla
değildir." [Tirmizî, Zühd, 43, (2377).]
Mânası şudur: Kişinin mal ve şeref için
gösterdiği hırs veya bu iki şeye olan sevgisi dine fesad ve zarar getirir,
tıpkı aç iki kurdun hiçbir engelleme olmadan sürüye salındığı zaman hâsıl
edecekleri zarar gibi...
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen şereften murad mevki ve makam
gibi insana şeref getiren vesilelerdir. Hadis, mevki ve mala karşı
gösterilen hırs sebebiyle kişinin dine karşı pek büyük zarar
getirebileceğini ifade etmekte ve bunu hiç bir koruyucu techizâta sahip
olmayan müdâfaasız koyun sürüsüne salınan bir çift aç kurdun sürüye vereceği
zararla kıyaslamaktadır. Teşbihteki inceliği anlamak için kurtların şu
tabiatını bilmek gerek: Müdâfaasız bir sürüye musallat olan kurt, karnını
doyurmak üzere bir koyunu kapıp kaçırmaz. Sürüdeki bütün hayvanları kırımdan
geçirir.
Bediüzzaman, bilhassa günümüzde, insanlardaki
bu mal hırsını kullanarak ehl-i dünyanın mü'minleri ciddi tehlikelere
attıklarını belirterek der ki: "Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve
veren de Cenâb-ı Hakk'tır. O, hem Rahîm, hem Kerîm'dir. O'nun rahmetini
ittiham etmek derecesinde ve keremini istihfâf eder bir sûrette gayr-i meşru
bir tarzda yüz suyu dökmekle; vicdanı, belki bazı mukaddesatını rüşvet
verip, menhûs, bereketsiz bir mal-ı haramı kabûl eden düşünsün ki, ne kadar
muzaaf bir dîvâneliktir.
Evet ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet,
parasını ucuz vermez; pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir
derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrîb
etmeye bâzan vesîle olur. O pis hırs ile gazab-ı İlâhî'yi kendine celbeder
ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır."
Şârihler, malın hâsıl edeceği zarar ve fesadı
açıklama sadedinde, malın şehevî arzuları tahrîk eden bir güç olduğunu, önce
mübah olan lezzetlere alışarak daha çok lezzet peşine düşebileceğini,
zamanla ihtiyacı karşılayacak helâl kazançtan âciz kalabileceğini, derken
şüpheli kazançlara tevessül edeceğini, bunun da onu zikrullahtan
alıkoyacağını, mal meselesinin insanları hep bu safhaya getirdiğini
belirtirler.
Kezâ, mevki meselesi de böyle bir ifsad sebebi
olmaktadır. Üstelik mevki için mal da harcanabilmekte ve mal için makam
harcanmamaktadır. Bu sebeple mevki, maldan daha çok ifsad vesîlesi
olabilmekte, onun uğruna bir kısım müraîliklere, müdâhenelere, nifaklara,
yalan, rüşvet ve sâir kötü ahlâksızlıklara düşülebilmektedir. El-iyâzu
billah.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) insandaki
mal ve makam hırsının dine vereceği zararın, iki aç kurdun koyun sürüsüne
vereceği zarardan büyük olacağına dikkat çekmekle bütün bu söylenenleri
ifâde etmiş olmaktadır.
ـ3ـ وعن أنس رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: لَوْ كانَ بْنِ آدَمَ
وَادِيَانِ مِنْ مَالٍ بْتَغى إلَيْهِمَا ثَالِثاً، وََ يَمْ‘ُ جَوْفَ ابْنِ
آدَمَ إَّ التُّرَابُ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلى مَنْ تَابَ[. أخرجه الشيخان، وهذا
لفظهما، والترمذى بمعناه .
3. (1668)-
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir
üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah
tevbe edenleri affeder." [Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048);
Tirmizî, Zühd 27, (2338).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis çok farklı vecihlerden rivâyet
edilmiştir. Bazılarında mal yerine "altın", "gümüş", "hurma" gibi servet
ifâde eden başka tâbirler gelmiştir.Kezâ, ancak toprağın dolduracağı uzuv
olarak iç boşluğu yerine "nefis", "göz", "ağız", "karın" gibi başka organlar
da zikredilmiştir. Kirmânî: "Hadiste zikri geçen bu uzuvlardan asıl maksad
onların kendisi değildir, onlara mecaz olarak yer verilmiştir. Bu mezkur
organların toprakla dolmasından maksad ölümdür. Zîra ölüm toprakla dolmayı
gerektirir. Hadis sanki şunu demektedir: "Âdemoğlu ölünceye kadar dünyaya
doymaz."
2- Hadisle ilgili olarak Tîbî de şöyle bir
açıklama sunar: "Hadis sanki "Topraktan yaratılanı ancak toprak doyurur"
demektedir. "Toprak"ın zikrinde şöyle bir hikmet olabilir: Kişi ölünceye
kadar tamahkârlığı bırakmaz. Ölünce, onun şânı gömülmektir. Gömülünce
üzerine toprak dökülür, böylece iç boşluğu, ağzı, gözü hep toprakla dolar,
artık başkasının toprağına ihtiyacı olan hiçbir yeri kalmaz. Kişinin ağza
nisbeti, ağzın iç boşluğuna açılan kapı olmasındandır."
3- Hadisin sonunda yer alan "Allah tevbe
edenleri affeder" ibaresi, insandaki bu mal hırsını zem ifade eder. Şöyle
te'vil edilmiştir: "Allah başkalarını affettiği gibi mal hırsına kapılanları
da affeder. Dolayısıyla mal toplama hırsını terkeden kimse için: "Tevbe
etti" denebilir. Tevbeyi lügat mânasında yani rücu etti şeklinde anlayıp
"mal hırsından dönüş yapanı Allah affeder" demek de doğru olur.
Yine Tîbî şu açıklamayı sunar: "Hadisin mânası
şöyle de anlaşılabilir: "İnsanoğlu mal sevgisiyle mecbûldür, yani
yaratılışından gelen fıtrî bir meyille malı sever. Allah'ın muhafaza edip bu
cibilleti nefisden temizleme hususunda muvaffak ettikleri dışında hiç kimse
mal toplamaya doyamaz. Bunlar da ne kadar azdır. "Affeder" tâbirine, bu
cibilletin mezmum olduğuna ve günah makamında yer aldığına, ancak Allah'ın
yardımı ve takviyesi ile onu nefisten izale etmenin mümkün olduğuna işaret
etmek için yer verilmiştir. Bu hususa şu âyet de işaret etmektedir:
وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş
kimseler, işte onlar saadete eren kimselerdir" (Haşr 9). Burada
tamahkârlığın nefse nisbet edilmesi, bu halin onda fıtrîliğine delâlet
içindir. "Korunabilmiş kimseler" tâbiri de, bu fıtrî hâlin izâle
edilebileceğine, bunun mümkün olduğuna işâret eder."
4- Bu rivayetin Buhârî'de İbnu Abbâs'tan
kaydedilen vechinin sonunda İbnu Abbâs şöyle der: "Bu, Kur'ân'dan bir âyet
midir, hadis midir bilmiyorum."
Kezâ Ebû Ubeyde, Fezâilu'l-Kur'ân'da: "Biz
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında
لَوْ كَانَ ِبْنِ آدَمَ وَادِيَانِ مِنْ ذَهَبٍ وَفِضَّةٍ َبْتَغَى
الثَّالِثَ ibâresini kıraat ederdik"
der.
Ve keza yine Buhârî'de Übey İbnu Ka'b:
كُنَّا نُرَى هَذَا مِنَ الْقُرْآنِ حَتَّى نَزَلَتْ اَلْهَاكُمُ
التَّكَاثُرُ "Biz bunu,
Elhâkümüttekâsür sûresi ininceye kadar Kur'ân-ı Kerim'den bir âyet
zannederdik" demiştir.
Bu mânada başka rivayetler de var.
Bazı Âlimler, bu rivayetlere dayanarak,
sadedinde olduğumuz rivayeti, tilâveti mensuh, hükmü bâki âyetlerden kabul
etmiştir. Bu çeşit neshte yani hükmü bâki olup, sâdece tilâveti neshedilme
durumlarında nasih ile mensuh arasında teâruz sözkonusu olmaz. Binaenaleyh
umumiyetle mensuh bir vahy kabul edilen sadedinde olduğumuz hadisle, bunun
tilâvetini neshetmiş olan Elhâkümüttekâsür sûresi arasında mâna ve hüküm
yönüyle bir zıtlık, bir teâruz mevcut değildir.
İbnu Hacer, bu hadisi Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Kur'ân' dan olarak bildirmiş olabileceği gibi,
hadis-i kudsî de olabileceği ihtimaline yer verir. "Birinci durumda, bunun
hükmü bâki olsa da tilâveti mensuhtur" der ve ilâve eder: "Bu ihtimali Ebu
Ubeyd'in Fedâilu'l-Kur'ân'da tahric ettiği Ebû Musa hadisinde geçen şu ibâre
te'yid eder:
قَرَأتُ سُورَةً نَحْوَ بَرَاءَةٍ فَغِبْتُ اَوْ حَفِظْتُ مِنْهَا: »وَلَوْ
اَنَّ بْنِ آدَمَ وَادِيَيْنِ مِنْ مَالٍ لَتَمَنَّى وَادِياً ثَالِثاً«
اَلْحَدِيث وَمِنْ حَدِيثِ جَابِرٍٍ: كُنَّا نَقْرَأ لَوْ اَنَّ بْنِ آدَمَ
مِلْءَ وَادٍ مَاً َ حَبَّ اِلَيْهِ.
"Ben Berâet sûresi uzunluğunda bir sûre
okuduğumu ve unuttuğumu hatırlıyorum. Ondan sadece şu kısım ezberimde kaldı:
"Â-demoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı, üçüncü bir vadi temenni
ederdi..." Keza Hz. Câbir (radıyallâhu anh) hadisinde de: "Biz şunu kıraat
ederdik: "Âdemoğlu için vâdi dolusu mal olsa, bir misline daha sâhip olmak
ister..."