ـ1ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]سُئِِلَ رسولُ اللّه # مَا
يَلْبَسُ المُحْرِمُ؟ قالَ: َ يَلْبَسُ المُحْرِمُ الْقَمِيصَ وََ الْعِمَامَةَ
وََ الْبُرْنُسَ وََ السَّرَاوِيلَ وََ ثَوْباً مَسَّهُ وَرْسٌ وََ زَعْفَرانٌ
وََ الخُفّيْنِ إَّ أنْ َ يَجِدَ نَعْلَيْنِ فَلْيَقْطَعْهُمَا حَتَّى يَكُونَا
أسْفَلَ مِنْ الْكَعْبَيْنِ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين.وزاد البخارى: وََ
تَنْتَقِبُ المَرأةُ المُحْرِمَةُ وََ تَلْبَسُ القُفَّازَيْنِ.»الْقُفازَ« بضم
القاف وتشديد الفاء: شئ يعمل لليدين يُحْشى بقطن ويكون له أزرار يزرَّر بها علي
الساعدين من البردِ تلبسه المرأة في يديْها .
1. (1199)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) muhrimin giyeceği şeylerden sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Muhrim
ne kamis (gömlek), ne sarık, ne bürnus,
ne şalvar ne de vers
veya zaferân bulaşmış bir giysi taşımaz. Ayağında da mest (ve benzeri
ayakkabı) yoktur. Ancak nalın bulamazsa, mestlerin topuktan aşağı kısmını
kesmelidir."
Buharî'de şu ziyade var: "İhramlı kadın yüzünü
örtmez, eldiven de giymez." [Buharî,Hacc 21, Cezâu's-Sayd 13, 15, İlm 53,
Sâlât 9; Müslim, Hacc 1, (1177); Muvatta, Hacc 8, (1, 324-328); Tirmizî,
Hacc 18, (833); Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1824, 1825, 1826); Nesâî, Hacc 28,
(5, 129).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet ihrâma giren kimsenin, giyeceği
parçalar hakkında bilgi vermektedir. İhram kelime olarak yasaklamak mânasına
geldiği halde, ihramlının giydiği hususî "giysi"ye de ihram denilmiştir.
Öyle ise muhrim; ihramlı, ihram giymiş kimse demektir.
2- Sadedinde olduğumuz hadis ihrama giren
kimseye gömlek ve şalvar, bürnus gibi vücudun üst veya alt kısmını veya
tepeden tırnağa tamamını örtmek maksadıyla hazırlanmış olan normal zamana
âit giyecekleri yasaklamaktadır. Normal zamanda baş ve ayağa giyilen şeyler
de yasaktır: Sarık, ayakkabı gibi... ayağa zeminin menfi tesirlerinden
koruyan, üstü açık, dikişsiz nalın ve benzeri terlikler giyilebilir. Nalın
bulamayanlara, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), diğer ayakkabıların,
ayağın üst tarafını örten kısımlarının kesilmesi şartıyla giyilmesine izin
vermektedir.
Kadı İyaz'ın bu hadisle ilgili olarak yaptığı
yorum daha vazıhtır. Der ki: "Müslümanlar, ihrâma giren kimsenin bu hadiste
zikri geçen şeyleri giymemesi gerektiğinde icma etmişlerdir. Kamîs ve
şalvarla her çeşit dikilmiş giyecekler, sarık ve bürnus ile de başı örten
dikişli, dikişsiz her şey; keza mest kelimesiyle de ayağı örten giyeceklerin
tamamı kastedilmiştir."
İbnu'l-Münzir bu husustaki bir başka icmâdan
bahseder: "Kadın bu sayılanların hepsini giyebilir. Giyecekle ilgili
yasakların birinde erkeklerle müşterekleri vardır: Vers veya za'ferân
sürülmüş giysi yasağı." Bunlar o devrin boya sürünme yani koku
maddeleridir. Hadisten bunlar dışında kalan maddelerin helâl olacağı
anlaşılmakta ise de, ulemâ, her çeşit koku maddesini hükümdeki müştereklik
sebebiyle bunlara dahil etmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
bunları zikretmekle, -ne kadar hafif bile olsa - ihramlıya, her çeşit
kokuyu yasaklamış olduğunda tam bir icma mevcuttur. Bazı âlimler daha da
ileri giderek, kıyasla, za'feran kokan şeyin yenmesinin de yasak olduğuna
hükmetmişse de, Hanefîler, yasağın giymek ve sürünmekle ilgili olduğunu,
yemenin, giymek ve sürünmek sayılamayacağını belirterek, Şâfiîlerin bu
hükmünü reddetmişlerdir.
Hanefîler, yıkanıp silindiği zaman
kaybolmayacak şekilde boyalı elbise ihramda giyilebilir der. Şafiî'ye göre,
ıslanınca koku salan elbise ihram olamaz. Asıl olan, lekenin, yıkanınca
çıkmasa bile koku salmamasıdır. Kokusuz olduğu takdirde giyilmesinde beis
yoktur.
3- İhramlıya ayakkabı giymek de yasaklanmakta,
nalın giymesi emredilmektedir. Ancak nalın bulamayanlara, topukları
kapayacak kısımların kesilmesi şartıyla ayakkabı (huffeyn) giymeye izin
verilmektedir. Buharî'nin kaydettiği İbnu Abbâs'tan mervi bir rivayette
فَإنْ لَمْ يَجِدْ نَعْلَيْنِ فَلْيَلْبَسِ الْخُفَّيْنِ
"Eğer nalın bulamazsa huffeyn (bir çift mest =
ayakkabı) giysin" denmektedir. Bunu esas alan Ahmed İbnu Hanbel'e göre
ayakkabı kesilmeden giyilebilir.
Cumhur, hadisten, nalın bulabilene, kesilmiş
de olsa huffeyn giymenin câiz olmadığına hükmetmiştir. Ancak bazı Şâfiîler
ile Hanefîler "ca-izdir!" demiştir. Şunu da belirtelim ki "bulamamak"tan
maksad "te'minine muktedir olamamak"dır. Bu da, ya onun mevcut olmayışından
veya kişinin satın almaya güç yetiremeyişinden hasıl olur. Satışında aldatma
mevcut ise, kişiye onu satın alması gerekmez. Kezâ hibe edilecek olsa kabul
etmeyebilir. İâre ise almalıdır.
Nalın bulamadığı için ayakkabı giyen kimseye,
Şâfiîlere göre fidye ödemek gerekmez. Hanefîlere göre gerekir. Cumhur,
ayakkabı giyme halinde, ayakkabıyı ayağa tutturacak kadar bir bağ haricinde
kalan kısımların kesilerek, ayağın sırtı ve topukların açılmasını şart
koştuğu halde, Ahmed İbnu Hanbel az yukarıda İbnu Abbas'tan kaydettiğimiz
rivayete dayanarak, kesilmeden giyilmesini câiz görmüştür. "Mutlak,
mukayyede hamledilir" kaidesiyle tenkid edilmişse de Hanbelîler, muhtelif
yollardan cevap vermişlerdir, teferruata gerek görmüyoruz.
4- Buharî'de kaydedilen "ihramlı kadın yüzünü
örtmez, eldiven de giymez" ibaresinden ulemâ, kadınların hacc sırasında
yüzlerini örtmeyecekleri kesin hükmünü çıkarmışlardır. Yüzü örtmenin onlar
için haram olduğunda ihtilâf etmezler. Ellerin örtülmesi de esas itibariyle
haram olmakla birlikte bu hususta bazı ihtilâflar olmuştur. Eldiven giyme
yasağı kadınlarla ilgili olarak beyan edilmiş olmakla birlikte, bunun
erkeklere de şamil olduğuna hükmedilmiştir.
ـ2ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]نَهى رسولُ اللّه # النِّسَاءَ في
إحْرَامِهِنَّ عَنِ القُفَّازَيْنِ وَالنِّقَابِ وَمَا مَسَّ الْوَرْسَ
وَالزَّعْفَرَانَ مِنَ الثِّيَابِ وَلْتَلْبَسْ بَعْدَ ذلِكَ مَا أحَبَّتْ مِنْ
أنْوَاعِ الثِّيَابِ مِنْ مُعَصْفرٍ أوْ خَزٍّ أوْ حُلىٍّ أوْ سَرَاوِيلَ أوْ
قمِيصٍ أوْ خُفٍّ[. أخرجه أبو داود .
2. (1200)-
Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den rivayete göre demiştir ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınları ihrâma girdikleri vakit
eldiven kullanmaktan, yüzlerini örtmekten ve vers ve za'ferân değmiş elbise
giymekten yasakladı ve: "Bunlardan gayrı, hoşuna giden elbise çeşitlerinden
safranla boyanmış veya ipekli veya zinet veya şalvar veya kamis veya mest
giysin" dedi." [Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1827).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, ihrama giren kadınların kıyafetle
ilgili üç hususa dikkat etmeleri gerektiğini, bunun dışında serbest
olduklarını göstermektedir:
1- Yüzlerinin açık olması gerekmektedir.
2- Eldiven kullanmalıdırlar.
3- Kokulu elbiselerden kaçınmalıdırlar.
Hadiste vers ve za'ferân dışındaki maddelerle
boyanmış elbiselerin serbest olduğu belirtilmekte, safrânla boyananların
serbest olduğu betahsis zikredilmektedir. Ancak Aliyyu'l-Kârî, hadiste
za'ferânla boyanan ile safranla boyanan arasında yapılan tefrike, Hanefî
mezhebinin ihtiyat kaydı koyduğunu belirtir: "Birçok âlimler: Bir kimse
versle veya za'ferânla veya safranla boyanmış elbiseyi bir tam gün veya
daha fazla sırtında taşıyacak olursa bir dem (koyun kesme) cezası
çekeceğine, bir günden az bir müddet taşırsa sadaka cezası ödeyeceğine
hükmetmişlerdir" der ve şu açıklamayı yapar: "Bu durumda, hadisteki ruhsatı
safranla boyanmış olmakla beraber, yıkanıp kokusu giderilmiş elbiseye
hamletmek gerekir, veya sarı boyalı elbisenin, (kokusuz) Ermeni toprağı ile
boyanmış olanıyla tefsir edilir. İbnu Hacer'in "safran koku değildir" sözünü
onun kokusu tekzib eder."
Aliyyul-Kârî, kadınların, altın vs.den mamul
küpe, halhal, bilezik gibi her çeşit zinet eşyasını ihramlı iken
takabileceklerini belirtir. Bagavî'nin Şerhu's-Sünne'de kaydettiği bir
rivayete göre, Hz. Aişe'den ihrama giren kadınların giyecekleri şeyler
hakkında sorulunca: "İpekli, ibrişimli, boyalı giyebileceğini, zinetlerini
takabileceğini" söyler.
ـ3ـ وفي رواية عن عائشة: ]أنَّهُ # رَخَّصَ للِنِّسَاءِ في الخُفّيْنِ[ .
3. (1201)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den gelen bir rivayette: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı iken mest giymede kadınlara ruhsat tanıdı"
denmiştir. [Ebu Dâvud, Menâsik 33, (1831).]
AÇIKLAMA:
Ebu Dâvud'dan alınan bu rivayet eksik alınmış
olmalı, zîra aslı şöyledir:
اَنَّ عَبْدَ اللّه يَصْنَعُ ذلِكَ يَقْطَعُ
الْخُفَّيْنِ لِلْمَرْأةِ الْمُحْرَمةِ. ثُمَّ حَدَّثَتْهُ صَفِيَّةُ بِنْتُ
أبِى عُبَيْدٍ اَنَّ عَائِشَة رَضِىَ اللّهُ عَنْهَا حَدَّثَتْهَا: )أنَّ
رَسُولَ اللّهِ # قَالَ: »قَدْ كَانَ رَخَّصَ لِلنِّسَاءِ فِى الْخُفَّيْنِ«(
فَتَرَكَ ذلِكَ.
Bu rivayette Abdullah İbnu Ömer'den az
yukarıda 1199 numarada kaydettiğimiz rivayete atıf yapılarak, orada, mest
giydikleri takdirde ihramlı erkeklerin mesti kesmeleriyle ilgili hükme
kıyâsen ihramlı kadınların da mest giydikleri zaman mesti kesmeleri
gerektiğine dair fetva verdiği belirtiliyor. Ancak bilâhare Abdullah'a
Safiyye Bintu Ebî Ubeyd, Hz. Aişe'den işittiği şu rivayeti haber verince
Abdullah İbnu Ömer, bu fetvadan vazgeçiyor. Hz. Aişe Resûlullah'ın ihramlı
kadınların mest giymesine ruhsat verdiğini belirtmiştir.
فَتَركَ ذلِكَ ibaresi, Azîmâbâdî'nin
açıkladığı üzere: "Bunu işittikten sonra Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ), kadınların da mestleri kesmesi gerektiğine dair fetvasını terketti"
demektir.
Yani, kadınlar ihramlı iken ayaklarını örten
mest vs. giyebilirler.
İbnu'l-Münzir: "İhramlı kadınların dikişli
elbisesinin her çeşidini ve her türlü mesti giyebilecekleri, başlarını,
saçlarını örtebilecekleri, yabancı erkeklerin bakışından korumak için
yüzlerine hafif bir örtü sallandırabilecekleri hususunda icma edilmiştir"
der.
ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسول اللّه #: مَنْ لَمْ
يَجِدْ إزَاراً فليَلْبَسْ سَرَاوِيلَ، وَمَنْ لَمْ يَجِدَ نَعْلَيْنِ
فَلْيَلْبَسْ خُفّيَنِ[. أخرجه الخمسة .
4. (1202)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) hazretleri buyurdular ki: "Kim izar bulamazsa
şalvar giysin, kim de nalın bulamazsa mest giysin." [Buharî, Libâs 14, 37,
Hacc 132, Cezâu's-Sayd 15, 16; Müslim, Hacc 4,(1178); Tirmizî, Hacc 19,
(834); Ebu Dâvud, Hacc 32, (1829); Nesâî, Hacc 32, (5, 132).]
AÇIKLAMA:
İzar, belden aşağıyı örtmek için bağlanan
giysinin adıdır. İhramlının normal olarak bunu giymesi gerekir. Bunun temiz
ve beyaz renkli olması efdaldir. Hadis, izar bulunmadığı takdirde şalvarın
giyilebileceğini belirtmektedir. Ancak, âlimler, daha önce de açıklandığı
üzere bazı farklı hükümlere gider:
1- Ahmed İbnu Hanbel, hadisin zâhiriyle
hükmetmiş, nalın ve izar bulamayanın mest ve şalvar giyebileceğini
söylemiştir.
2- Cumhur mestin üst kısmının kesilmesi,
şalvarın yırtılması şartını koşmuştur. Bunları özürsüz giyene fidye gerekir.
3- Şafîler ve ekseriyet nezdinde esahh olan
şalvarı yırtmadan giymektir.
4- İmam Muhammed, şalvarın yırtılmasını şart
koşar.
5- İmam-ı Âzam ve İmam Mâlik mutlak şekilde
şalvara fetva vermez.
6- Hanefîler'den Râzi: "Giyebilir, ancak fidye
gerekir" der. Nitekim, Hanefîler mest hakkında da böyle söylemişlerdir.
ـ5ـ وعن نافع. ]أنَّهُ سَمِعَ أسْلَمَ مَوْلى عُمرَ يَقُولُ: بْنِ عُمَرَ رَأى
عُمرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما على طَلْحَةَ ثَوْباً مَصْبُوغاً وَهُوَ
مُحْرِمٌ. فقَالَ مَا هذَا إنَّمَا هُوَ مَغْرَةٌ أوْ مَدَرٌ فقَالَ: إنَّكُمْ
أيُّهَا الرَّهْطُ أئمَّةٌ يَقْتَدِى بِكُمْ النَّاسُ. فَلَوْ أنَّ رَجًُ
جَاهًِ رَأى هذَا لَقَالَ إنَّ طَلْحَةَ بنَ عُبَيْدِاللّهِ كانَ يَلْبَسُ
الثِّيَابَ المُصَبّغَةَ في ا“حْرَامِ، فََ تَلْبَسُوا أيُّهَا الرَّهْطُ مِنْ
هذِهِ الثِّيَابِ[ .
5. (1203)-
Nâfi'nin anlattığına göre, Eslem Mevlâ Ömer'in, İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ)'e şöyle söylediğini işitmiştir: "Ömer (radıyallahu anh), Hz. Talha
(radıyallahu anh)'nın üzerinde, ihramlı iken boyalı bir giysi görmüştü."
(Ey Talha) bu boyalı giysi de ne?" diye
sordu. (Talha cevaben):
"Ey mü'minlerin emîri, bu kızıl toprakla
boyanmıştır!" dedi. Ömer (radıyallahu anh):
"Ey azizler, sizler halkın imamlarısınız,
halk sizlere uymaktadır. Eğer câhil biri bu elbiseyi görse: "Talha İbnu
Ubeydillah, ihramda boyalı elbise giymiş" diyecek. Ey azizler, bu boyalı
elbiselerden hiçbirini giymeyin!" dedi" [Muvatta, Hac 10, (1, 326).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin yukardaki metninde, Muvatta'daki
metnine nazaran birkaç kelimelik eksiklik var. Tercümede eksik kelimeleri
parantez içerisinde gösterdik.
2- Hz. Ömer, Talha (radıyallahu anhümâ)'nın
üzerinde açıkça yasaklanmış olan za'ferân ve vers dışında bir başka boya ile
boyanmış bir elbise gördüğü için "Bu nedir?" diye sormuştur. Tabiî ki bu
soruş, Hz. Ömer'in memnuniyetsizliğinden ileri gelmektedir. Zîra O
(radıyallahu anh), büyüklere uyan câhil halkın, bu renkliyi za'ferân veya
vers ile boyanmış zannederek, hatâen bunlarla boyanmış giysileri ihram
olarak giymede beis görmeyebilir diye kaygılanmıştır.
3- Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh)
için Hz. Ömer: "Sizler imamsınız" diye hitab etmiştir. Çünkü Talha
(radıyallahu anh), Ashab'ın büyüklerindendi. Şöyle ki: O, ilk sekiz
Müslümandan biridir ve Hz. Ebu Bekir vasıtasıyla Müslüman olmuştur. Aşere-i
Mübeşşere'dendir. Hz. Ömer'in tesbit ettiği altılı şûrada üye idi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Suriye taraflarına "casus"luk
vazifesiyle gönderdiği için Bedr'e katılamamıştır, ancak Bedir ganimetinden
pay ayrılmış "Bedir'e katılma sevabı"na iştirak ettiği müjdelenmiştir. Uhud
ve diğer gazvelere katılmış, Bey'atu'r-Rıdvan'da hazır bulunmuştur. Uhud
Savaşı'nda çok kritik anlar geçirmiş, Resûlullah'a kendini siper etmiş,
elleriyle oklara karşı koymuş, elinden, başından yaralar almış,
Resûlullah'ı sırtlayarak kayanın üstüne, kuytuya çıkarmıştır. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) O'nu Uhud'da Talhatu'l-Hayr, Usre gününde
Talhatu'l-Feyyâz, Huneyn gününde de Talhatu'l-Cûd diye tesmiye etmiş,
iltifatta bulunmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Talha ve
Zübeyr, cennette benim iki komşum olacaklar!" sözü de meşhurdur.
Resûlullah onun şehid olarak öleceğini de
ihbâren şöyle buyurmuştur: "İki ayağı üzerinde yürüyen bir şehid görmek
isteyen, Talha'ya baksın!" Gerçekten Talha (radıyallahu anh), Cemel
Vak'ası'nda, Hz.Ali (radıyallahu anh)'nin yanında savaşırken Mervan
İbnu'l-Hakem'in attığı bir okla şehid düşmüştü.
Rivayete göre, bir kimse üç gün üst üste
Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh)'ı rüyasında görür. Her defasında:
"Kabrimin yerini değiştirin, sudan rahatsız oluyorum!" der. Üçüncü defa aynı
şeyi görünce adam, İbnu Abbas (radıyallahu anh)'a gelerek rüyasını anlatır.
Baktıkları zaman, yere gelen tarafın su sızıntısından yeşerdiğini görürler.
Yeri değiştirilir.
ـ6ـ وعن عروة قال: ]كانَتْ أسْمَاءُ بِنْتُ أبى بَكْرٍ تلبس المُعَصْفَرَاتِ
وَهِىَ مُحْرِمَةٌ لَيْسَ فِيهَا زَعْفَرَانٌ[. أخرجه مالك .
6. (1204)-
Urve anlatıyor: "Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ), ihramlı olduğu
halde, sarı renkli giysiler giyerdi. Ancak bunlarda za'ferân olmazdı."
[Muvatta, Hacc 11, (1, 326).]
AÇIKLAMA:
Bu boyanın su değince dağılacak, ıslanınca
silinecek şekilde olmaması gerektiği şârihlerce belirtilir. Su ile dağılan
boya, tîb'i yani koku maddesini andıracağı için hem erkek ve hem de kadınlar
hakkında tecviz edilmemiştir. Esmâ (radıyallahu anhâ)'nın elbiselerinde
za'ferân yoktu denmesi, sürünme maddesinin bulunmadığını tasrih eder.
ـ7ـ وعن يَعْلى بن أمَيّةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَجًُ أتَى النَّبىَّ #
وَهُوَ بِالْجِعِرَّانَةِ قَدْ أهَلَّ بِعُمْرَةٍ وَهُوَ مُصَفِّرٌ لِحْيَتَهُ
وَرَأسَهُ وَعَلَيْهِ جُبّةٌ. فقَالَ: يَارسولَ اللّه أحْرَمْتُ بِعُمْرَةٍ
وَأنَا كَما تَرى. فقَالَ انْزِعْ عَنْكَ الجُبّةَ وَاغْسِلْ عَنْكَ
الصُّفْرَةَ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين.وزاد أبو داود: واصْنَعْ في
عمْرَتِكَ مَا صَنَعْتَ في حَجَّتِكَ .
7. (1205)-
Ya'lâ İbnu Umeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Ciirrâne'de iken, umre için ihrama girmiş bir adam geldi. Adamın
sakal ve saçları sarıya boyanmış, sırtında da za'ferân lekeleri bulunan bir
cübbe vardı.
"Ey Allah'ın Resûlü, dedi, şu gördüğün
vaziyette, umre için ihrâma girdim!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Şu cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka!" diye
emretti." [Buharî, Umre 10, Cezâu's-Sayd 16, 17, Megâzî, 56,
Fedailu'l,Kur'ân 2; Müslim, Hacc 6, (1180); Muvatta, Hacc 18, (1, 328-329);
Tirmizî,Hacc 20, (835, 836); Ebu Dâvud, Menâsik 31, (1819-1822); Nesâî,
Hacc 43, (5, 142.-143).]
Bu metin, Sahiheyn'deki metindir. Ebu Dâvud'un
rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Umrede iken, hacda yaptığını yap."
AÇIKLAMA:
Hadisin muhtelif vecihleri var. Bazı
vecihlerinde burada yer almayan ve başka mevzuları ilgilendiren teferruat
var. Nesâî'nin bir rivayetindeki ziyadede bu zat Resûlullah'a:
"Ben umre için ihrama girdim, ne yapayım?"
diye sorar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sen haccederken ne yapardın?" der. Adam:
"Ben şu (tîb)den kaçınır ve yıkardım" deyince,
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Haccda ne yapıyorsan umrede de onu yap!" diye
emreder.
Müslim'in bir rivayetinde, Resûlullah: "Şu
cübbeyi çıkar, üzerindeki za'ferânı yıka!" der. Sahiheyn'in bir ziyadesinde
bu emrin üç kere tekrarı mevzubahistir.
Kadı Iyaz der ki: "Bu tekrarın Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)' tan olması muhtemeldir, bu durumda yıkamayı tekrar
etmede hadis nassdır. Bunun sahâbî sözü olması, Resûlullah'ın "yıka!"
emrini, iyi anlaşılmak için âdeti üzere yaptığı gibi, ard arda üç kere
tekrar etmiş olması da muhtemeldir."
Bu rivayet gösteriyor ki, haccla ilgili bir
kısım menâsik cahiliye devrinde de bilinmekte idi. İslâm onların hepsini
ilga etmiş değildir.
ـ8ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ كانَ يَكْرَهُ لُبْسَ
المِنْطَقَةِ لِلْمُحْرِمِ[ .
8. (1206)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in:
"İhramlının mıntıka takmasını mekruh addettiği" rivayet edilmiştir.
[Muvatta, Hacc 12, (1, 326).]
AÇIKLAMA:
1- Mıntıka; bele, elbisenin üzerine bağlanan
şeydir, yerine göre kuşak veya kemer diyebiliriz.
2- Yukarıdaki rivayet İbnu Ömer'in bunu mekruh
addettiğini ifade eder. Ancak, Zürkânî, İbnu Ömer'den bunun cevazıyla ilgili
rivayetin de geldiğini, dolayısıyla, sonradan bu görüşünden rücû etmiş
olabileceğini belirtir.
ـ9ـ وعن القاسم بن محمد قال: ]أخْبََرَنِى الْفَرَافِصَةُ بنُ عُمَيْرٍ
الحَنَفىُّ أنَّهُ رَأى عُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يُغَطِّى وَجْهَهُ
وَهُوَ مُحْرِمٌ[ .
9. (1207)-
Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Bana, el-Ferâfisa İbnu Umeyr el-Hanefî haber
verdi ki, O, Hz.Osman (radıyallahu anh)'ı, ihramlı iken yüzünü örter
görmüş." [Muvatta, Hacc 13, (1, 327).]
AÇIKLAMA:
Hadis Muvatta'da muhtelif vecihten
kaydedilmiştir. Bazı vecihlerinde, Hz. Osman'ın, Medine'ye üç merhale
uzaklıktaki Arc karyesinde yüzünü, erguvan bir kadife parçasıyla örttüğü
tasrih edilir.
Yüzün bu şekilde örtülebileceğinin câiz olduğu
görüşünde başka sahabeler de vardı: İbnu Abbâs, İbnu Avf, İbnu'z-Zübeyr,
Zeyd İbnu Sâbit, Saîd, Câbir gibi (radıyallahu anhüm ecmaîn)... Şâfiî de
buna hükmetmiştir.
Ancak, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) bunun
haram olduğuna hükmeder. Mâlik, Ebu Hanife, Muhammed İbnu'l-Hasan da aynı
kanaati beyan ederler. Bunlar yüzü örtene fidye gerekir derler. Sâdece elle
örtmede bir beis görmezler.
Şu hususu bir kere daha belirtelim. Başı
örtmekle yüzü örtmek aynı şey değildir. İhramlı iken başı örtmenin erkekler
için haram olduğu hususunda ulemâ icmâ eder.
ـ10ـ وعن نافع: ]كانَ ابنُ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما يقولُ: ما فَوْقَ
الذَّقَنِ مِنَ الرَّأسِ فََ يُخَمِّرُهُ المُحْرِمُ[. أخرج هذه ا‘حاديث الثثة
مالك .
10. (1208)-
Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Başın çeneden
yukarısını ihramlı kimse örtemez." [Muvatta, Hacc 13, (1, 327).]
ـ11ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ الرُّكْبَانُ يَمُرُونَ بِنَا
وَنَحْنُ مَعَ رسولِ اللّه # مُحْرِمَاتٌ فإذَا حَاذَوْا بِنَا سَدَلَتْ
إحْدَانا جِلْبَابَهَا مِنْ رَأسِهَا عَلى وَجْهِهَا فإذَا جَاوَزُونَا
كَشَفْنَاهُ[. أخرجه أبو داود .
11. (1209)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Biz (kadınlar) ihramlı olarak
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber iken, binekliler bize
uğrardı. Onlar tam hizamıza gelince, herbirimiz cilbabını başından yüzünün
üzerine sarkıtıverirdi. Bizi geçtiler mi tekrar kaldırırdık." [Ebû Dâvud,
Menâsik 34, (1833).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette, Hz. Aişe, ihramlı iken
kadınların yüzlerinin açık olduğunu, yabancı erkeklerle karşılaştıkları
zaman, onların bakışlarından kendilerini korumak için örtülerini baştan
aşağı yüzlerinin üzerine sarkıttıklarını belirtmektedir. Şârihler bu
sarkıtmada, örtünün yüze değmeyecek şekilde yapılmış olması gerektiğine
dikkat çekerler ve "yüz derisine değmiyecek şekilde..." diye kayıt koyarlar.
Aksi takdirde, 1199 numaralı rivayete kaydettiğimiz
وََ تَنْتَقِبُ الْمَرْأةُ الْمُحْرِمَةُ
"İhramlı kadın yüzünü örtmesin" emrine muhalif
düşer der.
Şevkâni, Neylü'l-Evtâr'da şunu kaydeder: "Bu
hadisle şu husus istidlâl edildi: "Kadın, erkeklerin yanından geçmesi anında
ihtiyaç duyduğu taktirde, başın üstünden bir giysiyi yüzüne sarkıtması
câizdir. Zîra kadın, yüzünü örtmeye muhtaç olması haysiyetiyle örtü ona,
avret gibi mutlak şekilde haram olamaz. Ancak örtü derisine değmeyecek
şekilde yüzünden mesâfeli olmalıdır. Şâfiîler ve başkaları da böyle
hükmetmiştir. Ancak, hadisin zâhiri bu hükme muhalefet eder. Çünkü yüzüne
örtü sarkıtan, derisine değmeyi önleyemez. Sarkıtılan örtünün mesafeli
olması şart olsaydı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu belirtirdi."
ـ12ـ وعن فاطمة بنت المنذر قالت: ]كُنَّا نُخَمِّرُ وُجُوهَنَا وَنَحْنُ
مُحْرِمَاتٌ مَعَ أسْمَاءَ بِنْتِ أبِى بَكْر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما[. أخرجه
مالك .
12. (1210)-
Fâtıma Bintu'l-Münzir anlatıyor: "Biz, bir kısım kadınlar, ihramlı iken,
yanımızda Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) olduğu halde, yüzlerimizi
sıkıca örtüyorduk"
[Muvatta, Hacc 16, (1, 328).]
AÇIKLAMA:
Sahâbî olan Esma, Ebu Bekir'in kızıdır. Ayrıca
Fatıma'nın ve kocasının da büyükannesidir. Bir başka rivayette, Fatıma ilave
eder: "...Esmâ, yüzümüzü sıkıca örtmemize müdâhale etmezdi." Zürkânî
müdahale etmeyişini: "Çünkü başkasının gözüne karşı, kadının kendisini
örtmesi câizdir" diye izah eder ve ilâve eder: "Sadece câiz değil, bilakis
vâcibdir de, yeter ki fitne olacağını bilsin veya zannı hasıl olsun veya
erkek, kendisine lezzet kasdıyla bakmış bulunsun."
İbnu'l-Münzir, bu hadisi açıklama sadedinde
"Kadının her çeşit dikişli giysileri ve mesti giyebileceği, yüzü hâriç
başını ve saçlarını örtebileceği, yüzünü erkeklerin nazarından koruyacak bir
örtüyü hafifçe başından sarkıtabileceği fakat sıkıca saramayacağı
hususlarında ulemâ -şu kaydettiğimiz Fatıma Bintu'l-Münzir rivayeti hariç-
icma etmiştir" der ve ilâve eder: "Fatıma Bintu'l-Münzir'in rivayetinde
zikredilen sıkıca örtme (tahmîr) tâbiri ile, sarkıtma suretiyle örtme (sedl)
kasdedilmiş olması muhtemeldir. Nitekim Hz. Aişe de, kadınların yabancı
erkeklere karşı örtündüğünü belirtir, ancak "sıkıca örtünme" (tahmir)
tâbiriyle değil, örtünme (sedl) tâbiriyle ifade eder: "Biz (kadınlar)
ihramlı olarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber iken,
binekliler bize uğrardı. Onlar tam hizamıza gelince, herbirimiz cilbabını
(örtüsünü) başından yüzünün üzerine sarkıtıverirdi. Bizi geçtiler mi tekrar
kaldırırdık."
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, İmam-ı
Âzam hazretleri bu çeşit tearuz durumlarında, hadisler arasında sıhhat
yönüyle tercihe müessir zâhir bir sebep yoksa, râvileri fakih olan hadisi
tercih eder.
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin kullandığı tâbirlerin fıkhî inceliklerini en
iyi bilen büyük fakihlerden biri olduğu nazar-ı dikkate alınacak olursa,
İbnu'l-Münzir'in pek isâbetli bir yorum yapmış olduğu anlaşılır.
ـ13ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]طَيَّبْتُ رسولَ اللّه # بِيَدَىَّ
هَاتَيْتِ حِينَ أحْرَمَ، وَلِحِّلِهِ حِينَ أحَلَّ قَبْلَ أنْ يَطُوفَ
بِالْبَيْتِ بِطيبٍ فِيهِ
مِسْكٌ[. أخرجه الستة.وفي رواية: بِذَرِيرَةٍ في حَجَّةِ الْوَدَاعِ.وفي أخرى:
قَبْلَ أنْ يُحْرِمَ ثمَّ يُحْرِمُ.وفي أخرى: بِأطْيَبِ مَا أجِدُ حَتَّى أجِدَ
وَبِيصَ الطِّيبِ في رأسِهِ وَلِحْيَتِهِ.وفي أخرى: كَأنِّى أنْظُرُ إلى
وَبِيصِ الطِّيبِ في مَفَارِقِ رسولِ اللّه # وَهُوَ مُحْرِمٌ.زاد في رواية
كانَ ابنُ عُمرَ يَدَّهِنُ بِالزَّيْتِ فَذَكَرْتُهُ “بْرَاهِيمَ. فقَالَ: مَا
تَصْنَعُ بِقَوْلِهِ حَدثنِى ا‘سْوَدُ عَنْ عَائِشَةَ قالتْ: كَأنِّى أنْظُرُ
إلى وَبِيصِ الطِّيبِ ـ الحديث.زاد في رواية: وذلِكَ طِيبُ إحْرَامِهِ .
13. (1211)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a, ihrama gir(ece)ği zaman (ihramı için), keza ihramdan çıktığı
zaman da Kâbe'yi tavaftan önce hıll'i için, içinde misk bulunan sürünme
maddesini şu iki elimle sürdüm." [Buharî, Hacc 18, 143, Libâs 73, 89, 91;
Müslim, Hacc 31, 33, (1189); Muvatta, Hacc 17, (1, 328); Tirmizî, Hacc 77,
(917); Ebu Dâvud, Menâsik 11, (1745, 1746); Nesâî, Hacc, 41, (5, 136-141).]
Bir rivayette şu ibare de var: "...Veda
haccında zerire denilen koku ile..."
Bir başka rivayette: "...ihrama girmezden
önce, sonra ihrama girerdi."
Bir diğer rivayette: "...bulabildiğim kokunun
en iyisi ile başında ve sakalında koku maddesinin parıltısını görünceye
kadar (sürerdim)."
Bir diğer rivayette: "...Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı iken (sürülen) koku maddesinin saç
ayırımlarındaki parlaklığına (şu anda) bakıyor gibiyim."
Bir rivayette şu ziyade var: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) zeytinyağıyla yağlanırdı. Bunu İbrahim (Nehâî)'ye
zikretmiştim, bana: "Pekâlâ, şu rivayeti ne yapacaksın: "Esved, Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ)' den onun şöyle söylediğini rivayet etti: "...(Sürülen
koku maddesinin saç ayrımlarındaki parlaklığına bakıyor gibiyim."
Bir rivayette de şu ziyade var: "...Bu,
ihram(a girmezden önce süründüğü) koku idi."
AÇIKLAMA:
1- Daha önce kaydedilen hadislerin bir
kısmında geçtiği üzere, ihramlı bir kimse, ihramdan çıkıncaya kadar koku
sürünemez. Kokulu sabun dahi kullanamaz.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, ihrama girmezden
önce, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bedenine, bahusus saç ve
sakalına koku maddesi sürüldüğünü belirtiyor. Hadisin râvisi olan Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) tîb denilen kokulu sürünme maddesini Resûlullah'a kendi
elleriyle sürdüğünü belirtiyor. Hadisin bir vechinde, bu tîb'i, bulabildiği
en güzel, en iyi maddeden seçtiğini belirtirken, sadedinde olduğumuz
vechinde bunun misk olduğunu belirtiyor. Misk, bir nevi keçinin göbeğinden
elde edilen, en güzel, en pahalı koku çeşididir.
3- Rivâyet, şu hususu da belirtmektedir: Hz.
Aişe hacc sırasında, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ihramdan çıkar
çıkmaz, yani şeytan taşlamaları bitip, kurban kesilince, daha tavafa
gidilmezden önce koku sürmüştür.Şu halde bu rivayet koku yasağının ne zaman
başlayıp ne zaman bittiğini açık şekilde belirtmektedir: Bu yasak, hacc veya
umre müddetiyle ilgili bir yasak değil, hacc ve umrenin ihram nüsük'ü ile
alâkalı bir yasaktır: Koku sürünmek, niyet edip ihramı giyme anından,
saçların kesilip ihramdan çıkma anına kadar devam eder.
4- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in,
zeytinyağı sürmüş olmasıyla ilgili ziyadeye gelince; bu ziyade Buhârî'nin
18. babında geçer. Burada İbnu Ömer'in ihram giyeceği sırada tîb değil,
zeytinyağı sürdüğü ifade edilmektedir. Şârihlerin belirttiği üzere, ihrama
girmezden önce koku sürünme meselesinde Hz. Aişe ile, İbnu Ömer (radıyallahu
anhüm ecmaîn) arasında ihtilâf mevcuttur. Sadedinde olduğumuz hadiste Hz.
Aişe (radıyallahu anhâ), kesin bir dille Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in ihrama girmezden önce bedenine koku sürdüğünü, saçını, sakalını
koku maddesi ile ovduğunu ifade ediyor. Hatta bu hususu çok iyi
hatırladığını, bu meselede zerre kadar şüphesi olmadığını ifade için:
"Sürdüğüm koku maddesinin Resûlullah'ın saç ayırımlarında hasıl ettiği
parlaklığa (şu anda) bakıyor gibiyim" der. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)
ise, ihram öncesi sürülen kokunun ihramdan sonra devam etmemesi gereğine
inanmaktadır. Yani, ihram giymeye yakın, kokulu madde sürülmelidir. İbnu
Ömer de bu konuda kesin kanaat sahibidir. Öyle ki: "Koku sürünmektense
katrana bulanmayı tercih ederim" bile demiştir. İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ)'in bu meselede babası Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e uyduğu babasının,
ihramlı üzerinde, önceden intikal eden koku bulunmaması inancında olduğu
belirtilir. Tirmizî'nin bir rivayetinde (Hacc 114, (962) İbnu Ömer, Hz.
Peygamber'in ihramlı iken, tîbsiz olduğunu, zeytinyağı süründüğünü rivayet
eder. Şu halde İbnu Ömer, ihramlı iken zeytinyağını hoş kukusu olmadığı ve
bir de Resûlullah'ın süründüğünü bildiği için sürmüştür. Müteakip hadis de
konuya açıklık getirecektir.
ـ14ـ وفي أخرى: ]سُئِلَ ابنُ عُمَرَ عَنِ الرَّجُل يَتَطيَّبُ ثُمَّ يُصْبِحُ
مُحْرِماً؟ فقَالَ: مَا أحِبُّ أنْ أُصْبِحَ مُحْرِماً أنْضَخُ طِيباً ‘نْ
أطَّلِىَ بِقَطِرَانِ أحَبُّ إلىَّ مِنْ أنْ أفْعَلَ ذلِكَ. فأخْبِرَتْ
عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها بِقَولِ ابنُ عُمرَ. فقَالَتْ: أنَا طَيَّبْتُ
رسولَ اللّه # عِنْدَ إحْرَامِهِ، ثُمَّ طَافَ في نِسَائِهِ، ثُمَّ أصْبحَ
مُحْرِماً يَنْضَخُ طِيباً[. هذه ألفاظ الشيخين .
14. (1212)-
Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Önce koku sürünüp sonra ihrama giren
kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: "Ben (tîb sürünerek) ihrama girip
koku neşretmeyi sevmem. Katrana bulanmam bunu yapmaktan daha iyidir." Hz.
Aişe (radıyallahu anhâ)'ye, İbnu Ömer'in, bu sözü haber verilince: "Ben,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ihrama (gireceği) sırada tîb sürdüm.
Bu halde hanımlarına uğradı. Sonra da ihrama girdi, koku neşrediyordu" dedi.
[Buharî, Gusl 14; Müslim, Hacc 47, (1192); Nesâî, Hacc 42, (5, 139), Gusl
13, (1, 203).]
AÇIKLAMA:
Bir önceki hadisin açıklama kısmında
belirttiğimiz üzere, ihrama girecek kimsenin, ihramdan önce kokulanması ve
dolayısıyla ihramlının koku neşretmesi hususunda, Hz. Aişe ile, Hz. İbnu
Ömer (radıyallahu anhüm ecmaîn) arasında ihtilâf mevcuttur ve her ikisi de
birbirlerinin düşüncelerini bilmektedirler. Yukarıda, İbnu Ömer'in görüşü
Hz.Aişe'ye haber verilince, onun görüşünde ısrar ettiğini gördük. Saîd İbnu
Mansûr'un, İbnu Ömer'in oğlu Abdullah'tan kaydettiği bir rivayet, Hz. Aişe'
nin görüşünü işiten İbnu Ömer'in sükût ettiğini, kendi görüşünde ısrar
etmediğini ifade eder. Sâlim İbnu Abdillah, İbnu Ömer'in de bu meselede Hz.
Aişe'nin hadisine dayanarak babasına ve dedesine muhâlefet ettiğini
belirtir.
Cumhûr da, bunu esas alıp, ihramdan önce
kokulanmayı müstehab addetmiştir. Hanefî mezhebi de bu görüştedir.
Mâlikîler, İbnu Ömer'in görüşünü esas alır ve
Hz. Aişe'nin hadisini şöyle te'vil ederler: "Rivayette koku süründükten
sonra Hz. Peygamber'in kadınlarına uğradığı, sonra ihrama girdiği
belirtilir. Bu uğramadan kasıt cimâ'dır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
zevcelerinden herbirine uğradıkça her seferinde yıkanmak âdeti idi. Böylece,
süründüğü tîb yıkanmış olmaktadır ki kokudan eser kalmaz." Keza "Saç
ayırımında görülen tîbin parlaklığı, ondan bâki kalan renktir, yıkanınca
kokusu gitmiştir, kokusu olmayan tîb lekesidir" şeklinde te'vil edilmiştir.
Ulemâ bu konuda lehte, aleyhte deliller
getirir, izahlar, te'viller yapar. Teferruata girmeyeceğiz. Ancak bu vesile
ile hadiste gözüken bir kaç noktaya dikkat çekeceğiz:
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevceleri, Resûlullah'ın hizmetine koşmuşlardır. Burada koku sürme hizmeti
gözükmektedir.
* Münâsebet-i cinsiyede kadın ve erkeğin güzel
koku sürünmesi müstehabdır.
* Ashab'ın büyükleri bile, Resûlullah'ın bazı
sünnetini, zevceleri kadar iyi bilememekte ve bu sebeple aralarında ihtilaf
çıkmaktadır.
* Ulemâ, çoğunluk itibariyle, zevcelerinin
daha iyi bilme durumunda olduğu hususlarda -ihtilâf vâki olursa-
zevcelerinin rivâyetini tercih etmiştir, bu meselede olduğu gibi.
ـ15ـ وفي أخرى للنسائى: ]كانَ رسولُ اللّه # إذَا أرَادَ أنْ يَحْرَمَ أدَّهَنَ
بِأطْيَبِ دُهْنٍ يَجِدُ حَتَّى أرَى وَبِيصَهُ في رَأسِهِ وَلِحْيَتِهِ[.
15. (1213)-
Nesâî'nin kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), ihrama girmeyi arzu ettiği zaman bulabildiği en
güzel yağla yağlanırdı. Öyle ki, yağın parlaklığını başında ve sakalında
görürdüm." (Râvi Hz. Aişe'dir). [Nesâî, Hacc 42, (5, 139-140).]
ـ16ـ وله في أخرى قالت: ]طَيَّبْتُهُ لِحَرَمِهِ حِينَ أحْرَمَ وَلِحِلِّهِ
بَعْدَ مَا رَمَى الْعَقَبَةَ قَبْلَ أنْ يَطُوفَ بِالْبَيْتِ[ .
16. (1214)-
Yine Nesâî'nin bir başka rivayetinde, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şöyle
buyurmuştur: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ihrama gireceği
zaman ihramı için, şeytan taşlamasını yaptıktan sonra ve Beytullah'a
yapacağı tavaf (-ı ziyaret)ten önce ihramdan çıkınca da hıll'i (ihramsız
hâli) için tîbini sürdüm." [Nesâî, Hacc 41, (5, 137).]
AÇIKLAMA
:1218 numaralı hadiste yapılmıştır.
ـ17ـ وفي أخرى: ]طِيباً َ يُشْبِهُ طِيَبكُمْ هذَا[ ـ يعنِى طيباً ليس له
بقاء.»الذَّرِيرَةُ« ضَرْبٌ من الطيب مجموع من أخْط. »وَالْوَبِيصُ« الْبَصِيصُ
وَالْبَرِيقُ. »وَيَنْضَخُ« بالخاء المعجمة: يفوح .
17. (1215)-
Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah'ın tîb'i (sürdüğü koku) sizin
şu tîbinize benzemez." Yani (sizin kullandığınız tîb), uzun müddet koku
neşretmeye devam etmez, demektir. [Nesâî, Hacc 41, (5, 137).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet de Hz. Aişe'ye aittir. Bütünü
içinde şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ihramsız iken de,
ihrama gireceği zaman da tîbini sürdüm. Sizin bu tîbiniz onun tîbine
benzemez." Hz. Aişe bu sözü ile, "(Sizin tîbinizin) bekâsı yoktur (kokusu
devam etmez)" demek istemiştir.
Sindî bu ifadeyi şöyle açıklar: "İhrama
girmezden önce kullandığınız tîbin kokusu, ihramdan sonra devam etmez, hemen
kaybolur. Halbuki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) en iyi kokudan
kullanırdı ve ihramdan sonra da koku neşretmeye devam ederdi." Sindî bu
te'vili Hz. Aişe'den gelen diğer rivayetlerin ruhuna uygun olarak yaptığını
belirtir. Aksi takdirde: "Hz. Peygamber'in kullandığı tîbin kokusu devam
etmezdi" şeklinde te'vil dahi mümkündür.
ـ18ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنَّا نَخْرُجُ مَعَ رسولِ اللّهِ
# إلى مَكَّةَ فَنُضَمِّدُ جِبَاهَنَا بِالسُّكِّ المُطَيِّبِ عِنْدَ ا“حْرَامِ
فإذَا عَرِقَتْ إحْدَانَا سَالَ عَلى وَجْهِهَا فَيَرَاهُ رسولُ اللّه # فََ
يَنهَانَا[. أخرجه أبو داود.ومعنى »نُضَمِّدُ« أبى نلطخ. و»السُّكُّ« نوع معروف
من الطيب .
18. (1216)-
Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile (hacc ve umre için ihrama girip) Mekke'ye giderdik. İhram
sırasında alınlarımıza sükk denen bir tîb sürerdik. Birimiz terleyecek olsa,
yüzüne akardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu gördüğü halde (bize)
onu(n sürülmesini) yasaklamazdı." [Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1830).]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen sükk, Lisânu'l-Arab'a göre
bir tîb çeşididir. Misk ve râmek kokularının karıştırılmasıyla elde edilir.
Başka çeşit tîbe karıştırılarak kullanılır.
2- Bu rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın sükk denen tîbi ihramlı iken hanımlarının süründüklerini
gördüğü halde sesini çıkarmadığı ifâde edilmektedir. Resûlullah'ın gördüğü
şeye sükût buyurması takrîrî sünnet addedilir ve bu, sükût edilen şeyin
Resûlullah tarafından kabul edildiğine delil sayılır.
Ahmed İbnu Hanbel'in bir rivayetinde de
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ihramlı iken koku maddesiyle
kaynatılmamış saf zeytinyağı ile yağlandığı rivayet edilmiştir. Bu
rivayette, ihramlı iken saf zeytinyağı ile yağlanılabileceğine dair delil
çıkarılmıştır. 1211 numaralı hadiste açıkladığımız Hz. Aişe ile Hz. İbnu
Ömer ihtilâfının aslı, bir kere daha görülüyor ki, Resûlullah'tan görülen
farklı tatbikata dayanmaktadır.
3- Yanlış anlaşılmaması için tekrar
belirtelim, Hz. Aişe'nin belirttiği sükk sürme işi, ihrama girmezden önce
cereyan etmiştir. Ebu Dâvud, Hz. Aişe'nin bu hadisini ihramdan sonra da
devam eden kokunun önceden sürülebileceğine delil yapmak kasdıyla
kaydetmiştir. İhram sırasında kadın ve erkek hiç kimseye koku sürmenin helâl
olmadığı hususunda ulemâ ihtilaf etmez, icma eder. Ancak zeytinyağı tîb
değildir, kokusu için sürülmez, başka maksadla sürülür. Bu sebeple saç ve
sakal hariç zeytinyağının, ihramlı iken sürülmesi câiz addedilmiştir.
ـ19ـ وعن الصَّلْتِ بن زبيد عن غير واحد من أهله. ]أنَّ عُمرَ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ وَجَدَ رِيحَ طِيبٍ وَهُوَ بِالشَّجَرَةِ. فقَالَ: مِمَّنْ هذَا؟ فقَالَ
كَثِيرُ بنُ الصَّلْتِ مِنِّى، لَبَّدتُ رَأسِى وَأرَدْتُ أنْ أحْلِقَ. فقَالَ
عُمَرُ: اذْهَبْ إلى شَرَبَةٍ مِنَ الشَّرَبَاتِ فَادْلُكْ رَأْسَكَ حَتَّى
تُنْقيَهُ فَفَعَلَ ذلِكَ[. أخرجه مالك .
19. (1217)-
Salt İbnu Zübeyd (rahimehullah), ailesinin bazı fertlerinden naklen şunu
rivayet etmiştir: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) Şecere nâm mevkide iken, bir
tîb kokusu hissetti.
"Bu koku kimden geliyor?" diye sordu: Kesîr
İbnu's-Salt:
"Bendendir, (saçımın dağılmaması için)
süründüm ve tıraş olmamaya karar verdim" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh):
"Su birikintilerinden birine git, başını koku
gidinceye kadar ovuştur!" diye emretti. Kesir İbnu's-Salt öyle yaptı."
[Muvatta, Hacc 20, (1, 329).]
ـ20ـ وله في أخرى عن أسلم مولى عمر ]أنَّ عُمَرَ وَجَدَ رِيحَ طِيبٍ فَقَالَ:
مِمّنْ هذَا الطِّيبُ؟ فقَالَ مُعَاوِيَةُ بنُ أبِى سُفْيَانَ: مِنِّى يَا
أمِيرَ المُؤمِنِينَ! فقَالَ مِنْكَ لَعَمْرُ اللّهِ؟ فقَالَ: إنَّمَا
طَيَّبَتْنِى أُمُّ حَبِيبَةَ يَا أمِيرَ المُؤمِنينَ. فقَالَ عُمَرُ: عَزَمْتُ
عَلَيْكَ: لَتَرْجِعَنَّ فَلَتَغْسِلَنَّهُ[.»التَّلْبِيذُ« أن يُسَرِحَ شعر
رأسه، ويجعل فيه شيئاً من صَمْغ ليلتزق، و يتشعَّث في ا“حرام. »والشَّرَبَةُ«
بفتح الشين والراء: الماء المجتمع حول النخلة كالحوض.
20.(1218)-
Muvatta'nın bir diğer rivayeti, Eslem Mevlâ Ömer'den: "Ömer (radıyallahu
anh), bir tîb kokusu hissetmişti.
"Bu koku kimden?" diye sordu. Muâviye İbnu Ebî
Süfyan (radıyallahu anh):
"Ey mü'minlerin emîri! Bendendir!" diye cevap
verdi. (Hz. Ömer kızgın bir eda ile):
"Allah Allah! Senden mi?" diye çıkıştı. Hz.
Muâviye:
"Bana Ümmü Habibe sürdü, ey mü'minlerin
emîri!" (diye özür) beyan etti. Hz. Ömer:
"Allah aşkına geri dön ve şu sürdüğün şeyi
yıka!" diye emretti." [Muvatta, Hacc 19.]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıdaki iki rivayet, birbirine
ziyadesiyle benzerlik arzeden iki ayrı hâdiseyi anlatmaktadır. Saçına koku
saçıcı bir madde sürdüğü için Hz. Ömer'in müdahalesine mâruz kalan şahıs,
birinci hadiste Kesîr İbnu's-Salt, ikinci hadiste ise Muaviye İbnu Ebî
Süfyan (radıyallahu anhümâ)'dır.
2- Hz. Ömer'in kokuyu hissettiği yer
Şecere'dir. Zülhuleyfe'de, Esma Bintu Muhammed İbni Ebî Bekr'in doğum
yaptığı yerdir. Medine'ye altı mil mesafededir. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye giderken, Medine'den oraya gelir, ihrama
orada girerdi.
3- Su birikintisi diye tercüme ettiğimiz
şerbet'i İmam Mâlik hurmanın dibindeki çukurluk diye târif eder. Diğer
açıklamalardan, suyun birikmesi için, ağaçların etrafında, hâlen teşkil
edilen havuzlama çukurları olduğu anlaşılıyor.
4- İkinci rivayetin bir başka vechinde, Hz.
Ömer (radıyallahu anh)'in Hz. Muâviye'ye öfkelendiği kaydedilir. Şârihler,
Hz. Ömer'in, Hz. Muâviye'yi refaha düşkünlükle itham edip Arab'ın Kisrası
diye isimlendirdiğini belirtirler.
5- İbnu Ebî Şeybe'nin rivayetinde: "...Herkes
ihramını giyince, Hz. Ömer bir tîb kokusu hissetti ve: "Bu kimdendir?" diye
sordu..." denir. "Bendendir ey mü'minlerin emîri!" diyen, bu rivayette Berâ
İbnu Âzib'tir.6- Bu rivayetler, Hz.Ömer'in ihramlıya hiçbir surette kokuyu
câiz görmeyen fetvasını aksettirmektedir. Zürkânî, bu meselede -az yukarıda
kaydettiğimiz, Hz. Aişe ile olan ihtilâfa parmak basarak der ki: "Hz. Ömer,
ihrama girecek kimsenin, önceden koku sürünmüş olmasını, bu kadar büyük
sahâbi ve tâbiin huzurunda reddettiği halde, onlardan hiçbiri ona itiraz
etmedi. Şu halde bu durum, Hz. Aişe'nin buna muhalif rivayetin te'vil
edilmesi gerektiğine en kuvvetli bir delildir."
ـ21ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ كَفَّنَ ابْنَهُ وَاقِداً
وَمَاتَ بِالْجُحْفَةِ مُحْرِماً وَخَمَّرَ رَأسَهُ وَوَجْهَهُ وَقالَ: لَوَْ
أنَا حُرُمُ لَطَيَّبْنَاهُ[. أخرجه مالك .
21. (1219)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre: "İhramlı iken
Cuhfe'de ölmüş olan oğlu Vâkid'i kefenlemiş, bu arada başını ve yüzünü
örttükten sonra şöyle demiştir: "Eğer ihramlı olmasaydık, cenâzeye tîb de
sürerdik." [Muvatta, Hacc 14, (1, 327).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, ihramlı iken kokulu nesneye
değilmemesi gereğine bir delil olduğu gibi, ihram sırasında ölen kimsenin
normal şekilde kefenlenmesi gereğine de delil olmaktadır. Zîra, ihramlı
halde, ölen oğlunun başını ve yüzünü örtmüştür. Halbuki, ihramlının başı ve
yüzü açıktır. İhramlı koku sürünmez, ama cenazeye mûtad üzere sürülmelidir.
İbnu Ömer (radıyallahu anh) oğlunun cenazesine sürmüyor, fakat özrünü beyan
ediyor: Tekfine katılan hepimiz ihramlıyız, ihramlı olanların kokuya
değmemeleri gerekir, böyle olmasaydık, ihramlı iken ölmüş bulunan cenazeye
mutad üzere koku da sürerdik."
Bu hadiste, İmam-ı Âzam, İmam Mâlik ve Evzâî
Sahiheyn'de kaydedilen bir İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) rivayetine cevap
bulurlar: "İhramlı bir kimseyi, devesi sırtından atarak ölümüne sebep
olmuştu. Durum Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a intikal ettirilince:
اغْسِلُوه وكفنُوهُ وََ تُغَتُّوا رَأسَهُ وََ تَقْرَبُوهُ طيباً: فَاِنَّهُ
يُبْعَثُ مُلَبِّياً
“Onu yıkayın, kefenleyin, sakın başını
örtmeyin ve koku da yaklaştırmayın. Zîra o, (kıyamet günü) telbiye getirerek
diriltilecektir" buyurdu.
İmam Şafiî, Ahmed İbnu Hanbel, İshâk İbnu
Râhuye ve Zâhirîler, bu sonuncu rivayetten hareketle, ihramlı iken ölen bir
kimsenin, öldükten sonra da ihramlı sayılacağını söylerler. Hadiste ifade
edilen: "Başını örtmeyin, koku da sürmeyin" emri bunu ifade eder. Hatta,
hadisin bazı vecihlerinde "iki parça içerisine kefenleyin" ziyâdesi de
vardır. Yani, kefeni de, ihram gibi iki parçadan ibaret olmalıdır.
Bu görüşe katılmayan âlimler (Mâlik, Ebu
Hanife..) ihram halinde ölen kimseye ihramsız gibi muâmele yapılması
gerektiğini söylerler. Onlara göre ihram, diğer ibadetler gibi bir
ibadettir. Namaz, oruç vs. ibadetler ölümle iptal olduğu gibi, bu da ölümle
iptal olur. Ölümle ihram devam edecek olsa, cenazesinin tavaf ettirilmesi ve
diğer menâsikin de tamamlattırılması gerekirdi. Halbuki hiçbir âlim bunu
söylememiştir.
Ayrıca İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) hadisi,
hadiste geçen şahısla ilgili hususî bir hüküm ifade etmektedir. Onu
umumîleştirmek mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber, "Zîra o telbiye
getirerek diriltilecek" buyurmuştur... Halbuki, şehidlerle ilgili hüküm
ifâde edilirken tahsis değil ta'mim ifade eden bir üslub kullanılmıştır:
"Şehid (kıyamet günü), yarasından kan akıyor olduğu halde dirilir." Bu
mülâhazaya göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "İhramlı halde ölen
kimse kıyamet günü telbiye getirerek dirilir" buyurmuş olsaydı hüküm
umumiyet kazanmış olacaktı.
ـ22ـ وعن نافع قال: ]كانَ ابنُ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما إذَا خَرَجَ إلى
مَكَّةَ ادَّهَنَ بِدُهْنٍ لَيْسَتْ لَهُ رَائِحَةٌ طَيِّبَةٌ، ثُمَّ يأتِى
مَسْجِدَ ذِى الحُلَيْفَةِ فَيُصَلِّى ثُمَّ يَرْكَبُ. فإذَا اسْتَوَتْ بِهِ
رَاحِلتُهُ قَائمَةً أحْرَمَ ثُمَّ يقُولُ: هكذَا رَأيْتُ رسولَ اللّه #
يَفْعَلُ[. أخرخه البخارى .
22. (1220)-
Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) ihram giyerek Mekke'ye
müteveccihen yola çıktığı zaman, güzel kokusu olmayan bir yağ ile
yağlanırdı. Sonra Zülhuleyfe mecsidine gelir, orada (ihram için iki rek'at)
namaz kılar, sonra hayvanına binerdi. Devesi (ayağa kalkıp) onu doğrultunca
telbiyeye başlar ve şöyle derdi: "Ben Resûlullah'ın böyle yaptığını gördüm."
[Buharî, Hacc 28; Muvatta, Hacc 32, (1, 333).]
AÇIKLAMA:
Burada ihram, telbiye getirmek mânasına gelir.
İbnu Ömer, ihramını giydikten sonra kılınması sünnet olan iki rek'at ihram
namazını kılınca hemen telbiyeye başlamıyor, devesine binip, devesi ayağa
kalkınca, tam binme halini aldıktan sonra telbiyeye başlıyor. Sözgelimi
ayağını atarken veya, deve kalkarken değil, tam binmiş vaziyete geçince
telbiyeyi getiriyor. Böylece ihram yasakları fiilen başlatılmış oluyor.
ـ23ـ وفي رواية للترمذى قال: ]كانَ يَدَّهِنُ بِدُهْنٍ غَيْرِ مُقَتَّتِ.
يَعْنِى غَيْرِ مُطَيِّبٍ[.»الْقَتُّ« تطييب الدهن بالريحان .
23. (1221)-
Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denir: "(İbnu Ömer) reyhanlanmamış bir
yağla yağlanırdı." Yani kokulandırılmamış. [Tirmizî, Hacc 114, (962); İbnu
Mâce, Menâsik 88, (3083).]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen mukattat, reyhanla kaynatılmak
suretiyle koku sindirilmiş demektir. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)
ihramlının mutlak surette kokudan uzak kalması kanaatinde olduğu için, ihram
öncesi yağlanırken kokulu kılınmamış, tabiî yağla yağlanmıştır. Bu te'vili
esas alanların ihram giydiği takdirde izi devam ederek koku salmayı
sürdürecek olan kokulu krem kullanmaması gerekir.
Hanefîlerin ihram öncesi kokulanmayı müstehab
addettiklerini bir kere daha hatırlatalım.
ـ24ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]يَشُمُّ المُحْرِمُ
الرَّيْحَانَ، وَيَنْظُرُ في المِرآةِ، وَيَتَدَاوَى بِمَا يَأكُلُ الزَّيْتِ
وَالسَّمْنِ[. أخرجه البخارى ترجمة .
24. (1222)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "İhramlı reyhan koklayabilir,
aynaya bakabilir. Yediği zeytinyağı ve tereyağı ile tedâvi olabilir."
[Buharî, Hacc 18, (Bab başlığında, senetsiz olarak kaydetmiştir).]
AÇIKLAMA:
İhramlının reyhan koklaması ihtilâflı bir
mevzudur. Sadedinde olduğumuz rivayetde İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın
bunda bir beis görmediği ifade ediliyor. Ancak, İshâk da mübah derken, Ahmed
İbnu Hanbel, tevakkuf etmiş, Şafiî hazretleri haramdır demiş, İmam Mâlik ve
Ebû Hanife (rahimehumullah) "mekruh" addetmişlerdir.
Aynaya bakma hususunda Sevrî'nin Câmi'inde
kaydedilen rivayete göre İbnu Abbâs "Muhrim olanın aynaya bakmasında bir
beis yoktur" demiştir. Kasım İbnu Muhammed'den gelen rivayette mekruh
addedilmiştir.
Ebû Bekir İbnu Ebî Şeybe'nin kaydettiği
rivayette İbnu Abbâs,
يَتَدَاوَى الْمُحْرِمُ بِمَايَأْكُلُ
"Muhrim yediği şey ile tedavi olur" demiştir.
Bir başka rivayette ise: "Muhrimin eli veya ayakları çatlayacak olursa,
zeytinyağı veya tereyağı sürebilir" demiştir.
Bu ifadede Mücâhid'in: "Tereyağı ve zeytinyağı
ile tedavi olamaz, aksi halde dem (koyun kurban etmesi) gerekir" şeklindeki
görüşüne cevap verilmiş olmaktadır.
ـ25ـ وعن عبداللّه بن حُنَين: ]أنَّ ابنَ عبَّاسٍ وَالمِسْوَرَ بنَ مَخْرَمَةَ
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. اخْتَلَفَا بِا‘بْوَاءِ. فقَالَ ابنُ عَبَّاسٍ:
يَغْسِلُ المُحْرِمُ رَأسَهُ؛ وَقَالَ الْمِسْوَرُ: َ يَغْسِلُ المُحْرِمُ
رَأسَهُ. فأرْسَلَنِى ابنُ عَبَّاسٍ إلى أبى أيُّوبَ ا‘نْصَارىِّ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ فَوَجَدْتُهُ يَغْتَسِلُ بَيْنَ الْقَرْنَيْنِ وَهُوَ يَسْتُرُ
بِثَوْبٍ. فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فقَالَ: مَنْ هَذَا؟ فقُلْتُ: أنَا
عَبْدُاللّهِِ بنُ حُنَيْنٍ أرْسَلَنِى إلَيْكَ ابنُ عَبَّاسٍ يَسْألُكَ كَيْفَ
كانَ النَّبىُّ # يَغْسِلُ رَأسَهُ وَهُوَ مُحْرِمٌ؟ فَوَضَعَ أبُو أيُّوبَ
يَدَهُ عَلى الثَّوْبِ فَطأطأَهُ حَتَّى بَدَا لِىَ رَأسُهُ. فقَالَ “نْسَانٍ
يَصُبُّ عَلَيْهِ: اصْبُبْ فَصَبَّ عَلى رَأسِهِ فَحَرَّكَ رَأسَهُ بِيَدَيْهِ
فأقْبلَ بِهِمَا وَأدْبَرَ، وقال: هكذَا رَأيْتُهُ # يَفْعَلُ[. أخرجه الستة إ
الترمذى.زاد في رواية غير مالك: قالَ المِسْوَرُ بن عبّاس: أُمَارِيكَ أبداً.
»قَرْنَا الْبِئْرَ« عضادَتاها التى يجعل عليهما البكرة. »وَالمُمَارَاةُ«
المجادلة.
25. (1223)-
Abdullah İbnu Huneyn anlatıyor: "İbnu Abbas ile Misver İbnu Mahreme
(radıyallahu anhümâ) Ebvâ'da ihtilâf ettiler. İbnu Abbas: "Muhrim başını
yıkar" dedi. Misver ise: "Hayır, yıkayamaz!" dedi. İbnu Abbâs, beni Ebu
Eyyûb el-Ensârî (radıyallahu anh)'ye gönderdi. Ben onu iki direk arasına
gerilmiş bir perde gerisinde yıkanıyor buldum. Kendisine selam verdim.
"Kim o?" dedi.
"Abdullah İbnu Huneyn'im. Beni, size İbnu
Abbas gönderdi. Sizden, ihramlı iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
başını nasıl yıkadığını soruyor" dedim. Bunun üzerine Ebû Eyyûb (radıyallahu
anh) elini perde (ipinin) üzerine koyup aşağı doğru bastı ve başı göründü.
Üzerine su döken birisine: "Dök!" dedi. O da döktü. Ebu Eyyub (radıyallahu
anh) başını elleriyle ileri geri ovalayıp:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı böyle
yapar gördüm" dedi." [Buharî, Cezâu's-Sayd 14; Müslim, Hacc 91, (1205);
Muvatta, Hacc 4, (1, 323); Ebu Dâvud, Menâsik 38, (1840); Nesâî, Hacc 27,
(5, 128-129); İbnu Mâce, Menâsik 22, (2934).]
Muvatta dışındaki rivayetlerde şu ziyade
mevcuttur: "Misver, İbnu Abbâs'a şunu söyledi: "Seninle bir daha münakaşa
etmiyeceğim (ne dersen kabûlüm)."
AÇIKLAMA:
1- Buharî bu hadisi, "Muhrimin yıkanması" adlı
bir babta kaydeder. Yıkanma ile ferahlık, paklık ve cenâbetten temizlenmek
gibi çeşitli maksatlarla yapılan yıkanmaların hepsini kasteder. Muhrimin
cenâbetten temizlenmek için yıkanması gereğinde ulemâ icma eder. Başka
maksatlarla yapılacak yıkanmalarda ihtilâf edilmiştir.
İmam Mâlik, muhrimin su ile başını örtmesini
mekruh addetmiştir. Nitekim Muvatta'da, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in
ihramlı iken sadece ihtilâm halinde yıkandığı rivayet edilmiştir.
İbnu Abbas: "Muhrim hamama gider, tırnağı
kırılırsa koparıp atar" demiştir.
Hasan Basri ve Atâ da yıkanmayı mekruh
addetmiştir.
Hz. Aişe başını veya vücudunu kaşımakta beis
görmemiştir.
2- Başın yıkanıp yıkanmaması ihtilafı, daha
ziyade saçın dökülme ihtimalinden doğmaktadır. Çünkü, baş yıkanırken
parmaklarla kaşımak gerekmektedir.
Halbuki ihramlının vücudundan kıl yolunması
yasaktır. Yukarda kaydettiğimiz ihtilâflar bu temel espriden kaynaklanır.
Abdullah İbnu Huneyn, Ebu Eyyub'e "başın
yıkanıp yıkanmadığını" sormak üzere geldiği halde, soruyu biraz
değiştirerek: "Baş nasıl yıkanır?" diye sormuştur. Zîra Ebu Eyyub
hazretlerini yıkanır vaziyette bulunca, soruyu "Baş yıkanır mı?" şeklinde
sormanın mânası kalmamıştır. Fetânet eseri olarak, saçın yolunma ihtimalini
asgarîye düşürecek bir tarzda mı yıkandığını anlamayı tercih etmiş, bu
maksadla "İhramlı iken Resûlullah başını nasıl yıkardı?" diye sormuştur. Ebu
Eyyûb (radıyallahu anh) ellerini başından ileri geri kaydırarak ovalamış ve
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ihramlı iken, normal bir yıkayışla
baş yıkadığını ifade etmiştir.
3- Bu rivayet, bir kısım meselelerde Ashab'ın
kendi aralarında münâkaşa ettiklerini gösterdiği gibi, münakaşa âdablarını
da göstermektedir. Meseleyi, nassa başvurarak tahkik ediyorlar, nass ortaya
çıkınca kendi fikirlerinden vazgeçiyorlar.
4- Misver (radıyallahu anh)'in, İbnu Abbâs'a:
"Seninle artık bir daha münakaşa etmeyeceğim" demesi, birbirlerinin
faziletini kabuldeki mümtaz ahlâklarını göstermesi bakımından mânidardır. Bu
söz, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın fikhî meselelerde de üstünlüğünü,
nassa dayanmayı esas aldığını gösterir.
5- Ebu Eyyûb'tan açıklayıcı haberi getiren tek
kişidir: Abdullah İbnu Huneyn. Şu halde Misver (radıyallahu anh), haber-i
vahidi, hem de Tâbiin'den olan bir kimsenin haber-i vâhidini kabul etmiş
olmaktadır ki, bu, Ashab'ın haber-i vâhidle amel etmelerine de bir delil
olmaktadır.
6- Ashab'tan birinin sözü, diğerini bağlayıcı
değildir. Bu sebeple münâkaşa edilebiliyor ve tahkike başvurabiliyorlar.
İbnu Abdilberr demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın:
اَصْحَابِى كَالنُّجُومِ "Ashabım
gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uysanız doğru yolda olursunuz"
sözündeki iktidâ ile fetvalarına uymak kastedilmiş olsaydı, İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) iddiasına hüccet aramaya ihtiyaç duymaz, bilakis
Misver'e: "Ben yıldızım, sen de yıldızsın, bizden sonrakiler hangimize
uyarlarsa bu onlar için yeterlidir" derdi. Öyle ise o hadisin mânası, ehl-i
ilimden el-Müzenî ve başkasının da söylediği üzere, "Ashab nakil meselesinde
yıldız gibidir" demektir, çünkü hepsi udûl'dür.
7- Hadiste, yıkanırken perde çekmenin
gereğine, temizlenmede yardım istemenin cevazına delil var.
8- Keza tahâret halinde selam alıp verme,
konuşma caizdir.
9- Muhrimin yıkanması câizdir, saçını bol su
ile doyurması, yolunmasından emin olduğu takdirde ovalaması caizdir. Hatta,
Kurtubî, bu hadisten hareketle, yıkanırken başı ovmanın vâcib olduğuna
hükmetmiştir. Der ki: "Eğer ovmadan yıkanmak tamam olsaydı muhrimin bunu
terketmeye daha çok hakkı olurdu, ovmada mahzur açıktır (saç yolunması)."
Kurtubî, "Abdest sırasında müstehab olan sakal
tüylerinin arasından parmakların geçirilmesi (hilalleme), ihramlı için de
müstehablığını devam ettirir" diyerek Şafiîlerden bazılarının, - yolunma
endişesiyle - "İhramlı, abdest alırken sakalını hilallemez, mekruhtur"
sözünü de reddetmiş olmaktadır. Kurtubî, bu hükmünde de sadedinde olduğumuz
hadise dayanır ve der ki: "Baştaki tüyleri ovmakla, sakaldaki tüyleri ovmak
arasında fark yoktur...".
ـ26ـ وعن خارجة بن زيد عن أبيه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ النَّبىَّ #
تَجَرَّدَ “هَْلِهِ وَاغْتَسَلَ[. أخرجه الترمذى.وذكر رزين رواية أنَّ
النَّبىِّ # اغْتَسَلَ “حْرَامِهِ وَلِطَوافِهِ بِالْبَيْتِ وَلِوُقُوفِهِ
بِعَرَفَةَ .
26. (1224)-
Hârice İbnu Zeyd, babası Zeyd (radıyallahu anh)'den naklediyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ihrama girmek çin soyundu ve yıkandı." [Tirmizî,
Hacc 16, (830).]Rezin de şu rivayeti kaydetti:"Aleyhussalatu vesselam,
ihramını giymek, Kabeyi tavaf etmek ve Arafat'da vakfe içi yıkandı"
AÇIKLAMA:
1- Aliyyu'l-Kârî, "soyunma"yı, "dikişli
elbiselerini çıkarıp izâr ve ridâsına büründü" diye açıklar.
2- Bu hadis, ihrama girecek kimsenin, ihramdan
önce yıkanmasının müstehab olduğuna delil olmuştur. Ulemâ çoğunlukla böyle
hükmetmiştir. Vâcibtir diyen de olmuştur.
ـ27ـ وعن نافع قال: ]كانَ ابنُ عُمَر يَغْتَسِلُ “حْرَامِهِ قَبْلَ أنْ
يُحْرِمَ وَلِدُخُولِهِ مَكَّةَ وَلِوُقُوفِهِ بِعَرَفَةَ[. أخرجه مالك.زاد في
رواية: وَكانَ إذَا أحْرَمَ َيَغْسِلُ رَأسَهُ إَّ مِنَ ا‘حْتَِمِ .
27. (1225)-
Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) ihrama girmezden önce ihram
için, Mekke'ye girmek için, Arafat'ta vakfe için yıkanırdı." [Muvatta, Hacc
3, (1, 322); Buharî, Hacc 38.]
Bir rivayette şu ziyade vardır: "İhrama girdi
mi, başını sadece ihtilâm olduğu zaman yıkardı."
AÇIKLAMA:
Sünnete bağlılığıyla meşhur İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ)'in hacc ve umre ile alâkalı olarak üç yerde yıkandığı
belirtilmektedir:
1- İhrama girmezden önce, dikişli elbiseleri
çıkarınca, izâr ve ridasını giymek için yıkanıyor,
2- Mekke'ye girmezden önce. Buharî'nin bu
rivayetinde: "Harem'in en yakın yerine geldiği zaman telbiyeyi bırakır,
Zu-Tuvâ nam mevkide geceler, sonra orada sabah namazını kılar ve yıkanırdı.
Sonra: "Resûlullah böyle yapmıştı" derdi."diye bu hususa açıklık getirilir.
3- Arafat'ta vakfe için: Bu yıkanmayı arefe
akşamı yaptığını Muvatta'daki rivayet tasrih eder.
ـ28ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ النَّبىَّ # لَبَّدَ رَأسَهُ
بالْغَسْلِ[. أخرجه أبو داود والنسائى.وعنده سَمعتهُ # يُهِلُّ مُلَبِّداً .
28. (1226)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yıkandığı su ile saçlarını (dağılmayacak şekilde) tarayıp nizama
soktu." [Ebu Dâvud, Menâsik 12,(1747, 1748) Nesâî, Hacc 40, (5, 136);
Buhârî, Hacc 19; Müslim 21, (1184); İbnu Mâce, Menâsik 72, (3047).]
AÇIKLAMA:
1- Telbid: Saça hususî şekilde hazırlanmış
yapışkan bir şeyler sürerek saçların birbirine yapışmasını sağlamak, düzene
koymak demektir. Telbid yapılınca toz toprağın, bazı haşerelerin saçlar
arasına nüfuz etmesi ve saçın fazlaca kabarıp dağılması önlenmiş olmaktadır.
Rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın saçlarına telbid yaptırarak
ihrama girdiğini belirtmektedir.
2- Rivayette geçen
غَسْل kelimesi
عَسَل şeklinde de gelmiştir. Yani
gasl olursa yıkanmak için hususî surette hazırlanmış su mânasına gelir. Asel
ise "bal" demektir. Şu halde saçları yapıştırmak için, saç kremi yerine o
devirde bal sürülmüş olması mevzubahistir. Bu hususta şârihler açıklama
sunmazlar.
ـ29ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]َ يَدْخُلُ المُحْرِمُ
الحَمَّامََ[. أخرجه البخارى ترجمة .
29. (1227)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "İhramlı kimse hamama girer."
[Buharî, Cezâu's-Sayd 14 (Tercüme bab başlığı olarak, senedsiz şekilde)
kaydedilmiştir.]
AÇIKLAMA:
1- Buharî, bu rivayeti,
يَدْخُلُ الْمُحْرِمُ الْحَمَّامَ
"Muhrim hamama girer..." diye müsbet bir mânada kaydederken, Teysir,
yukarıda görüldüğü üzere cümlenin başına
getirerek mânayı nefy (olumsuz)
yapmıştır. Hata olduğu açık.
2- Bu rivayet Buharî'de muallak ise de Beyhakî
ve Dârekutnî'de mevsul olarak gelmiştir. Hadisin bir başka vechi İbnu
Abbas'ın Cuhfe'de ihramlı iken hamama gittiğini ve: "(Temizlenin) Allah
sizin kirinize itibar edecek değildir" dediğini belirtir. Keza bir başka
rivayette de: "Muhrim hamama gider, gerekirse dişini çeker, kırılacak olursa
tırnağını atar... Ezâ verici şeyleri atın, size eza veren şeyler Allah'ın
işine yaramaz" buyurmuştur.
ـ30ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]احْتَجَمَ رسولُ اللّهِ # وَهُوَ
مُحْرِمٌ[ أخرجه الخمسة، وهذا لفظ الشيخين.وزاد البخارى رحمه اللّه تعالى في
أخرى: وَاحْتََجَمَ وَهُوَ صَائِمٌ.وله في أخرى: احْتَجَمَ في رَأسِهِ
وَهُوَ مُحْرِمٌ مِنْ وَجَعٍ كانَ بِهِ.وفي أخرى: من شَقيقةٍ كانَتْ بِهِ
بمَاءٍ يُقَالُ لَهُ لَحْىُ جَمَلٍ مِنْ طرِيقِ مَكَّةَ في وَسَطِ رَأسِهِ .
30. (1228)-Yine
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ihramlı iken hacamat oldu (kan aldırdı)." [Buharî, Cezâu's-Sayd
11, Tıbb 12, 15; Müslim, Hacc 88., (1203); Ebu Davud, Menâsik 36,
(1835-1836); Tirmizî, Hacc 22, (839); Nesâî, Hacc 92, (5, 193); İbnu Mâce,
Menâsik 87, (3081).] Bu metin Sahiheyn'in metnidir.
Buharî merhumun bir diğer rivayetinde:
"[Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)] oruçlu iken hacamat oldu" denir. Yine
Buharî'nin bir diğer rivayetinde: "[Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)]
ihramlı iken çektiği ağrı sebebiyle başından hacamat oldu" denir.
Bir diğer rivayette: "Şakîka denen (başının ön
kısmındaki) bir ağrı sebebiye, Lahyu Cemel adında Mekke yolu üzerindeki bir
su başında, başının ortasından hacamat oldu" denir.
AÇIKLAMA:
Çeşitli vecihlerde gelmiş olan bu rivayetten
şu hükümler çıkarılmıştır:
1- Nevevî der ki: Muhrim, zaruret olmaksızın
hacamat olmak ister de, bu iş saçın kesilmesini gerektirirse, saçın
kesilmesi sebebiyle bu haramdır. Saç kesilmesini gerektirmezse Cumhur'a göre
câizdir. İmam Mâlik mekruh demiştir.
Hasan Basrî: "Saç kesilmese de fidye ödemek
gerekir, ancak zaruret icabı hacamat olmuş ise, saç kesilmesi de caizdir,
fakat fidye gerekir" der.
2- Bu hadisle, saç kesme ve koku sürünme gibi
ihram yasağına yer vermeyen kan aldırma, yara açma, damar kesme, diş
çektirme vs. tedavilerinin hepsinin câiz olduğu istidlâl edilmiştir. Bu
tedavilerin hiçbiri sebebiyle fidye de gerekmez.
ـ31ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]احْتَجَمَ رسولُ اللّه # وَهُوَ
مُحْرِمٌ عَلى ظَهْرِ الْقَدَمِ مِنْ وَجَعٍ كانَ بِهِ[. أخرجه أبو داود
والنسائى.وعنده مِنْ وَثىً كان به. »وَالْوثىَ« هو ان يصيب العظم وصم يبلغ
الكسر.
31. (1229)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ihramlı iken ayağının sırtından çektiği bir ağrı sebebiyle hacamat oldu."
[Ebu Dâvud, Menâsik 36, (1837); Nesâî, Hacc 94, (5, 194).]
Nesâî'nin rivayetinde "...Maruz kaldığı
incinme sebebiyle (ayağının sırtından hacamat oldu)" denmiştir.
ـ32ـ وعن نافع أن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]َ يَحْتَجِمُ
المُحْرِمُ إَّ أنْ يَكُونَ مُضْطَرّاً إلَيْهِ مِمّا َ بُدَّ مِنْهُ[. أخرجه
مالك .
32. (1230)-
Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "İhramlı kimse
kaçınılmaz bir sebepten dolayı mecbur kalmadıkça hacamat olamaz." [Muvatta,
Hacc 75, (1, 350).]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere, İbnu Ömer de, saçın
dökülmesine müncer olacak hacamatı, "zaruret olmaksızın" haram addeder. Kıl
dökülmeyecek bir yerde olursa, ayak gibi, ulema câiz derken İbnu Ömer
mekruh addeder. İmam Mâlik de zaruret olmadıkça kan aldırmayı mekruh
addetmiştir. Çünkü bu, muhrimi zayıf düşürecektir. Aynı mülahaza ile
hacının arafe günü oruç tutmasını da mekruh addeder.
ـ33ـ وعن نُبَيْه بن وهب. ]أنَّ عُمرَ بنَ عُبَيْدِاللّهِ بنِ مَعْمَرٍ اشتَكَى
عَيْنَيْهِ وَهُوَ مُحْرِمٌ وَأرادَ أنْ يُكَحِّلَهُمَا فَنَهَاهُ أبَانُ بنُ
عُثْمَانَ وَأمَرَهُ أنْ يُضَمِّدَهُمَا بِالصَّبْرِ، وَحَدَّثَهُ عَنْ
عُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَنِ النَّبىِّ # أنَّهُ كانَ يَفْعَلُهُ[.
أخرجه الخمسة إ البخارى.زاد أبو داود وكانَ أبَانُ أمِيرَ المَوْسِمِ .
33. (1231)-
Nübeyh İbnu Vehb (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer İbnu Ubeydillah İbni
Ma'mer, ihramlı iken gözünden hastalandı. Bunun üzerine gözlerine sürme
çekmek istedi. Ancak Ebân İbnu Osman onu bundan men etti ve gözlerine sabır
basmasını tavsiye etti. İlâveten: Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın
Resûlullah'ın böyle yaptığını rivayet ettiğini söyledi." [Müslim, Hacc 89,
(1204); Ebu Dâvud, Menâsik 37, (1838); Tirmizî, Hacc 106, (952); Nesâî, Hacc
45, (5, 143).]
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyade var: "Ebân
hacc emîri idi."
AÇIKLAMA:
Sabır, tîb olarak kullanılmayan bir tedavi
maddesidir. Bu sebeple ihramlının kullanmasına ruhsat verilmiştir. Sürmeye
gelince, içerisinde koku maddesi yoksa, "Onun da kullanılması caizdir"
denmiştir. Şâfiî hazretleri: "Sürme, bana göre, kadınlar için erkeklere
nazaran daha ziyâde mekruhtur, ancak gerek beriki ve gerekse öteki hakkında
fidyeye hükmedildiğini bilmiyorum" der.
Muhrimin sürme (kohl) kullanmasında Ebu Hanife
ve ashabı, Süfyan-ı Sevri, Ahmed, İshak bir beis görmezler. Ancak ismid
denen sürmeyi Süfyân ve İshak mekruh addederler.
ـ34ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ نَظَرَ في مِرْآةٍ لِشَكْوَى
بِعَيْنَيْهِ وَهُوَ مُحْرِمٌ[. أخرجه مالك .
34. (1232)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den rivayet edilmiştir ki, ihramlı iken,
gözüne gelen bir rahatsızlık sebebiyle aynaya bakmıştır. [Muvatta, Hacc 93,
(1, 358.]
AÇIKLAMA:
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) gözüne gelen
bir ağrı sebebiyle aynaya bakmış olmaktadır. Süslenmek, saçını düzeltmek,
tereffühte bulunmak gibi gayr-ı zarurî bir maksada mebnî bakış sözkonusu
değildir. İmam Mâlik, bu rivayetten hareketle zarûrî bir maksadla muhrimin
aynaya bakabileceğini söylemiş ise de, zarûrî olmaksızın bakmayı mekruh
addetmiştir. "Çünkü der, saçının dağınıklığını görüp düzeltmeye kalkar."
ـ35ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]تَزَوَّجَ رسولُ اللّه #
مَيْمُونَةَ وَهُوَ مُحْرِمٌ[. أخرجه الخمسة وهذا لفظ الشيخين.زاد البخارى في
أخرى: في عُمْرةِ الْفَضَاءِ وَبَنى بِهَا وَهُوَ حَلٌ وَمَاتَتْ بِسَرِفَ .
وقال أبو داود: قال ابن المسيب: وَهِمَ ابنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما
في تَزْوِيجِ مَيْمُونَةَ وَهُوَ مُحْرِمٌ.وفي أخرى للنسائى: تَزَوَّجَ
النَّبىَّ # وَهُوَ مُحْرمٌ وَلَمْ يَذْكُرْ مَيْمُونَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها
.
35. (1233)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Meymune validemizle (radıyallahu anhâ) ihramlı iken tezevvüc
buyurdular." [Buharî, Cezâu's-Sayd 12, Meğâzi 43, Nikâh 30; Müslim, Nikâh
46, (1410); Ebu Dâvud, Menasik 39, (1844, 1845); Tirmizî, Hacc 24, (842);
Nesâî, Hacc 90, (1, 191, 192).]
Buhârî'nin bir rivayetinde şu ziyâde var:
"Umretü'lkazâ sırasında, ihramsız olarak Meymûne ile gerdek yaptı. Meymûne
Seref'te vefat etti."
Ebu Dâvud der ki: İbnu Müseyyeb demiştir ki:
"ihramlı iken Resûlullah'ın Meymûne ile evlenmesi meselesinde İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) vehme düşmüştür."
Nesâî'ye ait bir başka rivayette: "İhramlı
iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) evlendi" denir. Meymûne ile
evlendiği zikredilmez.
AÇIKLAMA:
1- İhramlı iken nikâhlanma bahsi ihtilâflı bir
mevzudur. Bu hadisi esas alan bir kısım ulemâ, ihramlı kimsenin nikâh akdi
yapmasında bir beis görmez. Ancak, derler, ihramdan çıkmadıkça, cinsî
münâsebette bulunamaz." Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Hammâd İbnu
Ebî Süleyman, İkrime, Mesrûk, Nehâî, Sevrî, Atâ vs. bazıları
(rahimehumullah) bu görüştedir.
2- Cumhûr, Müslim'in kaydettiği Ebân İbnu
Osman'ın Hz. Osman'dan yaptığı bir rivayete -ki 1237 numarada gelecek-
dayanarak ihramlı bir kimsenin nikâhlanamayacağına, başkalarını da nikâh
edemiyeceğine hükmetmişlerdir. Şafiî, Mâlik, Ahmed, Evzâî, İshak, Leys, Said
İbnu'l-Müseyyeb, Sâlim, Kasım, Süleyman İbnu Yesâr vs. bu görüştedir.
Ashab'tan Hz. Ali ve Hz.Ömer de bu görüştedir. Bunlara göre ihramlının
kendisi veya başkası için yapacağı nikâh batıldır, dünür bile gönderemez.
Ashâb'tan Ebu Râfi ile, yukarıda adı geçen Meymûne validemizden (radıyallahu
anhümâ) gelen rivayetlerde, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Meymûne
(radıyallahu anhâ) ile evlendiği zaman ihramsız idi. Üsdü'l-Gâbe'de
kaydedilen bir rivayette, Hz. Peygamber umretu'lkaza sırasında üç gün
Mekke'de kalınca, Mekkeliler'e düğün ziyafeti teklif eder, kabul etmezler.
Resûlullah oradan ayrılıp, dönüşte Seref'e gelir, orada Meymûne ile gerdek
yapar.
İhramlı iken nikâh caizdir diyenlerle caiz
değildir diyenler, lehte deliller ileri sürerken, mukabil tarafın
delillerini de cerhetme husûsunda açıklamalar getirirler. Biz burada
teferruata girmiyeceğiz. Her iki tarafın dayandığı rivayetler, müteakiben
gelecek.
ـ36ـ وعن أبى رافع رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]تَزَوَّجَ النَّبىُّ #
مَيْمُونَةَ وَهُوَ حََلٌ وَبَنى بِهَا وَهُوَ حََلٌ، وَكُنْتُ أنَا الرَّسُولَ
بَيْنَهُمَا[. أخرجه الترمذى.»بنى الرجل بزوجته« دخل بها، وقال الجوهرى: يقال
بنى بها بل بنى عليها
36. (1234)-
Ebû Râfi' (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ihramsız iken Meymûne (radıyallahu anhâ) ile evlendi. İhramsız olduğu halde
onunla gerdek yaptı. İkisinin evlenmesinde aralarında ben elçilik
yapmıştım." [Tirmizî, Hacc 23, (841).]
ـ37ـ وعن ميمونة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]تَزَوَّجَنِى رسولُ اللّه #
وَنَحْنُ حَََنِ بِسَرِفَ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى؛ وهذا لفظ أبى
داود.وعند مُسلمٍ: تَزَوَّجَهَا وَهُوَ حََلٌ. قالَ الراوى، وهُو يزيد ا‘صَمَّ:
وكَانَت خالتى وخالةَ ابن عباسٍ.وزاد الترمذى: وبَنِى بِهَا حًََ وَمَاتَتْ
بِسَرِفَ وَدَفَنَّاهَا في الظُّلَّةِ الَّتِى بَنِى بِهَا فِيهَا.»سَرِفَ«
بوزن كَتِف: جبل بطريق المدينة.
37. (1235)-
Meymûne (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Her ikimiz de Seref'te ihramsız iken,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) benimle evlendi." [Müslim, Nikâh 48,
(1411); Ebu Dâvud, Menâsik 39, (1843); Tirmizî, Hacc 24, (845).] Bu metin
Ebu Dâvud'dakidir.
Müslim'de şöyle denmiştir: "Kendisi ihramsız
olduğu halde O'nunla (Meymûne) evlendi, Râvi -ki Yezîd İbnu'l-Esamm'dır- der
ki: "Meymûne hem benim teyzemdi, hem de İbnu Abbâs'ın teyzesi idi."
Tirmizî'de şu ziyade vardır: "Meymûne
(radıyallahu anhâ) ile gerdek yaptığında ihramsız idi. Meymûne Seref'te
öldü. Onu, Resûlullah'ın kendisiyle gerdek yaptığı çadırda defnettik.
ـ38ـ وعن سليمان بنَ يسار قال: ]بَعَثَ النَّبىُّ # أبَا رَافعٍ مَوَْهُ
وَرَجًُ مِنَ ا‘نْصَارِ فَزَوَّجَاهُ مَيْمُونَةَ بِنْتَ الحَارِثِ، وَرَسُولُ
اللّه # بِالمَدِينَةِ قَبْلَ أنْ يَخْرُجَ[. أخرجه مالك .
38. (1236)-
Süleymân İbnu Yesâr anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
azadlısı Ebu Râfi'yi Ensâr'dan bir başkasıyla birlikte (Meymûne'ye)
gönderdi. Onlar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Meymûne bintu'l-Hâris
(radıyallahu anhâ) ile evlendirdiler. (O vakit) Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) henüz Medine'de idi (ve umretu'lkaza için yola) çıkmamıştı."
[Muvatta, Hacc 69, (1, 348).]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ebu
Râfi' ile gönderdiği ikinci şahıs, İbnu Sa'd'ın belirttiği üzere Evs İbnu
Havlî'dir. Bunların evlendirmesinden maksat Resûlullah adına
istemeleridir.Bazı rivayette, Meymûne (radıyallahu anhâ) meselesini, Abbas
İbnu Abdilmuttalib'e havâle eder, evlendirme işini o tamamlar.
ـ39ـ وعن عثمان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: َ يَنْكِحُ
المُحْرِمُ وََ يُنْكِحُ وََ يَخْطُبُ[. أخرجه الستة إ البخارى.
39. (1237)-
Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İhramlı ne evlenir, ne evlendirir, ne de dünür gönderir."
[Müslim, Nikâh 41, (1409); Muvatta, Hacc 70, (1, 348, 349); Ebu Dâvud,
Menâsik 37, (1841); Tirmizî, Hacc 23, (840); Nesâî, Hacc 91, (5, 192).]
ـ40ـ وعن نافع قال: ]قال ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: َ يَنْكِحُ
المُحْرِمُ وََ يَنْكِحُ وََ يَخْطِبُ عَلى نَفْسِهِ وََ عَلى غَيْرِهِ[ .
40. (1238)-
Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle hükmetmiştir: "İhramlı
evlenmez, evlendirmez, ne kendisi için kız ister, ne de başkası için."
[Muvatta, Hacc 72, (1, 349).]
ـ41ـ وعن أبى غطفان المُرِّى. ]أنَّ أبَاهُ طَرِيقاً تَزَوَّجَ امْرَأةً وَهُوَ
مُحْرِمٌ فَرَدَّ عُمَرُ نِكَاحَهُ[. أخرجهما مالك .
41. (1239)-
Ebu Gatafân el-Mürrî'nin anlattığına göre, babası Tarîf, ihramlı iken bir
kadınla evlenmeş ise de Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu nikâhı reddetmiştir.
[Muvatta, Hacc 71, (1, 349).]
ـ42ـ وعن أبى قتادة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنْتُ يَوْماً جَالِساً مَعَ
رِجَالٍ مِنْ أصْحَابِ رسولِ اللّه # في مَنْزِلٍ في طَرِيقِ مَكَّةَ، وَرسولُ
اللّهِ # أمَامَنا وَالْقَوْمُ مُحْرِمُونَ وَأنَا غَيْرُ مُحْرِمِ عَامَ
الحُدَيْبِيَّةِ فَأبْصَرُوا حِمَاراً وَحْشِيّاً وَأنَا مَشْغُولٌ أخْصِفُ
نَعْلِى فَلَمْ يُؤذِنُونِى وَأحَبُّوا لَوْ أنِّى أبْصَرْتُهُ. فَالْتَفَتُّ
فأبْصَرْتُهُ فَقُمْتُ إلى الْفَرَسِ فَأسْرَجْتُهُ ثُمَّ رَكِبْتُ وَنَسِيتُ
السَّوْطَ وَالرُّمْحَ. فَقُلْتُ لَهُمْ نَاوِلُونِى السَّوْطَ وَالرُّمْحَ.
فقَالُوا: َ وَاللّهِ َ نُعِينُكَ عَلَيْهِ فَغَضِبْتُ فَنَزَلْتُ
فَأخَذْتُهُمَا ثُمَّ رَكِبْتُ فَشَدَدْتُ عَلى الحِمَارِ فَعَقَرْتُهُ ثُمَّ
جِئْتُ بِهِ وَقَدْ مَاتَ فَوَقَعُوا فِىهِ يَأكُلُونَهُ. ثُمَّ إنَّهُمْ
شَكُّوا في أكْلِهِمْ إيَّاهُ وَهُمْ حُرُمٌ فَرُحْنَا وَخَبَأتُ الْعَضُدَ
مَعِى. فأدْرَكْنَا النَّبىَّ # فَسَألْنَاهُ عَنْ ذلِكَ فقَالَ: هَلْ مَعَكُمْ
مِنْهُ شئٌ؟ فَقُلْتُ نَعَمْ! فَنَاولْتُهُ الْعَضُدُ فَأكَلَهَا وَهُوَ
مُحْرِمٌ، وَقَالَ: إنَّمَا هِىَ طُعْمَةٌ أطْعَمكُمُوهَا اللّهُ[. أخرجه
الستة.وزاد في رواية لَهُمْ: هُوَ حََلٌ فكُلُوهُ.وفي أخرى: فقَالَ لَهُمْ
رسولُ اللّه #: أمِنْكُمْ أحَدٌ أمَرَهُ أنْ يَحْمِلَ عَلَيْهِ أوْ أشَارَ
إلَيْهِ؟ قَالُوا . قَالَ: فَكُلُوا.وفي أخرى: قال أشَرْتُمْ أوْ أعَنْتُمْ أوِ
اصَّدْتُمْ .
42. (1240)-
Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hudeybiye Sulhu yapıldığı sene, bir
gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından bir grupla birlikte,
Mekke yolu üzerinde bir yerde oturuyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), bizden ileride (konaklamış) idi. Ben hâriç herkes ihramlıydı.
Halk vahşî bir eşek gördü, ben o sırada meşguldüm, ayakkabımı tamir
ediyordum. Gördüklerinden beni haberdar etmediler, onu kendiliğimden görmüş
olmamı istiyorlardı. Bir ara aralarında bir gülüşme oldu. Birden etrafıma
bakındım (ve bu esnada) hayvanı gördüm. Hemen (Cerâde adındaki) atıma gidip
eğerledim ve bindim. (Acelemden) kamçıyı ve mızrağı unutmuştum. "Kamçı ve
mızrağımı bana verin!" diye seslendim.
"Hayır, dediler, vallahi bu işte sana yardımcı
olmak istemeyiz." Öfkelendim. İnip onları aldım. Tekrar binip, eşeğe doğru
hızla gittim, (yetişip) avladım. Beraberimde getirdim, ölmüştü. Arkadaşlarım
etinden yediler. Ancak sonradan ihramlı iken yeyip yememe hususunda şekke
düşüp (yediklerine pişman oldular). Yürüdük, ben bir parça ayırdım.
Resûlullah'a kavuşunca, bu meseleyi sorduk.
"Beraberinizde birşeyler kaldı mı?" dedi. Ben:
"Evet!" diyerek parçayı uzattım, ihramlı olduğu halde, ondan yedi. Ve:
"Bu bir taamdır. Onunla Allah size ikramda
bulunmuştur!" dedi." [Buharî, Cezâu's-Sayd 2, 3, 4, 5, Hibe 3, Cihâd 46, 88,
Megâzi 35, Et'ime 19, Zebâih 10, 11; Müslim, Hacc 56, (1196); Muvatta, Hacc
76, (1, 350); Tirmizî, Hacc 25, (847); Ebu Dâvud, Menâsik 41, (1852); Nesâî,
Hacc 78, (5, 182); İbnu Mâce, Menâsik 93, (3093).]
Bunlarda gelen bir ziyade şöyledir:
"(Resûlullah:) "O helaldir, yiyin (dedi).
" Bir diğer rivayette: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onlara şunu söyledi: "Sizden biri (hayvanı
yakalamak üzere) saldırmasını emretmedi, veya ona hayvanı göstermedi mi?"
Onlar: "Hayır!" diye cevap verince, (Resûlullah:)
"Öyleyse yiyin!" buyurdu.
"Bir diğer rivayette: "(Resûlullah): İşaret
ettiniz veya yardım ettiniz veya saldırmasını sağladınız mı?" (diye sordu)."
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, ihramlı iken hayvan avlamak
mevzuuna girer. Hadis çeşitli vecihlerden gelmiştir. Her vecih, diğerlerine
göre bazı farklı teferruat ihtiva edebilmektedir.
2- Yukarıda kaydedilen vechinin daha vâzıh
hale gelebilmesi için, başka vecihlerde gelen bazı açıklayıcı ziyadeleri
parantez içerisinde kaydettik.
3- Av (sayd)'dan murad, etinin yenmesi
ihramsıza helâl olan vahşî hayvandır.
4- Anlaşıldığı üzere Abdullah İbnu Ebî Katâde,
herkes umre için ihramlı olduğu bir sırada ihramsızdır. Ebû Katâde'nin
ihramsız oluşu, onun orduya sonradan yolda katılmış olmasından ileri
gelmektedir. Ashab bir av hayvanı (vahşî eşek = zebra) gördükleri halde onu
uyarmazlar, o da ayakkabı tamiriyle meşguldür, hemen göremez. Bir ara
gülüşmeler sebebiyle irkilip şöyle bir etrafına bakınır. Av hayvanını
görünce, avlamak için alelacele atına koşar, hazırlar ve biner. Ne var ki
acelesinden hem kamçısını hem de mızrağını unutur. Arkadaşlarından istese
de vermezler. Çünkü hepsi ihramlıdır ve ihramlıya av yasağı vardır. Avcıya
ve avlanmaya yardım etmek de yasağa girdiği için, ihramsız olan Abdullah'ı
arkadaşları ne başlangıçta uyarmışlar, ne de kamçı ve silahını eline
vermişlerdir.
5- Abdullah hayvanı avlar, etini beraberce
yerler. Ama, bunu yemekle bir yasak mı işledik diye içlerine tereddüt gelir.
Önde ilerlemiş olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yetiştikleri
zaman vak'ayı anlatıp, durumlarını sorarlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ihramlı
olanların, bu avlama işine işaret edip gösterivermek suretiyle bile olsa
yardımcı olup olmadıklarını tahkik edip, hiçbir yardımları olmadığını
anlayınca av etinin hepsine helâl olduğunu beyan buyurur ve kendisi de yer.
6- Mevzu ile alâkalı bazı hükümler:
1) Avlanmaya yardım etmemek şartıyla ihramlı
av eti yiyebilir.Ancak bu meselede bazı farklı görüşler vardır:
a) İhramlı için, avlansın avlanmasın av eti
mutlak surette haramdır. Bu hükme gidenler 1241 numaralı hadisi esas
alırlar.
b) İhramlının izniyle olsun olmasın, onun
namına avlanan, avdan yemesi haramdır. İmam Şafiî ve İmam Mâlik bu
görüştedir.
c) İhramlı bir kimse kendisi avlanır veya
başkası onun izni veya delâletiyle avlarsa, o avdan yemesi haramdır. Başka
surette avlanan av etlerini yiyebilir. İmam-ı Âzam bu görüştedir.
Ekseriyet, "İhramlının avladığı sadece kendisine değil, başkasına da
haramdır" demiştir. Hasan Basrî, Ebu Sevr, Süfyan-ı Sevrî ve diğer bazıları:
"Hırsızın kestiği gibidir, başkası yiyebilir" demiştir. Ancak sahih
olan,"muhrimin sayd nevinden kestiği meyte" hükmünde olmasıdır.
2) İhramlı, av hayvanını kasden veya hatâen
de öldürse cezâ gerekir. Bu hususta Hicâz ve Irak ulemâsı ve başkaları
ittifak ederler. Sadece Ehl-i Zâhir, Ebu Sevr, Şafiîlerden İbnu Münzir
itiraz ederek hatâen öldürene ceza gerekmez derler. İki rivayetten birinde
Ahmed İbnu Hanbel de bu görüştedir. Hasan Basrî ve Mücâhid: "Cezâ hata için
vâcibtir, ancak, âmden olursa buna ceza değil, nikmet yani İlâhî ukubet
vâcib olur" demişlerdir.
3) Ulemânın ekserisi: "İhramlı, avlandığı
takdirde, ödemesi gereken ceza, avladığı hayvanın benzerini ve dengini
ödemesidir" diye hükmetmiştir. Ebu Hanife onun kıymetini ödemesi vâcibtir,
mislini sarfetmesi de câizdir" der.
Ekserî ulema: "Büyük hayvan avlamışsa büyük
hayvan öder, küçük hayvan avlamışsa küçük hayvan öder" demiştir. İmam Mâlik
bu görüşe muhalefet ederek: "Öldürülen büyük de olsa, küçük de olsa cezası
büyük hayvandır, öldürülen sağlam da olsa, sakat da olsa cezası sağlam
hayvandır" der.
ـ43ـ
وعن الصعب بن جَثَّامَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّهُ أهْدَى ألى رسولِ اللّه
# حِمَاراً وَحْشِيّاً وَهُوَ بِا‘بْوَاءِ أوْ بِوَدَّانَ فَرَدَّهُ عَلَيْهِ
فَلَمَّا رَأى مَا في وَجْهِهِ قَالَ: إنَّا لَمْ
نَردُّهُ عَلَيْكَ إَّ أنَّا حُرُمٌ[. أخرجه الستة إ أبا داود .
43. (1241)-
Sa'b İbnu Cessâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, kendisi,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, Ebvâ veya Vehdân'da (canlı) bir yaban
eşeği hediye etmiştir. Ancak Resûlullah bunu kendisine iâde etmiş, Sa'b'ın
üzüldüğünü yüzünden anlayınca: "Bunu sana iade edişimizin sebebi ihramlı
oluşumuzdur" demiştir. [Buharî, Cezâu's-Sayd 6, Hibe 5, 17; Müslim, Hacc 50,
(1193), Muvatta, Hacc 83, (1, 353); Tirmizî, Hacc 26, (849); Nesâî, Hacc 79,
(5, 183-185); İbnu Mâce, Menâsik 92, (3090).]
AÇIKLAMA:
1- Rivayette hediye edildiği belirtilen "vahşî
eşek"ten murad nedir? Vahşî eşek eti mi, yoksa canlısı mı? Bu husus
münâkaşalıdır. Rivayetin Buharî'deki vechi, yukarıda olduğu gibi çok açık
değildir. Ancak, Buharî başka rivayetlerin karinesine dayanarak "canlı"
olduğuna hükmetmiş ve bunu bab başlığına koyduğu kayıtla belirtmiştir.
Müslim'deki bir vechinde "vahşi eşek eti" olduğu tasrih edilir. Bazı
rivayetlerde "vahşî eşek budu", "ucundan kan damlayan bir yaban eşeği budu",
"av etinden bir parça" gibi farklı tâbirler kullanılmıştır.
Rivayetlerdeki bu farklılıklar sebebiyle,
ulemâ bu meselede ihtilâflı yorumlar yapmışlardır.
Tahavî, İbnu Abbâs'tan gelen bütün
rivayetlerde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, Sa'b'a iade ettiği
hediyenin diri olmayan av eti olduğunda müttefiktir. Bu da: "İhramlıya av
eti haramdır" diyenlere delildir der.
İbnu Battal, hadislerdeki ihtilâflı durumu,
hâdisenin bir değil birden fazla olmasıyla izah eder. İbnu Hacer de bu
görüşe meyleder. Ona göre, Sa'b, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir
defasında yaban eşeğini bütün olarak hediye etmiş, başka seferlerde de
parçalarını hediye etmiştir.
Kurtubî de önce hayvanın bütün olarak hediye
edilmiş olabileceğini, reddedilince, Sa'b'ın "bütün oluş sebebiyle
reddedildiğine" yorup, sonra da parça halinde hediye ettiğine hamlederek
te'life çalışır.
2- Ulemânın bir kısmı (Şa'bî, Tâvus, Mücâhid,
Sevrî vs. bu rivayette İmam Mâlik) bu rivayetten istidlâl ederek ihramlı
olmayan kimsenin kestiği "av hayvanı"nın ihramlıya haram olduğuna
hükmetmiştir. Hz.Ali, İbnu Abbâs ve İbnu Ömer de bu kanaattedir.
3- Diğer bir kısım âlimler (Said İbnu Cübeyr,
Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Ahmed İbnu Hanbel ve Atâ) ihramlı
olmayan bir kimsenin öldürdüğü avın ihramlıya helâl olduğunu söylerler. 1240
numaralı hadisi delil gösterirler.
ـ44ـ وفي أخرى للنسائى عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]أنَّ الصَّعْبَ
ابنَ جَثَّامَةَ أهْدَى إلى رسول اللّه # رِجْلَ حِمَارٍ وَحْشٍ تَقْطُرُ دَماً
وَهُوَ مُحْرِمٌ بِقُدَيْدٍ فَرَدَّهَا عَلَيْهِ[. »والمُرَادُ بِرِجْلِ
الحِمَارِ هُنَا فَخِذُهُ« .
44. (1242)-
Nesâî'nin kaydettiği diğer bir rivayette İbnu Abbâs (radıyallahu anh) şöyle
anlatmıştır: "Sa'b İbnu Cessâme (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a, ihramlı iken, Kudeyd'de ucundan kan damlayan bir vahşî eşek
budu hediye etti. Resûlullah, bu hediyeyi Sa'b'a iade etti (kabul etmedi)."
[Nesâî, Hacc 79, (5, 183-185).
ـ45ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ رسول اللّه # قال: صَيْدٌ البَرِّ
لَكُمْ حََلٌ وَأنْتُمْ حُرُمٌ مَالَمْ تَصِيدُوهُ أوْ يُصَادُ لَكُمْ[. أخرجه
أصحاب السنن .
5. (1243)-
Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Siz ihramlı iken, bizzat avlamamış iseniz veya (sizin
arzunuzla) sizin için avlanmamış ise kara av hayvanları(nın eti) size
helâldir." [Ebu Dâvud, Menâsik 41, (1851); Tirmizî, Hacc 25, (846); Nesâî,
Hacc 81, (5, 187).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis av hayvanını "muhrim"in avlaması ile
"muhrim olmayan"ın avlaması arasındaki farkı açık bir şekilde ifade
etmektedir: İhramlının öldürdüğü haram, ihramsızınki değildir. İhramlı
bizzat öldürmüş veya emrederek başkasına öldürtmüş farketmiyor. Hadis,
emretmemiş bile olsa, ihramlıya niyetle öldürüleni de dâhil etmektedir.
İhramsızın kestiği avın, ihramlıya helâl
olduğunu kabul eden ulemâyı daha önce (1241 numaralı hadiste) belirttik.
ـ46ـ وعن عبدالرحمن بن عثمان قال: ]كُنَّا مَعَ طَلْحَةَ وَنَحْنُ حُرُمٌ
فأهْدِى لَنَا طَيْرٌ وَطَلْحَةُ رَاقِدٌ فِمَنَّا مَنْ أكَلَ مِنْهُ وَمِنَّا
مَنْ تَوَرَّعَ فلَمْ يَأكُلْ فَاسْتَيْقَظَ طلْحَةُ وَوَفَّقَ مَنْ أكَلَهُ،
وقَالَ أكَلْنَاهُ مَعَ رسولِ اللّه #[. أخرجه مسلم والنسائى.»وَفَّقَ مَنْ
أكَلَهُ« أى صوَّب رأيه .
46. (1244)-
Abdurrahman İbnu Osman anlatıyor: "Biz ihramlı iken Talha ile beraberdik.
Bize bir kuş hediye edildi. Bu sırada Talha yatıyordu. Kuş etinden
bazılarımız yedi, bazılarımız çekinip yemedi. Talha uyanınca yiyenleri
te'yid etti ve: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte onu
yedik" dedi." [Müslim, Hacc 65, (1197); Nesâî, Hacc 78, (5, 182).]
ـ47ـ وعن عبداللّه بن عامر بن ربيعة قال: ] أُتِى عُثْمَانُ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ بِلَحْم صَيْدٍ وَهُوَ بِالْعَرْجِ. فقَالَ ‘صْحَابِهِ كُلُوا.
فقَالُوا: أوََ تَأكُلُ أنْتَ؟ قال إنِّى لَسْتُ كهَيْئَتِكُمْ إنَّمَا صَيدَ
مِنْ أجْلِى[. أخرجه مالك .
47. (1245)-
Abdullah İbnu Âmir İbni Rebîa anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a
Arc'ta iken bir av eti getirildi. Arkadaşlarına:
"Yiyiniz!" dedi. Onlar:
"Sen yemiyor musun?" diye sordular.
"Ben, dedi, sizin durumunuzda değilim, bu
hayvan benim için avlandı." [Muvatta, Hacc 84, (1, 354).]
AÇIKLAMA:
Rivayetin Muvatta'daki aslında Hz.Osman'ın
ihramlı olduğu belirtilir. İbnu Abdilberr bu hadisle amel eden fakîhin
çıkmadığını belirtir.
ـ48ـ وعن عروة. ]أنَّ عَائِشةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت لَهُ وَقَدْ سَألَهَا
عَنْ لَحْمِ صَيْدٍ لَمْ يُصََدْ مِنْ أجْلِهِ: يَا ابنَ أُخْتِى إنَّمَا هِىَ
عَشْرُ لَيَالٍ فإنْ تَخَلَّجَ في نَفْسِكَ شئٌ فَدَعْهُ[. أخرجه مالك.
48. (1246)-
Urve merhum anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye:
"Bir av hayvanı benim için avlanmamışsa bu
bana helâl mi, haram mı?" diye sormuştum, şu cevabı verdi:
"Ey kızkardeşimin oğlu, o (ihram müddeti) on
gündür. İçinde bir seğrime (rahatsızlık, şüphe) hissedersen bırakıver
(yeme)." [Muvatta, Hacc 85, (1, 354).]
AÇIKLAMA:
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), sorulan husus
üzerine, nazarında kesin bir nass olmaması haysiyetiyle böyle cevap
vermiştir. Ona göre, bu şüpheli bir durum arzetmektedir. Öyle ise, Hz. Aişe
şüpheli hususlarda Resûlullah'ın koyduğu:
دَعْ مَا يُرِيبُكَ إِلَى مَاَيُرِيبُكَ
"Şüpheli şeylerden, kesinliğe ulaşıncaya kadar
kaçın" prensibine uyarak, yemeyi terketmelidir. Üstelik ihram müddeti on
gündür, sabredilmesi zor değildir... mânasında cevap vermiştir.
Hz. Aişe, ayrıca Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın hükmü iyice bilinmeyen, şüpheli hususlarda tâkip edilecek yolu
gösteren bir başka düsturunu daha hatırlatmış olmaktadır:
مَااَنْكَرَ قَلْبُكَ فَدَعْهُ
"Kalbin nefret ettiği şeyi bırak" veya
اَ“ِثْمُ حَزَّازُ الْقُلُوبِ "Günah
kalblerin titrediği şeydir."
ـ49ـ وعن البَهْزِى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، واسمه زيد بن كعب. ]أنَّ رسول اللّه
# خَرَجَ يُرِيدُ مَكَّةَ وَهُوَ مُحْرِمٌ حَتَّى إذا كانَ بِالرَّوْحَاءِ إذَا
حِمَارُ وَحْشٍ عَقِيرٌ فَذُكِرَ لِرَسُولِ اللّه # فقَالَ: دَعُوهُ فإنَّهُ
يُوشِكُ أنْ يَجِئَ صَاحبُهُ. فَجَاءَ الْبَهْزِىُّ وَهُوَ صَاحِبُهُ إلى رسولِ
اللّه #. فقَالَ يَا رسوُلَ اللّهِ: شَأنُكُمْ بهذَا الحِمَارِ. فَأمَرَ رسولُ
اللّه # أبَا بَكْرٍ يُقَسِّمُهُ بَيْنَ الرِّفَاقِ. ثُمَّ مَضَى حَتَّى إذَا
كانَ بِا“ثَايَةِ بَيْنَ الرُّوَيثَةِ وَالْعَرْجِ إذَا ظَبىٌ حَاقِفٌ في ظِلٍّ
وَفِيهِ سَهْمٌ فَزَعَمَ أنَّ النَّبىَّ # أمَرَ رَجًُ أنْ يَقفَ عِنْدَهُ َ
يُرِيبُهُ أحَدٌ مِنَ النَّاسِ حَتَّى يُجَاوِزَهُ[. أخرجه مالك
والنسائى.»الحَاقِفُ« الذى انحنى وتثنى في نومه.
49. (1247)-
el-Behzî (radıyallahu anh) -ki ismi Zeyd İbnu Ka'b'dır- anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye gitmek düşüncesiyle ihramlı
olarak (Medine'den) çıktı. Ravhâ nam mevkiye varınca orada kesilmiş bir
vahşî eşekle karşılaştılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bundan
bahsedildi:
"Bırakın onu, dedi, sahibi hemen gelebilir!"
Derken hayvanın sahibi Behzî geldi ve
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bularak:
"Ey Allah'ın Resûlü, bu eşeği (size bıraktım)
dilediğiniz gibi tasarruf edin!" dedi. Resûlullah derhal Hz. Ebu Bekir'e
emrederek, "yol arkadaşları arasında taksim etmesini" söyledi.
Sonra yola devam edip İsâye nâm yere geldi.
Burası Ruveyse ile Arc arasında bir yer idi. Sıcak bir gölgede kıvrılıp
uyumakta olan bir ceylan vardı. -Râvi der ki- "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir şahsa, herkes geçinceye kadar orada bekleyip kimseye hayvanı
rahatsız ettirmemesini emretti." [Muvatta, Hacc 79, 1, (351); Nesâî, Hacc
78, (5, 182, 183), Sayd 32, (7, 205).]
AÇIKLAMA:
1- Bir rivayette Medine-Mekke yolu üzerinde
bulunan bazı yer isimleri geçmektedir: Ravhâ, İsâye, (veya Üsâye veya
Esâye), Ruveyse, Arc. Bunlar yol boyu uğrak yerleridir.
2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
uyuyan ceylanı rahatsız ettirip, ürküttürmemesi, ihramlı oluşlarından ileri
gelir. Zîra muhrime, sayd'ı (av hayvanını) ürkütmesi veya bu işte
yardımcı olması, -sadedinde olduğumuz rivayetten anlaşılacağı üzere-
yasaktır.
ـ50ـ وعن عروة أنَّ الزُّبيْرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]كانَ يَتَزَوَّدُ صَفِيفَ
قَدِيدِ الظّبَاءِ وَهُوَ مُحْرِمٌ[. أخرجه مالك.»الصَّفيفُ وَالْقَدِيدُ«
اللحم الممْلوح المُجَفَّفُ في الشمس، سمى صفيفاً ‘نه يُصَف في الشمس لِيَجفَّ.
50. (1248)-
Urve (rahimehullah) anlatıyor: "Zübeyr (radıyallahu anh) ihramlı olduğu
halde (yemek üzere yanına) güneşte kurutulmuş ceylan eti dizisini azık
olarak alıyordu." [Muvatta, Hacc 77, (1, 350).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Hz.Zübeyr (radıyallahu anh)'in
ihramlıya, ihramdan önce hazırlanmış av hayvanı eti yemesinin helâl olduğu
inancında bulunduğunu göstermektedir.
ـ51ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَرَجْنَا مَعَ رسولِ اللّه #
في حَجٍّ أوْ عُمْرَةٍ فَاسْتَقْبَلْنَا رِجْلٌ مِنْ جَرَادٍ فَجَعلْنَا
نَضْرِبُهُ بِسِيَاطِنَا وَقِسِيِّنَا. فقَالَ #: كُلُوهُ فإنَّهُ مِنْ صَيْدِ
البَحْرِ[. أخرجه أبو داود والترمذى.»الرِّجْلُ مِنَ الجَرَادِ« بكسر الراء
وسكون الجيم: القطعة منه .
51. (1249)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, hacc veya umre için Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte yola çıkmıştık. Yol esnasında
bir çekirge sürüsüne rastladık. Kamçı ve yaylarımızla vurmaya başladık.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bunu yeyin, zîra o deniz avından
(sayılır)" dedi." [Ebu Dâvud, Menâsik 42, (1853); Tirmizî, Hacc 27, (850).]
ـ52ـ وعن كعب قالَ: ]الجََرَادُ مِنْ صَيْدِ الْبَحْرِ[. أخرجه مالك وأبو داود
.
52. (1250)- Ka'bu'l-Ahbâr demiştir ki:
"Çekirge deniz avı(ndan sayılmış)dır." [Ebu Dâvud, Menâsik 42, (1853);
Muvatta, Hacc 82, (1, 352).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette, çekirgenin deniz avına
benzetilmesi, çekirgenin de ölüsünün yenmesi yönüyle arzettiği benzerlikten
ileri gelir.
2- Ancak, fukahâ muhrim'e çekirge öldürmeyi
yasaklamıştır, Onu öldüren kıymetini tasaddukta bulunur.
Hidâye'de, çekirgenin kara avı olduğu
belirtilmiştir. İbnu'l-Hümâm, ulemânın ekseriyetinin böyle hükmettiğini
belirtir. Bu durumda sadedinde olduğumuz hadis müşkil bir durum ortaya
koymaktadır. Hz. Ömer, kendisine, ihramlı iken çekirge öldürüp, hükmünü
sormak için gelen kimseyi Ka'bu'l-Ahbâr'a gönderir. O: "Bir dirhem tasadduk
etmeye" hükmeder.
Aliyyu'l-Kârî: "Bu hadis şayet sahîh ise, iki
çeşit çekirge, kara ve deniz çekirgeleri var demektir, her biri hakkında
ayrı ayrı uygun hüküm yürütülür" diyerek ihtilâfı gidermeye çalışmıştır.
(müteakip açıklamaya da bakınız.)
Ancak hemen kaydedelim ki, Ebu Dâvud, senette
yer alan Ebu'l-Mühezzim'in zayıf olduğunu, çekirgenin "deniz avı" olduğunu
söyleyen iki rivayetin de vehimden ibâret olduğunu belirtir.
ـ53ـ وزاد مالك ]أنَّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ لَهُ: وَمَا يُدْرِيكَ؟
فقَالَ: يَا أمِيرَ المُؤمِنينَ، وَالَّذِى نَفْسِى بَيَدِهِ إنَّ هِىَ إَّ
نَثْرَةُ حُوتٍ يَنْثُرُهُ في كُلِّ عَامٍ مَرَّتَيْنِ[.»النَّثْرَةُ« الدواب
بالنون: شدة الْعَطْسَة، يقال نَثرَتِ الشاة إذا طَرَحت عن أنفها ا‘ذى .
53. (1251)-
Muvatta'da şu ziyade var: Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ka'b'a sordu: "Nereden
biliyorsun (ki çekirge deniz avıdır)?" Ka'b şu cevabı verdi:
"Ey mü'minlerin emîri, nefsimi yed-i
kudretinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bu (bir nevi) balık
hapşırmasıdır, her yıl iki sefer hapşırır." [Muvatta, Hacc 82, (1, 352).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Ka'bu'l-Ahbar'ındır. Ka'b,
Müslüman olan Yahudi âlimlerden biridir. Muhadramlardan kabul edilir. Hz.
Ebu Bekir veya Hz. Ömer zamanında İslâm'la müşerref olmuştur. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in sağlığında Müslüman olduğu da söylenmiştir. İbnu
Hacer: "Sahîh olanı Hz. Ömer zamanında İslâm'a girmiş olmasıdır" der.
Ka'b, Yahudi âlimi olması itibariyle
rivayetlerinde eski malumatının te'siri görülmüştür. Hatta İslâmî telîfâtâ
giren pekçok isrâiliyâtın mühim kaynaklarından birinin Ka'b olduğu kabul
edilmiştir.
Çekirgenin deniz avından olduğunu ifade eden
bu rivayetlerde isrâilî efsâne kokusunu hissetmemek mümkün değildir. Ebu
Hüreyre'den gelen 1249 numaralı hadisin mâkul bir te'vili yapılmış,
çekirgenin deniz avından sayılmasının bir vechi gösterilmiştir. Ama, çekirge
sürüsünü balık hapşırığına benzeten ifâdenin te'vili zorluk arzetmektedir.
Nitekim başta Şâfiî, ulemâmız çekirgeyi kara avı saymış ve çekirgeye
taarruzu ihramlıya haram kılmış, öldürene de kıymetince tasadduk hükmetmede
tereddüd etmemiştir.
Zürkânî, bizzat Ka'b'ın yukarıda kaydedilen
görüşünden rücû ettiğini gösteren delillerden bahseder. Aynen şöyle devam
eder: "...Şâfiî hazretleri sahîh veya hasen bir senedle Abdullah İbnu Ebî
Ammâr'dan şunu rivayet etti: Muaz İbnu Cebel ve Ka'bu'l-Ahbâr (radıyallahu
anh)'la birlikte, bir ihramlı grup içinde, Beytu'l-Makdis'den umre yapmak
üzere hareket ettik. Yolda, bir mevkiye gelmiştik ki Ka'b bir ateş yakıp
ısınmaya başladı. O sırada bir çekirge sürüsü geldi. İki çekirge yakalayıp
öldürdü. İhramlı olduğunu unutmuştu, sonradan hatırladı ve çekirgeleri
(yemeden) attı. Medine'ye gelince Hz. Ömer'e uğrayıp bu iki çekirgenin
hikâyesini anlattı. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Kendi kendine nasıl bir
ceza verdin?" diye sordu. Ka'b: "İki dirhem ödeme cezası" dedi. Hz. Ömer:
"Öyle mi! İki dirhem yüz çekirgeden daha kıymetlidir." Evet. Çekirgeler
yolları istilâ etseler, geçebilmek için çiğnemekten başka çare kalmasa, bu
sebeple bir ödeme gerekmez. Yine de ihramlı, çekirge öldürmekten
sakınmalıdır. İbnu Abdilberr, çekirgenin balık hapşırığı olması meselesinde,
müşahedeye ters düştüğü için tevakkuf etmiştir.
es-Sâcî, Ka'b'dan şunu rivayet eder: "İlk
çekirge, balığın burun deliğinden çıkmıştır." Bununla ilk yaratılışının
böyle olduğunu ifade etmiştir, ancak bunun sıhhati bilinmez. Hz. Ömer onu ne
tekzib ne de tasdik etti. Zîra onun, bunu, Tevrat'tan öğrenmiş
olabileceğinden korktu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in onların
rivayet ettiği şeyler hususundaki sünneti şudur: "Ne tasdik ne de tekzib
etmemek, böylece rivayet ettikleri şey haksa reddedilmemiş, ecdâdları
tarafından uydurulmuş veya tahrif edilmiş bir şey ise tasdik edilmemiş
olur."
Görüldüğü üzere, İslâm ulemâsı, rivayet olarak
kitaplara giren isrâiliyâtı ihtiyatla karşılamış, reddi gerekince de
ağırbaşlılık ve selef büyüklerine olan hürmeti rencide etmeyecek bir üslubla
reddetmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Ehl-i Kitab'ın
söylediklerini ne red ne de tasdik edin, böylece hakkı tekzib, batılı
tasdikten sâlim kalırsınız" mânasındaki irşadlarının Ehl-i Kitap'la olan
münasebetlerde, muhatabın inancına saygıda nasıl mühim bir esas olduğu da
anlaşılmış oluyor.
Dar kafalarına sığdıramadıkları herşeye
safsata diyerek milyonlarca mü'minin inançlarına saygısızlık ilan eden
modern barbarların kulakları çınlasın!
ـ54ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. ]أنَّ أسْمَاءَ بِنْتَ عُمَيْسٍ:
نُفِسَتْ بِمُحَمَّدٍ ابْنِ أبى بَكْرٍ بِالشَّجَرَةِ فَأمَرَ النَّبىُّ # أبَا
بَكْرٍ أنْ يَأمُرَهَا أنْ تَغْتَسِلَ وَتُهِلَّ[. أخرجه مسلم وأبو
داود.»نُفِسَتِ المَرأةُ« بضم النون وفتحها: إذا ولدت .
54. (1252)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Esmâ Bintu Umeys, Muhammed İbnu Ebî
Bekir'in doğumu sebebiyle Şecere nâm nevkide nifas olmuştu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hz.Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i görüp, kadına
yıkanıp ihrama girmesini emretmesini söyledi." [Müslim, Hacc 109, (1209);
Ebu Dâvud, Menâsik 35, (1834); İbnu Mâce, Menâsik 12, (2911).]
ـ55ـ وعن أسماء بنت عُمَيس رَضِىَ اللّهُ عَنْها. ]أنَّهَا وَلَدَتْ مُحَمّداً
بالبَيْدَاءِ: وَذَكَرَ مِثْلِهِ[. أخرجه مالك والنسائى.وفي رواية مالك: بِذِى
الحُلَيْفَةِ فَأمَرَهَا أبُو بَكْرٍ أنْ تَغْتَسِلَ ثُمَّ تُهِلَّ.زاد
النسائِى في أخرى: ثُمَّ تُهِلُّ بِالحَجِّ وَتَصْنَعُ مَا يَصْنَعُ النَّاسُ
إّ أنَّها َ تَطُوفُ بِالْبَيْتِ، وَذلِكَ في حَجَّةِ الْوَدَاعِ.وفي أخرى له:
أرْسَلْتُ إلى رسولِ اللّه # كَيْفَ أصْنَعُ؟ فقَالَ اغْتَسِلِِى وَاستَثْفِرِى
ثُمَّ أهِلِّى.»اسْتَثْفَرَتِ الحَائِضُ« إذَا شَدَّت على فرجها
خِرْقة وَعَلَّقتْ طَرفيها إلى شئ مشدود في وسطها من مُقَدّمها ومؤخرها.
مأخُوذٌ من ثَفَرَ الدابة: وهو ما يكون تحت ذَنبهَا .
55. (1253)-
Esmâ Bintu Ümeys (radıyallahu anhâ) Muhammed'i Beydâ'da doğurduğunu
söylemiş, önceki hadisteki durumu aynen zikretmiştir." [Muvatta, Hacc 1, (1,
322); Nesâî, Hacc 26,(5, 127.]
Muvatta'nın bir başka rivayetinde şöyle denir:
"(Esmâ..) Zülhuleyfe'de Muhammed'i doğurdu). Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona
yıkanmasını sonra da ihrâma girmesini emretti."
Nesâî, bir başka rivayette şu ziyadeyi ilâve
eder: "...sonra hacc için ihrama girmesini, Ka'be'yi tavaf hâriç, herkesin
yaptıklarını aynen yapmasını (emretti)."
Yine Nesâî'nin bir başka rivayetinde (Esma)
şöyle demiştir: "Resûlullah'a (birisini) göndererek: "Ne yapayım?" diye
sordurdum. Bana: "Yıkan, (kan gelen kısma) sargı bağla, sonra da ihrama
gir" haberini gönderdi."
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, hayızlı ve nifaslı kadınların
ihrama girebileceklerini, tavaf ve tavafa bağlı olan iki rekât tavaf
namazından başka, bütün hacc fiillerini yapabileceklerini göstermektedir.
Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), nifaslı halde neler
yapabileceğini soran Esmâ'ya, "Tavaf hariç her şeyi" diye cevap vermiştir.
Nifaslı ve hayızlı kadınların, ihram için yıkanmaları gerekir mi, gerekmez
mi meselesinde ihtilâf edilmiştir. Hanefî ve Şâfiîlerin de dahil olduğu
Cumhûr'a göre, yıkanmaları müstehabtır. Hasan Basrî ve Zâhirîler'e göre
vâcibtir.
Bilindiği üzere, bir kadın doğumdan itibaren
40 gün nifaslı sayılır ve bu esnada, tıpkı hayızlı halde olduğu üzere, oruç
tutamaz, namaz kılamaz. Kâ'be'yi tavaf edemez, câmiye giremez, Kur'ân'a el
süremez. Bu durumlarda hacc yapabilir mi? Veya hacc menâsikinden hangilerini
yapabilir, hangilerini yapamaz? İşte haccın başlatıldığı sırada doğum yapmış
olan Esmâ (radıyallahu anhâ) bunu sormuştur.
Esma, hacc niyetiyle yola çıkıp, ihram giyme
mahalline gelince doğum yaparak nifas olmuştur. Zîra doğum yaptığı
zikredilen yerler, Medinelilerin ihrama girdikleri yerlerdir: Şecere,
Zülhuleyfe, Beyda. Aslında Şecere ve Beyda, Zülhuleyfe'de muayyen noktaların
isimleridir. Zülhuleyfe ise, Medineliler için, bizzat Resûlullah tarafından
tesbit edilen mîkat yani ihram giyme mahallidir. (1187 numaralı hadise
bakın.)
ـ56ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّهُ قالَ في المَرْأةِ الحَائِضِ
الَّتِى تُهِلُّ بِالحَجِّ أوْ بِالْعُمْرَةِ: إنَّهَا تُهِلُّ بِحَجِّهَا أوْ
عُمْرَتِهَا إذَا أرَادَتْ. وَلِكِنْ َ تَطُوفُ بِالْبَيْتِ وََ بَيْنََ
الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ. وَتَشْهَدُ المَنَاسِكَ كُلَّهَا مَعَ النَّاسِ، وََ
تَقْرَبُ المَسْجِدَ حَتَّى تَطْهُرَ[. أخرجه مالك .
56. (1254)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den yapılan bir rivayete göre, hacc veya
umre için ihrama giren hayızlı kadın hakkında, "Kadın dilerse umre veya
haccı için ihrama girer, ancak Beytullah'ı tavaf edemez, Safa ile Merve
arasındaki sa'yi de yapamaz. Bunlar dışındaki bütün menâsike insanlarla
birlikte katılır. Temizleninceye kadar mescide yakın olamaz." [Muvatta,
Hacc 45.]
AÇIKLAMA:
Hayızlı kadının Safa ve Merve arasındaki sa'yi
yapamayışı, sa'yin tavafa bağlı olmasından ileri gelir. Zîra sa'y,
Beytullah'ı tavaftan sonra icrâ edilen bir nüsüktür. Böyle olunca, temizlik
şart olan tavaf hayız ve nifasıyla yasak olunca, buna bağlı olarak yapılan
sa'y da ister istemez yapılamaz. Tavaftan imtina eden sa'yden de imtina
eder. Öyle ise hayızlının sa'y yapamayışı, sa'y için temizliğin şart
olmasından ileri gelmez. Gerçi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan
yapılan bir rivayete göre, önce sa'y yapan bir kimse durumunu sorunca, Hz.
Peygamber: طُفْ
و حَرَجَ "Tavafını da yap, bunda bir
mahzur yok" buyurmuştur. Ancak Cumhur bunun yeterli olmayacağını, tavaftan
sonra yeniden sa'y yapması gerektiğini söylemiştir. Hadisi de: "Buradaki
sa'y, kudüm tavafından sonra ve ziyâret (veya ifâza) tavafından önce yapılan
sa'y olmalıdır" diye te'vil etmişlerdir.
Mescide yaklaşmayı meşru kılan temizlenmeden
maksad "kanın kesilmesini takib edecek yıkanma"dır. Nifas veya hayız kanı
tamamen kesilmeden alınacak boy abdesti şer'î temizliği sağlamaz.Veya kan
kesildikten sonra boy abdesti alınmadığı takdirde yine "temiz olunmaz."
ـ57ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّه #:
النُّفَسَاءُ وَالحَائِضُ
إذَا أتَتَا عَلى المِيقَاتِ تَغْتَسَِنِ وََتَحْرِمَانِ وَتَقْضِيَانِ
المَنَاسِكَ كُلَّهَا غَيْرَ الطّوَافِ بِالْبَيْتِ[. أخرجه أبو داود والترمذى
57. (1255)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Nifaslı ve hayızlı kadınlar mîkata gelince
guslederek ihrama girerler ve Beytullah'a olan tavaf hariç bütün menâsiki
îfa ederler." [Ebu Dâvud, Menâsik 10, (1744); Tirmizî,Hacc 100, (945).]
ـ58ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]قال رسولُ اللّهِ #: خَمْسٌ مِنَ
الدَّوَابِّ لَيْسَ عَلى المُحْرِمِ في قَتْلِهِنَّ جُنَاحٌ: الْغُرَابُ،
وَالحِدَأةُ، ؤَالْعَقْرَبُ، وَالْفَأرَةُ، وَالْكَلْبُ الْعَقُورُ[. أخرجه
الستة إ الترمذى.وفي رواية: َ جُنَاحَ عَلى مَنْ قَتَلَهُنَّ في الحَرَمِ
وا“حْرَامِ.وفي أخرى بأبى داود والترمذى عن أبى سعيد الخدرى: وَالسَّبُع
الْعَادِى.والمراد به الذى يعدو على ا“نسان فيفتَرسه، وسيجئ لما يجوز قلته من
الدواب بابٌ في كتاب القَتْل من حرف الفاف إن شاء اللّه تعالى .
58. (1256)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Beş hayvan vardır, bunların öldürülmesi ihramlıya
günah değildir: Karga, çaylak, akrep, fâre, kelb-i akûr." [Buharî,
Cezau's-Sayd 7; Müslim, Hacc 72, (1199); Muvatta, Hacc 88,(1, 356); Ebu
Dâvud, Menâsik40, (1846); Nesâî, Hacc 82, 83, 84, 86, 87, 88, (5, 187-190).]
Bir rivayette şöyle denmiştir: "Bunları,
Harem'de ve ihramda iken öldürene günah yoktur."
Ebu Dâvud ve Tirmizî'nin, Ebu
Saîdi'l-Hudrî'den kaydettikleri bir rivâyette: "Âdi yırtıcılar" da
denmiştir. Bundan maksad insana saldırıp yaralayandır. Hayvanlardan
öldürülmesi câiz olanları ayrıca zikredeceğiz (4939-4952. hadisler).
AÇIKLAMA:
1- İhramlıya öldürmesi helâl olan bu beş
hayvan, ihramsıza evleviyetle helâldir. Bu hayvanların zararlı olduğu
herkesce bilinir. Bunların, namaz kılarken bile öldürülmesinin câiz olduğunu
ifâde eden rivayetler mevcuttur.İnsana zarar veremeyecek derecede küçük olan
yavrularının da öldürülmesi câiz mi değil mi? ihtilâf edilmiştir
3- Farenin muhtelif cinsleri olmasına rağmen,
hadiste mutlak geldiği için hepsinin öldürülmesi câizdir.
4- Kelb-i akûr, bilinen köpek değildir. Ulemâ
kelb-i akur'dan insana saldırıp, yaralayan ve insanları korkutan bütün
yırtıcı canavarları anlamışlardır. Arslan, kaplan, panter, kurt gibi... Bazı
âlimler, sayılan bu beş hayvana, eti yenmeyen hayvanlardan öldürülmesi
yasaklanmış olanlar dışındaki bütün vahşîlerin girdiğini söyler ve
öldürülmelerinin câiz olduğuna hükmederler.
5- Kastalânî, bu hayvanların öldürülmelerinin
câiz kılınmasını, bunların insanlara ve diğer hayvanlara zararlı oluşlarına
bağlar ve der ki: "karga ile çaylak zayıf bulduğu sığırın ve diğer sağmal
hayvanların arka kısmının etini gagasıyla yer, gözünü oyar, şaşkın insanın
elinden ekmeğini bile kapabilir. Bunlar kuşların en âdisidir. Akrep de çok
zehirli bir hayvandır. Öyle ki yılanı bile sokup öldürülebilir. Onun zehri,
kocaman fili bile devirmeye yeterlidir." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in de namazda akrep öldürdüğünü haber veren rivâyet mevcuttur.
6- Bu hayvanların öldürülmesi bir vecibe değil
bir cevazdır. Yani bunlar görülünce mutlak öldürülsün demek değildir.
Öldüren, herhangi bir günah işlememiştir, herhangi bir ceza ödemez demektir.
7- Âlimler bu hadisten hareketle, öldürülmesi
gereken bir mücrim Harem'e iltica ettiği takdirde, orada öldürülmesinin câiz
olduğu hükmünü çıkartmıştır.
ـ59ـ وعن عَلْقمة بن أبى علقمة عن أمه: ]أنَّهَا سَمِعَتْ عَائِشَةَ رَضِىَ
اللّهُ عَنْها تُسْئَلُ عَنِ المُحْرِمِ يَحِلُّ جَسَدَهُ. قَالَتْ: نَعَمْ
فَلْيَحُكَّهُ وَلْيَشَدُدْ. ثُمَّ قَالَتْ: لَوْ رُبِطَتْ يَدَاىَ وَلَمْ
أجِدُ إَّ رِجْلِى لَحَكَكْتُ[. أخرجه مالك .
59. (1257)-
Alkame İbnu Ebî Alkame, annesinden rivayet etmiştir ki: "Annesi, Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ)'yi ihramlı iken bedenini kaşıyan kimse hakkında soru
sorulunca dinlemiştir. Hz. Aişe şu cevabı verir: "Evet, kaşınsın ve şiddetle
kaşısın." Sonra Hz. Aişe ilâve eder: "Ellerimi bağlasalar, (kaşınmak için
ayaklarımdan başka bir imkânım olmasa) ayaklarımla kaşınırım." [Muvatta,
Hacc 93, (1, 358).]
AÇIKLAMA:
Kaşıma, kıl dökme ihtimâlini getirdiği için
ihramlı hakkında meşkuk bir durum hâsıl eder. Bu sebeple Hz. Aişe'ye, câiz
mi, değil mi diye sorarlar. Hz. Aişe câiz olduğunu, hiçbir mahzur
görmediğini ifade için mübâlağalı bir üslup ihtiyar eder. İmam Mâlik bedenin
baş, sırt gibi görünmeyen kısımlarının dikkatli ve ihtiyatlı kaşınması
gerektiğine dikkat çeker: "Olur ki, eli bir hayvancığa rastlar da göremez"
der.
ـ60ـ وعن أسماء بنت أبى بكر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قالت: ] خَرَجْنَا مَعَ
رسولِ اللّهِ # حُجَّاجاً حَتَّى إذَا كُنَّا بِالْعَرْجِ نَزَلَ رسولُ اللّه #
وَنَزَلْنَا فَجَلَسَتْ عَائِشَةُ إلى جَنْبِ رسولِ اللّه # وَجَلَسْتُ إلى
جَنْبِ أبى بكْرٍ فَكَانَتْ زَامَلَةُ رسولِ اللّه # وَزَامَلَةُ أبى بَكْرٍ
وَاحِدَةً مَعَ غَُمٍ ‘بى بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَجَلَسَ أبُو بَكْرٍ
يَنْتَظِرُ أنْ يَطْلُعَ عَلَيْهِ فَطَلَعَ وَلَيْسَ مَعَهُ بَعِيرُهُ. فقَالَ
أبُو بَكْرٍ: أيْنَ بَعِيرُكَ؟ فقَالَ: أضْلَلْتُهُ الْبَارِحَةَ. فَقَالَ أبُو
بَكْرٍ: بَعِيرٌ وَاحِدٌ تُضِلُّهُ؟ وَطَفِقَ يَضْرِبُهُ وَرَسُولُ اللّه #
يَتَبسّمُ وَيَقُولُ: انْظُروا إلى هذَا المُحْرِمِ. مَا يَصْنَعُ وَمَا يَزيدُ
عَلى ذلِكَ وَيَتَبَسَّمُ[. أخرجه أبو داود .
60. (1258)-
Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hacc yapmak üzere Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte çıktık. Arc nâm mevkiye kadar
geldik. Orada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) konakladı, biz de
konakladık. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın yanına oturdu. Ben de babam Ebu Bekir'in yanına oturdum.
Resûlullah'ın binek devesi ile, Hz.Ebu Bekir'in binek develeri tekdi ve o
da Ebu Bekir'e ait bir köle ile birlikte (yolda) idi. Ebu Bekir
(radıyallahu anh) oturup, kölenin gelmesini beklemeye başladı. Köle geldi
ama beraberinde deve yoktu. Hz.Ebu Bekir (radıyallahu anh):
"- Deven nerde?" diye sordu. Köle:
"- Sabahleyin onu kaybettim!" dedi. Ebu Bekir
(radıyallahu anh):
"- Tek bir deveyi kayıp mı ettin!" deyip
köleye vurmaya başladı. Resûlullah bu sırada gülüyor ve şöyle diyordu:
"- Şu ihramlıya bakın neler de yapıyor!" (İbnu
Ebi Rizme der ki: Resûlullah: "Şu ihramlıya bakın neler de yapıyor?" deyip
gülüyor, (başka bir şey söylemiyordu)." [Ebu Dâvud, Menâsik 30, (1818); İbnu
Mâce, Menâsik 21, (2933).]
AÇIKLAMA:
1- Teysîr'in metni, Ebu Davud'unkine nazaran
-anlamayı zorlaştıracak- bazı eksiklikler ihtiva etmektedir. Tercümede,
aslından alarak parantez içerisinde gösterdik.
2- Görüldüğü üzere, ihramlının te'dibde
bulunulmasına Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) müdahale etmiş, fakat,
kesin ve sert bir üslubla değil. Şu halde bu müdahale tahrim ifade
etmektedir. Nitekim aynı hadisi Ebu Dâvud: "İhramlı kölesini te'dib eder"
adını taşıyan bir bâb başlığı altında kaydederken, İbnu Mâce: "İhramda iken
sakınma" adını taşıyan bir bâbda kaydeder. Şu halde ihramlı, ailesini te'dib
edebilecek, ancak dikkat etmesi, aşırı gitmemesi gerekir, terki ise evladır.
ـ61ـ وعن ربيعة بن عبداللّه ]أنَّهُ رَأى عُمرَ بنَ الخَطَّابِ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ يُقَرِّدُ بَعِيراً لهُ وَهُوَ مُحْرِمُ[.
61. (1259)-
Rebîa İbnu Abdillah: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i ihramlı iken (Mekke ile
Medine arasındaki Sükyâ köyünde) devesinin kurtlarını alıp toprağa atarken
gördüm." [Muvatta, Hac 92, (1, 357).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin sonuna İmam Mâlik: "Ben bunu mekruh
buluyorum" kaydını koyar.
2- İmam Mâlik'in mekruh addetmesi, devede
yaşayan bu parazitlerin de hayvan olmasından ileri gelir. Yere atılınca
öleceklerinden, ihram yasağı araya girmiş olmaktadır. Ancak Hz. Ömer'in bunu
câiz gördüğü açıktır.
Zürkânî der ki: "Eğer bunlar deveye zarar
veriyorlarsa, onları deveden temizler, kefâret olarak bir miktar taam
yedirir" der.
ـ62ـ وعن نافع قال: ]كانَ ابنُ عُمرَ يَكْرَهُ أنْ يَنْزِعَ المُحْرِمُ حَلمةً
أوْ قُرَاداً مِنْ بَعِيرِهِ[. أخرجهما مالك.ومعنى »يُقَرِّدُ« أى ينزع عنه
القُرْدَان جمع قُراد وهو دُوَيبَة معروفة. »وَالحَلَمَةُ« جمعها حلَم وهى : ما
عظم من القراد .
62. (1260)-
Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), ihramlının, devesinden
pire veya güve gibi haşereleri temizlemesini mekruh addederdi." [Muvatta,
Hacc 95, (1, 358).]