Bu babta üç fasıl var
BİRİNCİ FASIL
VAKFELER VE HÜKÜMLERİ
*
İKİNCİ FASIL
İFÂZA
*
ÜÇÜNCÜ FASILARAFAT VE MÜZDELİFE'DE TELBİYE
Vakfe: Kelime olarak durmak demektir. Hacc
ıstılahı olarak, haccın farz olan iki rüknünden birini ifâde eder. Zîra
haccın iki rüknü vardır. Arafat vakfesi ve ziyaret tavafı. Tavafla ilgili
rivayetler ikinci fasılda (1366-1413 numaralar arasında kalan hadisler)
gördük.
Bu fasılda vakfe ile ilgili hadisleri
göreceğiz. Hemen belirtmek isteriz ki, hacc ibadetinin iki vakfesi vardır.
1- Arafat vakfesi: Bu rükündür. Vakfe deyince
ilk akla gelen budur. Bu, herhangi bir sebeple eksik olursa hac sahih olmaz,
müteâkip yılda yenilenmesi gerekir.
2- Müzdelife vakfesi; Bu rükün değildir,
vacibtir. Herhangi bir sebeple eksik olduğu takdirde, kurban keserek
hacctaki eksiklik giderilebilir, haccın müteakip yılda iadesi
gerekmeyebilir.
Arafat vakfesinin sahih olması için üç şart
vardır:
a) İhramlı olmak,
b) Arafat sınırları içinde yapmak,
c) 9 Zilhicce günü zevâl vaktinde yani güneşin
öğlede tepe noktasına ulaşma ânından 10 Zilhicce günü fecr-i sâdıkın
zuhuruna, yani tan yerinin ağarmasına kadar olan vakittir.
* Bu vakit içinde Arafat'ta bulunmak esastır:
Şuur, niyet, bilgi aranmaz.Yani baygın veya uyku hâlinde de bulunulsa vakfe
yapılmış olur.
* Arefe günü Arafat'a varanların, güneşin
batmasına kadar Arafat sınırları içerisinde orada kalması vâcibtir.
Müzdelife vakfesinin sahih olması da önce
ihramlı olmaya bağlıdır. İkinci şartı Arafat vakfesini yapmış olmak, üçüncü
şartı, bu vakfeyi Müzdelife hudutları içinde yapmak; son şartı da vakti
içinde yapmaktır. Hanefî mezhebinde vakti bayram sabahı, yani 10 Zilhicce
günü tan yerinin ağarmaya başlamasından güneşin doğmasına kadar olan
müddettir. Bu vakfede de niyet, ilim, şuur aranmaz, söylenen zaman sınırı
içinde az da olsa bir müddet Müzdelife hududları dahilinde bulunmaktır.
ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ َعَنْها قالت: ]كَانَتْ قُرَيْشٌ وَمَنْ دَانَ
دِينَهَا يَقِفُونَ بِالْمُزْدَلِفَةِ وَكَانُوا يُسَمُْونَ الحُمْسَ، وَكانَ
سَائِرُ الْعَرَبِ يَقِفُونَ بِعَرَفَةَ: فَلَمَّا جَاءَ ا“سَْمُ أمَرَ اللّهُ
تَعالى نَبِىّهُ # أنْ يَأتِىَ عَرَفَةَ فَيَقِفَ بِهَا ثُمَّ يَفِيضَ مِنْهَا.
وذلِكَ قَوْلُهُ تَعالى: ثُمَّ أفِيضُوا مِنْ حَيْثُ أفاضَ النَّاسُ[. أخرجه
الخمسة .
1. (1414)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kureyş ve onun dinine mensub
olanlar, (cahiliye devrinde) Müzdelife'de vakfe yapıyorlardı ve kendilerine
hums denilirdi. Diğer Araplar ise Arafat'da vakfe yapıyorlardı. İslâm dini
gelince, Cenâb-ı Hakk, Peygamberine (aleyhissalâtu vesselâm), Arafat'a gidip
orada vakfe yapmalarını, sonra da oradan topluca ayrılmalarını emretti. Şu
âyet bu hususu beyan eder: "Sonra, insanların toplu olarak akın ettiği
yerden siz de akın edin..." (Bakara 199). [Buhârî, Tefsir, Bakara 35, Hacc
91; Müslim, Hacc 152, (1219); Tirmizî, Hacc 53, (884); Ebû Dâvud, Menâsik
58, (1910); Nesâî, Hacc 202 (5, 255).]
AÇIKLAMA:
1- Müzdelife: Hacc menâsikinin cereyan ettiği
mühim âlemlerden biridir. Arafat'la Mina arasında yer alan dar bir bölgedir.
"Muhassar vadisi ile Me'zemeyn arasında kalan yer" diye de tarif edilir.
Bu bölgeye Müzdelife denmesinin sebebi
ihtilâflıdır. Bâzı âlimler, içtimâ (toplanma, biraraya gelme) mânasındaki
izdilâf'tan geldiğini söylemiştir. İzdilâf için, iktirab yani
"yakınlaşma"dır diyen de olmuştur. Orası Allah'a yaklaşma yeridir. Bazıları
Arafat'tan sökün eden (ifâza yapan) hacıların Mina'da izdilâfı
(birleşmeleri) sebebiyle bu ismin verildiğini, bâzıları Hz. Havva ile Hz.
Âdem'in burada birleşmeleri sebebiyle bu ismin verildiğini söylemiştir. Bu
mânada olmak üzere, yani Hz. Havva ile Âdem'in birleşme yeri mânasında
Müzdelife'ye Cem' dahi denmiştir. Hadislerde sıkca Müzdelife'nin Cem'
ismiyle zikredildiğine rastlarız.
Bir başka görüşe göre kelimenin kökü olan
zülfet, "kurbet" yani yakınlık mânasına da gelir. Hacılar bu yerde Harem
bölgesine yaklaştıkları için Müzdelife "yaklaşma yeri" denmiştir. Nitekim
burası Harem'le Arafat arasında hudud noktasındadır.
Şu da söylenmiştir: "Hz. Âdem (aleyhisselam),
cennetten yeryüzüne indiği zaman, Hz. Havvâ ile, Arafat'ta tanışıncaya
kadar yakınlık kuramadı. Orada tanışıp, Müzdelife'de birleştiler. Bu sebeple
oraya Müzdelife ve Cem' denmiştir."
Müzdelife, Arafat vakfesinden sonra orayı
terkeden hacıların geceyi geçirecekleri ve namaz kılıp dua edecekleri
yerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de zikri geçen Meş'ar-ı Haram da buradadır. Arafat
vakfesinden sonra burada vakfe yapmak vâcibtir. Arafat'tan gelen hacılar
akşamla yatsıyı burada cem-i tehirle kılarlar. Bayramın birinci gününün
sabah namazı da burada kılınır. Sabahtan sonra Mina'ya geçilir. Muhassir
deresi, Müzdelife' den sayılmaz, bu sebeple orada yapılan vakfe makbul
değildir.
2- Meş'aru'l-Harâm: Müzdelife hududu
içerisinde yer alan Kuzeh dağında bir tepenin adıdır. Kur'ân-ı Kerimde:
فَإِذَا
اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذكر وا اللّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الحرام
"Arafat'tan (seller gibi) boşanıp
akdığınız zaman Meş'ar-i Haram'ın yanında Allah'ı zikredin..." şeklinde
zikri geçen mübârek parçadır. Bazı âlimler Cem' ve Müzdelife diye isimlenen
bölgenin tamamına Meş'aru'l-Harâm dendiğini kabul eder.
Kuzeh üzerindeki bu tepenin üzerinde üstüvânî
(silindirik) taştan bir alâmet mevcuttur, buna Mikâde denir. Evvelleri,
burada ocaklarda odunlar yakılarak, Harun Reşîd zamanında büyük mumlar, daha
sonraları da iri kandiller yakılarak işâretleme işi yerine getirilmiştir.
Günümüzde buralara bina yapılmıştır ve her çeşit işaretlemelerin yerini
elektrik lambaları almıştır.
Müzdelife'de hacılar, Mina'da şeytan taşlamak
üzere küçük çakıl taşları toplarlar.
3- Mina: Haccın mühim menasikinden bir
kısmının icra edildiği bir yerdir. Müzdelife ile Mekke arasında yer alır,
Harem bölgesine dahildir. Müzdelife vakfesinden sonra hacılar arefe günü,
sabah namazından sonra buraya gelirler. Burada kurban kesip ihramdan
çıkarlar ve traş olurlar. Şeytan taşlama yerleri de buradadır. Bunlar bâzı
şartlarda haccın vâcib olan menâsikine girmesi sebebiyle Mina'nın haccdaki
ehemmiyetini gösterirler.
Buraya Mina denmesi, kurban kesilerek kan
akıtılmasındandır. Hz. İsmail'e bedel koçun burada kesildiği kabul edilir.
Zîra Mina, kelime olarak, (kan) akıtmak mânasındadır. Mamâfih temennî
kelimesi de aynı kökten gelir ve Mina'da temenni etmek (takdir etmek) mânası
da mevcuttur. Hazreti Âdem (aleyhisselam), cenneti burada temenni ettiği
için bu ismi aldığı da söylenmiştir.
Terviye gününü arefe gününe bağlayan gece ile,
bayram gecelerini burada da geçirmek sünnettir.
ـ2ـ وفي رواية: ]قالت عائشة رَضِىَ اللّهُ َعَنْها الحُمْسُ: هُمُ الذينَ
أنْزَلَ اللّهُ تَعالى فِيهِمْ: ثُمَّ أفِيضُوا مِنْ حَيْثُ أفَاضَ النَّاسُ:
قالتْ: وَكَانَ النَّاسُ يُفِيضُونَ مِنْ عَرَفاَتَ، وَالحُمْسُ مِنْ
مُزْدَلِفَةَ، يَقُولُونَ َ نُفِيضُ إَّ مِنَ الْحََرَمِ. فَلَمَّا نَزَلَتْ:
ثُمَّ أفِيضُوا مِنْ حَيْثُ أفَاضَ النَّاسُ رَجَعُوا إلى عَرَفَاتَ[ .
2. (1415)-
Bir diğer rivayette Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) der ki: "Hums: Allahu Teâlâ
hazretlerinin, haklarında: "Sonra, insanların toplu olarak akın ettiği
yerden siz de akın edin" (Bakara 199) âyetini indirdiği kimselerdir."
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) devamla şu
açıklamayı yaptı: "İnsanlar Arafat'ta (vakfe yaparak oradan) boşanırlardı.
Hums olanlar ise, Müzdelife'de (vakfe yaparak oradan) boşanırlar ve: "Biz
ancak Harem'den akın ederiz" derlerdi. Ancak, "Sonra, insanların toplu
olarak akın ettiği yerden siz de akın edin" (Bakara 199) meâlindeki âyet
nâzil olunca, onlar da, (vakfe için) Arafat'a çıktılar."
ـ3ـ وذكر رزين رواية. قال: ]كَانَتْ قُرَيْشٌ وَمَنْ دَانَ دِينَهَا وَهُمُ
الحُمْسُ يَقِفُونَ بِالْمُزْدَلِفَةِ وَيَقُولُونَ نَحْنُ قَطِينُ اللّهِ
تَعالى: أىْ جِيرَانُ بَيْتِ اللّهِ تَعالى، فََ نَخْرُجُ مِنْ حَرَمِهِ،
وَكاَنَ يَدْفَعُ بِالْعَرْبِ أبُو سَيَّارَةَ عَلى حِمَارٍ عَرَبٍّى مِنْ
عَرَفَةَ[.»الحُمْسُ« قريش: سُمِّيت بذلك لشجاعتها وشدتها.
3. (1416)-
Rezîn de bir rivayet ilâve etmiştir: "Kureyş ve onun dininde olanlar -ki
bunlar Hums denen zümredir- Müzdelife'de vakfe yapıyorlar ve: "Biz, Allahu
Teâla'nın katîniyiz yani Beytullah'ın komşularıyız, biz O'nun Harem'inden
dışarı çıkmayız" derlerdi. Ebu Seyyâre, Arabı, (semeresiz) bir Arap eşeğinin
üzerinde Arafat'tan indirdi."
AÇIKLAMA:
Kaydedilen üç rivayet, müştereken bir hususu
açıklıyorlar: "Cahiliye devrinde Kureyşliler ve Kureyş'e uyanlar, Arafat
vakfesine çıkmayıp, Müzdelife vakfesiyle yetiniyorlardı. Bu davranışlarıyla
diğer bir kısım Arap kabilelerinden ayrılıyorlardı. Bu meseledeki
ayrılıklarını ifâde için kendilerine Hums diyorlardı. İslâm gelince bu
ayrılık kaldırılıyor, Arafat vakfesi herkese farz kılınıyor.
Şu halde burada açıklanacak birkaç nokta var:
1- Hums: Lügat olarak ahmes'in cem'idir. Ahmes
sert yer mânasına gelir. Dilimizdeki hamâset de bu kökten gelir. Sıkı
bağlılık, salâbet mânasında bir kelimedir. Kureyş kabilesi, kendilerini daha
dindar, dinlerine daha salâbetle bağlı bildikleri için kendisine hums
demiştir.
Mücahid'in açıklamasına göre: "Hums Kureyş ve
Kureyş'in yolunda giden kabilelerdir: Evs, Hazrec, Huzâa, Sakîf, Gazevân,
Benî Âmir, Benî Sa'saa, Benî Kinâne."
Arapça'da hums, "şiddetli" demektir.
Kureyşliler nefislerine şiddetli davrandıkları için kendilerini hums diye
isimlendirdiler. Burada kastedilen şiddet şudur: Onlar hacc veya umre için
ihrama girdikleri vakit et yemezler, yün ve kıldan yapılmış çadırlarda
oturmazlar, Mekke'ye gelince üstlerindeki elbiseyi atarlardı.
İbnu İshak'ın açıklamasına göre, Kureyş hums
meselesini Fil Vak' ası sıralarında (önce veya sonra) ortaya atmıştır.
Kureyş'in Arafat vakfesi ile oradan yapılan
ifâzayı (kitle halinde boşanma) terketmeleri de hums düşüncesiyle
alâkalıdır. Çünkü, kaydettiğimiz rivayetlerde âyet-i kerimenin bile
kendilerine hums deyip de Arafat'a çıkmayanlar hakkında geldiği
belirtilmekte, onların da "herkesin ifâza yaptığı yerden ifâza yapmalarını"
emrettiğini belirtmektedir. Herkesin ifâza yaptığı, yani vakfe biter bitmez
toptan kitle halinde Müzdelife'ye akın ettikleri yer Arafat'tır. Şu halde,
ikinci hadiste Hz. Aişe, mezkûr âyetten sonra kendilerine hums diyerek
Arafat'a çıkmayanların, bu âyetten sonra vakfe için Arafat'a kadar
çıktıklarını belirtir. Bunlar Kureyş ve ona uyanlardır.
2- İfâza: Kelime olarak, suyu taşıra taşıra
dökmek mânasına gelir. Su taşkını mânasına kullandığımız feyezân da bu
köktendir. Öyle ise Arafat vakfesi veya Müzdelife vakfesi biter bitmez
binlerce, yüz binlerce hacının bir anda sökün edivermesi hâdisesi ifâza ile
ifâde edilmiştir. Sökün etmek, boşanmak, akın etmek, taşmak gibi değişik
kelimelerle bu mânayı ifade edebiliriz.
3- Üçüncü rivayette geçen katîn, bir evin
sâkini, evde oturan demektir. Katînullah, Beytullah'ta sâkin olan,
Beytullah'ın yerlileri demektir. Bu tâbir, câhiliye devrinde Mekkelilerin
kendilerini diğer Araplara nazaran üstün ve imtiyazlı gördüklerinin ifadesi
olmaktadır. "Biz Allah'ın Harem'inden dışarı çıkmayız" tâbiri, Arafat'ı
onların da Harem'in dışında saydıklarını göstermektedir.
Rezîn'in ilâve ettiği üçüncü rivâyet, aynı
lafızlarla olmasa da, mâna cihetiyle Tirmizî'de rivâyet edilmiştir (883.
hadis). Ancak, Rezîn, rivayetin sonuna Tirmizî'de yer almadığı halde
Müslim'de (Hacc 148) kaydedilen -açıklayıcı- bir ilâvede bulunmuştur: "Ebu
Seyyâre Arabı, (semersiz) bir Arap eşeğinin üzerinde Arafat'tan indirdi."
Ebu Seyyare, darb-ı mesel olmuş bir şahıstır, kırk yıl çıplak eşeğinin
üzerinde Arafat'tan Müzdelife'ye hacıların ifâzasını sağladığı Meydânî'de
belirtilir. Bundan maksad, muhtemelen vakfe müddeti tamamlanınca ilk defa
Arafat'tan yola çıkarak, bütün hacı kâfilesinin ifâzaya (sökün etmeye)
başlamasını sağlamaktır. Bu işi üst üste kırk yıl yapması, eşeğinin sıhhat
yönüyle dikkat çekip ün yapmasına ve bir şeyin sıhhatinin sağlamlığını
belirtmek için: "Ebu Seyyâre'nin eşeğinden de sıhhatli" şeklinde bir tâbirin
atasözü hâline gelmesine vesîle olmuştur. Meydânî'nin bir kaydı, Ebû
Seyyâre'nin nüfuzlu, itibarlı, müessir bir şahıs olduğunu ifade eder. Der
ki: "Ebu Seyyâre, diyetin yüz deve olmasını ilk sünnet kılan kimsedir."
4- Arafat: Arafe kelimesinin çoğuludur, Arafe
olarak da kullanılır. Arafat hacc menâsikinde mühim yer tutan bir mevkiin
adıdır. Daha önce belirtildiği üzere haccın iki ana rüknünden biri Arafat'da
vakfedir. Arafat, Mekke'ye 12 mil mesafede bir dağın adıdır. Civarındaki
diğer dağlara nazaran daha yüksektir. Hacılar arefe günü orada vakfeye
dururlar. Zilhicce'nin sekizinci günü, hacıların Mekke'den hareket günüdür
ve terviye (kana kana su içme) günü denir. Dokuzuncu günü ise Arafat'da
vakfe günüdür ve arefe günü denir.
Arafat kelimesi arefe kelimesinin cem'idir,
yani çoğul şekli. Ancak bu dağa nasıl isim olmuş, hangi kök kelimeden
türetilmiş? bu hususlar münâkaşalıdır.
* Bazı âlimler, tanımak mânasına gelen
ma'rifet'ten,
* Bazı âlimler, i'tiraf'tan,
* Bazı âlimler güzel koku mânasına arf'ten
geldiğini söylemiştir.
Ancak bu ihtimallerin herbiri, Arafat dağının
bir hasletini, ehemmiyetini belirtme sadedinde hakkında vâki olan tavsifleri
te'yid eder. Şöyle ki:
* Hz. Havva ile Hz. Âdem, cennetten
çıkarıldıktan sonra burada birleşip birbirlerini tanımışlardır.
* Hz. İbrahim (aleyhisselam) burayı görünce
önceden kendisine yapılan tavsife uygun bularak derhal tanımıştır.
* Yine Hz. İbrahim, Cebrâil'in öğretmesiyle
hacc menâsikini ilk defa burada tanıyıp öğrenir.
* Hz. İsmâil, annesinden bir müddet
ayrıldıktan sonra burada buluşup tanışırlar.
* Hacılar burada topluca biraraya gelip
tanışırlar.* Hacılar burda vakfe ile, Hakk Teâlâ'nın rububiyet ve celâlini
tanıyıp kendi acz ve zaaflarını, meskenet ve hakirliklerini itirâf ederler.
* Hacılar, burada, makbul olan tevbeleri,
istiğfar ve duaları sonunda geçmiş günahlarından arınarak cennete lâyık
mânevî kokular kazanmaktadırlar.
Şu halde Rabb-ı Rahim'in, bir lütuf olara bu
vasıflarla mümtaz kıldığı bu mübarek beldeye Arafat denmesi, bütün bu
mânaları taşımasındandır. Arafe günü bu dağın günü demektir. Bugüne, yevm-i
iyâs-ı küffâr (kafirlerin ye'se düştükleri gün), yevm-i ikmâl-i din [dinin
tamam olduğu gün],
yevm-i itmâm-ı nimet, yevm-i rıdvan (Allah'ın razı olduğu gün) de denmiştir.
ـ4ـ وعن جبير بن مطعم رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: ]أضْلَلْتُ بَعِيراً لى
فَذَهَبْتُ أطْلُبُهُ يَوْمَ عَرَفَةَ فَرَأيْتُ النَّبىَّ # وَاقِفاً مَعَ
النَّاسِ بِعََرَفَةَ فَقُلْتُ هذَا وَاللّهِ مِنَ الحمسِ فَََمَا شَأنُهُ
ههُنَا؟ وَكَانَتْ قُرَيْشٌ تُعَدُّ مِنَ الحُمْسِ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
4. (1417)-
Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir devemi kaybetmiştim.
Arefe günü aramaya çıktım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Arafat'da
herkesle vakfe yaparken gördüm. (Hayretimden):"- Vallahi bu hums'tan biri,
burda ne işi var?" dedim. Kureyşliler, hums'tan addedilirdi." [Buhârî, Hacc
91; Müslim, Hacc 153, (1220); Nesâî, Hacc 202, (5, 255).]
AÇIKLAMA:
1- Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh)'in
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Arafat'ta vakfe yaparken görmesi onu
hayrete düşürüyor. Çünkü, önceki hadiste belirttiğimiz üzere, Mekkeliler ve
onlara tâbi olan bir kısım Arap kabileleri, hamâset-i diniyeleri sebebiyle
kendilerine ehlullah, Harem'in hâdimleri, katînullah (Mekke'nin yerlileri)
gibi bir kısım vasıflar izafe ederek, diğer hacılara tefevvuk etmek,
üstünlük taslamak isterler, bu üstünlüklerini Harem'den dışarı çıkmamak,
vakfe için Arafat'a gitmemek suretiyle fiile dökerler.
Şu halde Cübeyr İbnu Mut'im, Kureyş'den olması
sebebiyle hums sayılan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Arafat'ta
diğer insanlar gibi vakfe yapar olmasına hayret edip: "Vallahi bu hums'tan
biridir. (Vakfe için Arafat'a gelmemesi gerekirdi), burda ne işi var?"
demekten kendini alamamıştır.
2- Hadisin sonundaki "Kureyşliler, hums'tan
addedilirdi" cümlesi, Buhârî'nin rivayetinde yoktur. Şârihler bu cümlenin
Cübeyr'e ait olmadığını, râvilerden Süfyân'a ait olduğunu belirtirler.
3- Bazı şârihlerin yorumlarına göre, Cübeyr
İbnu Mut'im'in, bu müşâhedesi câhiliye devriyle ilgilidir. Yâni, başka
rivayetlerde sarîh olarak belirtildiği üzere, henüz risâlet gelmezden önce
Hz. Peygmaber (aleyhissalâtu vesselâm) vakfe için, hums'tan olmayanlar gibi
Arafat'a çıkmıştır. Nitekim Cübeyr (radıyallahu anh)'in hayret etmiş olması
da bu hususta mânidardır.
Cübeyr'in bir rivayeti şöyle tamamlanır
"...Müslüman olduğum zaman anladım ki, Allah Teâlâ, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı bu işte hakka muvaffak kılmış."Cübeyr İbnu
Mut'im'in, Resûlululah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Arafat'ta vakfe yaparken
İslâm döneminde görmüş olabileceğini söyleyenler de olmuştur. Kirmânî şöyle
bir yorum yapar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Arafat'taki
vakfesi onuncu hicrî senede olmuştur. Bu sırada Cübeyr Müslümandı, zîra
Fetih günü Müslüman oldu. Bu durumda onun suâli inkâr veya taaccüpten ileri
gelmişse,
ثُمَّ اَفِيضُوِا مِنْ حَيْثُ
اَفَاضَ النَّاسُ
âyetini duymamış olduğuna hükmedilir.
Sual, hums'un uyageldiği âdete muhalefet edişindeki hikmeti anlamak için
sorulmuşsa işkâl kalkar. Mamâfih, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
hicretten önce de bir vakfe yapmış olması muhtemeldir."
İbnu Hacer, bu sonuncu ihtimâli daha itimada
layık bulduğunu belirtir ve deliller kaydeder.
ـ5ـ وعن عمرو بن عبداللّه بن صَفْوَانَ عن يزيد بن شيبان ا‘زدى رَضِىَ اللّهُ
َعَنْهُ قال: ]أتَانَا ابْنُ مِرْبَعٍ ا‘نْصَارىُّ رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ
وَنَحْنُ وُقُوفٌ بِالْمَوْقِفِ مََكاناً يُيَاعِدُهُ عَمْرٌ عَنِ ا“مَامِ.
فقَالَ: إنّى رَسُولُ اللّه # إلَيْكُمْ، يقول: كُونُوا عَلى مشَاعِرِكُمْ
فإنَّكُمْ عَلى إرْثٍ مِنْ إرْثِ أبيكُمْ إبْرَاهِيمَ[. أخرجه أصحاب
السنن.»المشَاعرُ« جمع مَشْعَر؛ وهو المَعْلَم، والمراد بها معالم الحج .
5. (1418)-
Amr İbnu Abdillah İbni Safvân'ın Yezid İbnu Şeyban el-Ezdî (radıyallahu
anh)'den naklettiğine göre şöyle anlatmıştır: "Biz, vakfe mahallinde
(Arafat'ta), Amr'ın imamdan uzak tuttuğu bir yerde vakfe yaparken, İbnu
Mirba' el-Ensârî yanımıza gelerek:
"Ben Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm)'nün
size gönderdiği elçiyim. Efendimiz hazretleri sizlere şu emri gönderdiler:
"Meşâirleriniz üzere olun. Zîra sizler,
babanız ibrahim'in mirası üzeresiniz." [Tirmizî, Hacc 53, (883); Ebu Davud,
Menâsik 63, (1919); Nesâî, Hacc 202, (5, 255); İbnu Mâce, Menâsik 55,
(3011).]
AÇIKLAMA:
1- Açıklayıcı ibâreler hadisin başka vechinden
alınmıştır.
2- Rivayet metninde geçen Amr, hadisi rivayet
eden Amr İbnu Abdillah İbni Safvân (radıyallahu anh)'dır. Hâdiseyi
anlatırken, "ben" dememek için kendisini üçüncü bir şahıs gibi göstererek,
Amr diye ismini zikrediyor.
3- İmamdan maksad, hacc emîridir. Burada Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kastedildiği açıktır. Amr, imamdan
uzak bir yerde bulunduğunu belirtmek istemiştir.
4- Hadiste gelen meşâir, meş'ar'ın cem'idir.
Meş'ar "âlem" demektir. Meşâir, hacla ilgili âlemler, yani hacc menâsikinin
icra edildiği yerler demek olur. Burada vakfe yerleriniz diye anlayabiliriz.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gönderdiği tâmimle, eskiden beri vakfe
yerleri olarak bilinen hududların muteber olduğunu, haccın icrâsında bazı
değişiklikler yapıldı ise de, mevâkıf'da yapılmadığını, muteberliğini
koruduğunu duyurmak istemiştir. Nitekim, "Sizler babanız İbrahim'in mirası
üzeresiniz" cümlesi bu mânayı te'yid eder. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın, kendisinden uzaklarda vakfe yapanların içinden "burası vakfe
mahallinin dışında olabilir mi?" diye geçecek tereddüdü izâle etmeyi
düşünmüş olduğu da söylenebilir. "Atanız İbrahim'in izi ve sünneti
üzerindesiniz" buyurarak, onların gönüllerini hoş etmek istemiştir. Öyle
ise, cahiliye devrinden beri mevkıf bilinen hudud dahilindeki her yer imama
yakın veya uzak, Hz. İbrahim'den mevrusdur, câhiliye devrinde, bu hususta
bir tebdil veya tağyir olmamıştır denmek istenmiştir.
ـ6ـ وعن نُبَيط بن شريط ا‘شجعى رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: ]رَأيْتُ رسول اللّه
# يَوْمَ عََرَفَةَ وَاقِفاً عَلى جَمَلٍ أحْمَرَ يَخْطُبُ[. أخرجه أبو داود
والنسائى.وزاد: بَعْدَ الصََّةِ.
6. (1419)-
Nübeyt İbnu Şerît el-Eşcaî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı arafe günü, kızıl bir devenin üzerinde hutbe
verirken gördüm." [Ebu Dâvud, Menâsik 62, (1916); Nesâî, Hacc 199 (5, 253).
ـ7ـ وعن العدَّاء بن خَالِدٍ بنَ هَوْذَةَ العَامرى رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما
قال: ]رَأيتُ رسولَ اللّه # يَخْطُبُ النّاسَ يَوْمَ عََرَفَةَ عَلى بَعِيرٍ
قَائماً في الرِّكَابَيْنِ[ .
7. (1420)-
el-Addâ İbnu Hâlid İbni Hevze el-Âmirî (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, arafe günü, bir devenin üzerinde
üzengilere (basarak) doğrulmuş, halka hutbe verirken gördüm." [Ebû Dâvud,
Menâsik 62, (1917).]
ـ8ـ وعن زيد بن أسلم عن رجل من بنى ضَمُرَة عن أبيه أو عمِّهِ قال: ]رَأيْتُ
النَّبىَّ # وَهُوَ عَلي المِنْبَرِ بِعَرَفَةَ[ .
8. (1421)-
Zeyd İbnu Eslem, Benî Damureli bir adamdan, o da babası veya amcasından
şunu nakletmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Arafat'ta bir
minber üzerinde gördüm." [Ebû Dâvud, Menâsik 62, (1915).]
AÇIKLAMA:
Son üç rivayet Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Arafat'ta hutbe verdiğini tevsik eder. Şüphesiz bu Vedâ
hutbesidir. Nitekim haccın sünnetlerinden biri Arafat hutbesidir.
Ancak sonuncu rivâyet Arafat'ta minberden
bahsetmektedir. Şârihler, Arafat'ta minberin varlığını kabul etmezler.
Önceki rivayetlerin de te'yid ettiği üzere, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Arafat hutbesini devesinin üzerinde irad buyurmuştur. Bu hususu
te'yid eden başka rivayetler de mevcuttur. Burada ya deveden kinâye
olabileceği veya hatâ olduğu belirtilmiştir.
ـ9ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما قال: ]غَدَا رسولُ اللّه # مِنْ مِنىً
حِينَ صَلّى الصُّبْحَ صَبِيحَةَ يَوْمِ عَرَفَةَ حَتَّى أتى
عَرَفَةَ فَنَزَلَ بِنَمِرَةَ وَهُوَ مَنْزِلُ ا‘مُرَاءِ الذى تَنْزِلُ فِيهِ
بِعَرَفَةَ حَتَّى إذَا كَانَ بَعْدَ صََةِ الظُّهْرُ رَاحَ # مُهَجِّراً
فَجَمَعَ بَيْنَ الظُّهْرِ وَالْعَصْرِ ثُمَّ خَطبَ النَّاسَ ثُمَّ رَاحَ
فَوَقَفَ عَلى المُوْقِفِ مِنْ عَرفَةَ[. أخرج هذه ا‘حاديث الثثة أبو
داود.»التّهْجيرُ« هنا السير عن الهاجرة، وهى شدّة الحر .
9. (1422)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) arefe günü sabahı, sabah namazını kılınca Mina'dan hareket ederek
Arafat'a geldi, Nemire'ye indi. Burası, Arafat'a gelen ümerânın indikleri
yerdir. Öğle namazı vakti olunca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sıcakta
Nemire'den yürüdü. Öğle ile ikindiyi birleştirdi, sonra halka hitab etti.
Sonra yürüyüp Arafat'taki vakfe yerinde durdu." [Ebu Dâvud, Menâsik 60,
(1913).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, arafe günü Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Arafat'taki vakfesini açıklamaktadır. Sırayla
şöyle hareket ettiği anlaşılmaktadır:
1) Sekiz Zilhicce'yi dokuz Zilhicce'ye
bağlayan geceyi Mina'da geçiren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah
namazını Mina'da kıldıktan sonra oradan yola çıkıp Arafat'a geliyor. Orada
imamın (ümerânın) indiği yere iniyor. Şârihler, bu yere, Erâk dendiğini
kaydederler. Hemen belirtelim ki, Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in Müslim'de
haccı anlatan uzun rivayeti, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
Mina'dan sabah namazını kılar kılmaz değil, güneş doğduktan sonra hareket
ettiğini kaydeder. [Müslim, Hacc 147).]
2) Öğle olunca, sıcağın biraz hafiflemesini
beklemeden harekete geçen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), -Câbir
hadisinde görüldüğü üzere- Urene vâdisine geliyor, orada öğle ile ikindi
namazını cem'ederek kılıyor. Urene vâdisi de Arafat'tan sayılmaz. Hadiste
geçen müheccir, öğle sıcağında yürüyen kimse demektir.
3) Namazdan sonra hacılara hutbe irad ediyor.
4) Konuşmayı müteâkip vakfe yerinde haccın
farz olan vakfesini yapıyor.Câbir hadisinde önce hutbe verip, sonra da
-cem'ederek- öğle ve ikindi namazlarını beraberce kıldığı belirtilir.
2- Nemire, Harem'in dışında Arafat'a yakın,
Arafat'la Harem arasında bir dağın adıdır. Harem bölgesini ayıran işâret
oradadır. Rivâyet Veda haccı sırasında, Mina'dan yola çıkan Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın önce bu hudud bölgesine indiğini belirtir. Hacc
sırasında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın indiği yerde konaklamak
müstehabtır. Bu nokta, Arafât'a doğru giden yolcunun sağında, dağın dibine
inen kayanın yanıdır.
3- Vakfe, durmak demektir. Arafât'da vakfe,
sadedinde olduğumuz rivayette de görüldüğü üzere arefe günü, yâni
Zilhicce'nin dokuzunda zevâl vaktinden itibaren Arafat hududu içerisinde
bulunmak mânasına gelir. Vakfe zamanı ertesi sabah fecr-i sadıkına kadar
devam eder. Bu iki vakit arasında eksiksiz bulunmak vâcib değildir.
Belirlenen bu zaman diliminin bir cüzünde Arafat'ta bulunmak yeterlidir.
Sünnet olanı zevâlden gün batımına kadar geçen vakittir. Akşam vakti girince
yola çıkıp, akşam ve yatsı namazını cem-i te'hirle yani birleştirerek
Müzdelife hududu içerisinde kılmak esastır.
ـ10ـ وعن نافع قال: ]كانَ ابنُ عمر رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما يُصَلى الظُّهْرَ
وَالعَصْرَ وَالْمَغْرِبَ وَالعِشَاءَ وَالصُّبْحَ بِمنىً ثُمَّ يَغْدُو إذَا
طَلَعَتْ الشَّمْسُ إلى عَرَفَةَ[. أخرجه مالك .
10. (1423)-
Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) öğleyi, ikindiyi, akşamı,
yatsıyı ve sabahı Mina'da kılar, sonra güneş doğunca Arafat'a hareket
ederdi." [Muvatta, Hacc 195, (1, 400).]
AÇIKLAMA:
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in
kıldığı bu namazlar -sabah hâriç- terviye gününün namazlarıdır. Çünkü o ,
terviye günü denen Zilhicce'nin sekizinde, güneş doğduktan sonra, öğleyi
Mina'da kılacak şekilde Mekke'den ihramlı olarak yola çıkardı. Geceyi
geçirmek üzere Mina'ya geldikten sonra öğle, ikindi, akşam, yatsı ve ertesi
günün yâni Zilhicce'nin -ki arefe günüdür- sabah namazını da orada kılıp,
sonra da Arafat'a müteveccihen yola çıkardı. Müteakip hadiste göreceğimiz
üzere, bu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti idi.
ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما قال: ]صَلَّى بِنَا رسولُ اللّه #
بِمنىً
الظُّهْرَ وَالْعَصْرَ وَالْمَغْرِبَ وَالْعِشَاءَ وَالْفَجْرَ، ثُمَّ غَدا إلى
عَرفَاتَ[. أخرجه أبو داود والترمذى .
11. (1424)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah, terviye günü,
Mina'da bize öğleyi, ikindiyi, akşamı, yatsıyı ve ertesi günü (Zilhicce'nin
dokuzu) sabahı kıldırır, sonra Arafat'a hareket ederdi." [Tirmizî, Hacc 50,
879).]
ـ12ـ وعن أبى داود: ]صَلَّى الظُّهْرَ يَوْمَ التَرْوِيَةِ وَالْفَجْرَ يَوْمَ
عَرَفَةَ بِمنىً[ .
12. (1425)-
Ebu Dâvud'da yine İbnu Abbâs: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), terviye
günü öğleyi, arefe günü de sabahı Mina'da kıldırdı" demiştir. [Ebu Dâvud,
Hacc 59, (1911).]
ـ13ـ وعن عروة بن مُضَرِّس الطائى رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: ]أتَيْتُ رسولَ
اللّه # بِالْمُزْدَلِفَةِ حِينَ أقَامَ الصََّةَ. فقُلْتُ يا رسولَ اللّه:
إنِّى جِئْتُ مِنْ جَبَلَى طَيِّئٍ أكْلَلتُ رَاحِلَتِى وَأتْعَبْتُ نَفْسِى،
واللّهِ يَارسولَ اللّهِ مَا تَرَكْتُ مِنْ جَبَلٍ إَ وَقَفْتُ عَلَيْهِ فَهَلْ
لِى مِنْ حَجٍّ؟ فقَالَ رسولُ اللّه #: مَنْ صَلّى مَعَنَا صََتَنَا هذِهِ
هَاهُنَا ثُمَّ أقدَمَ مَعَنَا وَقَدْ وَقَفَ قِبْلَ ذلِكَ بِعَرَفةَ لَيًْ أوْ
نَهَاراً فَقَدْ تَمَّ حَجَهُ وَقَضَى تَفَثَهُ[. أخرجه أصحبا السنن .
13. (1426)-
Urve İbnu Mudarrıs et-Tâî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a Müzdelife'de namazı kıldığı zaman geldim.
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, ben Tayy
dağlarından geliyorum. Hayvanım da kendim de yorgunum ve bitkin düştük.
Allah'a kasem olsun, ey Allah'ın Resûlü, gelirken geçtiğim her dağın başında
mutlaka durdum. Benim için hacc imkânı var mı?"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı
verdi:
"Bizimle birlikte şu namazı burada kılıp,
bizimle kalan, bundan önce de Arafat'da geceleyin veya gündüzleyin kalmış
olan, artık haccını tamamlamış, haramlardan kurtulmuş olur." [Tirmizî, Hacc
57, (891); Ebu Dâvud, Menâsik 69, (1950); Nesâî, Hacc 211, (5, 263); İbnu
Mâce, Menâsik 57, (3016).]
AÇIKLAMA:
1- Rivayette "Tayy dağları" diye yaptığımız
tercümenin asla sâdık şekli "İki Tayy dağı"dır. Bu dağlardan biri Selmâ
dağı, diğeri Ecâ dağıdır.
2- Bazı rivayetlerde Müzdelife yerine Cem'
denir. Cem'le de Müzdelife kastedilir.
3- "Bizimle birlikte şu namazı..." tâbirinde
kastedilen namaz, Müzdelife'deki sabah namazıdır. "Bizimle birlikte şu
namazı burada kılan.." cümlesinin zâhirine göre, haccın sahih olması için,
Müzdelife vakfesi şarttır. Nitekim bâzı büyük âlimler buna hükmetmiştir:
Alkame, Şa'bî ve Nehâî gibi. Bunlara göre Müzdelife vakfesini kaçıran kimse
o yıl haccı kaçırmış demektir, ihramını umreye çevirir. Ebu Abdirrahmân,
eş-Şâfiî, İbnu Hüzeyme ve İbnu Cerîr et-Taberî de aynı şekilde hükmederler.
Bunlar ayrıca: فاذْكُرُوا
اللّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ
"Meş'ari'l-Haram'ın yanında Allah'ı
zikredin" (Bakara 198) âyetini de delil getirirler. "Buradaki emr vücûb
ifâde eder, terki hiçbir surette câiz değildir" derler. Ancak ulemânın
ekserisi -ki Ebu Hanife de bu görüştedir- Müzdelife'de gecelemeyen, orada
vakfe yapmayı kaçıran kimse, kurban keserek menâsikteki eksikliği telâfi
eder" diye hükmetmiştir.
4- Arafat vakfesiyle ilgili olarak geçen
"...Arafat'da geceleyin veya gündüzleyin kalmış olan..." tâbirine gelince:
Ahmed İbnu Hanbel gece ve gündüz kelimelerinin mutlak gelmiş olmalarını esas
alır ve vakfe için "zevalden sonra" şartını kabul etmez, "Arafe günü fecrin
doğmasından bayram günü fecrin doğmasına kadar ki zamana kadar" der. Şu
halde ona göre bu zaman içinde bir müddet için Arafat'ta bulunan kimse,
vakfe şartını yerine getirir. Bu meselede İmam Mâlik'in ashabı bir başka
yorum ileri sürmüştür. Onlara göre, vakfelerde "gündüz" geceye tâbidir.
Böyle olunca, arefe günü güneş batıncaya kadar Arafat'ta hazır bulunmayan, o
yıl haccı kaçırır, gelecek yıl haccı yenilemesi gerekir. Ancak Cumhûr, hem
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ve hem de Hulefâ-i Râşidin'in
ittifakla aynı olan tatbikâtını esas alarak, hadisteki "gündüz" kelimesini
"zevalden sonra" diye te'vil etmiştir. Onlar hep öğleden sonra vakfe
yapmışlardır. Öyle ise, Arafat'ta sadece öğleden evvel bulunmak vakfe için
muteber değildir.
5- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın son
hükmüne gelince: Yani "Vakfe'yi yerine getirenin haccını tamamlamış olacağı"
hükmü... Bu da açıklama gerektiren bir noktadır. Zîra, haccın menâsiki henüz
bitmiş değildir.
Hattâbî der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bu sözüyle haccın büyük kısmını kastetmiştir. Yani "Haccın büyük
kısmı bitti" demektir. Büyük kısmından murad vakfelerdir. Çünkü, (bunlar
vakitle kayıtlı, vakit de dar olduğu için) kaçırılmasından korku duyulur.
Haccın ikinci rüknü olan ziyâret tavafını kaçırmaktan korkulmaz. Aynı mânada
olmak üzere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
اَلْحَجُّ
عَرَفَةٌ
"Hacc Arafat(ta vakfe)dir" buyurmuştur, yani
burada da "Haccın büyük kısmı Arafat vakfesidir." denmektedir.
6- En sonda "...haramlardan kurtulmuş olur"
şeklinde tercüme ettiğimiz cümledeki haramların aslî kelimesi tefesdir.
Tefes, lügat olarak kir, pislik demektir, ancak Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bununla, ihramlının ihramdan çıktığı zaman yapması helâl olan
şeylerin tamamını kastetmiştir: Saç traşı, etek traşı, tırnak kesmek gibi,
kurban ve şeytan taşlama gibi, ihramdan çıkılınca yapılan geri kalan menâsik
de tefese dahildir.
7- Arefe günü güneş batıncaya kadar Arafat'ta
bulunmayan kimseye -yukarıda kaydedildiği üzere- Mâlikîler "haccın
yenilenmesi"ne hükmederken, Hasan-ı Basrî: "Haccı tamdır. Kurban (dem)
keser" demiştir. Fukahânın ekseriyeti: "Arefe günü, güneş batmazdan önce,
Arafat'tan ayrılanın haccı tamdır, ancak kurban (dem) kesmesi gerekir" diye
hükmetmiştir, Atâ, Sevrî, Ebû Hânife ve ashabı, İmam Şâfiî ve Ahmed İbnu
Hanbel bu görüştedirler. İmam Malik ve İmam Şâfiî (rahimehumallah):
"Arafat'dan güneş batmadan ayrılıp, sonra tekrar oraya dönmesi birşey
gerektirmez" demişlerdir. Ebû Hanife ve ashabı ise: "Güneş battıktan sonra
dönüp vakfe yapmış ise, ondan kurban (dem) düşmez" demişlerdir.
ـ14ـ وعن عبدالرحمن بن يَعْمُر الدِّيلى رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ. ]أنَّ
النَّبىَّ # أمَرَ مُنَادِيَهُ وَهُوَ بِعَرَفَةَ أنْ يُنَادِىَ: الحَجُّ
عَرَفَةُ، مَنْ جَاءَ لَيْلَةَ جَمْعٍ قِبْلَ ظُلُوعِ الْفَجْرِ فَقَدْ أدْرَكَ
الحَجَّ. أيَّامُ مِنىً ثَثَةَ أيَّامٍ: فَمَنْ تَعَجَّلَ في يَوْمَيْنِ فََ
إثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَأخَّرَ فََ إثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَأخَّرَ فََ إثْمَ
عَلَيْهِ[. أخرجه أصحاب السنن.
14. (1427)-
Abdurrahmân İbnu Ya'mur ed-Dîlî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Arafat'da iken, münâdîsine (dellâlına) şöyle nidâ
edip duyurmasını emretti: "Hacc Arafat'tır, kim Cem (Müzdelife) gecesi
fecrin doğmasından önce (vakfeye) yetişirse, haccı idrak etmiş demektir.
Eyyâm-ı Mina üç gündür. Kim ilk iki günde acele davranırsa, herhangi bir
günah terettüp etmediği gibi, te'hir edene de bir günah terettüp etmez."
[Tirmizî, Hacc 57, (889); Ebû Dâvud, Menâsik 69, (1949); Nesâî, Hacc 211,
(5, 264); İbnu Mâce, Menâsik 37, (3015).]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
haccı Arafat olarak tarif etmesinin mânasını önceki hadiste açıkladık.
2- Hadiste geçen "Cem gecesi, fecrin
doğmasından önce (vakfeye) yetişirse.." ifâdesiyle Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), "Arafat vakfesi, arefe günü güneşin batmasıyla sona erer"
diyenlere veya bu zanna düşecek olanlara ve hatta "fecirden sonra güneşin
doğmasına kadar devam eder" diyenlere nebevî bir cevap ve açıklama
olmaktadır. Şu halde, arefe gününden bayram sabahına kadar Arafat'a
yetişebilen vakfesini yerine getirmiş olmaktadır. Vakfe yi kaçırmayan kimse
vakfelerden önce cinsî temasta da bulunmuşsa, onun "haccım fesada mı
uğradı?" veya "fesada uğrayacak mı?" diye endişesi yersizdir. Geri kalan
menâsik, hem zamanla kayıtlı değil, hem de fevti hâlinde kefâretle telâfi
edilecek mahiyette şeylerdir, haccın yenilenmesini gerektirmez.
Yeri gelmişken bir kere daha belirtelim ki,
vakfeyi herhangi bir sebeple kaçıran kimse, müteâkip sene haccı yeniler,
ancak o zamana kadar ihramda kalması gerekmez. Onun, haccını umreye
çevirerek ihramdan çıkması vacib olur. İhramı gelecek yıla kadar uzatması
haram olur. Ulemâ bu hususta icma eder.
3- "Eyyâm-u Mina üç gündür" tâbiriyle Mina'da
kalınan günler kastedilir. Bunlara Eyyâmi'l-Ma'dudât, Eyyâmu't-Teşrîk ve
Eyyâmu Remyi'l-Cimâr da denir. Bunlar, yevm-i nahrdan sonraki üç gündür,
yevm-i nahr denilen bayramın birinci günü buraya girmez, çünkü ulemâ, nahrın
ikinci günü, Mina'dan hareket etmenin câiz olmayacağı hususunda icma
etmiştir. Yevm-i nahr, bu üçe dahil olsaydı, ikinci gün dileyenin hareket
etmesi caiz olurdu."
4- "Kim ilk iki günde acele davranırsa.."
demek, "Mina'yı terketme hususunda acele davranırsa.." demektir. "İki
gün"den maksad da teşrik günlerinin son ikisinde demektir. Yani Zilhicce'nin
12'nci günü güneş batmazdan evvel yola çıkmıştır. Bu zaman içerisinde
hareket edemeyen üçüncü güne kalarak, şeytan taşlamaya devam eder.
"Acele etmek"ten, ikinci günü akşam vakti
girmeden Mina hududunu terketmek anlaşılmıştır. Bu vakit içerisinde
terkedemeyen, üçüncü günü de Mina'da geçirmesi gerekir.
Sünnete uygun olan, acele etmek ve üçüncü güne
kalmamaktır.
5- Âyet-i kerimede:
فَمَنْ
تَعَجَّلَ فِى يَوْمَيْنِ فَِ إِثْمَ عَلَيْهِ ومَنْ تَأَخَّرَ فََ اِثْمَ
عَلَيْهِ
"Kim iki günde (Mina'dan dönmek için)
acele ederse üstüne günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur"
(Bakara 203) buyurulması câhiliye devrinde hâkim bir yanlış düşünceyi yıkmak
gâyesini güder. Tefsirlerde belirtildiği üzere câhiliye insanları iki
gruptu: Bir kısmı, Mina'dan ayrılma hususunda acele davrananı günahkâr
addederdi, diğer kısmı da te'hir edeni günahkâr addederdi. Âyet-i kerime,
bu hususta ruhsat vaz'ederek, dileyene acele etmesini, dileyene te'hir
etmesini, bu hususta hiç kimsenin günahkâr olmayacağını belirtmiştir.
ـ15ـ وعن على رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: ]وَقَفَ رسولُ اللّه # عَلى قُزَحَ
فقَالَ: هذَا قُزَحُ وَهُوَ المَوْقِفُ، وَجَمْعٌ كُلُّهُ مَوْقِفٌ وَنَحَرْتُ
هَاهُنَا، وَمِنىً كُلُّهَا منْحَرٌ فَانْحَرُوا في رِحَالِكُمْ[. أخرجه أبو
داود .
15. (1428)-
Hz.Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Kuzah'ta vakfe yaptı ve: "Burası Kuzah'tır, vakfe mahallidir, Cem'in
(Müzdelife'nin) tamamı vakfe mahallidir. Ben burada kurbanı kestim. Mina'nın
her yanı kesim yeridir. Kurbanlarınızı evlerinizde kesin" buyurdu." [Ebu
Dâvud, Menâsik 65, (1935).]
AÇIKLAMA:
1- Kuzah, Müzdelife'de imama mahsus vakfe
yerinin adıdır. Cahiliye devrinde Kureyşliler buraya ateş yakarlarmış.
Ayrıca Kureyşliler, Arafat'a çıkmadıkları için, burayı kendilerine has vakfe
yeri olarak seçmişlerdi.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
rivayette, Müzdelife'nin tamamını "vakfe yeri" olarak tavsif etmiştir. Ancak
şârihler, başka rivayetleri gözönüne alarak: "Muhassır vâdisi hariç"
derler.
3- Bu hadiste, Mina'nın her tarafında kurban
kesmenin meşru olduğu belirtilmektedir. Ulemâ bunda ittifak eder. Ancak
şârihler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kestiği yerde kesmenin
efdal olacağını belirtirler. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), Mina
Mescidi'ni takib eden Birinci Cemre'nin (şeytan taşlama yeri) yanında
kurbanını kesmiştir.
ـ16ـ وعن مالك أنه بلغه أن رسولَ اللّه # قال: ]عَرَفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفٌ
وَارْتَفِعُوا عَنْ بَطْنِ عُرْنَةَ. وَالمُزْدَلِفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفُ
وَارْتَفِعُوا عَنْ بَطْنِ مُحَسِّرٍ[ .
16. (1429)-
İmam Mâlik (rahimehullah)'e ulaştığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Arafat'ın tamamı vakfe yeridir. Urene
vâdisinden çıkın (vakfe yeri değildir). Müzdelife'nin tamamı vakfe yeridir,
Muhassır vâdisinden çıkın (vakfe yeri değildir)." [Muvatta, Hacc 166 (1,
388); Müslim, Hacc 149.]
AÇIKLAMA:
Urene vadisi, Mina ile Arafat arasında bir yer
adıdır. Burası vakfe yeri değildir, vakfe için orada bulunulması gerekir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
hadislerinde, vakfe bölgelerinin hududunda yer almalarına rağmen vakfe
yapılmayacak yerlere dikkat çekiyor. Bunlardan biri Müzdelife'deki Muhassır
vâdisi, diğeri de Arafat'taki Urene vâdisidir.
Çünkü “ARAPÇASI YOK “””””””””””””” "bugün dinimizi size ikmal
ettik"(Mâide3) ayeti Arafat'ta nazil olmuştur.
1- Umûmiyetle eyyâm-ı teşrîk deyince
yevm-i nahr'i (10 Zilhicce) takip eden ilk üç gün kastedilir: 11,
12, 13 Zilhicce günleri.
2- Eyyâmu Ma'dudat ile de yevm-i nahr
ve ondan sonraki iki gün kastedildiğini söyleyenler de olmuştur,
yani Zilhicce'nin 10, 11, 12'nci günleri.