İSLAM ANSİKLOPEDİSİ



DELÂLET

Yol göstermek, kılavuzluk etmek; rehberlik, alâmet. Mekke'de hacc sırasında hacılara ziyaret yerlerini gösteren kimseye "delîl" denilmiştir. Kur'ân'da delâlet, kök ve türevleri itibariyle sekiz yerde geçmekte olup, hepsinde de lügat anlamında kullanılmıştır. Istılahta ise delâlet, bir şeyin belirli bir durumda bilinmesinden dolayı başka bir şeyin de bilinmesinin lâzım gelmesi, olarak tarif edilmektedir. Bu durumda ilk olarak bilinen şeye "dâll (delalet eden, gösteren)"; buna bağlı olarak sonradan bilinen şeye de "medlûl" denir (Cürcânî, et-Ta'rifât, 104).

Kur'ân ve Sünnet'in anlaşılması, onların lafızlarının (nass, şer'î hitâb) hükme delâletinin anlaşılmasına bağlı olduğu için, delâlet, daha doğrusu nassların delaleti, fıkıh usulünün başlıca konuları arasında yer alır. Ancak hemen belirtelim ki, nassların delaleti konusu dinî bir mahiyete sahip olmayıp; genel bir ifadeyle, Arapça bir ibarenin doğru anlaşılmasını kolaylaştıran dil kurallarıdır.

Kur'ân ve Sünnet lafızlarının hükme delalet etmesi farklı yollarla olmaktadır. Bu delâlet yollarının isimlendirilmesinde ve gruplandırılmasında, usulcülerin izledikleri metodlar farklılık arzetmekle beraber; bu farklılık, önemli pratik sonuçlar doğurmamaktadır. Bu itibarla, konunun açıklanmasında, cumhur usulcülerin metodu takip edilecek, yeri geldikçe ve farklılık arzettikçe Hanefî usulcülerin görüş ve isimlendirmelerine temas edilecektir.

Şer'î hitabın hükme delaleti; biri lafzın "mantûk" ile, diğeri de "mefhum" ile delâleti olmak üzere iki çeşittir; Mantûk, lafzın söylenildiği alana delâleti olup; "sarih mantûk" ve "sarih olmayan mantûk" kısımlarına ayrılır. Sarih mantûk, lafzın konulduğu mana olup, bu manaya ya mutabakat (tam uyum), ya da tazammun (içerme) yoluyla delâlet eder. Meselâ,

"Allah, alım-satımı helâl, ribayı da haram kıldı" (el-Bakara, 275) âyetinin sarih mantûku, alım-satımın helâl, ribanın haram olmasıdır. Hanefiler bu delâlet şeklini "nassın ibaresi" olarak adlandırırlar (Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, Çev. Abdulkadir Şener, 121) Sarih olmayan mantûk ise, lafzın konulmuş olduğu mana değil, onun lâzım manasıdır. Bu hüküm şayet, söyleyenin o lafızla kastettiği anlam ise, "iktiza" veya "îmâ''nın delâleti; aksi halde, "işaret"in delâleti olur.

Mefhûm da, lafzın söylenildiği alanın dışında kalan fakat yine lafızdan anlaşılan mana olup; mefhum-ı muvafakat ve mefhum-ı muhalefet olmak üzere iki kısma ayrılır.

Mefhum-ı muvafakat, zikredilmeyen bir hususun hükmünün, daha evlâ veya eşit bir şekilde, zikredilen şeyin hükmüne uygun (muvâfık) olmasıdır. Hanefîler buna "nassın delâleti" adını verirler. Meselâ, "Anne-babaya öf deme." (İsra, 17/23) âyetinin mantûku, anne-babaya öf demenin haramlığıdır. Bu, söylenen husustur. Anne babayı döğme ise, âyette sözkonusu edilmeyen bir husus olup, bunun da haram olduğu herhangi bir araştırma ve ictihadı gerektirmeksizin âyetten anlaşılmaktadır. İşte âyetin, anne babayı dövmenin haram oluşuna delâleti, mefhum-ı muvafakat yoluyla olmaktadır.

Mefhûm-ı muhâlefet ise, zikredilmeyen konunun hükmünün, zikredilenin hükmüne, olumlu ya da olumsuz bir yönde aykırı olmasıdır. Meselâ, "İçinizden hür mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinin altında bulunan mümin cariyelerden alsın" (en-Nisâ, 4/25) âyetinin mantûku, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyenlerin mümin cariyelerle evlenebileceğini ifade etmektedir. Bunun mefhum-ı muhalefeti ise, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetirenlerin, mü'min cariyelerle evlenemeyeceğidir. Cumhur, mefhum-ı muhalefeti genelde delil olarak alır, Hanefiler ise, alınması yönünde başka bir gerekçe olmadıkça mefhum-ı muhalefeti delil almayı reddetmektedirler.

Bu delâlet yolları dışında lafızlar hükme delaletinin açık oluşu bakımından "zâhir", "nass", "müfesser" ve "muhkem" kısımlarına ayrılır. Bu ayırımda da, sözün söyleniş amacı, başka bir nass tarafından açıklanması veya hiçbir yorum, tahsis ve nesih kabul etmeyişi gibi ölçüler getirilmiştir.

Hükme delaletinin kapalı oluşu (hafâ) açısından da lafızlar, "hafi", "müşkil", "mücmel" ve "müteşâbih" kısımlarına ayrılır. Bu cümleden olarak, meselâ, Kur'ân'daki sârık (hırsız) sözcüğünün (el-Mâide, 5/38), benzeri eylemlere delaleti tartışılmış, kelime bu yönüyle hafî (kapalı) kabul edilmiştir. Aynı şekilde, Kur'ân'da geçen "kurû" kelimesi (el-Bakara, 2/228), müşkil olup birkaç anlama gelmektedir. Hatta âyetlerde geçen "salât", "zekât" gibi kelimeler, ilk plânda mücmel olup, Hz. Peygamberin söz ve tatbikatıyla açıklık kazanmıştır. Bütün bunlar, nassların manaya delâletinin değişik kademelerdeki farklılığı olarak değerlendirilebilir.

Yunus APAYDIN