BAĞİLİK VE
BAĞİLİKLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 2
Baği Kimdir?. 2
Bağiliğin Hükmü. 2
'Bağilerle
Savaşmanın Şartları 2
Bağilerle
Savaşmanın Hükmü ve Hikmeti 2
Bağilerle Yapılan
Savaşın Keyfiyeti ve Bu
Savaş ile Diğer Savaşlar Arasındaki
Fark 3
Bağilerle Yapılan
Savaş Üzerine Terettüb Eden
Hükümler 4
Baği, durması gereken
sınırda durmayıp saldırganlık yapan kimsedir. Baği kelimesi bağy kökünden gelir ki bu da zulmetmek
demektir. Buradaki bağilerden maksat, müslümanların içinden çıkıp halifeye
isyan eden veya bir hakkı meneden kişilerdir. Bu hakkın, Allah'ın veya kulun
hakkı olması arasında bir fark yoktur.
Beyan ettiğimiz mânâda
bir bağilik ve bağiler ortaya çıktığında, bunlar müslümanların hangi grubundan
olursa olsun, halifenin hemen onlara bir heyet gönderip maksatlarını öğrenmesi
vacibdir. Eğer onların istekleri makul ise, herhangibir zararı olmayacaksa
-bağiliklerini teşvik edecek bir durum meydana getirmemek şartıyla- onların
isteklerini yerine getirmek vacibdir.
Halife onlara nasihat edip isyandan vazgeçerek kendisine itaat
etmelerini tavsiye etmelidir. Nasihatlar
işe yaramazsa halifenin onlara karşı savaş ilan etmesi, buna rağmen yine
isyanlarında ısrar ederlerse fiilen savaşması gerekir. (Nitekim Hz. Ali,
bağilerle fiilen savaşmıştır).
Bağilerle savaşmak için şu şartların mevcut
olması gerekir:
1. Bağiler
güç ve kuvvete sahip olmalıdır. Bu kuvvetlilik, çokluklarından ötürü
olabildiği gibi, İmam'ın mukavemet etmesini gerektiren muhkem bir kale içinde
bulunmalarından ötürü de olabilir. İmam onları itaate döndürmek için çok mal
vermek, birtakım ihsanlarda bulunmak ve birçok adamı istihdam etmek zorunda
kalmalıdır.
2. Sözkonusu kuvvetlerinden ötürü, fiilen halifenin
hükmü altından çıkmış olmalıdırlar. Eğer bağiler imamın hükmü altında iseler,
imamın onlarla savaşması şart değildir. Bu durumda imam* onları hapsetmek
suretiyle veya başka bir yolla cezalandırabilir.
3.
İsyanlarının haklı olduğuna dair bir delil ve tevilleri olmalıdır; yani
halifeye isyan etmelerini meşru gösterecek, fasid dahi olsa bir tevile
dayanmaları gerekir. Ancak bu tevilin fasid olduğu muhakkak kesin
olmamalıdır. Meselâ Cemel
ve Sıffin savaşına
katılan Haricilerin, isyanlarını
meşru göstermek için şu delil ve tevile dayanmaları buna bir örnektir. Onlar
şöyle iddia ediyorlardı: 'Ali, Osman'ı öldürenleri bildiği, onları
cezalandırmaya gücü yettiği halde, -onlar kendisini halife seçtikleri için-
onları cezalandırmıyor'. (Bu ithamdan Allah'a sığınıyoruz).
Haricîlerin, halifeye
isyan etmenin meşru olduğuna dair kendilerince bir delil ve tevil İleri
olmasaydı, onlar baği sayılmaz, üzerlerine bağiliğin hükümleri terettüb
etmezdi. Hiçbir delil ve tevilleri olmadan sırf fasıkhkları nedeniyle halifeye
isyan etmeyi meşru görerek halifeyle savaşsalardı, kâfir olurlardı.
-
Bağilerİe savaşmak
farzdır. Onlarla savaşmanın farz olduğunun delili şu ayeitir:
Eğer mü'minlerden iki
grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri diğerine
saldırırsa (saldıran grup) Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar onlarla savaşın.
Eğer dönerlerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphe
yok ki Allah adil davrananları sever.
(Hucurat/9)
Alimler şöyle
demişlerdir: 'Bu ayette her ne kadar halifeye isyan etmekten bahsedilmiyorsa da
ayet -umumi olduğu için veya kıyasen-bunu da kapsar'.
Bir grubun başka bir
gruba saldırması halinde saldıran grupla savaşmak emredildiğine göre, halifeye
isyan edenlerle savaşmak haydi haydi emredilmiş sayılır. Şu hadîs-i şerif de
sözkonusu ayete benzemektedir:
Kim İslâm cemaatinden
bir karış ayrılırsa, boynundan İslâm bağını çıkarmış olur.
Bağilerin halifeye
isyan etmelerinin şer'î bir şüpheye (tevile) dayandığını söylemiştik. Madem ki
onların isyanları şer'î bir tevile dayanıyor, öyleyse onlarla savaşmak neden
farzdır? Bunun hikmeti nedir?
Bağiierle savaşmanın
farz olmasının nedeni şudur: Kişi, meşru bir şekilde halife seçildikten sonra,
müslümanların dirlik ve düzenini sağlamak, düşmanlara karşı güçsüz düşmemek,
düşmanlara korku salmak için emir ve yetkinin halifede olması gerekir. Ayrıca
Allah Teâlâ, müslümanların halifeye itaat etmelerini emretmiştir. İşte bu
nedenlerden ötürü, zâlim dahi olsa halifeye itaat etmek müslümaniar üzerine
vacib kılınmıştır. Ancak bu itaat, masiyet olmayan hususlarda olmamak şartıyla
kayıtlandırılmıştır. Çünkü halkın halifeye isyan etmeleri, halifenin onlara
zulmetmesinden daha tehlikelidir. Bu nedenle Allah Teâlâ bağilerle savaşılmasın!
emretmiştir. Bağilerin delil ve tevilleri dikkate alınmamıştır; zira halifeye
itaat etmek, hayır açısından daha üstündür.
Kâfirlere, fasıklara
ve düşmanlara karşı yapılan savaş, bağilere karşı yapılan savaştan farklıdır.
Daha önce de söylediğimiz gibi bağiler fasık ve bidatçi sayılmazlar. Onlarla
savaşılmastnm nedeni, müslümanlartn birliğini, beraberliğini, emniyetini
korumaktır. Ancak onlarla savaşmaya başlanmadan önce birtakım yollar
denenmelidir. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
a. Savaş açılmadan
önce halifenin veya temsilcisinin onlarla konuşması, onlara nasihat etmesi
gerekir.
Nitekim Hz. Ali,
kendisine karşı çıkan Haricîlere İbn Abbas'ı göndermiş, onun vasıtasıyla
onlara nasihat etmiş, onlarla konuşmuştur.
İbn Abbas'tan şöyle
rivayet edilmektedir: "Haricîler bizden ayrıldıkları zaman, ben Ali'ye
şöyle dedim:
- Ey mü'minlerin emîri! Namazı serinlik
düşünceye kadar tehir et de ben gidip onlarla konuşayım.
- Onların sana bir zarar vermelerinden
korkuyorum.
- İnşaallah birşey olmaz.
Daha sonra Yemen'de
yapılan abalardan en güzelini giyerek onların yanına gittim. Onlar kaylule
uykusuna yatmışlardı. Bir grubun yanına vardım, onlardan daha fazla Allah'a
ibadet eden görmedim; dizleri secdeye gitmekten deve derisi gibi nasır
bağlamıştı, yüzlerinde de secde eseri görülmekteydi. Onların yanına vardığımda
bana şöyle hitap ettiler:
- Ey Abbas'ın oğlu!
Sana merhaba, seni buraya getiren nedir?
- Ben sizinle konuşmak için geldim.
Peygamber'in ashabı Kur'an'ın tevilini sizden daha iyi bilirler. Çünkü vahiy
onların arasında nazil oldu.
Onlardan bazıları 'İbn
Abbas'Ia konuşmayınız' dedilerse de bazıları da 'Mutlaka onunla konuşacağız'
dediler. Bunun üzerine ben şöyle dedim:
- Peygamber'in amcasının oğlu, damadı,
Peygamber'e ilk iman eden ve yanında Peygamber'in saha bileri bulunan Ali'yi
hangi hususlarda tenkid ediyorsunuz?
- Biz onu üç hususta tenkid ediyoruz.
- Peki, bunlar nelerdir?
- Birincisi, insanları Allah'ın dininde hakem
tayin etmiştir. Oysa Allah Teâlâ 'Hüküm ancak Allah'ındır' (En'âm/57)
buyurmuştur.
- İkincisi nedir?
- Savaştığı halde hiç esir almadı, onların
mallarını ganimet saymadı. Eğer savaştığı kişiler kâfir iseler onların malları
helâldir. Yok mü'min iseler onların kanları da ona haramdır. .
- Üçüncüsü nedir?
- Emîr'ul-mü'minîn
sıfatının silinmesine izin verdi. Eğer o mü'min-lerin emîri değilse, kâfirlerin
emîridir.
- Peki, ben size sizin de bildiğiniz muhkem
ayetlerden ve Peygamber'in sahih sünnetinden delil getirsem, iddianızdan
vazgeçer misiniz?
- Evet, vazgeçeriz.
- 'Ali, Allah'ın dininde insanları hakem kıldı'
sözünüzü ele alalım. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 'Ey iman edenler! İhramda
iken av öldürmeyin. Sizlerden avı kasden öldürenin cezası (evcil hayvanlardan)
onun bir benzeri (dengi)dir. Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olarak bu cezayı
sizden olan iki adaletli kişi hükm(edip tayin) edecektir'. (Mâide /95)
Yine Allah Teâlâ,
karı-koca arasındaki anlaşmazlık hususunda da şöyle buyurmaktadır: 'Eğer (harı
ile koca arasında) ayrılık olacağından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir,
kadının ailesinden bir hakem gönderin'. (Nisa/35)
Size Allah adına yemin
vererek soruyorum: Düşmanlıkları kaldırıp kanların akıtılmasını önlemek için
hakem tayin etmek,1 bir dirhem değerindeki tavşanı ihramltyken öldürmede hakem
tayin etmekten daha mı önemsizdir?
- Yâ rabbî! Sen bizi muahaze etme. Elbette
düşmanlıkları kaldırıp, kan akmasını durdurmak daha önemlidir.
- O halde birinci tenkidinizin cevabını vermiş
oldum mu?
- Allahımî Bizi
muahaze etme. Evet, verdin.
- Sizin 'Ali onlaria savaştığı halde onlardan
esir almadı, onların mallarını ganimet saymadı' sözünüzü ele alalım. Siz
annenizi esir alıp, ondan cariye gibi faydalanmayı, cnıı cariye yapmayı
kendiniz için helâl görür müsünüz? Eğer annenizden cariye gibi faydalanmayı
helâl görürseniz, kâfir olursunuz. Aişe'nin, sizin anneniz olduğunu inkâr ederseniz,
yine kâfir olursunuz. Çünkü Allah Teâlâ 'O Peygamber mü'minlere kendi nefislerinden daha
evladır. Onun hanımları
da mü'minlerin anneleridir'
(Ahzab/6) buyurmaktadır.
Siz bu durumda iki
sapıklık arasında kıvranıp duruyorsunuz; hangisini isterseniz onu alın.
Böylece ikinci tenkidinizin de cevabını veımiş oldum mu?
- Yâ rabbî! Sen bizi muahaze etme. Evet,
verdin.
- Sizin 'Ali, emîr'uî-mü'minin sıfatının
silinmesine izin verdi' sü-zünüzü ele alalım.
Hz. Peygamber,
Hudeybiye günü Kureyşlilerle anlaşma yaptı. Hz. Peygamber, sulhnameyi yazan
kişiye (Hz. Ali'ye) 'Yaz! Bu Allah'ın Rasûlü Muhammed ile Kureyş'in üzerinde
anlaştıkları maddelerdir' deyince, Kureyşliler şöyle dediler: 'Allah'a yemin
ederiz ki eğer senin Allah'ın Rasülü olduğuna inansaydık, seninle savaşmaz,
seni Kabe'yi ziyaretten menetmezdik. Sen Abdullah oğlu Muhammed yaz'. Bunun
üzerine Hz. Peygamber 'Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ın Rasûlüyüm. Siz beni
yalanlasanız da ben Allah'ın Rasûlüyüm' dedikten sonra antlaşma metninin altına
'Bu, Abdullah oğlu Muhammed ile Kureyş'in üzerinde ittifak ettiği suîhnamedir'
şeklinde yazılmasını emretti.
Şimdi size soruyorum;
acaba Hz. Peygamber böyle yapmakla peygamberlik sıfatını ortadan kaldırmış
olur mu?
- Yâ rabbî! Sen bizi muahaze etme. Hayır,
peygamberlik sıfatını ortadan kaldırmış olmaz.
Bu karşılıklı
konuşmadan sonra 20.000 kişi Haricîlerden ayrıldı. Geriye 4.000 kişi kaldı.
Onlar da savaşta öldürüldü.
İbn Kesir'in
el-Bidaiye ve'n-Nihaye adlı eserinde de
şöyle anlatılmaktadır: "Hz. Ali,
İbn Abbas'ı Haricîlere
gönderdi. İbn Abbas onların ortasına gelince, İbn Kavva
denilen kişi ayağa kalkarak bir hutbe irad etti ve şöyle dedi:
- Ey Kur'an'ın hizmetkârları! Bu
gelen kişi İbn
Abbas'tır. Onu tanımayan varsa,
işte onu tanıtıyorum. Bu, Allah'ın Kitabında kimsenin bilmediği hususları
bilenlerdendir. Bu öyle bir kişidir ki onun ve kavminin hakkında
şu ayet inmiştir:
'Bunlar cedelci bir
topluluktur' (Zuhruf/58). Siz bunu arkadaşının (Hz. Ali'nin) yanına geri
gönderiniz. Allah'ın Kitabı hususunda onunla tartışmayınız.
Onlardan bazıları da
şöyle bağırdılar:
- Allah'a yemin ederiz ki onunla Allah'ın
Kitabı hususunda tartışacağız; eğer hakkı getirirse hakka tâbi olacağız,
bâtılı getirirse yemin ederiz ki onu bâtılı ile yüzüstü atarız.
Sonra üç gün boyunca
tartıştılar. Haricîlerden 4.000 kişi -reisleri İbn Kavva da dahil- tevbe ederek
dönüş yaptılar. İbn Abbas onları Kûfe'de bulunan Hz. Ali'nin yanma
getirdi".
İmamın veya
temsilcisinin nasihatları bağilere fayda vermezse, imamın onları korkutması
gerekir. Bu da fayda vermezse imam onlarla savaşır.
b. Bağilerle savaşilırken kaçanların peşine
düşmek ve onların yaralılarını öldürmek caiz değildir.
c. Esir düşen bağileri öldürmek caiz değildir;
zira Hz. Peygamber bunu yasaklamıştır.
İbn Ömer şöyle rivayet
etmektedir: Hz. Peygamber, İbn Mes'ud'a şöyle sordu:
- Ey Ümmi Abdin oğlu! Ümmetimin bağileri
hakkındaki hükmün ne olduğunu biliyor musun?
- Allah ve Rasûlü daha
iyi bilir.
- Onların savaştan kaçanlarının peşine
düşülmez, yaralıları öldürülmez, can çekişenlere, bir an önce ölmesi için
müdahale edilmez. İbn Ebî Şeybe de şöyle
rivayet ediyor: 'Hz. Ali Cçmel Günü tellalına
şöyle bağırmasını
emretti: 'Savaş meydanından ayrılanların peşine düşmeyin, yaralıları ve
esirleri öldürmeyin. Her kim evine girip kapısını kaparsa o emniyettedir, kim
silahını bırakırsa o da emniyettedir'.
Alman esirlerin,
halifeye boyun eğip biat edinceye kadar hapsedilmesi vacibdir. Böylece
bağilerin topluluğu dağılır, savaş sona erer, onların şerlerinden emin olunur.
Onlar bir daha halifeye isyan etmeyeceklerine söz verip yemin ederlerse serbest
bırakılır. Fakat sözünde durmayıp yeminini bozacağından korkulan kişiler
-yemininde duracağı kanaati hasıl oluncaya kadar- hapiste tutulmaya devam edilebilir.
Savaş bitmeden önce halifeye itaat eden ve itaatinde samimi olduğu görülen
bağilerin derhal serbest bırakılması vacibdir.
d. Bağilerin
mallan ganimet olarak alınmaz.
Ancak savaş aletlerine
-harp bitinceye kadar- el konulabilir. Hâkim/ İmam onların tekrar
savaşacaklarından korkarsa, savaş aletlerini iade etmez. O aletler devletin
koruması akında muhafaza edilirler. Bağilerin diğer mallarına gelince, onları
savaş bittikten sonra iade etmek -onların tekrar savaşacaklarından korkulsa
dahi- farzdır.
1. Savaş esnasında öldürülen bağilerin kanı
hederdir.
Sözünü ettiğimiz
şartlar tamam olur da halife bağilere karşı savaş açarsa, savaş esnasında
öldürülen bağilerin kanı hederdir, onların öldürülmesinden ötürü ne kısas ne
de diyet sözkonusudur. Bunun nedeni, bu savaşın meşru ve vacib olmasıdır.
2. Savaş bittikten sonra bağiyi öldüren kişi,
onun hâlâ baği olduğunu zannettiği için öldürdüğüne dair yemin ederse kısas
düşer, diyet ödemekle mükellef kılınır.
3. Esir
düşen veya yaralı olan bir bağiyi öldüren kişi, diyet ödemekle mükellef
kılınır.
Burada kısas sözkonusu
değildir. Çünkü onun öldürülmesinin caiz olup olmadığında şüphe vardır.
Rasûlullah'ın 'Müslümanlardan hadleri mümkün olduğunca düşürün' sözünü daha
önce de nakletmiştik.