HACR.. 2
Hacr'ın Tarifi 2
Hacr'm
Meşruiyetinin Delili 2
Hacr'ın
Meşruiyetinin Hikmeti 3
Hacr'ın
Çeşitleri 3
Çocuk ve Çocuk
Hükmünde Olanlara
Konulan Hacr'ın Hükümleri 3
Müflis
Üzerindeki Hacr'ın Hükümleri 4
İflas
Eden ve Üzerine
Hacr Konan Kişinin
Tasarrufta Bulunması 5
Ölümcül Bir
Hastalığa Yakalan Kişinin Tasarrufuyla İlgili Hükümler 6
Buluğ ve Rüşd
Çağının Bilinmesi 6
Buluğdan Sonra
Fasıklık ve Ona Terettüb Eden Hükümler 7
Lugatta hacr, menetmek
anlamına gelir. Hacr'm şeriat ıstılahındaki mânâsı ise malî tasarrufu şer'an
haleldar eden bir sebepten ötürü kişinin malî tasarruflardan menedilmesidir.
Tasarrufu haleldar
eden ve hacr'ı gerektiren sebepler çok ve çeşitlidir. Hacr da onlara tâbi
olarak çeşitli olur. Meselâ alacaklıların haklarını korumak, için iflas eden
bir kişinin üzerine hacr konulması, varislerinin hakkını korumak için, ölüm
hastalığına yakalanan kişiye hacr konulması, mallarını korumak için çocuklara
ve delilere hacr konulması, efendisinin maslahatı için köleye hacr konulması,
müslümanîann maslahatı için irtidad eden kişiye hacr konulması, rehin kabul
eden kişinin haklarına zarar gelmemesi için rehin veren kişinin o rehinde
tasarruf etmesine hacr konulması gibi.
Hacr çeşitlerinin çoğu
rehin, vasiyet, ihtida ve benzeri bahislerde zikredilmişti. Burada ise hacr
çeşitlerinin en önemlilerinden bahsedeceğiz. Diğerleri için zikredildikleri
bahislere bakılabilir.
Zikrettiğimiz anlamda
hacr meşrudur. Fıkıhta takrir ve tesbit edilmiştir. Kur'an, Sünnet ve İcma
hacr'ın meşruiyetine delâlet etmektedir. Hacr'ın meşruiyetine delâlet eden
ayetlere şunları örnek verebiliriz:
Sefihlere
(beyinsizlere) Allah'ın sizin için geçim kaynağı olarak kıldığı mallarınızı
sakın vermeyin. Ancak onlara o mallardan yedirin ve giydirin, onlara güzel söz
söyleyin.
(Nisa/5)
Ayette geçen sufehâ
kelimesi, sehtiin çoğuludur. Sefih ise malda güzel tasarruf etmeyi bilmeyen,
malı gereksiz yerelere sarfederek zayi eden kişi demektir.
Ayette geçen emvaîüküm
(=mallannız)' tabiri, malı, müslümanların tümüne nisbet etmektedir; zira mal
Allah'ındır ve ümmetin onda hakkı vardır. O malın, bir ferdin mülkü olması bu
gerçeği değiştirmez.
Ayette geçen kıyâmen
tabiri ise o malda müslümanlar için bir geçimlik, bir güç, bir maslahat
olduğunu ifade etmektedir.
Bu ayetin hacr'a delil
olma yönüne gelince, Allah Teâlâ, malların sefihlerin eline bırakılmamasını
emrediyor. Bu ise oalar üzerine hacr koymaktır.
Eğer üzerinde hak olan
(borçlu) kimse, aklı noksan (yazı yazmayı bilmeyen) ve aciz ya da kendisi
yazdıramayacak durumda ise velîsi onu adil olarak yazdırsın (Bakara/282)
Bu ayetin hacr'a delil
olma yönüne gelince, Allah Teâlâ malî tasar -rufta bulunamayacak kişilerin
velîlerine, onların mallarında tasarruf etmelerini emretmektedir. Bu ise sefih,
zayıf ve güçsüzlerin üzerine hacr konulması anlamına gelir.
Yetimler evlenme çağma
varıncaya kadar onları deneyin.
Eğer, onlarda (mallarını koruyabilecek bir) olgunluk görürseniz,
mallarını
kendilerine verin.
(Nisa/6)
Ayette geçen ve'btelû
kelimesi, deneyiniz mânâsına gelir. Yine ayette geçen yetâme kelimesi de
yetim'in çoğuludur. Yetim ise babası ölen küçük çocuklara denir. Nikâh çağına
varmalarından maksat, buluğ yaşına gelmeleridir. Rüşd'den maksat, güzel
tasarruf, aklın selameti ve dinin salahıdır. Bu ayet, rüşd'e erişmeyen bir
kimseye mal teslim etmenin caiz olmadığını; rüşd'e erişinceye kadar üzerinde
hacr bulunduğunu ifade etmektedir.
Sünnet'in hacr'ın
meşruiyetine delâlet etmesine gelince, Abdurrah-man b. Ka'b, babasından şöyle
rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber, borcu nedeniyle Muaz'ın malına hacr koydu ve
o malı satarak borcunu ödedi'.
İbn Ömer şöyle rivayet
ediyor: 'Uhud savaşında ondört yaşında iken Hz. Peygambere gösterildim. Hz.
Peygamber savaşa' katılmama izin vermedi. Hendek savaşında onbeş yaşında iken
Hz. Peygamber'e tekrar gösterildim, bu defa savaşa katılmama izin verdi.
Rivayet edildiğine
göre Hz. Ömer şöyle demiştir: 'İyi bilin ki Cüheyne kabilesinden Useyfia,
dininden ve emanetinden dolayı kendisine hacr tatbik edildi denmesine razı
oldu. Borçlan ödemekten yuzçe-virdiği halde borçlanmış ve borcu birikmiş, o da
borçlarını ödememiş. Kimin Useyfia yanında bir alacağı varsa, yarın gelsin.
Onun malını satacağız ve alacaklıları arasında taksim edeceğiz. Borçlanmaktan
sakının. Çünkü borcun başı da sonu da üzüntüdür'.
Hacr'ın meşru olduğu
hususunda âlimlerin tümü ittifak etmiş ve hiçbir âlim buna itiraz etmemiştir.
Hacr'ın meşruiyeti nasıl inkâr edilebilir ki Kur'an ve Sünnet hacr'ın
meşruiyetine delâlet etmektedir.
Hacr, selbî (olumsuz)
ve ihtiyatî bir ameldir. Hedefi ise -eğer hacr altına alınan çocuk, sefih, deli
ve benzeri ise- hacr altına alınan kişinin maslahatını gözetmektir. Hacr altına
atman, iflas eden bir kişiyse, hak sahiplerinin, alacaklıların maslahatını
gözetmektir. Çünkü çocuk, sefih ve mesela mecnun hükmündeki kimselerin mülk
edinme ve haklara malik olma ehliyetleri sakıt olmaz. Mülkiyetin semeresi,
kendisine tâbi olduğu alışveriş, icar ve benzeri tasarruf politikasından ibarettir
ki bu da mal ve dünya işlerinde yetişkinliğe ve gözü açıklığa bağlıdır. Bu
bakımdan kâmii olmadıkları için bu kişilerin mallarında tasarruf etmelerine
mâni olmak gerekir. Çünkü onlar henüz kâmil bir rüşd'e erişememişlerdir.
Mallarında tasarruf etmek hususunda
koruyucuları yoktur. Bu
yüzden malî konularda ehliyetli
ve kabiliyetli olan kişiler onlara naib kılınmıştır. Böylece onların mallarını
zî yi etmelerinin önüne geçilmiştir. Eğer onlar ileride kemâM rüşd'e
erişirlerse mallan kendilerine verilir.
Borç nedeniyle iflas
ecen kişiye hacr konulmasının sebebine gelince, bu durumdaki bir kişi üzüntü
ve sıkıntısından başkalarının hakkını unutup, kalan mallarında da kötü tasarruf
edip malları zayi edebilir. Böylece hem kendisi, hem de hak sahipleri zarar
görmüş olur. İşte bu nedenle onun kalan mallarına hacr konur ki hem alacaklılar
haklarını alsın, hem de mal sahibi daha fazla zarar görmesin.
Hacr'ın değişik
çeşitleri olduğunu, bunların çoğunun değişik bahislerde zikredildiğini
belirtmiştik. Bu sebeple onlara burada yer vermeyeceğiz. Burada hacr'ın belli
başlı çeşitlerinden söz edeceğiz:
a. Çocuğun üzerine hacr koymak. Deli ve sefih de
çocuk hükmündedir.
b. İflas eden kişi üzerine hacr koymak.
c. Ölüm hastalığına yakalanan kişi üzerine hacr
koymak. Şimdi bu üç çeşit hacr'ı ve hükümlerini beyan edeceğiz.
Çocuktan maksat, buluğ
yaşına gelmeyen kimsedir. Çocuk hükmünde olanlar ise deli ve sefihlerdir. Deliden
maksat, ayırdetme özelliğini -ister arada sırada olsun, ister devamlı olsun-
kaybeden kişidir. Sefihten maksat ise kâmil bir rüşd'e erişmeyen, din ve
dünyasının maslahatlarını yerine getiremeyen veya tasarruflarında dengesiz
davranıp malını sağa-sola saçan veya malını haram yerlere sarfeden kişidir.
Bu kişiler üzerine
konan hacr'a bağlı birtakım hükümler vardır, onları şöyle sıralayabiliriz:
1. Çocuğun,
delinin ve sefihin alışveriş, rehin, hibe, nikâh ve benzeri hususlardaki
tasarrufları sahih olmaz. Yani bu üç kişinin (çocuk, deli ve sefihin)
herhangibir akidde müstakil bir taraf olması sahih değildir. Çünkü bu, Kur'an
ve Sünnet'in nassıyla konulmuş olan hacr'ın bir sonucudur. Bu hüküm üzerine şu
meseleler terettüb eder:
a. Çocuk,
deli ve sefih'ten biri, borca bir mal alırsa veya bir malı kabzettikten sonra
telef ederse, ister kendi kusuruyla telef- olsun, ister başka bir nedenle telef
olsun, zâmin olmaz, o malı ona borca satan da onu zâmin kılamaz, ondan malı
veya parasını isteyemez. Onun durumunu bilmemesi hükmü değiştirmez. Çünkü
kendi maslahatı için onun durumunu araştırması gerekirken araştırmamıştır,
kendi nefsi hakkında da ifrat etmiştir. Çünkü hacr altında olan bir kişiyi
malına musallat eden odur; zira malını ona verip kabzettirmiştir,
Hacr altında olan
kişi, ancak şu üç durumda zâmin olur:
1. Hacr altında olan kişi, kemâl-i rüşd'e
ermemek hususunda kendi gibi olan bir kişiden mal alır da telef ederse zâmin
olur.
II. Hacr altında olan kişi, hacr altında olmayan bir
kişinin malını onun iznini almaksızın kendiğinden alır ve telef ederse zâmin
olur.
III. Hacr altında olan kişi, parasını vermeden satıcıdan
malı alır, satıcı ondan malı bırakmasını, vermesini istediği halde vermez ve
telef ederse, zâmin olur. Çünkü burada satıcının bir kusuru yoktur.
b. Çocuk,
deli ve sefih'in, malla ilgili ikrarlarının -ister hacr'dan önceki zamana,
ister hacr'dan sonraki zamana ait olsun- hiçbirisine itibar edilmez.
Meselâ çocuk, deli
veya sefih bir borcu olduğunu ikrar etse veya başkasının malını telef ettiğini
ikrar etse, bu ikrara İtibar edilmez. Çünkü hacr altında olan
bir kişinin, kendisini
herhangibir malî tazminata
muhatap kılacak ehliyeti yoktur. Fakat bu sebeplerden dolayı hacr altına alınan
bir kişi, hadd veya kısas gerektiren bir ikrar'da bulunursa, o ikrar sahih
kabul edilir; hadd veya kısasın hükümleri ona terettüb eder. Çünkü bunlar,
herhangibir malî külfeti mültezim değildir. Eğer bu kişiler kemâl-i rüşd'e
eriştikten sonra malî bir
külfeti iltizam eden
bir ikrarda bulunurlarsa ve bunun
da hacr altında olduğu zaman kendisinden sadır olduğunu söylerse, bu ikrar
sahih olur ve ikrar ettiği malı sahibine vermekle mükellef kılınır. Bu
hükümler, şahitler ve zahirî delillere binaen ve kadı tarafından verilen
hükümlere nisbeten böyledir. Kul ile Allah arasındaki duruma gelince,
kendisinden hacr kaldırıldıktan sonra, hacr altındayken ikrar ettiği hakkı
sahibine vermesi gerekir.
2. Malla ilgili olmayan diğer tasarruflarına
itibar edilir.
Ancak çocuğun ve çocuk
hükmünde olan sefih ve delinin zimmetlerine herhangibir mal terettüb etmez. Bu
bakımdan değişik olmasına1 rağmen ibadetleri sahih olur. Ancak deliliği daimi
olan kişinin ibadeti sahih olmaz. Çünkü kişinin ibadetinin sahih olması için
mümeyyiz olması şarttır.
Çocuk, sefih ve deli,
mallarının zekâtını tek başlarına müstehaklara dağıtamazlar. Zira bu malî bir
tasarruftur ve ancak ehliyet sahibi ve reşid olan bir kimsenin malî tasarrufu
geçerli olabilir. Zekâtı, onların yerine velîleri dağıtır veya velîlerinin
kontrolü altında, velîlelerinin tesbit ettiği kişilere onlar dağıtabilir. Çünkü
velîlerinin kontrolü olmazsa onların malı telef etme ihtimali vardır.
3-
Sefihîiğin kaynağı küçüklük ise, yani bu sefihlikten önce bir re-şidlik durumu
sözkonusu değilse, dava açılmasına ve kadı'nm hüküm vermesine gerek olmaksızın
zikrettiğimiz hükümler onun üzerine terettüb eder.
Sefih büyüdüğünde ve
rüşdü tahakkuk ettiğinde, bu sebeplerle hacr son bulur da sonra sefihlik arızî
bir nedenle tekrar avdet ederse Kadı'nın verdiği hüküm mucibince mezkur
hükümlere avdet edilir. Bu hususta mecnunun durumu da sefih gibidir.
4. Hacr'i
gerektiren hastalığın küçüklüğünden beri kendisinde bulunduğu çocuğun ve çocuk
hükmünde olan sefih ve delinin velîsi, ancak babası olabilir. Eğer babası
yoksa, babasının babası ve ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedesi onun velîsi
olur. Bunlardan sonra onların vasisi velî olur. Bu velî ve vasîlerde adaletin
bulunması şarttır. Eğer adil olan velî fasiklaşırsa, kadı, velayeti ondan
alarak adil gördüğü bir kişiyi velî tayin eder veya bizzat kendisi velî olur;
zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Velîsi olmayan kişinin
velîsi sultandır.
Kadı da sultanın naibi
olduğu için velîsi olmayan kişinin velîsi sayılır.
5. Velînin,
hacr altına alınan kişinin malında onun maslahatına uygun şekilde tasarruf
etmesi vacibdir. Yani velî, velîsi olduğu kişinin malını korumak, onun malını
çoğaltmakla mükelleftir. Ancak onun malını çoğaltmak için kumar oynaması caiz
değildir. Yani onun malını çoğaltmak için ticaret yapmak ve gayr-ı menkul satın
almak gibi meşru yollara başvurmalıdır; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sefihlere (aklı
yetmezlere) Allah'ın sizin için geçim kaynağı olarak kıldığı mallarınızı sakın
vermeyin. Ancak onlara o mâllardan yedirin ve giydirin, onlara güzel söz
söyleyin. (Nisa/5) -
Ayette geçen 'Onlara o
mallardan yedirin ve onları giydirin' cümlesi, 'onlara o malların kârından
yedirin ve giydirin' mânâsına gelir; zira Allah Teâlâ 'O mallardan' dememiş, 'O
mallarda' tabirim kullanmıştır; yani onların mallarının esası kalmalı, sadece o
malın kazancından onlara
sarfedilmelidir. Eğer velî, onların
malında doğru ve
meşru şekilde tasarruf ederken,
elinde olmayan bir sebepten dolayı zarar ederse, zâmin olmaz; yemin etmek
suretiyle velinin sözüne itibar edilir. Eğer hacr altında olan kişi reşid
olduktan sonra velîsi ile ihtilafa düşerse, velîsini dava ederse, yeminle
beraber velînin sözüne itibar edilir.
Hacr altında olan
kişinin velîsi, onun malını koruyup çalıştırdığı için ücret alabilir mi?
Buna şöyle cevap
verebiliriz: Sahih olan görüşe göre velî zengin ise ücret alamaz. Fakir ise ve
onun malını koruyup çalıştırması kendisini meşgul edip bütün vaktini alıyor ve
kendisi için çalışıp kazanmasına mâni oluyorsa, o zaman normal bir şekilde
ücret alabilir. Bu ücreti ise ancak hâkim veya onun naibi tayin ve takdir eder.
Bunun delili şu ayettir:
Kim zengin ise onların
mallarından yemeyip iffetli olmaya çalışsın. Yoksul olan da Örfe göre yesin.
Yetimlere mallarını verdiğiniz zaman yanlarında şahit
bulundurun. Hesap sormak
hususunda Allah kâfidir.
(Nisa/6)
Lugatta müflis, fels
kökünden gelmektedir ve kıymet bakımından paraların en düşüğüdür. Müflis,
fakirlikten kinaye olarak malı kuruşa (parası pula) dönüşen kimse için
kullanılır.
Müflis'in şeriat
ıstılahındaki tarifi ise derhal ödemesi gereken veya servetinden fazla borcu
olan kişidir. Müflis üzerine konan hacr'ın değişik hükümleri vardır ki onları
kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Müflis'in
üzerine hacr konması, ancak borcu malından fazla olursa caiz olur.
Malı ile borcu eşit
olursa veya malı borcundan fazla olursa onun üzerine hacr koymak caiz olmaz.
Nafakasını mallarından veya mallarının kazancından alması dutumu değiştirmez.
Çünkü kişi üzerine hacr konulmasını meşru kılan deliller, ancak borcu malından
fazla olduğunda
hacr konulmasına
delâlet etmektedir. Bunlardan biri, Hz. Peygamber'in Muaz b. Cebel üzerine hacr
koymasıdır ki bunu daha önce zikretmiştik.
2.
Alacaklılar, hacr konulmasını istemedikçe müflis üzerine hacr konulması caiz
olmaz.
Alacaklıların bir
kısmı hacr konulmasını ister, bir kısmı hacr konulmasını istemezse, hacr
konulmasını isteyen alacaklıların alacağı da müflisin malından fazla olursa,
müflisin üzerine hacr konulur. Aksi takdirde, yani hacr konulmasını isteyen
alacaklıların alacağı müflisin malından fazla değilse, müflisin üzerine hacr
konulmaz. Bunun delili ise Hz. Peygamber'in, alacaklıların isteği üzerine
Muaz'ın üzerine hacr koymasıdır. Ayrıca müflis üzerine hacr konulmasının
nedeni, alacaklıların maslahatının gözetilmesidir. Eğer alacaklılar müflis
üzerine hacr konulmasını istemezlerse, bundan, müflisin üzerine hacr
konulmasında alacaklıların maslahatları olmadığı anlamı çıkarılır. Bu bakımdan
iflas eden bir kişi üzerine, alacaklılar istemedikçe hacr konulmaz.
3. Hâkim, müflis üzerine hacr koyduktan sonra,
alacaklıların haklan onun zimmetine bağlı olmaktan çıkar, mallarına bağlanır.
Yani onun borcu tıpkı rehin alan kişinin yanında bulunan mal gibi olur. Bu
nedenle şarî, o mallar üzerinde tasarruf etme yetkisini alacaklılara vermiştir
ki böylece haklarını (alacaklarını) o mallardan alabilsinler.
4. Hâkim'in müflis üzerine konan hacr kararını
ilan etmesi sünnettir. Böylece halk onunla alışveriş yapmaz.
5. Hâkim veya naibinin, müflisin mallarını satıp
alacaklıların borçlarını ödemesi vacibdir.
Bunu mümkün olduğu
kadar çabuk yapması da sünnettir. Malların satışında ve satışın keyfiyetinde
hacr altında olan kişinin maslahatı gö-zetilmelidir: Önce bozulacak ve
çürüyecek mallar, sonra menkuller, sonra da gayr-ı menkuller satılmalıdır.
Ayrıca bu mallar satılırken, her mal kendi pazarında satılmalı ve malın gerçek
değeri korunmalıdır. Satış esnasında hem hacr altındaki kişinin hem de
alacaklıların bulunması sünnet1 tir.
Hâkimin, hacr
altındaki kişinin mallarını satarken, onun ve aile efradının zaruri ihtiyaçları
olan yiyecek, giyecek ve mesken gibi mallarını satmaması vacibdir. Hacr
altındaki kişi, borçlarını ödemek için zaruri ihtiyaçlarını da satmak isterse,
hâkim buna mâni olmalıdır.
6. Hâkim,
hacr altındaki kişinin mallarını ve parasını alacaklılara taksim ederken,
herbirine alacağı oranında dağıtmalıdır.
Hacr altındaki kişinin
malları ve parası, alacaklılar arasında taksim edildiği halde borcu tükenmezse,
alacaklıların ona süre tanıması gerekir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Eğer borçlu darda ise,
bir kolaylığa erişinceye kadar (ona) mühlet verin. Eğer bilirseniz, alacağınızı
tasadduk edip bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara/280)
Ebu Said el-Hudrî'den
şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber zamanında bir kişi satın aldığı bir
malda zarar etti, borçları çoğaldı. Hz. Peygamber, o kişiye sadaka verilmesini
tavsiye etti. Fakat verilen sadakalar borcunu ödeyecek miktara ulaşmadı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber, o kişinin alacaklılarına şöyle buyurdu: 'Bulduğunuzu
alın, sizin için bulduğunuzdan fazlası yoktur
Buradan anlaşıldığına
göre hacr altındaki kişinin malları alacaklılar arasında taksim edildikten
sonra, geriye kalan borcunu çalışıp ödemesi gerekmez. Borcuna karşılık onlara
çalışması da gerekmez.
Müflis üzerine hacr
konulduğunda mallarında tasarrufta bulunmaktan menedilir. Çünkü hacr altına
alınan kişi ile malları arasındaki alaka -alacaklıların alacağının ödenmesi
için- kesilir. O malların mülkiyeti her ne kadar ona aitse de tasarruf hakkı
ona ait değildir. Üzerine hacr konan müflisin, mallannda tasarruf etmesiyle
ilgili hükümleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
a. Hacr altına alınan müflisin satış, rehin,
hibe, kira gibi muamelelerinin hiçbiri sahih olmaz.
Şafii mezhebinin en
sahih görüşüne göre bu hüküm aynî mallarla ilgilidir.
Şafii
mezhebinin/mukabil (zayıf olan) görüşü ise şöyledir: Müflisin tasarrufu
dondurulmuş bir tasarruftur. Eğer malı alacaklıların alacağından fazla olursa
tasarrufu geçerli olur, aksi takdirde geçersizdir.
b. Hacr altına alınan müflisin, zimmetine bağlı
olan malî tasarrufları sahih olur. Meselâ hacr altındaki müflis, selem usulüyle
satış yaparsa veya vasıfları belli ve zimmetinde olan bir malı satarsa, bu
satış sahih ve
geçerli olur. Çünkü bu
şekildeki tasarrufta alacaklıların herhangibir zararı bahis mevzu değildir.
c. Hacr altına alınan müflisin, aynî
mallarındaki tasarrufu dışındaki tasarrufları sahihtir.
Bunlar ister zimmete
bağlı olsun, ister olmasın. Meselâ nikâhlanmasi, boşaması, hulû yapması,
zimmetinde kısas tahakkuk eden bir kişiye kısas tatbik etmesi, kısası affedip
diyet alması, hem kısası hem de diyeti affetmesi sahih ve geçerlidir.
Ancak hacr altına
alınan müflis bir kadın olursa, onun hulû yoluyla (mal karşılığı) kocasından
boşanması sahih olmaz. Çünkü onun boşanmak için kocasına verdiği mal,
alacaklıların hakkının bağlı bulunduğu maldır".
d. Mala ve hakka dair bütün ikrarları sahih olup
vücubiyeti hacr'dan önceki zamana avdet eder. İkrar kimin için yapılmışsa onlar
da diğer alacaklılarla beraber kişinin
malında hak sahibi olurlar; yani diğer (önceki) alacaklıların hakları bu
mala bağlı olduğu gibi, kendileri için ikrar yapılan kişilerin hakları da bu
mala bağlı olur ve mal taksim edildiğinde, sonra gelenler de onlarla beraber
paylarına düşeni alırlar.
Hacr altına alındıktan
sonra malî bir hakkı ikrar ederse, bu ikrar kabul edilmez, kendisi lehine ikrar
yapılan kişi alacaklılara dahil olup taksim edilen maldan hisse alamaz. Bu
bakımdan müflisin, kendileri lehine mal ikrar ettiği kişiler -maslahatları
için- hacr'ın kalkmasını beklemek durumundadırlar.
Ölümcül bir hastalığa
yakalan kişi, ölümle neticelenecek bir hastalığa müptela olan kişidir.
Doktorlar ve tecrübeli kişiler bu hastalığın çaresi olmadığını itiraf ederler.
Göğüs göğüse yapılan bir savaşa katılan veya dalgalı bir denize atılan veya
şiddetli tipi veya fırtınaya tutulan veya şiddetli doğum sancısı çeken kişiler
de ölümcül bir hastalığa yakalan kişiye kıyas edilmişlerdir. Ne kadar şiddetli
olursa olsun diş ağrısına tutulan kişi bu tarifin dışındadır. Çünkü diş ağrısı
korkulan hastalık türünden değildir; zira diş ağrısının ölümle sonuçlanması
görülmüş bir olay değildir.
Bu hastalıklara bağlı
olan hükümlerin en önemlileri şunlardır:
1. Kişinin
bir varisi yoksa veya tasarrufu sahih olmayan bir varisi varsa, ölümcül
hastalığa yakalan kişi servetinin üçtebirinden fazlasında tasarruf edemez.
Bu tasarrufun,
hayattayken veya ölümüne bağlı olarak yapılması meseleyi değiştirmez. Eğer kişi
bu sınırı gözetmeden fazla tasarruf yaparsa, malın üçtebirine dahil olan kısım
geçerli, diğeri geçersiz kabul edilir. Bu da tasarrufları birbiri arkasına
olursa böyledir. Eğer bir defada olursa, malın üçtebiri bunlara taksim edilir,
taksim edilmesi mümkün değilse, tasarrufun tümü bâtıl olur.
2. Kişinin bir varisi varsa ve tasarrufu da
sahih ise, ölümcül bir hastalığa yakalanan kişinin malının üçtebirinden
fazlasında tasarruf etmesi varisinin iznine bağlıdır. Eğer varisi, tasarruf
etmesine izin verirse tasarrufu sahih olur, aksi takdirde bâtıl olur. Varisin
izin verip vermemesi ölüm sonrası için nazar-ı itibara alınır.
Sa'd b. Ebî Vakkas
şöyle rivayet ediyor: Veda haccı senesinde ağır bir hastalığa yakalandım. Hz.
Peygamber ara sıra beni ziyarete gelirdi. Bir defasında dedim ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Gördüğün gibi ağır bir
hastalığa yakalandım. Benim bir tek kızımdan başka da varisim yoktur. Malımın
üçteikisini tasadduk edeyim mi?
- Hayır!
- Yarısını tasadduk
edeyim mi?
- Hayır!
- Üçtebirini tasadduk
edeyim mi?
- Üçtebiri de çoktur. Fakat üçtebirini tasadduk
edebilirsin. Senin varislerini zengin bırakman, onları fakir bırakmandan,
başkalarına el-avuç açmalarından daha hayırlıdır.
3. Yukarıda zikredilen hükümler, borcu malından
az olan hastalar için geçerlidir.
Borcu malından çok
olan hasta ise hacr altına alınır. O, malının azında da çoğunda da tasarruf
edemez.
4. Teberrular, tasarruflar ve vacib olan
nafakalar arasını -zikrettiğimiz üzere- ayırd etmemiz gerekir. Daha önce
sıraladığımız üç bend teberruatı kapsamaktadır.
Tasarruflara ve vacib olan nafakalara
gelince, kişi
nafakayı hayatta iken
yerine getirmiş ise ana maldandır; yok eğer ölümünden sonra verilmesini vasiyet
etmişse, bu bir borcun, bir haccın veya zekâtın edasını vasiyet etmek gibidir.
Eğer nafakayı mutlak bir tarzda vasiyet etmişse, onu bütün malından çıkarması gerekir.
Şayet üçtebirinden çıkarmalarını vasiyet etmişse, ona itibar edilir; üçtebir
yetmezse diğer mallardan tamamlanır.
'O halde tasarrufun
malın üçtebiri ile sımrlandırılmasının faydası nedir?' denecek olursa, buna
şöyle cevap verilir: Kişi bu teberruat dışında başka teberruat vasiyet etmiş
olursa, bu fayda ortaya çıkar; zira bu takdirde vacibler çatışacaktır. Hatta
malın üçtebiri, hepsini kapsayacak ölçüde değilse, teberrular ilga edilir veya
vacibleri yerine getirmeye kafi gelecek miktar ayrılır, gerisi ilga edilir.
Üçtebir ile takyid etmenin faydası varislerin maslahatlarını gözetmektir ki
vasiyetler mirasın çoğunu yiyip bitirmesin.
Allah Teâlâ küçük
çocukların üzerindeki hacr'ı, onların buluğ ve rüşd çağına ermeleriyle
sınırlandırmıştır. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır:
Yetimler evlenme
çağına varıncaya kadar onları deneyin. Eğer onlarda (mallarını koruyabilecek
bir) olgunluk görürseniz, mallarını kendilerine verin.
(Nisa/6)
O halde baliğ olmanın
ve rüşd'e ermenin mânâsı nedir? Bir kişinin baliğ olup rüşd'e erdiği nasıl
bilinir?
Bir kişinin baliğ
olmasından maksat, onun ilahî teklife ehil olma yaşına ulaşmasıdır. Bir kişinin
buluğ çağına ulaştığı şu üç şeyden biriyle bilinir:
1. İster erkek, ister kız olsun 15 yaşını
bitirmesiyle
2. İhtilam olmasıyla
"" .
Ihtilam olmaktan maksat, erkek veya kızdan
meninin gelmesidir.
3- Eğer
kadın ise hayız görmesiyle
Bir erkek -sıcak
memleketlerde- dokuz yaşından itibaren ihtilam olmaya, bir kız da dokuz
yaşından itibaren hayız, görmeye başlar. Bu durum, iklim ve hayat şartlarına
göre değişiklik arzeder.
Bir kişinin rüşd'e
erişmesinden maksat, mallarını koruyup gözetebilecek bir olgunluğa
erişmesidir. Bir kişinin rüşd'e erişip erişmediği ise deneme yoluyla anlaşılır.
Bu deneme ile beraber dinde salih olma şartı da aranır mı? İmam Şafii ve ashabının
ekserisine göre dinde salah şarttır. Buna binaen ancak din ve dünyasında
hayırlı yolu seçebilecek bir kimseye reşid denir. Şafii mezhebinin âlimlerinden
bir kısmı, reşid olmaktan maksadın sadece dünya ile ilgili olduğunu, burada da
ondan bahsedildiğini söylemişlerdir.
Çocuğun üzerinden
hacr'ın kalkması için, onun hem baliğ olması, hem de reşid olması şarttır.
Çocuğun
tasarruflarında rüşd görülse bile çocuk baliğ olmadan hacr'dan kurtulamaz.
Çocuk İhtilam olsa, yani baliğ olsa, onda rüşd görülmediği takdirde malları
kendisine teslim edilmez. Bu husus, şu ayet-i kerimeden açıkça anlaşılmaktadır:
Yetimler evlenme çağma
varıncaya kadar onları deneyin. * Eğer onlarda (mallarını koruyabilecek bir)
olgunluk görürseniz, mallarını kendilerine verin.
(Nisa/0
Görüldüğü gibi burada
reşid olma, hacr'm kalkmasını gerektiren baliğ olmanın şartı olarak
zikredilmektedir.
' Fısk, Allah
Teâlâ'nın çizdiği sınırı aşmak demektir. Meselâ kişinin büyük günahlardan
birini işleyip tevbe etmemesi veya küçük günah işlemekte ısrar etmesi
fısk'tır. Önceki bahislerde büyük günahların ve küçük günahların neler olduğu
belirtilmişti.
Baliğ ve reşid olduğu
için üzerinden hacr kaldırılan kişi, bir süre sonra fasık olursa, fakat malî
tasarrufları iyi olursa, tekrar hacr altına alınır mı? Şafii mezhebinin sahih
görüşü şudur: O kişi, fasıkhğından ötürü tekrar hacr altına alınmaz. Çünkü ne
sahabe, ne de tabiûn döneminde baliğ ve reşid olduktan, malını eline aldıktan
sonra fasık olan bir kişinin tekrar hacr altına alındığı görülmemiştir.
Bu durum ile, hacr
altındayken baliğ ve fasık olma durumu arasındaki fark şudur: Hacr altındayken
baliğ ve fasık olan kişi üzerinde hacr devam etmektedir, yani onun üzerinden
hacr hiç kaldırılmamıştır. Hacr ancak bütün sebepleri ortadan kalktıktan sonra
kalkar. Çünkü aslolan, eşyayı hâli üzerine bırakmaktır. Eğer bütün sebepler
ortadan kalktıktan sonra, hacr kaldtrıîmişsa, kişi fasık olduğunda ona ikinci
kez hacr konması caiz olmaz. Ona ikinci kez hacr konabilmesi için tüm
sebeplerin tekrar oluşması gerekir. Fasıklık ise, sebeplerin sadece bir
tanesidir. Ancak p kişinin malında kötü tasarruf etmesi hacr'ın geri gelmesini
gerektirir. Fakat o kişiye tekrar hacr konması için hâkim veya naibinin hüküm
vermesi şarttır. Sahih olan görüşe göre böyle bir durumda akrabalarının
velayeti nazar-ı itibara alınmaz.