MUZÂRAA VE
MUHÂBARA.. 2
Muzâraa
ve Muhâbara'nın Tarifi 2
Muzâraa
ve Muhâbara Muamelelerinin Meşru
Olup Olmadığı 2
Musâkat'a Tâbi
Olan Muzâraa'nın Caiz Olması 2
Muhâbara Akdi Mutlak
Şekilde Bâtıldır 2
Fasid
Olan Muhâbara ve
Muzâraa'nın Hükmü. 3
Muzâraa
ve Muhâbara'nın Tarifi
Muzâraa kelimesi, ekip biçmek mânâsına gelen zer kökünden
gelmektedir. Istılahta muzâraa; tohum, toprak
sahibine ait olmak şartıyla mahsulü bölmek üzere araziyi bir işçiye işletmek
için vermektir.
Muhâbara kelimesi, toprağı sürüp nadasa bırakmak anlamına
gelen hibar kökünden gelmektedir. Muhâbara
lugatta yumuşak arazi demektir. Muhâbara'nın
ıstılahı anlamı ise tohum işçiye ait olmak şartıyla mahsulü bölmek üzere
araziyi işletmeye vermektir. Muzâraa ile muhâbara arasındaki tek fark muzâraa'da
tohumun arazi sahibine, mubâbara'da işe tohumun
işçiye ait olmasıdır.
Muzâraa
ve Muhâbara Muamelelerinin Meşru
Olup Olmadığı
Muzâraa ve muhâbara muamelelerinin
her ikisi de -eğer akid sadece toprağın işletilmesi
için yapılırsa- bâtıldır. Meselâ ağaç olmayan bir arazi için veya ağaç olmakla
beraber sadece araziyi ekip-biçmek üzere akid
yapmak bâtıldır. Muzâraa ve muhâbara
muamelelerinin bâtıl olduğuna şu hadîsler delâlet etmektedir:
Râfi b. Hadîc'den şöyle rivayet
edilmiştir: Biz Rasûlullah zamanında arazi icarı akdi
yapardık da tarlaları mahsulün 1/3'i yahut 1/4'i yahut kararlaştırılan zahire
mukabilinde kiraya verirdik. Birgün amcalarımdan biri
bize geldi ve şöyle dedi: 'Rasûlullah (s.a) bizleri,
bizim için m'enfaatli olan bir işten nehyetti. Allah'a ve Rasûlü'ne
itaat etmek ise bizim için daha hayırlıdır. Rasûlullah
bizleri arazi icarı akdi yapıp da tarlaları mahsulün 1/3'i yahut 1/4'i yahut
kararlaştırılan zahire miktarı karşılığında kiraya vermekten nehyetti ve arazi sahibine, tarlasını kendisinin ekmesini
yahut başkasına (ücretsiz verip) ektirmesini emir buyurdu. Tarlanın kiraya
verilmesini, ekmekten ve ektirmekten başkasını kerih gördü
Cabir b. Abdullah şöyle rivayet ediyor. 'Rasûlullah muhâbara'dan nehyetti'.
Musâkat'a Tâbi Olan Muzâraa'nın Caiz
Olması
Bahçe arasında bir
arazi olursa, bahçe için musâkat akdi yapılırken
bahçeye tâbi olarak arazi için de muzâraa akdi
yapılabilir. Çünkü İbn Ömer, Rasûlullah'ın
Hayber arazisini Hayberlilere,
araziden çıkacak ekin ve meyvelerin bir kısmına karşılık olarak işletmek üzere
verdiğini rivayet etmiştir.
Musâkat akdine tâbi olan muzâraa
akdinin sahih olmasının birtakım şartları vardır ki onları şöyle
sıralayabiliriz:
1. Amil (çahşan kişi)
bir olmalıdır.
Yani ağaçların bakımı
için mal sahibi ile akid yapan kişi, bahçeye tâbi
olarak arazi için de muzâraa akdi yapmalıdır.
2. Ağaçların bakım ve sulaması araziden bağımsız
olmalıdır.
Eğer arazinin bakım ve
sulaması yapılırken ağaçlannki de .yapılmış oluyorsa,
akid sahih olmaz;
.
3. Akdin kasdı, muzâraa muamelesi olmamalıdır.
Yani aynı anda hem
ağaçların bakım ve sulaması; hem de arazi için muzâraa
akdi yapılmalıdır. Eğer önce ağaçların bakım ve sulaması, sonra da arazi
için akid yapılırsa,
sahih olmaz. Çünkü
kasdın
taaddüde
kabiliyeti yoktur.
Arazi için yapılan muzâraa akdi, ağaçlar için yapılan
akde tabidir. Bu nedenle en sahih görüşe göre muzâraa
akdi, ağaçlar için yapılan akidden önce olmamalıdır.
Meselâ 'Şu arazi için seninle muzâraa akdi yaptım ve
şu ağaçlar için de seninle musâkat akdi yaptım'
denirse, akid sahih olmaz.. Çünkü muzâraa
akdi ancak musâkat akdine tâbi olarak meşru
kılınmıştır. Tâbi ise metbûdan önce olmaz.
En sahih görüşe göre muzâraa akdi yapılan arazinin, az veya çok ağaç arasında
bulunması, hükmü değiştirmez. Çünkü sulamada ağaçları ayırmak
zordur. Bu, müzâraatin tab'an
caiziyetine olan ihtiyacın azlık ve çokluğuna göre
değişmez. Ayrıca çalışan kişiye tahsis edilen oranın, musâkat
ve muzâraa akidlerinde
farklı olması gerekir. Zira her ne kadar muzâraa
akdi musâkat akdine tâbi ise de hemen hemen müstâkil bir akid sayılır.
Muhâbara
Akdi Mutlak Şekilde
Bâtıldır
Muhâbara akdi -isterse musâkat
akdine tâbi olarak yapılsın- mutlak şekilde ve her halükârda bâtıldır. Çünkü muhâbara akdinin sahih olduğu hususunda şeriatta bir hüküm varid olmamıştır. Oysa muzâraa
akdi hususunda hadîs varid olmuştur. Ayrıca muzâraa akdi, musâkat akdi mânâsında
olduğundan muhâbara akdinden ayrılmaktadır. Çünkü hem
musâkat, hem de muzâraa
akdinde, işçiye sadece çalışmak düşmektedir. Muhâbara
akdinde ise hem tohum, hem da çalışma işçiye aittir.
Fasid
Olan Muhâbara ve Muzâraa'nın Hükmü
Muhâbara akdinin her halükârda fasid
olduğunu söylemiştik. Muzâraa akdi ise yukarıda
saydığımız şartlar tahakkuk ettiğinde sahih olur, aksi takdirde bâtıl olur. Bu
bakımdan mal sahibi işçi ile sadece çalışması için muzâraa
veya muhâbara akdi yaptığında, çıkan mahsul mal
sahibinindir, çünkü bu mahsul, arazinin ve tohumun karşılığıdır. Bu durumda
âmil'e, kendisinin, çalıştırmışsa hayvanlarının ve aletlerinin çalışmasının
karşılığında ücret-i misil verilir. Eğer muhâbara
akdi yapılarak iş yapılmış, mahsul elde edilmişse, elde edilen mahsul çalışan
kişiye aittir, çünkü tohum ondandır, artış da tohuma tâbidir. Fakat mal
sahibine arazinin ücret-i mislini vermelidir. Eğer mal sahibi ile işçi tohuma
ortak iseler, çıkan mahsule de ortak olurlar. Taraflar tohumları oranında
mahsule orak olurlar. Eğer tohumun yarısı mal sahibinden, yarısı da işçiden
çıkmışsa, mal sahibi işçiye ücret-i mislin yarısını verir, çahşan
da mal sahibine çalışmasının ücret-i mislinin yansını verir, böylece taksim
ederler.
Mâlik ile
Amil Arasında Müşterek
Oian Muzâraa ve Muhâ-bara
Akdinde Mahsulün Taksim
Edilmesi
Allah'ın şeriatı
kolaylık üzerine bina edildiğinden, onda tahammül edilmez bir zorluk
bulunmadığından, şer'î hükümlerin amacının hakların korunması, halkın
zarar ve ihtilaftan
uzaklaştırılması olduğundan fakihler bu hususta bir çıkış yolu bulmaya çalışmışlardır.
Çünkü bu hususta nassların zahirinde sıkıntı vardır.
Bu hususta bir çıkış yolunun bulunması, şeriatın heybetini korumak, halkın
şeriat hükümlerinin gölgesi altında durmalarını sağlamak, onların işlerini
kolaylaştırmak, maslahatlarım
gözetmek içindir. Eğer ortada
bir sıkıntı varsa, onu
mutlaka gündeme getirip bir çıkış yolu bulmak şarttır.
İşte bu nedenle fakihler muzâraa ve muhâbara akdindeki maslahatı bazı zamanlarda tahkik etmek
için bir yol bulmuşlardır. Çünkü arazi, onu işletmeyi bilmeyen kişilerin elinde
veya ondan istifade etme imkânı olmayan kimselerin elinde bulunabilir. Diğer
tarafta ise işletmeyi bildiği halde arazisi olmayan veya arazi kiralamaya gücü
yetmeyen kişiler bulunabilir. Arazi sahibi, âmile tohumun ayırdedilmeyen
bir kısmını (meselâ 1/4'ini veya 1/2'ini) tohum ayırmamak
kaydıyla verir ki tohumun o kısmıyla araziyi eksin, biçsin ve mahsul alsın.
Ayrıca arazinin .gayr-i muayyen bir kısmına yetecek bir miktarı da İare yoluyla
âmile verir. Elde edilen mahsul, mal sahibi ile işçi arasında tohumları nisbetinde taksim edilir veya arazi sahibi ayırdedilmeyen tohumun yarısını, arazinin menfaatinin
yarısına karşılık işçiye verir, böylece çıkan mahsule ortak olurlar; birinin
diğerine ücret vermesi gerekmez. Çünkü çalışan kişi arazinin mahsulünden payını
almaktadır. Arazi sahibi de işçinin çalışmasından, mahsulden aldığı pay nisbetinde istifade eder. Çünkü tohum arazi sahibinden
çıkmıştır. Eğer tohum çalışan kişiden çıkarsa, arazinin belli olmayan muayyen
bir parçası -meselâ yarısı gibi-, tohumun ayırdedümeyen
yansı ve arazinin kendisine verilmemiş diğer kısmında çalışması karşılığında
icar edilmiş olur veya arazinin yarısında tohumun yarısı karşılığında, diğer
yarısında ise teberruan çalışmış olur, böylece herbiri tohumları ve arazinin menfaati oranında mahsulden
pay alır, birinin diğeri üzerinde hiçbir hakkı kalmaz.
Ayrıca Şafii olmayan fakihlerin birçoğu muzâraa
akdinin müstâkil olarak caiz olduğunu söylemişler ve buna delil olarak da Hz. Peygamber'in Hayber ahalisi
ile yapmış olduğu muameleyi göstermişlerdir. Yine Şafii olmayan fakihlerin birçoğu muhâbara
akdinin de muzâraa akdi mânâsında olduğunu,
dolayısıyla da caiz olması gerektiğini, her iki akdin de menfaat üzerinde varid olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda tohum arazi sahibinden olursa,
buradaki menfaat çalışmanın karşılığı olur, tohum çalışan kişiden olursa,
buradaki menfaat de arazinin menfaati olur.