ORUÇ.. 2
Tarifi, Teşrî Kılınması ve Sırları 2
Orucun Tarifi 2
Orucun Teşrî Kılınma Tarihi 2
Orucun Ramazan
Ayında Teşrî Kılındığının Delili 2
Ramazan
Orucunu Mazeretsiz Olarak
Terkeden Kişinin Hükmü. 2
Orucun
Hikmetleri, Sırları ve Faydaları , 2
Ramazan
Ayının Tesbit Edilmesi 3
Geçen
Hükümlerin Delili 3
Orucun
Vucûbiyetinin ve Sıhhatinin
Şartları 4
Orucun
Sıhhatinin Şartları 4
Orucun Âdabı
ve Mekruhları 6
Orucun Mekruhları 7
Orucun Kazası,
Fidye ve Kefaret 7
Ramazan
Orucunu Bozmanın Kefareti
ve Kefareti Gerektiren
Durumlar 8
Kefaretin
Vacib Olduğu Kişi 9
Tatavvu
(Nafile) Oruç. 9
Sünnet Olan
Orucu Yanda Bırakmak. 10
Mekruh ve Haram Olan Oruç. 10
Mekruh
Olan Oruç. 10
Oruç Tutmanın
Haram Olduğu Günler 11
Lugatta siyam,
birşeyden korunmak, tutunmak, çekinmek demektir. Bu, konuşma veya yemekten
kaçınmak da olabilir. Bunun delili, Allah Teâlâ'nın, Hz. Meryem'den hikâye
ettiği şu ayettir:
Ben Rahman için oruç
adadım. (Meryem/26)
Yani 'konuşmamak için
söz verdim'.
Orucun şer'î mânâsı
ise 'fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar orucu bozan şeylerden kaçınmak1
demektir.
Ramazan orucu,
hicretin ikinci senesinin Şaban ayında farz kılınmıştır. Bundan önce de diğer
ümmetler için oruç farz kılınmıştı. Hz. Peygamber zamanında yaşayan ehl-i
kitab, orucu çok iyi bilmekteydiler.
Ey iman edenler! Sizden
öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılınmıştır. Umulur ki
sakınırsınız.
(Bakara/183)
Ancak Ramazan orucu,
bu ümmetten önceki ümmetlere farz kılınmamıştı. Ramazan orucu, Ümmet-i
Muhammed'in bir özelliğidir.
Orucun, Ramazan ayında
tutulmasının farz olduğunun delilinde asıl olan şu ayettir:
(Orucun size farz
kılındığı o sayılı günler) Ramazan ayıdır ki insanlara doğru yolu gösteren,
hidayeti açıklayan, hakkı ve bâtılı birbirinden ayıran Kur'an o ayda
indirildi.
(Bakara/185)
İkinci delil ise şu
hadîstir:
İslâm beş şey üzerine
bina olunmuştur: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in, O'nun kulu ve
rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan
orucunu tutmak.
Ayrıca Hz. Peygamber'in bir bedevîye söylediği şu söz de
buna delâlet eder: 'Allah, Ramazan ayı orucunu farz kılmıştır'.
Ramazan ayının orucu
İslâm'ın rükûnlanndan ve dinin zorunlu farzlarından biri olduğu
İçin onun farziyetini inkâr eden kâfir olur. Mürted bir kişi olarak
tevbeye davet edilir. Eğer tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Tevbe etmediği
takdirde öldürülür. Eğer kişi İslâm'a yeni girmiş veya âlimlerden uzak bir
memlekette doğup büyümüş ise öldürülmez. Fakat orucu özürsüz olarak terkeden
kişi, orucun farziyetini inkâr etmiyorsa ve 'Ben orucun farz olduğuna
inanıyorum, fakat oruç tutmuyorum' diyorsa, o kişi fasıktır, kâfir değildir.
Böyle bir kişinin, hapsedilip yemekten ve içmekten menedilmesi vacibdir.
Böylece zahiren de olsa oruç tutmuş sayılır.
Müsîümanm, herşeyden
önce orucun bir ibadet olduğunu ve Allah'ın onu farz kıldığını bilmesi gerekir.
İbâdet olmasından maksat, Allah'ın emrine uymak ve Allah'a karşı kulluk
görevini yerine getirmek amacıyla oruç tutmaktır. Müslüman, bu ibadetten
doğması mümkün olan sonuca bakmaksızın bunu yerine getirmelidir. Böyle
yaptıktan sonra orucun hikmet ve faydalarını araştırmasına herhangibir engel
yoktur. Hiç şüphesiz Allah'ın hükümlerinin tümünde hikmet ve kullar için
faydalar vardır. Ancak ibadet eden kişi, o ibadetteki hikmet ve faydalan bilmek
mecburiyetinde değildir. Yine hiç şüphe yok ki orucun da birçok hikmet ve
faydaları vardır. Bu hikmet ve faydaların bir kısmına muttali olunur, bir kısmı
ise kullar için gizli kalır. Orucun hikmet ve faydalarını şöyle
sıralayabiliriz:
1. Sahih
oruç, Allah'ın murakabesi için mü'minin kalbini uyanık tutar. Oruçlu bir kişi,
bir müddet sonra açlık ve susuzluk hisseder. Nefsi, yemeye ve içmeye meyleder.
Fakat oruçlu olduğunun şuurunda olması buna mâni olur. Oruçlu kimse, nefsinin
arzu ve isteklerine engel olur. Bunu da Allah'ın emrini yerine getirmek için
yapar. Böylece kalbi daima uyanık olur, Allah'ın murakabesi altında olduğunun
şuuruna varır ve daima Allah'ı anmış olur. O'nun kudret ve azametini hisseder.
2. Ramazan ayı mukaddes bir aydır. Allah,
kullarından, bu ayı ibadetle geçirmelerini, Allah'a yaklaşmak için gayret
göstermelerini istemiştir. Yemek sofrasında, içki meclisinde keyif yaparken
bunların olması mümkün değildir.
Bu bakımdan Ramazan ayı, ibadet etmek ve Allah'a yaklaşmak için en
uygun zamandır.
3. Sene boyunca yemek yendiği için hisler dumura
uğrar ve nefsin azmasına sebep olur. Her iki durum da müslüman için uygun
değildir. Orucun teşrî kılınmasında, nefsi temizlemek, hisleri güçlendirmek
gibi hikmetler olduğu anlaşılmaktadır.
4. İslâm toplumunun üzerine bina edildiği
temellerin en önemlilerinden biri de müslümanların birbirlerine sevgi ve
merhamet göstermeleridir. Zengin, açlığın acısını tatmadıkça, felaketlerini
hissetmedikçe fakire gerektiği gibi merhamet edemez. Fakat Ramazan ay'ı,
zengine fakirlik şuurunu veren, onu elem ve yoksulluğunda fakirle beraber
yaşamaya se-veden bir aydır. Bu bakımdan zenginlerin kalbine şefkat ve merhamet
duygularını yerleştiren, fakirlere yardım etmeye sevkeden bir ibadettir oruç!
Ramazan ayı iki
şekilde tesbit edilir:
Birincisi, Şaban
ayının otuzuncu gecesinde hilâli görmekle olur. Ancak adil bir şahidin buna
şehadet etmesi gerekir.
İkincisi, Şaban ayını
otuz güne tamamlamakla Ramazan ayı tesbit edilir. Bu
da havanın bulutlu
olmasından ötürü hilâlin
görünmesi zorlaştığı zaman veya adil bir şahidin hilâli görmemesi
durumunda olur.
Bu iki durumun delili,
Hz. Peygamber'in. şu sözüdür:
Hilâli gördüğünüzde
oruç tutun ve yine hilâli gördüğünüzde bay yapın. Eğer hava bulutlu olur da
hilâli göremezseniz, Şaban a} otuza tamamlayın.
İbn Abbas şöyle rivayet
etmektedir: Bir bedevî, Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dedi:
- Ben Ramazan hilâlini gördüm.
- Sen Allah'ın birliğine şehadet ediyor musun?
- Evet.
- Benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet
ediyor musun?
- Evet
- Ey Bilal! Halka oruç
tutmalarını söyle!
Eğer Ramazan hilâli
bir memlekette görülürse, o memlekete yakın olan yerlerde yaşayan halka da oruç
tutmak farz olur. Fakat o memlekete uzak olan yerlerde yaşayanlara farz olmaz.
Çünkü Şam, Humus, Haleb gibi şehirler bir yer sayılır. Kahire, Şam, Mekke gibi
birbirine uzak şehirler bir yer sayılmazlar. Uzaklık 'ihtilaf-ı metali' ile
takdir edilir.
Kurayb'dan şöyle
rivayet edilmektedir: Ben henüz Şam'da
bulunduğum sırada Ramazan hilâli görüldü. Ben de hilâli, Cuma gecesinde
gördüm. Sonra ay'ın sonunda Medine'ye geldim. îbn Abbas, bana birçok şey sordu.
Sonra hilâlin görüldüğü günü de zikredip şöyle dedi:
- Hilâli ne zaman gördünüz?
- Cuma gecesi gördüm.
- Sen bizzat hilâli gördün mü?
- Evet! Halk da hilâli
gördü ve oruç tuttu. Muaviye de oruç tuttu.
- Lakin biz hilâli
Cumartesi gecesi gördük ve otuza tamamlamak için oruç tutmaya devam ediyoruz,
yahut da hilâli göreceğiz.
- Muaviye'nin hilâli
görmesi ve oruç tutması ile yetinmiyor musun?
- Hayır! Hz. Peygamber
bize böyle emretti.
Buna binaen âlimler
şöyle demişlerdir: Ayın görüldüğü bir şehirden, uzak bir şehire giden kişi,
oruç hususunda gittiği yere uymalıdır. İsterse otuz günü tamamlamış olsun.
Çünkü o şehire gitmekle onlardan biri sayılır. Yine aynı şekilde hilâlin görülmediği
şehirden, görüldüğü bir şehire giden kişi, isterse 28 gün oruç tutmuş olsun
gittiği şehire göre davranmahdır. Ancak 28 gün oruç tutmuşsa, bir gün kaza
etmelidir. Çünkü ay, 29 veya 30 gündür. Bayram yapmış bir şehirden, halkı
oruçlu olan uzak bir şehire giden kişi, onlara uymak için günün kalan
saatlerinde yeyip içmekten kaçınmalıdır.
Ramazan orucunun vacib
olması için aşağıdaki şartların bulunması gerekir:
1. Müslüman olmak.
Oruç, kâfire vacib değildir.
Kâfir, dünyada oruç tutmaya zorlanamaz. Çünkü kâfir İslâm'a girmedikçe
orucunun bir anlamı olmaz. Fakat ahirette, oruç tutmadığından dolayı cezaya
çarptırılır. Yine aynı şekilde İslâm'ın diğer farzlarını terketmesinden ötürü
de ceza görür.
2. Mükellef olmak.
Eğer buluğ çağına
gelmemiş veya aklı eksikse o kişiden sorumluluk düşer. Mükellef olmayan bir
kimse de dinî görevlerden herhangibiri için zorlanamaz.
Bunun delili, Hz.
Peygamber'in şu sözüdür:
Üç kişiden kalem
kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, buluğa erene kadar çocuktan,
akıllanıncaya kadar deliden.
3. Oruca
engel olan veya oruç tutmamayı mubah kılan bir özürün bulunmaması
Oruca engel olan
özürler şunlardır:
a. Günün herhangibir saatinde hayız veya
lohusalı olunması.
b. Delilik veya baygınlığın bütün gün devam
etmesi.
Günün herhangibir
saatinde kişinin aklı başına gelir veya ayılırsa özrü düşer. Günün geri kalan
kısmını, yeyip içmeden geçirmesi gerekir.
Oruç tutmamayı mubah
kılan özürler de şunlardır:
a. Sahibini zarara uğratan veya şiddetli bir
elem ve gevşekliğe yol açan hastalıklar.
Eğer hastalık, kişinin
ölümüne yol açacak derecede ağırsa, o zaman orucu bozması farz olur.
b. 83 kilometreden az olmayan bir sefere çıkmak.
Ancak seferin, mubah birşey için olması gerekir. Ayrıca seferin bütün gün
devam etmesi şarttır.
Mukim olduğu ve
oruçlu olarak sabahladığı yerden,
günün ortasında sefere çıkmaya niyet ettiği zaman orucunu bozması caiz olmaz.
Bunların delili, şu ayettir:
Hasta olan veya
seferde bulunan kimse, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde orucunu
tutsun.
(Bakara/185)
c. Oruç
tutmaktan aciz kalmak.
Bu bakımdan
yaşlılıktan veya şifası umulmayan bir hastalıktan ötürü oruç tutmaya gücü
yetmeyen bir kimseye oruç farz değildir. Çünkü oruç, ancak oruç tutabilecek
kimseye farzdır. Bunun delili de şu ayettir:
Oruç tutmaya gücü
yetmeyenlere, bir fakirin doyumluğu kadar fidye vardır.
(Bakara/184)
Ayette geçen
yutikûnehu kelimesi, yutevvekûnehu şeklinde de okunmuştur. Böyle okunduğunda
'oruç tutmak için gayret gösterdikleri halde oruç tutmaya güç yet iremeyen I
er' anlamına gelir.
İbn Abbas şöyle
demiştir.- 'Burada kasdedilenler, yaşlı erkek ve kadınlardır. Çünkü onların
oruç tutmaya güçleri yetmemektedir. Bu yüzden hergün için bir fakiri
doyurmaları gerekir'
Orucun sahih olması
için aşağıdaki şartların bulunması gerekir.
1. Müslüman olmak.
Kâfirin tuttuğu oruç
sahih olmaz.
2. Akıllı
olmak.
Kişi temyiz sahibi
olmalıdır. Bu bakımdan delinin veya temyiz sahibi olmayan çocukların orucu
sahih olmaz. Çünkü bunlarda niyet yoktur. Mümeyyiz olan çocuğun orucu sahihtir.
Eğer gücü yetiyorsa, o çocuğa oruç tutmasını emretmek gerekir. Çocuk on yaşına
bastığında, namaz gibi orucu da terkederse bundan dolayı şiddetli bir. şekilde
olmaksızın dövülür. (Çocuğun şiddetli bir şekilde dövülmesi haramdır).
3. Oruca mâni olan özür olmamalıdır.
Meselâ kadın hayızlı
veya lohusa, oruçlu kişi de bütün gün baygın veya deli olmamalıdır.
Orucun Rükûnları Orucun rüknü ikidir:
I. Oruca niyet etmek.
II. Fecirden güneş doğuncaya kadar orucu bozan
şeylerden uzak durmak.
Niyetin yapılma şekli
şöyledir: Niyet, orucu kasdetmektir. Niyetin yeri kalptir. Kalp de olmadıktan
sonra dil ile niyet etmek yeterli olmaz. Niyetin dil ile söylenmesi de şart
değildir.
Niyetin vacib
olduğunun delili şu hadîstir:
Ameller niyetlere
göredir.
Ramazan orucunun
niyetinde şu hususların bulunması gerekir:
1. Niyeti
gece yapmak.
Fecir doğmadan önce
'yarın oruç tutmaya niyet ettim' demek şarttır. Eğer fecirden sonra niyet
edilirse, hem niyet, hem de oruç batıl olur. Bunun delili, şu hadîstir:
Fecirden önce niyet etmeyen
kimsenin orucu yoktur.
2. Tayin
etmek.
Bu, orucun çeşidini
belirlemektir. Meselâ kişi 'Yarın Ramazan orucunu tutmaya niyet ediyorum' diye
kalbinden geçirmelidir. Eğer belirli bir oruca değil de mutlak olarak oruç
tutmaya niyet ederse, niyeti sahih olmaz. Çünkü Hz. Peygamber'in 'Ameller ancak
niyete göredir' buyurduğunu biraz önce nakletmiştik.
3. Niyeti
tekrarlamak.
Her gece fecirden önce
gelecek günün orucuna niyet etmek gerekir. Bütün ay için bir defa niyet etmek
yeterli olmaz. Çünkü Ramazan orucu, tek bir ibadet değildir. Her gün, ayrı bir
ibadettir. Bu nedenle de her ibadet için ayrı bir niyet gerekir.
Nafile oruçta ise,
geceden niyet etmek veya orucu tayin etmek şart değildir. Zeval'den önce mutlak
olarak oruç tutmaya niyet etmek yeterlidir. Bunun delili, Hz. Aişe'den rivayet
edilen şu hadîstir: Hz. Peygamber, birgün Hz. Aişe'ye 'Yanınızda bir yiyecek
var mı?' diye sordu. Hz. Aişe 'Hayır' deyince, Hz. Peygamber 'O halde ben bugün
oruçluyum' dedi.
Orucu bozan şeyler ise
şunlardır:
1. Yemek ve içmek.
Oruçlu kasden yer veya
içerse, yediği ve içtiği ne kadar az olursa olsun orucu bozulur. Fakat oruçlu
olduğunu unutarak yer veya içerse, yediği ve içtiği ne kadar çok olursa olsun
orucu bozulmaz. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim oruçlu iken unutup
yer veya içerse, orucunu (bozmayıp) tamamlasın. Çünkü ona, ancak Allah
yedirmiş, içirmiştir.
2. Gözle
görülen birşeyin insan vücuduna girmesi.
Hadîste geçen 'cevf
kelimesi, boğazdan mideye, bağırsaklara kadar olan yol demektir. Açık delikten
insan vücuduna giren şeyden maksat da ağız, kulak, ön ve arkadan giren
şeylerdir. Bu bakımdan göze akıtılan bir damla orucu bozar, çünkü göz açık bir
deliktir. Şaracıyye denilen damardan vurulan iğne orucu bozar, çünkü bu da
açık delik sayılır. Fakat 'verid' denilen damardan vurulan iğne orucu bozmaz,
çünkü verid, açık
bir delik değildir.
Zikredilmeyen şeyler de buna kıyas edilir. Bütün bunlar kasden yapıldığında
geçerlidir. Eğer unutularak yapılırsa, unutularak yenen yemeğe ve içmeye
kıyasen oruca zarar vermez.
İnsan vücuduna giren
sinek veya toz orucu bozmaz. Çünkü bunlardan korunmak çok zordur. Diş etleri
kanayıp tükürüğü necis olur da ağız yıkanıp temizlenmezse -tükürük bembeyaz
olsa dahi- bu tükürüğü yutmak orucu bozar.
Normal şekilde mazmaza
(ağıza su vermek) ve istinşak (buruna su vermek) yapılırken boğaza kaçan su
orucu bozmaz. Ancak mazmaza ve istinşak mübalağalı bir şekilde yapılır, ağıza
alınan su gargara yapılırken boğaza su kaçarsa oruç bozulur. Çünkü Ramazan'da
böyle yapmak yasaktır. Temizlenmesi mümkün olmayan bir yemek kalıntısı, kasıt
olmaksızın tükürükle beraber içeri girerse oruç bozulmaz. Ancak dişlerin
arasındaki yemek kalıntısının temizlenmesi mümkün olduğu halde temizlenmez de
boğaza kaçarsa oruç bozulur.
Yemeye veya içmeye
zorlanan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü bunu kendi iradesiyle yapmamıştır.
Boğaza birşey dönmese
de kasden kusmak orucu bozar. Fakat kişi isteği dışında kusarsa, kusmuğun bir
kısmı tekrar içeri girmiş olsa da orucu bozulmaz.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
.
Oruçlu iken kendisine
kusmak; galebe edip de kusan kimseye kaza yoktur. Fakat kendi kusarsa kaza
etmelidir.
3. Menisi
akmasa dahi kasden cinsî münasebette bulunmak.
Bunun delili şu
ayettir:
Fecrin beyaz ipliği,
siyah ipliğinden ayrılıncaya kadar yeyin, için. Sonra gece oluncaya (güneş
batıncaya) kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta iken hanımlarınıza
yaklaşmayın.
(Bakara/187)
Ayette geçen 'beyaz iplik'ten
maksat, gün ışığı, 'siyah iplik'ten maksat ise gece karanlığıdır. Fecr ufukta
yatay bir şekilde meydana gelen ve gecenin sona erdiğini gösteren ışıktır.
Ayetteki 'onlara
yaklaşmayın' ibaresinden maksat,
itikafta iken kadınlarla cinsel ilişkide bulunmamaktır. Eğer kişi unutarak
hanımıyla cinsî münasebette bulunursa orucu bozulmaz. Bu, unutarak yeyip içmeye
kıyas edilir.
4. İstimna
İstimna kişinin
hanımını öpmesi veya dokunması suretiyle veya el vasıtasıyla menisinin
akmasıdır. Oruçlu iken bu kasden yapılırsa oruç bozulur. Ancak herhangibir
sebepten ötürü isteği dışında olursa oruç bozulmaz. Karısını veya kocasını
öptüğünde şehveti harekete geçecek olan kişinin bunu yapması tahrimen
mekruhtur. Çünkü orucun ifsad olma tehlikesi vardır. Bu, kasden orucu ifsad
etmeye çalışmak gibidir. Öpmekle şehveti harekete geçmeyen kişinin de öpmeyi
terketmesi evlâdır.
Hz. Aişe'den şöyle
rivayet edilmiştir: 'Hz. Peygamber, oruçlu olduğu halde beni öperdi. Halbuki
hanginiz Hz. Peygamber'in nefsine hâkim oluşu kadar nefsine hâkim olabilir?'
Âlimler, Hz. Aişe'nin
sözünün şu anlama geldiğini söylemişlerdir: 'Sizin için hanımlarınızı öpmemek
daha iyidir. Vehme kapılarak kendinizi Hz. Peygamber gibi saymaya kalkışmayın.
Peygamber için mubah olan şeyin size de mubah olduğunu düşünmeyin. Çünkü Hz.
Peygamber nefsine mâlikti; şehvetine kapılmaktan ve cinsî münasebette
bulunmaktan emindi. Siz ise bunlardan hiçbir zaman emin olamazsınız'.
5. Hayız ve
Nifas
Hayız ve nifas, orucun
sıhhatine mâni olan özürlerdir. Bu bakımdan günün bir kısmında hayız veya nifas
olan kadının orucu bozulur ve daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir.
Hz. Peygamber'e,
kadının dininin nasıl noksan olduğu sorulunca, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kadın hayız ve nifasîı
olduğu zaman namazı terketmez mi, orucunu bırakmaz mı?
6. Akıl ve
şuuru kaybetmek ve dinden çıkmak
Tecennün etmek
(delirmek) ve dinden çıkmak (irtidad), orucun sıhhatine manidir, Çünkü bunlar,
kişiyi mükellef olmaktan çıkarır. Ayrıca oruçlu kimse, orucu ifsad edecek
şeylerden kaçınmalıdır ki orucu sahih olsun. Oruç, fecrin tulûundan başlar,
güneşin batışına kadar devam eder. Eğer oruçlu bir kimse, fecrin doğmadığını
zannederek orucu bozan şeylerden birini yaparsa, sonra da fecrin doğduğu
anlaşılırsa orucu bozulur. Ancak Ramazan ayının hürmetine binaen o gün akşama
kadar birşey yeyip içmemeli ve daha sonra da orucunu kaza etmelidir.
Yine günün sonunda
güneşin battığını zannederek iftar eden kişinin -güneşin batmadığı anlaşılırsa-
orucu bozulur. Daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir.
Orucun birçok âdabı
vardır. Onları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. İftarı
acele yapmak.
Bu, güneşin battığı
tesbit edildikten hemen sonra olmalıdır. Bunun delili, şu hadîstir:
İnsanlar iftar etmede
acele davrandıkları müddetçe daima hayırla yaşarlar.
İftarı, yaş veya kuru
hurma ile yapmak en efdalidir. Eğer hurma yoksa su ile iftar edilmelidir.
Enes b. Mâlik şöyle
demiştir: 'Hz. Peygamber, akşam namazını kılmadan önce yaş hurmalarla iftar
ederdi. Yaş hurma yoksa kuru hurmalarla iftar ederdi. Eğer o da yoksa birkaç
yudum su içerdi1.
2. Sahura kalkmak.
Sahur, seher vaktinde
yenen yemektir. Sahur'un müstehab olduğunun delili, şu hadîstir:
Sahur'a kalkın, çünkü
sahur'da bereket vardır.
Sahur'un müstehab
olmasının nedeni, oruca güçlü olarak başlamaktır. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Sahur yemeği ile oruca
karşı yardım isteyin
Sahur'un vakti, gece
yarısından başlar. Sahur'un birçok
fazileti vardır. Sahur'da az yemek yemek ve su içmek gerekir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Bir yudum su ile de
olsa sahur yapınız.
3. Sahur'u
tehir etmek.
Sahur'u tehir etmekten
maksat, sahur'u fecrin tulûundan hemen önce yapmaktır. Çünkü Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Ümmetim iftarı acele,
sahuru da tehir ederek yaptıkları sürece hayırla yaşarlar.
Enes b. Mâlik şöyle
rivayet etmiştir: Hz. Peygamber ile Zeyd b. Sabit sahur yediler. Sonra Hz.
Peygamber kalkıp namaz kıldı. Biz Enes'e dedik ki:
- Hz. Peygamber ile Zeyd b. Sabit, yemeklerini
ne kadar zamanda yediler?
- Elli ayet okuyacak kadar bir zamanda!
4.
Küfretmek, yalan söylemek, gıybet etmek, kovuculuk yapmak gibi şeyleri
terketmek, kadınlara bakmak, onların şarkılarını dinlemekten kaçınmak.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Yalan söyleyip iftira
etmeyi terketmeyen kimsenin, yemek ve içmeyi terketmesine Allah'ın ihtiyacı
yoktur.
Küfretmek, yalan
söylemek, gıybet ve kovuculuk gibi şeyler haramdır. Bu nedenle bunları yapan
kişi hem günaha girmiş, hem de orucunun ecrini yoketmiş olur. Her ne kadar
bunları yapan kişinin orucu sahih kabul edilse de bunlar orucun ecrini yok
ederler. Bu yüzden bunları terketmek, orucun sünnetlerinden sayılır.
5. Orucun başlangıcında temiz olmak için,
fecirden önce cünüp-lükten yıkanmak.
Cünüp olduğu halde
fecirden sonra yıkanmak, orucun sıhhatine engel değildir. Ancak efdal olan,
fecirden önce yıkanmaktır. Bunun delili, şu hadîstir: 'Hz. Peygamber, cimadan
dolayı bazen sabahladıktan sonra yıkanıp orucuna devam ederdi'.
Hayız ve nifastan
kurtulan kadının da fecirden önce yıkanması müstehabdır.
6. Kan aldırmak ve kan akıtmak gibi şeyleri
terketmek. Çünkü bunlar oruçluyu zayıf düşürür.
7. İftar
ederken dua okumak. Bu dua şu şekildedir:
Ey Allahım! Senin için
oruç tuttum, senin rızkınla iftar ettim. Susuzluğum gitti, damarlarım ıslandı.
Allah'ın izniyle ecir sabit oldu.
8. Oruçlu
kimselere iftar vermek.
Kişinin onlara iftar
sofrası kurmaya gücü yetmiyorsa, hurma ve su ile iftar vermelidir. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim bir oruçluya iftar
yemeği yedirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap vardır. Oruçlunun ecrinden
de hiçbir şey eksilmez.
9. Çok sadaka vermek, Kur'an'ı çok okuyup
müzakere etmek, mescidlerde itikafa girmek.
İtikafin efdal olan
vakti, Ramazan'ın son on günüdür.
Enes şöyle rivayet
etmektedir: "Hz. Peygamber'e 'Hangi sadaka daha üstündür' diye sorulunca,
Hz. Peygamber 'Ramazan'da verilen sadaka' diye cevap vermiştir".
İbn Abbas'tan şöyle
rivayet edilmiştir: 'Hz. Peygamber, hayır (dağıtmakta insanların en cömerdi
idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayfı idi. Muhakkak ki Cebrail her sene
Ramazan ay'ı içinde bu ay çıkıncaya kadar (her gece) Hz. Peygamber'e mülâki
olur, Hz. Peygamber de ona Kur'an'ı arzederdi. Cebrail kendisiyle mülâki olduğu
zaman Hz. Peygamber hayır (dağıtmak)ta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha
cömert idi'.
Bu konunun sonunda
itikaPtan bahsedeceğiz.
Orucun mekruhları,
sözü geçen âdaba aykırı davranmaktır. Bazıları, iftarı geciktirmek, sahuru
acele yapmak gibi tenzihen mekruhtur. Bazıları da gıybet, kovuculuk, yalancı
şahitlik gibi tahrimen mekruhtur.
1. Yolculuk
ve hastalık.
Yolculuktan veya
hastalıktan dolayı Ramazan orucunun tutulmayan günleri, gelecek senenin Ramazan
ay'ı gelmeden önce kaza edilmelidir. Gevşek davranılır ve ikinci senenin
Ramazan orucu gelinceye kadar kaza edilmezse günahkâr olunur. Ayrıca kaza
etmekle beraber her gün için bir günlük yemek fidye olarak verilmelidir. Fidye,
şehirde genellikle kullanılan yiyeceklerden verilir. Fidye, sadaka olarak
fakirlere verilmelidir. Kişi kaza etmesi gereken orucu, on yıl sonra kaza
ederse, on yıllık fidye vermesi gerekir.
Oruca mâni olan özür,
gelecek senenin Ramazan'ına kadar devam ederse, sadece orucu kaza etmek
yeterlidir. Bu tehirden dolayı fidye gerekmez.
Kişi orucu kaza
etmeden ölürse iki durum sözkonusudur; ya kaza etmek imkânı bulmuştur veya
bulamamıştır. İkinci durumda kişi günahkâr olmaz ve orucunun kazası sözkonusu
olmaz. Çünkü orucu tutamaması kendi suçu değildir. Fakat kaza etmek imkânına
sahip olduktan sonra ölmüşse, velisinin onun yerine kaza etmesi mendubdur.
Buradaki ve/ı'den maksat, kişinin akrabalarından herhangibirisidir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Kim ki üzerinde oruç
borcu varken ölürse, o ölünün velisi ölüye ni-yabeten (onun yerine) oruç
tutabilir.
İbn Abbas'tan rivayet
edildiğine göre bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek şöyle sordu:
- Annem, üzerinde bir
ay oruç borcu varken öldü, (ben ne yapabilirim?)
- Eğer annenin üzerinde herhangibir boç
bulunsaydı, sen o borcu ödermiydin?
- Evet.
- Öyle
ise Allah'a olan
borç başka borçlardan
daha ziyade ödenmeye lâyıktır.
Yabancı bir kişi
ölenin akrabalarından birinden izin alarak ölenin yerine oruç tutarsa bu oruç
sahih olur. Yabancı bir kişi ölenin akrabalarından izin almadan, ölünün de bu
hususta kendisine bir vasiyeti olmadan oruç tutarsa, bu oruç sahih olmaz.
Ölen için hiç kimse
oruç tutmazsa, hergün için 1 müdd yiyecek verilmelidir. Fidyenin de borç gibi
ölenin malından çıkarılması vacibdir. Eğer ölenin malı yoksa onun yerine
başkası kefaret verebilir. Böylece Allah'ın azabından kurtulur.
İbn Ömer şöyle
demiştir: 'Kim üzerinde bir ay oruç borcu olduğu halde ölürse, onun yerine
(velisi) her gün için bir fakiri doyursun'.
İbn Abbas ise şöyle
demiştir: 'Bir kimse Ramazan'da hasta olup, sonra orucunu tutamadan ölürse,
oruçları yerine fidye (yiyecek) verilir'.
2. Aciz olan yaşlı ve şifası umulmayan hasta.
Oruç tutamayan yaşlı
kişi, her gün için memleketinde kullanılan yiyeceklerden 1 müdd fidye
vermelidir. Onun veya velîlerinden birinin, bundan başka birşey yapması
gerekmez.
Atâ şöyle demiştir:
Ben İbn Abbas'm 'Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, bir fakirin doyumluğu kadar
fidye vardır1 (Bakara/184) ayetini okuduğunu duydum. İbn Abbas 'Bu ayet
neshedilmemiştir' dedi.
Ayette sözkonusu
edilen kişiler erkek ve yaşlı kadınlardır. Bunlar oruç tutmaya güç
yetiremedikleri için kendilerinden, bir fakiri doyurmaları istenmektedir.
İyileşme ümidi olmayan
hasta da, oruca güç yetiremeyen yaşlı hükmündedir. O da tutamadığı orucun her
günü için, memleketinde kullanılan yiyeceklerden, fakirlere 1 müdd fidye
vermelidir.
3. Hâmile ve emzikli kadın.
Hâmile veya emzikli
kadın, kendisinin veya çocuğunun zarar görmesinden korkarsa oruç tutmayabilir.
Eğer kendisinin zarar görmesinden korkarak oruç tutmazsa, ikinci senenin
Ramazan ay'ı gelmeden orucunu kaza etmelidir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Allah Teâlâ, namazın
bir kısmını (veya yarısını) ve orucu misafirden, emzikli ve hâmile kadından
kaldırmıştır.
Yani namazı
kısaltmasına ve kaza etmek şartıyla orucunu bozmasına ruhsat vermiştir.
Kadın, çocuğunun zarar
görmesinden korkarak orucunu bozarsa; meselâ hâmile kadın çocuğunu düşürmekten,
emzikli kadın da sütünün azalıp çocuğunun zarar görmesinden korkarsa, orucunu
bozması vacib olur. Daha sonra kaza edip o memlekette genellikle kullanılan
yiyecekten, her gün için bir fakiri doyuracak kadar fidye vermelidir. Yine aynı
şekilde helak ile karşı karşıya gelen kimse de orucunu bozabilir ve daha sonra
kaza ederek her gün için fidye verir.
İbn Abbas'tan şöyle
rivayet edilmiştir; 'Ona takat getirenler için bir miskin doyumu fidye vardır'
(Bakara/184) ayeti, yaşlı erkek ve kadına ruhsat idi. Bu yaşlılar oruca takat
getirirlerse de, oruçlarını yeyip her günün yerine bir fakir doyurmalarına
ruhsat verildi. Çocukları için korktukları takdirde hâmile ve emzikli
kadınlara da ruhsattır'.
Bu, Ramazan ayında
cinsel ilişkide bulunmak suretiyle orucu bozmaktır. Bu da cinsel ilişkide
bulunan kişinin oruçlu olduğunu, Ramazan'da böyle birşeyin haram olduğunu
bilmesi ve aynı zamanda da sefer ruhsatına tâbi olmaması şartına bağlıdır. Bu
bakımdan oruçlu olduğunu unutarak bu işi
yapan veya bu işin Ramazan'da haram
olduğunu bilmeden yapan veya Ramazan dışındaki bir oruçta bunu yapan veya orucunu
önce başka bir şeyle bozduktan sonra bu işi yapan veya sefer ruhsatına sahip
olarak yapan kişiye kefaret yoktur. Onun yapması gereken şey, sadece orucunu
günü gününe kaza etmektir.
Kefaret, cinsel
ilişkide bulunan kocaya vacib olur. Hanımına veya kendisiyle gizli ilişki
kurulan kadına, kefaret vacib olmaz. Cinsel ilişkide bulunan erkeğin suçu daha
büyük olduğu için, kefaret onun üzerine farz kılınmıştır.
Bu Kefaretin
Keyfiyeti
Ramazan orucunun bu
şekilde ifsad edilmesiyle vacib olan kefaret, mü'min bir köle âzad etmektir.
Kölenin erkek veya kadın olması farket-mez. Köle âzad etmeye gücü yetmezse
peşpeşe iki ay oruç tutması gerekir. Eğer buna da gücü yetmezse, 60 fakiri
doyurmalıdır. Bunlardan hiçbirini yapacak durumda değilse, bunlara gücü
yettiği zamana kadar kefaret borcu üzerinde kalır ve ne zaman bunlardan birini
yapmaya gücü yeterse o zaman kefaret borcunu eda eder.
Bunun delili, Ebu
Hüreyre'den rivayet edilen şu hadîstir: Peygam-ber'e birisi gelerek şöyle dedi:
- Helak oldum ey
Allah'ın Rasûlü!
- Seni helak eden nedir?
- Ramazan'da (oruçlu
iken) zevcemle cinsî münasebette bulundum.
- Bir köleyi hürriyete kavuşturacak birşey
bulabilir misin?
- Hayır, bulamam.
. - Peki iki ay
peşpeşe oruç tutmaya gücün yeter mi?
- Hayır, buna muktedir olamam (hem ben bu
felakete oruç yüzünden uğramadim mı?)
- Altmış yoksulu
doyuracak karşılığı bulabilir misin?
- Hayır, bulamam.
Sonra o zat oturdu.
Derken Peygamber'e, içi hurma ile dolu (15 sâ' alabilen) bir sepet getirildi.
Peygamber o zâta şöyle dedi:
- Bunu (al da) sadaka
yap.
- Benden fakir bir yoksula mı vereceğim?
Medine'nin karataşh iki tarafı arasında buna benim ailemden daha muhtaç bir ev
halkı yoktur. Bunun üzerine Hz. Peygamber, azı dişleri görülünceye kadar güldü.
Sonra o kimseye şöyle
dedi: 'Haydi hurmayı götür de bunu kendi ailene yedir'.
Âlimler, yemek
yedirmeye gücü yeten bir fakirin, kefaretini aile fertlerine vermesinin caiz
olmadığını söylemişlerdir Diğer kefaretler de böyledir. Bu hadîste zikredilen
durum sadece o kişiye mahsustur. Şunu da belirtelim ki Ramazan orucunu cinsel
ilişkide bulunmak suretiyle bozan kişinin, kefaretle beraber orucunu kaza
etmesi de vacibdir. Kefaret, cinsel ilişkiyle ifsad edilen günlerin tekerrür
etmesiyle tekerrür eder. Ramazan'ın iki gününde cinsel ilişkide bulunarak
orucunu ifsad eden kişi, hem o iki günü
kaza etmekle, hem de
iki kefaret vermekle yükümlüdür.
Ramazan'ın üç gününde cima yaparsa,
üç kaza, üç kefaretle yükümlüdür.
Bu, sünnet olan
oruçtur. Tatavvu, farz olmayan ibadetleri yapmak suretiyle Allah'a yaklaşmak
için yapılan ibadettir. Hiç şüphe yok ki oruç, ibadetlerin en üstünlerinden
biridir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Kim Allah için bir gün
oruç tutarsa, Allah onun yüzünü yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.
Nafile orucun teşri
kılınmasının hikmeti, insanı Allah'a daha çok yaklaştırmasıdır. Zaten insanı
Allah'a yaklaştırmayan hiçbir ibadet yoktur. Bu nedenle bir hadîs-i kudsîde
şöyle bu vurulmuştur: 'Kul, nafile namazlarla bana yaklaşmaya devam eder. Öyle
ki ben onu severim'.
Şüphe yok ki Allah'ın
bir kulunu sevmesi ve kulun rabbine yakın olması, o kulu masiyetten
uzaklaştırıp taate sevkeder, iyiliğe koşmasını sağlar.
Sünnet (tatavvu,
nafile) olan oruçları kısaca şöyle zikredebilirz:
1. Arefe gününün orucu
Bu, Zilhicce ayının
dokuzuncu gününde tutulan oruçtur. Bu oruç, hacda olmayan kimseler için
sünnettir.
Arefe günü tutulan
oruç hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
(Arefe günü oruç
tutmaya gelince) Allah bununla önceki senenin ve sonraki senenin günahlarını
örter.
Arefe günü, günlerin en üstünüdür. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hiçbir gün yoktur ki
Allah, Arefe gününden daha fazla o günde kullarını ateşten âzad etsin.
Hac'da olan kimsenin
Arefe günü oruç tutması sünnet değildir. Onun için sünnet olan, Peygamber'e
uyarak o günü oruçsuz geçirmesidir.
2. Aşure ve
Tasua günlerinin orucu.
Aşure, Muharrem
ayının onuncu günüdür.
Tasua günü ise Muharrem ayınm
dokuzuncu günüdür. Bu iki günde oruç
tutmanın müstehab olduğunun delili, İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu hadîstir:
'Hz. Peygamber, Aşure günü oruç tuttu ve tutulmasını emretti'.
Aşure günü oruç
tutmak hakkında Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
(Aşure günündeki oruca
gelince) Allah bununla önceki senenin günahlarını örter.
Eğer gelecek seneye
kalırsam (Muharrem ayının) dokuzuncu gününde muhakkak oruç tutacağım.
Fakat Hz. Peygamber, o güne yetişemeden vefat
etmiştir. Tasua günü ile Aşure gününde oruç tutmanın sebebi, ayın tesbitinde
yanlışlık olma ihtimalidir. İhtiyaten bu günde oruç tutmak daha iyi olur.
Ayrıca bunda yahudilere muhalefet etmek de sözkonusudur. Çünkü onlar sadece
Muharrem'in onuncu günü oruç tutuyorlardı. Eğer onuncu günle beraber dokuzuncu
günde de oruç tutulmamışsa, onbirinci günü oruç tutmak müstehabdır.
3- Pazartesi
ve Perşembe günlerinde oruç tutmak.
Bunun delili, Hz.
Aişe'nin rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Peygamber, Pazartesi ve Perşembe
orucunu taharri ederdi (arardı)
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Ameller, Pazartesi ve
Perşembe günleri (Allah'a) arzedilir. Bu yüzden amelimin oruçlu olduğum halde
arzedilmesini severim.
4. Her ayda
üç gün oruç tutmak.
Her ayın onüç, ondört
ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak, ayın diğer günlerinde tutmaktan efdaldir.
Bunlara 'beyaz günler' denir. Bunun sebebi, bu günlerin ayın ışığıyla daha
beyaz olmasıdır. Bu günlerde oruç tutmanın müstehab olduğunun delili, Ebu
Hüreyre'nin rivayet ettiği şu hadîstir:
Ebu Hüreyre şöyle
demiştir: 'Dostum (Hz. Peygamber), bana üç şey tavsiye etti: Her aydan üç gün
oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak, vitir namazını kılıp uyumak
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Her aydan üç gün oruç
tutmak, bir de Ramazan orucunu tutmak, bütün sene oruç tutmak gibidir.
Ey Ebu Zer! Ayın üç
gününde oruç tutmak istediğinde onüç, ondört
ve onbeşinci
günlerinde tut!
Katâde b. Milhan,
babasından şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber bize (her ayın) onüç, ondört
ve onbeşinci günlerini oruçlu geçirmemizi emretti ve 'Bu günlerin orucu sene
orucu gibidir' buyurdu.
Ancak Zilhicce'nin
onüçüncü günü bundan istisna edilmiştir. Çünkü o gün, teşrik günlerindendir ve
ileride geleceği gibi o günde oruç tutmak haramdır.
5. Şevval
ayında altı gün oruç tutmak.
Bu altı günü, peşpeşe
oruçlu geçirmek en güzelidir. Fakat şart değildir. Bunu ayrı ayrı günlerde
tutmak da Sünnet'in yerine gelmesi için yeterlidir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur;
Kim Ramazan orucunu
tutar, sonra Şevval'den altı gün daha oruç tutup onun
ardından gönderirse, bu
bütün sene oruç
tutmak gibidir.
Nafile oruç tutan
kişi, orucunu istediği an bozabilir ve kaza etmesi de gerekmez. Fakat böyle
yapması mekruhtur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Nafile oruç tutan kişi
nefsinin emîridir; isterse oruca devam eder, isterse iftar eder.
Farz olan orucun
kazasına başlayan kişinin, onu kesmesi haramdır. Çünkü bir farza başlama, onu
tamamlamayı vacib kılar.
İnsan Allah'ın
kuludur. Allah Teâlâ istediği şekilde onu ibadetle mükellef kılabilir. İnsanın
Allah'a itiraz etme hakkı yoktur. Ona vacib olan 'İşittik ve itaat ettik. Ey
rabbimiz, mağfiretini dileriz, nihayet dönüş sanadır' (Bakara/185) demektir.
Mekruh olan oruç;
terkedilmeşinde sevap, tutulmasında ne sevap, ne de ikab olan oruçtur. Mekruh
olan oruçları şöyle sıralayabiliriz:
A. Haftanın sadece
Cuma günü oruç tutmak. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sizden biriniz Cuma
gününden birgün önce yahut birgün sonra oruç tutmadıkça sakın münferiden Cuma
günü oruç tutmasın.
B. Sadece Cumartesi günü oruç tutmayı âdet
edinmek. Çünkü Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Sakın Allah'ın farz
kıldığı oruç dışında, Cumartesi gününü oruca tahsis etmeyin.
Âlimler, pazar günü
oruç tutmayı âdet edinmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Çünkü yahudiler
Cumartesi gününü, hristiyanlar da Pazar gününü tazim etmektedirler. Fakat
Cumartesi ve Pazar gününde oruç tutmak mekruh değildir. Çünkü bu iki günü
birlikte ne yahudiler, ne de hristiyanlar tazim eder.
İmam Ahmed şöyle
rivayet etmektedir: Hz. Peygamber, Cumartesi ve Pazar günleri oruç tutardı.
Hatta diğer günlerden daha fazla bu iki günü oruçlu geçirirdi ve derdi ki: 'Ben
yahudilere ve hristiyanlara muhalef ederek o iki günü bayram olarak değil de
oruçlu olarak geçirmek istiyorum'.
C. Bütün sene oruç
tutmak.
Bütün sene oruç tutan
kişinin bundan dolayı zarar görmesi veya başkasının hakkını yerine getirememesi
sözkonusu olursa, bütün seneyi oruçlu geçirmesi mekruh olur.
Rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber, Selman ile Ebu Derda'yı kardeş yaptı. Selman birgün Ebu
Derda'yı ziyarete gittiğinde Ümmü Derda'yı yırtık-pırtık elbiseler içinde
görünce, ona şöyle dedi:
- Niçin bu elbiseleri giyiyorsun?
- Kardeşin Ebu Derda, 'dünya zînetlerine
ihtiyacım yoktur' diyerek benimle ilgilenmiyor.
- Ey Ebu Derda! Senin üzerinde rabbinin hakkı
vardır, ailenin senin üzerinde hakkı vardır, nefsinin de senin üzerinde hakkı
vardır. Bu nedenle her hak sahibine hakkını ver.
Ebu Derda, Selman'ın
söylediklerini Hz. Peygamber'e naklettiğinde, Hz. Peygamber 'Selman doğru
söylemiş1 buyurdu.
Bütün seneyi oruçlu
geçirmekten zarar görmeyen ve bundan dolayı başkalarının hakkına zarar vermeyen
kişi, bütün seneyi oruçlu geçirebilir. Bu onun için mekruh değil, müstehabdır.
Çünkü oruç, ibadetlerin en üstünlerinden biridir.
Oruç tutmanın haram
olduğu günler şunlardır:
1. Ramazan ve Kurban bayramlarının günlerinde
oruç tutmak haramdır.
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet etmektedir: 'Hz. Peygamber, iki gün oruç tutmaktan nehyetti: Kurban
bayramı günü ile Ramazan bayramı günü'.
2. Teşrik günlerinde oruç tutmak haramdır.
Teşrik günleri Kurban
bayramını takip eden üç gündür. Bu günlerde oruç tutmanın haram olduğunun
delili, Ka'b b. Mâlik'in rivayet ettiği şu hadîstir: Hz. Peygamber, teşrik
günlerinde benimle Evs b. Hadesan'ı göndererek şöyle ilan etmemizi emretti:
Şu muhakkak ki cennete
mü'min olandan başkası giremez. Mina'da geçirilen teşrik günleri, yemek ve
içmek günleridir.
Amr b. As şöyle
rivayet etmektedir: "Hz. Peygamber, teşrik günlerinde yememizi emreder,
bu günlerde oruç tutmamızı nehyederdi".
3. Şekk gününde oruç tutmak.
Bu gün Şaban ayının
otuzuncu günüdür. Ancak bu gün hakkında Şaban ayının son günü mü, yoksa
Ramazan'm ilk günü mü diye şüphe edildiğinde ve hilâl görülmediğinde bu günde
oruç tutmak haram olur. Bu durumda o günü Şaban ayından kabul etmek gerekir. Bu
günde oruç tutmanın haram olduğunun delili, Sıla (b. Münzer)den rivayet edilen
şu rivayettir: Şek edilen günde Ammar'ın yanında bulunuyorduk. (Pişmiş) bir
koyun getirildi. Cemaatten bazısı sofradan uzaklaştılar. Ammar şöyle dedi: 'Kim
bu günü oruçlu geçirirse Ebu'l-Kasım'a âsi olmuş olur'.
4. Şaban
ayının ikinci yarısında oruç tutmak.
Şaban ayının ikinci
yarısında oruç tutmanın haram olduğunun delili, Hz. Peygamber'in şu sözüdür:
Şaban'ın yarısı olunca
(nafile) oruç tutmayın.
Şaban ayının ikinci
yansı olduğunda Ramazan gelinceye kadar oruç
yoktur.
Ancak oruçlu kişi
özellikle değil de âdeti gereği bu günlerde oruç tutarsa; yani bu günler onun
âdetine tevakuf ederse, şek gününde de, Şaban'ın ikinci yarısında da oruç
tutmak haram olmaz. Meselâ bir kimse bütün sene oruç tutuyorsa, bu günlerde de
tutmasında herhangibir mahzur yoktur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Bir gün veya iki gün
önceden oruç tutmak suretiyle sakın Rama-zan'ın önüne geçmeyin. Bir kimsenin
âdet edindiği bir orucu tutması müstesnadır. Böyle kişi âdet edindiği o orucunu
varsın tutsun.