REHİN.. 2
Rehin'in
Tarifi 2
Rehin'in
Meşruiyeti 2
Rehin'in
Hükmü. 2
Rehin'in
Meşruiyetinin Hikmeti 3
Rehin
Akdinin Rükûnlan. 3
1. Akid Yapan İki Kişi 3
Velî'nin,
Vâsî'nin Rehin Vermesi ve
Rehin Alması 4
2. Siga. 4
3. Rehin Bırakılan Mal 5
4. Kendisi
İçin Rehin Bırakılan Mal 5
Rehin
Akdinin Lüzumu. 6
Rehin'i
Kabzetmenin Keyfiyeti 7
Rehin
Akdinin Hükümleri 7
Rehin
Alanın Elinde Bulundukça
Rehin Bırakılan Mal ile
İlgili Hükümler 7
1. Rehin Bırakılan
Malın Rehin Alanın
Yanında Kalması 7
2.
Rehin'in Korunması ve Masrafı 8
3- Rehin Alanın,
Rehin Aldığı Mal Hususundaki Durumu. 8
4. Rehin Bırakılan
Maldan Yararlanmak. 8
B. Rehin Bırakılan
Maldan, Rehin Alan
Kişinin Yararlanması 9
5. Rehin Bırakılan
Malda Tasarruf Etmek. 9
A. Rehin Bırakılan
Malda, Rehin Bırakan
Kişinin Tasarruf Etmesi 9
B. Rehin Alan
Kişinin Rehin Aldığı Malda
Tasarruf Etmesi 10
6.
Borcun Ödenmesiyle Rehin
Akdi Sona Erer 10
7. Rehin
Bırakılan Malın Satılması 10
Rehin
Bırakılan Malın Satılması,
Rehin Bırakan Kişiye
veya Onun Vekiline Aittir. 10
II.
Rehin Bırakılan Malın Telef Olmasıyla İlgili Hükümler 11
1. Rehin Bırakılan
Malın Kendiliğinden Zayi
Olması 11
2. Rehin Bırakılan
Malın Telef Edilmesi 11
A. Malı Helak
Eden Rehini Bırakan Kişi Olursa Şu Hükümler Terettüb Eder 11
B. Malı Telef Eden
Rehin Alan Kişi
Olursa Şu Hükümler Terettüb Eder 11
C. Malı Telef Eden
Başkası Olursa Şu
Hükümler Terettüb Eder 12
Üçüncü Kısım.. 12
Rehin
Bırakılan Malın Artışıyla İlgili
Hükümler 12
Dördüncü
Kısım.. 12
Rehinle İlgili Fer'î Hükümler 12
I. Rehin
Malının Adil Bir Kişiye Teslim Edilmesi 12
II. Âriye Olarak
Alınan Malın Rehin Olarak
Bırakılması 13
III.
Rehin Akdi Tamamlandıktan Sonra
Borcun veya Rehin Malının Artırılması 14
a. Rehin Bırakılan
Malın Artırılması 14
b.
Borcun Artırılması 14
IV. Rehin Akdi
Yapan Tarafların İkiden Fazla Olması 14
a. Rehin Bırakan Kişilerin Fazla Olması 14
b. Rehin
Alanların Müteaddid . Olması 14
c. Rehin Bırakılan Malın Birden Fazla Olması 15
Rehin lugatta,
hapsetmek anlamına gelir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur;
Her nefis kazandığına
karşılık olmak üzere bir rehindir (mahbustur).
(Müddessir/38)
Yani her nefis dünyada
yaptıklarının hesabını vermedikçe, cennete, girmekten menedilmiştir. Rehin
kelimesi, bazen sübut ve devamlılık mânâsında da kullanılır.
Istılahta ise rehin
akdine rehin denir ki aslolan da budur. Fakihler rehin kelimesini
kullandıklarında geneljikle bunu, bazen de borçlunun alacaklıya güvence olarak
verdiği malı kasdederler. Şu ayet-i kerime'de bu mânâda kullanılmıştır:
Eğer yolculukta olur
kâtip de bulamazsanız, alınan rehin (yeterlidir). (Bakara/283)
Ayette geçen nhan
kelimesi, rehin'in çoğuludur. Çünkü kabzedilmek-Ie vasıflandırılmıştır ki, kabz
mânâda değil mal'da olur. Akid için kullanılan rehinde ise kabz sözkonusu
değildir. Bu bakımdan akid mânâsına gelen rehin, şeriat nazarında malî bir
değeri olan bir malı, borç için güvenceye almaktır ki alacaklı alacağını
alamadığı zaman veya alması zor olduğu zaman onu satıp hakkını alabilsin.
Ca'J kılmak akidle
olur. Câil rehin veren kişidir. Mec'ul rehini kabul eden, rehin olarak yanma
ma! bırakılan alacaklı demektir. Mec'ul kılınan nesne, rehin olarak bırakılan
maldır. Mal ise mânâya değil, hacmi olan nesnelere ıtlak olunur.
Rehin tevsik için
verilir; yani borç veren kişi 'malım boşa gitti, zayi oldu' demesin diye
verilir. Böylece borç veren kişi alacağı hususunda mutmain olur. Bu bakımdan
rehine olarak bırakılan mal, alacak karşılığıdır; yani borç veren kişi,
alacağını almakta zorluk çekerse veya hiç alamazsa, rehine olarak aldığı malı
satarak hakkını alabilir. Görüldüğü gibi rehinin tarifi kısa olmasına rağmen,
akdin bütün hükümlerini kapsadığı gibi, hikmetlerini de kapsamaktadır.
Kur'an ve Sünnet
rehin'in meşruiyetine delâlet etmektedir. Müslümanlar da rehin'in meşru olduğu
hususunda ittifak etmişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Eğer yolculukta olur
kâtip de bulamazsanız, alman rehin (yeterlidir).
(Bakara/283)
Bu ayet, şu ayetten
sonra gelmiştir:
Ey iman edenler!
Birbirinize belirli bir zaman için borç verdiğinizde onu yazın.
. - (Bakara/282)
Bu ayetlerden,
rehinenin borcu tevsik hususunda yazı yerine geçtiği anlaşılır.
Rehin'in meşruiyetine
delâlet eden hadîslere gelince, Hz. Aişe şöyle söylemektedir: 'Allah'ın Rasûlü
vefat ettiğinde onun zırhı, bir yahudiden aldığı 30 sa1 arpa karşılığında
rehinde bulunmaktaydı'.
Konuyu işlerken
-Allah'ın izniyle- rehin'in meşruiyetine delâlet eden birçok delil
zikredilecektir.
Hazer'de ve kâtibin
bulunduğu bir yerde de yazı yerine rehin vermek caizdir. Yukarıda
zikrettiğimiz ayette geçen 'Eğer yolculukta olur kâtip de bulamazsanız1
ibaresinin zahirine bakıldığında rehin vermenin, ancak yolculuk esnasında ve
kâtip bulunmadığı zaman meşru olduğu anlaşılır. Fakat burada ayetin zahirinden
anlaşılan mânâ kasded i İme mistir. Rehin vermek seferde de, hazerde de, kâtip
bulunsun bulunmasın,
caiz ve meşrudur. Hz.
Aişe'den rivayet edilen sözkonusu hadîs de buna delâlet etmektedir. Zira Hz.
Peygamber, bir yahudiden yiyecek maddesi almış ve rehin olarak da zırhını
bırakmıştır.
Bu hususta zahir olan
hem Hz. Peygamber'in, hem de yahudinin seferde bulunmayıp Medine'de
bulunduklarıdır. Bundan anlaşıldığına göre rehin vermenin sahih olması için
seferde olmak veya kâtibin bulunmaması şart değildir. Âlimler burada seferin
zikredilmesinin, kâtibin bulunmamasının hikmetini şöyle açıklamışlardır: Bu
ayet vakıaya göre sev-kedilmiştir. Çünkü insanlar seferde rehin almaya ihtiyaç
duyarlar. Zira seferde genellikle kâtip ve şahitler bulunmaz. Özellikle de okur
yazarın çok az bulunduğu zamanlarda. Bu ifade, Arapça'nın üstün özelliklerin-dendir
ki Kur'an da bu üslûbun en yüksek tabakasındadır.
Ayetin zahiri,
rehin'in meşruiyetine delâlet etmekle kalmıyor, bunun vacib olduğuna da delâlet
ediyor. Zira Allah Teâlâ rehin vermeyi, emir sigasıyla bildirmiştir ki bu da
vücûba delâlet eder. Fakat âlimler rehin vermenin vacib olmadığında ittifak
etmişler, bunu cevaza hamletmişler-dir; yani alacaklı kişi isterse rehin alır,
isterse almaz. Çünkü rehin, hakkın tevsiki için meşru kılınmıştır. İnsan
hakkını almak hususunda bazen vesikaya ihtiyaç duyar, bazen de duymaz. Rehin'in
hükmünün vacib değil, caiz olduğuna şu
ayet delâlet etmektedir:
Şayet birbirinize
güvenirseniz, güvenilen kimse emaneti (almış olduğu borcu) iade etsin.
(Bakara/283)
Yani borçlu olan kişi
bu hususta emin sayılır da kendisinden rehin alınmazsa, borcunu ödesin. Ancak
rehin alınmazsa, emin sayma sözkonusu olabilir. Çünkü rehin talep etmek,
borçlunun eminliğinden şüphe fetmenin delilidir. Yine âlimler rehin'in, yazıya
karşılık olduğunu, yazının da vacib olmadığını söyleyerek şu ayeti delil
göstermişlerdir.
(Borç) büyük olsun,
küçük oîsun onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin. Bu sizin için Allah
katında adalete en uygun, şahitlik için en sağlam ve şüpheye düşmemenize daha
yakın bir durumdur. (Bakara/282)
Âlimler, borcu
yazmanın vacib olmadığını, bu emrin irşad için olduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber biz deriz ki yazmak ve rehin
vermek vacib değilse de bu 'bu hususta gevşeklik gösterin, birbirinizi
mahkemeye verin, dinî hisleri zayıf olan kişiler bunu halkın mallarını yemek
hususunda vesile edinsinler' anlamına gelmez. Âlimlerin söylediği, borcu yaz
emrinin irşad için olduğu ve borcu yazmanın müstehab olduğudur. Öyleyse borcu
yazmak, her halükârda daha iyidir. Yazmak mümkün değilse rehin vermek en
güzelidir. Böylece halk, mallarının zayi olacağı korkusuyla hayır işlemekten
kaçınmaz. Ancak din ve ahlâkına güvenilen bir kişiye rehin olmadan, şahit tutup
yazı yazmadan borç verilebilir. Tevfik Allah'tandır.
Daha önce Allah Teâlâ'nın
insanlar için kolaylık dilediğini onlardan zorluğu kaldırdığını, maslahatlarını
gözettiğini söylemiştik. Halk birbirleriyle alışveriş yapmaya muhtaçtır, fakat
her zaman paraları bulunmaz. Oysa birtakım İhtiyaç maddelerini mutlaka almaları
lazımdır. Bu durumda ihtiyaç duyduğu malı borca almaktan başka çare yoktur.
Mal sahipleri rehin almadan mallarını borca vermediklerinden, mahkemeye gidip
uğraşmak istemediklerinden, şahit ve kefile de razı olmazlar. Mallarının karşılığını
rahatça alabilmek için rehin isterler. Ancak rehin karşılığında mallarını
borca verirler. Böylece hem ihtiyaç sahibi ihtiyaç duyduğu malı alabilir, hem
de mal sahibi hakkını kolay alır ve bu muamele sayesinde insanların maslahatı
gözetilmiş olur.
Yukarıda geçen
ibarelerden rehin akdinin de -diğer akidlerde olduğu gibi- rükûnlan olduğu
anlaşılmıştır. O rukûnların da birtakım şartları vardır ki akid ancak onlarla
sahih olur ve üzerine terettüb eden hükümler tahakkuk eder. Rehin akdinin
rükûnlan şunlardır:
1. Akid yapan iki kişi
Bunlar rehin isteyen
ve rehin veren kişilerdir.
2. Siga
Akdin yapılmasına
delâlet eden lafızdır. „ ,
3- Borç
Bu, akdin sebebi olan borçtur ki rehin veren kişinin ödemesi gereken
miktardır. Rehin alan kişinin de malıdır.
4. Rehin
bırakılan mal
Bu da alacaklıya,
borcun garantisi olarak verilen maldır.
Bunları -Allah izin
verirse- hüküm ve şartlardan bahsederken mufassal bir şekilde izah edeceğiz.
Bunlar, rehin veren ve
alan kişidir. Rehin veren kişi, rehin alan kişiye borçludur. Mürtehin de (rehin
alan kişi de) malını borca veren kişidir, bu nedenle kendisine rehin verilir.
Rehin veren ve alan kişilerde bulunması gereken şartları şöyle sıralayabiliriz:
a, Mükellef
(âkil-bâliğ) olmaları ve mâlî tasarruflarında hacr altında bulunmamaları
gerekir.
Çocuk -mümeyyiz olsa
dahi- rehin veremez ve alamaz. Eğer çocuktan borca mal alıp karşılığında rehin
verilirse, sahih olmaz. Mürtehin za-min olur; mal telef olursa onun bedelini
ödemek zorunda kalır. Bir çocuğun yanma
rehin bırakılan mal, rehin olarak kabul edilmez; rehinin hükümleri onun üzerine
tahakkuk etmez. Zaman zaman aklı gidip gelen kişi de çocuk gibidir. Çünkü
rehin, üzerine birtakım hüküm ve mesuliyetlerin terettüb ettiği bir akiddir.
Çocuk da deli de akid ehli değildir; yani şeriat, onların akid hususundaki
sözlerine ve tasarruflarına itibar etmez. Çünkü onlar muhafaza etmeye ehil
değildirler. Bunu daha önce birçok kere söylemiştik. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Kalem, üç kişiden
kaldırılmıştır: Akıllanıncaya kadar deliden. Uyanın-caya kadar uyuyandan. Baliğ
oluncaya kadar çocuktan.
Kaiem'in
kaldırılmasından maksat, mesuliyetlerinin olmamasıdır.
Malî tasarruflarında
hacr altına alınan kişi ise şeriat nazarında sefih olan kişidir ki malında
güzel tasarruf yapamamaktadır. Bu, malını haram olan hususlarda harcamak veya
mubahlarda israf etmek gibi tasarruflarla .cerayan eder veya o kişilerde
delilik (dengesizlik) daman vardır. İşte bu tür kişilerin malî tasarrufu
yasaklanmıştır. Rehin alıp vermek de malî bir tasarruftur.
b. Rehin
veren ve alan kişi zorlanmış olmamalıdır.
Rehin veren de alan da
bunu kendi nzalanyla yapmalıdır. Rehin veren kişi rehin vermek, rehin alan
kişi de rehin almak hususunda zorlanırsa, rehin sahih olmaz ve o rehinin
üzerine -ileride zikredilecek olan-hükümler terettüb etmez. Akid yapanın
zorlanması ortadan kalkarsa, durum, zorlanmadan önceki .hâle döner. Bu durumda
-zorlanan, rehin alan kişi ise- rehin veren kişinin, verdiği rehin'i alması
vacib'dir. Eğer zorlanan, rehin veren kişi olursa, rehin alan kişinin, aldığı
rehin'i vermesi vacib olur. Bundan sonra akid yapmak isterlerse, tekrar rehin
verip alabilirler. Çünkü rehin, şer'î ve inşâı tasarruflardandır; zorlanma
durumunda hükmü kalmaz; Bunu -Allah izin verirse- İkrah babında izah edeceğiz.
c. Rehin
verdiği veya rehin aldığı malda teberru ehliyetine sahip olmalıdır.
Meselâ rehin veren
kişi rehin verdiği malın sahibi olmalıdır, rehin alan kişi de karşılığında rehin aldığı malın
sahibi olmalıdır.
Velî veya vâsî,
velayeti altında bulunan kişinin malından herhangibir şeyi rehin olarak
bırakamaz, velayeti altında bulunan kişinin alacağından ötürü rehin alamaz.
Çünkü velî ve vâsî,
velayetleri ve vesayetleri altında bulunan kişinin malından herhangibir şeyi
teberru olarak vermek yetkisine sahip değillerdir. Çünkü rehin vermede ve
rehin almada teberru mânâsı vardır.
Rehin alan kişi de
rehin olarak aldığı malda tasarruf etme yetkisine . sahip değildir.
Ancak ileride zikredilecek
şartlar dahilinde tasarruf edilebilir. Kusurlu bir kişinin malına el koyup onun
menfaatini karşılıksız olarak elden kaçırmak teberrudur ki velînin teberru'
yetkisinin olmadığını daha önce de söylemiştik. Nitekim rehin almak suretiyle,
bir anlamda kişi malında tasarruftan menedilmektedir. Dolayısıyla rehin alan,
aldığı maldan yararlanamaz. Bu nedenle fakihler şöyle demişlerdir: 'Velî,
velayeti altında bulunan çocuğun malını, normal durumlarda satmaya yetkili
değildir. Ancak satılan malı teslim etmeden önce parasını alabilirse satabilir.
Madem ki velî'nin böyle bir yetkisi yoktur, öyleyse hacr altında olan çocuğun
parası karşılığında rehin aima yetkisi de yoktur'.
Bununla beraber
fakihler iki hâli bundan istisna etmişlerdir. Bu iki durumda velî ve vâsi rehin
verebilir, rehin alabilir. Çünkü burada velayetleri altında bulunan kişinin
yaran sözkonusudur. Bu iki durum ise zaruret hâli ile rehin bırakılan malın,
alman maldan aşağı olmasıdır.
I Zaruret
hâli
Mesela velayeti altında
bulunan ihtiyaç sahibi bir kişiye infak etmek istediği halde yanında infak
edecek malı bulunmasa, onların nafakası için alacağı bir mal karşılığında
onların malından rehin verebilir. Ancak bu
mal, çıkacak mahsulden
veya onların ödenme
vakti yaklaşmış
alacaklarından veya hâl-i
hazırda para etmeyen, ileride para
edip borçlan ödeyeceği ümit edilen mallardan olmalıdır. Veya velayeti
altında bulunan kişinin, çalınmasından veya yağma edilmesinden.korktuğu bir
malı varsa, onu bir zamana kadar satabilir veya malı korumak için borç alıp
aldığı borcun garantisi olarak da onların malından rehin bırakabilir.
ıı. Rehin
bırakılan mal ile karşılığında alınan mal arasında -velayeti altında bulunan
kişinin maslahatına olmak üzere- büyük bir fark bulunmalıdır.
Meselâ değeri 200
dirhem olan bir mal, 100 dirheme satılıyor, onların da bunu peşin olarak
almaları mümkün değilse, onların malından, 100 dirhem borç karşılığında rehin
bırakılabilir ve o mal 100 dirheme alınır. Ancak rehin bırakılan mal, emin ve
zengin bir kişinin yanma bırakılmalı ve şahit tutulmalıdır. Müddet de örfen
uzun sayılmayan bir zaman olmalıdır. Bu şartlardan biri eksik olursa, velayeti
altında bulunan kişinin malından rehin bırakmak sahih olmaz.
Rehin almak da rehin
vermek gibidir. Meselâ velî, velayeti altında bulunan çocukların 100 dirhem
değerindeki malını 200 dirheme satarsa, buna karşılık da rehin alırsa, bu
caizdir. Çünkü burada çocukların menfaati sözkonusudur.
Siga, icab ve kabul
demektir. İcab ve kabul ise rehin veren ile alanın, bunu kabul ettiklerine
delâlet eden lafızdır. Meselâ rehin veren kişi 'Bendeki alacağına karşılık şu
evimi sana rehin olarak bıraktım' veya 'Elimdeki şu malı, bendeki alacağına
karşılık rehin olarak al' dese, alacaklı da 'Rehin olarak kabul ettim1 dese,
icab ve kabul gerçekleşmiş olur. Diğer akidlerde olduğu gibi rehinde de siga'nm
şart olmasının sebebi, rehin'in de bir akid olup onda malî bir bedelin
bulunmasıdır. Çünkü bir kişinin malı başka birine, rızası olmadıkça helâl
olmaz. Rıza ise gizli birşey olduğundan, ona delâlet eden bir lafız gerekir. Bu
da akid yapan iki kişiden sadır olan lafızdır ki icab ve kabul ile olur.
Rehin akdi yapan
taraflardan birinin lafzı, diğerinin fiili yeterli olur mu? Meselâ alıcı 'Şu
eşyayı bana şu kadar zaman zarfında ödemek üzere sat, şu saatimi de rehin
olarak kabul et' dese, satıcı da 'Onu sana sattım1 deyip malı vâsiye teslim
etse, saati de rehin olarak alsa -en sahih görüşe göre- rehin akdolunmuş
sayılmaz. Zira burada rehin vermeye ve almaya delâlet eden bir siga
kullanılması gerekirdi. Bu hüküm dilsiz olmayanlar için sözkonusudur. Dilsiz
olan kişilerin ise rehin vermeye veya almaya delâlet eden işaretleri
yeterlidir. Dilsizin işareti, zaruret sebebiyle lafız yerine kabul edilir.
Çünkü dilsizin işareti de akde razı olduğuna veya olmadığına delâlet eder.
Dilsizin yazması da bunun gibidir.
Bu, alman malın
ödenmesinin garantisi olarak satıcının yanına bırakılan maldır. Fakihler, rehin
almanın sahih olması için şu şartlan ileri sürmüşlerdir:
a. Rehin bırakılan nesne ayn olmalıdır.
Bu bakımdan bir
menfaatin rehin bırakılması sahih olmaz. Meselâ bir evin gelirini veya evden
mesken olarak menfaatlenmeyi rehin olarak bırakmak sahih değildir. Çünkü
menfaat, zamanın geçmesiyle yok olur, alacaklı için bir garanti, bir vesika
teşkil etmez.
b. Rehin bırakılan mal, satılabilen mallardan
olmalıdır.
Yani daha önce
belirttiğimiz gibi, satılan malda bulunması gereken , şartlar onda da
bulunmalıdır. Bunlar, akid esnasında
mevcut olması, şer'an mal sayılması, mal sahibinin malı teslim etme kudretine
sahip ol -ması, malın akid sırasında teslim edilmesi gibi şartlardır. Bu
bakımdan rehin bırakan kişi
'Koyunlarımın doğuracağı yavruları
rehin olarak , bırakıyorum'
dese, rehin akdi sahih olmaz. Köpek veya domuz'u rehin bırakmak da sahih olmaz.
Zira köpek ve domuz, şer'an kıymeti olan mallardan değildir. Hac veya umre için
ihrama giren kişinin avladığı hayvan da, Harem (Mekke) sınırları dahilinde
avlanan hayvan da köpek ve domuz gibidir. Çünkü ihramlınin avladığı hayvan ile
Harem (Mekke) sınırları dahilinde avlanan hayvan, ölü (murdar) hükmündedir,
şer'an mal sayılmazlar. Havadaki bir kuşu da rehin olarak bırakmak sahih olmaz,
zira onu teslim etme kudreti kişide yoktur. 'Falan adamdaki alacağımı, borcuma
karşılık rehin bırakıyorum1 demek de
böyledir, çünkü onu teslim etme
kudretine sahip değildir. Satın almak
üzere pazarlığı yapılan bir malı da
rehin bırakmak sahih
olmaz. Mülkü dahilinde olmayan
odun ve ot gibi şeyleri toplayıp rehin bırakmayı va'delmek de sahih değildir.
Çünkü onlar henüz
onun mülküne girmemiştir.
Rehin veren kişinin,
rehin verdiği malın sahibi olması gerekir mi meselesine gelince, rehin
bırakılan malın rehin bırakan kişinin mülkü olması şart değildir. Başkasından âriye
olarak alman bir mal, şartlan ve hükümleri gözetildiği takdirde rehin olarak
bırakılabilir. Bu şart ve hükümler müstâkil olarak Âriye Yoluyla Rehin İçin
Alman Ayn başlığı altında izah edilecektir. Yine rehin oarak bırakılan malın,
tümünün sahibi olmak da şart değildir; onun bir kısmına sahip olması
yeterlidir. Bu bakımdan kişi mülkünde olan bir malı rehin bırakabildiği gibi,
ortak olduğu bir araba- . daki, bir
evdeki, bir arazideki hissesini de borcu karşılığında rehin olarak bırakabilir.
İşte buna fakihler Rehn'ul-Muşâa diyorlar. Bunun nedeni, sahipleri arasında
şayi olan bir malın satışa kabiliyeti olmasıdır. Bu nedenle bir malda şayi bir
hisseye sahip olan kişi, o mal taksim edilmemiş olsa bile hissesini satabilir.
Hissesini satabildiğine göre, rehin de bırakabilir. Çünkü rehin bırakmanın ve
rehin almanın amacı, bir vesika vermek, bir garanti sağlamaktır. Böylece kişi
alacağını almakta zorlanırsa, rehin aldığı malı satarak alacağını tahsil etme
şansına sahip olur. Bu ise şayi olan
bir rehinde de gerçekleşir.
Şayi olan rehineyi
kabzetmenin keyfiyeti, Rehin'in
Kabzedilmesi bahsinde izah edilecektir.
Bu, rehin bırakanın,
bıraktığı rehine karşılık aldığı maldır. Bu malda da bulunması gereken şartlar
şunlardır:
a. Borç
olmalıdır.
Dirhem, dinar ve
mütedavil olan diğer paralar gibi zimmette sabit olan ve malların kendisiyle
kıymetiendirildiği şeylerden olmalıdır. Çünkü rehin almaktan maksat, alacağını
garantiye almaktır; yani borçlu borcunu ödemediği takdirde, alman rehin
satılarak alacaklının hakkı ödenir. Bu da ancak borca verilen malda mümkün
olur. Bu borcun sebebine bakılmaz; rehin veren kişi malı ister belli bir zaman
içinde ödemek üzere alsın, ister karz-ı hasen olsun, ister tazminat olsun,
ister rehin alanın birşeyi itlaf etmesinden ötürü olsun, mesele değişmez. Buna
binaen kendisi için rehin bırakılan hakkın ayn olması sahih olmaz. Meselâ
gasbedilmiş malına karşılık gasıbdan rehin istenmesi veya malını âriye olarak
veren kişinin, karşılığında rehin istenmesi caiz değildir. Günümüzde bu şekilde
rehin İstemek çok yaygınlaşmıştır.
Muğni'l-Muhtaç sahibi
şöyle demiştir-. 'Bazı insanlar bir kitabı vakfeder, fakat kitabın âriye
olarak verilmemesini, kütüphaneden çıkarılmamasını, çıkarıldığı veya âriye
olarak verildiği takdirde de karşılığında rehin alınmasını şart koşar ki bu
muamele bâtıldır1.
Aynlar karşılığında
verilenin sahih olmamasının nedeni, borçlu borcunu ödeyemediği takdirde rehin
bırakılan ayn satıldığında o aynları karşılayamamasıdır. Sözgelimi rehin bırakılan
bir saat, alınan para ve benzeri şeyleri nasıl karşılayacaktır? Eğer rehin
bırakılan saatin kıymetli birşey olduğu
söylenecek olursa, onun kıymetinin kıymet verenlerin fikirlerine göre değiştiği
için, münazaa ve münakaşaya1 sebep olur. Bunu sahih kabul etmemek ise ihtilaf kapısını
kapatır. Bununla beraber rehin meşru kılınmış ve Allah'ın Kitabı'nda borç
muvacehesinde zikredilmiştir. Nitekim rehin'in meşruiyetinden bahsederken bunu
belirtmiştik. Öyleyse borç dışında sabit olmaz.
b. Borç,
rehin veren kişinin zimmetinde sabit olmalıdır.
Borcun sübûtundan
önce rehin sahih
olmaz. Meselâ bey' kesinleştikten sonra satılan malın
parası gibi. Mal teslim alınmadan önce rehin verilirse veya kadının geçmiş
zamandan kalan nafakası karşılığında veya rehin verenin borç aldığı bir malı
-onu kabzettikten sonra veya önce-
rehine vermesi gibi.
Bu durumlarda rehin
vermenin sahih olmasının nedeni,
hakkın sabit olmasıdır ki bu da bir garanti, bir vesika alınmasını gerektirir.
Yine borcu vacib kılan akidle beraber vaki olursa rehin sahih olur. Meselâ kişi
'Şu elbiseyi bana bir ay içinde ödemek üzere 100 liraya sat, buna karşılık ben
de sana şu saatimi rehin olarak bırakayım' dese, mal sahibi de 'Kabul ettim'
veya 'Elbiseyi sana sattım' dese akid sahih olur veya kişi 'Bir sene sonra
ödemek üzere bana 1000 lira borç ver, bunun karşılığında ben de sana seccademi
rehin olarak vereyim' dese, para sahibi de 'Kabul ettim1 dese, akid sahih olur.
Zira ihtiyaç, insanları bu tür muamelelere mecbur etmektedir. Eğer bu şekilde
akid yapılmazsa, borcun sübûtu şart koşulursa, müşteri malı aldıktan sonra
genellikle rehin vermekten kaçınır veya rehin vermeden' borç alınır. Borç
aldıktan sonra.rehin verilmeye kalkışılırsa borç veren kişinin, borcunu alma
garantisi yok olur. Ancak hakkın sabit olmasından önce rehin hakkı sabit olursa
veya rehin gerektiren akid sabit olursa, o zaman sahih olmaz. Meselâ
istikbaldeki nafakasına karşılık kişinin karısına mal vermesi veya ileride vereceği borca karşılık rehin
alması veya ileride alacağı bir mala karşılık rehin vermesi sahih
değildir. Çünkü rehin vermek ve almak,
hakların korunmasının garantisidir. Dolayısıyla hakkın sübûtundan önce
garanti/vesika verilmez, bu vesika hakka tâbidir -tıpkı şahitlikte olduğu gibi-
haktan önce olmaz. 'Aleyhinde şahitlik yapılacak kişi ortaya çıkmadan önce
şahitlik yapılmaz!' .
c. Miktarı
ve vasfı belli olmalıdır.
Meselâ borç verilen
paranın Mısır parası mı, Suriye parası mı, Amerikan parası mı olduğu bilinmezse
veya bu paranın 1000 lira mı, 2000 lira mı olduğu malum değilse, bu paraya
karşılık olarak rehin vermek sahih olmaz. Rehin verilen malın miktarının,
vasfının bilinmesi hükmü değiştirmez. Zira borcun miktarı, vasfı veya cinsi
bilinmezse, borcun ödenmemesi durumunda, rehin bırakılan malın borcu karşılayıp
karşılamayacağı da bilinmez.
Rükün ve şartları
mevcut olan rehin akdi, sahih bir şekilde akdolun-muş demektir. Fakat bu akid,
lüzumlu akidlerden midir? Yani rehin veren kişi, akidden vazgeçebilir mi,
vazgeçemez mi?
el-Cevap: Rehin akdi,
kabzdan önce caiz bir akiddir; rehin verecek olan kişi ister verir, ister
vazgeçer. Kabz ise onun tamamlayıcı bir şartıdır ki rehin akdi ancak onunla
lüzumlu olur. Rehin verilecek mal, rehin verenin elinde olduğu müddetçe, rehin
vermekten vazgeçebilir. Fakat onu rehin olarak verdikten, rehin alan kişi de
onu kabzettikten sonra, rehin akdi lüzumlu hale gelir; rehin veren kişi artık
rehin vermekten vazgeçmez, rehin verdiği malı geri alamaz. Artık o mal, rehin
alan kişiye ait olur. Ancak rehin alan kişinin rızasıyla rehin verdiği malı
geri alabilir. Bunun delili Allah Teâlâ'nın şu ayetidir:
Eğer yolculukta olur,
kâtip de bulamazsanız, alınan rehin (yeterlidir). (Bakara/283)
Fe-Rihân kelimesinin
başındaki fe harfi şartın cevabı ve aynı zamanda ceza şartı olur. Böyle bir
siga, emir sigalarındandır. Buna binaen bu siga, rehin verilmesini -hem de kabz
ile vasıflandırılan rehin verilmesini- emretmektedir. Vasıflı birşeyi
emretmek, o vasfın onun tamamlayıcısı ve şartı olmasını gerektirir. Çünkü bir
vasıf nedeniyle meşru olan nesne, ancak o vasıf mevcut olursa, var sayılır. Bu
da kabz gerçekleşmeden rehin akdinin tamam olmayacağına delâlet eder. Kabz
gerçekleştiğinde akid tamam olur, akid tamam olunca da lüzumlu olur. Eğer kabz
gerçekleşmeden rehin akdi lüzumlu olursa, ayette geçen mekbûdatun kelimesinin
bir anlamı kalmaz. Oysa şeriatı vaz'eden
Allah Teâlâ'nın kelâmı, fuzûli sözlerden ve faydasızhktan uzaktır. Bu vasıf,
rehin'in kaydı olduğundan dikkate alınmalıdır ki akid lüzumlu olsun. Ayrıca rehin akdinde, rehin veren açısından
teberru mânâsı vardır. Nitekim akid yapan kişilerde bulunması gereken
şartlardan bahsederken buna işaret etmiştik. Çünkü rehin alan kişiye, aldığı
rehin karşılığında herhangibir bedel vacib olmaz. Teberru akdi de bu akdi yapan
için mecburi değildir. Rehin, sadece mücerred akidle lüzumlu olursa, kişi onu
devam ettirmeye mecbur olur. Bu yüzden akdin geçerli olması için kişinin kendi
isteğiyle yapması gerekir ki bu da rehin verenin malı teslim etmesiyle, rehin alanın
da kabzetmesiyle sabit olur. Böylece akid lüzumlu olur; rehin veren kişi bundan
sonra rehin vermekten vazgeçemez.
Rehin akdinin
tamamlanması ve lüzumlu olması için rehin'in kabze-dilmesi şart olduğuna göre,
rehin nasıl kabzedüir?
Rehin bırakılan mal,
bazen arazi gibi gayr-ı menkul, bazen de otomobil ve benzerleri gibi menkul
mallardan olur. Rehin bırakılan mal, gayr-ı menkul olursa, rehin veren kişi,
mal ile rehini alacak olan şahıs arasından çekildiğinde; malı teslim etmiş ve
kabz gerçekleşmiş olur. Gayr-ı menkulü teslim etmekten maksat, rehin alacak
kişinin araziyi teslim almasına mâni olacak engelleri ortadan kaldırmaktır.
Meselâ kişi evini rehin olarak verdiğinde, evinde eşya veya kiracı varsa onları
çıkarmalıdır. Evi rehin olarak kabzettirmek ve kabzetmek, evi boşaltmak ve
rehin alacak kişinin onu teslim almasına mâni olacak engelleri ortadan
kaldırmak, ' ev İle kişi arasından çekilmekle gerçekleşir.
Rehin bırakılan mal
menkul mallardansa, onu boşaltmak yeterli olmaz. Onun, örf ve âdete göre
getirilip teslim edilmesi gerekir. Eğer getirilip teslim edilmezse, kabz
gerçekleşmiş sayılmaz.
Bu hükümler, menkul
veya gayr-ı menkulün tamamının rehin bırakılması halinde geçerlidir. Ancak
malın bir kısmı rehin bırakılacaksa -ki buna da rehin deniliyor, rehin
bırakılan mallardan bahsederken buna işaret etmiştik- kabz nasıl gerçekleşir?
Buna şöyle cevap
verilebilir: Rehin verilecek mal, ortak bir menkul ise -diğer ortak, malın tümünün rehin olarak
verilmesine razı olursa- onu rehin alan kişiye götürüp teslim etmekle kabz
gerçekleşir. Diğer ortak, . malın tümünün rehin olarak verilmesine razı
olmazsa, rehini alacak olan kişi malın tümünün diğer ortağın eline
bırakılmasına ve onun kendisine vekil olmasına razı, olduğu takdirde rehin akdi
sahih ve tamamlanmış sayılır.
Rehini alacak olan
kişi malın tümünün
diğer ortağın eline bırakılmasına
razı olmazsa, mesele kadı'ya götürülür. Kadı adil bir kişi tayin eder, mal onun
yanına bırakılır, yansı rehin alan kişiye, yarısı da diğer ortağa ait olur.
Kendi hissesini rehin olarak veren kişi, hâkimden veya rehin
alan kişiden izin
almak şartıyla kendi
hissesinden faydalanabilir.
Şer'î akidlerin
birtakım hükümleri olduğunu söylemiştik. Bu hükümler, akid yapan taraflar
arasındaki tasarrufun üzerinde şâri'nin tertip ettiği eserlerdir. Akdin sahih
olması için rükün ve şartlarının tahakkuk etmesi gerekir. Rehin akdi de diğer
akidlerde olduğu gibi sahih olarak akdedilip lüzumlu kılındıktan sonra, onun
için de birtakım hükümler sabit olur. Şimdi rehin akdinin hükümlerini
inceleyeceğiz, kolay olması için de onları dört kışıma ayıracağız:
Birinci Kısım: Rehin
alanın elinde bulundukça rehin bırakılan mal ile ilgili hükümler.
İkinci Kısım: Rehin
bırakılan malın telef olmasıyla ilgili hükümler.
Üçüncü Kısım-. Rehin
bırakılan malın, rehin alanın elinde artmasıyla ilgili hükümler.
Dördüncü Kısım:
Rehin'e bağlı olan birtakım fer'i hükümler.
Birinci Kısım
Rehin verilen
mal, rehin alana
teslim edildikten sonra, bunun üzerine birtakım hükümler terettüb
eder. Bunlar, rehin bırakılan malın hapsedilmesiyle, korunmasıyla,
masrafıyla, rehin alan kişinin
rehin bırakılan mal hususundaki durumuyla, rehin alan kişinin rehin
alman maldan faydalanmasıyla, rehin bırakılan malda tasarruf yapılmasıyla,
rehinin teslim alınmasıyla, borcun
ödenmesi durumunda sahibine verilmesiyle, rehin alman malın ne
zaman ve nasıl satılacağı ile ilgili hükümlerdir. Şimdi bu hükümleri izah
edelim.
Rehin akdinin, rehin
bırakılan malın kabzedilmesiyle tamamlanacağını belirtmiştik. Bu bakımdan
rehin alan kişi, rehin bırakılan malı kab-zettiği zaman akid tamam ve lüzumlu
olur; artık rehin veren kişi bundan vazgeçemez, rehin bıraktığı malı ancak
borcunu ödedikten sonra alabilir. Bu münasebetle rehin alan kişi, rehin aldığı
malı hapsetme (yanında bekletme) hakkına sahiptir. Rehin veren kişi onu, rehin
alanın elinden çıkaramaz. Rehin akdinin tamam olması için birinci kabz
yeterlidir, rehin akdinin devam etmesi için bu kabzın devam etmesi şart
değildir. Tıpkı rehin akdinin daimi olması için, rehin bırakılan malın rehin
alanın yanında devamlı kalmasının şart olmadığı gibi. Bu yüzden rehin alan
kişi, isterse rehin aldığı malı sahibine geri verir, rehin akdi bununla bâtıl
olmaz, sona ermez. Rehin alan kişi istediği zaman onu sahibinden geri alabilir.
Zira rehin almaktan maksat, alacağım tahsil etmektir, rehin bırakılan mal
kendisinin yanında olmasa bile alacağı tahsil etmek mümkündür. Rehin veren
kişi, rehin verdiği maldan yararlanabilir. Bu daha ileride izah edilecektir.
Rehin veren kişi, rehin alan kişinin müsadesiyle o maldan istifade edebilir. Bu
da rehin bırakılan malı alıp çalıştırmak suretiyle olur.
Rehini muhafaza edip
korumak; onun zarar görmesini, telef olmasını engellemektir. Meselâ
çalınmaması için dikkat etmek bu kabildendir. Rehin alman malın korunması,
rehin alanın yararınadır, zira onun maslahatı rehin alınan malın sağlam
kalmasmdadır. Rehin aldığı mal sağlam kalmalıdır ki alacağını almakta zorluk
çıktığı zaman onu satıp alacağını tahsil edebilsin. Bu nedenle rehin alınan malı
korumak, rehin alanın vazifesidir ve kendi maslahatınadır. Ayrıca mal, onun
gözetimi ve eli altında bulunmaktadır, her kimin eli altında birşey varsa, örf ve âdetlere göre onu korumak
mecburiyetindedir. Çünkü o akdin mukte-zasıyla bu malı korumakla kendini mecbur
tutan akid hükmündedir. Rehin bırakılan malı korumak için bir emanetçiye
bırakılması gerekiyorsa, emanetçinin ücreti rehin alan kişiye ait olur. Rehin
bırakılan malın bir kasada korunması gerekiyorsa, rehin .alan kişi aldığı malı
kasada korumalıdır.
Rehin alman malın
masrafı ise, o malın muhtaç olduğu herşeydir. Meselâ rehin alınan mal bir
hayvan ise onun yemi, ağaç ise onun sulanması, ev ise onun tamiri gibi
masraflardır. Bu masraflar, rehin bırakan kişiye aittir, zira rehin bırakılan
malın yaşamasını devam ettirmek gerekir, rehin bırakılan mal da rehin bırakan
kişinin mülkü olduğuna göre malının telef olmaması, rehin alan kişinin hakkının
korunması ve malının yaşaması için ona masraf etmek zorundadır. Şu hadîs-i
şerif buna delâlet etmektedir:
Rehin alınan mal
kilitlenmez. Rehin bırakılan mal, rehin bırakanındır; o malın artışı da masrafı
da ona aittir.
Rükün ve şartlan
tahakkuk ettiğinde, rehin, rehin alan kişiye teslim edildiğinde, rehin akdinin sahih olarak akdolunduğunu söylemiştik. Rehin alan kişi, rehin bırakılan
malı kabzetmişse, alacağını tahsil edinceye kadar onu yanında tutmaya
(hapsetmeye) yetkilidir. Rehin veren
kişinin o malı -onun izni olmadan- onun elinden çıkarması sözkonusu değildir.
İşte rehin alanın rehin üzerindeki durumu budur. Buna göre rehin alan kişinin
eli, aldığı rehin için emanet eli midir, yoksa tazminat eli midir? Emanet eli
olduğu takdirde, rehin olarak yanma bırakılan mal zayi olduğunda -onu korumada
kusur göstermemiş, saldırgan davran-mamışsa- zamin olmaz. Onun eli tazminat eli
olduğunda ise -malın korunmasında herhangibir kusuru olmasa bile- mal zayi
olduğunda zamin olur. Sahih olan, rehin alan kişinin elinin, rehin aldığı mal
hususunda emanet eli olmasıdır. Rehin aldığı mal zayi olduğunda sorumlu olmaz;
zayi olan rehin malına karşılık alacağından düşmez. Rehin aldığı malın tümünün
veya bir kısmının zayi olması durumu değiştirmez. Rehin alan kişi, rehin aldığı
malın zayi olması hususunda bir kusur işlemiş olursa veya saldırganlığından
ötürü mal zayi olursa, o zaman zamin olur. Bu mesele, rehin bırakılan malın
telef olmasından bahsederken ayrıntılı bir şekilde izah edilecektir. Bunun
delili şu hadîstir:
Rehin bırakılan malın
artması da eksilmesi de rehin bırakan kişiye
aittir.
Rehin bırakılan malın
eksilmesinden maksat, telef olmasıdır. Rehin malındaki fazlalık ve eksiklik,
rehin veren kişiye ait olduğuna göre, rehin malının helak olması durumunda,
rehin alan kişi zamin olmaz. Çünkü . onun eli emanet elidir. Ancak malın
korunmasında bir kusuru olursa zamin olur.
A. Rehin
Bırakılan Maldan Rehin
Bırakan Kişinin Yararlanması
Rehin akdinin devam
etmesi için, rehin bırakılan malın sürekli olarak rehin alan kişinin yanında
bulunmasının şart olmadığını söylemiştik. Rehin veren kişi rehin alanın izniyle
o malı götürüp ondan istifade edebilir. Yukarıda rehin bırakılan malın
yararının sahibine ait olduğunu belirtmiştik. Çünkü Hz. Peygamber 'Rehin
bırakılan maldaki artış sahibine aittir' buyurmuştur. Ancak o mal sahibinden
haczedilmiştir, çünkü rehin alan kişinin hakkı ona bağlıdır. Rehin bırakılan
mal, rehin alanın elinde bulunduğu müddetçe, mal sahibi ancak onun izniyle
ondan yararlana-- bilir. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
' Rehin bırakıldığında
bineğe nafakasıyla binilir, rehin bırakıldığında süt nafakasıyla içilir. Rehin
malının nafakası, ona binen ve sütünü içen kimseye aittir.
. Rehin malına binen
ve onun sütünü içen, onu rehin olarak bırakan kişidir. Rehin bırakan kişi ondan
yararlanabilir, onun nafakası da ona aittir. Ancak burada şu hususlara riayet
edilmesi gerekir:
a. Rehin
malından yararlanırken ona
herhangibir zarar verilmemelidir.
b. Rehin malından yararlanmak için izin alıp
götürüldüğünde, o mal sefere götürülmemelidir. Çünkü sefere götürülen malın
zarar görmesi sözkonusudur. Ayrıca rehin malını sefere götürmek için bir
zaruret de yoktur. Rehin alan kişi, rehin bırakılan maldan istifade edilmesine
izin verdiğinde mal sahibi ondan istifa eder, rehin bırakılan maldan, rehin
alanın yanında bulunduğu halde yararlanmak mümkün ise, onu rehin alan kişiden
alıp götürmeye gerek yoksa, bulunduğu yerde ondan yararlanılır. Ancak alıp
götürmeden ondan istifade etmek mümkün değilse, rehin alan kişinin izniyle onu
alıp götürmek ve ondan yararlanmak gerekir. Bu hususta en güzeli, rehin
bırakılan malt istifade etmek için rehin alan kişiden alıp götürürken iki erkek
şahit veya bir erkek iki kadın şahit tutmaktır. Çünkü bu malî bir muameledir ve
şahitlere ihtiyaç vardır. Bıraktığı rehini alıp ondan yararlandıktan sonra geri
götürüp teslim etmelidir.
Alınan rehin'in,
alacak için bir garanti, bir vesika olduğunu söylemiştik. Ancak rehin,
alacaklının elinde olduğunda böyledir. Rehin, alacaklının elinde olduğu zaman,
alacağını alamadığında onu satarak hakkını tahsil eder. Bu bakımdan rehin
bırakılan mal, rehin alan kişinin mülkü sayılır. Ancak rehin alan kişi o malın
menfaatinden istifade edemez. Zira malın esas mülkiyeti, rehin verene ait
olduğu gibi, menfaatleri de ona aittir. Dolayısıyla rehin veren kişinin izni
olmadan rehin alan kişi rehin malından yararlanamaz. Rehin alan kişi, rehin
verenin iznini almadan rehin malından yararlanırsa, rehin malına saldırganlık
etmiş olur. Dolayısıyla mal telef olduğunda zamin olur.
Rehin bırakan kişinin
rehin mahnan istifade etmek için izin vermesi durumunda rehin alan kişi rehin
malından istifade edebilir mi?
Burada şu iki durum
arasında bir fark gözetmek uygun olur: Rehin veren kişinin akid yapıldıktan
sonra akid lafzından ayrı olarak rehin alan kişiye rehin malından yararlanma
izni vermesi ile rehin akdinde maldan istifade etme şartı koşulması ayrı
şeydir. Eğer izin akid ile beraberse ve akidde şart koşulmuşsa, bu şart fasid
olduğu gibi -en sahih kavle göre-rehin- akdi de fasid olur. Çünkü bu şart,
akdin muktezasma aykırıdır. Zira akdin muktezası tevsiktir; yani alacağı
vesikalandırmaktır. Nitekim bunu daha önce belirtmiştik. Rehin akdi, rehin
bırakılan maldan İstifade etmeyi mubah kılmak İçin yapılmamıştır. Ayrıca böyle
bir şart, rehin verenin zararına, rehin alanın da faydasınadır. Zayıf olan
görüşe göre de bu şart fasiddir, ancak akid bâtıl olmaz. Eğer rehin alan kişi'
için akidde maldan yararlanma şartı koşulmuşsa bu caizdir.ve o menfaati rehin
alan kişi elde etmiş.olur. Çünkü rehin bırakan kişi malın sahibidir ve
-diğerlerinin haklarının zayi olmaması ve mal sahibinin izin vermesi şartıyla-
istediği kişiye mülkünde tasarruf etme yetkisi verebilir. Burada rehine lahık
olacak bir ziyan sözkonusu değildir. Çünkü rehin alan kişinin ondan yararlanması,
bunu rehin alanın elinden çıkarmaz ve onun yanındaki hakkı muhtesiben baki
kalır.
Rehin bırakılan malda
tasarruf etmekten maksat, iltizamı bir hüküm meydana getiren hibe, satış ve
benzeri bir tasarruftur. Bu tasarruf rehin bırakan tarafından veya rehin alan
tarafından yapılır, bir tarafın izniyle veya izinsiz olur.
Rehin bırakan kişinin
rehin bıraktığı malda, satış, hibe, vakıf gibi o malda mülkiyetini izale edecek
bir tasarrufta bulunması -rehin alanın izni olmazsa- bâtıldır. Onun üzerine
şer'î bir hüküm terettüb etmez; rehin eski hâli üzere kalır. Çünkü rehin
bırakılan mal rehin alan kişinin elinde, alacağına karşılık verilmiş bir
garantidir, bir vesikadır. Eğer rehin alan kişi, rehin bırakana rehin malında
tasarruf etme yetkisi verirse, rehin malı, alacağın garantisi, vesikası
olmaktan çıkar, rehin alanın hakkı zâyİ olur. Bu nedenle böyle bir tasarruf
bâtıldır. Mülkü izale edecek bir tasarruf sahih olmadığı gibi, rehin malının
maddî ve manevî eksilmesine sebep olan bir tasarruf da sahih değildir. Meselâ
rehin malını, çüreterek, istifade edecek bir kimseye âriye olarak vermek veya
borcun ödenme zamanından daha uzun bir zaman için kiraya vermek sahih olmaz.
Zira bu tür tasarruflar, rehin bırakılan malda manen eksiklik meydana getirir.
Çünkü kiralanan bir malın satın alınmasına bazı kimseler rağbet ederler. Ayrıca
alacağın zamanı geldiğinde bu mal ya satılmaz, ya da ucuz bir fiyatla satılır.
Ancak rehin malı borcun ödenme zamanından daha az bir zaman için veya ona denk
bir zaman için kiraya verilirse, sahih ve caizdir. Çünkü bu durumda zarar
sözkonusu değildir.
Rehin bırakan kişi,
rehin bıraktığı malı başka bir kişiye daha rehin bırakamaz. Zira bu, yeni bir
hak daha doğurur; birinci hak ile ikinci hak çarpışır. Bu durumda rehinden
kasdedîlen mânâ ortadan kalkar.
Eğer tasarruf bu tür
mahzurlara yol açmıyorsa -iare ve benzerleri gibi- sahihtir. Ancak bu hükümler,
rehin alanın izni olmaksızın yapılan tasarruflar hususundadır. Eğer tasarruf
için izin verilmişse, bu tasarruflar sahih ve caizdir. Bunların üzerine şer'î
hükümler terettüb eder. Çünkü bu tasarrufların sahih olması rehin alanın
hakkına bağlıdır. Rehin alan kişi izin vermekle hakkından feragat etmiş olur.
Fakat rehin alan kişi, rehin veren rehin malında tasarruf etmeden önce verdiği
izinden vazgeçme hakkına sahiptir. Çünkü rehin malında tasarruf yapılmadıkça,
rehin verenin izin verme hakkı bakidir, Rehin alan kişi tasarruf izninden vazgeçmezse,
rehin veren kişi de rehin malında mülkü izale edecek şekilde tasarruf ederse
tasarruf geçerli, rehin ise bâtıl olur. Eğer yapılan tasarruf, mülkü izale
etmeyen icare ve benzeri gibi tasarruf ise, tasarruf geçerli olduğu gibi rehin
akdi de fasid olmaz. Rehin eski hâli üzere bırakılır.
Rehin alan kişi rehin
aldığı malda tasarruf ederse, bu ya rehin verenin izniyle olur, ya da izinsiz
olur. Rehin alan kişi izinsiz olarak rehin aldığı malda tasarruf ederse
-tasarrufun çeşidi ne olursa olsun- onun üzerine şer'î bir yasak terettüb
etmez. Rehin alan kişinin rehin malında tasarruf etmesi saldırganlık sayılır,
rehin malı. telef olduğunda zamin olur. Çünkü mülkü olmadığı ve mülk sahibi de
izin vermediği halde rehin malında tasarruf etmiştir. Oysa rehin alan kişi
rehin aldığı maldan istifade edemeyeceği gibi, onu mülk de edinemez. Ancak
rehin veren kişi, rehin alana tasarruf etme hususunda izin verirse yapılan
tasarruf geçerli ve sahih olur.
Çünkü bu durumda,
sahibinin izniyle o malda
tasarruf yapmış olmaktadır. Ancak bu tasarruf, mülkü izale edecek bir
tasarruf olursa rehin akdi bâtıl olur. Çünkü bu şekildeki bir tasarruf rehini,
borcun garantisi, vesikası olmaktan çıkarır. Yapılan tasarruf; âriye, icare ve
benzeri gibi mülkiyeti izale etmeyen bir tasarruf olursa, rehin akdi bâtıl
olmaz. Çünkü rehin, rehin alan kişinin elinde bulunduğu müddetçe vesika
demektir.
Rehin bırakan kişi
borcunu tam olarak ödediği takdirde, verdiği rehini kurtarmış, rehin akdi sona
ermiş olur. Rehin alan kişinin o malı, sahibine teslim etmesi gerekir. Rehin
veren kişi borcunu ne zaman öderse, -ister zamanında ödesin, ister zamanından
önce ödesin- rehin alan kişi de rehin malını o zaman iade etmek zorundadır.
Rehin alan kişi, alacağını tahsil ettiği halde rehin malını vermeyi geciktirir
veya vermekten imtina ederse -bu hususta herhangibir mazereti de yoksa-zamin
olur. Çünkü malı teslim etmemekle gasıb durumuna düşmektedir. Zira o malı
elinde tutma yetkisi kalmamıştır. Rehin alan kişinin bu hususta bir mazereti
varsa, meselâ ma lın bulunduğu yer uzak olduğu için hemen teslim edemiyorsa,
zamin olmaz veya malı sahibine teslim ettiğinde bir kişinin onu gasbedeceğini
bliyor ve bundan dolayı malı sahibine teslim etmiyorsa yine zamin olmaz. Allah
hakikati daha iyi bilir.
Rehin bırakan kişi,
borcunu taksitle ödüyorsa, son taksiti ödemeden önce mal rehin olmaktan çıkmaz.
Veya rehin alan kişi onu geri kalan taksitlerden affetmedikçe rehinlikten
kurtulamaz. Rehin bırakılan mal bö-lünebilen mallardan olsa bile mal sahibi,
ödediği taksitlerin oram nisbe-tinde rehin malının rehinlikten kurtulacağını
iddia edemez. Çünkü rehin, bir vesika, bir garantidir; borcun tümüne
karşılıktır. Bu bakımdan borcun bîr kısmının ödenmesiyle rehin malının bir
kısmı rehin olmaktan çıkmaz. Ancak borcun tümü ödendikten sonra, rehin sona
erer. Tüm fakihler bu hususta icrna etmiştir. Rehin veren kişi, rehin akdini
yaparken 'Ödediğim her taksit için, rehin verdiğim malın bir kısmı rehinlikten
çıkacaktır1 şeklinde bir şart koşarsa rehin akdi fasid olur. Çünkü bu şart,
rehin akdinin amacına aykırıdır.
Rehin veren kişi,
borcunu ödeme zamanı geldiği halde borcunu ödemez/ödeyemez ise, rehin alan kişi
de alacağını isterse, rehin bırakılan mal satılır, alacaklı olan kişi alacağını
ondan alır.
Çünkü malı rehin
bırakan kişi onun sahibidir, onun vekili de onun gibidir, Rehin malının
satılması için, rehin alan kişinin izni alınmalıdır, zira onun alacağını tahsil
etme hususunda o malın bedelinde hakkı vardır. Rehin alan kişi rehin malının
satılması için izin vermezse, mesele kadıya götürülür. Kadı ona malın satılması
için izin vermesini veya onu ibra etmesini emreder. Rehin alan kişi razı
olmazsa, kadı, malı satarak onun alacağını verir, rehin veren kişi de zarardan
kurtulur. Eğer rehin veren kişi rehin malını satmaktan imtina ederse kadı, ona
borcunu ödemesini emreder veya rehin malının satılmasını emreder. Rehin
bırakan kişi bunlara yanaşmazsa, hâkim, ona rağmen malı satar ve alacaklının
parasını öder. Böylece alacaklı zarardan kurtulur. Rehin bırakan kişinin,
satılıp borcunu ödeyecek başka bir malı varsa, rehin bırakan kişi de rehin
bıraktığı malın dışındaki malını satarak borcunu ödemek istiyorsa, rehin
bırakılan malı satmaya zorlanamaz. Çünkü borcun ödenmesi için ille de rehin
bırakılan malın satılması şart değildir. Zira vacib olan, borçlunun malından
alacaklının alacağının verilmesidir. Bu hususta rehin bırakılan mal ile başka
bir mal arasında hiçbir fark yoktur, Bu tıpkı, rehin olmadan borcun ödenmesi,
borcun ödenmesi için belli bir mal tayin edilmemesi gibidir. Rehin bırakan
kişi, rehin alana 'O malı sat, paranı ondan al' diye izin verirse -en sahih
görüşe göre- rehin alan kişinin rehin malını satması sahih ve caizdir. Çünkü
rehin bırakan kişi, akid, müb-rem ve lüzumlu olmadan önce -akidde bir aldatma
görürse- verdiği izinden vazgeçebilir. Rehin alan kişinin rehin malını, rehin
verenin bulunmadığı bir yerde satması caiz değildir. Çünkü onu kendi parasını
almak için satmaktadır ki bu durumda rehin veren kişinin maslahatını gözetmemesi,
malı satmak hususunda acele etmesi ve malı değerinden düşük satması
sözkonusudur.
İkinci Kısım
Rehin bırakılan mal,
bazen kendiliğinden, bazen de semavî bir afetle zayi olur.
Bazen de rehin
bırakan veya rehin
alan veya başkası tarafından zayi edilir.
Rehin bırakılan malın
kendiğinden zayi olmasından maksat, herhan-gibir kişinin kusuru veya
saldırganlığı sebebiyle helak olmamasıdır. Rehin bırakılan mai herhangibir
kişinin kusuru veya saldırganlığıyla helak olmuşsa, onun helak olmasına sebep
olan kişi onu tazmin etmekle yükümlüdür. Bunun mal sahibi veya rehin alan kişi
veya bir başkası olması durumu değiştirmez. Çünkü malın helak olmasına sebep
olan kişi her halükârda zâmindir, tazminatla mükelleftir. Tazminat ise -helak
olan mal buğday gibi misli bulunan mallardansa- helak olan malın mislidir.
Helak olan mal, hayvanlar gibi kıymeti takdir edilen mallardansa, helak olan
malın kıymeti ödenir. Ödenen misil veya kıymet, helak olan malın bedeli olarak
rehin alan kişinin yanında esas rehin yerine rehin olarak kalır. Rehin
bırakılan mal, rehin alan kişinin kusur veya saldırganlığı sebebiyle telef
olmaz da kendiliğinden telef olursa, rehin alan kişi zamin olmaz. Çünkü rehin
alan kişinin rehin malı üzerindeki eli, emanet elidir. Bunun delili Hz.
Peygamber'in şu sözüdür:
Rehin kapatılmaz,
rehin bırakılan mal sahibinindir, onun yararı ve zararı sahibine aittir.
Rehin bırakılan malın,
sahibinin olmasından maksat, telef olması halinde zararının da sahibine ait
olmasıdır. Çünkü Hz. Peygamber 'Onun yaran da zararı da sahibine aittir'
buyurmuştur. Öyleyse rehin bırakılan mal telef olursa, sahibinin malından telef
olmuş gibidir. Onun sahibi onu rehin bırakan kişidir. Ancak rehin bırakılan mal
telef olursa, mal sahibi onun yerine başka bir malı rehin olarak bırakmak
mecburiyetinde değildir. Çünkü onun telef olmasına, kendisi sebep olmamıştır.
Şu husus da hadîsten anlaşılan hükmü teyid eder: Rehin, alacağın vesikasıdır,
dolayısıyla bir tecavüz olmaksızın rehin helak olsa, meselâ borcun yazıldığı
vesika (senet), borcun şahitleri, vekili yok olsa, bu vesikaların yok olmasıyla
rehin bırakılan maldan ötürü borçtan herhangi birşey düşmez.
Rehin bırakılan malın
telef edilmesi, ya rehin bırakan kişi, ya rehin alan kişi, ya da başkası
tarafından olur. Malı telef eden kim olursa olsun zamin olur. Ancak bunun
hükümleri malı telef eden kişiye göre farklılık gösterir:
a. Eğer borcun ödenme zamanı gelmişse, rehin
bırakan kişiden borcun ödenmesi istenir,
telef ettiği rehin malını
tazmin etmesi talep edilmez.
b. Rehin
malını borcun ödenme
zamanı gelmeden önce
telef etmişse, rehin malının mislini veya kıymetini ödemesi istenir.
Ödenen tazminat rehin malı yerine rehin alan kişinin yanına bırakılır.
c. Rehin bırakan kişinin rehin'malını telef
etmesi durumunda rehin alan kişi davacı,
rehin bırakan mal sahibi ise davalı konumundadır. Çünkü rehin bırakılan malın
kıymetinde hak sahibi olan rehin alan kişidir. Rehin aian kişi, rehin malını
yanında tutma hakkına sahiptir. Böylece alacağını alamadığı zaman, o malı
satarak alacağını tahsil eder.
a. Malı
telef eden, rehin alan kişi olursa, malın mislini veya kıymetini tazmin etmek
zorundadır. Çünkü o malı kabzetmekle onu zimmetine almış olmaktadır. Ayrıca
alacağının garantisi için o malı kabzetmiştir. Onun mal üzerindeki eli, her ne
kadar emanet eliyse de mal kendi kusuru nedeniyle helak olduğu için zamin olur.
b. Rehin malını, alacağının ödenme zamanı
gelmeden önce telef etmişse, telef olan malın misli veya kıymeti, rehin alan
kişinin yanında kabul edilir. Zira bu bedel, rehin bırakılan mal
hükmündedir. /
c. Rehin malını, alacağının ödenme zamanında
telef etmişse, malın tazmini de borç ile aynı cinstense, alacağına karşılık
kabul edilir. Eğer alacak, malın tazmin bedelinden az ise, fazlası rehin
bırakana iade edilir. Eğer alacak, malın tazmin bedelinden fazla ise, malın
tazmin bedeli ala-, caktan düşülür, geriye kalan miktar rehin bırakan kişiden
alınır. Alacak ile rehin malının tazmin bedeli eşit İse mesele yoktur; rehin
bırakan ile rehin alan kişinin birbiri üzerinde hiçbir hakkı kalmaz.
a. Malı telef eden başka birisi olursa, telef
ettiği günkü kıymetini öder, eğer mal misli olan mallardansa mislini öder.
Ödenen bedel veya
misil, telef olan malın yerine rehin alan kişinin yanında rehin olarak kalır.
b. Malı telef eden kişinin başkası olması
durumunda davacı rehin veren kişi otur.
Çünkü telef olan malın
da, onun menfaatinin de sahibi odur. Rehin alan kişi de davada bulunabilir.
Zira malın bedeli onun alacağının vesikasıdır. En sahih görüşe göre bu durumda
rehin veren kişi dava açmazsa, rehin alan kişi dava açamaz.
Rehin bırakılan malın
artışı -ister mala bitişik, ister maldan ayrı olsun- mala tâbidir. Meselâ rehin
bırakılan malın yavrusu olursa veya meyvesi olursa veya kazancı olursa veya
rehin bırakılan mal hayvan olur da etlenirse, bütün bu artışlar rehin bırakan
kişiye ait olur. Zira bu artışlar onun mülkünün artışlarıdır. Rehin mahndaki
artış, aslına tâbi olarak rehin akdine girer mi? Yani rehin alan kişi maldaki
artışı da mal gibi -alacağını alıncaya kadar- yanında tutabilir mi? Yoksa rehin
veren kişi malın artışını alıp götürebilir mi? Zira rehin akdi bunun üzerine
cereyan etmemiştir.
el-Cevap: Mala bitişik
olan fazlalıkların rehine tâbi olacağı açıktır. Çünkü mala bitişik olan
fazlalıkların maldan ayırılması mümkün değildir. Yavru, süt, meyve ve benzeri
gibi fazlalıklar ise rehine dahil değildir. Rehin alan kişi bu tür artışı
yanında tutamaz. Çünkü bu tür artış rehin bırakan kişinin mülküdür ve rehin
akdi de bunun üzerine cereyan etmemiştir. Hz. Peygamber'in şu sözü de buna
delâlet eder: 'Rehin bırakılan malın zararı da yararı da sahibine aittir'.
Rehinle ilgili
sözkonusu hükümlerin dışında birtakım fer'î hükümler daha bulunmaktadır ki
onları şöyle sıralayabiliriz:
. Borca mal satan kişi
rehin istediğinde, müşteri bazen ona rehin vermek istemez. Onlar rehin malının
adil bir kişiye teslim edilmesi hususunda anlaşırlarsa bu, şer'an caiz ve
meşrudur. O adil kişinin rehin malını kabzetmesi sahihtir, akid bununla
tamamlanır. Rehin malını kabzeden adil kişi, kabzetme hususunda malını borca
satan kişinin vekili sayılır.
Rehin malının adil bir
kişiye teslim edilmesiyle ilgili hükümler şunlardır:
a. Rehin malının kendisine teslim edildiği adil
kişi, rehin malını onlardan birine, diğerinin izni olmadan veremez. Çünkü
onlar, rehin malını birbirlerine bırakmaya razı olmamışlardır. Rehin malında
ikisinin de hakkı vardır. Rehin bırakanın hakkı, o malın adil bir
kişinin yanında muhafaza edilmesi, malını borca satanın hakkı da alacağının
vesikası, garantisi olması için o mah rehin almaktır. Bu bakımdan rehin malının
kendisine teslim edildiği adil kişi, onlardan birinin izni olmadan malı
diğerine teslim etmek suretiyle onlardan birinin hakkını iptal etmeye yetkili
değildir. Eğer onlardan biri, rehin malının diğerine verilmesine razı olursa bu
caizdir. Malın kendisine teslim edildiği adil kişi, izinsiz olarak mah onlardan
birine verirse, malın zayi olması durumunda zamin olur.
b. Rehin bırakılan mal, adil kişinin bir kusuru
veya saldırganlığı olmaksızın telef olursa, adil kişi zamin olmaz. Çünkü onun
mal üzerindeki eli, emanet elidir. Onun eli rehin alan kişinin eli sayılır.
Rehin alanın elide emanet elidir.
Rehin malı, adil
kişinin kusuru ve
saldırganlığı nedeniyle telef olursa -tıpkı rehin alan kişi gibi- zamin
olur.
c. Rehin malının kendisine teslim edildiği adil
kişi, borç ödenmediği zaman malı kendiliğinden satmaya yetkili değildir. Çünkü
rehin veren ve. rehin alan kişi ona tasarruf yetkisi vermemiş, sadece muhafaza
etme yetkisi vermiştir. Ancak onlar böyle bir yetki verirlerse veya akidde
'Adil kişi malı satabilir1 şartı koşulmuşsa malı satabilir. En sahih görüşe
göre bu durumda rehin bırakan kişiye müracaat etmeden malı satabilir. Eğer
rehin bırakan kişi onu azlederse azil geçerlidir. Azledildikten sonra borcun
ödenme zamanı geldiğinde malı satamaz. Ayrıca kendisine rehin bırakılan adil
kişi de kendisini bu İşten azlederek, malın satılmasını onlara bırakabilir.
d. Rehin malının kendisine teslim edildiği adil
kişinin kusuru veya saldırganlığı nedeniyle mal telef olursa veya malı,
taraflardan birinin izni olmadan diğerine verir, mal da telef olursa, malın
bedeli veya misli adil kişiden alınır, alınan bedel başka birinin yanına
bırakılır.
Rehin'in şartlarından
söz ederken, rehin bırakan kişinin rehin bıraktığı malın sahibi olmasının şart
olmadığını, âriye olarak alınan malın rehin bırakılmasının sahih olacağını
söylemiştik. Çünkü rehin bırakılan mal borcun vesikasıdır, garantisidir. Bu
vesika, borçlunun malı ile sabit olduğu gibi, borçlunun mülkü olmayan şahit ve
kefillerle de sabit olur. Rehinde, borcu ödeme mânâsı vardır. Kişi borcunu
isterse kendi malından, isterse de -sahibinin izniyle- başkasının malından
verebilir.
Âriye olarak alınan
malın rehin bırakılmasıyla ilgili birtakım hükümler bulunmaktadır:
a. Âriye'yi
kayıtlandırmak.
Yani âriye olarak
aldığı malın sahibine, o malı rehin olarak bırakacağını, borcunun miktarını,
cinsini, vasıflarını, âriye aldığı malı kimin yanına rehin bırakacağını
söylemesi şarttır. Çünkü hedefler ve dolayısıyla teklifler bu tür vasıfların
değişmesiyle, birlikte değişir. Meselâ âriye sahibi, bazen malının başkasına
rehin verilmesine razı olur, bazen olmaz veya falan kişinin yanma rehin
bırakılmasına razı olur, filan kişinin yanına rehin bırakılmasına razı olmaz.
Zira insanların muameleleri farklıdır. Bazen de âriye sahibi, malını, ödenmesi
kolay olan bir borca karşılık rehin bırakmaya razı olur, fakat ödenmesi kolay
olmayan malını, borç için satılma tehlikesi bulunan borca karşılık rehin
bırakmaya razı olmaz.
b. Bir malı
âriye olarak alıp rehin bırakmak isteyen kişi, ya mal sahi -binin şartlarına
uyar ya da uymaz. Eğer mal sahibinin şartlarına uyarsa rehin akdi sahih olur.
Malını borca satan kişi bırakılan rehini kabzederse rehin akdi tamam ve lüzumlu
olur. Bundan sonra ne o malı âriye olarak veren kişi, ne de rehin veren kişi
malı alamaz. Bu akdin üzerine rehin akdinin -daha önce geçen- bütün hükümleri
terettüb eder.
Ayrıca âriye olarak
alman ve rehin bırakılan mal, rehin alan kişinin bir kusuru veya saldırganlığı
olmaksızın zayi olursa, rehin alan kişi zamin olmadığı gibi, rehin veren kişi
de zamin olmaz. Çünkü o malın zayi olmasıyla borcundan herhangibir şey
eksilmez, zimmetinde olan borç aynen kalır. Fakat o malt âriye olarak alıp
rehin bırakan kişi, âriye sahibinin şartlarına uymazsa, meselâ malı muayyen bir
kişinin yanma bırakmak için alır da bir başkasının yanma bırakırsa, rehin akdi
bâtıl olur veya Suriye parası karşılığında rehin bırakacağını söyler de
Amerikan parası karşılığında rehin bırakırsa, akid yine bâtıl olur veya 1000
dolar karşılığında rehin bırakacağını söyler de 2000 dolar karşılığında rehin
bırakırsa, akid yine
bâtıl olur. Ancak
2000 lira karşılığında rehin bırakacağını söyler de 1000 lira
karşılığında rehin bırakırsa, akid sahih olur.
c. Âriye olarak alınıp rehin bırakılmak istenen
malın, rehin bırakmak İsteyen kişinin elinde telef olması.
Âriye olarak alınıp
rehin bırakılan malın, rehin alan kişinin elinde -kusur ve saldırganlık
olmaksızın- telef olması durumunda tazminat gerekmediğini söylemiştik. Fakat
mal, rehin vermek üzere âriye olarak alan kişinin yanında telef olursa veya bir
zarara uğrarsa, malı âriye olarak alan kişi zamin olur. Âriye olarak alınan
mal, ister rehin alana vermeden önce telef olsun, isterse rehin akdi bittikten
sonra telef olsun, ister âriye olarak alan kişinin kusur veya saldırganlığı
nedeniyle telef olsun, isterse kendiliğinden telef olsun hüküm değişmez. Çünkü
mal, alınma amacının dışında telef olmuştur, yani rehinde telef olmamıştır. Bu
nedenle de malı âriye olarak alan kişi zamin olur. Nitekim bunu Âriye bahsinde
izah etmiştik.
d. Malını rehin bırakılmak üzere âriye veren
kişinin rehini kurtarması.
Rehin veren kişi,
borcunu ödeyip rehin verdiği malı rehinden kurta-ramryorsa, malını rehin
bırakılmak üzere âriye veren kişi borcu ödeyip malını rehinden kurtarma yetkisine sahiptir,
rehin.alan kişi de bunu kabul etmek mecburiyetindedir. Çünkü âriye sahibi,
borcu teberru olarak ödememektedir. Eğer âriye sahibi malını rehinden kurtarmak
için borcu ödemek isterse, rehin alan kişi de bunu kabul etmezse, kabul etmesi
için zorlanır. Zira âriye sahibi malını kurtarmak için verdiği parayı bilahare
rehin veren kişiden alır, zira borcu ihsan olsun diye ödemiyor ki ona minnet
olsun. Âriye sahibi kendi malını rehinden kurtarmak, daha sonra onu esas
borçludan almak üzere borcu ödemektedir. Ancak âriye sahibi bu borcu teberruan
öderse, rehin alan kişi bunu kabul etmek mecburiyetinde değildir. Çünkü âriye
sahibi bu durumda ödediği parayı esas borçludan alamaz:. Burada bir minnet
sözkonusudur ve âriyeyi alan kişi bu sebeple bunu kabul etmeyebilir. Bu durumda âriye veren kişi, rehin bırakan
kimsenin durumuna geçer ve vermiş olduğu parayı geri alır.
e. Malını
âriye olarak veren veya o malı âriye olarak alan kişinin ölmesi.
Âriye olarak mal alıp
da rehin bırakan kişi vefat eder, borcunu Ödeyecek bir mal da bırakmazsa,
rehin, bulunduğu hâl üzere kalır. Âriye olarak alınıp rehin bırakılan mal bu
durumda satılmaz, ancak âriye sahibi satılmasına razı olursa satılabilir. Çünkü
o ma! onun mülküdür. Âriye sahibi o malın satılmasına razı olur, onun parası da
borcu ödemeye yeterse -rehin alan kişi razı olmasa bile- mal satılır. Çünkü
rehin alan kişinin hakkı, alacağını tahsil etmektir ki bu da rehin bırakılan
malın satılmasıyla mümkündür. Âriye olarak alınıp rehin bırakılan mal satıldığında
borcu ödemeye kafi gelmiyorsa, ancak rehin alan kişinin rızasıyla satılabilir.
Çünkü rehin alan kişinin o malı yanında tutmakta menfaati vardır. Zira bu
durumda âriye sahibi malına ihtiyaç duyabilir, bu nedenle de borcu ödeyerek
malını rehinden kurtarmak isteyebilir veya o malın ileride değeri yükselerek
rehin alan kişinin alacağını karşılayacak duruma gelebilir.
Malını âriye olarak
veren kişi ölürse, borcu da varsa, âriye olarak verdiği maldan başka bir malı
da yoksa, o malı âriye olarak alıp rehin bırakan kişiye borcunu ödeyip malı
rehinden kurtaracak âriye sahibinin varislerine teslim etmesi emredilir.
Böylece o mal ile ölen kişinin borcu ödenir, alacaklı olan kişi de hakkını
almış olur, Malı âriye olarak alıp rehin bırakan kişi, borcunu ödeyip malı
rehinden kurtaracak durumda değilse, âriye sahibinin varisleri borcu öderlerse
malı rehinden kurtarabilirler. Eğer varisler borcu ödemez.veya ödeyemezlerse,
varisler ve âriye sahibinden alacaklı olanlar, rehindeki malın satılmasını
isterlerse -mal da rehin alan kişinin alacağını karşılıyorsa- mal satılır. Bu.
durumda rehin alan kişinin rızası şart değildir. Ancak o mai rehin alan kişinin
alacağını karşılamıyorsa, rehin, kişinin müsaadesi olmadan satılamaz. Çünkü
onun satılmamaşmda rehin alan kişinin menfaati vardır; zira bu durumda âriye
sahibinin varisleri onun alacağını ödeyerek malı rehinden kurtarabilirler veya
ileride o malın kıymeti artar, rehin alan kişinin alacağını karşılar.
Bir borca karşılık
herhangi birşey rehin olarak bırakılırsa, rehin alan kişi o malı kabzettikten
sonra, rehin bırakan kişi başka bir mal daha vererek rehini artırmak isterse,
bu caizdir. Çünkü bu, borcun garantisini artırmaktır. Bu tıpkı rehinsiz olarak
borç verilmesi, borç alan kişinin daha sonra bir mal getirip rehin bırakması
gibidir.
Bu bakımdan rehin alan
kişi o fazlalığı da alabilir, o fazlalık tab'an değil, kasden rehin
olur ve rehin akdinin bütün hükümleri
onun üzerinde câri olur, tıpkı ondan önceki rehin'in üzerinde câri
olduğu gibi; böylece iki rehin birleşerek tek rehin olur.
Bu da şöyle olur:
.Meselâ bir kişi 1000 lira borç alır, onun karşılığında da birşeyi rehin
bırakır. Bu birinci akid bittikten sonra 1000 lira daha borç almak ister, fakat
buna karşılık yeni bir rehin vermez. Bu şekildeki muamele sahih plmaz, çünkü
bu, borcun vesikasını, garantisini eksiltmektir. Bu mesele, bundan önceki
meselenin tam zıddıdır. Çünkü birinci meselede borcun garantisi olan rehin
artırılmaktaydı. İkinci meselede ise borcun garantisi eksiltilmektedir. Aynı
şekilde rehin bırakılan şey birinci borçla alâkalıdır. Borçta artış ise meşgul
olan birşeyi meşgul etmektir ki bu rehinde artışın hilafına sahih olmaz. Çünkü
rehin akdinde gayr-ı meşgul olan meşgul edilmektedir ve o ikinci rehindir.
Çünkü o borçla meşgul değildir ve sahihtir.
Rehin akdi, iki
kişiden fazlasıyla da yapılabilir, İki veya daha fazla rehin bırakılan mal
üzerinde de olur. Bunun izahı şu şekildedir:
Meselâ bir kişinin,
bir veya daha fazla şahısta alacağı olsa, borçlu şahıslar birleşerek
alacaklının yanına seccade, ev ve benzeri gibi, bir malı tek akidle rehin
olarak bıraksalar -ister tek akidle hepsinin üzerinde sabit olsun, isterse onun
her parçası her birinin üzerinde ayrı ayrı sabit olsun-akid sahih olur. Çünkü
rehin alan kişi müşteri gibi, rehin veren kişiler de satıcı gibidirler. Bir
kişinin birkaç kişiden ayrı ayrı mal alması caiz olduğu gibi, beş-on kişinin
ortak olduğu malı alması da caizdir. Bunu daha önce de söylemiştik.
Akid yapan kişilerden
biri kendi payına düşen borcu ödedikten sonra onun rehindeki payı kurtulur mu?
Yoksa borcun tamamı ödeninceye kadar malın tümü rehin olarak mı kalır?
Buna şöyle cevap
verilebilir: Muamele akdi yapanlar iki kişiden fazla olduğundan, rehin akdi de
müteaddid sayılır. Rehin bırakılan mal da akid yapan kişilerin sayıları kadar
kabul edilir. Buna binaen kendi payına düşen borcu ödeyen kişinin, rehin
mahndaki hissesi rehinden kurtulur.
İki veya daha fazla
kişinin bir şahısta alacağı olsa, borçlu
şahıs da ev veya benzeri bîr malını alacaklıların hepsine birden rehin bıraksa,
alacaklılar da bunu kabul etse, rehin akdi sahih olur. O alacakta, alacaklıların
hepsinin ortak olup olmamaları meseleyi değiştirmez. Rehin veren kişi, rehin
alanlardan birinin alacağını ödediği zaman, rehin bıraktığı mal, ödediği borç
nisbetinde rehinden kurtulur. Çünkü burada pazarlık müteaddittir; yani
alacaklıların sayısı kadardır. Bu, herbiriyle ayrı ayrı yapılmış bir akid
gibidir.
Bu da şöyle olur:
Rehin bırakan kişi, rehin alan şahsa [Şu iki arabayı, 200.000 lira karşılığında
sana rehin bırakıyorum' dese, rehin aian da bunu kabul etse, rehin akdi sahih
olur.
İki ayrı malı rehin
bırakan kişinin, -borcunun yarısını ödediğinde- bıraktığı mallardan birinin
rehinden kurtulup kurtulamayacağı meselesine gelince, eğer iki ayrı malı tefrik
etmeksizin borcuna karşılık rehin vermiş-se, borcunu tamamen ödemedikçe mallan
rehinden kurtulamaz. Çünkü rehin bırakılan mallar, borcun tümüne karşılık rehin
bırakılmıştır. Bu bakımdan bırakılan malların tamamı, borcun bir parçası
karşılığında, rehin alanın yanında hapsedilmiştir. Borcun tamamı ödenmedikçe
rehin bırakılan malların hiçbir parçası rehinden kurtulamaz. Bu tıpkı; çeşitli
malların bir satıcının elinde, bütün parayı alıncaya kadar hapsedilmesi
gibidir. Eğer rehin verilirken tefrik yapılmış da meselâ 'Bu malların her biri
1000 lira karşılığında- rehin bırakılmıştır' denmişse, borcun 1000 lirasını
ödediğinde, mallarından biri rehinden kurtulur. Çünkü rehin bırakılan malların
herbirinin ne kadar borca karşılık olduğu tayin edilirse, bu, iki ayrı akid
hükmünde olur.