ŞAHİTLİK.. 2
Şahitliğin
Tarifi. 2
Şahitliğin
Meşruiyetinin Delili 2
Şahitliğin
Meşruiyetinin Hikmeti 2
I. Allah'ın
Hakkı 2
II. Kulların
Hakkı 3
Bir Uyarı 4
I.
Şahitliği Yüklenmenin Şartları 4
II. Şahitliği
Eda Etmenin Şartlan. 4
Şahitte
Bulunması Gereken Adaletin Şartları 5
Gözleri
Kör Olanın Şahitliği 5
I.
Şahitlikten Dönmenin Hükmü. 6
II.
Şahitlerin Şahitlikten Dönmeleriyle
Alâkalı Hususlar 6
Yemin,
Yeminin Âdabı, Keyfiyeti ve Yeminden Kaçınmanın Hükmü. 7
Yeminin
Tarifi 7
Kendisiyle Yemin
Etmenin Sahih Olduğu
Hususlar 7
Yeminin Âdabı 7
Yeminin
Keyfiyeti 8
Yemin
Etmekten Kaçınmanın Hükmü. 8
Şehâdât 'şehadet'
kelimesinin çoğuludur ve şuhûd'dan gelir. Mânâsı (bir yerde) hazır olmak,
bulunmak demektir. Şehadet luğatta kafi haber demektir. Şer'î mânâsı ise, özel
bir lafızla bifşeyi haber vermektir.
Şahitliğin meşru
olduğu Kur'an, Sünnet ve İcma-i Ümmet ile sabit olmuştur. Şahitliğin meşru
olduğuna delâlet eden ayetlere misal olarak şunları zikredebiliriz:
Erkeklerinizden iki
kişiyi şahit tutun. (Bakara/282)
Sakın şahitliği
gizlemeyin. Kim onu gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır.
(Bakara/283)
Şahitliğin meşru
olduğuna delâlet eden hadîslere misal olarak da şu hadîs-i şerifi zikredebiliriz:
Eş'as b. Kays şöyle
rivayet ediyor: Benimle bir kişi arasında bir kuyu hakkında anlaşmazlık vardı.
Meseleyi Hz. Peygamber'e arzettik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Ya sen iki
şahit getirirsin, yahut o yemin eder
Şahitliğin meşru ve
aynı zamanda müstehab olduğu hususunda icma edilmiştir ve hiçbir âlim buna
muhalefet etmemiştir.
Şahitliğin
meşruiyetinin hikmeti, hakların korunması ve isbat edilmesidir. Eğer şahitlik
meşru kıhnmasaydı, hakların çoğu zayi olur, isbat edilmesi zorlaşırdı. Böyle
bir durum ise İslâm'ın hedefine ters düşer; zira İslâm, hakların nizasız ve
mücadelesiz bir şekilde sahiplerine tevdi edilmesini ister. Bu bakımdan
şahitliğin meşru kılınması hem İhtiyaç hem de maslahat gereğidir.
Hakkında şahitlik
yapılan meseleler Allah'ın hakkı ve kulun hakkı olmak üzere ikiye ayrılır.
Allah'ın hakkı
hususunda kadınların şahitliği kabul edilmez, ancak erkeklerin şahitliği kabul
edilir; zira kadınlar genellikle şüpheden, unutkanlıktan, hatadan hâli
değildirler. Oysa bu haklar hususunda ihtiyatlı davranılması gerekir. Allah'ın
hakları üç çeşittir:
a. En az
dört şahitle sabit olan haklar
Meselâ zina bunlardan
biridir ve en az dört şahitle sabit olur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Namuslu kadınları
(zina ile) itham ettikleri halde, dört şahit getiremeyen kimselere (iftira
cezası olarak) seksen değnek vurun. (Nûr/4)
Görüldüğü üzere Allah
Teâlâ burada cezayı, dört şahidin şehadetine bağlamıştır. Bu da zinanın ancak
dört şahitle sabit olacağına delalet eder. (İster kadın, ister erkek olsun
herhangibir müslümanı zina ile itham eden kişi, kendisinden başka üç şahit daha
getiremezse ona kazf haddi tatbik edilir). Yine Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
Kadınlarınızdan fuhuş
(zina) işleyenlerin aleyhinde aranızdan dört .
şahit tutun.(Nisa/l5)
İfk hâdisesi (Hz.
Aişe'ye yapılan zina iftirası) hususunda da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
O (iftirayı ata)nlar
bu sözlerine karşı dört şahit getirmeli değiller miydi? Madem şahitleri
getiremediler, o halde onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir.
(NÛr/13)
İşte bu ayet de
zinanın sabit olması için en az dört şahit gerektiğine delâlet eder. Ebu
Hüreyre'nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerif de bunu desteklemektedir: Sa'd b.
Ubâde, Hz. Peygamber'e şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Şayet ben birini ailem
ile birlikte bulmuş olsam, artık dört şahit getirinceye kadar ben o adama
dokunamayacak mıyım?
. . -
- Evet!
- Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ediyorum
ki hayır, asla! Ben, bundan önce o adamı muhakkak kılıçla vururum,
- Seyyidiniz (efendiniz) ne diyor, kulak verin,
dinleyin! Muhakkak ki o çok kıskançtır. Halbuki ben ondan daha kıskancım. Allah
ise benden daha çok kıskançtır, gayyurdur.
Rasûlullah (s.a) bu
sözünü 'Namuslu kadınları (zina ile) itham ettikleri halde dört şahit
getiremeyen kimselere (iftira cezası olarak) seksen değnek vurun' (Nur/4) ayeti
nazil olduktan sonra söyledi.
Sonra eşlere genişlik
olsun diye Allah Teâlâ lian ayetlerini indirdi. Zinanuı Sabit
Olması İçin Dört Şahit İstenmesinin Hikmeti
Zinanın sabit olması
ve ceza verilmesi İçin dört şahit İstenmesinin hikmeti şudur: Zina iki kişi
(erkek ile kadın) arasında olduğundan iki fiil sayılır, her fiil için de iki
şahit gerekir; böylece toplam dört şahit olur. Ayrıca zina, fuhşun en
çirkinlerinden olduğundan ötürü, halk için gizli bir fiil olarak kalması için
şahitler artırıldı, sabit olması zorlaştı rıldi. Zina olayına şahit olan
kişilerin şehadeti 'Biz aniden baktık ve ikisini zina halinde gördük' veya 'Biz
şahitlik etmek için onlara baktık ve zina ettiklerini gördük' demeleridir.
b. En az iki
şahitle sabit olan haklar
Bunlar ise Allah
Teâlâ'nın, zina haricindeki haklarıdır. Meselâ irtidat etme, yol kesme, bir
insanı öldürme, hırsızlık yapma, içki içme gibi suçlardır. Bunun delili şu
ayetlerdir:
Erkeklerinizden iki
kişiyi şahit tutun. (Bakara/282)
İçinizden iki adil
kimseyi şahit tutun. (Talâk/2) Şu hadîs-i şerif de bunun delilidir:.
Ya sen iki şahit getirirsin,
yahut o yemin eder.
Ayrıca Zührî'nin şu
sözü de buna delildir: 'Sünnet, rjaklar hususunda kadınların şahitliğinin
geçerli olmadığı şeklinde cari olmuştur1.
c. Bir
kişinin şahitliğiyle sabit olan haklar
Meselâ Ramazan
hilâlini gördüğünü söyleyen bir kişinin şehadetiyle, Ramazan'ın girdiği sabit
olur. Burada ihtiyat nedeniyle bir kişinin şahitliği kabul edilmiştir. Çünkü
bir ibadeti yapma hususunda hata etmek, onu terketmek suretiyle hata etmekten
daha az zararlıdır. Bu bakımdan Şevval, yani bayram hilâli için en az iki şahit
istenmektedir.
İbn Ömer şöyle rivayet
ediyor: 'Halk hilâli görmek için bakıyordu. Ben Rasûlullah'a, hilâli gördüğümü
haber verdim. Peygamber oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti
Kulların hakkı da üç
kışıma ayrılır:
a. En az iki
kişinin şahitliğinin kabul edildiği meseleler
Bu, malî olmayan ve
erkeklerin muttali olduğu meselelerdir ki talak, ricat, müslüman olma, irtidat
etme, cerh (bir ravinin cerhedilmesi), tadil (ravinin adil olduğuna karar
verilmesi), vakıf, vasiyet ve benzeri meseleler bu sınıfa girerler. Bunun
delili ise, şeriatın nikâh, talâk ve vasiyet hususunda iki kişinin şahit
olmasını emretmesidir. Kulların hakkı olup da kendisinden mal kasdedilmeyen
meseleler de bunlara kıyas edilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Sonra iddetlerinin
sonuna yaklaştıkları zaman onları (ya) güzellikle tutun veya güzellikle
onlardan ayrılın. İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun. (Talâk/2)
Ey mü'minler! Herhangi
birinize ölüm(ün belirtileri) geldiği zaman, vasiyet anında aranızda sizden iki
adil kimseyi şahitlik için tutun. (Mâide/106)
Hz. Peygamber de nikâh
hususunda şöyle buyurmaktadır:
Nikâh ancak velî ve
iki adil şahitle olur.
Zührî de şöyle
demiştir: 'Sünnet; cezalar, nikâh ve talak hususunda kadınların şahitliğinin
geçerli olmadığı yönünde cari olmuştur'.
b. İki erkeğin şahitliğinin veya bir erkek iki
kadının şahitliğinin veya bir erkeğin şahitliği ile müddeî'nin yeminin kabul
edildiği meselelerdir.
Bu da kendisinden aynî
veya borç veya menfaat kasdedilen meselelerdir. Bunlar alışveriş, ikame,
havale, daman, icare, reyn, şufa ve benzeri meselelerdir. Bunun delili şu
ayettir:
Erkeklerinizden iki
kişiyi şahit tutun, eğer iki erkek bulunamazsa, şahitliklerine razı olacağınız
bir erkek ile iki kadın şahit olabilir. Kadınlardan biri unutursa diğeri ona
hatırlatır. Şahitler çağırıldıklarında (şahitlikten) çekinmesinler.
(Bakara/282)
İbn Abbas şöyle
rivayet etmektedir: 'Hz. Peygamber bir şahit ve yeminle hüküm verdi'.
İçinde mal'ın
sözkonusu olduğu her hak buna kıyas edilmiştir.
c. İki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının
veya dört kadının şahitliğinin kabul edildiği meseleler.
Bu meseleler,
genellikle erkeklerin muttali olmadığı doğum, emzirme, bakirelik ve kadınlarla
ilgili diğer meselelerdir. Bunun delili, Zeyd'den rivayet edilen
şu eserdir: 'Sünnet,
kadınlardan başkasının muttali olmadığı doğum ve benzeri meselelerde
kadınların şehadetinden başka bir kimsenin şehadetinin kabul edilmeyeceği
şeklinde cari olmuştur'.
Tabiin-i kiramdan bir
kişinin böyle söylemesi hüccet sayılır. Çünkü bu, merfû hadîs hükmündedir; zira
böyle bir söz, içtihada binaen söylenmez. Bu mânâdaki başka meseleler de buna
kıyas edilmiştir.
Muhtaç, III/155)
Şahitlikte adedin şart
olması şundandır: Sâri, iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine
denk kabul etmiştir.
Bazı durumlarda sadece kadınların şahitliği kabul
edilebildiğine göre, bir meselede bir erkek ile iki kadının müştereken
şahitliği haydi haydi kabul edilir. Çünkü şahitlikte esas erkeklerdir.
Âlimler; zina, içki ve
benzeri konularda şahitliğin kabul edilebilmesi için, kişinin gözüyle
görmesinin şart olduğunu, yani fiili failiyle beraber görmek gerektiğini, zira
ancak görmekle yakînih hasıl olacağını, bu meselelerde işitmenin yeterli
olmadığını söylemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Hakkında bilgin
bulunmadığı şeyin ardına düşme! (İsra/36)
Fakat haklarda,
takviye edilen zan ile iktifa edilmiştir; zira hakların tümünde yakînin mümkün
olmadığı ortadadır, bu bakımdan da -adalet gibi- isbata davet etmek gereği
vardır. Bu haklan kesin bir şekilde bilmek mümkün olmadığından, burada zann-ı
galible hükmetmeye cevaz verilmiş, bununla yetinilmiştir.
Şahitliğin Şartlan Şahitlik iki kışıma ayrılır:
• Şahitliği yüklenmek
• Şahitliği eda etmek
Şahitliği yüklenen
kişide temyiz (ayırdetme) yeteneği olmalıdır; zira temyiz yeteneği olarsa insan
gördüğünü muhafaza eder.
Şahitliği eda etme
anında şahitte şu şartlann bulunması gerekir:
A. Müslüman olmalıdır.
Bir kâfirin,
müslümanın veya başka bir kâfirin aleyhindeki şahitliği kabul edilmez. Bunun
delili ise şu ayet-i kerimedir:
Erkeklerinizden iki
kişiyi şahit tutun. (Bakara/282)
Kâfir ise,
müslümanlann erkeklerinden biri değildir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
İçinizden iki adil
kimseyi şahit tutun. Oalâk/2)
Kâfirin yalan
söylemeyeceğinden emin olunamaz. Ayrıca şahitlik/bir velayettir, hükümdür.
Kâfirin ise mü'min üzerinde hükmü olamaz.
B. Baliğ olmalıdır.
Çocuğun -mümeyyiz olsa
bile- şehadeti kabul edilmez; zira Allah Teâlâ 'Erkeklerinizden' (Bakara/22)
buyurmuştur. Çocuk ise henüz erkeklik mertebesine gelmemiştir. Ayrıca çocuğun
yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz. Çünkü çocuk mükellef değildir.
C. Akıllı olmalıdır.
Delinin şahitliği
kabul edilmez. Çünkü o, ne söylediğini bilmez. Ayrıca delinin şahitliğinin
kabul edilmeyeceği hususunda ulema icma
etmiştir.
D. Hür olmalıdır. Kölenin şahitliği kabul
edilmez. Çünkü şehadet'te velayet mânâsı vardır. Köle ise velayet sahibi
değildir.
E. Adil olmalıdır.
Fasık bir kişinin
şehadeti kabul edilmez; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler! Eğer
bir fasık size bir haber getirirse onun içyüzünü araştırın. (Hucurat/6)
Şahitliklerine razı
olacağınız bir erkek ile iki kadın şahit olabilir. (Bakara/282)
Adil olmayan bir
kişiden nasıl razı olunur? Fasık'ın yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz.
F. Şahitliğinde itham edilmemelidir.
Bu sizin içiç Allah
katında adalete en uygun, şahitlik için en sağlam ve şüpheye düşmemenize daha
yakın bir durumdur.
(Bakara/282)
İtham edilen kişide
şüphe asıldır, her zaman sözkonusudur. Buna binaen iki düşmanın birbiri
aleyhindeki şahitliği kabul edilmez. Babanın evladı, evladın babası hakkındaki
şahitliği kabul edilmez. Çünkü birincisinde düşmanlık nedeniyle, ikincisinde
sevgi nedeniyle adaletten sapma sözkonusudur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Hain erkek ve kadının,
zina eden erkek ve kadının ve mü'min kardeşine kin tutan kimsenin şahitliği
caiz değildir.
Bir aileye hizmet
edenin o aile için, azathhğı veya akrabalığı şüpheli olanın şahitliği caiz
değildir.
Hasmın, hasmı aleyhindeki
şahitliği caiz değildir.
G. Dilsiz
olmamalıdır.
Meramını işaretlerle
anlatabilse dahi dilsizin şahitliği kabul edilmez. Bunun sebebi ise hakların
isbatı hususunda ihtiyatlı davranmaktır.
H. Uyanık
olmalıdır.
Gafil bir kimsenin
şahitliği kabul edilmez. Çünkü bunda hata ve yanlışlık sözkonusudur.
Şahidin adil olması
için şu beş şarta sahip olması gerekir:
1. Şahit, büyük günahlardan kaçınmalıdır.
2. Şahit, küçük günahlarda -az da olsa- ısrar
etmemelidir.
3. Şahidin kalbi selim olmalıdır.
4. Şahit öfkeli anında emin (güvenilir)
olmalıdır.
5. Mislinin mürüvvetini koruyucu olmalıdır.
Büyük günahlar,
haklarında Kur'an ve Sünnet'te şiddetli tehdit varid olan günahlardır. Bu
günahları işlemek, kişinin dininde gevşeklik olduğuna delâlet eder. Meselâ içki
içen, faizle muamele yapan, iffetli kadınlara zina iftirası atan kişinin
dininde gevşeklik vardır, dolayısıyla onun şahitliği kabul edilmez; zira Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Onların şehadetlerini
ebediyyen kabul etmeyin. Onlar fasık kimselerdir. (Nûr/4)
Büyük günahların tarifine
dahil olmayan günahlar ise küçük günahlardır. Meselâ haram bir bakış, bir
müslümanla üç günden fazla küs kalmak küçük günahlardandır.
Şahidin kalbinin selim
olmasından maksat, akidesinin düzgün olmasıdır. Meselâ sahabe'ye küfretmenin
caiz olduğu görüşünde olan bir kişinin şahitliği kabul edilmez.
Şahidin öfkeli olduğu
zaman emin (güvenilir) olmasından maksat, öfkelendiğinde tasarrufunda sının
aşmayacak derecede emin olmasıdır. Meselâ öfkelendiğinde batıla sapmayacak,
iftira etmeyecek kadar emin olmalıdır.
Mislinin mürüvvetini
koruyucu olmaktan maksat, şeriatın emir ve nehiylerini gözetmek, kendi
zamanındaki kendisinin misli (benzeri) olan insanların ahlâklarıyla muttasıf
olmaktır. Bu da genellikle memleketin örfüne taalluk eder. Bir kişinin
mürüvveti azalırsa hayası da azalır. Hayası azalan bir kişi ise (hak-hukuk
tanımadan) dilediğini yapar. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah'tan utanmadıktan
sonra istediğini yap.
Şahitliğiyle kendi
nefsine bir menfaat sağlayan kişinin şahitliği, şahitliğiyle nefsinden bir
zararı defeden kişinin şahitliği kabul edilmez. Şahitliğiyle kendi nefsine bir
menfaat sağlamaya misal olarak, yaralanıp Ölen ve miras bırakan kişinin, diyet
almak için yaralanma sebebiyle öldüğüne (yaranın iyileşmeye yüz tutmadığına)
şahitlik etmesini gösterebiliriz. Bu durumda kişinin şahitliği kabul edilmez.
Şahitliğiyle nefsinden
bir zararı defetmeye misal olarak da yanlışlıkla öldürülen kişinin
yakınlarının, diyeti ödememek için kazaen öldürülmeye şehadet edenlerin yalan
söylediklerine şahitlik etmelerini gösterebiliriz. Bu tür şahitliklerin
reddedilmesinin sebebi, ortada töhmetin bulunmasıdır.
Aslolan, gözleri kör
olanın şahitliğinin caiz olmamasıdır; zira gözleri görmeyen kişi, hasımları
birbirinden ayırcak durumda değildir. Fakat âlimler gözleri görmeyen kişinin
şahitliğini beş yerde kabul etmişlerdir:
1. Ölüm hususunda
2. Neseb hususunda
3. Mutlak mülk hususunda
Meselâ bir kişi bir
malın kendi mülkü olduğunu iddia etse, bu hususta hiç kimse de ona muhalefet
etmese, gözleri görmeyen bir kişi de o malı belli bir kişiye nisbet etmeden 'O
mal, birinin mülküdür' dese, onun şahitliği kabul edilir. Bu hususlarda gözleri
görmeyen kişinin şahitliğinin kabul edilmesinin nedeni, bunların halk arasında
nakledilmek suretiyle bilinen şeyler olmasıdır. Çünkü halk bu hususları
aralarında konuşur. Bu bakımdan gözle görülmesine gerek yoktur; zira mülk, uzun
müddet önce alınmış olabilir, dolayısıyla alındığına dair şahit getirmek zor
olur; o dönemde yaşayanların çoğu ölmüş olabilir.
4. Gözleri görmeyen kişinin- tercümanlık
hususunda şahitliği kabul edilir. Çünkü hasımların ve şahitlerin konuşmalarını
tercüme etmek için görmeye gerek yoktur.
5. Zabt hususunda âmâ'nın şahitliği kabul
edilir.
Meselâ birisi, ikrar,
talâk ve benzeri bir hususta âmâ'nın kulağına bir sır söylerse, âmâ, bu sözü
söyleyen kişinin aleyhinde şahitlik yaptığında şahitliği kabul edilir.
Eğer doğru söylemişse
şahidin şahitlikten dönmesi haramdır; zira şahidin şahitlikten dönmesi hakların
zayi olmasına sebep olur. Ayrıca şahidin şahitlikten dönmesi, şahitliği
ketmetmek anlamına gelir. Oysa Allah Teâlâ şahitliği ketmetmeyi yasaklayarak
şöyle buyurmuştur:
Sakın şahitliği
gizlemeyin. Kim onu gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. (Bakara/283)
Yalan söyleyen şahidin
şahitlikten dönmesi farzdır; zira önceki şahitliği ile iftira etmiş sayılır.
İftira ile şahitlik yapmak ise büyük günahlardan biridir.
Şahitlerin şahitlikten
dönmeleri, ya hüküm verilmeden önce veya hüküm verildikten sonra olur. Eğer
şahitler, kadı'nın hüküm vermesinden sonra şahitlikten dönerlerse, bu, -ister
hak sahibinin lehine ister aleyhine olsun- ya hak sahibi hakkını almadan önce
veya hak sahibi hakkını aldıktan sonra olur. Bunlar üç durumdur ki onları şöyle
sıralayabiliriz:
a. Şahitlerin, hükümden önce şahitlikten
dönmeleri
Şahitler, hükümden
önce şahitlikten dönerlerse -ister yeni bir şe-hadette bulunsunlar, ister
bulunmasınlar, şehadetleri ister malla ilgili olsun ister cezalarla ilgili
olsun- onların şehadetlerine binaen hüküm verilmez. Çünkü hâkim, onların
şehadetlerinde mi yoksa rücûlarında mı veya birinci şehadetlerinde mi yoksa
ikinci şehadetlerinde mi doğru olduklarını bilemez. Bu durumda onların
şehadetlerindeki doğruluk zannı ortadan kalkar. Ayrıca onların yalancı
oldukları, yalan sere şahitlik ettikleri kesin olarak ortaya çıkmış olur; zira
ya birinci şehadetlerinde veya ikinci şehadetlerinde yalan söylemektedirler
veya ya şahitliklerinde veya şahitlikten dönmelerinde yalan söylemektedirler.
Yalan yere şahitlik yapan kişilerin şahitliğiyle hüküm vermek ise caiz
değildir.
Eğer şahitler, zina
hususundaki şahitlikten dönerlerse, kendilerine kazf (zina iftirası atma) haddi
tatbik edilir. Çünkü onlar, zina hususunda aleyhine şahitlikte bulundukları
kişiye iftira atmış sayılırlar.
b. Şahitlerin, hüküm verildikten ve hak sahibi
hakkını almadan Önce şahitliklerinden dönmeleri
Şahitler, kadı hüküm
verdikten sonra, fakat hak sahibi hakkını almadan önce şahitlikten dönerlerse,
yapılan şahitlik de mal hususunda ise, kadı'nın verdiği hüküm geçerlidir; yani
kadı'nın verdiği hükme göre mal, hak sahibine teslim edilir. Çünkü hüküm
verilmiştir. Mal hususunda verilen hüküm, şüphe nedeniyle düşecek hükümlerden
değildir. Bu bakımdan şahitlerin şahitlikten dönmelerinin, verilen hükme
herhangibir etkide bulunması sözkonusu değildir. Ancak yapılan şahitlik
Allah'ın veya kulun hakkı olan bir ceza hususunda ise, -meselâ zina'da olduğu
gibi- şahitler şahitlikten hüküm verildikten sonra bile dönseler ceza tatbik
edilmez. Çünkü şahitler, cezanın tatbik edilmesinden önce şahitlikten
dönmüşlerdir. Hadd ve cezalar ise şüphe ile ortadan kalkar. Şahitlerin - şahitlikten dönmesi de bir şüphedir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Müslümanlardan cezalan
mümkün olduğu kadar önlemeye çalışın ve şayet bir çıkış yolu varsa onu serbest
bırakın; zira imamın (yetkilinin) affetme hususunda yanılması, cezalandırma
hususunda yanılmasından çok daha hayırlıdır.
c.
Şahitlerin, hüküm verildikten ve hak sahibi hakkını aldıktan sonra şahitlikten
dönmeleri
Şahitler, kadı hüküm
verdikten ve hak sahibi hakkını aldıktan sonra şahitlikten dönerlerse, verilen
hüküm emrin tekidi için bozulmaz. Zira şahitler birinci şehadetlerinde doğru
söylemiş, şahitlikten rücû etmelerinde yalan söylemiş olabilirler veya aksi de
olabilir. Bunların hiçbiri diğerinden üstün tutulamaz. Bu bakımdan şüpheli ve
ihtilaflı bir durumdan ötürü verilen hüküm nakzedilmez. Bu durumda şahitlerin
şahitlikten dönmeleri üzerine şu hükümler terettüb eder:
Şahitlerin, bir ceza
hususunda şehadet etmeleri, kadı'nın da onların şehadetlerine istinaden hüküm
vermesinden sonra şahitlerin şahitlikten dönmeleri.
Meselâ şahitler, bir
zina olayı hususunda şehadet etseler, kadı da onların şehadeüerine dayanarak
recm cezasını tatbik etse veya şahitler bir kati olayına şehadet etseler kadı
da onların şehadetlerine binaen kısas cezası uygulasa veya şahitler bir azanın
kesilmesi hususunda şehadette bulunsalar ve kadı da onların şehadetlerine
istinaden kısas cezasını tatbik etse, sonra şahitler şahitlikten dönseler
onlara kısas cezası uygulanır veya büyük bir diyet cezasına çarptırılırlar.
Çünkü onlar, aleyhinde şahitlik yaptıkları kişinin helak olmasına sebep
olmuşlardır.
Şahitler bain talak veya Han hususunda
şahitlik yaparlarsa, kadı da onların şehadetlerine dayanarak eşleri birbirinden
ayırırsa, sonra şahitler şahitlikten
dönerlerse ayrılık devam
eder. Çünkü onların
rücû hususundaki sözleri doğru da yalan da olabilir. Oysa hüküm muhtemel
bir sözle nakzedilmez. Dolayısıyla
şahitliklerinden dönenlerin -zayi ettikleri şeyin bedeli olarak- kocaya mehr-i
misil ödemeleri gerekir. Şahitler, mal,
aleyhinde hükmedilen kişiden
alındıktan sonra
şahitliklerinden dönerlerse, malın bedelini o kişiye vermek durumundadırlar.
Çünkü o kişinin malını gereksiz yere zayi etmişlerdir.
Yemin lugatta 'sağ el'
anlamına gelir. And içmeye de yemin denilmiştir, çünkü yemin edenler
birbirlerinin şağ ellerini tutarlar. Sağ ele yemin denilmesi, onun kuvvetinin
daha fazla olmasındandır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Kesinlikle onun sağ
elini (kuvvet ve kudretini) alırdık.
(Hakka/45)
Şeriat ıstılahında
yemin, Allah'ın isimlerinden veya sıfatlarından birini zikretmek suretiyle
içeriği sabit olmayan bir şeyi tevsik etmek demektir. Tevsik edilen meselenin
geçmiş veya gelecekte, olumlu veya olumsuz olması durumu değiştirmez.
Yemin ancak Allah'ın
zatıyla veya sıfatlarından biriyle olursa sahih ve mün'akid olur.
Abdullah b. Ömer'den
şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) Ömer b. Hattab'a bir kafile içinde
erişti. Ömer, babası adına yemin eder haldeydi. Rasûlullah (s.a) şöyle nida
etti: 'Dikkat edin! Muhakkak ki aziz ve celil olan Allah sizleri babalarınızla
yemin etmekten nehyediyor. Artık kim yemin edecekse Alİah adıyla yemin etsin
yahut da sussun'.
Bu bakımdan yemin
ancak Allah'ın isimlerinden veya sıfatlarından birisiyle yapılır. Bundan
başkasıyla yemin etmek masiyettir, bunu yapan günahkâr olur.
Sa'd b. Ubeyde şöyle
rivayet ediyor: "İbn Ömer bir adamın 'Kabe hakkı için hayır1 dediğini
işitince şöyle dedi: 'Allah'tan başkasıyla yemin edilmez. Ben Hz.
Peygamber'in 'Her kim Allah'tan başkasıyla yemin ederse kâfir veya
müşrik olur' buyurduğunu işittim' dedi".
Yeminin birtakım âdabı
vardır ki onların gözetilmesi gerekir. Bu âdabın bazılarına riayet etmek
vacibdir, bazıları ise derece bakımından biraz daha aşağıdadır. O âdabdan
bazıları şunlardır:
1. Kadı, yemin isini düzenlemelidir.
Yani yemin edecek
olanlara nasihat etmeli, onları yalan yere yemin etmekten sakındırmah, bu
hususta varid olan ayet ve hadîsleri onlara okumalıdır.
2. Doğru olduğu halde yemin etmek
Doğru olduğu halde
yemin etmek mubahtır, bundan dolayı herhangibir günah sözkonusu değildir; zira
Allah Teâlâ yemini meşru kılmıştır.
'İçinde günah olan
birşeyi Allah meşru kılar mı?' denirse, buna şöyle-cevap verilir: Haklı olduğu
halde kişinin aleyhine açılan bir davada
yemin etmesi, etmemesinden daha evladır. Bunun da iki sebebi vardır:
a. Hakkı zayi olmaktan korur. Zira şeriat,
hakkın zayi edilmesini yasaklamıştır.
b. Zâlim kardeşini zulmetmekten, başkasının
malını haksız olarak yemekten kurtarmış olur. Bu da maslahat ve bir nevi yardım
sayılır. Çünkü zâlimi zulümden menetmek ona bir yardımdır. Nitekim rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber, bir kişiye yemin ederek hakkını aramasını
söylemiştir.
Hz. Ömer de bir
hurmalık hususunda Ubey için yemin etti, sonra o hurmalığı ona hibe etti.
3. Yalan
yere yemin etmekten kaçınmak. Zira başkasının hakkını almak için veya başka bir
sebeple yalan yere yemin etmek büyük bir günahtır. Eğer kendisine yemin teklif
edilen kişi kendisinin haksız olduğunu biliyorsa yemin etmemesi, hakkı,
sahibine vermesi vacibdir.
Yalan yere yemin edip
de kendini günaha sokmamah, Allah'ın rahmetinden mahrum bırakmamalıdır.
Allah'ın ahdini ve
yeminlerini az bir pahaya karşılık değiştirenler var ya, işte onların ahirette
hiçbir nasibi yoktur. Kıymet gününde Allah onlarla konuşmaz, onlara rahmetle
bakmaz ve onları (günah kirlerinden) temize çıkarmaz. Onlar için elem verici
bir azap vardır.
(Âlu İmran/77) \ Hz. Peygamber de şöyle buyuruyor:
CS
Her kim nefsini yalana
zorlayıp yalan bir yemin eder de kendisi bu yemininde yalancı olduğu halde
bununla müslüman bir kimsenin malını koparıp kendine alırsa, Allah'ın gazabına
uğrayarak Allah'a kavuşur.
Büyük günahlar
şunlardır: Allah'a ortak koşmak, ana-babaya isyan etmek, haksız yere insan öldürmek
ve yalan yere yemin etmek.
Yeminin keyfiyeti
şudur: Yemin, ya kendi fiili veya başkasının fiili üzerine yapılır. Kişi kendi
fiili için yemin ediyorsa, kesin bir şekilde yemin etmelidir. Çünkü -olumlu
veya olumsuz- kendi nefsini bilir. Meselâ kişi alışverişinde yemin ederken
'Allah'a yemin ederim ki ben bu malı şu fiyata sattım' veya 'Allah'a yemin
ederim ki ben bu malı şu fiyata satın aldım' diye kesin olarak yemin etmelidir.
Kişi, başkasmın fiili
üzerine yemin ediyorsa, yine kesin bir şekilde yemin etmelidir. Çünkü bu, o
fiilin bilinmesini ve ona vakıf olunmasını kolaylaştırır. Meselâ kişi,
başkasının fiili üzerine yemin ederken 'Allah'a yemin ederim ki falan kişi o
malı şu kadar paraya sattı' veya 'Allah'a yemin ederim ki falan kişi o malı şu
fiyata satın aldı' veya 'Allah'a yemin ederim ki falan kişi o malı gasbetti'
şeklinde kesin olarak yemin etmelidir. Eğer nefy hususunda ediyorsa 'Allah'a
yemin ederim ki falan adamın
borcunu ödediğini
bilmiyorum' şeklinde, açık ve kesin olarak yemin etmelidir.
Daha önce yemin
etmekten kaçınmanın ne demek olduğunu beyan etmiş ve müddeâ aleyh yemin
etmekten kaçınırsa, yemin hakkının müddeî'ye geçeceğini belirtmiştik.
Şimdi yemin etmekten
kaçınmanın buradaki hükmünü izah edeceğiz. Şeyh İzzeddin şöyle der: 'Müddeî,
davasında haksız (yalancı) ise, iddia ettiği mal da kan ve ırz gibi helâl
kıldım demekle helâl olmayan mallardansa,
müddeâ aleyh, müddeî'nin
iddiası hususunda yemin etmeyeceğini biliyorsa
yemin edip etmemekte
muhayyerdir. Eğer müddeâ aleyh,
müddeî'nin iddiası hususunda tereddüt etmeden yemin edeceğini kesin olarak veya
zann-ı galiple biliyorsa, müddeâ aleyh'in yemin etmesi vacib olur. Böylece
kanlar ve ırzlar yalan bir yeminle helâl olmaktan kurtulur. Eğer iddia edilen
mal, helâl kıldım demekle helâl olan mallardansa, müddeâ aleyh de müddeî'ye
yemin teklif edildiğinde onun yemin etmeyeceğini biliyorsa veya zann-ı galiple tahmin
ediyorsa, müddeâ aleyh muhayyerdir- ister yemin eder ister yeminden kaçınır.
Müddeâ aleyh, müddeî'nin yemin etmekten çekinmeyeceğini biliyorsa veya zann-ı
galiple tahmin ediyorsa,
benim görüşüme (yani Şeyh İzzeddin'e) göre müddeî'nin yalan
söylemesine meydan vermemek için müddeâ aleyh'in yemin etmesi vacibdir'.
Müddeâ aleyh'in
yeminden kaçınması ve kadı tarafından yeminin müddeî'ye tevcih edilmesi üzerine
terettüb eden hükümler, beyyineler bahsinde zikredilmişti. Orada beyyinenin
müddeî'ye, yeminin ise İnkâr edene ait olduğunu, inkâr edenin yeminden
kaçınması halinde kadı'nın yemini müddeî'ye tevcih edeceğini, müddeî'nin de yeminden
kaçınması halinde davanın düşeceğini söylemiştik. Allah hakikati daha iyi
bilir.