SAYYÂL. 2
Sayyâl ‘ın Tarifi 2
Sayyâl'ın Delili 2
Sâil'in
Çeşitleri 2
Sâil'in Hükmü. 2
Saldırgana
Karşılık Vermenin Vacib
ve Caiz
Olduğu Durumlar 2
Mala Yapılan
Saldırı 2
Irza-Namusa
Yapılan Saldın. 3
Cana
Yapılan Saldın. 3
Saldırganın
Nasıl Defedileceği ve
Onun Kanının Ne
Zaman Heder Olacağı 3
Saldırganlığın
Bazı Şekilleri ve
Hükümleri 4
Bir Uyan. 5
İhmalkârlık
Nedeniyle Sorumlu Olmanın
Üzerine Terettüb Eden Hüküm.. 5
Kusur Nedeniyle
Sorumlu Olmaya Birkaç
Misal 5
Kusur
Sayılmayan ve Sorumluluk
Gerektirmeyen Birtakım Haller 5
Sorumlu
Olup Olmamak Hususunda Bir Kaide. 6
Sayyâl'ın lügat
mânâsı, birisine saldırmaktır. Istılahı mânâsı ise 'bir müslümanın bedenine,
namusuna ve malına zarar vermek amacıyla saldırmak' demektir.
Sayyal'ın hükmü
hakkında aslolan şu ayet-i cehledir:
O halde size
saldırana, onun size saldırdığı gibi siz de saldırın.
Allah'tan sakının ve
bilin ki muhakkak Allah sakınanları sever.
(Bakara/194)
Ayrıca şu hadîs-i
şerif de buna delâlet eder:
Kim ailesini müdafaa
ederken öldürülürse şehiddir. Kim malını yahut kanını veyahut dinini müdafaa
ederken öldürülürse şehiddir.
Sâil, saldırdığı hedefe
göre üç kışıma ayrılır:
1. Nefse (cana) saldırmak. .
Bu, zulmen öldürmek veya yaralamak maksadıyla
bir müslümana
saldırmaktır.
,
2. Irza (namusa) saldırmak.
Bu, zina maksadıyla
veya zinanın başlangıcım meydana getirmek için bir kadına saldırmaktır. Bu
hususta erkek de kadın gibidir; yani bir erkeğin namusuna saldırmak da bir
kadının namusuna saldırmak gibidir.
3. Mala saldırmak.
Maldan maksat, şer'an
mal sayılan ve kendisi için bir kıymet bici len maldır. Bu malın şer'î bir şekilde kişinin
mülkiyetinde olmasıyla, eli altında bulunan av köpeği, bekçi köpeği, tezek ve
benzeri şeylerden olması arasında fark yoktur; yani arazi, ev, para ve
diğerleri buradaki mal kapsamına girmektedir. Bu mallann [ahir veya necis
olması durumu değiştirmez.
Daha önce sayyal
meselesinde şu ayetin asi olduğunu söylemiştik:
O halde size
saldırana, onun size saldırdığı gibi siz de saldırın. (Bakara/194)
Bu ayet, sâil'in
hükmünü .de açıklamaktadır. Bu hüküm ise, saldırganın saldırganlığının
benzeriyle ona mukabele etmenin caiz olduğudur; yani ona mani olmak için
karşılık vermektir. Saldırgana karşılık vermek, onun ölümüne sebep olsa bile
caizdir.
Nefse, mala, namusa el
veya dil uzatmak da saldırmanın kapsamına girer. Bu bakımdan bir müslümanın
bedenine, namusuna veya malına eziyet etmek kasdında olan kişi sâil (saldırgan)
sayılır. Bu şekilde zulme maruz kalan müslüman, saldıran kişiye -isterse o kişi
müslüman olsun, isterse yakını olsun- karşı koyup saldırabilir. Ancak baba
oğula saldırırsa, oğul babasına karşı koyup onu şiddetle uzaklaştıramaz.
Saldırgana karşılık vermenin caiz olduğuna -daha önce de rivayet ettiğimiz- şu
hadîs delildir.
Kim malını müdafa
ederken öldürülürse şehiddir.
Saldırgana karşılık
vermek meşrudur. Kur'an ve Sünnet'ten bunun meşruiyetine delâlet eden hükümleri
yukarıda nakletmiştik. Fakat saldırıya maruz kalan kişinin her durumda karşılık
vermesi vacib midir? Yoksa bazı durumlarda vacib, bazı durumlarda caiz midir?
Bazı durumlarda
saldırgana karşı koymak vacib, bazı durumlarda ise caizdir. Şimdi bunu izah
edelim.
Saldırgan mala
saldırırsa, mal sahibinin malını müdafa etmesi ca -izdir; yani mal sahibi
isterse malını müdafa etmez, isterse de malını müdafa etmek için saldırgana
karşı koyar. Tabii ki bu, saldırıya maruz kalan malın sahibi için sözkonusudur.
Kişi, malın sahibi değilse ve meselâ mal, arkadaşlarına aitse, onu korumak
hususunda muhayyerdir; isterse müdafaa eder, isterse birşey yapmaz.
Ancak devlet başkanı,
onun yardımcıları, askerler, emniyet görevlileri ve müslümanîarın malını
korumakla görevli olanlar, saldırgana karşı koymak zorundadır; yani bu onların
üzerine vacibdir. Çünkü başkasının malından sorumlu olan kişi, onu korumak
mecburiyetindedir. Bu hususta kendisine herhangibir ruhsat verilmemiştir.
Eğer saldırı ırza
yapılırsa, saldırgana karşı koymak vacib olur. Saldıran kişinin müslüman veya
kâfir olması, saldırıya maruz kalan kişinin yakını olması durumu değiştirmez.
Çünkü onun namusunun başkasına mubah olması hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu
durum cinsî ilişkide olduğu gibi, onun mukaddimeleri olan sarılma, öpme ve
benzerlerinde de vardır.
Nefse/cana saldıran
kişi kâfir ise ona karşı koymak vacib olur. Saldırıya maruz kalan kişi karşı
koymazsa asi ve günahkâr olur. Çünkü kâfire teslim olmak dinde bir zillettir.
Nefse saldıran bir
hayvan ise ona karşı koyup onu defetmek yine vacib olur. Çünkü hayvan, insanın
yaşaması için kesilir. Bu bakımdan hayvana teslim olmak hiçbir şekilde caiz
olmaz; yani saldırıya maruz kalan kişi, hayvanı öldürmeye çalışmalı, teslim
olmamalıdır. Eğer kişinin bir azasına, onun menfaatini iptal etmek için, onu
faydasız hale getirmek için saldırıhrsa, kişi, mukavemet etmekle etmemek
arasında muhayyerdir; yani kişinin mukavemet etmesi vacib değildir; zira kişi,
müslüman kardeşinin kanının akıtılmaması için kendisini feda edebilir. Bu kanı
akıtılmak istenen müslüman, saldırgan dahi olsa böyle yapılabilir.
Bazı fakihler, bir
müslümanın başka bir müslüman için kendini feda etmesinin müstehab olduğunu
ileri sürmüşlerdir. Buna da şu hadîs-i şerifi delil göstermişlerdir:
(Sizin yanınıza birisi
zorla sokulup öldürmeye kalkarsa yanına girilen kimse) Hz. Adem'in iki
oğlundan daha hayırlısı (Habil) gibi olsun.
Yani kardeşini
öldürmek için elini uzatmayan Habil gibi ol, kardeşine saldırıp öldürmek
isteyen (veya 'öldüren') Kabil gibi olma. Allah Teâlâ Habil ile Kabil'in
kıssasını şöyle beyan buyuruyor:
(Ey Muhammedi) Onlara
(kavmine) Adem'in iki oğlunu(n haberini) gerçek olarak oku. Hani o ikisi
kurbanlarını hazırlamışlardı da birisinin kurbanı kabul olunmuştu.
Diğerininki'kabul olunmamıştı. (Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşi
Habil'e hasedinden ötürü) 'Kesinlikle seni öldüreceğim' dedi. (Kardeşi
de) 'Allah ancak sakınanlardan kabul eder' dedi. 'Andolsun eğer beni öldürmek
üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek üzere elimi sana uzatacak
değilim. Doğrusu şu ki ben âlemlerin rabbi olan Allah'tan korkarım. Şüphesiz
ben isterim ki hem benim
günahımı, hem de
kendi günahını üzerine alıp ateşe gidenlerden olasın'. İşte budur
zâlimlerin cezası! Bunun üzerine (Kabil'in) nefsi kendisini, kardeşini
(Habil'i) öldürmeye sürükledi ve kardeşini öldürdü, işte bu yüzden de hüsrana
uğrayanlardan oldu. (Mâ i de/27-30)
Hz. Osman da evi
muhasara altına alındığında, dörtyüze yakın olan kölelerini, muhasaracılara
karşı koymaktan menederek 'Kim silahını bırakırsa, o hürdür' dedi. Bu durum
ashab-ı kiram arasında istişareye sebep oldu. Fakat ashabtan hiç kimse Hz.
Osman'ın hatalı olduğunu söylemedi.
Eğer kişinin kendisi
değil de ailesi, çocukları, kavmi saldırıya maruz kalırsa, kişinin saldırgana
karşı koyması vacib olur. Çünkü o kişi, ailesinin, çocuklarının, kavminin
emniyetini sağlamak mecburiyetindedir; zira o kişi, ailenin veya kavmin
lideridir.
Saldırgan ya -müslüman
olduğu için- kanı masum olan bir kimsedir veya -mürted veya evli olduğu halde
zina ettiği için- kanı masum olmayan bir kimsedir. Saldırgan, kam masum olan
bir kimse değilse, saldırıya maruz kalan kişi, onu bir an önce öldürmek için en
öldürücü yerlerine vurabilir veya onu korkutabilir veya hafifçe vurabilir.
Saldırgan, müslüman,
zımmî veya ahidli olup kanı masum olan kişilerdense ve saldırısına başlamışsa
(fiilen tecavüz ediyor veya fiilen öldürmeye çalışıyor bir durumdaysa),
saldırıya maruz kalan kişi onu derhal öldürebilir. Saldırgan bu
durumda öldürülürse kanı hederdir; onun için ne kısas ne de diyet
sözkonusudur. Fakat saldırıya maruz kalan kişi, saldırganı fiilen saldırıya
başlamadan önce (fiilen öldürmeye, fiilen tecavüze başlamadan önce) hedefine
ulaşmak için çaba sarfe-der/hazırlık yapar bir durumda görürse ve onu konuşmak
veya yardım istemek suretiyle saldırısından vazgeçirmek mümkünse ona vurması
haramdır. Eğer elle vurmak onu defediyorsa,sopa ile vurmak, eğer sopa ile
vurmak onu defediyorsa
asa ile vurmak
haramdır. Bir azasını kesmekle onu defetmek mümkünse,
öldürülmesi haramdır. Çünkü onun öldürülmesi, zaruret nedeniyle caiz
kılınmıştır. En hafif İle defetmek mümkünken, en ağırın kullanılmasında bir
zaruret yoktur. Saldırgan, ancak
öldürmekle
defedilebiliyorsa, öldürülmesi durumunda
kanı hederdir; ne kısas ne de diyet sözkonusudur. Saldırganı, dövmekle
defetmek mümkün olduğu halde, saldırıya maruz kalan onu öldürürse kısas lazım
gelir. Çünkü bu durumda öldüren
saldırgandır ve onun katline zâmin olur.
I. Bir kişi,
pencereden veya kasden açılmış bir delikten başka bir kişinin hanımına bakarsa,
ev sahibi de ona küçük bir taş veya bir çekirdek atıp onun gözünü kör ederse
veya onun ölümüne sebep olursa, saldırganın (başkasının penceresinden bakan
kişinin) kanı hederdir. Bunun delili şu hadîstir:
Eğer bir kimse izinsiz
olarak senin mahremiyetine (pencereden veya delikten evinin içine) bakar, sen
de iki parmağının arası ile bir çakıl taşı atarak onun gözünü çıkarırsan bundan
dolayı artık sana herhangibir günah terettüb etmez.
Fakat bu, kişinin
baktığı evde hanımı veya bir mahreminin bulunmaması şartına bağlıdır. Eğer
orada hanımı veya bir mahremi varsa,
şüphe sözkonusudur.
Şüphe olduğunda ise ceza düşer. Bu tıpkı ortaklardan birinin müşterek
hırsızlık yapıp elinin kesilmemesine benzer.
II. Bir velî veya bir vali, elinin altında
bulunanlara tâzir cezası uygularsa, -meselâ koca karışma, öğretmen talebesine tâzir cezası tatbik
ederse- tâzir cezası uygulanan kişi de bundan dolayı helak olursa, vurulan
darbe de genellikle ölüme sebep olacak derecede ağırsa -bu darbeleri vuran; kişinin babası, annesi,
dedesi, ninesi gibi asılları değilse-vuran kişiye kısas lazım gelir. Fakat
vurulan darbe öldürücü olmadığı halde kişi ölürse, kasden öldürmeye benzer
öldürmenin diyeti katilin asabesinden tahsil edilir. Çünkü neticenin
selametinden sorumludur. Burada amaç öldürmek değil, terbiye etmekti. Fakat
buna rağmen kişi ölürse, meşru olan sınırın aşıldığına hükmedilerek kasden
öldürmeye benzer öldürmenin diyetini ödemekle mükellef kılınır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi bu diyet katil olan kişinin asabesinden taksitle tahsil
edilir.
III. İmam (devlet başkanı) veya imamın vekili,
takdir ve tayin edilen cezayı -artırmaksızın- tatbik ederler de cezalandırılan
kişi ölürse, tazminat sözkonusu olmaz. Çünkü imam veya onun vekili, üzerine
vacib olanı yerine getirmiştir. Uygulanan cezanın sopa vurmak, el kesmek
olması, aşırı sıcak veya aşırı soğuk bir zamanda uygulanması veya iyileşecek
veya iyileşmeyecek bir
hastalık esnasında uygulanması
meseleyi değiştirmez.
IV. Âkil-bâliğ ve hür olan kişinin bedeninde bir
çıban çıksa, çıbanın ölümcül olduğundan korkulmuyorsa, o çıban kesilebilir.
Fakat çıbanın ölümcül olduğundan korkuluyorsa,
onu bırakmakta da herhangibir tehlike yoksa, kesmek caiz olmaz.
Çıbanın kesilmesinde tehlikenin daha çok olması durumunda da hüküm böyledir.
Baba veya dedenin,
çocuğun veya definin vücudundaki çıbanı, tehlike olmakla beraber kesmemenin
tehlikesi daha büyükse, kesme yetkisi vardır. Çünkü onlar, çocuğun ve delinin
mallarını zayi olmaktan korumakla mükelleftirler. Öyleyse onların canlarını
korumak hususunda daha fazla gayret
göstermeleri gerekir. Çürüten, yeyip
tüketen bir hastalığa maruz kalan
bir uzvu veya damarları kesmek, dağlamak ve benzeri tedaviler de çıbanı kesmek
gibidir. Tehlikesi yoksa, doktorlar bunun gerekli olduğunu söylerlerse
sultanın, babanın, dedenin ve diğer velîlerin
kan aldırtmak yetkisi
vardır. Çünkü bu
maslahat içindir, herhangibir
zarar da sözkonusu değildir. Fakat yabancı bir kişinin çocuk ve deli için
bunları yapması caiz değildir; zira yabancı bir kişinin, deli veya çocuğa
bunları tatbik etmeye yetkisi yoktur, yabancı kişi onların velîsi değildir.
Fakat sultanın, babanın ve diğer velîlerin, velayeti altında bulunanlara
bunları tatbik etmesi caizdir, eğer tedavi edilen kişi ölürse, onların
herhangibir tazminat ödemesi gerekmez.
V. Cellat, imamın zulmettiğini bilmeden onun emriyle bir kişiye vurursa veya
öldürürse, cellat değil, imam zâmin olur. Fakat cellat imamın zulmettiğini, bu
hususta hata ettiğini biliyorsa, cellat zâmin olur. Bu hüküm, cellatın imam tarafından tehdit edilmemesi halinde
böyledir. Eğer cellat, imam tarafından tehdit edilmişse, hem imam, hem de
cellat malî cezaya çarptırılır.
VI. Bir kişi, başka birinin elini ısırırsa,
ışınlan kişi elini en kolay yoldan kurtarmaya çalışmalıdır. Mesela onun
çenesini açmak veya çenesine vurmak suretiyle kurtarabilir. Eğer bu şekilde
kurtafamazsa, elini çekmek suretiyle kurtarmalıdır. Hızla elini çektiğinde
adamın dişleri kırılırsa veya düşerse, o dişler hederdir; onlar için tazminat
yoktur.
İmran b. Husayn şöyle
rivayet ediyor: "Bir kişi, diğer bir kişinin kolunu ısırdı. Işınlan kişi
kolunu çekince ısıranın ön dişi düştü. Müteakiben dava Peygamber'e arzolununca,
Peygamber 'Sizden biriniz erkek hayvanın ısırması gibi ısırır mı? Onun çıkan
dişi için diyet yoktur' buyurdu".
Acı çeken bir kişinin
-acı ne kadar çok olursa olsun- kendini öldürmesi caiz değildir; zira o acıdan
kurtulma ihtimali her zaman mevcuttur.
Hatib Şirbinî şöyle
der: 'Bir kişi ateşe atılsa, o ateşte de öleceğinden emin olsa, ancak ateşten
kurtulmanın tek yolu da kendisini
ateşin yanındaki suya atarak boğmak olsa, boğulmak ateşte yanmaktan daha kolay
geliyorsa, kendini suya atabilir'.
İnsanın Kusuru
Nedeniyle Sorumlu Olması İnsan kusuru nedeniyle iki şekilde
sorumlu olur:
1. Kasıd nedeniyle sorumlu olması
Yani kişinin kasden
öldürmesinden, kasden hırsızlık yapmasından, zina iftirası atmasından,
gasbetmesinden, yol kesmesinden ötürü sorumlu olmasıdır.
2. İhmalkârlık nedeniyle sorumlu olması
Yani kişinin
ihmalkârlığı nedeniyle kanı masum olan bir kişinin malının veya canının zarar
görmesi nedeniyle sorumlu olmasıdır. Meselâ kişi hayvanını başıboş bırakır da hayvan
başkasının bahçesine, arazisine zarar verirse, hayvan sahibi sorumlu olur.
Kusur ve
ihmalkârlığın, şer'an tasavvur edilmesi mümkün olduğunda sorumluluk sabit olur.
Sorumluluk sabit olduğunda da sorumlu olan kişi tazminat ödemekle mükellef
kılınır. Kusur ve ihmalkârlığı nedeniyle telef olan malın mislini veya
kıymetini öder. Kusur ve ihmalkârlığı nedeniyle meydana gelen yaralanma ve
benzerlerinin diyetini veya tazminatını öder.
Olayın meydana gelmesi
muhtemel olduğunda, şeriat nazarında kusur veya ihmalkârlık hükmen sabit olur.
Oiayın failin gerçekten kusurlu olup olmaması -olayın kusur nedeniyle meydana
geldiği ihtimali varsa- dikkate alınmaz. Bu bakımdan o kişinin tazminat
ödemekle mükellef kılınması için kusurlu olduğunu gösteren bir delilin
bulurması şart değildir. Burada tek şart, olayın o kişinin kusuru nedeniyle
meydana geldiği düşüncesinin bulunmasıdır. Bu ise hak hususunda titiz
davranmak, zararı telafi etmek ve hukukun üstünlüğünü- sağlamak içindir.
I. Kazaen adam öldürmek.
Kazaen adam öldürmenin
tarifi daha önce geçmişti. Kazaen adam öldüren kişiye, diyet vacib olur. Kazaen
adam öldüren kişi, gerçekte suçlu olduğu için bu cezaya çarptırılmamaktadır. O
kusurlu olduğu, tedbir almadığı için kişinin ölümüne sebep olmuştur. Hatta o,
gerçekte kusurlu bile olmayabilir. Böyle dahi olsa yine diyet ödemekle mükellef
kılınır.
II. Meselâ bir kişi eğri bir duvar yapsa, kanı masum
olan bir kişi veya bir mal o duvarın altında kalarak telef olsa, duvarı yapan
kişinin akrabaları ölen kişinin diyetini veya telef olan malın bedelini vermek
mecburiyetindedirler. Bu ceza, işlemiş olduğu bir suçtan ötürü verilmemiştir.
Sadece bir müşlümana, kendisinin kusur ve ihmalkârlığı nedeniyle gelen zararı
telafi etmek İçin bu cezayı ödemekle mükellef kılınmıştır.
III. Meselâ bir kişinin hayvanı veya arabası,
başkasının ekinini telef etse veya kanı masum olan bir kişinin yaralanmasına
veya ölmesine sebep olsa, o hayvanın
veya arabanın üstünde olan kişi veya onların sahibi telef olan malın
tazminatını vermek zorundadır. Hayvanın veya arabanın ölümüne sebep olduğu
kişinin diyeti ise, hayvanın veya arabanın üzerinde bulunan kişinin yakınları
tarafından verilir. Çünkü hayvan veya arabanın sebep olduğu cinayetin
sorumluluğu, hayvanın veya arabanın üzerinde bulunan kişiye aittir.
1. Meselâ hayvan veya arabayı kullanan kişi ansızın
ölse, düşüp ölen hayvan veya hareket halindeki araba bir kişinin ölümüne sebep
olsa veya bir malın telef olmasına sebep olsa, arabayı kullanan kişi sorumlu
tutulmaz. Çünkü burada herhangibir kusur sözkonusu değildir.
2. Bir kişi, hayvanın sahibinin veya hayvanı
ücretle çalıştıran kişinin izni olmadan hayvanı elindeki bir nesne ile dürtse,
hayvan da ürküp bir malın telef olmasına sebep olsa, hayvanın sahibi veya
hayvanı ücretle çalıştıran kişi sorumlu olmaz, çünkü onların bu hususta
herhangibir kusuru sözkonusu değildir.
Tazminat, hayvanı izinsiz olarak dürten kişiye düşer; zira bu
işi bilfiil yapan odur.
Yabancı bir kişi,
başka bir şahısın arabasını bir deliye teslim etse, deli de arabayı sürerken
bir mahn telef olmasına sebep olsa, arabanın sahibi sorumlu olmaz. Çünkü ona
herhangibir kusur izafe etmek mümkün değildir. Tazminat, arabayı deliye teslim
eden kişiye düşer.
3. Bir kişi gündüz vakti hayvanını bir şahsa
verip, hayvanın her zamanki gittiği yolu da gösterse, fakat buna rağmen hayvan
bir ekine zarar verse veya yolda bulunan herhangibir şeyin yok olmasına sebep
olsa, hayvanın sahibi sorumlu olmaz. Çünkü ona herhangibir kusur izafe etmek
mümkün değildir. Tazminat, hayvanın teslim edildiği kişiye düşer.
Kişi hayvanını, gündüz
vakti daha önce gidip geldiği yola yöneltse, hayvan bir ekine veya bir mala
zarar verse, sahibi sorumlu olmaz; zira burada hayvan sahibine izafe edilecek
bir kusur yoktur. Fakat kişi hayva-nmı'aynı yola geceleyin yöneltse, hayvan da
herhangibir şeyi telef etse, hayvanı geceleyin gönderdiği için hayvan sahibi
sorumlu olur ve zararı tazmin eder. Gündüz gönderdiğinde sorumlu olmamasının,
gece gön-. derdiğinde ise sorumlu olmasının sebebi şudur: Hz. Peygamber, bahçe
sahiplerine bahçelerini gündüz korumayı emretti. Hayvan sahiplerinin de
hayvanlarının geceleyin yaptıkları zararı ödemesine hükmetti.
Bu şekilde hüküm
verilmesinin sebebi örftür; zira örf, insanların bahçelerini, ekinlerini gündüz
korumak şeklinde cari olmuştur. Hayvan sahiplerinin de hayvanlarına geceleyin
sahip olması şeklinde cari olmuştur. Bu bakımdan örfün değişmesi halinde hüküm
de örfe tâbi olarak değişir.
Geçmiş misallerden
kısaca şu güvenilir kaideyi çıkarttık:
a. Mesuliyet, bilfiil başkasının zarar görmesine
-ister kasıtlı, ister kasıtsız- sebep olan kişiye aittir. Bu ya düşmanlıktan
kaynaklanan bir sorumluluktur ya da kusurlu davranmaktan kaynaklanan bir
sorumluluktur.
b. Bilfiil başkasının zarar görmesine sebep
olmayan kişi sorumlu olmaz. Çünkü bilfiil sebep ortada olmadığında işe yabancı
bir unsur dahil olur. Meselâ bir kişi yol kenarına bir kuyu açsa, bir şahıs da
gelip bilerek kendini kuyuya atsa (intihar etse), kuyuyu kazan kişi sorumlu
olmaz. Çünkü onun dolaylı olarak sebebiyet vermesi, bilerek kendini kuyuya atan
kişinin fiiliyle kesilmiş oluyor.
c. Bir kişi
hayvanını bağlamadan bir ekinin yanına bıraksa, başka bir kişi gelip hayvanı
dürtüklese, hayvan da ekine zarar verse, hayvan sahibi sorumlu olmaz. Çünkü
sebebiyet, o kişinin fiiliyle ortadan kalkmaktadır. Meselâ bir kişi büyük bir
taşı emin bir yere bıraksa, sonra sel gelip o taşı sürüklese ve taş başka bir
kişinin ölümüne sebep olsa, burada sorumluluk sözkonusu olmaz. Çünkü böyle
birşeyin düşünülmesi mümkün değildir.