Hz. Peygamber ve İnsan Onuru
Gönderen Kadir Hatipoglu - Nisan 18 2013 23:12:16

Hz. Peygamber ve İnsan Onuru

Onur kelimesi, izzetinefis, şeref, saygı, itibar haysiyet; kişinin kendisinde kabul ettiği öz değerler, dolayısı ile başkalarının duyduğu saygının dayandığı kişisel değer olarak tarif edilmektedir. İnsanlık onuru deyince insana ait ve diğer canlılardan onu farklı kılan özellikler ve durumlar akla gelir. Onur, insanın kendisi dışındaki diğer varlıklar arasında edindiği yerdir. İlk insanın dünyaya gelişinden itibaren bu değer söz konusudur ve insan hayatının tümü bu değer ile kurulmuş, kuşatılmıştır.

Dinimiz, insanı saygıdeğer bir varlık olarak görür. Yüce Allah Kur'an'ı Kerim'inde şöyle buyurur. لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ  "Biz insanı en güzel şekilde yarattık." (Tin, 4)

يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْ فَمَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَاُولَئِكَ يَقْرَؤُنَ كِتَابَهُمْ وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً

"Andolsun ki biz, insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık." (İsra,70) Bu durum Allah-ü Teala’nın sadece insana bahşettiği bir lütfüdür. Onur ve asalet başka hiçbir canlıya verilmemiş üstün insani niteliklerdendir. İnsanoğlunun bu üstünlüğü karşısında melekler dahi ona saygı göstermişlerdir. Sad suresi 73-74. ayetlerde belirtildiği üzere Allah Teala insanoğluna kendi ilahi ruhundan üflemiş ve melekler insanoğluna secde etmişlerdir. İnsanlık onuru açısından bakıldığı zaman gerek Kur’an-ı Kerimde gerekse Peygamberimizin sünnetinde insana ve insani değerlere zarar vermesi muhtemel hususların kesin bir dille yasaklandığı görülür.

Kur’an’a göre sadece insanoğlu ruh ve beden olmak üzere iki yönlü bir varlıktır ve sadece o, mükemmelliğe erişebilir. İnsan Allah-ü Teala’nın bazı sıfatlarını kendisinde gösterebilir. Allah, insanı suçsuz, günahsız, haklara ve görevlere ehil bir varlık olarak yaratmıştır. İnsanın yaratılışından ölümüne kadar ona verdiği değeri en mükemmel şekilde Hz. Muhammed (a.s.)’ın dilinden bütün insanlığa sunmuş ve son noktayı koymuştur. Böylelikle Allah-ü Teala insanoğluna yeryüzünde halifelik görevi bahşetmiştir. اِنِّى جَاعِلٌ فىِ اْلاَرْضِ خَلِيفَةً  (Bakara 30) وَعَلَّمَ اَدَمَ اْلاَسْمَآءَ كُلَّهَا  İnsanoğluna tüm isimleri öğretmiştir.(Bakara 31) Bu iki yönlülük insana istemlerinde özgürlük verir. Özgürlük ise ancak yeterli kapasite ve güç varsa bir anlam kazanır. Ne melekler ne de hayvanlar bunlara sahiptir. Sadece insan bu güç ve kapasiteye sahiptir. Bu durum, aynı zamanda insana Allah’a karşı sorumluluk yüklemektedir.

Yeryüzünün halifesi olmak, onu idare etmek ve imar etmek yüksek kabiliyet ve ilimle, ilmi kavrayacak akıl nimeti ile donatılmayı gerektirir. İlim en yüksek payedir. Ve bu paye insana verilen en büyük onurdur. Ve ilk insan Hz. Âdem’den itibaren insanda mevcuttur.

Allah, meleklerden insana secde etmesini istemiş; وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلَئِكَةِ اسْجُدُوا  ِ لاَدَمَ فَسَجَدُوآ  "Âdem'e secde edin!" buyurmuş ve اِلاَّ ‏اِبْلِيسَ  biri hariç bütün melekler ona hemen secde etmişlerdir. Esasında insan meleklerden farklı bir fıtrata sahip olarak hatta onlardan daha üstün makamlara yükselebilmeye aday olarak yaratılmıştır. Allah’ın emirlerine itaat ederse melekleri bile geçebilecek özelliklere sahiptir ki, bu da insana en fazla yakışan onurdur. Peygamberler de bizim gibi bir insandırlar. Şöyle buyurulur; قُلْ اِنَّمَا اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ  “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım.” (Kehf;110) İnsana bir melek değil de kendi cinsinden peygamberler gönderilmesi, Allah’ın insana bahşettiği bir diğer onurdur. Allah’ın Kuran’da “ey insanlar!” diyerek hitap etmesi de insan onurunun Allah katında hangi değerde olduğunu göstermektedir. Allah’ın insana hitabı adeta onunla konuşmasıdır ki bu, insanı değerli kılar.

 

İnsanlığa gönderilen bütün ilahi mesajlarda insanın manevi şahsiyetinin en önemli ögesi olarak onurun korunmasına özel bir önem ve ağırlık verilmiş bütün peygamberler de insanlık onurunun zedelenmemesi için mücadele etmişlerdir. Tarihi süreç içerisinde insanlar, kendilerine gösterilen istikametten çıkarak, bu onurun korunmasında gerekli titizliği gösterememiş tam aksine insan onuru alaşağı edilmiş; insanlar zulüm derecesinde haksızlıklara, insani olmayan muamele ve aşağılanmalara maruz kalmışlardır. İlahi çizginin son halkası olan İslam da, insanı insan yapan değerler üzerinde hassasiyetle durmuş, Hz. Peygamber (s.a.v) bu değerleri bizzat hayatında uygulayarak insanlığa ışık tutmuştur.

İnsan onuru üzerine konuşurken öncelikle ahlak ve erdemden de bahsedilmeli, onurlu yaşama üzerine de konuşulmalı ve bunların ayrılmaz ilişkisi ön plana çıkarılmalıdır. Kur’an’ın temel işlevi, insanlar arasındaki ilişkileri, adalet, merhamet, sevgi ve saygı gibi ahlaki ve insani esaslar üzerinde yüceltmek, yaşanılan hayatta zulüm ve hukuksuzluktan eser bırakmamaktır. Çünkü Allah, her varlığı kendi yaratılışındaki amaç ve hikmete uygun niteliklerle donatmış, onları daima iyiye ve güzele doğru yönlendirerek, her şeye hedefini ve yolunu göstermiştir. Bu manada Kur’an, insan onurunu, yaşama hakkını ve özel hayatın dokunulmazlığı da dahil olmak üzere bütün beşerî ilişkileri en ince ayrıntılara varıncaya kadar koruyan “en güzel söz, en güzel ilkeler” kitabıdır. Ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, insan, gerek şekil ve beden yapısı bakımından, gerekse şerefi yani manevî yapısı bakımından en güzel bir şekilde yaratılmış ve yaratıklara üstün kılınmıştır. Bu, öyle bir üstünlüktür ki, Cenab-ı Hak, her şeyi onun emir ve hizmetine vermiştir. Bununla ilgili bir ayet şöyledir:

وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى السَّمَوَاتِ وَمَا فِى اْلاَرْضِ جَمِيعًا مِنْهُ اِنَّ فِى ذَلِكَ لاَيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 "Yüce Allah göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir." (Casiye, 45/13)

İnsanoğlunun hizmetine verilen şeyler, sadece maddî imkanlar değildir. İnsan, aklıyla, düşüncesiyle, konuşmasıyla, bilgisiyle, çalışarak ilerleyebilmesiyle yani manevî yönüyle de üstün kılınmıştır. Allah insana manevî yüceliklere erişebilme yeteneğini vermiş, ona düşünce planında en güzel rengi ihsan etmiştir. Bununla ilgili olarak ilahi kitabımızda şöyle buyurulmaktadır:

صِبْغَةَ اللهِ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ

 "Allah'ın verdiği renkten daha güzel renk var mıdır?" (Bakara, 2/138). Bilginlere göre bu ayetteki renkten maksat: "Yaratılışıyla insana verilen fıtrat, hak dîne yöneliş ve insan ruhuna verilmiş iyi eğilimlerdir.[1] İşte insan, Yüce Allah'ın doğuştan kendisine verdiği bu iyi eğilimleri geliştirmek ve bu suretle hem Allah'ına hem kendisine, hem de diğer insanlara karşı vazifelerini yapmak durumundadır. Şayet bunu yaparsa, insan olarak, diğer varlıklara karşı, yaratılıştan üstün kılınan özelliklerini geliştirmiş olacaktır. Bunun aksi, bu özelliklerin giderek zayıflamasına ve yok olmasına yol açacaktır.

İslam dini, kuvvetli bir iman, gerçeği aydınlatacak bilgi, yararlı işler ve güzel ahlak ile kişinin saygı değerlilik vasfını koruyabileceğini göstermiş; insanları kan dökmekten, ırzı-namusu çiğnenmekten, soyu bozulmaktan, vicdanı baskılardan alıkoyarak doğuştan verilen iyi eğilimlerin olumlu yönde gelişmesine ortam hazırlamıştır. Bu münasebetle İslam dini: "Can, mal, soy, akıl ve din"i, dokunulmazlığı olan ve titizlikle korunması gereken esaslar olarak görmüştür.

 

İslam dininin yayılmaya başladığı yıllarda yeryüzünde haksızlıklar, zulümler, yersiz kavgalar, cinayetler kol geziyordu; asiller, köylüler, beyazlar, siyahlar, hürler, köleler, zenginler, yoksullar, erkekler, kadınlar ayırımı acımasız bir şekilde varlığını hissettiriyordu. İslamiyet. İnsanın üstünlük niteliklerini zedeleyen ve manevî gelişmesine, iyi eğilimlerini geliştirmesine engel teşkil eden bu ayrımların yerine, dürüstlük, çalışkanlık, Allah korkusu, iyilikseverlik ve benzeri ölçüler koydu. Yani Allah katında çalışkan tembelden, iyi kötüden, cömert cimriden, edepli edepsizden, Allan'tan korkan korkmayandan, bilgili bilgisizden üstün kabul edildi. Peygamberimizin hadisine göre: "Yüce Allah, insanların şekillerine ve mallarına değil, kalplerine ve davranışlarına" bakar (Müslim, Birr,'34.,), zengin-yoksul, siyah-beyaz, asil-köylü ayırımı yapılamaz. İslam'a göre Allah katında insanlar, bir tarağın dişleri gibi eşittirler. Manevî üstünlük ancak takva iledir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

يَآاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَآئِلَ لِتَعاَرَفُوآ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ اَتْقَيكُمْ اِنَّ اللهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

 "Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır." (Hucurat, 49/13)

Yeryüzünde insanların aradığı ve gerçekleşmesini isteği ortak değer adâlet ve eşitlik ilkesidir.

يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاَنُ قَوْمٍ عَلَى اَلاَّ تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللهَ اِنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

(Hud, 11/18; Şûra, 42/40; Mâide, 5/8.) İslâm’da fertler arasında ırk, renk, soy, sop, makam, mevki, fakirlik, zenginlik, şan, şöhret gibi hususlarda üstünlük yoktur. (Bkz. Tevbe, 9/24–25; Kehf, 18/28,32–43; Taha, 20/131; Kasas, 28/76–82; Sebe, 34/35; Abese, 80/1–12). Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Adem'in oğullarıdır, Adem'i de Allah, topraktan yaratmıştır (Tirmizî, Menakıb, 73; Ebu Davud, Edeb, 111., 3) "Ey insanlar! İyi biliniz ki Rabbiniz birdir; babanız birdir. Arab'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab'a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza Allah'a bağlılık dışında hiçbir üstünlüğü yoktur" (Ahmed b.Hanbel, Müsned, V, 411)

Bir defasında Ebu Zerr-i Gıfarî hazretleri, Bilal-i Habeşî hazretlerine: "Kara kadının oğlu!" diye hakaret etmişti. Bu söz peygamberimize ulaşınca, Ebu Zerr'i: "Ey Ebu Zer! Sen onu anasından dolayı ayıplıyorsun öyle mi? Demek ki sen, içinde hala cahiliye ahlakı kalmış bir kişi imişsin!" diye azarladı. Ebu Zer (r.a) söylediği o sözden o kadar pişman oldu ki, yanağını yere koyarak: "Bilal yanağıma ayağıyla basmadıkça, başımı yerden kaldırmayacağım!" diyerek özür diledi. Hz. Bilal bunu yapmadan da özrünü kabul edeceğini söylemişse de Ebu Zerr'in ısrarı karşısında yanağına basmak zorunda kaldı.

Hz.Osman'ın halifeliği sırasında bir sahabî, yine Ebu Zerr hazretlerini Rebeze'de görmüştü. Burası Medine'ye yakın bir köydü. Ebu Zerr'in ve hizmetçisinin üstünde aynı kumaştan birer gömlek vardı. Ona: İkisini birleştirip de kendine elbise yapsaydın ya!" deyince Hz.Ebu Zer, Peygamberimizden işittiği şu hadisi nakletti: "Hizmetçileriniz, Allah'ın, iradenize emanet ettiği kardeşlerinizdir. Kimin yanında hizmetçi bulunursa kardeşine yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara zahmetli bir iş yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, kendilerine yardım ediniz. (Buhari, İman, 22; ltk, 15.,)

Hz. Peygamber, azad ederek hürriyetine kavuşturduğu Zeyd b. Harise'yi ve bu zatın oğlu Üsame'yi ordu kumandanlığına getirmişti. Siyah derili bir zat olan Bilal-i Habeşî'yi de camiinin müezzinliğine getirmiş, aynı zamanda önemli memuriyetlerde vazifelendirmişti.

 

Peygamberimiz dadısı olan Ümmü Eymen cariye-hizmetçi statüsünde olup hürriyetine kavuşturulmuştur. Sevgili Peygamberimiz kendisine "Anneciğim, anneciğim!" diye hitab ediyordu. Köle ve hizmetçilerin değersiz sayıldığı bir zamanda, Peygamberimizin Ümmü Eymen'e "Anneciğim" demesi köklü bir düşünce değişikliğini müjdeliyordu. Bu düşüncenin esasını da: "Ne olursa olsun insanı insan olarak sevip saymak" oluşturuyordu.

Bir gün Zahir adında kötürüm bir sahabi Medine çarsısında üzüm satmakta idi. Allah Rasulü (s.a.s) mübarek elleriyle Zahir’in gözlerini kapayarak Zahir’i satıyorum alan var mı diye latife yaptı. Zahir: ey Allah’ın Rasulü ben kötürüm birisiyim bana çok para vermezler deyince, Allah Rasulü (s.a.s); sen ucuza gidecek bir varlık değilsin diyerek onu onore etti. (Buhari/İman 5) Hz. Peygamber ve tebliğ ettiği yüce İslam dini insana ve insanlık onuruna yeryüzünde hiçbir sistemin vermediği değeri vermistir.

Müslüman her şeyden önce bir insandır, kendi onurunun ve sorumluluklarının farkında olmazsa İslam’dan da uzaklaşır. Orta yol ve akılcılık sadece İslam’ın değil aynı zaman da Müslüman’ın da özelliklerindendir. İnsanoğlu iyiyi kötüden ayırt edebilecek bir akla sahip olduğundan bu varlıklardan üstündür. Kur’an’da bu durum İblis’in insana neden secde etmediği ile açıklanır. (Sad 71-78)

İnsan olmak hasebiyle, her Müslüman’ın diğer Müslümanlara olduğu gibi Müslüman olmayanlara karşı da belli bazı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları yerine getirmeyen Müslümanlar günah işlemiş olur ve Allah tarafından cezalandırılırlar. Kişi, yaptığı iyi işleri, güzel davranışları ve güzel ahlakı ile özel bir değere sahip olacaktır. Nitekim: وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُوا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ "İşlediklerine karşılık her birinin dereceleri vardır"(En'am, 6/132) ayetinden, herkesin, yaptığına uygun bir dereceye getirileceği ve mükafatlandırılacağı anlaşılmaktadır.

Özgürlük insan onuru ile aynı anlamdadır. Ve bu onur bir haktan ziyade, insanın özünde bulunan bir cevherdir. İnsandan bu onur alınırsa geriye hayvan mertebesinde bir varlık kalır. Özgürlük açısından da böyledir. İnsan, irade ve özgürlüğü varsa ancak insandır. Eğer ona herhangi bir fikir empoze etmeye çalışılırsa, özgürlüğü ortadan kalkacak ve insanlık onuru zedelenecektir. İslam, insanlara fikir empoze etmeyi büyük bir günah olarak görür. Mantıki temellere değil, körü körüne taklide dayanan inançları da asla kabul etmez.

İnsanlık onuru esasen kisilerin karşılıklı olarak bir birinin hakkına riayet etmesi ve aralarındaki iliskilerin güvene dayanmasıyla meydana gelir, Bundan dolayı kâinatın efendisi (s.a.v.) söyle buyurmaktadır. Müslüman elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir. (İbni Hacer,İsabe-423)

Saygın bir konumda bulunan ve yeryüzünün halifesi onuruna sahip olan insana saygı göstermek onun hak ve hürriyetlerine saygı göstermekle başlar.

Dünyada ve ülkemizde yükselen değerler arasında “insan hakları” kavramı gittikçe daha bir önem kazanmaktadır. İnsan haklarının toplumda hâkim olması herkesin arzu ve isteğidir. Bu hakları insanlara kimse vermiş değildir, bundan dolayı da kimse alamaz. insan, ilahi kudretin kendisine bahşettiği haklara sahip olarak onurlu ve insanca yaşamayı arzu etmektedir. İnsan haklarının toplumda hâkim olabilmesi için ferde ve topluma pek çok yükümlülükler düşmektedir. İslâm’a göre herkes sorumlu olup üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmekle görevlidir. İslâm dini, insana üstün bir değer vermekle beraber, onun erdemli ve onurlu bir şahsiyet olarak yetişmesi için gerekli tedbirleri almıştır. İslâm’ın istediği modelde insan yetiştiği takdirde insan hakları ihlallerinin asgariye ineceği kesindir. İnsan haklarının güvencesi büyük ölçüde burada yatmaktadır.

İnsan haklarıyla ilgili pek çok hadisten evrensel mahiyette ilkeler çıkarmak mümkündür. İnanç, ibadet ve düşünce özgürlüğü, can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması müslim-gayr-i müslim herkes için geçerli olan hususlardır. İnsanlar arasında haksızlık, zulüm ve işkencenin her çeşidinin yasaklanması, hak, adalet ve eşitlik gibi değerlerinhakim kılınması esastır. Hz.Peygamber, kişinin sahip olduğu hakların hangi niyetle ve ne adına olursa olsun gasp edilmemesi ve çiğnenmemesi gerektiği üzerinde ısrarla durmuştur.

 

Ayten KOÇ


[1] .( Bk.M.Yaşar Kandemir, Örneklerle İslam Ahlakı,İstanbul 1980, 2.baskı, 94vd.d.,)



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler