Allah’a Karşı Kulluk
Görevimiz Olarak “Dua”
Y. Seracettin Baytar
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Acizliğini, zayıflığını ve
fakirliğini itiraf eden kul, dua vasıtasıyla gücü her şeye yeten ve her şeyin
sahibi olan Yüce Allah ile aracısız irtibat kurar, O’na niyazda bulunur ve O’nun
himayesine iltica eder.
Sözlükte, “çağırmak, istemek, yardım
dilemek” anlamlarına gelen “dua”; dinî bir kavram olarak, aciz ve zayıf olan
kulun, bütün benliğiyle kudreti sonsuz Yüce Yaratıcı’ya yönelerek, hâlini O’na
arz etmesi ve her türlü ihtiyacı için O’nun engin lütuf ve merhametine
sığınmasıdır.
Acizliğini, zayıflığını ve
fakirliğini itiraf eden kul, dua vasıtasıyla gücü her şeye yeten ve her şeyin
sahibi olan Yüce Allah ile aracısız irtibat kurar, O’na niyazda bulunur ve O’nun
himayesine iltica eder. İnsanın, edâ etmekle sorumlu olduğu tüm ibadetlerin, özü
itibariyle kendisiyle Rabbi arasında irtibat kurmayı veya var olan irtibatın
güçlenmesini hedeflediğini düşünürsek dua, bunu hemen ve dolaysız
gerçekleştirdiği için Peygamber Efendimiz tarafından “ibadetlerin özü” (Tirmizî,
Daavat, 1) olarak nitelendirilmiştir. Dua, ibadetlerin özü olması yönüyle
insanoğlunun yaratılış gayesini de temsil etmektedir. Zira Yüce Yaratıcımız,
insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etsinler diye yarattığını ifade
buyurmaktadır. (Zâriyât, 56) “(Rasûlüm!) De ki: duanız olmasa, Rabbim size ne
diye değer versin!” (Furkân, 77) ifadeleriyle de Yüce Rabbimiz, bu gerçeğe
işaret etmektedir.
Bize şah damarımızdan daha yakın olan
ve içimizden geçirdiklerimizi bilen (Kâf, 16) Rabbimiz, bizleri kendisine dua
etmeye çağırmakta ve dua ettiğimiz takdirde bunlara karşılık vereceğini haber
vermektedir. (Bakara, 186; Mü’min, 14) Yüce Allah, kendisine, yalvara-yakara,
gizlice, azabından korkarak ve rahmetini umarak (Arâf, 55-56), güzel isimleriyle
(Arâf, 180), ihlas ve samimiyetle (Mü’min, 65), sabah-akşam (Kehf, 28), yan
yatarken, otururken veya yürürken (Âl-i İmrân, 191; Yunus,12) dua
edebileceğimizi bildirmektedir. Atıflarda bulunduğumuz ayet-i kerimelerde Yüce
Rabbimiz, dua ederken dikkat etmemiz gereken hususları bizlere anlatırken, talim
buyurduğu hâl üzere kendisine her yerde ve her zaman duada bulunabileceğimizi
haber vermektedir. Kur’an-ı Kerim’de, peygamberlerin dilinden zikredilen dualara
baktığımızda, Allah hakkında hüsn-ü zan sahibi olmamız gerektiğini (Meryem, 4,
48), duaya Yüce Rabbimizi övgü ve kusurlarımızı itirafla başlamamızın uygun
olacağını öğrenmekteyiz. (Enbiyâ, 87; Kasas, 16)
Kur’an-ı Kerim, insanoğlunun zorluk
ve sıkıntı anlarında Rabbine içtenlikle yönelerek dua ettiğini (En‘am, 63),
ancak sıkıntısı kaldırıldığında sanki hiç Allah’a bu sıkıntısından dolayı dua
etmemiş gibi geçip gittiğini anlatırken böyle kimselerin haddi aşan kimseler
olduğunu ifade etmektedir. (Yunus, 12) İnanmayanların hoşuna gitmese de dindar
ve ihlâslı olarak (Mü’min, 14), Allah’ın rızasını umanlarla birlikte duada sebat
etmemiz, bizlere öğütlenmektedir. (Kehf, 28) Yüce Allah, yalnızca kendisine dua
edip ve yalnızca kendisinden yardım dilememiz gerektiğini bildirirken, kendisi
dışında el açılanların hiçbir şekilde dualara icabet edemeyeceğini misal yoluyla
şöyle anlatmaktadır: “El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında
el açıp dua ettikleri, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar,
ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki
(suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. İnanmayanların duası
kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.” (Ra‘d, 14) Peygamber Efendimiz de en küçüğüne
varıncaya kadar tüm ihtiyaçlarımızı Rabbimizden istememiz gerektiğini (Tirmizî,
Daavât, 149), bizlere öğütlerken, Allah’ın kendisinden istenmesini sevdiğini
(Tirmizî, Daavât,126), kendisinden istemeyenlere ise gazab edeceğini (Tirmizî,
Daavât, 3) haber vermiştir.
Örnek yaşantısıyla ve güzel
sözleriyle her alanda bizlere rehberlik edip yolumuzu aydınlatan Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s.), dualarımızın Allah (c.c) tarafından hüsn-ü kabul ile
karşılık görmesi için şu hususlara dikkatimizi çekmiştir:
Sıla-i rahmi gözeterek ve günahlardan
uzak durarak duada bulunduğumuz takdirde Yüce Allah, ya dileğimizi
gerçekleştirmek veya günahımızı affetmek suretiyle duamıza icabet edecektir.
(Tirmizî, Daavat, 126)
Sevgili Peygamberimiz gece yapılan
duaların müstecâb olduğunu şu sözleriyle müjdelemektedir: "Her gece, Rabbimiz
gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve; “Kim Bana dua ediyorsa
ona icabet edeyim. Kim Benden bir şey istemişse onu vereyim. Kim Bana istiğfarda
bulunursa ona mağfirette bulunayım” der.” (Buhârî, Teheccüd, 14; Daavât, 13)
Efendimiz ayrıca, “En çok kabule mazhar olan dua hangisidir?” sorusuna: “Gecenin
sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualardır!” şeklinde
cevap vermiştir. (Tirmizî, Daavât, 80) Yine Efendimiz, abdestli bir şekilde
Rabbini zikrederek uyuyan ve gece kalkarak dünya ve ahirete dair bir konuda
dilekte bulunanın dileğini Allah’ın kabul edeceğini (Ebû Dâvud, Edeb, 105)
bildirmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ezan okunurken, savaş esnasında (Ebû
Dâvud, Cihâd, 41), ezanla kamet arasında (Tirmizî, Salât, 46), secde esnasında
(Müslim, “Salât”, 215), müminlerin birbirlerinin gıyabında (Müslim, Zikr, 88)
yaptıkları dualarla, mazlumun, yolcunun ve babanın evlâdına yaptığı duanın (Tirmizî,
Birr, 7) makbul ve müstecâb olan dualardan olduğunu bildirmiştir.
Duada elleri açarak kaldırma ve
sonunda yüzümüze sürme (Ebû Dâvud, Salât, 358; Tirmizî, Daavât, 11) gibi
birtakım şeklî hususlara dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “Rabbiniz
hayydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini
boş çevirmekten haya eder.” (Tirmizî, Daavât, 118) şeklinde buyurmak suretiyle,
Rabbimizin ne denli engin rahmet sahibi olduğunu bizlerin dikkatine sunmuştur.
Duaya, Allah’a hamd ve senâ, Peygamber Efendimize salât ve selâm ederek başlamak
(Tirmizî, Daavat, 66), “amîn” sözcüğüyle son vermek (Ebû Dâvud, Salât, 172), dua
esnasında sesini yükseltmeksizin (Buhârî, Daavât, 50), duayı ısrarcı ve kesin
bir üslupla (Buhârî, Daavât, 21), üçer defa tekrar ederek yapmak (Ebû Dâvud,
Salât, 361) ve dua yaptıktan sonra, “dua ettim de, duam kabul edilmedi” gibi
sözler sarf etmek suretiyle acele etmemek (Buhârî, Daavât, 22) gibi hususlar,
Peygamberimizden dua âdâbıyla ilgili olarak bize ulaşanlar arasındadır.
Lânet etmeyi ve bedduada bulunmayı
hoş görmeyen Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kendinize,
çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Ola ki, Allah’ın
duaları kabul ettiği saate rast gelir de, istediğiniz kabul ediliverir.” (Ebû
Dâvud, Salât, 362) Kendisi ve kocası için dua isteyen bir kadına, “Allah sana
da, kocana da rahmet etsin!” diye dua buyuran Peygamber Efendimiz, dualarımızda
Allah’tan hayırlı isteklerde bulunmamızın önemine işaret etmiştir. (Ebû Dâvud,
Salât, 363)
Sevgili Peygamberimizin özlü
dualarından birkaç örnekle konumuza son verelim.
“Allah’ım! Dinimi doğru kıl, o benim
işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi
de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma vesilesi
kıl. Ölümü de her çeşit şerden kurtularak rahata kavuşma kıl.” (Müslim, Zikr,
71)
"Allah’ım! Senden dinde sebat etmeyi,
doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette
bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb
diliyorum. Allahım! Senin bildiğin her çeşit şerden Sana sığınıyorum, bilmekte
olduğun bütün hayırları Senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan Sana istiğfar
ediyorum!” (Tirmizi, Daavât, 22)
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten,
korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten Sana
sığınırım. Keza, kabir azabından Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden Sana
sığınırım.” (Buhârî, Daavât, 38, 40, 42)
“Allah’ım! Seni hamdinle tenzih
ederim, Senden başka ilâh yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini taleb
ederim. Allah’ım ilmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma.
Katından bana rahmet lutfet. Sen lutfedenlerin en cömerdisin.” (Ebû Dâvud, Edeb,
108)
|