ـ1ـ عن النعمان بن بشير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّهِ :
الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ، ثُمَّ قَرَأَ: )وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِى
أسْتَجِبْ لَكُمْ( اŒية. أخرجه أبو داود والترمذى، وهذا لفظ وصححه .
1. (1750)-
Nu'man İbnu Beşîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Dua ibadetin kendisidir" buyurdular ve sonra şu âyeti
okudular. (Meâlen): "Rabbiniz: "Bana dua edin ki size icâbet edeyim.
Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme
gireceklerdir" buyurdu." (Gâfir 60). [Tirmizî, Tefsir, Gâfir, (2973);
Ebû Dâvud, Salât 358, (1479). Metin Tirmizî'ye aittir.]
AÇIKLAMA:
Cümle normalde
اَلدُّعَاءُ عِبَادَةٌ
yani
"Dua ibâdettir" şeklinde olması gerekir. Ancak araya hem zamir girmesi
ve hem de ibâdet kelimesinin başına eliflâm konarak kelimenin ma'rife
kılınması, Arapça'da mânaya kuvvet kazandırmaktadır. Böylece hadis,
"ibadet münhasıran duadır, "duadan başka bir şey değildir" gibi hasr
ifâde eden bir mânâya gelir. Bunun örneği hacc bahsinde geçmiştir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haccın esâsını Arafat vakfesi teşkil
ettiği için,
اَلْحَجُّ عَرَفَةٌ
"Hacc
Arafat'tır" buyurmuştur. Bunun mânâsı, "haccla ilgili rükünlerin en
büyüğü Arafat'taki vakfedir" demektir.
Öyle ise, dua da kabul edilsin edilmesin
bir ibadet olmaktadır. Çünkü dua ile kişi, ihtiyacını teminde aczini
idrak etmiş, bunu ancak her şeye kâdir olan Rabbinin te'min edeceğinin
şuuruna ermiş ve bu sebeple O'na iltica etmiş olmaktadır. Esâsen ibâdet
de bundan başka bir şey değildir. Nitekim, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın delil olarak okuduğu âyet, önce dua etmeyi emrediyor, sonra
da kibir ve büyüklük havasıyla "dua etmemek"i, "ibadet etmemek" olarak
ifâde zımnında duâ etme dâvetine icâbet etmeyenlerin cehenneme hakîr ve
zelîl olarak gireceklerini beyan ediyor.
ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّهِ : مَنْ
فُتِحَ لَهُ بَابُ الدُّعَاءِ فُتِحَتْ لَهُ أبْوَابُ الرَّحْمَةِ، وَمَا
سُئِلَ اللّهُ تَعالى شَيْئاً أحَبَّ إلَيْهِ مِنْ أنْ يُسْألَ
الْعَافِيَةَ، وَإنَّ الدُّعَاءَ يَنْفَعُ مِمَّا نَزَلَ، وَمِمَّا لَمْ
يَنْزِلْ، وََ يَرُدُّ الْقَضَاءَ إَّ الدُّعَاءُ فَعَلَيْكُمْ
بِالدُّعَاءِ[. أخرجه الترمذى .
2. (1751)-
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet
kapıları açılmış demektir. Allah'a taleb edilen (dünyevî şeylerden)
Allah'ın en çok sevdiği afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit
(musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise
sizlere dua etmek gerekir."[Tirmizî, Daavât 112, (3542).]
AÇIKLAMA:
1- Kişiye dua kapısının açılması, çokça
dua etmeye muvaffak kılınmasıdır. Dua edebilmek, kişi için büyük bir
hayırdır. Mü'min, ayet-i kerîmenin mantûkunca, kendisine isâbet eden her
hayrı Allah'tan bilmekle mükelleftir: "Sana ne iyilik gelirse
Allah'tandır, sana ne kötülük gelirse nefsindendir" (Nisâ 79),
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua etme hayrını "dua kapılarının
açılması" olarak ifâde buyurmuştur.
2- Rahmet kapısının açılması, -duası
sebebiyle- bazan dileğinin aynen verilmesi, bazan da ona denk şekilde
günahının affını ifade eder. Her ikisi de rahmettir, Hadisin başka
vecihleri, şârihlerin bu yorumunu te'yîd eder, zîra bir vechinde:
فُتِحَتْ لَهُ اَبْوَابُ ا“جَابَةِ
"Onun için icâbet kapıları açılır"
denilirken, bir başka vechinde:
فُتِحَتْ لَهُ ابَوَابُ الْجَنَّةِ
"Onun için cennet kapıları açılır"
denmiştir.
3- Allah'tan istenenler arasında Allah'ın
en ziyade sıhhati sevmesi, insan için sıhhatin önemini te'yîd eder.
Ancak, sıhhat ve âfiyet âbid mü'minde kıymet ve değer kazanır. Çünkü
mü'min, sıhhatli geçen örünü faydalı ve hayırlı faaliyetle, ibâdetlerle
meyvadâr kılar. Sıhhat kâfirin küfrünü, fâsığın fıskını artırabilir. Bu
ise kişi için hayır değil, şerdir. Öyle ise mü'min, sıhhat isteyecek
fakat bu ömrü hayırlı işlerde geçirme gayretini eksik etmeyecektir, zira
ahirette ömrün her anından hesap var ve sağlıklı ömrün hesabını vermek
daha zordur.
4- Duanın, inen musibet için faydası, onun
ortadan kalkması, hafif atlatılması şeklinde olabilir. Yahut da Cenâb-ı
Hakk'ın vereceği sabır ve mukâvemet yoluyla da olabilir. Böylece
musibete tahammül edilir ve zararı hafif atlatılır. Zaten gelmiş olan
musibet karşısındaki sabırsızlık ve panik musibeti katmerler. Allah'tan
geldiğinin şuuru içinde "her duaya cevap var" inancıyla Rabb-i Rahimine
iltica edenin kazanacağı rûhî emniyet ve sekinet kişiyi panikten ve
dolayısıyla paniğin getireceği müteakip musîbetlerden korur. Binaeleyh,
musîbet anında yapılacak duanın tesiri kesindir.
5- İnmeyen musîbete duanın faydası daha
zâhirdir. Henüz inmemiş olan belâ, duanın bereketiyle defedilip
kaldırılabilir. Yahut, musibete maruz kalacak kişiyi, duanın önceden
te'yid ve takviyesi de âlimlerce bir fayda olarak değerlendirilmiştir,
duanın kaza ve belayı defedeceğine dair Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın beyanlarını en başta kaydetmiştir.
Hadis, son olarak, belirtildiği gibi
mutlak hayır ve fayda olan duaya mü'minleri teşvîk etmekte, "öyle ise
sizlere dua etmek gerekir" buyurmaktadır.
Her duanın icâbet göreceği, mutlaka duaya
devam etmek gerektiği husûsunu mâkul bir açıklamaya kavuşturan
Bediüzzaman'dan bir pasajı aynen sunuyoruz:
"İ'lem eyyühel-azîz: Bazı dualar icâbete
iktiran etmez (kabul görmez) diye iddiada bulunma! Çünkü, dua bir
ibadettir. İbadetin semeresi âhirette görülür. Dünyevî maksadlar ise,
namaz vakitleri gibi, dualar için birer vakittirler. Duaların semeresi
değillerdir. Meselâ: Şemsin (Güneş'in) tutulması küsuf namazına,
yağmursuzluk, yağmur namazına birer vakittir.
Ve keza zâlimlerin tasallutu ve belâların
nüzûlü, bâzı hususî dualara vakittir. Bu vakitler bâkî kaldıkça o
namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevî maksadlar hâsıl
olursa, zâten nûrun alâ olur. Ve illâ "icâbet duaya iktiran etmedi (dua
kabul görmedi)" diyemezsin. Ancak "henüz vakit inkizâ etmemiş
(çıkmamış), duaya devam lazımdır" diyebilirsin. Çünkü o maksadlar,
duaların mukaddimesidir, neticesi değillerdir.
Cenâb-ı Hakk'ın duaların icâbetini
vaadetmesi ise, icâbet, ayn-ı kabul değildir (yani icâbet etmek istenen
şeyi aynen kabul etmek demek değildir). Yani icâbet kabulü istilzam
etmez (gerektirmez). Duaya her halde cevap verilir, cevapsız bırakılmaz.
Matlûba olan is'af (verme) ise, Mucîb'in hikmetine tâbidir. Meselâ,
doktoru çağırdığın zaman, her halde: "Ne istersin?" diye cevap verir.
Fakat, bu yemeği veya bu ilacı bana ver dediğin vakit, bazan verir,
bazan hastalığına, mîzacına mülayim olmadığından vermez.
Adem-i kabul esbabından (kabul edilmeyiş
sebeplerinden) biri de, duayı ibadet kasdıyla yapmayıp, matlubun
tahsiline tahsîs ettiğinden aksülamel olur. O dua ibadetinde ihlâs
kırılır, makbul olmaz."
ـ3ـ وعن عبادة بن الصامت رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ :
مَا عَلى ا‘رْضِ مُسْلِمٌ يَدْعُو اللّهَ تَعالى بِدَعْوَةٍ إَّ آتَاهُ
اللّهُ إيَّاهَا، أوْ صَرَفَ عَنْهُ منَ السُّوءِ مِثْلَهَا مَا لَمْ
يَدْعُ بِإثْمٍ، أوْ قَطِيعَةِ رَحِمٍ[. أخرجه الترمذى .
3. (1752)-
Ubâde İbnu's-Sâmit (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Yeryüzünde, mâsiyet veya sıla-i
rahmi koparıcı olmamak kaydıyla Allah'tan bir talepte bulunan bir
Müslüman yoktur ki Allah ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince
bir günahı affetmek suretiyle icabet etmesin." [Tirmizî, Da'avât 126,
(3568).]
AÇIKLAMA:
Yukarıda kaydedilen "Dua edin icabet
edeyim" meâlindeki âyeti açıklayan bu hadis-i şerif, duaların ya aynen
kabulü yani ne istenmişse o şeyin verilmesi, ya da bir günahın
affı şeklinde mutlaka karşılık göreceğini te'yid eder.
Bediüzzaman merhumdan sunduğumuz
açıklamaya dayanak şunu diyebiliriz:
Cenab-ı Hak, Müslümanın her talebine
mutlaka cevap vermektedir. Ancak, her dua eden, dua ettiği şeyin
gerçekleşmesini aynen görmeyebilecektir. Çünkü Allah, hikmetle iş
yapmaktadır. O'nun hikmeti, isteneni olduğu gibi vermeyi
gerektirmeyebilir. O takdirde günahının affı veya -dua ibadet olması
sebebiyle- ibadet sevabı kazanmak şeklinde cevap almaktadır.
Bu hadis duaya icâbet için gerekli olan
iki şarta dikkat çekiyor:
1- Dua ile taleb edilen şey, mâsiyet
olmamalı, yani günah olan, Allah'a isyana götürecek olan bir şey
olmamalıdır. Çünkü, insan dar görüşlü ve hissî olduğu için, aleyhine
olan veya uzun vadede aleyhine tecellî edecek olan bazı şeyleri
isteyebilir: "İnsan iyiliğin gelmesine dua ettiği gibi, kötülüğün
gelmesine de dua eder. Esasen insanoğlu acelecidir" (İsrâ 11);
"..İhtimal ki hoşlanmadığınız şey, sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki
sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir" (Bakara 216).
2- Sıla-i rahme aykırı olmamalı: Yani
insanlar arasındaki akrabalık, arkadaşlık, komşuluk, din kardeşliği gibi
bir kısım yakınlıkların te'sis ettiği beşerî bağları koparıcı bir gaye
gütmüş olmamalı.
Şimdi âyet ve hadislerde dualarımıza
Cenâb-ı Hakk'ın icabet edeceği hususunda verilen kesin te'minat ve
garantiye nefisleri iyice ikna için şöyle bir soru soralım:
"Madem Allah söz vermiş, Resûlü kesin bir
ifade ile mükerrer hadislerinde te'yid etmiş, öyle ise buna inanmamanın
veya tereddüt etmenin sebebi ne?"
"Allah, hâşa va'dinde, sözünde
yalancı mı, bizi aldatmak mı istiyor?"
"Yoksa Allah,va'dini yapmaktan aciz mi?"
O celle şânuhu, her kusurdan müberra, her
şeye kâdir olduğuna göre, va'di haktır. Resûlü (aleyhissalâtu
vesselâm)'nün garantisi ayn-ı hakikattir.
Her duamıza ya aynen cevap verilmek, yahut
da günahlarımızın affı veya sevaplarımızın artması suretiyle icabet
edilmektedir. Yeter ki hak şey taleb edilsin, ihlâsla istenilsin.
Ya Rabb! Va'dine istinâden Resûl-i Ekrem
(aleyhissalâtu vesselâm)' ini, İsm-i Âzam'ını, Kitâb-ı Mübîn'ini
ve sana dua eden melâike-i izâm ve Enbiya-ı kirâmı şefaatçi yaparak dua
ediyoruz:
رَبَّنَا
آتِنَا فِى الدٌّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ
النَّارِ. آمِينْ
ـ4ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّهِ : أَ
أُخْبِرُكُمْ بِخَيْرِ أعْمَالِكُمْ، وَأرْفَعِهَا في دَرَجَاتِكُمْ،
وَأزْكَاهَا عِنْدَ مَلِيكِكُمْ، وَخَيْرٌ لَكُمْ مِنْ إعْطَاءِ الْوَرَقِ
وَالذَّهَبِ، وَخَيْرٌ لَكُمْ مِنْ أنْ تَلْقَوْا عَدُوَّكُمْ فَتَضْرِبُوا
أعْنَاقَهُمْ وَيَضْرِبُوا أعْنَاقَكُمْ؟ قَالُوا: بَلَى يَارسولَ اللّهِ:
قالَ: ذِكْرُ اللّهِ[. أخرجه مالك موقوفاً، والترمذى مرفوعاً .
4. (1753)-
Ebû'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu
vesselâm), (bir gün) sordu:
"En hayırlı olan ve derecenizi en ziyade
artıran, melîkinizin yanında en temiz, sizin için gümüş ve altın paralar
bağışlamaktan daha sevaplı, düşmanla karşılaşıp boyunlarını vurmanız
veya boyunlarınızı vurmalarından sizin için daha hayırlı olan amelinizin
hangisi olduğunu haber vereyim mi?"
"Evet! Ey Allah'ın Resûlü!" dediler.
"Allah'ın zikridir!" buyurdu. [Tirmizî,
Daavat 6, (3374); Muvatta, Kur'ân 24.]
ـ5ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسولِ اللّهِ : يقُولُ اللّهُ
عَزَّ وَجَلَّ: أخْرِجُوا منَ النَّارِ مَنْ ذَكَرَنِى يَوْماً أوْ
خَافَنِى في مَقَامٍ[. أخرجه الترمذى .
5. (1754)-
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Allahu Teâlâ hazretleri şöyle seslenir:
"Beni bir gün zikreden veya bir makamda benden korkan kimseyi ateşten
çıkarın!" [Tirmizî, Cehennem 9, (2597).]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen bir gün tâbiri
zamanlardan bir zaman, vakitlerden bir vakit demektir. Yani bir kimse
mü'min olarak, Allah'ı herhangi bir an için bile zikretmiş olsa bunun
boşa gitmeyeceğini, başkaca günahlar için cehenneme girmiş bile olsa
dünyadaki o bir müddetcik zikri sebebiyle ateşten çıkarılacağını ifade
ediyor.
Tîbî, hadiste kastedilen zikrin "kalbî
ihlâsla ve doğru niyetle yapılan zikir" olduğunu söyler. "Aksi takdirde
kâfirler, kalbî olmaksızın dilleriyle zikri onlar da yapıyorlar" der. Bu
mânada olmak üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
مَنْ قَالَ َ اِلَهَ اَِّ اللّهَ خَالِصاً مِنْ قَلْبِهِ دَخَلَ
الْجَنَّةَ
"Kim kalbinden
gelerek ihlâsla Lâilâhe illallah derse cennete girer" buyurmuştur.
2- Makam da, zaman gibi mutlak ifade
edilmiştir. Günah işleme makamında veya durumunda Allah'tan korkup
vazgeçen demektir. Nitekim âyet-i kerimede: "Ama kim Rabbinin makamından
korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa varacağı yer şüphesiz
cennettir" (Nâziat 40-41) buyurulmuştur. Korkudan maksad, âzaların
masiyetten uzak tutulması, tâatle kayıtlanmasıdır. Bu olmadığı takdirde
korku laftan ibaret kalır. Korku demeye liyakat kazanmaz. Bazı büyükler
fiile intikal etmedikçe, kendimizi "Allah'tan korkuyorum" diyerek
aldatmamamıza dikkat çekerler ve: "Eğer derler, birisi size Allah'tan
korkmuyor musun? diye sorarsa sükût et. Zira hayır desen küfürdür,
evet desen yalandır."
ـ6ـ وعن معاذ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه: مَا مِنْ
مُسْلِمٍ يَبِيتُ عَلى طُهْرٍ ذَاكِراً للّهِ تَعالى، فَيَتَعَارَّ مِنَ
اللَّيْلِ، فَيَسْألَ اللّهَ تَعالى خَيْراً مِنَ الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ
إَّ أعْطَاهُ إيَّاهُ[. أخرجه أبو داود. قوله: »فيَتَعارَّ« أى ينتبه.
6. (1755)-
Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Akşamdan (abdestli olarak) temizlik üzere
zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp Allah'tan dünya ve âhiret için
hayır taleb eden hiç kimse yoktur ki Allah dilediğini vermesin." [Ebû
Dâvud, Edeb 105, (5042).]
ـ7ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسول اللّهِ : إذا دَخَلَ
الرَّجُلُ بَيْتَهُ، أوْ آوَى إلى فِرَاشِهِ ابْتَدَرَهُ مَلَكٌ
وَشَيْطَانٌ، يَقُولُ المَلَكُ: افْتَحْ بِخَيْرٍ وَيَقُولُ الشَّيْطَانُ:
افْتَحْ بِشَرٍّ، فإنْ ذَكَرَ اللّهَ تَعالى طَرَدَ المَلَكُ الشَّيْطَانَ،
وَظَلَّ يَكْلَؤُهُ، وَإذَا انْتَبَهَ مِنْ مَنَامِهِ قاَ ذلِكَ، فإنْ هُوَ
قالَ: الْحَمْدُ للّهِ الَّذِى رَدَّ نَفْسِى إلىَّ بَعْدَ مَوْتِهَا
وَلَمْ يُمِتْهَا في مَنَامِهَا، الْحَمْدُللّهِ الَّذِى يُمْسِكُ
السَّموَاتِ السَّبْعَ أنْ تَقَعَ عَلى ا‘رْضِ إَّ بإذْنِهِ، فإنْ خَرَّ
مِنْ فِرَاشِهِ فمَاتَ كَانَ شَهِيداً، وإنْ قَامَ وَصَلَّى صَلَّى في
فَضَائِلَ[. أخرجه رزين .
7. (1756)-
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Bir kimse evine veya yatağına girince
hemen bir melek ve bir şeytan alelacele gelirler. Melek:
"Hayırla aç!" der. Şeytan da:
"Şerle aç!" der.
Adam, şayet (o sırada) Allah'ı zikrederse
melek şeytanı kovar ve onu korumaya başlar. Adam uykusundan
uyanınca, melek ve şeytan aynı şeyi yine söylerler. Adam, şayet:
"Nefsimi, ölümden sonra bana geri iade eden ve uykusunda öldürmeyen
Allah'a hamdolsun. İzniyle yedi semayı arzın üzerine düşmekten alıkoyan
Allah'a hamdolsun" dese bu kimse yatağından düşüp ölse şehit olur,
kalkıp namaz kılsa faziletler içinde namaz kılmış olur." [Rezîn
ilâvesidir.]
ـ8ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ : ‘ن أقْعُدَ مَعَ
قَوْمٍ يَذْكُرونَ اللّهَ تَعالى مِنْ صََةِ الْغَدَاةِ حَتَّى تَطْلُعَ
الشَّمْسُ أحَبُّ إلىَّ
مِنْ أنْ أعْتِقَ أرْبَعَةً مِنْ وَلَدِ إسْمَاعِيلَ، وَ‘نْ أقْعُدَ مَعَ
قَوْمٍ يَذْكُرُونَ اللّهَ تَعالى مِنْ صََةِ الْعَصْرِ حَتَّى تَغْرُبَ
الشَّمْسُ أحَبُّ إلىَّ مِنْ أنْ أُعْتِقَ أرْبَعَةَ[. أخرجه أبو داود .
8. (1757)-
Hz.Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Allah'ı zikreden bir cemaatle sabah
namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil'in
oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı
zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar
oturmam dört kişi âzad etmemden daha sevgili gelir." [Ebû Dâvud, İlm 13,
(3667).]
AÇIKLAMA:
1- Burada Allah'ı zikirden maksad her
çeşit zikir olabilir: Kur'ân-ı Kerim'i tilâvet etmek, tesbih
(subhânallah), tehlil (lâilâhe illallah), tahmid (elhamdülillah),
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a salavât. Âlimler zikir ve ibadet
mânasına dâhil edilen ilmî meşguliyet, tefsir ve hadis gibi şer'î
ilimlerin öğrenilmesini de burada mütâlaa ederler.
2- Böyle bir cemaatte, fiilen zikretmeyip
dinleyici olarak bulunmanın da aynı fazileti vereceği belirtilmiştir.
"Böyle hayırla meşgul olanlara arkadaşlıktan zarar gelmez" denmiştir.
3- Bu hadis, zikrin, köle âzadı ve
sadakadan efdal olduğunu beyan etmektedir.
4- Hadis günlük zamanı tanzim yönüyle de
yol göstericidir: "Mü'min imkân nisbetinde sabah ve ikindi
vakitlerini faydalı sohbetlere tahsis etmelidir.
ـ9ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ: يَنْزِلُ
رَبُّنَا كُلَّ لَيْلَةٍ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقى ثُلُثُ
اللَّيْلِ اŒخِرُ، فَيَقُولُ: مَنْ يَدْعُونِى فَأسْتَجِيبَ لَهُ، مَنْ
يَسْأَلُنِى فَأعْطِيَهُ، مَنْ يَسْتَغْفِرُنِى فَأغْفِرَ لَهُ[. أخرجه
الستة إ النسائى.وفي أخرى لمسلم: ]إنَّ اللّهَ تَعالى يُمْهِلُ حَتَّى إذَا
ذَهَبَ ثُلُثُ اللَّيْلِ ا‘وَّلُ نَزَلَ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَقُولُ:
أنَا المَلِكُ، أنَا المَلِكُ، مَنْ ذَا الَّذِى يَدْعُونِى[. الحديث .
والمراد: نزول الرحمة وا‘لطاف ا“لهية .
9. (1758)-
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri
girince, dünya semasına iner ve:
"Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim.
Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa
ona mağfirette bulunayım" der."
Rivayetin Müslim'deki bir vechi şöyle:
"Allahu Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan
sonra yakın semâya inerek şöyle der:
"Melik benim, Melik benim. Kim bana dua
edecek?" [Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 13,
Müslim,Salâtu'l-Müsâfirin 166, (758); Muvatta, Kur'ân 30, (1, 214);
Tirmizî, Daavât 80, (3493); Ebû Dâvud, Salât 311, (1315).]
AÇIKLAMA:
1- Allah'ın dünya semasına inmesini ifade
eden rivayetler çoktur, tevâtür derecesine ulaşmıştır.
2- İnme vaktiyle ilgili olarak hadislerde
farklı zaman dilimleri zikredilmiştir: "Cuma gecesi", "her gece",
"gecenin son üçte biri", "gecenin yarısı, yahut üçte ikisi gittimi",
"gecenin üçte biri geçtiği vakit."
3- Allah'ın yeryüzüne inmesi müteşâbih bir
ifadedir. İfadeyi, lügavî hakikatiyle anlamak mümkün değildir. Zîra
Allah'a mekan izâfe etmek olur. Halbuki Cenab-ı Hakk, mahlûkata ait bir
vasıf olan tehayyüzden (yani mekanla kayıtlanmak, bir yerde olup başka
yerde olmamakla, gelmek, gitmek gibi vasıflardan) münezzehtir, uzaktır,
bunlar mahlûkatla ilgili nâkıslık ifade eden sıfatlardır. Öyle ise
bunların Cenab-ı Hakk'a izâfesi, bir kısım gaybî hakikatı ve İlâhî
şuûnâtı bize anlatmak, onların tarafımızdan kavranmasını
sağlamaktır.
Allah'ın kullarına yakınlaşması, O'nun
rahmetini ifade eder. Öyle ise geceleyin belirtilen saatlerde, Allah'ın,
yapılan duaları kabul etmek suretiyle lütuf ve rahmetini bol kılacağı,
lisan-ı nübüvvette o suretle ifâde edilmiştir. Hammâd İbnu Zeyd,
"Allah'ın inmesi, ikbal ve teveccühüdür" demiştir. "Allah'ın emîr
ve melekleri iner" şeklinde de te'vil edilmiştir. Hattâbî, bu ve benzer
hadislerin sıfat hadisi olduğunu, selef ulemâsının bu sıfatlara inanıp
hadisleri zahirî mâna üzerine bıraktığını, tevilden kaçındığını
belirtir.
Esâsen, hadiste temas edilen mânaya şu
âyette destek bulunmuştur:
وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفّاً صَفّاً
"Rabbin (in emri geldiği) melekler saf saf
olarak geldikleri vakit" (Fecr 22).
ـ10ـ وعن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قِيلَ يَا رسولَ اللّهِ :
أىُّ الدُّعَاءِ أسْمَعُ؟ قالَ: جَوْفَ اللَّيْلِ اŒخِرَ، وَدُبُرَ
الصَّلَوَاتِ المَكْتُوبَاتِ[. أخرجه الترمذى.»جَوْفُ اللَّيْلِ«: المراد
به ا‘وقات التى يخلو ا“نسان فيها بربه في أثناء الليل، »ودُبُرُ كُلِّ
شَئٍ«، وراؤه وعَقِبُهُ، والمراد بعد الفراغ من الصلوات .
10. (1759)-
Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Derdi ki: "Ey Allah'ın Resûlü!
En ziyade dinlenmeye (ve kabule) mazhar olan dua hangisidir?"
"Gecenin sonunda yapılan dua ile farz
namazların ardından yapılan dualardır!" diye cevap verdi." [Tirmizî,
Daavât 80.]
ـ11ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسول اللّهِ : َ يُرَدُّ
الدُّعَاءُ بَيْنَ ا‘ذَانِ وَا“قَامَةِ. قِيلَ: مَاذَا نَقُولُ يَارسول
اللّهِ؟ قالَ: سلُوا اللّهَ الْعَافِيَة في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ[. أخرجه
أبو داود والترمذى، وهذا لفظه .
11. (1760)-
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Ezanla kaamet arasında yapılan dua
reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur.)"
"Öyleyse, dendi, "ey Allah'ın Resûlü,
nasıl dua edelim?"
"Allah'tan, dedi, dünya ve âhiret için
âfiyet isteyin!" [Ebû Dâvud, Salât 35, (521); Tirmizî, Salât 46, (216),
Daavât 138, (3588, 3589).]
ـ12ـ وعن سهل بن سعد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #:
ثِنْتَانِ َ تُرَدَّانِ: الدُّعَاءُ عِنْدَ النِّدَاءِ، وَعِنْدَ الْبَأسِ
حَينَ يُلْحِمُ بَعْضُهُمْ بَعْضاً[. أخرجه مالك وأبو داود .
وزاد في رواية: »وتَحْتَ المَطَرِ«رفي المُوَطإ: ]سَاعَتَانِ تُفْتَحُ
فِيهِمَا أبْوَابُ السَّمَاءِ، وَقَلَّ دَاعٍ تُرَدُّ عَلَيْهِ دَعْوَتُهُ،
حَضْرَةُ النِّدَاءِ لِلصََّةِ، والصَّفِّ في سَبِيلِ اللّهِ.
»النِّدَاءُ«: ا‘ذَان .
12. (1761)-
Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"İki şey vardır, asla reddedilmezler: Ezan
esnasında yapılan dua ile, insanlar birbirine girdikleri savaş sırasında
yapılan dua." [Muvatta, Nidâ 7, (1, 70); Ebû Dâvud, Cihâd 41, (2540).]
AÇIKLAMA:
1- Rivâyetin Muvatta'da gelen vechi bazı
nüshalarda mevkuftur. Ancak, ictihadla söylenemeyecek bu çeşit ahbarın
ref'ine hükmedilmiştir. Yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
sözü olmalıdır. Mamafih, aynı rivayet İmam Mâlik'ten merfu olarak da
rivayet edilmiştir. Muvatta'nın rivayeti metin itibariyle de farklıdır:
سَاعَتَانِ يُفْتَحُ لَهُمَا اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَقَلَّ دَاعٍ تُرَدُّ
عَلَيْهِ دَعْوَتُهُ، حَضْرَةُ النِّدَاءِ لِلصََّةِ وَالصَّفُّ في سَبِيلِ
اللّهِ
"İki vakit vardır, onlarda sema kapıları
açılır,dua edenlerden pek azının duası kabul edilmeyip geri çevrilir:
Namaz için ezan okunma vakti, Allah yolunda (cihad için) saf tutma ânı."
2- Sema kapılarının söylenen iki vakitte
açılması, o vakitlerin faziletini ifade eder. Yani o iki vaktin Allah
indindeki kıymet ve faziletleri sebebiyle o zamalarda sema kapıları
açılır ve yapılan dualar kabul-i İlâhi'ye mazhar olurlar.
Hadis nadir hallerde, o mübârek vakitlerde
yapılarak duanın geri çevrileceğini ifade ediyor. Zürkânî, duanın kabul
edilme şartlarından veya rükünlerinden birinin eksikliği gibi bir
sebeple reddedilmesinin söz konusu olacağını belirtir.
3- Duayı makbul kılan savaş, îlayı
kelimetullah için yapılan savaştır. Bu da küffâra karşı bu niyetle
yapılan savaştır. Ganimet, şeref, tegallüb gibi Allah'ın rızasını
kazanmaya yönelik olmayan maksadlarla yapılan savaşlar buraya girmez.
4- Şunu da belirtelim ki, bu anlarda
yapılan duada istenen şeyler de mühimdir. Allah'ın rızasına uymayacak
şeyler taleb edilmemelidir. Taberânî, Müstedrek ve Deylemî'de gelen bir
rivayet şöyle:
ثََثُ سَاعَاتٍ لِلْمَرْءِ الْمُسْلِمِ مَا دَعَا فِيهِنَّ إَّ اسْتُجِبَ
لَهُ لَمْ يَسْألْ قَطِيعَةَ رَحْمٍ أوْ مَأثَمٍ:
حِينَ يُؤذِّنُ الْمَؤذِّنُ بِالصََّةِ حَتّى يَسْكُتَ وَحِينَ يَلْتَقِى
الصَّفَّانِ حَتَّى يَحْكُمَ اللّهُ بَيْنَهُمَا وَحِينَ يَنْزِلُ
الْمَطَرُ حَتّى يَسْكُنَ
"Müslüman kişi için üç vakit vardır,
onlarda dua ederse, sıla-i rahmi kıran ve günah olan bir şey taleb
etmedikçe, kendisine mutlaka icabet edilir: Namaz için müezzin
ezan okurken susuncaya kadar, savaşta iki saf karşılaşınca Allah
aralarında hükmedinceye kadar, yağmur yağarken kesilinceye kadar."
13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسول اللّهِ : أقْرَبُ
مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ، فأكْثِرُوا
الدُّعَاءَ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى .
13. (1762)-
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın
olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın." [Müslim, Salât 215, (482);
Ebû Dâvud, Salât 152, (875).]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste ifade edilen yakınlık, maddî
bir yakınlık, yâni mekân yakınlığı olmamalıdır. "Zira Allah, ilmiyle
kişiyi bilme, kalbinin hatıratından bile haberdar olma, kişi
üzerinde istediği şekilde tasarruf ederek ona kıyam, sağlık, hastalık,
ölüm verme gibi hususlarla şah damarından daha yakındır" (Kâf 16). Tıpkı
güneşin ışıklarıyla yeryüzündeki herbir mahlukun yanında hazır bulunması
gibi.
Ama kul, maddî olarak Rabbinden uzaktır,
Secde hâlinde kulluk, en geniş, en kâmil hâliyle tezâhür ettiği için, bu
kula mânevî bir yakınlık, Rabbinin rızasına uygun bir hal
kazandırmaktadır. Nitekim âyet-i kerimede "Secde et ve yakınlık kazan" (Alak
19) emredilmektedir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
sadedinde olduğumuz rivayette, İlâhî yakınlığa ermede zirve olduğu
bizzat Allahu Zülcelâl hazretleri tarafından belirtilmiş olan secde
hâlinde çok dua etmeye teşvik etmektedir.
ـ14ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ : ثََثُ دَعَوَاتٍ
مُسْتَجَابَاتٌ َشَكَّ في إجَابَتِهِنَّ: دَعْوَةُ المَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ
المُسَافِرِ، وَدَعْوَةُ الْوَالِد عَلى وَلَدِهِ[ .
14. (1763)-
Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) anlatıyor:
"(Allah'ın kabul ettiği) üç müstecab dua
vardır, bunların icâbete mazhariyetleri hususunda hiç bir şekk yoktur.
Mazlumun duası, müsâfirin duası, babanın evladına duası."
[Tirmizî, Birr 7, (1906); Cennet 2, (2528), Daavât 139, (3592); Ebû
Dâvud, Salât 364, (1536); İbnu Mâce, Dua 11, (3862).]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
burada duası makbul olan üç kişiyi haber vermektedir: Mazlum,
misafir ve baba. Aslında hadislerde duası makbul olan başka kimseler de
mevzubahis edilmiştir. Oruç açtığı sırada oruçlunun duası, âdil imamın
duası, gâibin gâibe duası (kişinin arkasından yapılan dua). Şu halde,
hadislerde geçen rakamlar kesin sayı bildirmeye mâtuf değildir.
2- Mazlumun yâni zulme uğrayanların
dualarının makbuliyeti, onların Mü'min ve Müslüman olmaları şartına
bağlı değilir. Başka rivayetlerde zulme uğrayan kimsenin fâcir (büyük
günahı alenen işleyen) veya kâfir olmaları hâlinde de dualarının
makbul olduğu tasrih edilmiştir.
اِتَّقُوا
دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَاِنْ كَانَ كَافِراً فَإنَّهُ لَيْسَ دُونَهَا
حِجَابٌ
"Mazlumun duasından kaçının, kâfir bile
olsa. Zira onun duasının önünde perde yoktur."
دَعْوَةُ
الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ وَإنْ كَانَ فَاجِراً فَفُجُورُهُ عَلى
نَفْسِهِ
"Mazlumun duası makbuldür, fâcir bile
olsa; zira onun fücûru kendi aleyhinedir."
Hemen kaydedelim ki, hadiste yasaklanan
zulüm, mutlaktır. Âlimler, bu durumdan hareketle mal, can, ırz vs. her
neye yönelik olursa olsun, bütün çeşitleriyle zulmün yasaklandığını
belirtirler.
ـ15ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ
: مَا منْ دَعْوَةٍ أسْرَعُ إجَابَةً مِنْ دَعْوَةِ غَائِبٍ لِغَائِبٍ[.
أخرجهما أبو داود والترمذى.
15. (1764)-
Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İcâbete mazhar olmada gâib kimsenin gâib
kimse hakkında yaptığı duadan daha sür'atli olanı yoktur." [Tirmizî,
Birr 50, (1981), Ebû Dâvud, Salât 364, (1535); Müslim, Zikr 88, (2733);
Buhârî, Mezâlim 9.]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadise göre, Allah'ın derhal kabul
buyuracağı dualardan biri de, mü'min kimsenin mü'min kardeşi için
gıyâbında yapacağı duadır. Bu hususta Müslim'in bir riayeti daha
açıktır:
دَعْوَةُ
الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ ‘خِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ مُسْتَجَابَةٌ، عِنْدَ
رَأسِهِ مَلَكٌ مُوَكَّلٌ كُلَّمَا دَعَا ‘خِيهِ بِخَيْرٍ قَالَ الْمَلَكُ
الْمُوَكَّلُ بِهِ آمِنْ وَلَكَ بِمِثْلِهِ
"Müslüman kimsenin, kardeşi için gıyâbında
yaptığı dua müstecâbdır. Dua edenin başucunda ona müvekkel bir melek
vardır. Kardeşi için hayır dua yaptıkça bu melek: "Amin, istediğin şeyin
bir misli de sana olsun" der."
|