TEVBE
Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:
Ben, Abdullah hasta iken onu ziyaret etmek maksadıyle yanına girdim. Kendisi
bize biri kendinden, biri de Allah Resulü'nden olmak üzere iki hadis söyledi:
Allah Resulü'nü (a.s.) şöyle buyururken işittiğini söyledi: "Muhakkak Allah
mümin kulunun tevbesi sebebiyle şu kimseden daha fazla sevinir: Öyle bir kimse
ki çorak bir arazide devesi ile birlikte bulunuyor. Devesinin üzerinde yiyeceği
ve içeceği vardır. Derken uyuya kalır. Uyandığında bir de bakar ki devesi
gitmiş. Devesini aradı. Nihayet kendisine şiddetli bir susuzluk erişti. Sonra
kendi kendine: Artık ben ilk bulunduğum yere döneyim de orada ölünceye kadar
uyuyayım dedi. Gitti, ölmek üzere başını kolunun üzerine koydu. Bir aralık
uyandı. Bir de baktı ki devesi yanıbaşında. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de
devenin üzerinde! İşte Allah mümin kulunun tevbesine bu kimsenin devesini ve
azıklarını bulması anındaki sevincinden daha fazla sevinir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4929
Enes b. Malik (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Allah'ın, kulu kendisine
tevbe ettiğinde sevinmesi: Birinizin, çorak bir arazide devesi üzerinde
bulunduğunda, üzerinde yiyeceği ve içeceğinin bulunduğu devesi kaçar. Devesini
bulmaktan ümidi kesip de nihayet bir ağacın gölgesinde yatar; devesinden ümidini
kesmiştir. Tam bu haldeyken birdenbire devesini yanıbaşında dikiliyor bulur.
Hemen devesinin ipini tutar. Sonra sevincinin şiddetinden dolayı: Allahım! Sen
benim kulumsun, ben de senin Rabbinim! diyerek sevincinin şiddetinden dolayı
böyle hata etmesindeki sevincinden daha fazladır."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4932
Ebu Hureyre'nin (r.a.) ifade ettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah mahlûkatı yarattığı zaman kendi
nezdinde Arş'ın üzerinde bulunan kitabına: "Muhakkak benim rahmetim gazabıma
üstün gelir" yazmıştır.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4939
Ebu Hureyre (r.a.)
Allah Resulü'nden (a.s.) şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Yüce Allah rahmetini yüz
parçaya ayırıp doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını da yer
yüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahluklar birbirlerine
merhamet ederler. Hatta hayvan, üzerine basarım endişesiyle ayağını yavrusundan
kaldırır."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4942
Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle anlatır:
Allah Resulü'nün huzuruna bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde bir kadın
vardı ki çocuğunu aramakta idi. Kadın esirler arasında çocuğu bulunca hemen onu
aldı bağrına bastı ve emzirmeye koyuldu. Allah Resulü (a.s.) bize: "Şu kadının,
kendi çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?" dedi. Biz de: Hayır vallahi.
Atmamak elinden geldiği sürece atmaz, dedik. Bunun üzerine Allah Resulü: "İşte
muhakkak ki yüce Allah, kullarına bu kadının çocuğuna acımasından daha
merhametlidir" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4947
Ebu Hureyre'den (r.a.) bildirildiğine göre:
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Asla hiçbir iyilik yapmamış olan bir
adam ailesine: Öldüğüm zaman beni yakın. Sonra külünün yarısını karaya, yarısını
da denize doğru savurun. Allah'a yemin ederim ki eğer Allah ele geçirmeğe kadir
olursa alemlerden hiç bir kimseye azap etmediği bir azaba çekecektir, dedi. Bu
kimse öldüğü zaman emrettiği işleri yaptılar. Neticede Allah karaya emretti.
Kara hemen kendisinde bulunanları topladı. Allah deryaya emretti, o da derhal
kendisinde bulunanları toplayıverdi. Sonra Allah o kimseye: Bunu niçin yaptın?
diye sordu. Adam: Senden korktuğumdan dolayı ya Rabb! Sen daha iyi bilirsin!
dedi. Bunun üzerine Allah onu affetti."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4949
Ebu Saîd Hudrî (r.a.)
Hz. Peygamber'den (a.s.) şunları nakletmiştir: Sizden önceki ümmetlerden bir
kimse vardı. Allah ona mal ve evlat ihsan etmişti. Bir gün evladına hitaben:
Vallahi ya benim emredeceğim şeyi yaparsınız, yahut da ben mirasımı sizden
başkalarına vasiyet ederim: Öldüğüm zaman beni yakınız. (Zannederim şunu da
söylemiştir:) Sonra beni öğütüp rüzgârda savurunuz. Çünkü ben Allah katında hiç
bir hayır biriktirmedim. Şüphe yok ki Allah beni azap etmeğe kadirdir, diyerek
bu hususta çocuklarından söz aldı. Rabbime yemin ediyorum ki çocukları da
vasiyet ettiği şeyleri yaptılar. Nihayet yüce Allah; Bu yaptığına seni sevk eden
nedir? diye sordu. O zat: Senden korktum, dedi. Allah Teala: "Zaten bunu da
başkası affedemez dedi."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4952
Ebu Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber'in (a.s.) Aziz ve Celil olan Rabbından rivayet ederek şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir kul bir günah işledi. Müteâkiben: Allahım!
Günahımı bağışla, dedi. Yüce Allah: Kulum bir günah işledi, fakat günahı
mağfiret eden ve günah sebebiyle cezalandıracak bir Rabbı olduğunu bildi
buyurdu. Sonra kul tekrar dönüp günah işledi. Ardından: Ey Rabbim! Günahımı
affet diye yalvardı. Yüce Allah yine: Kulum bir günah işledi, fakat günahı
mağfiret eden ve günah sebebiyle cezalandıracak bir Rabbı olduğunu bildi
buyurdu. Sonra kul tekrar dönüp günah işledi. Ve: Ey Rabbim! Günahımı mağfiret
et diye yalvardı. Yüce Allah bu sefer yine: Kulum bir günah işledi, fakat günahı
mağfiret eden, günah sebebiyle ceza veren bir Rabbı olduğunu gereği gibi bildi.
Sen istediğini yap, ben seni mağfiret ettim, buyurdu." Ravi Abdul Ala
"İstediğini yap!" sözünü üçüncü yahut dördüncü defa da mı söyledi, bilmiyorum
dedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4953
Abdullah b. Mesûd (r.a.)
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu demiştir: "Allah kadar medh ve sena olunmayı
seven hiç bir kimse yoktur. Bunun için Allah kendisini medh etmiştir. Allah'tan
daha kıskanç hiç bir kimse de yoktur. Bundan dolayı Yüce Allah bütün çirkin
fiilleri haram kılmıştır."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4955
Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah kıskanır. Mümin de
kıskanır. Allah'ın kıskanması, haram kıldığı şeyleri müminin işlemesidir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4959
Abdullah b. Mesûd'un (r.a.) anlattığına göre:
Yabancı bir kadını öpen biri Hz. Peygamber'e geldi ve olayı anlattı. Bunun
üzerine: Gündüzün iki tarafında ve gecenin bazı saatlerinde dosdoğru namaz kıl.
Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere büyük bir
hatırlatmadırayeti nazil olunca o zat: Ey Allah'ın Resulü! Bu yalnız benim için
mi? diye sordu. Allah Resulü (a.s.): "Ümmetimden onu yapan herkes içindir"
buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4963
Enes b. Malik'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber'e bir adam geldi ve: Ey Allah'ın Resulü! Ben had cezası
gerektirecek bir kabahat işledim. O cezayı bana tatbik et dedi. Ravi der ki: Bu
anda namaz vakti de gelmişti. Adam da Allah Resulü ile beraber namaz kıldı.
Namaz bitince yine: Ey Allah'ın Resulü! Ben ceza gerektirecek bir kabahat
işledim. Binaenaleyh hakkımda Allah'ın Kitabı'nı tatbik eyle! dedi. Allah Resulü
(a.s.): "Sen bizimle birlikte namazda bulundun mu?" diye sordu. Evet bulundum
dedi. Allah Resulü: "Sen affolundun" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4965
Ebu Saîd Hudrî'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
Allah'ın Peygamber'i (a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden evvelki ümmetler içinde bir
adam vardı ki doksan dokuz insan öldürmüştü. Bu zat, yeryüzü insanlarının en
aliminin kim olduğunu sordu. Kendisine bir rahip gösterildi. O da rahibe gelerek
kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü ve tevbesinin kabul edilip
edilmeyeceğini sordu. Rahip: Hayır, edilmez diye cevap verdi. Bu cevap üzerine
katil o rahibi de öldürdü. Bununla sayıyı yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzü
halkının en alimini sordu. Alim bir kimse gösterildi. Onun yanına gelince: Bu
adam yüz tane insan öldürmüştür. Acaba Onun için bir tevbe yolu var mıdır? dedi.
O: Evet vardır, insan ile tevbesi arasına kim girebilir? Sen filan yere git.
Çünkü orada Allah'a ibadet etmekte olan bir takım insanlar vardır. Sen de
onlarla beraber Allah'a ibadet et ve sakın bir daha kendi memleketine dönme.
Çünkü orası kötü bir çevredir, dedi. Bunun üzerine adam gitti. Nihayet yolun
yarısına vardığı zaman eceli geldi. Bu sefer rahmet melekleri ile azap melekleri
çekişmeye başladılar: Rahmet melekleri: Bu adam tevbe ederek ve kalbi ile
Allah'a yönelerek geldi dediler. Azap melekleri de: Bu adam hiç bir hayır
işlememiştir dediler. Bu sırada insan kılığında başka bir melek geldi. Her iki
taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O melek: Şimdi siz buradan itibaren
geldiği yer ile gideceği yerin mesafesini ölçün. Bulunduğu bu yer, hangisine
daha yakın ise bu kimse oraya ait olur dedi. Melekler mesafeleri ölçtüler ve
adamın gitmek istediği yere daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onun
ruhunu rahmet melekleri aldılar."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4967
Hz. Aişe (r.ah.) şöyle anlatır:
Allah Resulü (a.s.) bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kura
çekerdi. Kura kime düşerse Allah Resulü onunla birlikte sefere çıkardı. Aişe
devamla: Gazaya gitmek istediği bir gazvede de aramızda kura attı ve bu kurada
benim ismim çıktı. Ben Resulüllah ile beraber sefere çıktım. Bu sefer, hicap
ayeti indirildikten sonra idi. Ben havdecimin içinde bindirilir ve (konak
yerine) onun içinde indirilirdim. Bütün yolculuğumuzda böyle oldu. Nihayet
Resulüllah bu gazasından ayrılıp da döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımızda bir
gece yürüyüşü bildirdi. Hareket izni verildiği zaman ben kalkıp yürüdüm. Hatta
orduyu geçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Bir de
göğsümü yokladım. Baktım ki Yemen'in gözboncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup
düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan
alıkoymuştu. Benim devemi hazırlayan kimseler gelip havdecimi yüklemişler ve
havdecimi bindiğim deve üzerinde götürmüşlerdi. Onlar beni havdecin içinde
sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idiler, şişmanlamazlardı. Et ve yağ onları
bürüyüp kaplamazdı. Çünkü onlar az yemek yerlerdi. Bu cihetle bana hizmet
edenler havdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında havdecin ağırlık derecesinin
farkına varmayarak yüklemişler. Bilhassa ben küçük yaşta genç bir kadındım.
Deveyi kaldırmışlar ve gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum.
Akabinde konakladıkları yerlere geldim fakat oralarda ne bir çağıran, ne de bir
cevap veren kalmıştı. Bunun üzerine ben orada evvelce bulunduğum konak yerime
geldim. Ve onlar beni havdecde bulamazlar da beni aramak üzere dönüp yanıma
gelirler diye düşündüm. Yerimde otururken uykum geldi ve uyumuşum. Safvan b.
Muattal Sulemi sonra Zekvani, ordunun arkasında mola vermişti. Bu zat sabaha
yakın yürümüş, benim bulunduğum yere gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görünce
benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Beni tesettür farz kılınmadan önce
görür idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun istirca sözlerini söylemesi ile
uyandım. Uyanınca hemen çarşafıma bürünüp yüzümü örttüm. Allah'a yemin ediyorum
ki o bana bir tek kelime söylemiyordu. Ben ondan, istirca sözünden başka hiç bir
kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü, ön ayağına bastı. Ben de deveye
bindim. Safvan bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak
yerine indikten sonra öğlen sıcağında orduya yetiştik. Bu sırada benim yüzümden
helak olan helak olmuştu. İftiranın çoğunu Abdullah b. Ubey b. Selül yapmıştı.
Müteâkiben Medine'ye geldik. Medine'ye geldiğimizde ben bir ay hasta oldum.
Meğer bu sırada halk iftiracıların sözlerine dalmışlar. Ben ise bunlardan hiç
bir şeyin farkında değildim. Yalnız hastalığımda beni işkillendiren bir cihet
vardı: Peygamber'den, hastalandığım başka zamanlarda gördüğüm lutuf ve şefkâti
bu hastalığımda görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selam veriyor, sonra da:
"Nasılsınız?" diyordu. Bu hâl beni işkillendiriyordu. Fakat bir kötülük
hissetmiyordum. Nihayet iyileştikten sonra dışarıya çıktım. Benimle beraber
Mistah'ın annesi de çıktı. Biz, Menası tarafına doğru çıktık. Bu yer bizim
helamızdı. Buraya biz ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet evlerimizin
yakınında helalar edinmemizden önce idi. O zamanlar bizim hâlimiz ilk Arapların
âdeti idi. Biz evlerimizin yakınında helalar yapmaktan eziyet duyardık. İşte ben
Mistah'ın annesi ile dışarı çıkıp gittim. Bu kadın, Ebu Ruhm b. Muttalib b. Abdu
Menafın kızıdır. Annesi de Sahr b. Âmir'in kızıdır ki bu kadın da Ebu Bekr
Sıddık'ın teyzesidir. Ebu Ruhm kızının oğlu da Mistah b. Usase b. Abbad b.
Muttalib'dir. Orada hacetimizi gördükten sonra ben ve Ebu Ruhm kızı evimden
tarafa dönüp gelirken Mistah'ın annesinin ayağı çarşafı içinde sürçtü. Kadın:
Mistah helak olsun! dedi. Ne fena söyledin! Bedir'de hazır bulunan bir kimseye
mi sövüyorsun? dedim. Kadın bana: Ah kadın! Sen onun söylediği sözü duymadın mı?
dedi. Ben: O ne dedi ki? diye sordum. Bunun üzerine o bana iftiracıların sözünü
haber verdi. Artık hastalığım kat kat arttı. Evime dönünce yanıma Allah Resulü
geldi. Selam verdikten sonra: Nasılsınız? diye sordu. Ben de: Ebeveynimin yanına
gitmek üzere bana izin verir misin? dedim. Ben o sırada bu haberi ebeveynim
tarafımdan tahkik etmek istiyordum demiştir. Allah Resulü bana izin verdi. Ben
de ebeveynimin yanına gittim ve anneme: Ey anneciğim! İnsanlar ne konuşuyorlar?
dedim. Annem: Ey yavrucuğum! Sakin ol. Vallahi bir erkeğin yanında sevgili,
parlak, güzel bir kadın olsun ve onun bir çok ortakları bulunsun da onun
aleyhinde çok laf etmesinler pek nadirdir dedi. Ben de: Subhanallah! İnsanlar
bunu mu konuşuyorlarmış? dedim. Bunun üzerine bütün gece ağladım. Sabaha kadar
gözümün yaşı dinmiyor, gözüme de uyku girmiyordu. Sonra ağlayarak sabahladım.
Allah Resulü de o sabah Ali b. Ebu Talib'i ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı.
Vahy gecikince ailesi ile ayrılması hususunda onlarla istişare etmişti. Usame b.
Zeyd, Peygamber'in ailesinin beraatını bildiğini ve onlara karşı beslediği
sevgiye işaret ederek: Ey Allah'ın Resulü! Onlar senin ailendir. Biz onun
hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz dedi. Ali b. Ebu Talib'e gelince, o da:
Allah senin başını dara sokmaz. Aişe'den başka kadınlar çoktur. Cariyeye de
sorsan sana doğruyu söyler demişti. Bunun üzerine Allah Resulü Berire'yi
çağırıp: Ey Berire Aişe'de sana şüphe veren bir hâl gördün mü? diye sordu.
Berire de: Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ben
Aişe'den kendisini ayıplayabileceğim hiç bir şey görmüş değilim: Yalnız, Aişe
yaşı küçük, genç bir kadındı. Ailesinin hamurunu yoğururken uyurdu da evin besi
koyunu gelir hamuru yerdi demiş. Bunun akabinde Allah Resulü minber üzerinde
ayağa kalktı ve Abdullah b. Ubey b. Selul'den özür dilemesini istedi. Kendisi
minber üzerinde şöyle hitabetti: Ey Müslümanlar topluluğu! Ev halkıma verdiği
ezası son dereceye varan bir şahıs için bana kim yardım eder? Vallahi ben ailem
hakkında hayırdan başka bir şey bilmiş değilim. Bir adamın da ismini ortaya
koydular ki bu zat hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse
ailemin yanına da ancak benimle beraber girerdi. Bunun üzerine Ensar'dan Sa'd b.
Muaz ayağa kalkarak: Ey Allah'ın Resulü! O kimseye karşı sana ben yardım
edeceğim. Eğer Evs'ten ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec
kardeşlerimizden ise yapılacak işi sen bize emredersin biz de emrini yerine
getiririz demiş. Bu defa Sa'd b. Ubade ayağa kalkmış. Bu da Hazrec kabilesinin
büyüğü idi. Ve bu vakıadan evvel iyi bir kimse idi. Fakat bu defa kabile
hamiyeti onu cahilliğe sürükledi de Sa'd b. Muaz'a karşı: Sen yalan söylüyorsun.
Allah'ın ebediyetine yemin ediyorum ki sen onu (yani Abdullah b. Ubey'i)
öldüremezsin ve onu öldürmeye muktedir olamazsın! demiş. Bu defa da Sa'd b.
Muaz'ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye
karşı: Allah'ın beka ve ebediyetine yemin ediyorum ki sen yalan söylüyorsun.
Vallahi biz onu elbette öldürürüz. Sen mutlaka münafıksın ki, münafıklar
hesabına bizimle mücadele ediyorsun diye mukabele etmiş. Bu suretle Evs ve
Hazrec kabileleri ayaklanmışlar. Hatta birbirleri ile vuruşmaya niyetlenmişler.
Allah Resulü ise henüz minber üzerinde ayakta duruyordu. Allah Resulü onları
yatıştırmaya devam etti. Nihayet onlar susunca sustu. (Bana gelince:) Ben o gün
ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme bir uyku girdi. Sonra ertesi
gecemde de ağladım. Yine gözümün yaşı dinmiyor gözüme hiç uyku girmiyordu. Babam
ile anam, ağlamak ciğerimi parçalayacak sanıyorlardı. Bu şekilde Ebeveynim
yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensar'dan bir kadın izin
istemişti. Ben de o kadına izin vermiştim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu
hâl üzere iken Allah Resulü yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu.
Halbuki Allah Resulü bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri
yanımda oturmamıştı. Ve Allah Resulü bir ay beklediği halde kendisine hakkımda
bir şey vahyolunmamıştı. Allah Resulü oturduğu zaman, şahadet kelimelerini
söyledikten sonra: Ey Aişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler geldi. Eğer suçsuz
isen yakında Allah seni muhakkak beraat ettirecektir. Yok eğer bir günah
işledinse Allah'tan mağfiret dile ve Allah'a tevbe et! Çünkü kul, günahını
itiraf ve sonra tevbe edince Allah da onun tevbesini kabul edip mağfiret buyurur
dedi. Allah Resulü sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi. Hatta göz yaşından
bir damla bulamıyordum. Hemen babama: Allah Resulü'nün söylediği sözlere benim
adıma cevap ver dedim. Babam: Vallahi Allah Resulü'ne ne diyeceğimi bilmiyorum
dedi. Sonra Anneme: Allah Resulü'nün söylediği söze benim adıma cevap ver dedim.
O da: Vallahi Allah Resulü'ne ne diyeceğimi bilmiyorum dedi. Bunun üzerine ben,
henüz Kur'an'dan çok şey bilmeyen küçük yaşta bir genç olduğum halde şöyle
dedim: Vallahi ben kesinlikle anladım ki siz bu dedikoduyu işitmişsiniz. Hatta
bu söz sizin gönüllerinizde yer etmiş ve ona inanmışsınız. Şimdi ben size
suçsuzum desem (ki Allah suçsuzluğumu biliyor) bu konuda bana inanmazsınız. Ve
eğer ben size bir itirafta bulunsam (ki Allah suçsuz olduğumu bilir) sizler beni
hemen tasdik edeceksiniz. Vallahi ben kendimde size verecek bir misal
bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasının dediği gibi: Artık (bana düşen) hakkıyla
sabretmektir. Sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak ancak
Allah'tır.Aişe şöyle devam etmiştir: Sonra dönüp yatağıma yattım. Halbuki
vallahi o zaman ben suçsuz olduğumu ve Allah'ın da muhakkak beni temize
çıkaracağını biliyordum. Lâkin vallahi hakkımda okunan bir vahy indirileceğini
hiç zannetmiyordum. Benim hâlim de kendimce Aziz ve Celil Allah'ın hakkımda
okunan bir şeyle konuşmasından daha aşağı idi. Lâkin Allah Resulü'nün uykuda bir
rüya göreceğini ve Allah'ın da o rüya ile beni beraat ettireceğini umuyordum.
Vallahi Allah Resulü oturduğu yerden kalkmamıştı. Ev halkından bir kimse de
dışarı çıkmamıştı. Aziz ve Celil Allah Peygamber'ine vahy indiriverdi. Kendisini
vahy inerken basan şiddet yine bastı. Kendisine indirilen kelamın ağırlığından
kış gününde bile inci tanesi gibi ter dökülürdü. Allah Resulünden vahy hâli
kalkınca kendisi sevincinden gülüyordu. Söylediği ilk söz şu oldu: "Müjde ya
Aişe! Allah seni beraat ettirdi." Bunun üzerine annem bana: Kalk, O'nun yanına
git, dedi. Ben: Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraatımı indiren Allah'tan
başkasına hamd ederim dedim. Aziz ve Celil Allah şu on ayeti indirdi: "O uydurma
haberi getirenler içinizden bir cemaattir.(ayetinden itibaren) on ayet indirdi
(Nûr, 11-21). Aziz ve Celil Allah işte bu ayetleri benim beraatım hakkında
indirmiştir. Ebu Bekr, akrabalığından ve fakirliğinden dolayı infak etmekte
bulunduğu Mistah b. Usame için: Aişe hakkında bunları söyledikten sonra vallahi
ben de Mistah'a bir şey vermem! diye yemin etti. Bunun üzerine de Aziz ve Celil
Allah: Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah
yolunda hicret edenlere yardımda bulunmayacağına yemin etmesin..."ayetini,
"Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz?" sözüne kadarindirdi.
Hibban b. Musa'nın dediğine göre, Abdullah b. Mübarek İşte bu, Allah'ın kitabı
içinde en ümit bahşeden ayettir, demiştir. Bunun üzerine Ebu Bekr Vallahi, ben
Allah'ın beni mağfiret etmesini isterim, dedi ve Mistah'a veregeldiği yardımı
tekrar vermeye başladı ve: Ben bunu ondan ebediyen kesmem dedi. Aişe Allah
Resulü, zevcesi Zeynep bt. Cahş'a benim durumumu sormuş: Ne bilirsin, ne gördün?
demişti. O da: Ey Allah'ın Resulü! Ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi
hayırdan başka bir şey bilmem, diye cevap verdi. Bu hususta Aişe Zeynep,
Peygamber'in hanımları arasında bana rekabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu
vera ve takvası sebebiyle muhafaza buyurdu. Kızkardeşi Hamne bt. Cahş ise onunla
mücadele etmeye başladı da bu sebeple helak olanlar içinde helak oldu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4974
|