78-Nebe
1- Birbirlerine neyi
soruyorlar?
2- O büyük haberi
mi?
3- Ki onlar onda
ayrılığa düştüler.
4- Hayır yakında
bilecekler.
5- Yine hayır,
yakında bilecekler.
Bu ayetler, müşriklerin öldükten sonra dirilmeyi
birbirlerine soruşturmalarını yadırgayan ve bu işin soruşturmaya konu
edilmesinin Hayrete değer olduğunu belirten bir giriştir. Çünkü onlar,
öldükten sonra dirilme ve kıyamet gününün olup olmayacağını bu konudaki
görüşlerinin ne olduğunu birbirlerine sorup duruyorlardı. Bu konu aralarında
en şiddetli tartışmaların geçtiği ana konuydu. Müşrikler o günün geleceğini
bir türlü akıllarına sığdıramıyorlardı. Oysa bu meydana gelmesi akla en
yatkın konu idi.
"Birbirlerine neyi soruyorlar."
Hangi şeyden sözediyorlar? Sonra cevap veriyor: Yüce
Allah'ın onlara bu soruyu yöneltmesi verecekleri cevabı öğrenmeye yönelik
değildir. Aksine sorulan sorunun amacı, birbirlerine sorup durdukları
olgunun gerçek yüzünü ortaya koyarak ne olduğunu ve nasıl olacağını
açıklayarak onların durumlarının Hayrete değer olduğunu belirtmek, olur mu
olmaz mı diye kıyamet gününü birbirlerine sormalarının ne kadar garip
olduğuna dikkatleri çekmektir.
"O büyük haberi mi?" Yüce Allah, onların
birbirlerine sorup durdukları olgunun adını vererek belirlememiş, yaptıkları
hareketin Hayrete değer çok büyük bir inkar olduğunu belirtme üslubunun bir
uzantısı olarak olguyu büyük bir haber diye nitelemekle yetinmiştir.
Anlaşmazlık, görüş ayrılığı, hesap gününün geleceğine inananlarla, bunu
inkar edenler arasında idi. Oysa o günün geleceğini kesin olarak inkar
edenlerle bundan kuşku duyanların bunu birbirlerine soruşturması sadece
müşriklerin arasında meydana gelen bir olaydı.
Sonra yüce Allah, onların birbirlerine sordukları
sorulara cevap vermiyor, sorulan haberin gerçek yüzü hakkında bir açıklama
da bulunmuyor. O haberin niteliğini belirterek açıklamayı bir yana
bırakıyor. Sadece "Büyük haber" demekle yetiniyor ve üstü kapalı bir tehdid
ile hesap gününe işaret etmeye başlıyor:
Çünkü böylesi hem açık cevaptan daha etkili, hem de
korkutma açısından daha etkileyicidir. "Hayır, yakında bilecekler. Yine
hayır, yakında bilecekler." Ayet metninde geçen (Kella) kelimesi "bir kişiyi
engellemek ve azarlamak" içindir. Bu nedenle bu sözcük burada verilmesi
istenilen çağrışım ve atmosfer için son derece uygundur. "Kella"nın ve
başında bulunduğu cümlenin tüm olarak tekrarlanması öyle bir tehdid havası
sağlıyor ki sözcüklerle ifadesi mümkün değildir.
KAİNATTAN DERİN
UYARILAR
Sonra yüce Allah, onların üzerinde görüş ayrılığına
düştükleri bu büyük haber konusunu biraz sonra ele almak üzere şimdilik bir
yana bırakıyor ve onların gözleriyle gördükleri olgulara değiniyor. Ve gözle
görülen şu kainatta yapılan bir gezinti çerçevesinde insan kalbi iyiden
iyiye düşünüp incelerse insanın benliğini kökünden sarsacak yığın yığın
varlıklar, olgular, gerçekler ve tablolar sergiliyor.
6- Yeryüzünü bir
beşik,
7- Dağları da onun
için birer direk kıldık.
8- Ve sizi çift çift
yarattık.
9- Uykunuzu dinlenme
vakti yaptık.
10- Geceyi bir örtü
yaptık.
11- Gündüzü
geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık.
12- Üstünüze yedi
sağlam gök bina ettik.
13- Oraya parlak
kandiller astık.
14- Sıkışan
bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki,
15-16- Onunla
taneler, bitkiler ve birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlı bahçeler çıkaralım.
Bu engin ve alabildiğine geniş kainatın her
yöresinde akıllara durgunluk veren yığın yığın tablo ve sahnelerde yapılan
gezinti, dar bir çerçevede yoğun sözcük ve ifadelerle yapılmaktadır. Bu
özellik yapılan gezintinin insanın duygularına bıraktığı etkiye keskinlik ve
ağırlık kazandırmaktadır. Sanki sözcükler ve ifa
deler ardı arkası kesilmeyen ve bir an gevşeklik
göstermeyen sürekli vurulup duran çekiç darbeleridir. Ayetlerde dinleyenlere
yöneltilen soru kipi özellikle getirilmiştir. Bu kip arap dilinde sorulan
kişiye o konuyu kabul ettirme amaçlıdır. Ayetler sanki, gaflet uykusuna
dalmışları uyandırmak için sarstıkça sarsan güçlü bir eldir. Çünkü ayetler
onların kalplerini ve bakışlarını, gerilerinde herşeyi bir planlayanın ve
idare edenin (yönetenin) bulunduğuna, yaratmaya ve yeniden diriltmeye gücü
yeten bir güçlü ilahın bulunduğuna, yaratıkları hesaba çekilmeksizin ve
yaptıklarına karşılık vermeksizin başıboş bırakmayacak bir hikmetin olduğuna
işaret eden yığın yığın olgulara ve yaratıklara çeviriyor. Ve İşte bu
noktada yapılan gezinti onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri büyük
haberle kucaklaşıyor.
Bu gezintide ilk dikkat çekilen nokta, yeryüzü ve
dağlardır.
"Yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer
direk kıldık."
Ayet metninde geçen "Mihad" sözcüğü, "üzerinde
yürümeye elverişli düz ve alçak arazi" demektir. Toprağı yumuşak düz arazi
tıpkı beşik gibidir. Bu iki sözcük birbirine yakın anlamlıdır. Bu gerçek,
insan için hangi bilgi ve medeniyet aşamasında olursa olsun gözle görülür ve
elle tutulur bir gerçektir. Yeryüzünü bu bulunduğu biçimi ile kavrayabilmek
için derin bir bilgiye ihtiyaç yoktur. Dağların yere çakılmış birer kazık
gibi oluşan, ilkel insandan bu yana herkesin çıplak gözle gördüğü bir
olgudur. İnsan gerek buna gerekse yeryüzü olgusuna dikkatle eğildiği zaman
duygulara etki eden olgulardır bunlar...
Ne var ki bu gerçek, ilkel insanın çıplak duyu
organları ile ilk anda duyduklarından çok daha büyük ve çok daha geniş
boyutlu bir gerçektir. insanlığın bilgi seviyesi yükselip bu kainatın yapısı
ve geçirdiği aşamalar hakkında bilgisi arttıkça, bu gerçek insanın ruhunda
daha da büyür. Ve insan, bu gerçeğin arkasında gizli olan büyük ve ilahi
planlamayı, hikmetli ve hassas yönetimi, şu varlık alemindeki canlılar
arasında yaratılan koordinasyonu ve onların ihtiyaçlarım, bu yeryüzünün
insanın yaşamasına ve hayata beşiklik etmeye elverişli olarak hazırlandığı,
insanın çevre ile uyumlu ve onlarla anlaşabilecek yetenekte yaratılmasını
kavrar.
Yeryüzünün yaşamaya -özellikle insanın yaşamasına-
elverişli kılınması, şu görülen varlık aleminin gerisinde herşeyi yöneten
bir mantalite'nin olduğuna sağlam bir delildir. Yeryüzünün yapısında var
olan ve bu biçimi ile ve tüm şartları ile görülen oranlardan herhangi
birinde meydana gelecek en ufak bir dengesizlik veya yeryüzünde sürmesi için
yaratılan hayatın yapısında var olan oranlardan birisinin bozulması...
Kısacası, yeryüzünde ya da orda süren hayatta meydana gelecek en büyük
dengesizlik, yeryüzünü yaşamaya elverişli olmaktan çıkarır ve herkesin kendi
bilgisine ve kapasitesine göre kavraması için Kur'an'ın kısaca değinmiş
olduğu bu gerçekten ortada hiçbir eser kalmaz.
Dağların kazıklar kılınması da insanın çıplak gözle
görüp biçimsel olarak kavrayabileceği bir olgudur. Dağlar bu biçimleri ile
çadırların bağlandığı kazıklara en çok benzeyen nesnelerdirler. Ama işin
içyüzüne gelince dağların gerçek fonksiyonlarını bizler Kur'an'dan alıyoruz.
Ve dağların yeryüzünü sallanmaktan koruduklarını ve oranın dengesini
sağladıklarını Kur'an'dan anlıyoruz... Dağların böyle fonksiyonlarının
olması akla uzak bir ihtimal değildir. Çünkü dağların zirveleri denizlerin
dibindeki derin çukurları dengeliyor olabilir. Evet bu fonksiyonun olması
akla uzak değildir, çünkü yeryüzünün derinliklerinde oluşan çekilmeler,
büzülmeler ve sarsıntılarla, yer yüzeyindeki sarsıntılar arasında bir denge
olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü yeryüzü belirli noktalarda dağlar
nedeni ile ağır basıyor ve depremlerden, yanardağlardan ya da iç tabaka
sarsıntılarından bu sayede etkilenip de sarsılmıyor olabilir. Dağların
yeryüzünü sarsıntı dan kurtarması ve yeryüzünün dengesini sağlaması henüz
keşfedilmemiş bir başka nedene de dayalı olabilir. Çünkü Kur'an'ın işaret
etmiş olduğu ve insanlığın yüzlerce yıl sonra ancak bir kısmını öğrendiği
nice nice gerçekler ve fizik kanunları vardır.
Yapılan bu gezintide ilk dikkat çekilen nokta
yeryüzü ve dağlardı. ikinci değinilen nokta da değişik yönleri ve çeşitli
gerçekleri ile nefislerin bizzat kendileridir.
"Ve sizi çift çift yarattık."
Bu olgu da her insanın kolayca ve güçlük çekmeden
kavrayabileceği bir olgudur. Yüce Allah, insanı erkek ve dişi olarak
yaratmış, bu türün hayatını ve tür olarak devamını iki ayrı cinsin
farklılığına ve birbirleri ile birleşmelerine bağlamıştır. Bu olguyu her
insan kavrar ve bunun gerisinde, rahatlığın, lezzetin, doyumun ve
yenilenmenin olduğunu derin bir bilgiye ihtiyaç duymadan hisseder. Dolayısı
ile Kur'an-ı Kerim bu olgu ile hangi toplumda olursa olsun insana seslenir
ve insan da bunu kavrar, düşüncesini bu gerçeğe çevirip yoğunlaştırdığı
zaman bundan etkilenir ve bu gerçeğin içindeki saklı olan iradeyi,
koordinasyonu ve yönetmeyi hisseder.
Bu gerçeğin değerinin ve derinliğinin belli belirsiz
hissedilmesinin gerisinde insanın bilgi ve duygu basamaklarında
yükseldiğinde hissedeceği başka değerlendirmeler de vardır. iki sperm
arasında gözle görülür bir fark olmamasına rağmen, bir spermden erkek, bir
diğerinden dişi meydana getiren planlayıcı güç ve kudret düşünülmeye
değerdir. Çünkü bu kudret, bir spermi sonunda erkek olsun diye yola koyarken
bir diğerini de dişi olsun diye yönlendirmektedir. Bütün bunları, yaratıcı
kudretin iradesine, gizli yönetimine ve latif yönlendirmesine bağlamak
gerekir. Ve yine bütün bunlar, o yaratıcı kudretin bir sperm için erkeklik,
bir diğeri için dişilik özelliklerini istemesi ve vermesinden başka bir şey
değildir. Çünkü yaratıcı kudret onlardan hayatın kendileri ile geliştiği ve
yükseldiği iki çift yaratmayı hedeflemiştir.
"Uykunuzu dinlenme vakti yaptık. Geceyi bir örtü
yaptık. Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık."
Uykunun insanoğlunun başına gelen bir alıkoyucu
olması, insanı belirli bir süre zihinsel ve bedensel etkinliklerden alıkor.
İnsanların vücutlarını ve sinirlerini dinlendirir. Uyanıkken çalışıp
didinirken ve hayatın problemleri ile uğraşırken vücutlarının ve
sinirlerinin harcadığı gücü onlara yeniden kazandırır. Ölüme ve hayata
benzemeyen bir konuma yani uyku durumuna sokulmaları yüce Allah'ın
planlamasının ürünüdür. Ve bütün bunlar insanın gerçek yüzünü kavrayamadığı,
kendisinin iradesinin zerre kadar rol oynamadığı ve kendi benliğinde nasıl
olup da meydana geldiğini gözlemlemesinin imkansız olduğu Hayret verici bir
olgudur. insan uyanıkken uyku halinde nasıl olduğunu bilmez. Uykuda iken de,
uykuda olduğunu kavrayamaz ve uyku durumunu gözlemleyemez. Bu durum,
canlının oluşum sırlarından birisidir ve bu sırrı ancak bu canlıyı yoktan
var eden, kendisine bu sırrı veren ve hayatın ı bu sırra dayalı kılan
yaratıcı bilebilir. Belirli bir süre hariç hiçbir canlı uykusuz kalmaya
dayanamaz. uyanık kalsın diye dıştan gelen baskıları bunalan canlı uykusuz
kalmaya dayanamaz ve kesinlikle ölür.
Uykuda vücudun ve sinirlerin ihtiyaçlarım
karşılamaktan başka sırlar da vardır. Uyku ruhun girmiş olduğu şiddetli
hayat mücadelesinde, yapmış olduğu ateş-kestir. Öyle bir ateşkes ki, insanın
başına gelir gelmez ruh, ister-istemez silahını ve kalkanını bir yana
bırakır, kendini güvenli bir esenliğin, su ve ekmek gibi muhtaç olduğu
esenliğin kucağına bir süre atar. Bazı durumlarda bu olay mucizeye benzer
şekilde gerçekleşir. Şöyle ki, ruh yorgundur, sinirler yıpranmıştır, ruh
huzursuzdur, gönül korku içindedir. İşte tam bu esnada gözlere uyku çöker.
Bazen birkaç dakikayı aşmayan bu uyku, bu kişinin benliğinde tam bir değişim
meydana getirir ve sadece gücünü değil, hatta tüm benliğini yeniler. Öyle
bir yenilenme ki insan uykudan uyandığında adeta yeni bir canlıdır. Bu
mucize açık olarak Bedir ve Uhut savaşlarında yorgun düşen Müslümanların
başına gelmiştir. Yüce Allah, onlara bu mucizeyi anlatarak kendilerine
verdiği nimeti hatırlatmaktadır:
"Hani Allah korkunuzu gidermek için sizi hafif bir
uykuya daldırmıştı." "Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize içinizden
bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi." (Ali İmran 154)
Birçok kimse buna benzer olaylarda bu durumu yaşamıştır.
Ayetin deyimi ile bu "sübat" yani uyku ile zihinsel
ve bedensel etkinliklere ara verme, canlı varlıkların oluşumları için
gerekli elemanlardan birisi, yaratıcı kudretin sırlarından bir sır ve ancak
Allah'ın verebileceği nimetlerden bir nimettir. Kur'an'ın uyguladığı bu
metod ile bakışların bu nimete çevrilmesi, insanın dikkatini kendi
varlığının özelliklerine, bu özellikleri kendi benliğine yerleştiren kudret
eline çekmekte ve insanda düşünce, tefekkür ve etkilenme uyandıracak bir
dokunuşla ona dokunmakta ve etkilemektedir.
Kainatın hareketinin canlıların hareketlerine uygun
olarak yaratılmış olması da yüce Allah'ın planlamasının ürünüdür. Yüce Allah
nasıl insana çalışıp çabaladıktan sonra uyku ve çalışmaya ara verme sırrını
bahşetmiş ise, kainata da içinde uyuyup dinlenmenin ve bir köşeye çekilmenin
oluştuğu, insanı örten bir elbise gibi olması için gece olgusunu ve içinde
hareket ve çalışmanın meydana geldiği kazanç sağlama zamanı olsun diye de
gündüz olgusunu bahşetmiştir. Allah'ın yaratıkları İşte böylece birbirlerine
uyum sağlar ve ahenkli olurlar. Bu alem canlılara verilen özelliklere cevap
verecek uygun bir ortamdır. Buna karşın canlılara da hareketleri ve
ihtiyaçları kainata bahşedilmiş özelliklerle ve şartlarla uyum gösteren bir
yapı bahşedilmiştir. Canlılar ve kainat; benzersiz yaratan, yöneten ve
yönetimi en hassas bir ahenk içinde olan, kudret elinden çıkmıştır.
Baştan beri yapılan bu gezintide üzerinde durulan
üçüncü nokta gökyüzünün yeryüzü ile ve canlılar ile ahenkli bir biçimde
yaratılmasıdır.
"Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Oraya parlak
kandiller astık. Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki, onunla
taneler, bitkiler ve birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlı bahçeler
çıkaralım."
Ayet metninde geçen ve Allah'ın yeryüzündeki
canlılar üstüne kurduğu "yedi sağlam"dan maksat , yedi kat gökyüzüdür. Başka
bir yere göre, yedi tabakadır. Tam olarak neyin kastedildiğini ancak yüce
Allah bilir. Ayette geçen "yedi sağlam" yedi galaksi grubu olabilir. Bir
galaksi yüz milyon yıldızın bir araya geldiği yıldız topluluğudur. Bu
durumda bu yedi galaksi kümesi bizim yeryüzümüzle ve güneş sistemimizle
ilişkisi olan kümedir. Belki de kastedilen yedi kat gökten ve yedi galaksi
kümesinden başka, bu kainatın yapısını oluşturan nesnelerden birisi olan ve
ancak yüce Allah'ın bildiği insanoğlunun ise pek azını bilebildiği bir
şeydir.
Ayetin kesin olarak işaret ettiği birşey varsa o da,
bu "Yedi sağlam"m yapısının, çok sağlam, kuruluşunun çok güçlü olduğu,
kendisini dağılmaktan ve eğilmekten koruyan bir güçle birbirine bağlı
bulunduğudur. Bizler gökyüzü sözcüğünü kullandığımız zaman herkesin anladığı
manada yıldızların ve yörüngelerin yapısı üstüne bildiğimiz ve gördüğümüz
budur. işaret edilen bir başka nokta da bu " edi sa lam"ın yeryüzü ve insan
dünyası ile uyumlu olduğudur. Yüce Allah'ın insan n ve yeryüzünün hayatını
planladığı ve yönettiği sunulurken "yedi sağlam"dan da söz edilmesi İşte
bundan dolayıdır. Bu yargımızın doğruluğuna ayetin devamı tanıklık
etmektedir. Çünkü ayetin devamında: "Oraya parlak kandiller astık"
buyurulmaktadır. Ayet metninde geçen "sirac" sözcüğü ile kastedilen dünyayı
aydınlatan, yeryüzünün ve içindeki canlıların yaşaması için gerekli ısıyı
sağlayan, yeryüzünde engin okyanuslardan ısısı ile suların buharlaştırıp
onları atmosferin yüksek tabakalarına çıkararak ayetin deyimi ile
"Mu'sırat"m yani bulutların oluşmasında rol oynayan güneştir. "Sıkışan
bulutlardan şarıl şarıl su indirdik: ' Bulutlar sıkıştırıldığı zaman
içindeki sular damla damla düşmeye başlar. Kimdir bulutları sıkıştıran?
Rüzgarlar olabilir. Atmosferin tabakaları arasında bulunan elektrik
akımlarının boşalması da olabilir. ister rüzgar olsun, ister elektrik
akımlarının boşalması olsun, kainata bu etkileyicileri bahşeden, bunların
gerisinde gizli olan kudret elidir. Kandil deyince yanma, ısı ve ışık akla
gelir. Bu özellikler güneşte de bol, bol vardır. Kur'an'da "Kandil" sözcüğü
rastgele değil, aksine son derece özenli bir seçimin ürünüdür.
Tutuşmuş kandilden yani güneşten ve ondan
kaynaklanan ışıktan ve ısıdan sonra sıkışmış bulutlardan ve bulutlardan
sıkışma sonucu dolu dolu akan sulardan, arka arkaya elektrik yükü boşaldıkça
ayetin deyimi ile Seccac dan yani sağanak sağanak akan yağmurlardan... Evet
kısacası İşte bu sudan ve şu güneş ışınlarından, daneleri yenilen taneli
bitkilerle bizzat kendisi yenilen sebzeler biter. Ayet metninde yer alan
"cennatün elfaf" ise ağaçlarının sık dalları birbirlerine geçmiş çok ağaçlı
bahçeler demektir. Kainatın tasarımındaki bu ahenk ancak ve ancak kendisini
böylesine uyuma sokan bir el, planlayan bir hikmet ve yöneten bir iradenin
eseridir. Duyularını bu gerçeğe bu biçimde yönelten herkes, kalbi ve hissi
ile onu kavrar. insan bilgi ve marifet basamaklarında yükselince önünde
kainattaki bu ahenk üstüne akılları yerinden oynatan ve kalpleri dehşete
düşüren yepyeni ufuklar ve bilimsel ilerlemeler açılacaktır. Ve bu
ilerlemeler, bütün bunların sırf bir tesadüfün sonucu olduğunu ileri süren
görüşü üzerinde tartışmaya bile değmeyecek kadar basit bir görüş durumuna
düşürdüğü gibi, bu kainattaki koordinasyonun ve ahengin bir irade ve bir
yönetimin sonucu olduğu görüşünden kaçmayı üzerinde durmaya değmez kör bir
inat durumuna getirir.
Gerçek şu ki bu kainatın bir yaratıcısı vardır. Ve
bu kainatın gerisinde kainatı yöneten, planlayan ve koordine eden bir
yaratıcı vardır. Bu gerçekler ve sahneler bu ayetlerde şu biçimde peşi
peşine sıralanmaktadır. Yeryüzünün üzerinde gezip yaşamak için elverişli bir
beşik, dağların yeryüzünün kazıkları olarak yaratılması, insanların bedensel
ve zihinsel etkinliklerden ve hareketlerden sonra uykularının bu
etkinliklere ara vermesi ve bununla birlikte gecenin herşeyi örtmek ve bir
köşeye çekilmek için elbise gibi kılınması, gündüzlerin zihinsel ve bedensel
etkinliklerle geçim sağlama zamanı kılınması, arkasından "yedi sağlam''ın
kurulması, parıl parıl yanan kandilin (güneşin) yaratılması, taneli
bitkilerle sebzelerin ve otların yerden bitip çıkması, bahçelerin yeşerip
gelişmesi için sıkışmış bulutlardan şarıl şarıl suların indirilmesi... Bu
gerçeklerin ve sahnelerin bu biçimde arka arkaya sıralanışı ortada çok
hassas bir ahengin, yönetimin, planlamanın olduğunu ilham etmekte ve herşeye
gücü yeten hikmet sahibi bir yaratıcının olduğunu insana hissettirmektedir.
Ve insan kalbine, gaflet uykusundan uyarıcı dokunuşlar yapmakta ve bu
hayatın gerisinde bir irade ve bir hedefin olduğunu ilham etmektedir. İşte
bu noktada ifadenin akışı onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri büyük
haberle kucaklaşıyor.
HESAP GÜNÜ
Bütün bunlar, amel ve nimetle ilgili idi. Bütün
bunların arkasında bir hesaba çekilme ve yapılanlara verilecek bir karşılık
vardır. Ayet metninde yer alan "Fasıl günü" herşeyi hükme bağlamak için
vakti belirlenmiş hesap günüdür.
17- Muhakkak ki
hüküm günü, belirlenmiş bir vakittir.
18- Sur â üflendiği
gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz.
19- O gün gökyüzü
açılır ve orada pek çok kapılar oluşur.
20- Dağlar
yürütülür, serap haline gelir.
Gerçek şu ki insanlar boş yere yaratılmamışlardır ve
asla başıboş kendi hallerine bırakılacak da değillerdir. Onların hayatlarını
geçen ayetlerin değindiği gibi planlayan ve onu ifade edildiği gibi üzerinde
yaşadıkları kainat ile ahenkli kılan Yaratıcının hiç müdahale etmeden onları
kendi hallerine yaşamaya bırakması ve kendi başlarına ölmeye terk etmesi
mümkün değildir. Kimi dünyayı düzeltsin,kimi orda bozgunculuk etsin sonra da
bunların tümü yaptıklarına hiçbir karşılık görmeden toprakta çürüyüp gitsin.
Kimi dünya hayatında doğru yolu bulsun o yolda yürüsün, kimi de sapıtsın
sonra da her iki zümre aynı akıbeti paylaşsın. Kimi adil olsun, kimi
zulümden ayrılmasın sonra da adalet de zulüm de heba olup gitsin. Ve yüce
Allah da buna müdahale etmesin, bu asla mümkün değildir. Elbette ahirette,
tüm yapılanların hükme bağlanacağı, iyi ile kötünün birbirinden ayrılacağı,
her davanın görülüp hükme bağlanacağı bir gün vardır. Bu gün, çizilmiş,
va'dedilmiş ve yüce Allah'ın katında belirli ve bilinen bir süreye bağlanmış
bir gündür.
"Muhakkak ki hüküm günü belirlenmiş bir vakittir."
O gün, bu kainatın düzeninin alt-üst olacağı ve bu
sistemi birbirine bağlayan bağların darmadağın olacağı bir gündür.
"Sur'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a
gelirsiniz. O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur."
Ayet metninde geçen "Sur" boru demektir. Bizler sur
adına, ancak onun adını ve kendisine üfürüleceğini biliyoruz. Bunun nasıl
bir şey olduğunu öğrenmek için uğraşıp didinmek, bize düşmez, zaten bu,
imanımıza iman katmayacağı gibi, yeni elde edeceğimiz bilgi de daha fazla
etkilenmemizi sağlamaz. Yüce Allah gücümüzü, ne olduğunu araştırmak amacı
ile bilmediğimiz bilinmezlerin peşine takılıp da dağılmaktan korumuştur. Ve
bize bilinmezlerin bilgisinden yararlı olacak kadarını vermiştir. O halde
bunun daha ötesine geçmek bize düşmez. Biz ancak insanları yeniden dirilten
ve insanların kendisine doğru bölük bölük geleceği, herkesi toplayıcı olan
üfürmeyi kafamızda canlandırabiliyoruz... Şu sahneyi ve varlıkları nesil
nesil kaybolan ve sınırlı yeryüzü kendilerine dar gelmesin diye orayı
kendinden gelen nesillere bırakan insanları canlandırabiliyoruz. Bütün bu
yaratıkların sahnesini canlandırabiliyoruz. Bölük bölük... Yeniden dirilmiş,
ayağa kalkmış, her yoldan toplanacakları yere akan insan kalabalıklarını
kafamızda canlandırabiliyoruz. Açılmış kabirleri ve bunca yaratıkların orada
ayağa kalktıklarını düşünebiliyoruz. ilk giden nesillerin, kendilerinden
sonra gelenleri tanımadığı, biraraya gelmiş yığın yığın insan topluluklarını
hayal edebiliyoruz. Bugünden başka hiçbir vakitte ve hiçbir zamanda bir
araya gelmemiş olan şu yığın yığın kalabalıkların verdiği dehşeti kafamızda
canlandırabiliyoruz. Ama ne zaman? Bunu bilemiyoruz. Bildiğimiz şu kainatta
büyük olayların ve muazzam korkunç değişikliklerin olacağıdır.
"O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar
oluşur. Dağlar yürütülür, serap haline gelir."
Sağlam yapılı gökyüzü, başka surelerde ve başka
yerlerde değinildiği gibi, bizim daha önce bilmediğimiz bir biçimde açılacak
ve kapı kapı olacaktır. Gök yarılıp birbirinden ayrılacaktır. Birer kazığı
andıran köklü sabit dağlar yerlerinden yürütülecek ve birer serap birer
hayal olacaktır. Dağlar ufalanmış, hurda haş olmuş, aşınmış, başka surelerde
ve başka yerlerde değinildiği gibi havanın hareket ettirdiği uçuşan
toz-toprak zerrecikleri haline gelmiştir. Bundan dolayı dağların gerçek
olmayan serap gibi varlığı kalmıştır. Ya da dağlar birer toz zerrecikleri
halinde iken kendilerine ışık vuracak ve serap gibi görüneceklerdir. Gözle
görülen kainatta olacak değişikliklerden ortaya çıkacak korku, sura
üfürüldükten sonra toplanma günü belirecek korku gibidir. İşte bir hikmet ve
yönetim uyarınca planlanmış olan "hesap günü" budur.
İNKARCILARA LAYIK
SON
İfadenin akışı sura üfürülmesinin ve mahşere
toplanmanın ardından bir adım daha atıyor ve azgınlarla, zalimlerle;
muttakilerin akıbetlerini sergiliyor. Buna ilk gruptan yani o günü
yalanlayanlardan ve o büyük haberi birbirine soranlardan başlıyor.
21- Cehennem de
suçluları gözetleyip durmaktadır.
22- Orası azgınların
varacağı yerdir.
23- Orada sonsuza
dek kalacaklardır.
24- Orada ne bir
serinlik ne de içilecek bir şey tadarlar.
25- Yalnız kaynar su
ve irin içerler.
26- Yaptıklarına
uygun bir ceza olarak
27- Çünkü onlar bir
hesab görüleceğini ummuyorlardı.
28- Ayetlerimizi de
tamamen yalanlamışlardı.
29- Biz de herşeyi
sayıp yazmıştık.
30-Şimdi tadın,
artık size azabtan başka bir şeyi artırmıyacağız.
Gerçek şu ki cehennem yaratılmış ve var edilmiştir
ve azgınları bekleme yeridir. Gerçekten cehennem onları beklemekte ve
gözetmektedir, azgınlar oraya vardıkları zaman bir de ne görsünler cehennem
kendileri için hazırlanmamış mı! Bir de ne görsünler? Kendilerini karşılamak
için hazır değil mi! Sanki azgınlar ve zalimler, yeryüzünde bir yolculuğa
çıkmışlar sonra da asıl barınaklarına geri dönmüşlerdir. Sanki onlar
yıllarca sürecek, upuzun yeni bir yerleşim için yuvalarına ve barınaklarına
geri gelmektedirler.
"Yaptıklarına uygun bir ceza olarak orada ne bir
serinlik ne de içilecek bir şey tadarlar. Yalnız kaynar su ve irin içerler."
Sonra yüce Allah bu yargının yani hiçbir şey
tadamayacakları yargısının istisnasını getiriyor... Aman Allah'ım istisna
daha da acı daha da felaket. "Yalnız kaynar su ve irin..." Ancak boğazlarını
ve karınlarını yakıp kavuracak kaynar suyu tadacaklar. Serinlik namına
bulacakları budur İşte. Ve yine ancak yananların vücutlarından akan ve
damlayan irini tadacaklar. içecek namına bulacakları da budur.
"Yaptıklarına uygun bir ceza..." Amel birikimlerine
ve yaptıklarına uygun ceza budur... "Çünkü onlar bir hesab görüleceğini
ummuyorlardı." Ve cehennem gibi bir barınağa varacaklarını beklemezlerdi.
"Ayetlerimizi de tamamen yalanlamışlardı." ifadede yer alan sözcüklerin
tonundaki şiddet, onların yalanlamalarının şiddetini ve bunda ne kadar
ısrarlı olduklarını ilham ediyor.
Yüce Allah onlara yaptıkları herşeyi hiçbir harfi
dışarda bırakmaksızın inceden inceye sayarken ve "Biz de herşeyi sayıp
yazmıştık." derken tam bu sırada belki verilen ilahi kararda bir değişiklik
olabilir ya da yapılan azap hafifletilebilir şeklinde doğacak her ümidi boşa
çıkaracak kınama geliyor. Ve "Şimdi tadın artık size azaptan başka birşeyi
artırmayız." buyuruyor.
İNANANLARA LAYIK
OLDUKLARI MÜKAFAT
Sonra, cehennemdeki azgınların ve zalimlerin
sahnelerinin ardından, karşı sahne, nimetler içinde yüzen müttakilerin
sahnesi gelmektedir.
31- Takva sahipleri
içinde başarı ödülü vardır.
32- Nice bahçeler,
bağlar,
33- Göğüsleri
tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve
34- Dolu dolu
kadehler
35- Orada ne boş bir
söz ve ne de yalan işitirler.
36- Bunlar Rabbinin
katından yaptıklarına karşılığı verilenlerdir.
Ahiret yurdunda cehennem azgınlar ve zalimler için
bir gözetleme yeri ve barınak olduğuna göre, oradan asla
kurtulamayacaklarına ve başka bir yere gidemeyeceklerine göre, müttakiler de
buna karşın (Bahçeler ve üzüm bağları) şeklinde simgelenen kurtuluş yerine
ve barınağa gideceklerdir. Yüce Allah'ın bunca meyvenin arasından üzümü
seçmesi ve onu belirlemesi, Kur'an'ın ilk kez seslendiği o günkü Arap
toplumunun, üzümü tanımış olmalarındandır. Ayet metninde yer alan "Kavaib"
memeleri büyüyüp tomurcuklanmış genç kızlar "etrab" ise bir yaşta ve aynı
güzellikte "Ke'sen dihaka" ise, dolu kadehler demektir.
Burada sıralanan nimetler insanın kavrama
yeteneklerine yaklaştırıldıkları için duyu organları ile dış yüzleri
kavranabilir somut nimetlerdir. Ama tatlarının gerçek niteliklerine ve
bunlarla doyuma ulaşmaya gelince yeryüzü sakinleri bu yeryüzünün kavrama
yeteneklerine ve düşünce yapısına bağlı kaldıkları sürece, bunun nasıl
olacağını asla kavrayamazlar.
Bir de bu nimetlere ek olarak, kendilerine, vicdanın
tadına vardığı ve aklın kavrayabildiği bir atmosfer sağlanmıştır. "Orada ne
boş bir söz ve ne de yalan işitirler." Orada yaşadıkları hayat, boş
sözlerden ve tartışmanın eşlik ettiği inkarcılıktan korunmuş bir hayattır.
Çünkü gerçek, üzerinde tartışmaya ve inkar etmeye ve içinde hiçbir yarar
olmayan boş söze yer olmayacak kadar apaçık ortadadır. Bu öyle bir yücelik
öyle bir doyumdur ki tam edebiyat yurduna layıktır.
"Bunlar Rabbinin katından yaptıklarına, karşılığı
verilenlerdir."
Burada, ifadede güzelliği ve ayette yer alan "ceza"
ve "atâ" sözcüklerinin birbirinden ayrılarak sağlanan müzikal ahengi
sezebiliyoruz... Nitekim hemen hemen surenin ayet sonu kafiyelerine
yerleştirilmiş olan etkiyi de görüyoruz. Zaten bu, tüm cüzde kısaca göze
batan apaçık bir olgudur.
RAHMANIN HUZURUNDA
Yukarda sıralanan tüm bu olayların olduğu,
soranların birbirlerine sordukları ve bazılarının üzerinde görüş ayrılığına
düştükleri o günün sahnelerini tamama erdirmek için surede son sahne
gelmektedir Bu sahnede Cebrail (a.s.) ile Melekler Rahmanın huzurunda
boyunlarını eğmiş korku içinde saf tutarak ayakta beklemektedirler. O yüce
ve heybetli huzurda ancak Rahmanın izin verdiği kimseler konuşabilmektedir.
37- O, göklerin
yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, önünde kimsenin
konuşamayacağı Rahman olan Allah'tır.
38- Cebrail ve
meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse
konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.
Geçen bölümde anlatılan bu karşılık, yani azgınların
ve zalimlerin cezaları ile müttakilerin mükafatları evet bu karşılık "Senin
Rabbindendir." Evet tüm bu karşılıklar "Göklerin, yerin ve ikisi arasında
olanların Rabbinden"dir. Bu ifadeler, biraz sonra değinilecek büyük gerçek
ve dikkat çekilecek nokta için hazırlanmış uygun bir ortamdır. Bu gerçek,
tüm insanları kapsadığı gibi, gökleri, yeryüzünü dünyayı ve ahireti kapsayan
bir tek ilahın olduğu gerçeğidir. Bu gerçek, her zulüm ve azgınlığa ve her
takvaya hak ettiği karşılığı verecek olan ve dünyanın da ahiretin de sonunda
varıp kendisine dayanacağı bir tek ilahın olduğu gerçeğidir... Sonra o yüce
ilah "Rahman"dır. Azgınlara ve müttakilere verecek olduğu bu karşılık
rahmetinin gereğidir. Dahası azgınlara ve zalimlere vereceği azab bile yüce
Allah'ın rahmetinin eseridir. Kötülüğün cezasını bulması ve sonunda
akıbetinin iyilikle aynı olmaması da, O'nun rahmetinin eseridir.
Rahmetin yanısıra büyüklük ve ululuk vardır. Çünkü,
o korkunç ve dehşetli günde, Cebrail'in ve diğer meleklerin "Konuşmadan dizi
dizi durdukları" o günde "O'nun izni olmadan kimse konuşamayacaktır." Ancak
Rahman'ın izin verdiği konuşacaktır ve doğruyu söyleyecektir. Zaten Rahman
da ancak doğru söyleyeceğini bildiği kimseye konuşma izni verecektir.
Yüce Allah'a yakın olan ve her türlü günahtan ve
isyandan temiz ve uzak olan meleklerin sergiledikleri manzaralar, evet
onların böylesine susmuş ancak izin verildikten sonra ve ölçülü
konuşmalarının manzaraları, sunulan atmosfere, heyecan, korku, heybet,
yücelik ve vakar vermektedir. İşte bu sahnenin ışığı altında bir uyarı
haykırışı ve yaptığına aldırmayan mahmurluk içinde gaflet uykusuna
dalmışları sarsacak, bir sarsıntı kopar.
39- işte gerçek gün
budur. Dileyen kimse Rabbine götürecek bir yol benimser.
40- Sizi yakın
gelecekteki azabla uyardık; o gün kişi elleriyle sunduğuna bakar ve inkarcı
da "Keşke toprak olsaydım" der.
"Bu gerçek gün"ün bir gün geleceği hakkında, kuşkuya
düşüp de birbirlerinin görüşünü soran o kimselere çok sert bir sarsmadır bu.
Bu gerçek gün, birgün kaçınılmaz olarak gelecektir. Bu konuda soruşturma
yapmaya ve görüş ayrılığına düşmeye hiç yer yoktur. Fırsat henüz daha
eldedir. Dileyen, cehennem kendisine gözetleme yeri ve barınak olmadan
"Rabbine götürecek bir yol benimser."
Meleklerin sergilediği sahnenin ışığı altında ortaya
çıkan uyarı da gaflet uykusuna dalmışları kendilerine getirecek bir
uyarıdır. "Sizi yakın gelecekteki azapla uyardık: ' Evet bu azap yakındır
uzak değildir. Cehennem sizleri beklemektedir, sizleri gözetlemektedir. Hem
de bu ayetlerde gördüğünüz biçimi ile... Çünkü içinde yaşadığınız dünya
bütünü ile kısa bir yolculuktan ve yakında bitecek bir ömürden ibarettir. Ve
ardından bir korku azabı gelmektedir. Kafire yok olmayı var olmaya üstün
tutturacak bir azaptır bu. "O gün kişi elleriyle yaptıklarını görür ve kafir
de `Keşke toprak olsaydım' der." Kafir bu sözü ancak dayanılmaz sıkıntıya ve
şiddete düştüğü zaman söyler.
Bu öyle bir ifade ki, atmosfere heybet ve pişmanlık
vermektedir. Hatta insan denen varlık yok olup ortadan kalkmayı kimsenin
önem vermeyeceği değersiz bir nesne haline gelmeyi temenni eder. Ve insan
yok olmayı, ya da değersiz bir nesne olmayı, o şiddetli ve korkunç durumla
yüzyüze gelmekten daha hafif bulur. Evet insan o büyük haber hakkında
birbirlerine soruşturma yapanların sorularına, kuşkuya düşenlerin
kuşkularına ahirette bir karşılık olan o durumla yüzyüze gelmektense, yok
olmayı ya da değersiz bir nesne olmayı tercih eder.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.