99-Zilzal - Zelzele
1- Yer dehşetle sarsıldıkça
sarsıldığı,
2- Yeryüzü ağırlıklarını
dışarı çıkardığı,
3- Ve insanın "Buna ne
oluyor" dediği zaman,
4- İşte o gün yer haberlerini
söyler,
5- Çünkü Rabbin ona vahiy ile
herşeyi bildirmiştir.
Bu "gün" kıyamet günüdür. Çünkü o gün
yerinden oynamayan dünya sarsıldıkça sarsılır, sallandıkça sallanır, içinde
bulunanları adamakıllı silkeledikçe silkeler. Uzun süre bağrında taşıdığı ve
kendisine ağır gelen cesetleri, madenleri ve başka ne varsa dışarı çıkarır.
Ve sanki, uzun zamandan beri taşıdığı bu ağırlıklardan kurtulup hafiflemeye
çalışmaktadır.
Bu sarsıntı, sureyi dinleyenlerin ayaklarının
altındaki sarsılmaz gibi duran her şeyi kökünden sarsan ve yeryüzü
ayaklarının Altında sarsılıp denizin dalgaları gibi gelip giderken
kendilerine sallandıklarını ve adeta salıncakta inişler gibi bir gelip bir
gittiklerini zannettiren bir tablodur. Bir tablo ki, yeryüzünde kalplerin
kurtulmak için sarıldığı ve değişmez ve sarsılmaz zannettiği ne varsa
onların tümünü kalplerden söküp atar. Kur'an'ın canlandırdığı bu gibi
sahnelerde ilk ilham ettiği ve içine hareket kattığı bir olgudur bu...
Sahneye öyle bir hareket ve canlılık bahşedilmiştir ki, Kur'an'ın eşsiz
ifadesini duyan kimsenin onu sadece duymakla nerede ise hemen etkisi altında
kalmaktadır.
Sunulan bu tablonun karşısında "insan"ın
durumu anlatılarak ve tablo ile karşı karşıya geldiği zaman reaksiyonları
çizilerek bu etki daha da açık hale getirilmektedir.
"İnsan `buna ne oluyor' der."
Bu soru, Alışmadığı bir şey gören, akıl
erdiremediği bir şeyle karşı karşıya kalan, karşısında sabretmenin ve
susmanın mümkün olmadığı bir olaya tanıklık eden kendinden geçmiş, dehşete
düşmüş ve neye uğradığını şaşırmış bir kimsenin sorusudur. "Buna ne oluyor?"
Onu bu şekilde kim sarsıyor? Kim sallıyor? Ona ne oluyor? Soruyu soran
insan, sanki yeryüzünde onunla birlikte yalpalıyor, etrafında neler varsa
gelip giderken bir şeye tutunmaya, ona yaslanmaya ve yerinde sabit olarak
kalmaya çabalıyor.
"İnsan" daha önce birçok depremleri ve
yanardağ patlamalarını görmüştür. Depremlerden ve yanardağlardan korkmuş,
dehşete düşmüş, helak olmuş ve mahvolmuştur. Fakat insanoğlu kıyamet gününün
depremini görünce, onunla dünya hayatında meydana gelen depremler ve
yanardağ patlamaları arasında en ufak bir benzerlik kuramayacaktır. Çünkü bu
insanoğlunun daha önce tanımadığı yeni bir durumdur. insanın esrarını
bilmediği, benzerini görmediği ilk kez olan korkunç bir durumdur.
(O gün)... Bu depremin olacağı ve insanın
karşısında korkusundan kendinden geçeceği o gün "Yeryüzü haberlerini söyler.
Çünkü Rabbin ona vahy ile gerçeği bildirmiştir." O gün şu yeryüzü,
haberlerini anlatacak, halini ve kendine ne olduğunu söyleyecektir...
Kendisine olacaklar, (Rabbinin ona vahyetmesi ile) harekete geçip "sallan,
sarsıldıkça sarsıl", "ağırlıklarını dışarı çıkar" diye emretmesi yüzünden
olmuştur. Ve yeryüzü Rabbinin emrini yerine getirmiştir. Rabbini dinleyip
boyun eğmiştir. "Ve zaten o boyun eğmeye uygundur." (İnşikak 2) Haberlerini
söyleyerek Rabbinin emrine boyun eğmiştir. Yeryüzünün bu durumu, gerisinde
saklı olan Allah'ın emrini ve kendisine vahyini anlatan açık bir ifadesidir.
Burada "insan" dehşet içinde kendinden
geçmiştir. Ayetin ifadesi insanın üzerine korku, dehşet, Hayret, sarsıntı ve
çalkantı püskürtüyor. Burada "insan" nefesini tutup "ne oldu buna" diye
soruyor. Ne oldu bu yeryüzüne de yüce Allah insanı mahşere gelme ile, hesaba
çekilme ile, amellerin tartılması ile ceza ile yüzyüze getiriverdi?
6- O gün insanlar ayrı ayrı
gruplar halinde, ilahi divana çıkarlar ki, yaptıkları işler kendilerine
gösterilsin.
7- Artık kim zerre
ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür,
8- Ve kim zerre ağırlığınca
şer yapmışsa onu görür.
Kısa bir göz atışta mezarlardan kalkış
sahnesini görüyoruz: "O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde ilahi divana
çıkarılırlar." Biz yer yüzünün her yöresinden "Sanki yayılan çekirge sürüsü
gibi" (Kamer 7) yerden bölük bölük çıkan o insanların tablolarını
görmekteyiz. Bu tablo da insanın daha önce bilip tanıdığı bir tablo
değildir. Yaratıkların tümünün nesil nesil buradan ve şuradan çıkıp koşma
tablolarını daha önce görmüş değildir.
"Yeryüzünün onlar için çabucak yarıldığı gün"
(Kaf 44) İnsanın gözü nereye ilişirse, yerden fışkırırcasına kalkan sonra
hızla koşup gelen hiçbir yere hiçbir tarafa dönemeyen arkasına, sağına ve
soluna bakamayan, boyunlarını uzatmış gözleri deli etten bakakalmış "Çağıran
sese koşan" (Kamer 8) hayaller yığını görür... "Herkesin o gün kendisini
meşgul eden bir işi vardır." (Abese 37)
Öyle bir sakine ki bu beşerin dili bunu
anlatmaktan acizdir. Sarsıcı mı sarsıcı, korkunç, ürpertici, dehşet verici
mi verici, akılları oynatıcı mı oynatıcı bir sahne...
İnsan hayalinin gücüne ve yeteneklerine göre
kendisinde bu sahneyi canlandırmasının yanında, bütün bu kelimeler ve
sözcüklerdeki öteki benzerleri anlatımda, hayalın ulaştığı noktanın
zerresine bile erişemezler.
"O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde
ilahi divana çıkarlar." ... "yaptıkları işler kendilerine gösterilsin diye."
Bu daha da zor daha da beter. Çünkü onlar yaptıklarının kendilerine
gösterileceği yere ve yaptıkları ile sonra da onun karşılığı ile yüzyüze
gelecekleri alana gidiyorlar. Bazen insanın yaptıkları ile yüzyüze gelmesi
her türlü cezadan daha ağır olur. Zaman olur, insan yaptıkları ile
-bırakalım başkalarının önünü- vicdanında bile yüzyüze gelmekten bucak bucak
kaçmak ister. Bir pişmanlık anında ve vicdan azabı esnasında yaptıkları
gözünün önüne gelince, iğrençliğinden onları hatırlamak bile istemez. Peki
ya bu kişi, herkesin gözü önünde ve yüce, Ulu, Cebbar (Dilediklerini zorla
yapmaya gücü yeten) Mütekebbir (Her olay ve her yerde büyüklüğünü gösteren)
olan yüce Allah'ın huzurunda yaptıkları ile yüzyüze gelince acaba ne duruma
gelir?
İnsanlara sırf yaptıklarının gösterilmesi ve
yaptıkları ile yüzyüze gelmeleri çok dehşetli ve akıllara durgunluk verecek
bir cezadır. Ve yaptıklarını gördükten sonra tartıya sokulmayan ve karşılığı
verilmeyen zerre kadar iyiliği ve kötülüğü dışarda bırakmayan çok hassas
ince bir hesaba çekilme gelecektir.
"Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa
onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür." Evet zerre
ağırlığınca... Eski tefsirciler "Zerre"yi sivri sinek diye algılarlardı.
Bazıları, zerre: "güneş ışığında görülen toz parçacıklarıdır" demişlerdi.. O
zamanlar "zerre" sözcüğünden düşünebildikleri en küçük nesne bunlardı...
Bizler şu anda biliyoruz ki, "Atom" bu ismi
taşıyan belirli bir nesnedir. Ve güneş ışığı altında görülen toz
parçacıklarından çok çok küçüktür. Çünkü toz çıplak gözle güneş ışığında
görülebilir. Oysa, atom asla görülemez hatta labaratuvarda kullanılan en
büyük mikroskoplarla bile görülemez. Atom sadece bilim adamlarının
vicdanlarında olan soyut bir "imaj"dır. Ki daha önce hiçbir bilgin bu
görüntüyü ne çıplak gözü ile ne de mikroskopla görebilmiş değildir. Bütün
gördükleri sadece atomun fonksiyonlarıdır.
İşte bu zerre, ya da bu kadar ağırlıktaki
iyilik veya kötülük o gün gelir, ve onu yapanlar görür ve karşılığını da
Alır. O zaman "insanoğlu" iyilik olsun kötülük olsun, yaptığı hiçbir şeyi
küçük görmez. "Bu küçüktür hesap ve tartıya gelmez" demez. Vicdanı yaptığı
her amelin karşısında, şu kefesini zerre kadar ağırlığın kaldırıp
indirebildiği hassas terazinin hareketi gibi tir tir titrer.
Gerçek şu ki yeryüzü bu terazinin mü'minin
kalbinden başka bir yerde henüz eşini ve benzerini görmemiştir. Onun benzeri
sadece zerre ağırlığınca iyilik veya kötülük için ürperen mü'min kalbidir.
Yeryüzünde dağlar kadar günah, isyan ve kötülük işlediği halde hiç
kımıldamayan kalpler vardır. Önünde dağ zirvelerinin hiç kalacağı hayır
tepelerine layık olduğu halde bundan etkilenmeyen kalpler vardır.
Bu kalpler yeryüzünü sırtlanmışlar ve hesap
günü onur ağırlığı Altında ezileceklerdir.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.