Namaz Bölümü. 2
Namazın
Farzıyyeti Ve Hukmu : 2
Namaz
Vakitleri: 2
Müstehab
Vakitler : 4
Mekruh
Vakitler : 5
Ezan Babı 6
Namazın Şartları
Babı 8
Necasetten
Temizlenmek : 8
Avreti
Örtmek : 8
Kıbleye
Yönelmek : 9
Niyet
Etmek: 10
Namazın
Sıfatı Babı 12
İlk
Tekbir (Tahrîme) ; 12
Kıyam
: 13
Kıraat
: 13
Rükû'
: 14
Secde
: 15
Ka'de
Ve Teşehhüd : 18
Ka'de-İ Ahire: 19
Namazda
Tertib : 20
Namazdan
Kendi Sunu (Fiili) İle Çıkmak : 21
Namazın
Diğer Vâcibleri : 22
Namazın
Edebleri : 22
İmamet
Hakkında Bir Fasıl 23
Namazda
Gizli Veya Açıkdan Okumak : 23
Namazlarda
Kıraatin Miktarı 24
İmâma
Uyan Kimsenin Kıraati : 24
Cemaat
: 25
İmamet: 25
Kadınların
Îmâmeti Ve Cemâati : 26
İktidâ
Meselesi : 26
Namazda
Kadınların Erkekler İle Bir Hizada Bulunması : 28
İktidâyı
Meneden Durumlar : 29
İktidâ
Konuları İçin Ek. 30
Namazda
Hades Babı 31
Namazı
Bozan Ve Namazda Mekruh Olan Şeyler Babı 33
Namazı
Bozan Şeyler : 33
Namazda
Mekruh Olan Şeyler : 36
Vitr
Ve Nafileler Babı 39
Namazın bir kimseye
farz olması için, İslâm, akıl ve bulûğ şart kılınmıştır. Nitekim Fıkıh
Usûlünde, Dinin fürû' (amelî kısmı) ile teklifin medarının (sebebinin) bu üç
şey olduğu anlatılmıştır.
Şayet yaşı on yıla
vardıysa, çocuğun, namazı terkettiği için dövülmesi vâcib olur. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.) :
«Siz, yedi yaşında
olan çocuklarınıza namazla emredin ve on yaşında olan çocuklarınızı namazı
Icrkettikleri için dövün.»
buyurmuştur.
Namazın farz olduğunu
inkâr eden kimse kâfir olur. Çünkü namazın farzıyyeti, ihtimâle yer vermeyen
kesin deliller ile sabittir. Şu halde, onu inkâr edenin hükmü, mürted' (dinden
dönen) in hükmüdür.
Üşenerek, namazı
kasden terk eden kimse fâsiktır. O kimse namazı kıhncaya kadar hapsedilir.
Çünkü fâsık, kul hakkı için hapsedilir. Yüce Allah' (C.C.) m hakkı ise kul
hakkından daha büyük haktır.
Bir kavle göre,
«Cezada mübalağa (şiddet) için, o namazı terkeden kimseden kan akıncaya kadar
dövülür.»
Namazı cemaatle kılan
kimsenin Müslümanlığına hükmedilir. Yâni, şayet kâfir, cemaatle namaz kılsa,
bize göre, Müslüman olduğuna hükmedilir. İmâm Şafiî (Rh.A.) bunun aksi
görüştedir. Çünkü bize göre, cemaat bu Ümmet-i Muhâmmed'e mahsustur. Tek
başına namaz ve diğer ibâdetler bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar diğer
ümmetlerde de vardır. Resûlullah (S.A.V.) buyurmuştur ki:
«Bir kimse bizim
namazımızı kılsa ve bizim kıblemize yönelse, o bizdendir.»
Ulemâya göre; «Bizim
namazımız» sözüyle murâd, hey'et-i mahsûsa üzere cemaatle kılınan namazdır.
Cemaatsiz namaz ise, bizde mev-cûd olduğu gibi, kâfirlerde de vardır.»
Hacda caiz görüldüğü
gibi, Namazda niyabet (vekillik), asla carî olmaz. Yâni kendi namazını
başkasına kıldırmak caiz görülmez.
Yine,
malla da caiz görülmez. Nitekim şeyh-i fânî
hakkında fidye
ile oruçta caiz görüldüğü gibi. Çünkü niyabet ancak şeriatın izni ile caiz
olur. Halbuki namazda niyabete (vekilliğe) şeriatın izni yoktur.
Fıkıh usûlünde
anlatılan sebeb mevcûd olduğundan, namaz özürlü olmayan kimse üzerine vaktin
evvelinde vâcib olur. özürlünün üzerine vaktin sonunda vâcib olur : Baliğ olan
çocuk, İslâm'a giren kâfir, deli ve bayılmaktan ayıları, hayz ve nifâsdan
temizlenen kimseler gibi. Çünkü vaktin sonu özürlünün hakkında sebebdir.
Müsebbebin sebeb
üzerine takaddümü olamıyacağmdan dolayı, vaktin sonundan önce caiz olmaz.
Sabah Namazının Vakti;
subhu sânîden (ikinci sabah vaktinden) güneşin doğuşuna kadardır; Sabah
namazının vakti, subhu sânî'nin tu-lûundan (doğuşundan) yâni ufukda yayılan
beyaz ki subhu sâdık da denir, onun doğmasından- güneşin doğmasına kadardır.
Sabah namazının vaktini
diğer vakitlerden önceye almaya sebeb, günün başlangıcı olduğu içindir. Öğle
vaktini (zuhr'u) önce söyleyen, bu vakitte kılınan namazın, vâciblerin evveli
olduğuna bakarak öne almıştır. Nitekim şöyle bir hadîs-i şerif rivayet
edilmiştir :
«Cibril Aleyhisselâm,
Resûlullah' (S.A.V.) e gelip Kâ'be'de, birinci günü fecrin tulûu vaktinde imâm
oldu. İkinci günü, oldukça beyazlık görünüp güneş doğmaya yakın olduğu vakitte
imâm oldu. Sonra Cibril Aleyhisselâm; bu iki vaktin arası senin için ve
ümmetin için vakittir, dedi.»
öğle Namazının Vakti;
güneşin zevalinden gölgenin iki misline ulaştığı vakte kadardır. Öğle vaktinin
evveline delîl Yüce Allah* (C.C.) in şu kavl-i şerifidir:
«Güneşin (zeval
vaktinde) kayması ânından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl.»
Âyetteki,
«Dülûki'ş-Şems» ile murâd, güneşin zevalidir. Fukahânın çoğu bunu kabul"
etmişlerdir.
Yine, Cibril
Aleyhisselâm, birinci günü, zeval vaktinde imamet etmiştir. Bu husustaki ikinci
vakit ise, Cibril Aleyhisselâm'ın ikinci gün o vakitte imameti sebebiyledir. '
İmâmeyn'e göre, Öğle
Namazının sonu, fey'in zevalinden başka, her şeyin gölgesi kendisinin misli
kadar olduğu vakittedir. Fey' lügat yönünden, geri dönmek (rücu') demektir.
Örfen; gündüzün yan çizgisi üzerinde vâki olduğu vakitte batıdan doğuya rücû'
eden (dönen) bir gölgedir.
Vaktin, zevale izafesi
(isnadı), zeval sırasında hâsıl olduğundan ednâ mülâbeset içindir. Tesâmuh
sayılmaz.
İkindi Namazının
Vakti; gölgenin iki misline erişmesi vaktinden, güneşin batmasına kadardır. İkindi vaktinin evveli,
İmâm A'zam' (Rh.A.) m burada zikredilen kavlidir. İmâmeyn'e göre, şayet gölge
misli kadar olsa, İkindi Vakti girmiş olur. Bu, iki kavle göre de Öğle Vaktinin
çıkmasıdır. İkindi Vaktinin sonuna delîl ise, Resûlullah' (S.A.V.) in şu kavlidir:
«Her kim güneş
batmadan önce ikindiden bir rek'ate yetişirse, şüphesiz ikindiye yetişmiştir.»
Akşam Namazının
.Vakti; güneşin batmasından şafağın kaybolmasına kadardır. Ebû Hanîfe' (Rh.A.)
ye göre, şafak, kızıllığı takib eden beyazdır. İmâmeyn'e göre kızıllıktır ve
bununla fetva verilir. Çünkü ehl-i lisânın (lûgatçıların) onun üzerinde
ittifakları vardır. Hattâ, İmâm A'zam (Rh.A.) Âmme-i Sahabenin
şafağı kızıllığa hamlettiklerini bildiği için bu görüşe dönmüştür. Mebsût'da;
İmâmeyn'in kavli daha geniş ve İmâm A'zam' (Rh.A.) ınki ihtiyatlı (yeğrek) dir,
diye zikredilmiştir.
Yatsı ve Vitir
Namazının Vakti; şafağın kaybolmasından sabaha kadardır. Başlangıcına gelince;
şüphesiz fukahâ icmâ eylediler ki: Yatsı namazının vaktinin başlangıcı,
ihtilaf etmelerine rağmen, şafağın peşisıradır. Sonuna gelince; selef
âlimlerinin icmâı sebebiyle,
şüphesiz Yatsı Namazının vaktinin sonu, fecrin tulûuna kadar devam eder.
Malum değilmidir ki;
hayızh kadın, şayet fecrin tulûundan önce, gece
temizlense, onun bil'ıcmâ Yatsı Namazını kaza etmesi gerekir. İmdi eğer vakit
devam etmeseydi, onun üzerine Yatsı Namazının kazası nasıl gerekirdi? Bu kavi,
İmânı A'zam' (Rh.A.) a göredir.
İmâmeyn'e göre, Vitrin
vakti, Yatsı Namazından sonradır. Sonunda ihtilâf yoktur. Bu ihtilâfa sebeb;
Vitr Namazının İmâm A'zam'-(Rh.A.) a göre farz ve İmâmeyn'e göre, sünnet
olmasıdır. Nitekim yakında
açıklaması gelecektir.
İhtilâfın faydası iki
yerde görülür.
Birisi şudur : Eğer
bir kimse yatsı namazından önce Vitri unutarak kılsa veya ikisini de kılsa,
Yatsı Namazının fâsid olduğu, Vitr namazı fâsid
olmadığı anlaşılsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, Vitr sahîh olup yalnız Yatsı
Namazını iade eder. Çünkü tertib bu gibi özürle sakıt olur. İmâmeyn'e göre,
Yatsı Namazı gibi Vitri de iade eder. Çünkü Vitr Yatsı Namazına tâbidir. Yatsı
Namazından önce sahîh olmaz.
İkincisi şudur: İmâm'
A'zam' (Rh.A.) a göre, tertîb ,
Vitr ile diğer farzlar arasında vâcibdir. Hattâ Vitr kılmmadıkca Sabah Namazı
caiz olmaz. İmâmeyn'e göre, Sabah Namazı caizdir. Çünkü f-arzla sünnetler
arasında tertib yoktur.
Bu Yatsı Namazı ile
Vitr, Yatsının vaktini yitiren kimse için vâcita değildir. Yâni bir kimse,
güneş battığı gibi veya şafak kaybolmadan önce fecr tulü' eden bir ülkede
bulunmasıyla, Yatsı Namazı ile Vitrin vaktini bulamasa, sebeb olan vaktin
yokluğundan dolayı, Yatsı Namazı ile vitrin edası onun üzerine vâcib olmaz.
Teravih Namazının
Vakti, Yatsı Namazından sonra fecrin tulûuna kadardır. Yâni vitrden önce ve
Yatsı Namazından sonradır. Çünkü Teravih Namazı nafilelerdendir!
Yatsı Namazından sonra olan bir sünnettir. Esah kavi budur.
Bir kavle göre;
«Teravih Namazı, Yatsı Namazı ile Vitr arasında kılınır. Hatta Yatsı Namazından
önce veya Vitrden sonra kılınırsa, vaktinde edâ edilmemiş olur.»
Bu
hususta; «Gecenin hepsi Teravihin vaktidir. Yatsı Namazından önce ve sonra,
Vitr'den Önce ve sonra olur. Çünkü o, kıyâm'uMeyldir (Gece Namazıdır)» de.
denmiştir.
Musannif, namaz
vakitlerinin aslım açıklamayı bitirince, müste-hab vakitlerin izahına
başlayıjrşöyle demiştir: Sabah Namazını, iki rek'atın her birinde yirmişer âyet
okumakla, kırk âyetin okunması mümkün olacak tekrarı icab ederse bir o kadar
âyet sığacak miktar ertelemek müstehabdır. Bu abdestinde bozulma görülürse
olur. Çünkü ResûlüIIah (S.A.V.) :
«Siz Sabah Namazını,
sabahın beyazlığı vaktinde edâ edin. Çünkü sevabı çok büyüktür.»
buyurmuştur.
Yaz günlerinin Öğle
Namazını da, havanın serinlediği vakte ertelemek müstehabdır. Çünkü Resûlüllah
(S.A.V.) :
«Sîz Öğle Namazım serinliğe
bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti Cehennemin kaynamasmdandır.» buyurmuştur.
Yatsı Namazım gecenin
ilk üçte birinin sonuna ertelemek nıüste-habdır. Başlangıcı ilk üçtebirin
sonundan önce ve bitimi, üçtetairin sonunda olur. Velev ki tahminle olsun. Bu
sözle Kudûrî'nin «Gecenin üç tehirinden önce» sözü ile, Kenz sahibinin «gecenin
üçtebîrine kadarı» sözünün arası birleştirilmiş olur.
Vitr Namazını da,
uykudan uyanmaya güveni olan kimse için Sabah Namazının vaktine* kadar
ertelemek müstehabdır. Eğer uyanmaya güveni yok ise Vitr Namazını, uyumadan
önce kılar. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Bir kimse gecenin
sonunda kalkamamaktan korkarsa, Vitri gecenin evvelinde kılsın ve eğer gecenin
sonunda kâim olmaya ümit ederse, Vitri gecenin sonunda kılsın.» buyurmuştur.
Kış günlerinin Öğle
Namazını da hemen kılmak müstehabdır. Çünkü Enes İbn Mâlik' (R.A.) dan şöyle
dediği rivayet edilmiştir:
«Resûlüllah (S.A.V.),
kış günlerinde Öğle Namazını hemen kılarlardı. Biz, gündüzden geçen mi daha
çok, yoksa geri kalan mı daha çok olduğunu anlayamıyorduk.» Bunu İmâm Ahmed
(Rh.A.) rivayet etmiştir.
Akşam Namazının hemen
kılınması da müstehabdır. Çünkü rivayet edilmiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.),
güneş batıp perdeye büründüğü zaman Akşam Namazını kılardı.» Bu hadîsi Buhârî
ve Müslim rivayet etmişlerdir. .
Havada bulut olduğu
günde, İkindi ve Yatsı Namazı hemen kılınır. Çünkü İkindi Namazının
ertelenmesinde, mekruh vakitte kılınması ihtimâli vardır. Yatsı' Namazının
ertelenmesinde de yağmur ve çamur sebebiyle cemaatin azalması ihtimâli vardır.
İkindi
ve Yatsı Namazlarından başka; Sabah, Öğle ve Akşam Namazları da ertelenir.
Çünkü Sabah ile Öğle Namazlarının ertelenmesinde kerahet yoktur ve Akşam
Namazının güneş batmadan önce kılınmasından korkulur.
Güneşin doğma, zeval
ve batmasi_vakitlerinde; kâini! vakitte
kılınması lâzım gelen namaz, Tilâvet secdesi ve mezkûr vakitlerden önce hâzır
olan Cenaze Namazı sahih olmaz.
Ancak musallînin, o
günün İkindi Namazını güneşin batma vaktinde kılması sahih olur. «Güneşin
doğma vakti» sözü, «sahîh olmaz» sözü için zarfdır. «Ancak musallîniır, o günün
ikindi namazını...» sözü de «namaz sahîh olmaz...» sözünden istisnadır. Zira
İkindi Namazının güneşin batma vaktinde edâ edilmesi mekruh değildir. Çünkü
musallî, o İkindi Namazını vâcib olduğu gibi <dâ eylemiştir. Zira vucûbun sebebi
şudur: Eğer önce edâ etmemiş ise", vaktin sonudur. İmdi, şayet vâcib
olduğu gibi edâ ederse, o vakitte o namazın fiili mekruh olmaz. Ancak o vakte
kadar ertelemesi mekruh olur. Nitekim vaktin çıkmasından sonra kazanın fiili
mekruh olmayıp ancak fevt olması haram olduğu gibi.
Fukahâ demişlerdir ki:
Tilâvet secdesinden murâd, zikredilen vakitlerden önce okunan âyetin
secdesidir. Çünkü o secde kâmil vakitte vâcibdir. Nakıs vakitte edâ edilmez.
Fakat, eğer nakıs vakitte okunursa, kerâhetsiz o vakitte edası caizdir. Lâkin
efdal olan müstehab vakitte edâ edilmesi için ertelenmesidir.
Yine böylece, Cenaze
Namazı ile murâd, mezkûr vakitlerden önce hâzır olan cenazedir. Eğer cenaze o
vakitte hâzır olursa, onun namazının edası kerâhetsiz, o vakitte caiz olur.
Zira o, vâcib olduğu gibi edâ edilmiştir. Çünkü onun vücûbiyyeti hâzır
olmasıyledir. O vakit edası ef-daldir ve ertelenmesi mekruhtur. Bu zikredilen
şeylerin mezkûr vakitlerde çâiz olmadığı, hadîs-i şerîfde vârid olan nehy
sebebiyledir. Çünkü güneşe tapanlar o mekruh vakitlerde ibâdet ederler.
Güneşin batma
vaktinde, İkindi Namazı caiz olduğu gibi, yine böylece mezkûr vakitlerde başlanmış
bir Nafile Namazı kılmak veya nâfi-lenia mezkûr vakitlerde edasına nezr etmek
ve mezkûr vakitlerde başladığı ve bozduğu nafileyi o vakitlerde kaza etmek -
bunların hepsi anlatılan şey sebebiyle - caizdir. Şüphesiz ki, nâkısan vâcib
olan, nâkısan edâ edilir.
İlk iki meselede efdal
olan, yâni mekruh vakitlerde nafile olarak başlanılan ile edası mezkûr
vakitlerde nezr edilenden efdal olan, onu kesip kâmil vakitte kaza etmektir.
Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Fecrin tulûundan sonra
ve İkindi Namazını edadan sonra, Akşam Namazının edasına kadar, nafile kılmak
mekruhdur. Sabah Namazının sünneti müstesnadır. Çünkü Sabah Namazının sünnetini
kılmak mekruh değildir.
Nezredilmiş namaz, iki
rek'at Tavaf Namazı ve musallînin nezr ile başlayıp bozduğu namazın'iadesi
mekruhdur. Zikredilen iki vakitte, fâite yâni vakti kaçan namaz mekruh
değildir. Ancak ufukda olan kızıllık vaktinde fâite de mekruh olur. Çünkü
kızıllık vaktinde kaza mekruhtur.
Zikredilen iki vakitte
Cenaze Namazı ve Tilâvet secdesi mekruh değildir.
Vakti kaçan namaz
müstesna, imâmın hutbe için minbere çıktığı vakitte, hattâ imâm namazı
bitirinceye kadar, kılınan namaz mekruhdur. Musannifin, hutbeyi mutlak olarak
zikrine sebeb, Cuma'nın, Bayramın ve Hac hutbelerinin ve bunlardan başka hutbelerin
hepsini içine alması içindir. Zeylaî ve Hidâye sarihleri böyle
zikretmişlerdir. Bunun mekruh olması yalnız hutbe için değildir. İnşaallâhu
Teâlâ tahkiki yakında Cuma Namazı
babında gelecektir. Mekruh olmasına sebeb hutbeyi dinlemekten alıkoyduğu içindir.
Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.) :
«Vakti geçen namazlar,
Cenaze Namazı ve Tilâvet secdesi, imâm hutbeye çıktığı vakitte mekruh olur.»
demiştir. Nihâye sahibi, fâite (yâni vakti geçen namaz) hutbe vaktinde
kerâhetsiz caiz olur» demiştir. Daha tercih edilir olduğu için, burada
Nihâye'nin sözü seçilmiştir.
Özür sebebiyle bir
vakitte iki farz namaz cemedilmez. İmâm Şafiî (Rh.A.) bu görüşte değildir.
Çünkü İmâm Şafiî (Rh.A.), Öğle Namazı ile İkindinin ve Akşam Namazı ile
Yatsının bir arada kılınmasını, yağmur, hastalık ve sefer özrüyle caiz görür.
Ancak, Hacda olursa
bir arada kılınır. Çünkü Hacceden kimse Öğle Namazı ile İkindiyi Öğle vaktinde
Arafe'de; Akşam Namazı ile Yatsıyı Müzdelife'de birleştirir yâni ikisini bir
vakitte kılar.
Bir kadın, İkindi
vaktinde veya Yatsı vaktinde temizlense, ancak onları kaza eder. İmâm Şafiî'
(Rh.A,) ye göre; Öğle Namazı ile İkindinin vakitlerinin bir vakit olması ve
Akşam Namazı ile Yatsının vakitlerinin bir vakit olması dolayısıyla, İkindi
Namazı ile Öğle Namazı, Yatsı Namazı ile Akşam Namazı beraber kaza edilir.
Bundan dolayı Özürle birleştirilmelerini caiz görmüştür. Nitekim yukarıda
geçti.
Namaza vaktin sonunda
ehil olan kimse, o vakti kaza eder. O vaktin sonunda hâiz (hayız) ve lohusa
olan kadın kaza etmez.
Bize göre, sebebiyyette
muteber olan vaktin sonudur. İmâm Şâfiî'-(Rh.A.) ye göre, muteber olan vaktin
evvelidir. Hattâ vaktin sonunda bir kâfir İslâmla gelse veya bir çocuk baliğ
olsa veya hayızlı kadın temizlenmiş olsa, bize göre, bunlara vaktin farzını
edâ gerekir. Eğer kadın vaktin evvelinde hâiz olsa, bize göre, o vakti kaza
etmez. İmâm Şafiî (Rh.A.), ayrı
görüştedir. Bu-meselenin tahkiki usûlde
anlatılmıştır.
Ezan, lügat yönünden
bildirmek (ilâm) demektir. Şer'an, vech-i mahsûs (özel bir şekil) ile namazın
vaktini bildirmektir. Ezanda bulunan elfâz-ı mahsûsaya (muayyen lâfızlara)
ezan adı verilir.
Ezan, farzlar için
sünnet-i müekkededir, sünnet kılınmıştır. O farzlar; beş vakit namaz
(revâtib), onların* kazası ve Cuma Namazıdır.
Vitr Namazı, iki
Bayram Namazı, Küsûf Namazı, Husuf Namazı, Cenaze Namazı, İstiskâ Namazı,
sünnetler ve nafilelerde ezan sünnet değildir.
Ezan beş farz namazın
vakitlerinde sünnettir. Yâni vaktinden önce ve sonra caiz değildir. Ancak kaza
için caizdir. Çünkü, eğer edâ vakti geçmiş ise, kazanın' ezanı kaza vakti
içindir. Zira, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) :
«Ulusa ili. vakti
geçen namazı hatırladığı zaman kılsın.»
buyurmuştur. Çünkü vakti geçen namazın hatırlanması onun kazasının vaktidir.
İmdi, eğer
vakit-girmezden önce ezan okunsa, o ezan iade edilir.
Ezanı, dört tekbir ile
okumak sünnettir. Ezana; «Allâhu ekber, A1-. lâhu ekber, Allâhu ekber, Allâhu
ekber» diyerek başlanır.
Teğannîsiz yâni
değiştirmek ve bozmaksızın okunur. Tercî'de yapılmaz,
Tercî': Şehâdeteynde
sesi alçaltıp sonra geri dönerek yine şehâde-teynle sesi
yükseltmektir.
Müezzin iki parmağını
iki kulağına kor. İki elini koymak da caizdir. Nitekim ResûlüIIah' (S.A.V.) in
Hz. Bilâl' (R.A.) e şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Yâ Bilâl, sen iki
parmağını iki kulağına koy. Çünkü sesin çok yüksek çıkar.»
Eğer müezzin iki
parmağını kulağına koymayı terk ederse, bir mahzur yoktur. Çünkü Sünnet-i
Asliyye değildir.
Teressül eder. Yâni
müezzin, ezanı çabuk değil, yavaş okur. Müezzin, eğer yerinde dururken ezanı
işittirmesi mümkün ise, «Hay'aleteyn» de sağma ve soluna döner. Çünkü rivayet
edilmiştir ki: «Hz. Bilâl (R.A.), Hayya ala's-salâh ve hayya ale'l-felâh'a
geldiğinde, sağına ve soluna yüzünü çevirirdi ve dolaş m azdı.»
Bu ezânm keyfiyyeti;
«Hayya ala's-salâh» in sağ taraf da ve «Hayya ale'l-felâh» m sol tarafda
denmesidir. Bazı Âlimler, «Hayya ala's-salâh» sağda ve solda, «Hayya
ale'I-felâh» yine böylece sağda ve solda söylenir, demişlerdir. Sahih olan
söz, birincisidir. Zeylaî (Rh.A.) böyle zikretmiştir.
Aksi takdirde müezzin
yerinde dolaşır. Yâni müezzin, iki ayağı üzerinde sabit durup yüzünü çevirdiği
zaman ezanı duyurmak mümkün olmadığı takdirde şerefede dolaşır ve sağ
pencereden başını çıkarıp «Hayya
ala's-salâh», der. Sonra gider sol pencereden başını çıkarır, «Hayya
ale'l-felâh», der.
Sabah Namazının
ezanının felahından sonra iki kere «es-Salâtü hayrun min-en 'nevin» der. Çünkü
rivayet edilmiştir ki: «Hz. Bilâl (R.A.), Resûlullah' (S.A.V.) e gelip onu uyur
bulduğunda, «es-salâtü hayrun min-en-nevm», yâni namaz uykudan daha hayırlıdır»
demiştir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (S.A.V.); «Bu ne güzel sözdür, sen bu
sözü ezanında oku»
buyurmuş ve- Sabah Namazına tahsis eylemiştir. Çünkü Sabah Namazı vaktinde
insan, uyku ve gaflet halindedir. İmdi Sabah- Namazına uzun okumayı tahsis
ettiği gibi, Sabah Namazının vaktine de, duyurup bildirme (ilâm) fazlalığını
tahsis etmiştir.
İkâmet de böyledir.
Yâni kelimelerin sayısında, ikâmet de ezan gibidir.
Lâkin ikisi arasında şu farklar vardır: İkâmet iki parmakları kulaklara
koymaksızın olur. Ve çabukça okunur. Ezandaki teressül (yavaş yavaş okuma)
bunda yoktur. Yine ikâmet, «hayya ale'l-felâh» dedikden sonra, iki kere«kâd
kâmet'is-salâh» ziyadesiyle okunur.
Musannifin,
hay'aleleynde sağa ve sola yüzünü çevirmemeyi söylememesinin sebebi şudur :
Çünkü, eğer böyle deseydi, bunun asla caiz olmadığı anlaşılırdı.
İmâm Temurtâşî (Rh.A),
ikâmette orada namazı bekleyen insanlara doğru dönülür» demiştir.
Ezan ve ikâmetin
ikisinde de kıbleye yönelinir ve ikisinin de aralarında konuşmak caiz
değildir.
Tesvîb olunur. Tesvîb
: İ'lâmdan sonra i'lâma (bildirme ve duyurmaya) dönmektir. Her memleketin
tesvîbi, o memleketin halkının bildiği gibidir.
Ezan ile
ikâmetin-arasında oturulur. Ancak Akşam Namazının ezanından sonra tesvîb ve
oturmak olmaz. «Ancak Akşam Namazında» sözünde «ancak - illâ» harfi, «tesvîb
eder ve ikisi arasında oturur» sözünden müstesnadır.
Akşam Namazı vaktinde
tesvîb olmaz. Çünkü tesvîb, cemaate bildirmek içindir. Cemaat ise Akşam Namazı
vaktinde, vakit dar olduğu için hâzırdırlar. Oturmak olmamasının sebebi ise,
Akşam Namazının te'-hîri mekruh olduğu' içindir. Bu durumda, kerahetten
sakınarak, ikisi arasını bir miktar ayırmakla yetinilir.
Musallî, bir kaza
Namazı (fâite) için ezan ve ikâmet getirir. Bir
çok Kaza Namazı sahibi olan kimse de
birinci Kaza Namazı için ezan ve ikâmet getirir. Geri kalan^Kazâ Namazları için
ezanda muhayyer kılınmıştır. Bu sözde, ikâmette muhayyer olmayıp geri kalan
Kaza Namazlarının hepsinde ikâmeti getirmeğe işaret vardır.
Abdestsiz kimsenin,
erginliğe yaklaşmış çocuğun (mürâhıkın), köle, veled-i zina, a'mâ ve A'râhînin
ezanı caizdir.
Cünubun, aklı
gelişmemiş çocuğun; kadın, deli, sarhoş ve fâsıkın ve oturduğu halde ezan
okuyan kimsenin ezanı mekrûhdur. Ancak kendisi için olursa, ezanın, sünnet
olmasına riâyet ve i'lâma hacet olmadığı için, otururken ezan mekruh olmaz.
Fâsık ile oturarak
ezan okuyandan başkasının ezanı iade edilir.
Zikredilen yedi çeşit
kimsenin ezanları mekruh olduğu gibi, ikâmetleri de mekruhtur. Abdestsiz
kimsenin ikâmeti de mekrûhdur. Fakat, ikâmeti tekrar etmenin şeriyyeti mevcûd
olmadığı için ikâmetleri iade edilmez.
Yolcu, mescidde
cemâatîe namaz knaıı kimse ve şehirdeki evinde cemaatle namaz kılan kimse, ezan
ve ikâmeti okur. Yolcunun (müsâfirin), ikâmeti terk etmesi mekrûhdur. Mescidde
cemaatle namaz kılan kimsenin, ikâmeti terk etmesi mekruh olduğu gibi, ezanı
terki de mekrûhdur. Musallînin, şehirdeki evinde ezan ve ikâmetin ikisini de
terketmesi mekruh değildir.
Vikâye'de denmiştir
ki: Yolcu (müsâfir) olan kimse ve mescidde cemaatle namaz kılan veya şehirdeki
evinde cemaatle namaz kılan kimse, ezan ve ikâmeti okur. İlk iki evvelkiler
için, ikisinin de terki mekrûhdur. Üçüncü için mekruh değildir.
Malumdur ki, bundan
anlaşılan; yolcu ve mescidde cemaatle namaz kılan için, ezan ile ikâmetten her
birinin terkinin mekruh olmasıdır. Fakat ikisinden birinin terki Vikâye'nin
sözünden anlaşılmamıştır. Bu sebebîe onun ibaresini ben burada görüldüğü
şekilde değiştirdim.
Kadınlar için, ezan ve
ikâmet mekruhtur. Çünkü ezan ve ikâmet, cemaatin müstehab olan
sünnetlerindendir.
Müezzinden başka bir
kimsenin, müezzinin yokluğunda ikâmet etmesi mekruh değildir. Şayet, müezzinin
huzurunda ikâmet etse, eğer o kimsenin ikâmetinden müezzin hoşnut olmazsa,
mekruh olur.
Ezan ve ikâmeti
dinleyen kimse, müezzinin söylediği şeyleri söyler. Sâdece, hay'aleteyn'i
söylemez. Yâni sâdece «hayya ala's-salâh» ile «hay-ya ale'l-felâh» ı demez.
Çünkü bunların mânâsı: «Siz namaza kcşun» ve «onda olan kurtuluşa koşun»
demektir. Eğer dinleyen kimse bunları söylese, onun bu tekrarlaması alaya
benzer.
(Es salâtü hayrun
minen nevm) sözü de
zikredilen gibidir. Yâni dinleyen tekrarlarsa alay etmiş gibi olur.
Ancak bunları dinleyen
kimse, birincide :
(Lâ havle velâ kuvvete
illâ billâh) veya (Mâşâallâhü kân) der. İkincide:
(Sadakte ve berirte) der.
Müezzin, kâmetis -
salâtü) dediğinde, (Ekâme'hellâhü ve edâmchallâhü ilâ yevmil
kıyameti) der.
Yine, bir adam mescidde
Kur'ân okurken ezanı işitse, okumayı bırakmaz. Çünkü hâzır olmak, icabettir.
Eğer evinde Kur'ân okurken işitse, okumayı bırakıp icabet eder. Zahîriyye'de
böyle zikredilmiştir.
Şart, bir şeyin mevcudiyeti
kendisine bağlı olan şeydir ve onun içinde değildir. Musannif, «Namazdan önce
gelen» demedi. Çünkü onu söyleyen kimse, onu sıfat-ı kâşife (açıklayıcı sıfat)
kılmış, mümeyyize (ayırdedici) kılmamıştır. Zira önde gelmeyen şey şartlardan
olmadığından ondan sakındırma gerekmez.
Namaz kılan kimse
(musallî) nin, libâsının ve namaz yerinin ne-câset-i galîzadan temiz olması ve
bedeninin necâset-i galîzadan ve ha-desden pâk olması, namazın şartlarından
bazılarıdır. Bu ibare, Kenz'in ve Vikâye'nin ibaresinden daha güzeldir. Nitekim
dirayet (ilim) ehline gizli değildir.
Giyeceği olmayan
kimsenin namazı, ayakta olduğu halde, rükû ve sücûd ile sahih ölür. Çünkü
oturmakda, avret-i galîzanın
örtülmesi vardır, erkânın (namazın rükünlerinin) edası yoktur. Kıyamda ise, avretin
açılması vardır ve erkânın edası vardır. Musallî kuûd ve kıyamdan dilediğine
meyleder. Bu ikisini, imâ edici olduğu halde oturarak eda etmesi mendûbdur.
Çünkü avret mahallinin örtülmesi, namazın ve insanların hakkından dolayıdır.
Rükû ve sücûd İse, sâdece namazın hakkı için vâcibtirler.
Oturmanın (kuûdun)
şekli; avret mahallinin daha çok örtülmesi için, iki ayaklarını kıbleye doğru
uzatarak oturmaktır.
Hepsi pis olan libâs
veya dörtte birinden daha azı temiz libâs bulan kimsenin namazı, o libâs ile
mendûbdur. Çünkü avreti Örtmenin farzı umûmîdir. Namaza has kılınmış değildir.
Temizliğin farzı ise namaza mahsûstur.
Dörtte biri temiz
libâs (giyecek) bulan kimsenin, namazı çıplak olarak kılması caiz değildir.
Çünkü bir şeyin dörtte biri, bütünü yerine geçer. Nitekim ihramda olduğu gibi.
O halde zaruret durumlarında hepsi adetâ temiz gibi sayılır.
Namaz kılacak kimsenin
iki libâsında namazdan menedici pislik olsa, meselâ libâsın birinde iki dirhem
miktarı,ve Öbüründe üç dirhem miktarı pislik olsa, pislik hangisinde daha az
ise, namaz için daha uygun olan odur.
Eğer pislik iki
libâsdan birinin dörtte birine ulaşsa, namaz için diğeri ta'yin edilir. Çünkü
dörtte bir için bütünün hükmü vardır. Nitekim daha önce geçti.
Eğer iki libâsın biri
pislik dolu olup ve diğer libâsın dörtte biri temiz olsa, az önce geçen
sebebden dolayı, diğer libâs namaz için ta'yin edilir. " ' .
Bir kadın çıplak
olduğu halde, bedenini ve başının dörtte birini örtecek kadar libâs bulsa,
ikisinin de örtülmesi vâcib. olur. Hattâ başını örtmeyi terk etse, onun namazı
caiz olmaz. Nitekim dörtte bir için bütünün hükmü olduğu malûmdur. Şu halde
başını örtmek imkânı bulunmakla beraber, başını örtmeyi terk etmiş olur.
Başın dörtte birinden
daha azını örtmek vâcib değildir. Hat'tâ başının dörttebirinden daha azını
örtmeyi terk etse, namazı caiz olur. Çünkü dörttebirden daha azda bütünün hükmü
yoktur. Fakat açılmayı azaltmak için, örtmek evlâdır.
Pisliği giderici bir şey
bulamayan musallî, gerek o pislik onun bedeninde olsun, gerekse libâsında
olsun ve gerekse bulunduğu yerde olsun, pislik ile beraber namazı kılar ve o
namazı iade etmez. Çünkü teklîf güce göredir.
Namazın şartlarından
biri de avreti örtmektir. Erkeğin uzvu için avret, göbeği altından iki dizleri
altına kadardır. Şu halde göbek avret değildir, dizler avrettir.
Cariyenin uzvunda da
avret meselesi erkeğinki gibidir. Yâni erkekte avret olan uzuv cariyede de
avret olur. Cariyenin sırtı ve karnı da avrettir. Sırt ve karın erkekte avret
değildir, cariyede avrettir.
Mü kât ebe, müdebbere
ve ümmü veledin sırtı ile karnı avret olmakta câriye gibidir. Hür kadının
bütün uzuvları avrettir. Sâdece yüzü, iki elinin ayaları ve iki ayakları avret
değildir. Çünkü kadının eliyle eşyaya temas mecburiyeti onu örtmesini
güçleştirir. İki elinin ayalarında da açık kalmak zarureti vardır. Yüzünü
açmaya da ihtiyâç olup, özellikle şehâdette, muhakemede ve nikâhda yüzünü
açmasından başka çâre yoktur.
Yollarda yürürken
ayaklarını örtmek, bilhassa kadınların fakir olanlarına zor gelir. Bu, Yüce
Allah' (C.C.) in;
«Ancak kendiliğinden
görünen kısmı müstesna»
kavlinin mânâsıdır.
Yâni bu âyet «âdet ve
yaratılışın, onun görünmesini gerektirdiği şey müstesnadır» diye tefsir
edilmiştir.
Kadının ayağının da
avret olduğu rivayet edilmiştir.
Ön (kubül) ve geri
(dübür) gibi, avret-i galîza olan uzvun dörtte birinin açılması namazı bozar.
Ya da ön ve geriden başka, karın ve uyluk gibi, hafife avret olan uzvun dörtte
birinin açılması da namazı bozar. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, yarısının
açılması bozar.
Bu iki avretin (galiz
ve hakîkî olan) zikrine sebeb, hükümde ikisinin arasında müsavat olduğuna
işarettir. Bundan dolayı, Hidâye sahibi, manî olan açılma hakkında hilafı
zikrettikden sonra, «Avreti galîza bu hilafa göredir, mânı olan'açılma dörtte
bir miktarıdır veya yarıdır.» demiştir.
Erkeklik organı ve
husyelerden her biri _- bunların ayrı ayrı söylenmesinin sebebi, bâzı
âlimlerin; erkeklik organı ile husyeler, bir t,ek uzuvdur, diye olan
sözlerinden ayırdetmek içindir -ve kadının başından, başının saçından her biri
mutlaka, yâni saç gerek aşağı sarksın, gerekse başka türlü olsun avrettir.
Kulağı ve kabaran memelerinden her biri de avrettir. Bu,
kabarmayan memeden ayırdetmek içindir. Çünkü ka-barmayıp yerinde kalan memeler
göğse tâbidir. Bunlardan her biri bir uzuvdur,
Namaz kılan kimsenin
avreti açılsa veya namazın cevazına mâni pislikle dursa veya rhusallî,
kadınların saffında namazın rükünlerinden bir rüknün edası mümkün olacak kadar
zaman dursa, o musallînin namazı, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, bozulur. Çünkü
namazı bozan şey, o namazda bulunmuştur. İıriâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, bir
rüknün edası mümkün olacak kadar durmakla namazı bozulmuş olmaz. Ancak bir
rüknü edâ ederse bozulur. Çünkü namazı bozan şey, namazın rüknünden birini, o
namazı bozan şey ile beraber edâ etmektir. Edâ ise yerine getirilmemiştir.
Musannifin, «bir rüknün edası
mümkün olacak kadar» demesine sebeb şudur : Çünkü musallî, avreti açılmakla
beraber bir rüknü edâ etse, ittifâken namazı bozulur. Eğer avretini örterek,
beklemeksizin edâ ederse, namazı ittifakla caiz olur.
Namazın şartlarından
biri de, Mekkeli için Ka'be'nin kendisine yönelmektir.
Bunda icmâ vardır. Hattâ Mekke halkı, kendi evinde namaz kılsa, onların, -
şayet duvarlar kaldırılsa - yönleri Ka'be'nin kendisine doğru olacak şekilde
kılmaları gereklidir.
Mekke halkından
başkası için Ka'be yönüne yönelmek yeter. Bunlar Âfâkî olanlardır. Çünkü, eğer
engeller kaldırılsa, Afakînin yönelmesi, Ka'be'nin kendisine doğru olması
vâcib değildir. Ancak Ka'be yönüne doğru olmak, sahîh kavilde yeter. Çünkü
teklif güce göredir.
Bir kavle göre; «Mekke
halkı gibi, Afakînin de, Ka'be'nin kendisine yönelmiş olması gereklidir.»
Fukahâ demişlerdir ki: İhtilâfın faydası, yönelmede Ka'be'nin bizzat kendisine
niyetin şart olmasında görülür. Kavi sahibine göre şart ve diğer bazısına göre
şart değildir,.Ka'be'nin yönü, musallînin alnından çıkan hattın iki dik köşe
meydana gelecek şekilde Ka'be'ye doğru uzanan hatta ulaşmasıdır.
Veya Ka'be cihetine
yönelmek için deriz ki: Ka'be öyle iki hattın arasında meydana gelmelidir ki; o
iki hat musallînin zihninde birbirlerine kavuşup üçgen şeklinin iki kenarı
gibi musallînin iki gözünden çıkmış olsun. Büyük Âlim Taftazânî (Rh.A.), Keşsâf
Şerhinde böyle zikretmiştir.
Bundan anlaşılır ki,
musallî, Ka'be'nin kendisine yönelmekten kaymış olup, bu kayma (veya sapma)
ile mukabele tamamıyle yok olmazsa, namaz
caiz olur. Zahîriyye'de söylenen şu söz bunu teyîd eder: «Şayet musallî, soluna
yönelmiş olsa veya sağma yönelmiş olsa, namaz caiz olur. Çünkü insanın yüzü
kavislidir. Sağma ve soluna yöneldiğinde iki yanları Kıbleye doğru olur.»'
Bazı Arifler dediler
ki; «İnsanlığın kıblesi Ka'be-i Mükerreme'dir. Gök ehlinin Kıblesi, Beyt-i
Ma'mûr'dur. Melâike-i Kerrûbiyyûn'un (yâni Cebrail ve Mîkâil gibi Allah'
(C.C.) a yakın meleklerin) Kıblesi Kür-sî'dir. Arşı taşıyanların kıblesi
(Hamele'tül Arş), Arş-ı A'zam'dır ve hepsinin matlûbu (gayesi ve hedefi) Yüce
Allah' (C.C.) in zâtıdır» Zahîriyye'de böyle zikredilmiştir.
Kıbleye yönelmekten
âciz olanların kıblesi, - yâni yönü bilmekle beraber, Ka'be cihetine
yönelmekten, düşman veya yırtıcı hayvan korkusuyla ya da denizde bir ağaç
üzerinde bulunduğu için âciz olanların Kıblesi, - gücü yettiği yönedir. Yâni
hangi yöne kadir ise, namazı o kadir olduğu cihete yönelmekle kılar.
Musallî, yâni namaz
kılacak olan kimse kıbleyi araştırır. Araştırmak, gayeye ulaşmak için gayret
sarfetmek demektir. Musallî, iştibah-dan dolayı araştırır.
İştibah: Alâmetlerin
görünmcmesiyle veya karanlıkların yığılması yi e ya da bulutların
toplanmasıyle musallîye Kıblenin şüpheli olmasıdır.
Kıbleden haber veren
bir kimse de bulunmazsa, musallî yönü araştırır. Çünkü Ashâb Kıbleyi araştırıp
namazlarını kılmışlardır. Resulü 1-Iah (S.A.V.) onları bundan menetmemiştir.
İmdi, buradaki takriri sünnet cevazın delilidir.
Eğer namaz kılan
kimse, Kıbleyi araştırdıktan sonra hatâ etse, namazı iade etmez.
Çünkü teklif güce göredir. Hakîkaten yöne isâbete güç ve imkân yoktur. Burada
araştırılan cihet, Ka'be'den uzakta olan için Ka'be yönü gibidir. Bir kavle
göre : Yüce Allah' (C.C.) m;
«Nereye döner,
yönelirseniz Allah'ın vechi (kıblesi) oradadır.»
kavli, iştibâh (yâni yönde şüphe etme) hâlindeki namaz hakkında nâ-zü olmuştur.
Bu kavle göre; «Vech'ullâh'dan murâd, KıbletuHah'dır.»
Eğer namaz kılacak
olan kimse, kıbleyi araştırmaksızın namaza başlarsa, o namaz fâsid olur.
Çünkü., onun Kıblesi araştırdığı yöndür. Araştırma ise olmamıştır.
Araştırmaksızm başlayıp, şayet o namazda Kıbleye isabet ettiğini anlasa, yine
namaz fâsid olur. Çünkü kuvvetliyi zayıf üzerine bina etmek fâsiddir.
İsabetini bildikden sonra olan hâli, bilmezden Önce olan hâlinden daha
kuvvetlidir.
Eğer kıbleye isabet
ettiğini namazdan sonra anlarsa, gaye hâsıl olduğu için, namazı sahîh olur.
Çünkü başkası için vâcib olan şeyin husulü muteber olmaz, bilâkis başkasının
husulü muteber olur. Cumaya hemen gitmek (sa'y) gibi. Çünkü, şayet Cumanın
edası mevcud olsaydı, gitmeye hacet kalmazdı.
Namaza araştırma ile
başlandıkdan sonra, eğer namaz içinde, araştırmada hatâ ettiğini anlasa veya
görüşü değişse, birincide doğru olan yöne ve ikincide görüşünü değiştirdiği
yöne döner.
Namaz kılacak olan
kimselerden her biri bir cihet araştırsalar, yâni bir adam veya bir topluluk,
karanlık bir gecede Kıbleyi araştırdık-dan sonra, meselâ; bir adam bir ypne
durup namazı kılsa, veya bir topluluk araştırıp her biri bir cihete durup
namazı kılsalar - muktedî, eğer imamının cihetine muhalif olduğunu bilmezse ve
muktedî hakîkaten imâmdan Önde de değilse - onlardan her birinin fiili caiz
olur. Çünkü onların kıbleleri araştırdıkları cihetlerdir ve muhalefetleri,
Ka'be'nin içinde bulunuyorlarmış gibi birbirlerine zarar vermez.
Aksi halde; eğer
muktedî cihette imâma muhalefette olduğunu bilirse veya hakikatte imâmın önüne
geçmiş ise, o muktedînin fiili caiz olmaz.
Birincinin sebebi:
Muktedî imâmın hatâ ettiğine inandığı içindir. Ka'be'nin içi ise bunun
hilâfınadır. Çünkü Ka'be'nin tamâmı Kıbledir.
İkincinin sebebi;
Makam farzını terk ettiği içindir. Nitekim Ka'-be'nin içinde bulunduğu
zamandaki gibi.
*Zâhir olan şudur ki:
Vikaye sahibinin; «Onlar onun arkasındadır»
sözü, hakikatte imâmın
arkasında olmalarını açıklamaktır. Yoksa onların imâmın arkasında olduklarını
bilmelerini açıklamak değildir. Vi-kâye'nin sözü tesâhüle
yorumlanır. Nitekim Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.) buna yorumlamıştır.
Evet, yâni, «hâlini bilen
kimse için olmaz.» sözünde,
tesâhül vardır. Çünkü, o kimsenin hâlini bilmesi, cevazın yokluğunu ifâde
etmez. Bilâkis imâma muhalefet ettiğini bilmesi gerekir. Bundan dolayı ben
ibareyi senin gördüğün şekilde değiştirdim.
Namazın şartlarından
biri de niyet etmektir. Çünkü
Resûlullah (S.A.V.) :
«Ameller ancak
niyetlere göredir.» buyurmuştur.
Niyet; irâde, yâni dilemektir.
Yoksa ilim, yâni bilmek değildir. İrâde, müsâvî olan iki şeyden birini
diğerine tercih etmektir.
Mecmau'l-Fetâvâ'da
denmiştir ki: Abdülvâhid (Rh.A.), Kitâb'us-Salât'da «Şayet musallî hangi namazı
kıldığını bilirse, bu niyettir.» demiştir. Muhammed bin Seleme (Rh.A.) de : «Bu
kadarı bilmek niyettir. Oruçda da böyledir.» demiştir.
Esah kavle göre,
şüphesiz bu kadarı bilmek niyet değildir. Çünkü niyet, ilim (yâni bilmek) den
başkadır. Malûm değilmi ki; bir kimse küfrü bilse, kâfir olmaz. Eğer küfre
niyet ederse, kâfir olur. Müsâfir de
ikâmeti bilmek ile mukîm olmaz. Eğer ikâmete niyet ederse, mukîm olur.
Hidâye'de denilmiştir
ki: Niyet, irâde, yâni dilemektir. Şartı, hangi namazı kıldığım kalbi ile
bilmektir. Dil ile söylemeye ise itibâr edilmez. Azimetinin toplanması için
söylenmesi iyi olur. Bu söze; bu, niyeti ilim (yâni bilmek) ile açıklamaya
yönelmektir. Halbuki doğru değildir, diye itiraz edilmiştir.
Buna şöyle cevâb
verilmiştir: Hidâye sahibinin maksadı; musallî-nin, girdiği namaza tahsis
ederek (tâyin ederek) niyet etmesi ve eğer namaz nafile ise, o namazı gelişi
güzel işlerden ayırmasıdır. Eğer namaz farz ise, namazın en husûsî vasıflarına
- ki onlar farzıyyettir - ortak olan şeylerden onu ayırmaktır. Çünkü tahsis ve
ayırma, ilimsiz tasavvur edilmez.
Ben derim ki: Bu cevâb
itirazı teyîd eder, onu ortadan kaldırmaz. Çünkü niyet (cezm), özel bir
ilimdir. Bilakis doğru olan cevâb : Şüphesiz, Hidâye'nin maksadı; îrâde demek
olan niyette muteber sayılan, kalbin irâde için lâzım olan amelidir. Bu itibâr,
musallînin, açıkça hangi namazı kıldığını bilmesidir. Eğer mu s ali î (ye hangi
namazı kıldığı sorulacak olsa), cevâba kadir olmayıp ancak düşünmekle kadir
olursa, namazı caiz olmaz ve dil ile söylemeye itibâr yoktur,» olmasıdır. İmdi,
Hidâye'nin bu açıklamasına, itiraz ve cevabdan her biri, Hidâye'-nin «dil ile
söylemeye itibâr edilmez» sözüne gafletten ileri gelir.
Niyeti dille söylemek
(telaffuz) müstehabdır. Çünkü azimetin toplanması için, dille söylenen niyette
kalbin hâzır olması vardır.
Yemek, içmek ve
benzerleri gibi, namaz ile alâkası olmayan şeylerle niyet ve tahrîme (yâni ilk
tekbir) arasını ayırmak caiz değildir. Fakat abdest almalç ve mescide yürümek
gibi şeyle ayırmak zarar vermez.
Niyetin efdal olan
vakti, tahrîmeye (ilk tekbire) bitişik olmakla, namaza başlamaya yakın
olmasıdır. Bu zahir rivayettir.
Bir kavle göre; namaz
kılan kimse, sena (yâni sübhâneke...) ya devam ettiği müddetçe niyeti sahih
olur. Bir kavle göre; rükûdan önce sahîh
olur ve bir kavle göre de musallî rükûdan başını kaldırmadan önce, niyet sahîh
olur. Bu rivayetlerin faydası şudur : Şayet musallî niyeti unutmuş olsa, onun
için niyeti telâfi etmek mümkün olur.'Çünkü niyeti telâfi etmek namazı
bozmaktan daha iyidir.
Niyet, beş revâtib
(yâni vakit namazları) ve Cuma gibi, farz kılan musallî için lâzımdır. Vitr
Namazı, Bayram ve Cenaze Namazı ve bunların benzerleri gibi, vâcib kılan
musallî için de niyet lâzımdır.
Niyette ta'yîn
lâzımdır. Her birinin vasıflarının en husûsîsi olan farzıyyet veya vucûbda
ortaklıkdan ayrılmak için ta'yin lâzımdır.
Namazın rek'atlerinin
sayısını belirtmek gerekmez. Çünkü musallî, meselâ Öğle Namazına niyet
eylediği zaman, rek'atlarm sayısında yanlışlık yapsa bu zarar vermez. Hatta,
Sabah Namazına dört rek'at diye niyet etse, veya Öğle Namazına iki rek'at diye
veya üç rek'at diye niyet etse, caiz olur ve belirttiği sayı geçersiz olur.
Hâniye'de böyle zik-" redilmiştir.
Nafile Namaz kılan
kimsenin niyeti, farz kılan gibi değildir. Zira nafilede mutlak niyet eder.
Çünkü nafile, namaz çeşitlerinin en aşa-ğısıdır. Mutlak olan niyet nafileye
yapılır.
Şayet bu
nafile,.Teravih ve Sünnet-i Müekkede olursa, ekseri Ulemâya göre, diğer
nafileler gibi, bunlarda da mutlak niyet yeter. Çünkü Teravih ve Sünnet-i
Müekkedeler, aslında nafiledirler.
Namaz kılacak kimse,
meselâ Öğle Namazının farzında, «Bu günün Öğle Namazına niyet ettim.» dese ve
eğer bu vaktin Öğle Namazına, diye niyet etse ve vakit de devam etse, ta'yin
bulunduğu için caiz olur. Şayet vakit çıkmış ve o da bilmiyorsa, caiz olmaz. Çünkü
bu takdirde, vaktin far:zı öğleden başkadır. Eğer vaktin farzına niyet etse,
caiz olur. Ancak Cuma'da olmaz. Çünkü, Cuma'da vaktin farzında ihtilâf vardır.
Cuma'da «Cuma namazının farzına» diye niyet edilir.
Uygun olan, Cuma
Namazından sonra ve Cumanın sünnetinden önce, Öğleyi (zuhru) kılmaktır.
Musallî «Vaktine yetişip henüz kılmadığım son Öğle Namazını (zuhru âhiri)
kılmaya niyet ettim.» diyerek niyet eder. Çünkü eğer kıldığı Cuma Namazı caiz
olmazsa, Öğle Namazı musallî üzerine vâcib olur. Eğer Cuma Namazı caiz olursa,
bu dört rek'at, musallînin kılmadığı (kazaya kalmış) Öğle Namazından sayılır.
Ondan sonra Sünnet niyetiyle dört rek'at daha kılar. Çünkü, Sünnete niyet
etmek, mutlak niyet etmekten daha iyidir.
Vitrde, musallî «Vitr
Namazına» diye niyet eder. «Vâcib vitr» diye niyet etmez. Çünkü vâcib olmasında
ihtilâf vardır.
Cenaze Namazında,
«Allah için namaza ve şu meyyit için duaya» diye niyet eder. Eğer meyyit erkek
midir, kadın mıdır, diye şüphe ederse, «Niyet ettim İmâmın, namazını kıldığı
kimsenin, İmâmla beraber namazını kılmaya» der.
Musallî, başlayıp
bozduğu Nafile Namazın kazasında, bozduğu Nâ-file Namazın kazasına niyet eder.
Bayramda da, «Bayram Namazına» diye niyet eder.
İmâma uyan musallî, kendi namazına ve
imâma uymaya niyet
eder. Bazan muktedîye,
uyduğu imâmı cihetinden iktidâmn fesadı lâzım gelir. Bu takdirde1 mukt0dînin
onu kabullenmesi gerekir. Eğer muk-tedî, imâm imamet yerine durduğu vakitte
niyet ederse, ekseri Me-şâyih'e göre, caizdir.
Eğer imâma uymaya
niyet edip Öğle Namazını belirtmezse veya imâmın kıldırdığı namaza başlamaya
niyet ederse, esah olan kavle göre, başlamak caiz olur ve, başlamak (şürû')
imâmın namazına dönüşür.
Muktedîye efdal olan,
((imâm olan kimseye» veya «şu imâma» uydum, demektir.
Zeylaî (Rh.A.) :
«Musallînin muktedî olması için efdal olan, uymaya imâmın tekbirinden sonra
niyet etmesidir.» demiştir.
Ben derim ki: Bu husus
incelenmeye değer. Çünkü efdal olan, şayet uymaya imâmın tekbirinden sonra
niyet etmek olsaydı, efdal olan muktedînin tekbirinin imâmın tekbirinden sonra
olması lâzım gelirdi. Zira tekbir, ya niyete yakın olur, ya da niyetten sonra
olur. Yakında açıklaması gelecektir ki: Şüphesiz efdal olan, cemaatin imâm ile
beraber tekbir almasıdır.
İmâm erkeklere imâm
olduğu zaman, ancak kendi namazına niyet eder, yoksa kendisine uyanlara iniâm
olduğuna niyet etmez.
Kadınlar, erkekler ile bir
hizada durarak imâma uymadıklarında ise kadınlar hakkında ihtilâf edilmiştir.
Şayet kadınlar, bir erkek ile aynı hizada uyduklarında, onların uyması sahîh
olmaz. Ancak imâm, kadınlara imâm olmaya niyet etmiş ise, sahîh olur. Bunun
daha çok tahkiki muhâzât meselesinde, inşâallah gelecektir.
Namazın bir takım
farzları vardır. O farzlardan biri tahrîmedir. Tahrîm, bir şeyi muharrem yâni
haram kılmaktır. Tahrîme lafzında olan
«he» harfi isim oluşunu
belirtmek içindir.
Tahrîme ilk tekbîre
tahsis edilmiştir. Çünkü ilk tekbîr, namaza başlamadan önce mubah olan şeyleri
haram kılar. Diğer tekbirler böyle değildir.
Tahrîme, tekbirdir.
Yâni «AHâhu ekber» demekle Cenabı Kibriyâyı tavsif etmektir. Hazifle okunur.
Hazf, Musallînin «Allah» lafzının «hemzesinde» ve «ekber» lafzının «bâ» sında
uzatma yapmamasıdir.
İki eller
kaldırıldıktan sonra tekbir alınır. Esah olan budur. Çünkü iki eli kaldırma
işinde, Yücq Allah' (C.C.) dan başkasından kibriyâyı «büyüklüğü» uzaklaştırma
(nefy) vardır. Şu halde, uzaklaştırma (nefy) önce yapılır.
Eller iki kulakların
hizasına kaldırılır. Yâni baş parmaklar kulakların iki memeleriyle beraber
oluncaya kadar iki eller kaldırılır. Hidâye'de böyle zikredilmiştir.
Kâdîhân (Rh.A.);
«Musallî iki baş parmaklarının uçlarını, iki kulaklarının memelerine
dokundurur» demiştir.
Kadın iki ellerini iki
omuzları hizasına kaldirdikdan sonra «AUahu ekber» der. Sahîh olan budur. Çünkü ellerini iki
omuzları hizasına kaldırmakta, onlar için azamî nispette örtünmek vardır.
Kunüt'un, Bayramların ve Cenaze Namazının tekbirleri de açıklandığı gibidir.
Elin diğer parmakları
normal hâli üzere kalır. Yâni açılmaz ve birbirine de yapıştırılmaz. Hattâ
yayılmış olur.
Tahrîme, ta'zîmi
gösteren söz ile caizdir. Misâli: «AUahu Eceli», veya «Allahu A'zam» ya da
«Er-Rahmânu Ekber», demek gibi.
Tesbîh ile de caizdir
: «Sübhânallâh», demek gibi. Tehlîl ile de caizdir : «Lâ ilahe illallah» demek
gibi.
Duaya delâlet eden söz
ile caiz olmaz. Misâli: «Rabbiğfirlî» demek gibi. Sözün kısası : Tekbir yerine,
sâdece ta'zîmi gösterip duâ ile karışık olmayan zikri söylemek caizdir.
İmâm, tekbîri açıkça
söyler. İmâma uyan, imâm ile beraber tekbiri gizlice söyler. İmâm A'zam'
(Rh.A.) a göre, efdal olan uyanın imâm ile beraber tekbiri söylemesidir. Çünkü
uyan (yâni muktedî), namazda imâmın ortağıdır ve ortaklığın hakikati
beraberliktedir. İmâmeyn'e göre, efdal olan, muktedînin imâmdan sonra tekbir
almasıdır. Çünkü muktedî, imâma tâbidir. Teslim'de, İmâm A'zam' (Rh.A.) dan İki
rivayet vardır. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Eğer imâm, «Allahu
Ekber» demezden önce, imâma uyan «AHâhu Ekber» dese, esah olan : Onlara göre, o
kimse namaza başlamış olmaz. Fukahâ : İmâm, «Aliahu Ekber» sözünü bitirmeden
önce, muktedî «Al-lâhu Ekber» sözünü bitirse, namaza başlamış olmayacağı
hususunda birleşmişlerdir. Hânİye'de böyle zikredilmiştir.
Bize göre, tahrîme
şarttır. Şafiî' (Rh.A.) ye göre, bir rükndür. Hilafın burada faydası, farzın
tahrîmesi üzerine nafileyi bina etmenin cevazında görülür. Hattâ musallî Öğîe
Namazını kilsa, yeniden tekbir almadan nafileyi kılması sahih olur. Şâfîî'
(Rh.A.) ye göre, yeniden tekbir almadan sahîh olmaz.
Bina etmenin şekli
şudur : Tahrîme şart olduğunda musallî nafileyi onunla edâ eder. O tahrîme ile
farz edâ edilmiş olmak şartıyle bu caizdir. Nitekim, namaz kılacak olan
kimsenin, farz için abdest alıp o abdesti ile nafileyi edâ etmesi caiz olduğu
gibi. Şayet tahrîme bir rükn olsaydı, nafileyi, farzın rüknüyle edâ etmiş
olurdu. Bundan dolayı caiz olmaz.
Yukarıda anlatılanlar yâni;
Tahrîme için iki elleri kaldırmak, parmakları yaymak ve imâmın tekbiri açıkdan
söylemesi, sünnettir.
Namazın farzlarından
biri de, farz namazda kıyam etmek yâni ayakta durmaktır. Şüphesiz kıyamın farz
olması, farz olan namaza mahsûstur. Nafile olan namazda kıyam farz değildir.
Hattâ nafile namazın edası kıyâmsız caizdir. Nitekim bunun yakında, kendi
babında açıklaması gelecektir.
Kıyamda musallî,
göbeğinin altında, sağ elini sol elinin üzerine koyar. Şafiî' (Rh.A.) ye göre,
göğsüne koyar. Elleri tarif edildiği surette koymanın şekli, sağ elinin avuç
içini sol elinin avucunun sırtı üzerine koyup küçük parmağı ve baş parmağı ile
bileği üzerine halka etmektir.
İki ellerini, rukûdan
kalkdığı zaman salıverir, Yine Bayram Namazının tekbirleri arasında, iki
ellerini salıverir.
Sözün kısası, zikr mesnûn (Sünnet) olan her kıyamda iki ellerini bağlar. Böyle
olmayan her kıyamda da ellerini salıverir.
Namaz kılan kimse,
sena eder. Yâni: Sübhâneke.
«Sübhânekellahümme ve
bi hamdık, ve tebârekesmük, ve teâlâ ceddük, velâ ilahe gayruk.»
duasını okur, Bu
duanın mânâsı-: «Ey Allah'ım! Seni teşbih ve tenzih eder, San'a hamd-ü senada
bulunurum. Senin mukaddes ismin mübarektir ve Senin, azamet ve celâlin pek
yüksektir. Ve Senden başka Hak mâbûd yoktur.»
Sâdece (Ve Celle
senâüke) farzlarda okunmaz. Çünkü meşhur hadîslerde zikredilmemiştir.
Namaz kılan kimse,
«Sübhâneke" yi gizli okur. İster imâm olsun, isterse tek başına kılan
olsun. Gerek gizli okuyana uysun ve gerekse açıkdan okuyana uysun. Hattâ, eğer imâma, açıkdan
okumaya başladığı vakitte uysa, «Sübhâneke» duasını okumaz.
(İnnî veccehtü vechiyye lillezî.)
âyet-i kerimesini «Sübhâneke» duasına eklemez. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) bu
görüşte değildir. Çünkü O'na göre, musallî tekbiri söyledikden sonra » (İnnî
veccehtü vechiyye lillezî.)
âyet-i kerîmesini
sonuna kadar okur. İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, eğer
tekbirden önce kalbin hâzır olmasj için okursa bu güzeldir.
Kıraat için gizlice,
Eûzü billâhimineşşeytânirracim)
der. Sena, yâni «Sübhâneke» için okumaz.
Cemaatle namazın
evveline yetişemiyen kimse, geçen rek'atlerin kazasında (Eûzü...) çeker. İmâma
uyan kimse ise (Eûzü...) okumaz. Çünkü mesbûk kıraat eder ve fakat Sübhâneke'yi
okumaz. Zira, başlangıçta Sübhâneke'yi okumuştu. O halde (Eûzü...) okur.
İmâma uyan kimse
(muktedî), Sübhâneke'yi okur, (Eûzü)yü okumaz ve kıraat da etmez.
İmâm (Eûzü...) okumayı
Bayram Namazının tekbirlerinden sonraya bırakır. Çünkü Bayram Namazının
tekbirleri, Sübhâneke'yi oku-dukdan sonradır. Şu halde uygun olan, (Eûzü...)
nün «Sübhâneke...» ye değil, kıraate bitişik olmasıdır.
Bu anlatılanlar, yâni; Sağ
eli sol el üzerine koymak, rükûdan kalktıkda ve Bayram tekbirleri arasında
elleri salıvermek; Sübhâneke'yi okumak/ (Eûzü) yü okumak-? hepsi yukarıda
anlatılanlar gibi Sünnetlerdir.
Namazın
farzlarından biri de kıraattir. Yüce
Allah' (C.C.) in;
«Kur'ân'dan kolayınıza
geleni okuyun.» emri şerifine göre
kirâatin farz olan miktarı, bir âyettir. Bir âyetten azı bi'1-icmâ kırâattan
hâricdir.
îmâmeyn'e göre, üç
kısa âyettir, veya uzun bir âyettir. Bir
âyet iie yetinen nıusallî, günahkar olur. Sebebi yakında gelecektir ki; Fatihayı
okumak ve Fâtiha'ya bir sûre veya bir sûre miktarı âyet eklemek vâcibdir. Bir
âyet ile yetinmekte vâcib terk edilmiş olur.
Namaz kılan kimse,
Tekbir, Sübhâneke ve Eûzü'den sonra, ancak Fâtiha'da
gizlice Besmele'yi okur. Yâni:
(Bismillâhirrahmanirrahim)
der, ve Fâtiha'yı okur. «Fâtiha'dan sonra, sûrede Besmele'yi okumaz.»
Fâtiha'dan sonra gizlice « âmin » der. Gerek imâm olsun, gerek imâma uyan
kimse olsun ve gerekse tek başına kılan kimse olsun böyle yapar. Fâtiha'ya bir
sûre veya üç âyet ekler. Hangi sûreden dilerse okur.
Fatiha ile Zamm-ı
sûreden başkası sünnettir. Mi'râc'ud-Dirâye'de açıklanan şu şey bunu teyîd eder
: İmâm A'zam' (Rh.A.) dan İmâm Hasan (Rh.A.) rivayet etmiştir ki: Musallî,
namazın başında Besmeleyi okur. Bundan sonra Besmeleyi tekrar okumaz. Çünkü
Besmeleyi okumak Eûzü ve Sübhâneke gibi, namazı açmak için meşrudur.
Fatiha ile Zamm-ı
sûre, vâcibdir. Bize göre, Fâtiha'yı okumak bir riikn değildir. Keza, Fâtiha'ya
sûre eklemek de rükn değildir. İmâm Şafiî (Rh.A.) Fatiha hususunda muhaliftir. İmâm
Mâlik1 (Rh.A.) in Fâtiha'da ve Zamm-ı sûre'de ihtilâfı vardır.
İmâm Mâlik' (Rh.A.) in
delili; Resûlüllah' (SAV.) in;
«Fâtihasız ve beraberinde
süresiz namaz yoktur.»
kavli. İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin delili; Resûlüllah' (SAV.) in
«Fâtihasız namaz
yoktur.» kavli şerifidir. Hidâye'de böyle zikredilmiştir.
İmâm Serûcî (Rh.A.),
Hidâye'nin; «İmâm Mâlik' (Rh.A.) in Fatiha ve Zamm-ı sûrede ihtilâf vardır.»
sözüne itiraz edip hiç kimse, «Zamm-ı sûre rükündür,» dememiştir; «Hidâye
sahibi hatâ etmiştir.» demiştir.
Bizim için delil, Yüce
Allah' (C.C.) in;
«Kur'ân'dan kolayınıza
geleni okuyun.» emri şerifidir.
Haber-i vâhid ile
bunun üzerine ziyâde caiz olmaz. Fakat ha-ber-i vâhid, ameli gerektirir. Biz,
Fatiha ve zamm-ı sûrenin vâcib olduğunu söyledik. Fakat Fatiha daha çok
vâcibdir. Hattâ musallî, Fâtiha'yi terk etse, iade ile emrolunur. Zamm-ı sûreyi
terk etse, iade ile em-rolunmaz. Üç âyet, i'câz hususunda bir kısa sûre yerine
geçer. Nitekim bir uzun âyet de üç kısa âyet yerine geçer.
Kıraatin sünneti:
Yolculukda, acele hâlinde Fâtiha'yı ve dilediği sûreyi; emniyet hâlinde
Fâtiha'dan sonra, «Burûc» ve «İnşikâk» gibi sûreleri; hazarda Sabah Namazı ile
öğle Namazında uzun mufassal sûreler; İkindi Namazı ile Yatsı Namazında orta
halli olan sûreler; Ak-, şam Namazında kısa olan sûreler; ve zaruret hâlinde
duruma göre okumaktır.
«Hucurât» sûresinden «Burûc»
sûresine kadar uzun sûredir. «Burûc» dan «Beyyine» sûresine kadar ortadır.
«Beyyine» sûresinden Kur'-ân-ı Kerim in sonuna kadar olanlar kısa sûrelerdir.
Namazın farzlarından
biri de, rükû'dur. Musallî başım eğerken, rüku' için tekbir alır. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.), başını eğerken ve kaldırırken tekbir ahrdı.
Namaz kılan kimse
rükû'da, iki elleri ile iki dizleri üzerine dayanıp parmaklarını açar.
Parmaklarını açmak, ancak bu halde mendûb-dur.
Musallî, sırtını düz
tutarak rükû' eder. Hattâ rükû'da sırtına su dökülse, su sırtında durmalıdır.
Musallî başını yukarı kaldırmayarak
ve aşağı eğmeyerek
rükû' eder. Rükû'da durur ve üç kere (Sübhâne
Rabbiyel Azîm) (Pek büyük olan Rabbimi her türlü noksanlardan tenzih ederim.)
diyerek teşbih eder. Üç kere teşbih, en aşağı-sıdır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)
:" «Her kim rükûsunda üç
kere : «Sübhâne Rabbiye'1-Azîm», derse, rükûsu tamam olmuştur. Bu onun en
azıdır. Her kim de, sücûdunda üç kere : «Sübhâne Rabbiye'1-A'lâ», derse secdesi
tamam olmuştur. Bu da onun en azıdır.»
buyurmuştur.
Musallî teşbihleri
üçden eksik yapsa, mekruh olur. Eğer imâma uyan, teşbihi üç kere tamam etmeden
imâm başını kaldırsa, bir rivayette, muktedî üç tekbiri tamam eder. Sahîh olan
kavle göre, muktedî imâma tâbi olur. Her ne kadar teşbih ziyâde de olsa, tek
başına kılan için teşbihi tek olan sayıda bitirmek efdaldir. İmâm ise, cemaati
usandıracak şekilde teşbihi arttırcnaz.
Sonra, namaz kılan
kimse, başım rükûdan kaldırırken :
(Semiallâhu limen
hamideh) (Allah kendisine hamdedenin ham-dini kabul buyurur.) der. İmâm olan
bununla yetinir.
İmâma uyan İse, (Rabbena leke'1-hamd)
(Ey Rabbimiz hamd de sana mahsustur.) sözü ile iktifa eder.
Çünkü ResûlüHah (S.A.V.) :
«İmâm: «Semi Allâhu
limen hamideh» dediği zaman, siz; «Rabbe-nâ leke'1-hamd» deyiniz.» buyurmuştur!
Bu hadîsi şerîü Buharı
ve Müslim rivayet etmişlerdir. ResûlüHah (S.A.V.); bu sözü imâm ile muktedî
arasında taksim etmiştir. Taksim ise ortaklığa aykırıdır.
Muhît'de denilmiştir
ki: Senanın çok olması için, imâma uyanın,
(Allâhümme Rabbena ve
leke'I-hamd) (Ey Rabbimiz olan Allahu
Azimüşşan, hamd sana mahsustur.) demesi efdaldir.
Denilmiştir ki: Tek
başına namaz kılan kimse, imâma uyan gibidir.
Yâni (Rabbena leke'I
hamd) ile yetinir. Zeylaî (Rh.A.); Ulemânın çoğu bunu kabul etmişlerdir,
demiştir. Mebsût'da esah olan budur, denmiştir. Çünkü (tesmî') kendisi ile beraber
olan kimseyi tahmîde teşvik etmektir. Tek başına kılanın ise, kendinden
başkasını tahmîde yâni, (Rabbena leke'l hamd) demeye teşvik edecek kimse
yoktur. .
Bir kavle göre; «Tek
başına namaz kılan kimse tesmî' ve tahmîdin ikisini de Bir arada yapar» Bu,
İmâm Hasan' (Rh.A.) m İmâm A'zam Ebû Hanîfe' (Rh.A.) den rivayetidir. Hidâye
sahibi, esah kavi budur, demiştir.
Musallî, başım
rükû'dan kaldırdıkdan sonra düz olarak ayakda durur. İtmi'nândan başkası
sünnettir.'
İtminan : Mafsalları
yerine oturuncaya kadar a'zanm sükûnet bulmasıdır. Bundan başka olan rükû
tekbiri, parmakların açılması, teşbih, tahmîd, tesmî ve düz olarak ayakda
durmak, Sünnetlerdir.
Ta'dîli erkândan olan
rükûdaki durma «Itmi'nân» vâcîbdir. Çünkü,
o maksûd rüknün tamamlanması
için meşru kılınmıştır. Rükûdan başını kaldırdıkdan sonra olan doğrulma ve iki
secde arasında olan doğrulma bunun aksinedir. Bunlarda olan durma «itmi'nân»
Sünnettir. Çünkü iki rek'atın arasım ayırmak için meşru olmuştur. Sözün
kısası, farzı tamamlıyan Vâcibdir ve vacibi tamamlayan da Sünnettir.
Namazın farzlarından
bîri de secde etmektir. Namaz kılan kimse, secde için tekbir alır. Çünkü
Resûlullah (S.A.V.), her eğilmede ve başmı kaldırmada tekbir alırdı. Sâdece
rükû'dan başını kaldırdığı vakitte tekbir almazdı.
Musallî iki dizini
yere kor. Musannif burada, rükûda olduğu gibi «Başını eğerken» dediği şekilde,
«dizlerim koyarken» dememiştir. Çünkü tekbir, orada başı eğmeye yakın olur.
Burada ise, koymaya yakın olmaz.
Musallî, sonra iki
avucu üzerine dayanarak iki elini yer üzerine kor.
Çünkü Vâil bin Hucr
(R.A.); iki avucu üzerine dayanıp secde etmiş ve iki uyluklarından yukarısının
arasını kaldırmış, ondan sonra Resûlül-lah (S.A.V.) böyle secde ederdi,
demiştir.
Musallî, sonra elleri
iki kulaklarının hizasında olduğu halde yer üzerine yüzünü, iki avucu arasına
koyar. Çünkü Vâil (R.A.) :
«Resûlüllah secde
ettiği zaman, iki ellerini kulaklarının hizasına koyardı,» demiştir.
Haöîs-î şerîfde,
Resûlüllah (S.A.V.) in secde ettiği zaman ellerini omuzlan hizasına koyduğu
rivayet edilmiştir. Bu, ihtiyarlık veya hastalık sebebiyle özür haline
hamledilmiştir.
Musallî, parmaklarını
birbirine bitiştirerek kor. Bu bitiştirme, ancak burada (yâni secdede) mendûb
olur. Secdeyi pazu kısmını açarak ve karnını uyluklarından uzak tutarak yapar.
Çünkü, Resûlüllah' (S.A.V.) in böyle yaptığı sabit olmuştur.
Bir kavle göre : Eğer
musallî saıda ise, iki tarafında bulunan kimseleri rahatsız etmekden sakınmak
için, pazularmı fazla açmaz. İki ayaklarını yer üzerine koyup, parmaklarını
Kıble yönüne yönelerek secde eder. Nitekim Resûlüllah (S.A.V.), şöyle
buyurmuştur ;
«Kul secde ettiği
zaman, onun her uzvu secde eder. O halde (musal-İi) gücü yettiği' kadar
uzuvlarını Kıbleye yöneltsin.»
Kadın büzülür. Yâni
ayağının parmaklarım dikmez, pazu kısmını açmaz ve kollarını yere döşpr.
Karnını uyluklarına bitiştirir. Çünkü böyle yapmak, onları daha setredici olur.
Namaz kılan kimse,
burnu ve alnı üzerine secde eder. Çünkü Resû-lullah (S.A.V.) böyle devam
etmiştir. Her ne kadar alın burundan daha kuvvetli ise de, burun alından önce
secdeye konur. Çünkü secdede burun yere daha yakındır.-Önce burun sonra alın
üzere secde eder.
Hacimli ve alnın
istikrar bulacağı (yerleşeceği) şey üzerine secde edilir. Yerleşmenin haddi
şudur: Secde eden kimse eğer secdesini mübalâğalı bir şekilde yapmış olsa,
başı ondan aşağı inmemelidir.
Atılmış pamuk, saman,
darı ve bunun gibi şeyler üzerine secde caiz değildir. Ancak, eğer namaz
kılanın alnı yerin sertliğini bulduğu zaman caiz olur. Musallînin, sarığının
kenarı üzerine, yen'i ve eteği gibi kendi libâsının fazlası üzerine - şayet
yerin hacmi bulunursa - secde etmesi caizdir.
Yine musallînin,
kıldığı namazı kılan kimsenin sırtı üzerine - meselâ ikisi de Öğle namazını
kılsalar - secde etmesi caizdir. Hattâ eğer sırtına secde edilen kimse namaz
kılmıyorsa veya sırtına secde edilen kimsenin kıldığı namaz musallînin kıldığı
namaz değilse, o zaman da caiz olmaz. Sıkışıklıkta zaruretten dolayı caiz olur.
Genişlikde caiz olmaz. Fakat, iki evvelkiler yâni sarığın kenarı üzerine ve
libâsın fazlası üzerine secde etmek, secdede burunla yetinmek gibi kerîh görülmüştür.
Çünkü, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, secdede burnuyla yetinmek kerahetle
caizdir. Alın böyle değildir. Çünkü özürsüz, yalnız alın üzerine secde etmek,
îmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, kerâhctsiz caizdir. Bedâyi'de ve Tuhfe'de de böyle
zikredilmiştir. Kenz sahibinin, «ikisinden biriyle yetinmek mekruh olur» sözü
tahkike cteğer, amaz kılan kimse, üç
kere (Sübhâne Rabbiyel a'lâ)
(Pek yüce - kudret ve
azametle muttasıf - olan Rabbimi bütün noksanlardan tenzih ederim) diyerek
secdede sükûnet hâlinde olur.
Rivayet ettiğimiz
hadîs-i şerîfden dolayı rükûda üç kere teşbih, en az miktardır. Rükû ve secdede
tesbîhi üçden fazla yapmak men-dûbdur. Beş ve yedi gibi tek sayı ile bitirilir.
Çünkü ResûlüIIah (S.A.V.) tek sayı ile bitirirdi.
Eğer musallî, imâm
olursa, cemaatin bıkacağı tarzda uzatmaz. Fu-kahâ; "İmâma uygun olan,
cemaatin üç kere tekrarına imkân vermek için beş kere tekrar etmektir.»
demişlerdir.
Mıısallî secdeden
başını tekbir alarak kaldırır. Nitekim Resûlullah'
S.A.V.)
in başını her indirmede ve aldırmada tekbir aldığı rivayet edilmiştir.
Başı secdeden
kaldırmanın miktarı hakkında şöyle denilmiştir: Şüphesiz, başı kaldırmak, eğer
secdeye yakın olursa caiz değildir. Çünkü o kaldırma, secdeden sayılır. Zira
bir şey bir şeye yakın olduğunda, onun hükmünü alır. Eğer başı kaldırma
oturmaya yakın olursa caiz olur. O kaldırma oturmaktan sayılır. Böylece, ikinci
secde gerçekleşmiş olur.
Bir kavle göre; Şayet
musallînin alnı, yer ile musallînin alnı arasından rüzgâr geçecek şekilde
yerden ayrılsa, iki secde sayılıp caiz olur.
Musallî, mutmain
(rahatça) olduğu halde bir teşbih okuyacak kadar oturur, tekbir alır ve
mutmain olduğu halde secde eder.
Eğer, rükû ve sücûdun
farziyyeti, Yüce Allah' (C.C.) in «Rükû
edin, secdeye varın...»
emri şerîfiyle sabit olduğundan, emir tekrarı
gerektirmez. Bundan dolayı, rükûda tekrarı vâcib değildir. Bu durumda, sücûdun
tekrarının farziyyeti nasıl sabit olmuş ve ne sebeble tekrar edilmiştir? denilirse,
cevaben deriz ki:
Şüphesiz namaz
âyetinin mücmel olduğu sabittir. Mücmelin açıklanması ise, bazan Resûlüllah'
(S.A.V.) in fiili ile olur, bazan da sözü (hadîsi) ile olur. Secdenin
tekrarının farziyyeti Resûlüllah' (S.A.V.) dan tevatür yoluyla nakledilen fiil
ile sabittir. Çünkü, Resûlüllah' (S.A.V.) dan nakleden herkes O'nun sücûdunu
tekrar ettiğini bildirmişlerdir.
Tekrarın sebebine
gelince; şüphesiz sücûdun tekrarı teabbüdîdir. (Kullukla ilgilidir.);
Rek'atlerin sayıları gibi, onda ma'nâ aranmaz, denmiştir.
Bir kavle göre; Şeytân
Aleyhilla'ne, Hz. Adem Aleyhisselâma secde ile emrolundu. O mel'ûn büytiklenip
secde etmedi. Böylece biz Şey-tân'a hakaret olsun diye iki kere secde ederiz.
Bir kavle göre de;
Birinci secde bizim yerden yaratıldığımıza, ikinci secde yere döneceğimize
işarettir. Nitekim Yüce Allah (C.C.) :
«Sizi yerden yarattık,
ve sizi oraya döndüreceğiz.»
buyurmuştur.
İki secdeden sonra
musallî kıyam için tekbir alır. Sücûdun aksine, önce başını kaldırır, sonra
ellerini, ondan sonra iki dizlerini kaldırır ve yere dayanmaksızın, düz olarak
ayağa kalkar. Nitekim İmâm Şafiî (Rh.A.) de yere dayanmamayı kabul etmiştir.
Kıyamdan önce
oturmaksızın ayağa kalkar. Kıyamdan önce oturmaya «İstirahat celsesi» derler.
Nitekim İmâm Şafiî (Rh.A.) bunu kabul etmiştir.
İkinci rekat birinci
rek'at gibidir. Fakat ikinci cek'atta Sübhâne-ke, Eûzü ve el kaldırmak yoktur.
Yâni musallî, birinci rek'atta her ne yaparsa, ikinci rek'atta da onu yapar.
Fakat İftitâh tekbiri almaz ve (Eûzjti
billâhimineşşeytânirracîm) demez. Bu
İkisi ancak bir kere meşrudur. Birincide kaldırdığı gibi, ikincide ellerini de
kaldırmaz. Zikredilen bu sözde, (Bismillâhirrahmanirrahim)
diye Besmele çekileceğine işaret vardır.
Musallî, ikinci
secdeyi sehven terk edip selâmdan önce veya selâmdan sonra dünyâ sözü
konuşmadan hatırlasa, o secdeyi namaz içinde kaza eder. Yâni şayet namaz kılan
kimse, bir secdeyi yapmasa, ondan sonra, selâmdan, önce veya selâmdan sonra ve
dünyâ kelâmı konuşmadan önce hatırına gelse, secde eder.
Musallî, terk ettiği
secdenin, ister birinci rek'atta olduğunu bilsin, isterse birinci rek'atın
gayrında olduğunu bilsin, o secdeyi kaza eder. Çünkü o secde, aslî yerinden
geçmiştir. Ve onun yerinden geçmesiyle tahrîmenin ifâsı için tamamen yer mevcûd
olduğundan namaz bozulmamıştır. Şu halde, o secdenin kazası lâzımdır. Çünkü o
secde rükündür. Öyle bir rükündür ki namazdan çıkıncaya kadar kaza etmezse,
namaz bozulmuş olur.
'
Musallî, secdenin
peşisıra teşehhüd eder.
Çünkü aslî secdeye dönmek teşehhüdü
kaldırır. Zira; Teşehhüdün, mahallinin
gayrında meydana geldiği anlaşılmış olur. Bu durumda teşehhüd lâzım
gelir. Eğer musallî, teşehhüdü terk etse, namazı caiz olmaz. Çünkü ka1-dey-i
ahîre farzdır. Musallî onda teşehhüd eder, selâm verir ve sehv için secde eder.
Sonra teşehhüd eder. Ondan sonra selâm verir. Bedâyi'de böyle zikredilmiştir.
Musallî, namazın iki
secdesinden sonra sol ayağını yayar ve üzene oturur. Sağ ayağını ise diker ve
yayılmış iki elini iki uylukları üzerine koyar. Diktiği ayağının parmaklarını
kıbleye yöneltir. Çünkü Hz. Âişe (R.Anhâ), Rcsûlüllah' (S.A.V.) m iki ka'dede
zikredildiği şekilde oturduğunu rivayet etmiştir.
Musallî, İbn Mes'ûd
(R.A.) un teşehhüdü gibi teşehhüd eder. İbn Mes'ûd' (R.A.) un teşehhüdü
şöyledir:
[Ettehiyyâtü li'llâhi
ve's-salcvâtü ve't-tayyibâtü
Es-selânıü aleyke eyyühe'n nebiyyü ve rahmetu'llâhi ve bcıekâtüh. Es-selâmü
aley-nâ ve alâ ibâdrilâhi's-sâlihîn. Eşhedii en lâ ilâhc illâ'llah ve eşhedü
en-ne Muhanımeden abdülıû ve Resûlühû] Mânâsı:
«Dil ile, beden ve mal
ile olan ibâdetlerin hepsi yalnız Yüce Allah'adır. Ondan başkasına ibâdet
olmaz.
Ey mertebesi Yüce olan
Nebî (Muhammed!) Allah'ın rahmeti ve bereketleri ile selâm ve selâmettik sana
olsun!
Selâm ve selâmettik
bizim üzerimize ve Allah'ın İyi kullarına olsun! '
Şehâdet ederim ki :
Allah'tan başka hakikî mâbud yoktur; yine şe-hâdet ederim ki; Muhammed O'nun
kulu ve Peygamberidir.»
Tahiyyât; tahiyye'nîn
çoğuludur. O da mülkdür. Bir kavle göre; «Tahiyyât dâim beka (sürekli kalmak)
dır.» Bir diğerine göre; «Aza-metir» Yine bir kavle göre; «Selâmet, yâni
âfetlerden ve eksikliğin her çeşidinden selâmettir»
İbn Kuteybe (Rh.A.)
demiştir ki: Tahiyyâtı çoğul sîgası ile zikre sebeb şudur : Çünkü Arap
Meliklerinden her birisi için tahiyye vardır ki, onunla tahiyye olunurlar (duâ
edilip selâmlanırlar.) İmdi
bizim için, siz «(Ettehiyyâtü Hllâhi) deyiniz.» denilmiştir. Yâni, Allah için
lâyık mülke delâlet eden lafızlarla duâ ediniz, demektir.
Salevât'a gelince;
İbn'ül Münzir (Rh.A.) ve Şâfiîye'den bazıları demişlerdir ki: Salevât ile
murâd, salevât-ı hams «beş vakit namazdır» Bir kavle göre; «Namazların
hepsidir.» Diğer bir kavle göre; «Rahmettir» Yine bir kavle göre; «Dualardır»
Zühri (Rh.A.), ibâdetlerdir, demiştir.
Tayyîbât ise; Ekseri
âlimlere göre; Güzel sözler «kelimât-i tayyi-bât» dır. Bu da Yüce Allah* (C.C.)
ı zikir ve onu takib eden şeydir, denmiştir. Bir kavle göre; «Salih
âmellerdir.»
Burada, y^ni birinci
oturuşda, teşehhüd ile iktifa edilir. Yâni salevât getirilmez. İlk iki
rek'atten sonrakinde de Fatiha ile iktifa edilir. «Sonrakinde» yâni «fî mâ
fo'ad» denmesinin sebebi, Akşam Namazını da içine alması içindir.
Namaz kılan kimse,
eğer iki rek'attan sonraki rek'atlarda teşbih veya sükût ederse, caizdir. Fakat
kasden sükût ederse, günahkâr olur; eğer sehven sükût ederse, İmâm A'zam'
(Rh.A.) dan İmâm Hasan' (Rh.A.) m rivayetine göre,, musallîye sehiv secdesi
vâcib olur. Her ne kadar, sahîh kavle göre, vâcib değilse de, daha ihtiyatlı
olan Fâti-ha'yı terk etmemektir.
îki ayakları, secdede
yer üzerine koyup parmakları kıbleye yöneltmek ve ilk iki rek'atı kıraat için
tayin, sücûdda ve birinci ka'dede itminan yâni sakin olmak; iki ka'dede teşehhüdde
bulunmak ve birinci ka'dede teşehhüd ile yetinip Nebi (S.A.V.) üzerine salâtı
terkden geri kalanı Sünnetlerdir.
«Zikredilenlerden
başkası, yâni geri kalanın demekten
maksad :
Sücûd tekbiri, üç kere
teşbih ve iki elleri iki dizleri üzerine koymak, sol ayağı yayıp sağ ayağını
dikmek, kavme ve celse
demektir ki, bunlar Sünnetlerdir.
Birincisi, yâni
secdede iki ayaklarını yer üzerine koymak, bir rivayette farzdır. Bu, Kudûrî'
(Rh.A.) nin rivayetidir. Hattâ musallî, şayet secde ettiği zaman ayaklarının
parmaklarını yerden kaldırsa, namazı caiz olmaz. Kerhî (Rh.A.) ve Cessâs
(Rh.A.) da böyle zikretmiştir. Eğer ikisinden birini yere koysa, caiz olur.
Kâdîhân (Rh.A.), bunun için mekruh olur, demiştir. İmâm Temurtâşî (Rh.A.) :
«Şüphesiz iki eller ve iki ayaklar farz olmamakta müsavidir» diye zikretmiştir.
Şeyh'-ul-islâm'ın
IVIebsûtaundaki sözü de, musallînin sücûdunun caiz olduğuna delâlet eden Doğru
olan da budur. İnâye'de böyle zikredilmiştir.
Geri kalanlar vâcibdir. İlk
iki rek'atm kıraat için tâyini gibi. Hattâ üçüncü rek'ate kalkmayı, bir rükn
edâ edecek kadar, teşehhüd üzerine bir şey ilâve ederek geciktirse, bir kavle
göre; «Kasden bir harf ziyâde ederse, günahkâr olur veya sehven ziyâde öderse,
sehiv secdesi yapar.»
Namazın farzlarından
biri de ka'de-i ahîre, yâni son oturuştur;
Onda «Abdühû ve
Resûlühû» ya kadar teşehhüdü okuyacak miktar oturmaktır. Çünkü Resûlüllah
(S.A.V.), İbni Mes'ûd' (R.A.) a teşehhü-dü öğrettiği zaman şöyle buyurmuştur.
«Şayet sen bunu
söylersen (veya yaparsan), şüphesiz namazın tamâm olur.»
Musallî teşehhüdü
okusun veya okumasın, namazın tamâm olmasını Resûlüllah (S.A.V.), fiile
bağlamıştır. Zira bu sözün mânâsı: «Sen otururken teşehhüdü okusan» demektir.
Çünkü teşehhüdü okumak, sâdece ka'dede meşrudur. Kesûlüllah* (S.A.V.) in,
(Bunu söylersen yâni yaparsan) sözünün mânâsı, «Hiç bir şey okumadığın hâlde
otursan» demektir. Burada «muhayyerlik» sözdedir, fiilde (kuûdda) değildir.
Zira fiil, iki durumda sabittir. Nitekim biz onu açıkladık.
Şarta bağlı olan şey,
şartın varlığından önce yok olmuştur. Zira namaz sona ermiştir. Sona erme ise
ancak tamamlanmakla olur. Tamâm olmak da ancak itmam yâni tamamlamakla olur.
Bundan dolayı; serî fiillerde itmam, şâriin açıklamasıyle bilinir. Halbuki
sâri',
itmâmı da beyân etmiştir. Şu halde, Ka'de-i ahire farz olur.
Eğer, haber-î vâhid
ile farziyyet sabit olmaz, denilirse, cevaben biz deriz ki: Evet farayyet ilkin
haber-i vâhid ile sabit olmaz. Fakat, şayet mücmel , haber-i
vâhid ile
açıklanırsa, kuûdun farzıyyeti sabit olur. Nitekim daha önce geçti. Sonra
.denilmiştir ki: Ka'deden farz kılman miktar, ka'dede şehâdeteyni okuyacak
kadardır. Esah olan söz, Kâfide seçilendir. Burada zikredildiğine göre;
Teşehhüd mutlak olarak zikredildiğinde ona râci olur.
Sol ayağı yayıp sağı
dikme hususunda son oturuş, ilk oturuş yâni ka'de-i ûlâ gibidir. Fakat son
oturuşda, Nebi (S.A.V.) üzerine sa-levât ziyâde edilir. Resûlüllah' (S.A.V.) a
bu salevât, bize göre sünnettir. Şafiî' (Rh.A.) ye göre, farzdır.
Salevâtın söyleniş
keyfiyeti şöyledir:
«Allahümme sallı alâ
Muhammedin ve alâ Âii Muhammedin. Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ Âli
İbrahim, inneke hamıîdün mecîd.»
«Allahümme bârik alâ
Muhammedin ve alâ Âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ Âli İbrahim,
inneke hamîdün mecîd.» Mânâsı:
«Yâ ilâhi; Efendimiz,
büyüğümüz, veliyyü nimetimiz Hz. Muham-med'e ve âline salât et. Onların şeref
ve kadrini yükselt. Hz. İbrahim'e ve
Hz. İbrahim'in âline salât ettiğin gibi. Ve Efendimiz Hz. Muhammed'i ve
Efendimiz Muhammedin Âlini mübarek kıl. Onların feyiz ve bereketini daim
arttır. Hz. İbrahim'i ve Hz. İbrahim'in Âlini mübarek kıldığın gibi. Şüphe yok
ki Sen Hamîdsin, Mecîdsin. Bütün hamdü sena bütün azamet ve celâl sana
mahsustur.»
Bazı âlimler bu
salâtı:
(AHahümme'rham
Muhammeden ve Âle Muhammedin kemâ rahimte ve terahhamte alâ İbrahime ve alâ Âli
İbrahime inneke hamîdiin me-cîd) diye zikretmişlerdir^Fuk anadan bazıları
buradaki:
(Allahümme'rham Muhamnıeden... ilâ âhır)
«Allah'ım Muhammed'e rahmet eyle...» demeyi kerih görmüştür. Çünkü bu, Enbiyâ'
(Â.S.) nın kusurlu oldukları vehmini verir. Zira, rahmet; kınanılan şeyin
işlenmesi sebebiyle olur. Sahîh kavle göre ise, bunda kerahet yoktur. Nitekim
Zeylai (Rh.A.) böyle demiştir.
Mıısallî, salavât
duasından sonra kendisi için ve diğer mü'minler için duâ eder. Bu bizim :
«Kendisi için ve diğer mü'minler için duâ eder.» sözümüz, bazı âlimlerin
«Kendisi için duâ eder» sözünden daha münâsiptir. Çünkü kendisini duaya tahsis
etmemek sünnettir.
Kur'an'dan olan bir
şey ile duâ eder. Yâni lafzen ve ma'nen ona benzeyen şey ile meselâ:
(Allâhümşmağiirlî
velivâlideyye) «Allah'ım, beni ve ana -
babamı af veyle» veya (Allâhümmemağfir lîlebî)
«Allah'ım babamı
afveyle» demek gibi.
Veya me'sûr yâni Resûlüllah'
(S.A.V.) den rivayet edilen Kur'ân'a benzer sözlerle duâ eder. Meselâ :
«Allahümme innî
zalemtü nefsi zulmen kesîran ve innehû lâ yağ-firuz zünûbe illâ ente. Fağfir H
mağfireten min ındike inneke entel ga-fûrür rahim»
Mânâsı:
«Allah'ım, şüphesiz ben
kendime çok zulmettim. Günâhları ise ancak Sen afvedersin. Beni, Sen'in
katından bir mağfiretle afveyle. Şüphesiz Sen Gafur ve Rahîm'sin.» Bu, me'sûr
dualardandır.
İnsanların sözüyle;
yâni insanların sözüne benzer sözlerle dua edilmemelidir. Çünkü insanların
sözü, namazı bozar. Bunda asıl olan şudur : Kullardan istenilmesi imkânsız
olmayan (mümkün olan) her söz insanların sözüdür. Meselâ, «Benim borcumu
Ödeyiver veya beni evlendir» demek gibi. Kullardan istenilmesi imkânsız olan
her söz de insanların sözü değildir. «Allah'ım beni mağfiret et.» demek gibi.
Yine : Eğer musallî,
namazın' sonunda teşehhüd miktarı oturmaz-sa, namazı ifsâd eder. Fakat şayet
musallî, namazın sonunda teşehhüd miktarı oturursa, kendi sun'iyle (iradesiyle)
çıkmak bulunduğu için namazı tamdır. Nitekim gelecektir.
Lâkin kadın, iki
oturuş (ka'de) da da teverrük eder. Yâni kadın, iki ayaklarını sağ tarafından
çıkarır ve sol uyluğu üzerine oturur. İki oturağım yere yerleştirir. Çünkü bu,
kadın için daha iyi bir örtünmedir ve hâlinin setrine münâsiptir.
Son oturuşda salevât ve duâ
sünnettir. Salevât İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, farzdır.
Namazın farzlarından
biri de, tertib kasdıyle, kıyamı rükûdan Önce ve rükûyu sücûddan önce
yapmaktır. Hattâ eğer musallî, kıyamdan önce rükû eylese veya rükûdan önce
secde eylese, caiz olmaz. Çünkü namaz ancak bu tertîb ile kâimdir. Kâfî'de de
böyle zikredilmiştir.
Bunun hakikati şudur:
Şüphesiz namaz efâl-i şer'Iyyedendir. İmdi
o namaz için şer'an maddî cüzlerden meydâna gelmiş bir mahiyet vardır ki, o
maddî cüzler (zahirî kısımlar - «eczâ-i maddiyye») : Kıyam, rükû ve sücûddur.
Yine namazın sûrî cüzden (şekli kısımlar) meydana gelen heyeti vardır ki o da :
Kıyamı rükûdan önce ve rükûu sücûdtlan önce yapmaktır.
Musannif, kıraati
zikretmemiştir. Bununla beraber kıraat; kıyam, rükû ve sücûd gibi maddî
cüzlerdendir. Çünkü sûrî cüzün meydana gelişinde kıraatin alâkası ve te'siri
yoktur. Zira şeriat, diğer rükünler için ta'yin ettiği gibi, kıraat için
farzıyyet yoluyla husûsî bir manâ! ta'yin etmemiştir.
Bilâkis kıraati,
mutlak namaz için farz kılmıştır. Hattâ ilk iki rek'-atta kıraat terk edilip
ikinci iki rek'atta bulunsa, namaz sahih olur. Eğer
kıraat tamamıyle terk edilse, o zaman namaz sahîh olmaz. İmdi bu ince sırdan
(sebebten) dolayı, Fukahâ, kıraat ile rükû arasında tertibe riâyet etmeyi,
farzlardan değil, vâciblerden saymışlardır.
Erkânda tertibe riâyet
vâcib olması için, «Musallî şayet kıyamdan önce rükû eylese» diye misâl
vermekle iktifa etmişlerdir. Kâfi sahibinin «Namazda vâki olan hades babı» nm
sonlarında söylediği şey bunu teyid eder. Şöyle ki: .Şer'iyyeti müttehid (bir)
olan şeyin suret ve ma'nâ yönünden varlığına yerinde riâyet edilir. Çünkü
tertib, zikredildiği gibi meşru olmuştur. İmdi, şayet musallî onu değiştirse,
şüphesiz meşru fiili ters-yüz etmiş olurdu. Halbuki meşrûyu ters-yüz etmek
bâtıldır. Bundan, Hidâye sahibinin vâcibleri sayarken fiillerden mükerreren
meşru olan şeyde tertibe riâyet edilmesi sözünün hakikâti ma'Iûm olur ki,
şüphesiz Hidâye sahibi o «mükerreren meşru olan şey» ile, secde gibi, bir
rek'atta mükerreren meşru olan şeyi kasdetmektedir. İmdi musallî,, ikinci
secdesini unutarak terk edip kalksa ve namazı tamam ettiğinde hatırına gelse,
terk ettiği secdeyi eda etmesi vâcib olur. Sehv için dahî secde eder. Nitekim
açıklaması daha önce geçti.
Hidâye sahibi bununla,
rükû gibi, namazda mükerrer olmayan meşru bulunan şeyden sakınmiştır. Zira
rükû, şayet secdeden sonra vâki olsa, o rek'at bil'icmâ sayılmış olmaz. Bunu
«Hidâye sarihlerin zikretmiştir. Hattâ Celâliyye'de zikredilmiştir ki: Her
rek'atta şer'iyyeti müttehid (bir) olan şeyde, meselâ kıyam ve rükûda tertib
farzdır. Her rek'atte şer'iyyeti
müteaddid (birden fazla) olan şeyde sücûd gibi -
tertîb farz değildir. Hattâ musallînin, birinci rek'atte secdeyi terk etmiş
olduğu, ikinci rek'atın rükûunda hatırına gelse ve rükûundan inip secde etse,
rükûu iade etmesi lâzım gelmez.
Eğer, ikinci secde
birinci gibi farzdır ve maddî kısımlardandır. İkisi arasında tertibe riâyeti
vâcib kılıb, farz kılmamakda sır nedir? denilirse, cevaben biz deriz ki:
Şüphesiz secdenin aslı Yüce Allah' (C.C.) in (üscüdû) yâni «secde ediniz» kavli
şerifi ile sabittir,
tekrar edilmesi ise
Resûlüllah' (S.A.V.) in fiili iledir. Nitekim yukarıda geçti. İmdi, birinci secde
yerinde yapılınca, nassın (Kur'ân-ı Kerîm'-in) icabı olarak, farz olan tertib
meydana gelmiş olur. Eğer iki secde arasında tertib farz kılmsaydı, fi'len
sabit olan ile nass ile sabit olanın eşit olması gerekirdi. Halbuki mertebe
yönünden birinci, ikinciden daha yüksektir.
Yine, Zahîre'de
söylenen şeyin hakikâtinin şu olduğu anlaşılmaktadır : Rüknün önceliği -
meselâ kıraatten önce rükû etmek gibi -bizim üç müctehid imâmıza göre; tertibin
gözetilmesi vâcib olduğu içindir. İmâm Züfer (Rh.A.) bunun ayrı görüştedir.
Çünkü rüknün önceliğinin mânâsı; bu şekilde tertibe riâyet bilhassa, üç
müctehid imâm nazarında vâcib, İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, farz demektir. Zira
bu hususu İmâm Züfer (Rh.A.); kıyam, rükû ve sücûd gibi, tertib edilmiş rükünlere
kıyâs eder. Üç müctehid İmâm (yâni: İmâm A'zam (Rh.A.), Ebû Yûsuf (Rh.A.) ve
Muhammed (Rh.A.)) kıraat ile üç rüknün arasım söylediklerimizle ayırırlar.
Burada zikredilen
şeylerin tamamından anlaşılır ki; Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın sözü kusurludur.
Şöyleki:
1- Kusurlu
olması; SadruY-Şerîa' (Rh.A.) nın «tekerrür edende ifâdesi kayd değildir. İlâ
âhır» Hidâye sarihlerinin
açıkladıkları şeye aykırı olduğu içindir. Bir rek'atte mükerrer olmayıp
meşru bulunan şeyden sakınmıştır. Meselâ; rükû gibi ki, rükû secdeden sonra
vâki olsa, itibâr edilen husus meydana gelmiş olmaz.
2- Kusurlu
olmasında ikinci husus : «Hidâye sarihleri)) nin, rüknün önceliğinin benzeri
için, kıraatten önce rükûu delil olarak getirmelerinin, üzerinde
konuştuğumuzla ilgisi yoktur. Nitekim malûmdur ki: kıraat; tertibde alâkası
olan rükünlerden değildir.
3- Kusurlu
olmasının üçüncü hususu : Ma'lûmdur ki. «Tertibe riâyet mutlaka vâcibdir» sözü
hakikate uygun değildir. Çünkü husûsiyle bir şekilde tertibe riâyetin vâcib
olmasından, o husûsdan hâlî olan diğer şekilde tertibe riâyetin vâcib olması
lâzım gelmez.
4- Kusurlu
ve bozuk' olmasında dördüncü husus : Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın, «Benim
hatırıma geliyor ki, tekerrürden maksad, farzıyyet yoluyla tekerrür edendir.»
sözü,» hatıra gelmemesi icâb eden şeylerdendir. Çünkü buradaki söz, erkânda
tertibe riâyet husûsundadır. Nitekim kendisi bizzat bunu itiraf etmiştir.
Açış tekbiri (tahrînıe
- iftitâh) - daha önce geçti - bir rükn değildir. Bilâkis şarttır. Son ka'de -
ki yakında açıklaması gelecektir -açış tekbiri gibi rükn değildir. Teslim
edilse bile; İki şeyin (rüknün) arasında tertibe riâyet ancak, imkân hâsıl
olsun diye, o ikisi arasında olan tertibi bozmak mümkün olduğu zaman, farz
olur. Son oturuş (ka'de-i ahîre) ise kendi nefsinde sondur. Açış tekbîri de
kendi nefsinde açış tekbîridir. İkisi arasında tertibin bozulmasını kabul
etmez, o halde Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın anlattıklarını, Hidâye sahibinin
sözleri-rini ve tahkikini
nasıl îzâh olabilir? Bu makamın sırlarını keşfe ve tahkike beni muvaffak kılan
Yüce Allah' (C.C.) a ha m d olsun.
Burada bazı eski (selef)
âlimler ile müeteh idi erin sözlerini tenkide hırslı olan kimseler öyle
düşüklükler yapmışlardır ki hallerine bakan kendini şaşmaktan alamaz, şâir
sözlerini de buradakine kıyâs eder.
Namazın farzlarından
biri de, namaz kılan kimsenin, namazdan kendi sun'iyle çıkmasıdır. Yâni jıer ne
şekilde olursa olsun, kendi fiiliyle çıkmasıdır. Çünkü kendi sun'iyle çıkmak,
İmâm A'zam'' (Rh.A.) a göre, farzdır. İmâmeyn'e göre, farz değildir.
İmâmeyn'in delili;
bize rivayet edilen, İbn-i Mes'ûd' (R.A.) un hadîsidir. Bir de, namazdan
çıkmak, namazı bozduğu için, namazdan değildir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) in
delili ise; Şüphesiz namaz için tahrîm (haram kılan şeyler) ve tahlil (helâl
kılan şeyler) vardır. - Hac gibi - mu-sallî o namazdan ancak sun'île çıkar.
Çünkü, diğer namazın edası, ancak bu namazdan çıkmakla mümkün olur. Farza,
ancak kendisiyle ulaşılan her şey, onun gibi farz olur. Zeylaî (Rh.A.) da
böyle zikretmiştir.
Ben derim ki,
musannifin; «Çünkü namazdan çıkmak, ilââhır» sözünde ihtilâf vardır. Zira bu
söz; ancak rükniyyetin yokluğunu ifâde eder. Rükniyyetin yokluğu ise, tahrîme
gibi olması caiz olduğu için, farzıyyete aykırı değildir. Nitekim İmâm A'zam'
(Rh.A.) m «Şüphesiz namaz için tanrım ve tahlil vardır» sözüyle istidlali bunu
bildirir.
Musannif, çıkma
şeklini, «îmâm ile beraber selâm verir.» sözüyle açıklamıştır. Yâni musallînin
selâmı; imâmın selâmıyla birlikte selâm vermesidir. Nitekim tahrîmede (iftitah
tekbirinde) olduğu gibi. Bir rivayette, imâmdan sonra selâm verilir. Nitekim
bu husus daha Önce geçti. İmâmeyn'e göre, ondan sonra selâm verir. Nitekim
tahrîmeyi imâmdan sonra yaptığı gibi.
Musallî, sağına ve
soluna selâm verir. Yâni iki yanına da;
(Es selâmü aleyküm
verah- metüllah) «Selâm ve
Allah'ın rahmeti üzerinize olsun.» diye selâm verir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)
: «Sağ yanağının beyazı görününceye kadar yüzünü çevirip sağ tarafına selâm
verir ve sol yanağının beyazı görününceye kadar yüzünü çevirip sol tarafına
selâm verirdi.»
Namazın sonunda selâm
veren kimse, «Es selâmü aleyküm» hitâbıyle, cemâate ve Hafaza (Koruyucu) Meleklerine
niyet eder. Yâni, birinci, selâm ile sağ tarafında olan (Müslüman) erkeklere,
kadınlara ve Hafaza Melekleri'ne niyet eder. Bir
kavle göre : Bizim zamanımızda (selâm veren musallî) kadınlara niyet etmez.
Zira onlar, çok kere mescidde bulunmazlar. İkinci selâm ile sol tarafında olan
erkeklere, kadınlara ve Hafaza Meleklerine niyet eder. Çünkü musallî, yüzüyle
onlara döner ve diliyle onlara hitâb eder. Şu halde, onlar için kalbi ile niyet
eder. Zira selâm, ibâdettir (kurbettir), ve bütün ameller ise niyet ile olur.
Namaz kılan kimse,
eğer imâmın bir tarafında ise, imâmın bulunduğu tarafa niyet ederek selâm
verir. Eğer imâmın hizasında ise, selâmın ikisinde de imamına niyet eder.
Çünkü imâm, hâzır olanlardandır. Hâzırûn (orada bulunanlar) dan olan ise,
selâma daha lâyıktır. Çünkü imâm, onların namazlarını, sıhhat ve fesadı
yönünden üzerine almasıyla onlara iyilikte bulunmuştur. Eğer imâm, musallînin
sağ tarafında ise, musallî, imâma, cemâate ve Hafaza'ya niyet eder. Eğer
sol tarafında ise, yine böylece imâma,
cemâate ve Hafaza'ya niyet eder.
Eğer imâmın hizasında
ise, Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, ilk selâmla imâma niyet eder. Zira iki .taraf
çelişmiş olduğundan, sağ taraf tercih edilmiştir. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e
göre, -ki bu, İmâm Ebû Hanîfe' (Rh.A.) den de rivayet edilmiştir - iki selâmda
dahî imâma, cemâate ve Hafaza'ya niyet eder. Zira, çelişme zamanında
birleştirme mümkündür. Tercihe hacet yoktur.
İmâm, selâmın ikisinde
de cemâate ve Hafaza'ya niyet ederek selâm verir. Selâmından maksâd, cemâate
ve Hafaza'ya hitâbdır.
Tek başına namaz kılan
kimse, iki selâmda da sadece Hafaza'ya niyet ile selâm verir. Çünkü onunla
beraber Hafaza'dan başka kimse yoktur ve gaibe hitâb ise doğru olmaz.
oSelâm» lafzı vâcibdir. Geri
kalanlar sünnettir. Bu husus malûmdur.
Namazın daha başka
vâcibleri de vardır. Meselâ bir rek'atta, secde gibi mükerrer olanlarda tertibe
riâyet etmek, - bunun açıklaması daha önce geçti - ve rükûdaki gibi tekrarsız
farz olanda, tekrarı terk etmek böyledir. Hattâ eğer kasden tekrar ederse,
günahkâr olur. Veya unutarak tekrar ederse, sehv secdesi vâcib olur.
Yine Vitr Namazının kunût'u,
Bayram Namazının tekbirleri; açık-dan okunacak yerde, namaz caiz olacak miktarı
açıkça okumak ve gizli yerinde gizlice okumak gibi... Bunlar namazın
vâciblerindendir. Bir kavilde de; açıkça ve gizlice okumak Sünnettir. Hattâ,
bu ikisinin terk edilmesiyle sehv secdesi gerekmez, denmiştir.
Namazın edeblcri de
vardır. O edebler: Musallînin kıyam hâlinde secde yerine bakmasıdır. Rükûda,
iki ayağının üst yüzüne bakmasıdır. Secde hâlinde burnunun iki yanlarına bakmasıdır.
Kuûd'da kucağına bakmasıdır. Sağ tarafına selâmda, sağ om uzuna ve sol tarafına
selâmda, sol omuzuna bakmasıdır. Çünkü bunlardan maksad huşû'dur ve güçlüğün
terkidir. İmdi, eğer güçlüğü terk ederse, gerek kasden yapsın,
gerek yapmasın, gözü zikredilen yerlere
kayar. Zeylaî' (Rh.A.) de böyle demiştir.
Esnediği zaman ağzım
örtmek de namazın edeblerindendir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur
:
«Namazda esnemek
Şeytandandır. Eğer sizden birine namazda, esneme gelirse, gücü yettiği kadar
menetsin. (nefesini tutsun)»
Tekbir alırken iki
elleri iki yen'den çıkarmak da namazın edeblerindendir. Çünkü bu,, tevazua
daha yakındır ve zorbalara benzemekten daha uzaktır.
Gücü yettiği kadar
öksürüğü önlemek de namazın edeblerinden-dir. Çünkü namazın fiillerinden
olmamakla beraber, eğer öksürmek özürsüz olursa, namazı bozar. Şu halde, mümkün
olduğu kadar Öksürüğü önlemek gerekir.
Müezzin, ilk «Hayya
ala's-Salâh» i söylediği zaman, ayağa kalkmak da namazın edeblerindendir. Zira
musallî, bununla emrolunmuştur. Çünkü bunun mânâsı, «Haberdâr ol ve namaza
yönel» demektir. Öyleyse, o emri hemen yerine getirmek müstehabdır.
Yine müezzin, «Kad kâmeti's-âalâh»
(Namaz başladı) dediği zaman, namaza
başlamak da namazın edeblerindendir. Zira müezzin emin kimsedir. Şüphesiz o,
namaza kalkmayı haber vermiştir. Bundan dolayı, müezzinin sözünü yalan olmaktan
korumak için, namaza hemen başlanır.
İmâm, Sabah Namazında
ve Akşam Namazıyle Yatsı Namazının ilk iki rek'atlarında, edâen ve kazaen
açıkdan okur. Cuma Namazı, iki Bayram Namazı, Teravih Namazında ve Terâvihden
sonra kılınan Vitr Namazında da açıkdan okur. Çünkü bunlarda açıkdan okumak
(cehr), Nebî' (S.A.V.) in zamanından bizim zamanımıza gelinceye kadar, sağlam
bir şekilde devam etmiştir. Ancak Terâvihden sonra kılınan Vitrin kunûtunda
açıkdan okunmaz". Çünkü açıkça okumamak da zikredilen gibi, sağlam bir
şekilde bize kadar gelmiştir.
Tek başına namaz kılan,
edâ ile olan cehri namazda muhayyerdir. Yâni tek başına namaz kılan kimse,
edâen namaz kılmak istese, serbest bırakılmıştır. Dilerse, keiHÜsinin imâmı
olduğu için açıkdan okur. Namazı edanın cemâat tarzında olması için açıkdan
okumak (cehr) ef-daldir. Bir kimse namazı, zikredilen tarzda kılsa, namazında
Melekler saflar bağlayıp onunla beraber namaz kılarlar, diye rivayet
edilmiştir.
Musallî eğer dilerse,
gizli okuyarak kılar. Çünkü arkasında dinleyecek insan yoktur. Musannifin,
«cehriyye = açıktan» demesinin sebebi şudur: Musallî, cehriyyeden başkasında
serbest bırakılmamıştır. Ancak başkasında vucûben gizli okur. Doğru olan görüş
budur. Gecede Nafile kılan musallî gibi. Çünkü gecede Nafile kılan musallî,
açıkdan okumakla gizli okumak
arasında muhayyer (serbest) dir. Açıkdan okumak ise efdaldir.
Bazı âlimler
demişlerdir ki: Tek başına kılan, eğer açıkdan okunan bir namazı (cehriyyeyi) kaza ediyorsa, gündüz Nafile
kılan gibi, gizli okur.
Hidâye'de
zikrolunmuştur ki: Bir kimse Yatsının vaktini geçirse, güneşin doğmasından
sonra onu kaza ettiği takdirde, namazda imâm ise, açıkdan okur. Eğer yalnız
kılarsa, vucûben gizli okur, muhayyer olmaz. Sahih kavi budur. Çünkü açıkdan
okumanın hususiyeti vardır. Ya cemâatle vucûben olması veya yalnız kılan hakkında
muhayyer olarak namazın vaktinde olması, gibi bu iki şeyden biri ile alâkalı
değildir. Bir kavle göre; muhayyerdir.
Kâfî'de zikredilmiştir
ki: Yatsı Namazını gündüz kaza eden kimse, eğer imâm olursa, açıkdan okur. Eğer
yalnız kılarsa, musallî muhayyerdir. Kaza edaya uygun olsun diye açıkdan
okumak efdaldir.
Nihâye
sahibi demiştir ki: Hidâye Sahibi' (Musannif) nin; «sa-hîh kavi budur» sözü,
Şems'ul-Eimme es-Serahsî' (Rh.A.) nin, Fahru'l-İslâm' (Rh.A.) in, Kâdîhân
(Rh.A.), İmâm Teraurtâşî' (Rh.A.) nin ve İmâm Mahbûbi (Rh.A.) nin Câmiu's-Sagîr
şerhlerinde zikrettiklerine muhalif olur.
Hidâye Sahibi
tarafından buna şöyle cevâb verilmiştir: Açıkdan okumanın iki sebebine dair
musannifin zikrettiği şey - ki cemâat ile vakittir - icmâ ile sabittir.
Halbuki, burada ikisinden hiç birisi yoktur. Öyleyse hükm (cehr) de yoktur.
Kazanın edaya uygun olmasına gelince; o uygunluğun sebebüliğine dair bir icmâ
ve nass yoktur. Öyleyse, uygunluğun sebeb kılınması, ibtidâen kendi rey'i ile
sebeb isbâtı olur. Bu ise bâtıldır. Her halde, Hidâyo Sahibini cehri olmamanın
sıhhatinin hasrine (sıhhatJİliğine) sevkeden maksadı rivayet yönünden değil de
dirayet (akl-ilm) yününden sıhhat olur.
Ben derim ki: Bu cevap
tartışma götürür. Çünkü hükmün yok olması, zikredilenlerde (cemâat ve vakit)
sebebiyyetin hasrına icmâ olduğu zamandır. Halbuki böyle değildir. Nasıl öyle
olabilir ki? Eğer hasrına icmâ olsaydı, zikredilen büyük âlimler için bir çok
gafletin meydana gelmemesi gerekirdi. Bilâkis İcmâ, cemâat ve vakitten
her-birinin cehre sebeb olması husûsundadır.
Şüphesiz Fıkıh
Usûlünde kaide hâline gelmiştir ki, icmâ ile sabit
olan şeyin sebebinin (ta'lîli)
gösterilmesi caizdir. Onda illet (sebeb) mev-cûd olduğu için, başkasının ona
katılması da caiz olur. Açıkdan okumanın yalnız kılan hakkında, vakitte caiz
olmasına, hattâ efdaliyyetine, mezkûr hadîsden anlaşılan şey illet (delil -
sebeb) gösterilmiştir. Çünkü cemâat edada meşru olduğu gibi, kazada da öylece
meşrudur. Öyleyse; yalnız kılanın açıkdan okunarak kılınan namazın kazasında, cemâatle
olduğu gibi açıkdan okumasının hadîsin delâleti ile efdal olması gerektir. Bu
hâlde, onun dirayetçe de sahîh olmadığı meydana çıkmıştır. Bundan dolayı Kâfî
Sahibi onu tercih etmiştir.
Cehr (açıkdan okuma),
musallînin başkasına işittirecek şekilde oku-masıdır.
Muhâfete (gizli okuma) ise, musallînin yalnız kendisinin işiteceği şekilde
okumasıdır, Hinduvânî' (Rh.A.) nin
kabul ettiği görüş budur.
İmâm Kerhî (Rh.A.)
demiştir ki: Cehr, musallînin kendisinin işit-mesidir. Muhâfete ise, harfleri doğru
çıkarmak (tashîh) dir. Çünkü kıraat dilin işidir, kulak deliğinin işi
değildir.
Birinci söz daha
doğrudur. Çünkü sadece, dilin sessiz hareketine kıraat denilmez. Konuşmayla
ilgili olan her şey, bu ihtilâfa göre kıyas edilir. Hayvan keserken Besmele çekmek,
tilâvette secde vâcib olması, talâk, ıtâk ve istisnada
olduğu gibi. (Meselâ, bir kimse zevcesini boşasa
veya cariyesini azâd etse", veyahut «ona bin lira verin yüzü müstesna»
dese, şayet bunlarda harfler düzgün, söylense bununla beraber kendisi işitmese,
boşama ve azâd etme vâki olmaz ve istisna da sahîh olmaz.)
Musallî, Yatsı Namazının ilk
iki rek'atında Fâtiha'yı okuyup zammı sûreyi terk etse, son iki rek'atta
Fatiha ile beraber sûreyi açıkdan okur. Musallî, ilk iki rek'atte Fâtiha'yı
terk etse, ikinci iki rek'-atte Fâtiha'yı kaza etmesi caiz olmaz. Çünkü
musallî, ikinci iki rek'-ata âid Fatihaları okur. Şayet ilk iki rek'atın
Fatihalarını da okumuş olsa bir rek'atta iki Fatihanın tekerrürü gerekirdi ki,
bu meşru değildir, dir.
Musallî, ancak Sabah
Namazının birinci rek'atinde kıraati, ikinciden uzun yapar. Diğer namazların
birinci rek'atında uzun yapmaz.
Çünkü insanlar cemâate
ve Sabah Namazının sünnetine yetişsinler diye, Sabah Namazının birinci
rek'atında okumayı uzun yapmak sünnettir. Çünkü gaflet vaktidir. Diğer
namazlar Sabah Namazı gibi değildir. Eğer âyet, uzunluk ve kısalıkd'a birbirine
yakın olursa, okumayı uzun yapmak, âyetler yönünden muteberdir. Eğer farklı ve
çeşitli olursa, kelimeler ve harfler yönüyle itibâr olunur. Farkın, üçte bir ve
üçte iki kadar ile olması halinde, üçte ikinin birinci rek'atte ve üçte birin
ikinci rek'atta bulunması gerekir. Bu söylediğimiz, rnüstehab olanın
açıklan-masıdır. Hükmün açıklanmasına gelince; eğer fark çok fazla olursa,
vâ-rid olan habere (hadîs) binâen, bunda mahzur yoktur. İkinci rek'atta birinciden
uzun: okunması ise, -icmâen kerih (mekruh) görülmüştür. Ke-rîh görülmesinin
miktarı: Üç âyet kadar farklı olmaktır. Eğer bir âyet veya iki âyet fark
ederse, mekruh olmaz. Çünkü Resulüllah (S.A.V.), Akşam Namazında Muavvizeteyn'i
okumuştur. Muavvizeteyn'in ikincisi, birincisinden bir âyet daha uzundur.
Kâfî'de de böyle zikredilmiştir.
Namazın caiz olması
için sûre ta'yin olunmamıştır. Yâni, «O sûre okunmadığı takdirde, namaz fâsid
olur.» şeklinde sûre tayin etmek caiz değildir. Çünkü Yüce Allah' (C.C.) in :
«Kur'ân'dan kolayınıza
geleni okuyun.»
kavli mutlak olarak zikredilmiştir..
İmâm Şafiî (Rh.A.) :
«Resûlullah (S.A.V.) m «Fâtihasız namaz yoktur.»
sözü sebebiyle, namazın câî« olması için Fatiha sûresi ta'-yin edilmiştir.»
der.
Biz deriz ki; nass
yâni yukarıda geçen âyet mutlaktır.
Haber-i vâhid, mutlakı, mukayyed kılmaz. Çünkü mutlakı takyîd, neshdir.
Namaz için sûre ta'yin
etmek, mekrühdur. Meselâ; Secde Sûresini, İnsan Sûresini, Cuma gününün Sabah
Namazında ve Cuma Namazında da Cuma Sûresi ve Münâfikûn Sûresini okumayı
ta'yin mekruhtur, Mekruh olmasının sebebi, diğer sûrelerin okunmasının terk
edilmesi' dir.
Fukahâ demişlerdir ki:
Ta'yinin mekruh olması; o sûreden başkasını okumak caiz değildir veya
başkasını okumak mekruh olur, diye, ta'yini gerekli .gördüğü zamandır. Fakat,
eğer musallîye, o sûreyi okumak kolay geldiği için veya Resûlullah (S.A.V.), o
sûreyi okuduğu için teberrüken okursa, onda kerahet yoktur. Lâkin câhil,
«Başkasını okumak caiz olmaz» sanmasın ûife, bazan başka sûreleri de okumak
şarttır.
Fâtiha'dan başkasını ta'yin
mekrühdur. Çünkü Fatiha her ne kadar, namazın caiz olması için ta'yin
edilmemişse de, kerâhetsiz her namazda okunması için ta'yin edilmiştir.
İmâma uyan kimse,
imâmın ardında okumaz. Her ne kadar imâm herhangi bir rahmet veya azâb âyetini
okusa da, sadece o muktedî imâmı dinler ve susar. Çünkü Yüce Allah (C.C.) :
«Kur'ân okunduğu zaman
onu dinleyin ve susun.»
buyurmuştur. Çünkü müfessirlerin çoğu, âyet-i kerîmenin tefsirinde, hitabın
imâma uyanlar için olduğu kariaatindedirler. Müfessirlerin bazıları da, hutbe
durumu için yorumlamıştır. Bu ikisi arasında çelişme yoktur. Hutbede dinlemek
ve susmakla emrolunmağa sebeb, hutbede «Kur'ân okumak» bulunduğu içindir.
Hutbe de, imâma uyanın
namazı gibidir. Yâni imâma uyan kimse hutbeyi dinler ve susar. Eğer hatîb,
Resûlüllah' (S.A.V.) e tasliye
ederse, yine dinler ve sükût eder. Ancak, eğer hatîb :
yâni «Sallû aleyhi»
«Resûlüllah'a salavât getirin» derse, dinleyen kimseler gizlice salavât
söylerler. Yâni:
(Allahümme salli alâ
Muhammedin ve alâ Âli Muhammedin) derler.
Kenz'de ve Vikaye'de
şöyle denilmiştir : Bir kimsenin namaz için uyduğu imâm, tergîb (rahmet) veya
terhîb (azâb) âyeti okusa da veya hitabet etse de veya Resûlullâlı' (S.A.V.) e
tasliye etse de, imâma uyan kimse okumaz, bilâkis dinler ve susar.
Zeylaî (Rh.A.) bu söze itiraz
edip demiştir ki : (Kenz ve Vikâye'-nin) «Veya hitabet etse» sözünün zahirinin,
kırâat'a atfedilmesi mânâca doğru olmaz. Çünkü o, susmanın, hutbeden ve Ncbî'
(S.A.V.) e tas-liyeden önce vâcib olmasını gerektirir. Murâd olan ise böyle
değildir. Bu itirazın giderilmesi: Mü'temm, imama uymak durumunda olan kimse,
mânâsına olması, «veya hitabet etse» sözünün de «imâma uyan
okumaz» sözünden sonra mahzûf
(kaldırılmış) olan «okudu» (karaa) ya bağlanmasıyla mümkün olur. Bu durumda
mânâ : Her ne kadar imâm, rahmet veya azâb âyeti okusa da, imâmı okuduğu zaman,
imâma uyan okumaz, bilâkis dinler ve susar. Veya imâm, hitabet veya Nebî
(S.A.V.) üzerine salavât getirdiği zaman, imâma uyan okumaz, ancak dinler ve
susar, demek olur. îşte böylece Zeylaî' (Rh.A.) nin itirazı giderilmiş olmaktadır.
Ben başlangıçta artık soru sorulmasın, diye ibareyi değiştirip «hutbe de
böyledir.» dedim. Hatîbden uzak olan mü'temm, dinleme ve susmada yakın olan
gibidir.
Cemâat, erkekler için
Sünnet-i Müekkededir. Bir kavle göre; «Farzdır.» Yakında açıklaması
gelecektir. Şüphesiz kadınların cemâati mekruhtur.
Namaz kılacak cemâat, mahalle
mescidinde ezan ve ikâmeti tekrar etmez. Yâni bir mescidin imâmı ve cemâati
ma'lûm olsa, ö cemâatin bazısı ezan ve ikâmetle namazı kılsalar, geri kalanlar
için ezan ve ikâmetle o namazın tekrarı mubah olmaz, Lâkin,
eğer mescid, yol mescidi olursa, o namazın ezan ve ikâmetle tekrarı ittifakla
mubah olur. Eğer mescid ehli ezânsız, ikâmetsiz tekrar ederse, ittifakla caiz
olur. Ancak eğer o mescidin ehlinden başkası ezan ve ikâmetle kılsalar, caiz
olur. Çünkü mescid ehlinin hakları başkalarının fiili ile sakıt olmaz. Veya o
mescidin ehli olanlar, ezan ve ikâmetle kılıp lâkin ezan ve ikâmeti gizlice
okumakla kılsalar, diğerlerinin de kılması caiz olur. Çünkü onların ezanı
gizliden okumaları diğerleri için özür olur.
Hâzır olanlar arasında
imamete en lâyık olanı, namaz caiz olacak kadar kıraati güzel oldukdan sonra,
sıhhat ve fesâd yönünden namazın ahkâmını, onların en iyi bilenidir. Çünkü
başka şeye nazaran ilme ihtiyâç daha çoktur.
İlimde eşit olurlarsa,
imamete en lâyık olan, onlardan kıraat yönünden ve kıraati de, tecvîd yönünden
daha fazla olandır. Çünkü Kur'ân okumak namazda rükündür.
Eğer kıraat ve
tecvîdde de eşit olurlarsa, onlar arasında imamete en lâyık olanı, Yüce Allah' (C.C.)
dan en çok korkan ve şüpheli şeylerden en çok sakınandır. Çünkü Resulullâh
(S.A.V.) :
«Bir kimse takva
sahibi olan bir âlimin ardında namaz kılarsa, sanki o bir Nebî'nin ardında
namaz kılmış gibidir.» buyurmuştur.
Eğer; ilim, kıraat ve
takvada da eşit olurlarsa, onlardan imamete en lâyık olanı, yaş bakımından
onların en büyük olanıdır. Çünkü Resû-lüllah' (S.A.V.) in Ebû Müleyke' (B.A.)
nin iki oğluna :
«Yaş bakımından en
büyüğünüz size imâm olsun.»
dediği rivayet edilmiştir.
Eğer yaş bakımından da
eşit olurlarsa, imamete onların en lâyık olanı insanlar ile iyi geçinip güzel
ahlâk sahibi olandır.
Eğer güzel ahlâk
yönünden de eşit olurlarsa, onlardan imamete en lâyık olanı, gecede, namazı çok
kılandır. Çünkü Resûlullâh (S.A.V.) :
«Kim gecede namazı çok
kılarsa, gündüzde yüzü güzel olur, (nurlanır).»
buyurmuştur.
Eğer bunda da eşit
olurlarsa, onlardan imamete en lâyık olanı, ne-seb yönünden daha şerefli ve
libâsı yönünden daha temiz olandır. Çünkü bu sıfatlarda cemâati çoğaltma
vardır. Eğer bunda da eşit olurlarsa, kur'a çekilir
veya cemâat seçtikleri kimseyi imâm yaparlar. Mi'râc'ud-Dirâye'de böyle
zikredilmiştir.
Kölenin imameti
mekruhtur. Çünkü köle ilim öğrenmek için boş vakit bulamaz/ onun üzerine
bilgisizlik gâüb olur.
A'râbînın imameti de
mekruhtur. A'râbî ,
çölde yaşayan kimsedir. Çölde yaşayan o kimse, ister Arap olsun, ister A'cemî
olsun. Çünkü bunların üzerine bilgisizlik gâlib olur.
Fâsık'ın imameti de
mekruhtur. Çünkü fâsık, dininin işine Önem vermez.
A'mânın da imameti
mekruhtur. Çünkü a'mâ, pislikden korunamaz, kendi kendine Kıbleye yönelemez ve
çok kere abdesti tam alamaz.
Mübtedî'nin imameti de
mekruhtur. Mübtedî, hevâ sahibi kimsedir ki, o hevâ nedeniyle sahibi, tekfir
olunmaz. Eğer o hevâ ile sahibi tekfir olunursa, asla imameti caiz olmaz.
Veled-i zinanın da
imameti mekruhtur. Çünkü veled-i zinanın, onu terbiye edecek babası yoktur. Şu
halde ona bilgisizlik gâlib olur.
Eğer bunlardan biri,
yâni: Köle, A'râbî, Fâsık, A'mâ ,
Mübtedî ve Veled-i zina imamete geçseler, kerahetle beraber imametleri caiz
olur. Çünkü Resûlullâh (S.A.V.) :
«Sizler her sâlih
kimsenin ve fâsıkin ardında namaz kılınız.»
buyurmuştur.
İmâmın namazı
uzatması mekruhtur. Çünkü
Resûlullâh(S.A.V.) :
«Bir kimse bir cemâate imâm
olursa, o kimse, cemâate onlann en zayıfının (kılacağı şekilde) namazını
kıldırıvcrsin. Çünkü o cemâatin içinde, hasta, yaşlı ve hacet sahibi olanlar
vardır.» buyurmuştur.
Kadınların yalnız
başına cemâati mekruhtur. Çünkü onlar için iki mahzurdan biri gerekir : Biri,
imâm olan kadının saffın ortasında durmasıdır ki bu mekruhtur. İkincisi, imâm
olan kadının öne geçmesidir ki, bu da kadınlar hakkında mekruhtur.
Eğer kadınlar cemâat
yaparlarsa, imâm öne geçmez. Sadece kadınların ortasında durur. Çünkü şerrin
bazısı, bazısından daha zararsızdır.
Meselâ : Urât gibi -
ki urât âri'nin çoğuludur ve çıplak olanlar demektir - şüphesiz, çıplak
erkekler cemâat ile namaz kıldıkları zaman oniwn imâmı ûa, öne geçmez.
Genç Kadınların bütün Beş Vakit Namaz ve Cuma Namazı cemâatlerinde
bulunmaları (Tahrîmen) mekruhtur. Çünkü bunda fitne korkusu vardır. :
Yaşlı kadınların da
Öğle, İkindi ve Cuma'da bulunmaları mekrûh-tür. Çünkü, fâsiklar bu Üç vakitte
toplanırlar. Fâsıkiann asın şehvetleri bazan onları yaşlı kadınlara arzuya
sevk eder. Sabah ile Yatsıda fâ-sıklar uyurlar, Akşamda ise yemek ile meşgul
olurlar.
Sahrada olan namazgâhda ise,
genişlik bulunduğu için, yaşlı kadınların ayrı bir larafda olmaları mümkündür.
Öyleyse, yaşlı kadınların, bu şekilde" cemâatte hâzır olmaları mekruh
değildir. (Kâfî'de «Bugün fetvâ,
fesâd zuhuru sebebiyle,
namazların hepsinde kadınların
cemâatte hâzır olmalarının kerahetine dâirdir.» denmiştir.)
İmâma uyan tek kişi,
imâmın sağında durur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.), İbn Abbâs (R.A.) ile namaz
kılmış ve İbn Abbâs' (R.A.) ı sağ tarafında durdurmuştur. Zahir rivayette, tek
kişi imâmdan geride durmaz.
İmâm Muhammed' (Rh.A.)
den rivayet edilmiştir ki, tek cemâat
ayak parmaklarını
imâmın topuğu yanma (hizasına) koyar. Eğer imâma uyan kimse, imâmdan uzun olur
da, onun sücûdu imâmın önüne düşerse, bu takdirde imâma zarar vermez. Çünkü
itibâr, durduğu yeredir. Sücûdun yerine değildi/. Eğer tek muktedî, imâmın sol
tarafında veya arkasında kılsa, namazı caiz olur. Lâkin esah kavide, imâmın
solunda veya ardında kılanlar, sünnete aykırı olduğundan, günahkâr olurlar.
İmâma uyan iki kişi
olursa, imâmın ardında dururlar. Çünkü Rcsû-lullâh (S.A.V.) böyle yapmıştır.
Su ile abdest alan,
toprak ile teyemmüm edene uyar. Çünkü teyemmüm, Hanefîlerce, su ile abdest
gibi, mutlak temizliktir. Bundan dolayı teyemmüm, ihtiyaç miktarına göre takdir
edilmez.
Ayağını yıkayan, mesh
edene iktidâ eder (uyar). Çünkü mestler ayağa hades geçmesine engel olur.
Mestlere ulaşan hadesi de mesh giderir.
Ayakta kılan oturarak
kılana uyar. Çünkü Besûlüllah (S.A.V.) namazının sonuncusunu arkasındaki
cemâat ayakta oldukları halde, oturarak kıldırmışlardır.
İmâ ile namaz kılan
kimse, imâ ile kılana, ikisi de aynı durumda oldukları için, uyar. Ancak
oturarak imâ ile kılan, yatarak imâ ile kılan imâma uyamaz.
Nafile namaz kılan
kimse, farz kılana uyar. Çünkü nafile kılan hakkında hacet, namazın ashnadır.
İmâm hakkında da o hacet mevcuttur. Şu halde, yerine getirme (ikâme)
gerçekleşmiş olur.
Nafile kılan, nafile
kılana, durumda ikisi de beraber oldukları için, uyar.
Yemin eden de, yemin
edene uyar. Yâni iki adamdan her biri, ikişer rek'at namaz kılmaya yemin edip,
onlardan biri diğerine uysa, nafile kılanın nafile kılana uyması gibi, sahîh
olur.
Yemin eden de, adayana
uyar. Yâni bir adara iki rek'at namaz kılmaya adayıp (nezredip) ve diğer adam
da «Allah hakkı için iki rek'at namaz kılayım» diye yemin etse, yemin edenin
adayana uyması caiz olur. Çünkü yemin edenin adayana uyması, nafile kılanın
farz kılana uyması gibidir. Aksi caiz değildir. Yâni adayan, yemin edene
uya-maz. Çünkü adayanın yemin edene uyması, farz kılanın, nafile kılana uyması gibidir.
Adayan kimse adayana
uymaz. Yâni bir adam iki rek'at namaz kılmayı adaşa ve diğer bir adam da yine
böyle iki rek'at namaza adak edip ikisinden biri diğerine uysa, caiz olmaz.
Çünkü bu iki adayan kimseden her biri, bir farz kılanın başka bir farz kılana
uyması gibidir. Ancak adayan kimse, o adanan namaza niyet ettiğinde iktidâ caiz
olur. Meselâ, bir adam iki rek'at namaz kılmayı adayıp, diğer bir adam da
«Allah için o adanan namazı kılmak benim üzerime adak olsun.» dese, sonra o iki
adayan kimseden biri diğerine uysa, müştereklik bulunduğu için iktidâ caiz
olur.
Erkek, namazda kadına
veya çocuğa İktidâ etmez. Kadına uymamasının sebebi, Resûlüllah' (S.A.V.) in :
«Allah, kadınları
geriye aldığı için, siz de onları (namazda) geriye ahn. (Çünkü)
kadınların (namazda) Öne geçirilmesi caiz
değildir.»
kavli şerifidir.
Çocuğa da iktidâ
olunmaz. Çünkü çocuğun namazı
nafiledir. Öyleyse, farz kılanın, nafile kılana uyması caiz olmaz.
Yine temiz ve Özürlü
olan musallî, özürlüye; okumuş olan, ümmîye; giyimli olan,,çıplağa ve imâsız
kılan, imâ ile kılana ve yine farz kılan, nafile kılana uymaz. Çünkü bu
uymalardan her birinde kuvvetliyi zayıf üzerine bina etmek vardır. Bu ise,
caiz değildir.
Yine farz namaz kılan,
başka farz kılan kimseye, müştereklik bulunmadığı için uyamaz.
Mü safirin de, Öğle,
İkindi ve Yatsı Namazı gibi yolculuk sebebiyle değişmiş olan namazında,
vaktinden sonra mukîme uyması caiz olmaz.
Gerek o mukîmin tahrîmesi zikredilen gibi, vaktinden
son: ra olsun, gerekse vakitte olup peşisıra vakit çıktıkdan sonra müsâfir uyar
olsun, caiz olamaz. Şayet mukîm ve müsâfirin tahrîmesi vakitte olup, onlar
namazda iken vakit çıkarsa, bu namaz onun aksinedir (müsâfirin mukîme uyması
caizdir). Veya müsâfirin mukîme uyması, Sabah ve Akşam Namazı gibi, seferde
sayısı değişmeyen namazda olsa, uyması sahîh olur.
Müsâfirin mukîme,
sayısı değişen namazda uymasının sahîh olmamasına sebeb şudur: Çünkü müsâfir,
yolculukda sayısı değişen namazda, hükmen farz olan namazı, farz olmayan namaz
üzerine bina et-" mistir. Eğer, mukîme namazın birinci iki rek'atında
uyarsa, o bina birinci ka'de (oturuş) hakkındadır. Çünkü birinci ka'de
müsâfire farzdır, imâma farz değildir. Ya da, eğer müsâfir mukîme ikinci iki
rek'at-ta uyarsa, bina, kıraat hakkındadır. Çünkü kıraat ikinci iki rek'atta
imâma nafiledir, muktedîye farzdır.
Fakat müsâfir, vakitte
uyabilir. Yâni farz ve nafilede müsâfir ile mukîmin durumları bir olduğu için,
müsâfir mukîme, yolculuk ile değişen namazda vaktinde uyar. Çünkü müsâfir
üzerine, mukîme uyma hâlinde dört rek'atlı. namazı tamamlamak vâcib (farz)
olur. Zira bu uyma, müsâfirin ikâmete niyeti makamındadır. Çünkü müsâfir imâma
uyarak bu dört irek'ath namaz hakkında mukîm olmuştur. Öyleyse birinci ka'de
hakkında ve son iki rek'attaki kıraat hakkında, farz kılanın farz kılmayana
uyması gibi birxiurum meydana gelmiş olmaz. Çünkü kıraat, nafilenin her
rek'atında farzdır. Bu
konunun daha geniş tahkiki, Müsâfir Namazı babında gelecektir. înşâallâhu
Teâlâ.
Bir kimsenin uyduğu
imâmın abdestsiz olduğu anlaşılsa, namazı iade eder. Yâni bir kimse imâma uyup
ondan sonra imamının muh-dis olduğu meydana çıksa, o imâma uyan kimse namazı
iade eder. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Bir adam bir cemâate
imam olup namaz kılıverse, ondan sonra cünulf olduğunu hatırlasa, o cemâat ve
adam namazı iade ederler.» buyurmuştur.
Bir ümmî ile bir
okuyabilen kimse ,
bir ümmîye uyup veya son iki rek'atta İmâm olan ümmî bir ümmîyi istihlâf etse
(yâni yerine imâm yapsa) ,
üçünün de namazı fâsid olur. Okuyabilenin (kârî'nin) namazının fâsid olmasının
sebebi; okuyabilen kimsenin, kirâata kudreti olmakla beraber kıraati terk
ettiği içindir. İki ümmînin namazının fâsid olmasına gelince; şüphesiz iki
ümmî cemâate rağbet ettikleri zaman, okuyabilenin kıraati, ikisi için kıraat
olduğundan onların okuyabilene uymaları vâcib olmuştur. İmdi okuyabilen
kimsenin kıraate kudreti ile beraber^ o iki ümmî, kırâat-i takdîriyyeyi
(takdir edilen kıraat) terk etmişlerdir. Eğer okuyabilen kimse, ümmiyi son iki
rek'atte istihlâf etse,
hepsinin namazı fâsid olur. Çünkü kıraat her namazda tah-kîken (hakikaten) veya
takdîren vâcibdir. Halbuki burada kıraat mevcut değildir. Son iki rek'atta
kıraatin vâcib olmaması sebebiyle, son iki rek'atta, ümmînin istihlâf için
uygun olduğu zannedilmesin diye, musannif son iki rek'atı ayrıca zikretmiştir.
Namazda erkekler,
İmâmın ardında saf olurlar, Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Sizden ahlâm ve akıl
sahihleri bana yakın dursunlar.»
Yâni âkil ve baliğ olanlar bana yaklaşsınlar, buyurmuştur.
Erkeklerin ardında
çocuklar, onlann ardında hünsâlar saf oiuf.
Hanâsî, (hı) nm fethiyle hünsânm çoğuludur. Habâlâ, hublâ'-run
çoğulu olduğu gibi. Çocuklar, erkeklikde hâlis oldukları için, hünsâlardan öne
alınmıştır. Hünsâlann ardında da kadınlar saf olurlar.
Eğer kadınlar
erkeklere bir rükn miktarı muhâzî (ayni hizada) olurlarsa, malûm olsun ki,
namazı bozar. Bunun bir takım şartları vardır:
Birincisi: Kadının
erkekle bîr hizada bulunduğu yerde bir rükn eda edecek kadar kalmasıdır. Ancak
bir rüknden az durmak bozmaz.
İkincisi: Erkekle bir
hizada bulunan kadının, vücudca iri ve cîmâa elverişli bir müştehât
olmasıdır. Sahih olan budur. Cimâa elverişli olmaktan murâd, fil cümle yani
(halde veya mâzîde)
şehvet ehlinden olmasıdır. Yalnız o hizada duran, mecnûne veya iştah hâsıl
olmayan küçük kız olursa, namazı bozmaz. Velev ki o muhâziye ,
«mahrem veya insanların tabiatlarının hoşlanmadığı» bir yaşlı kadın olsun,
yine namazı bozar.
Üçüncüsü : Erkek ve
kadının ikisinin de namazının rükû ve sücûdlu namaz olmasıdır. Eğer ikisi de
imâ ile kılarlarsa; hattâ,.eğer kadın Cenaze Namazında erkekle bir hizada
durursa, namazı bozmaz.
Dördüncüsü : İkisinin
edâ edecekleri namazda, ikisinden birinin diğeri için imâm olması veya edâ
edecekleri namazda ikisinin bir imâma uyması suretiyle o namazın ikisi arasında
ortak olmasıdır. Şu halde, ortaklık imâm ile me'mûm (imâma uyan) arasına ve
iki me'mum arasına şâmil oîur. Sonra muhâziye ile imâmın namazda ortaklığı,
bazan hakikaten oîur. Nitekim rrfüdrikde
olduğu gibi. Bazan da hükmen olur. Nitekim lâhikde
olduğu gibi. Çünkü lâhik, kaza edeceği namazda, sanki o imâmın ardında
gibidir. Nitekim izahı yakında gelecektir. Şüphesiz, zikrolunan şekilde
ortaklık, Bayram Namazı, Teravih Namazı ve Ramazanda Vitr Namazı gibi Namazın
edasına, kazasına; farzlara ve gayrına şâmildir. O halde muhâzât
zikredilenlerin hepsinde namazı bozucudur.
Beşincisi: Erkek ile
bir hizada namaza duran kadının, hâilsiz bir
yerde olmasıdır. Çünkü hâil muhâzâtı kaldırır. Hâilin en azı, muah-hara-ı rahl
miktarıdır. Çünkü, Namaz ahvâlinin en aşağısı oturmaktır. Bu bakımdan, hâilin
en azı muahhara-ı rahl ile takdir edilmiştir. Hâilin kalınlığı parmak
kalınlığı gibidir. Ferece (ferace) de, hâil yerine geçer. Ferecenin en
aşağısı, bir adam ayakta duracak kadar miktardır. Zeylaî' (Rh.A.) de böyle
demiştir.
Altıncısı : Erkekle
bir hizada duran kadının yönlerinin bir olmasıdır. Hattâ yön ayrı olsa, namazı
bozmaz. Halbuki yönün ayrılığı ancak, Ka'be'nin içinde veya
karanlık bir gecede her biri araştırma ile namazlarım kılmaları hâlinde
tasavvur edilir. İmâm Serûcî (Rh.A.), «Gaye» adlı kitabında, Ka'be'de Namaz
Babında böyle zikretmiştir.
Yedincisi: İmâmın
kadına veya kadınlara namaza başladıktan sonra de£i! de, başladığı vakitte
niyet etmesidir.
Sonra erkekle bir
hizada namaza duran kadının bütün uzuvla-nyle muhâzî olması gerekmez. Hattâ bu
muhâzât onun bazı uzuvlarıyle bile olsa yeterlidir.
Ebû Ali Nesefî (Rh.A.)
demiştir ki: Muhâzâtm haddi, erkek ile bir hizada olan kadının uzvundan bir
uzvunun erkeğin bir uzvuna muhâzî olmasıdır. Hattâ eğer kadın bir sofa (zulle)
üzerinde, erkek de oradan aşağıda kadının hizasında olsa, eğer erkek kadının uzvundan
birine muhâzî olursa, erkeğin namazı bozulur.
Zeylaî (Rh.A.)
demiştir ki: Muhâzâtta mu'teber olan - sahîh kavle göre - kadının inciği ve
topuğunun muhâzî olmasıdır. Bazısı, muhâzâtta mu'teber olan, kadının ayağıdır,
demişlerdir.
Şayet sen (ey müslüman!)
bu şartlan Öğrendinse, malûm olsun ki; musannifin «müştehât» sözü «şayet ona
muhâzî olsa» sözünün failidir. Yâni müştehât kadın, erkeğe, namazın
rükünlerinden bir rükn edâ edecek kadar muhâzî olsa; eğer o, erkeğin bir
uzvuna muhâzî olursa erkeğin namazı bozulur. İmdi musannifin «bir rükn
miktarı» sözü, birinci şarta işaret olur. Yine musannifin «müştehât, şayet ona
mahrem de olsa» sözü, ikinci şarta işarettir. Bu mahrem olanlar erkeğin
kızkardeşi, kızı veya bunlara benzeyenlerdir. Musannifin, «müştehât ile erkek,
kâmil namazlarında bir hizada bulunsalar» sözü, üçüncü şartta işarettir.
Musannifin «edâ etmek yönünden müşterek olan kâmil namaz» sözü, dördüncü şarta
işarettir. Kaza Namazının karşılığı sanılmasın diye musannif «edâen»
dememiştir. Yine musannifin «hâlisiz bir yerde» sözü «Hâzethü = ona muhâziye
oldu» -sözüne mütealliktir ve beşinci şarta işarettir. Musannifin, «müştehât
ile erkeğin yönleri bir olsa» sözü, altıncı şarta işarettir. Yine musannifin
«namazı bozulur» sözü, «ona muhâziye olsa» sözü için ceza (cevap) dır.
Musannifin, «eğer erkek kadına imamete niyet ederse, erkeğin namazı fâsid
olur, ve eğer erkek ona imamete niyet etmezse müştehâtın namazı fâsid olur.»
sözü yedinci şarta işarettir.
Bir cemâat bir
mescidde olan gölgeliğin (sofanın) /Zulle/
üzerinde namaz kılsalar ve o (erkeklerin bulunduğu) gölgeliğin altında,
önlerinde kadınlar yahut yol olsa, o cemâatin namazları caiz olmaz. Çünkü yol
ve kadınların saffı, iktidâya manîdir. Hâniye'de böyle zikredilmiştir.
Eğer o mescidin gölgeliği
(zulle) üstünde namaz kılan erkeklerin altlarında, hizalarında kadınlar olsa, o
yerin üstünde olan erkeklerin namazları caiz olur. Çünkü onların arası ile
imâmın arasında kadınlar yoktur. İmdi o yerde hâil bulunduğundan muhâzât olmaz.
Şu halde on-Lirin namazları fâsid olmaz. Meselâ : Bir erkek bir kadın ile
beraber, aralarında duvar olduğu halde, bir namaz kılsalar, namazları fâsid olmaz.
Bir mescidin mahfeli
üzerinde namaz kılan nıusallînin, eğer o mescidin sahnmda (orta boşluğunda) boş
yer bulunursa, namazı mekruh olur. Eğer sahnmda boş yer bulunmazsa mekruh
olmaz.
İmâm ile ona uyan
kimse arasında olan geniş yol, imâma uymayı meneder. Geniş yol, içinden araba
ve yüklerle dolu kafile geçen yoldur.
Yol ile büyük nehirden
her biri, mescidde bulunduklarında iktidâyı menetmez. Büyük nehir, içinde küçük
gemi yüzen nehirdir. Mescidde olan geniş boşluk da iktidâyı menetmez. Hâniye'de
böyle zikredilmiştir. Bir kavle göre; «Geniş yol ve büyük nehir gibi geniş
boşluk da meneder.»
Yine sahrada İmâm ile
Muktedî arasında tek saffa sığmak mümkün olacak kadar bir aralık iktidâyı
menetmez. Sahrada üç zira' miktarı aralık olması iktidâyı meneâer, diyen de
vardır. Sahralarda musalla (cebbâne)
Bayram Namazında mescid gibidir.
Kâdîhân (Rh.A.) : Eğer
imâm, insanlar ile beraber Bayram Namazını musallada kılsa, her ne kadar
safların arasında açık yer veya genişçe yer olsa da, hepsinin namazları caiz
olur, demiştir. Çünkü cebbâ-ne yâni musalla insanlar için, namazın edası
hakkında mescid hükmündedir.
İmâm ile muktedî
arasında hâil olur ve o hâil sebebiyle imâmın durumu bir bakıma şüpheli olursa,
o hâil iktidâyı meneder. Eğer o hâil sebebiyle imâmın durumu şüpheli olmazsa,
iktidâyı menetmez. Ancak yer, ayrı ayrı olursa (yâni saflar bitişik olmazsa),
iktidâyı meneder.
Kâdîhân (Rh.A.)
demiştir ki : Eğer muktedî kendi evi Üe mescid arasında olan duvar üzerinde
olsa, muktedîye İmâmın hali şüpheli olmazsa, iktidâ sahih olur. Eğer muktedî,
evinin damı üzerinde dursa ve muktedînin evi de o mescide bitişik olsa, her ne
kadar imâmın durumu o muktedîye şüpheli olmasa da, o muktedînin mescidde olan
imâma uyması sahîh değildir. Çünkü rnescid ile muktedînin evinin damı arasında
çok aralık vardır. Şu halde mekân ayrı ayrı olmuştur. Fakat mescid ile beraber
olan evde ancak duvar araya girmiştir. Halbuki burada yer ayrı değildir. Yer
birleşmiş olduğu vakitte iktidâ şahindir. Ancak eğer imâmın durumu, o
muktedîye şüpheli olursa, iktidâ sahîh değildir.
Yine Kâdîhan (Rh.A.) demiştir
ki: İmâm namazı bitirdiği zaman, Kıblenin sağ tarafına dönmesi müstehabdır.
Kıblenin sağı, Kıbleye yönelenin solunun hizasında olan taraftır. Kıblenin
solu, Kıbleye yönelenin sağının hizasında olan tarafdır.
Müdrik, ıstilahda imâm
ile beraber rek'atlan kılan kimsedir.
Mesbûk, imâmın onu
bütün rek'atlar ile geçtiği ve imâma, son rü-kûdan başını kaldırdıkdan sonra
yetişen veya imâma teşehhüdde yetişen kimsedir. Veya imâm, o kimseyi bazı
rek'atlar ile geçer. O kimse imâma iki rek'ath namazda birinci rek'attan sonra
yetişir veya ikinci rek'attan sonra yetişir. Veya dörtlü olan namazda üçüncü
rek'atta yetişir.
Lâlıik ise, bütün
rek'atlan kaçıran kimsedir. Veya imâma îktidâdan sonra rek'atlann bazısını
kaçıran kimsedir. Şöyleki: O kimse birinci rek'atta imâma yetişir. Namazda
iken abdesti bozulur. Gider abdest alır ve imâm namazdan çıktıkdan sonra gelir
namaza başlar. Dört rek'atı ta-mâmıyle kılar. Ya da o lâhik bir rek'atı veya
iki rek'atı veya üç rek'atı edâ ettikden sonra abdesti bozulursa, gidip abdest
alıp gelir, kaçan rek'atlan kılar. Lâhıkm hükmünün açıklanması yakında
gelecektir.
Mesbûk için kaza
ettiği namazda, iki cihet vardır. Biri, hakikat bakımından tek kalma (infirâd)
cihetidir. Şüphesiz mesbûkun kıldığ; namaz, imâm ile beraber iltizâm eylediği
namazdan değildir. Diğeri de ik-tidâ cihetidir. İktidâ şekli cihetinden,
mesbûkun tahrîmesini imâmın tahrîmesi üzerine bina eder. Bu durumda, birinci
cihete bakılınca, mesbûk münferid gibidir.
Şayet mesbûk kaçan
rek'atlan kaza etmeye kalkarsa, (Sübhâneke) yi okur. Eğer mesbûk imâma, açıkdan
okumuş olduğu kıraatte yetişirse, (Eûzü) yü okur, (Fatiha) yi ve sûreyi kıraat
eder.
Mesbûkun kıraati
terkederek kaza eylediği namazı fâsid'olur. Mesbûkun namazı, kadınla bir
hizada olmakla bozulmaz. Eğer mesbûk mü-sâfir olursa, ikâmete niyet ederek kaza
eylediği namazı dört rek'ate dönüşür. Mesbûkun kaza ettiği namazda
yanılmasıyle secde lâzım gelir. Bu zikredilen hükümlerin hepsi tek başına
kılanın ahkâmmdandır.
Mesbûk, ikinci cihete
nazaran muktedî gibidir. O mesbûka iktidâ etmek caiz değildir. Çünkü mesbûk
tahrîme hakkında bina edicidir. Münferid bunun aksinedir. Yâni Ona iktidâ caiz
olur. Her ne kadar, imamına hâdes vâki olduğunda imamının mesbûku yerine
geçirmesi uygun ise de hilâfsız olarak ona iktidâ caiz değildir.
İftitâh tekbiri mesbûkun
tahrîmesini sona erdirir,
Yâni eğer mesbûk muktedî, namazı yeniden kılmaya niyet ederek tekbir alıp ve
namazı kesse mesbûk muktedî yeniden başlayıcı ve kesici olur. Tek başına kılan
bunun aksinedir.
İmâmın sehvi ile
(mesbûkun) kendisine sehv secdesi lâzım gelir. Yâni geçen namazı kazaya kâim
olduğunda imamına iki secde-i sehv lâzım gelse İmâmla secde-i sehve dönmesi
lâzım gelir. Eğer dönmezse namazının sonunda sehv secdesi etmesi lâzımdır. Tek
başına kılan bunun aksinedir. Başkasının sehvi ile kendisine secde lâzım
gelmez. Her ne kadar mesbûk namaza dahil olmazdan evvel İmâmın sehvinde hâzır
değilse de ona secde-i sehv lâzım gelir.
Mesbûk muktedî, teşrik
tekbirlerini okur. Tek başına kılan bunun aksinedir. Çünkü İmâni A'zam' (Rh.A.)
a göre, münferide teşrik tekbiri vâcib değildir.
Lâhik için infirâd ve
iktidâ ciheti yoktur. Bilâkis lâhik sanki imâmın ardında gibidir. Hattâ
müsâfir olsa, ikâmete niyetle farzı değişmiş olmaz.
Lâhik, kaza ettiği
namazda kıraat yapma2. Yine lâhik, şayet kaza ettiği namazda yanılsa, sehv
secdesi yapmaz. İmâmın unutarak terk ettiği rüknü yerine getirmez. Lâhikm
kadınla bir hizada kaza ettiği namazı fâsid olur. Yine lâhikın,^ imamından
kıblenin hatâsını öğrenmesi ile namazı fâsid olur. Bu zikredilenlerin hepsi
muktedî ahkâmındandir.
Mesbûk, kıraat
hakkında namazının evvelini kaza eder ve teşehhüd hakkında sonunu kaza eder.
Hattâ eğer mesbûk, imâm ile beraber Akşam Namazından bir rek'ata yetişse, imâm
selâm verdikten sonra iki rek'atı kaza eder ve iki rek'atm arasını bir oturuşla
ayırır. Çünkü mesbûk, bir rek'atı kaza etse, sanki o teşehhüde nazarla iki
rek'atı kılmış gibi olur. '
,
Mesbûk, o iki
rek'attan her birinde (Fatiha) yi ve (sûre) yi okur. Çünkü o, mesbûkun kaza
ettiği namazın evveli gibi olmuştur. Eğer mesbûk, iki rek'atın birinde kıraati
terk etse namazı fâsid olur.
Eğer mesbûk dört rek'atlı
namazdan bir rek'ata yetişse, diğer rek'-atı kılar, (Fatiha) yi ve (sûre) yi
okur ve (teşehhüd) eder. Çünkü mesbûk sanki, (teşehhüde) nazarla iki rek'at
kılmış gibidir. Ondan sonra mesbûk diğer rek'atı kılar, (Fatiha) yi ve (sûre)
yi okur. Zira mesbûk, kıraate nazarla namazının evvelini kaza etmiştir. Üçüncü
rek'atta (teşehhüd) yapmaz. Çünkü kaza ettiği, (teşehhüde) nazarla namazın sonudur.
Mesbûk, üçüncü rek'atte okumak ile okumamak arasında muhayyer bırakılmıştır.
Efdal olan üçüncüde de okumaktır.
Bir imâmın namazında,
bina için manî olmayan bir hades arız olsa, imâm yerine başkasını geçirir (istihlâf
eder).
Zira her ne kadar,
hadesin zuhur bulması, selâmdan önce ve te-şehhüdden sonra da olsa - Burada
«Bina için manî olmayan» kaydı şarttır. Çünkü mutlak hades, çoğu nüshalarda
olduğu gibi sahîh değildir. Nitekim bu husus yakında açıklanacaktır. - Bu
takdirde, o imâmın namazı tamam olmaz. Ma'lûmdur ki: «Hurûc bisun'ihî»
(namazdan kendi fiili ile çıkmak), İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre farzdır. Halbuki
burada hurûc bi sun'ihî mevcut değildir. İmâm, yerine birini geçirir (istihlâf
eder). O abdesti bozulan imâmın, yerine birini geçirmesi caizdir. Çünkü imâmın
yeri imâmsız kalsa, muktedînin namazı fâsid olur. Hattâ eğer imâmın abdesti
bozulup birini öne geçirmeden mescidden dışarı çıksa, cemâatin namazı fâsid
olur. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Yerine başkasını
geçirmenin (istihlâfın) şekli şudur: İmâmın abdesti bozulunca, burnu kanadı
sanılsın diye, elini burnu üzerine koyarak ve kamburlaşarak geri çekilir.
Böylece imâmdan sûi zanlar kalkar.
İmâm, kendisini takib
eden safdan işaretle bir kimseyi öne geçirir.
Eğer konuşursa,
cemaatin namazı bozulur. Sahrada safları geçmediği müddetçe, imâm yerine
başkasını geçirebilir. Şayet mescidde olursa, mescidden çıkmadığı müddetçe,
yerine başkasını geçirebilir. Eğer imâmın abdesti bozulup yerine başkasını geçirmese,
hattâ bu haddi geçse, cemâatin namazı bâtıl olur. İmâmın namazının bâtıl
olmasında iki rivayet vardır.
Nitekim şayet imâm
kırâattan hasr olsa, yâni, namaz caiz alacak kadar okumadan tutulsa, şüphesiz
o, bu takdirde tmâm A'zam' (Rh.A.) a g-Öre - yerine başkasını geçirir, tmâmeyn
bunun aksi görüştedir. Eğer imâm, namaz caiz olacak kadar okusa, hades
vukuunda, yerine başkasını geçirmeye hacet olmadığı için, hilâfsız, istihlâf
(yerine geçirme) caiz olmaz. (Yerine başkasını geçiren) imâm abdest alır ve
geçen namaz üzerine geri kalanı bina eder. Namazını abdest aldığı yerde tamâm
eder veya ilk yerine döner. Eğer yerine geçirdiği imâmı namazdan çıktıysa,
münferid gibidir.
İmâm, söylendiği gibi,
abdest aldığı yerde namazı tamamlamakla, ilk yerine geri dönmek arasında
muhayyerdir. Muhayyerliğin sebebi şudur : Birincide yâni namazı abdest yerinde
tamamlamakta az yürümek vardır. İkincide yâni ilk yerine dönmekde, bir tek
yerde namazı edâ vardır.
Eğer imâmın, yerine
geçirdiği imâmı namazdan çıkmamış ise, kesinlikle yerine döner. Nitekim,
abdesti bozulduğu zaman muktedî de imâm gibidir. Efdal olan, hilaf şüphesinden
kurtulmak ve halelsiz edâ gerçekleşmesi için münferidin ve imâmı namazdan çıkan
muktedînin namazı yeniden kılmasıdır.
İmâm ile muktedî,
cemâat fazileti kazanmak için bina ederler. Eğer abdesti bozulan imâm, bir
mesbûku yerine geçirse, tahrîmede ortaklık bulunduğu için, caiz olur. İmâm için
evlâ olan yerine müdriki geçirmektir. Çünkü müdrik imâmın namazını tamamlamaya
daha kadirdir. Bu mesbûk için uygun olan, teslimden aczi sebebiyle öne geçmemesidir.
Eğer mesbûk öne
geçerse - imâmın yerine kâim olduğu ve onun kendisine ulaşması için başlaması
sebebiyle - önce o imâmın namazını tamamlar.
Mesbûk namazın sonunda
selâma ulaşınca, cemâate selâm vermek için bir müdriki öne geçirir.
Mesbûk, teşehhüd
miktarı oturmak suretiyle imâmın namazını tamamladığı zaman, kahkaha, dünyâ
kelâmı ve bunlar gibi namaza aykırı şeyler o mesbûk un namazına zarar verir.
İlk imâmın namazına da
zarar verir. Çünkü o aykırı şey, ilk imâm ile mesbûkun namazları esnasında
meydana gelmiştir. Ancak, eğer namaza aykırı iş,- ilk imâmın abdest alıp
yerine geçirdiği halifesine - onun abdestini bir şey bozmamış şekilde -
yetişmekle namazı bitirmesi sırasında olsa, halîfesi ardında namazı tamâm
etmekle, münâfî (namaza aykırı şey) cemâate zarar vermez. Çünkü onların namazı
tamâm olmuştur.
Eğer birinci imâmın
abdestini bir şey bozmazsa ve teşehhüd miktân
oturup, kahkaha ile gülerse veya kasden abdestini bozarsa, namaz arasında
münâfî bulunduğu için mesbükun namazı bozulur.
Eğer dünyâ kelâmı
söylerse veya mescidden çıkarsa, mcsbûkun namazı bozulmaz. Çünkü kahkaha,
imâmın namazına tesadüf eden cüz'-ü (kısmı) bozar. Şu halde muktedînin
namazında mislini ifsâd eder. Ancak, imâm bina etmeye nıuhtâc olmaz, ve mesbûk
bina etmeye muh-tâc olur. Fâsid üzerine bina olunan ise fâsiddir. Fakat kelâm
bunun hilafıdır. Zira kelâm, selâm manasınadır. Çünkü kelâm ondandır (mütemmimdir),
münâfî değildir. Bundan dolayı bununla namazın şartı yok olmaz. O şart da
temizliktir. Şayet kelâm (yâni konuşmak), namazdan bir cüz'e tesadüf ederse, o
cüz'ü ifsâd etmez. Öyleyse kelâm, mesbûk hakkında tesir etmez. Fakat şart;
namaz anında keser, zamanın gayrinde kesmez. Kelâm, selâm manasınadır. Şu
bakımdan ki, şüphesiz kelâm, namazın şartını bâtıl etmez. O şart da
temizliktir. Kahkaha ve kasden hades bunun hilafıdır. Mescidden çıkmak da kelâm
gibidir. Çünkü mescidden çıkmak namazı kesicidir, bozucu değildir.
Binanın mânü; kasden
hadesdir, delirmedir ve bayılmadır. Namazda abdesti bozmayan bir uyku ile
uyuyup ihtilâm olmaktır. Veya hatıra getirme ve şehvetle dokunma gibi,
ihtilâmın gayrı ile meni gel-mekdir. Zahîriyye'de böyle zikredilmiştir.
Yine, kahkaha ve
dirhem miktarını geçen çok idrar, baş yarığından kanın akması ve istincâ
yerinde avretin görünmesi, bunlar da bi-nâyı meneder. Ancak, eğer musallî
-mecbur kalırsa, menetmez. İstincâda kadının avret yerinin görünmesi de, binayı
meneder. Ancak eğer mecbur kalırsa, binayı menetmez.
Abdest almaya giderken
ve gelirken okumak da binayı meneder. Bir kavle göre; «Giderken okursa namaz
bozulur, gelirken bozulmaz» Diğer bir kavle göre; «Gelirken okursa bozulur,
giderken okursa bozulmaz.» Sahih olan ikisinde de bozulmasıdır. Çünkü giderken
(birincide) hades-le beraber bir rükn edâ etmiş ve gelirken (ikincide) de bir
rükn edâ etmiştir. Esah kavide, teşbih ve tehlil
kıraatin aksidir. Zira teşbih ve tehlilde rüknü edâ yoktur. Bu, ammden (kasden)
hades yahut kıraat üzerine matuftur.
fşâretle su istemek de
binayı meneder.
Birbirine vermek (teati) ile
suyu satın almak da binayı meneder. (Teâtî) sözcüğü ile musannifin
kaydlamasına sebeb; suyu, açıkça icâb ve kabul ile
satın alsa, namazın bozulduğunun besbelli olmasıdır.
Hadesin vukuundan
sonra, bir rükn edâ edecek kadar oyalanmak-da binayı meneder. Ancak, eğer hades
ile beraber oyalanmak, uyurken olursa, binayı menetmez. Yâni hades, abdesti
bozulanın uykusu hâlinde olursa menetmez. Çünkü uyku hâlinde olan hades ve
oyalanma binayı menetmez.
Mescidden çıkmak ve mescidin
gayrı, sahra gibi yerde, safları geçmek ve hades vâki oldu sanıp sonra temiz
olduğu ortaya çıktıkdan sonra mescidden çıkmak da binayı meneder. Eğer
teşehhüdden sonra kas-den namaza aykırı bir iş yaparsa, kendi sun'iyle çıkmak
bulunduğu için, namaz tamâm olur.
Eğer namaza münafî
(aykırı şey), teşehhüdden sonra, muhdisin irâdesi olmaksızın bulunca, münâfî,
namaz tamâm olmazdan Önce bulunduğu için, namaz bâtıl olur. İmâmeyn, bunun
aksi görüştedir.
Teyemmümdü olan
kimsenin, namazda, suyu kullanmaya kudretinin olmasıyla namaz bâtıl olur.
Teyemmümlüye iktidâ eden abdestlinin de, suyu görmesiyle namazı bozulur. Kenz
Sahibi: Teyemmümlü suyu görse, namazı bâtıl olur, demiştir. Zeylaî (Rh.A.)
demiştir ki : Görmek-den maksat, onu kullanmaya kadir olmaktır. Hattâ, eğer
teyemmümlü suyu görüp, onu kullanmaya kadir olmazsa, namazı bâtıl olmaz; eğer
suyu görmeden onu kullanmaya kadir olursa, teyemmümlünün namazı bozulur. Şu
halde işin, esası, kudrete göre olup, başka şeye göre değildir. Kenz Sahibinin
Namazın bozulmasını, teyemmümlünün suyu görmesine bağlamasının, bir fâidesi
(mânâsı) yoktur.
Eğer bir abdestli, bir
teyemmümlünün ardında namaz kılarken suyu görse, onun namazı bozulur. Çünkü
bilir ki, imâma bunu haber vermesiyle, imâm suyu kullanmaya kadir olur. İmâmın
ise, suya kudreti olmadığı için namazı tamdır. Bundan dolayı ben Kenz
Sahibinin ibaresini görülen sekile çevirdim.
Mestine mesh eden
kimsenin mesti geniş olmak sebebiyle uğraş-maksızın kolaylıkla çıkarsa, namazı
bâtıl olur. Eğer mestin çıkması güçlükle olursa, namazı tamâm olur. Kendi
sun'iyle çıkmak bulunduğu için namazı bâtıl olmaz. Mestine mesh eden kimsenin,
meshinin müddeti (te-şehhüdden sonra) geçmesiyle, eğer suyu bulursa, namazı
bâtıl olur. Bir kavle göre; Meshin müddetinin geçmesi mutlaktır. Gerek suyu
bulsun ve gerekse bulmasın namazı bâtıl olur.
Ümmînin namazda âyet
Öğrenmesi veya ümmî;
âyet öğrenmeğe uğraşmaksınız başkasından işittiği âyeti ezberlemesiyle namazı
bâtıl olur. Eğer öğrenmeye çalışırsa, kendi sun'iyle çıkmak bulunduğu için,
namazı bâtıl olmayıp tamâm olur. Meşhur metinlerde ,
âyet lafzı yerine sûre denilmiştir. Sûre lafzı ancak tmâmeyn'in sözüne göre
doğru olur.
Çıplak olan
musallînin, namaz caiz olacak kadar bir libâs bul-masıyle namazı bâtıl olur.
Namazı imâ ile kılan
kimsenin, namazın rükünlerini edaya kadir olmasıyle namazı bâtıt olur. Çünkü
onun namazının sonu kuvvetlidir. Şu halde kuvvetliyi zayıf üzerine bina etmek
caiz olmaz.
Tertib sahibi olan
kimsenin, vaktini geçirdiği namazı hatırlamasıyle namazı bâtıl olur. Eğer vakti
geçen namaz, imâm için olursa, muk-tedînin o namazı hatırlanıasıyle yalnız
muktedînin namazı bâtıl olur. Zeylaî (Rh.A.)
böyle demiştir.
Okumaya kadir olan
kimsenin, ümmîyi öne geçirmesiyle namazı bâtıl olur.
Sabah Namazında
güneşin doğmasıyle, Cuma Namazında İkindi vaktinin girmesiyle, namaz içinde
özürlünün özrünün yok olmasıyle, yaranın iyileşip sargısı düşmesiyle, pislikle
namaz kılan kimsenin pisliği gideren şeyi teşehhüd miktarı oturduktan sonra
bulmasıyle, kaza kılan kimsenin üzerine mekruh vaktin girmesiyle ve cariyenin
örtüsüz namaz kılarken azâd edildiğinde avretini Örtmemesiyle, meydana gelen
durumlar - İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre - Musallînin irâdesi olmaksızın namazı
bozucudurlar. İmâmeyn ayrı görüştedir. Bu, kendi isteği ile çıkmak (hurûc
bisun'ihî), İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, farz olup, İmâmeyn'e göre, farz
değildir. Nitekim daha önce geçti.
Bir kimseye rükû da
veya sücûdda hades vâki olsa veyahut sehv secdesini hatırlayıp secde etse,
yeniden abdest aldığında, hadesin vâki olduğu rükû veya sücûdu kesinlikle iade
etmesi gerekir. Çünkü rüknü tamamlamak ancak intikâl ile olur. İntikâl ise
hadesle beraber gerçekleşmiş olmaz. Öyleyse iade lâzımdır. Eğer, rükûunda veya
sücûdun-da abdesti bozulan kimse, imâm ise başkasını yerine geçirir. Öne geçirilen
kimse; (O namazda) devamlı bulunmasıyle (namazı) tamamlama mümkün olduğu için,
rükû veya sücûdda imâm olur. Eğer rükûunda veya sücûdunda, birinci rek'atta
bir secde terkettiğini hatırlasa, o secdeyi kaza eder. Rükûyu veya sücûdu iade
etmek onun üzerine vâcib olmaz. Fakat, imkân ölçüsünde namaz düzenli olsun diye
iade ederse mendûbdur.
Bir kimse bîr kimseye
namazda uysa, İmânı olanın abdesti bozulduğunda, eğer uyan erkek ise, o
niyetsiz imânıdır. Yâni o, birinci imâmın hilâfeti ile ta'yin edilmiştir. Her
ne kadar, imâm o muktedîyi kendi yerine geçirmeye niyet etmedi ise de, burada
namazı korumak olduğu için sahilidir. Nitekim babın başlangıcında geçmiş idi.
İmâmın ta'yin edilmesi muktedi kalabalığında izdihamı önlemek içindir. Burada
ise izdiham yoktur. Bu durumda ilk imâm, namazını ikinci imâma uyarak tamâm
eder. Nitekim kesin olarak kendi yerine geçirdiği zamanda tamamladığı gibi.
Eğer o muktedî erkek
değil de, çocuk Veya kadın ise veyahut hünsâ ise, bir rivayette; imamet için
uygun olmayan kimseyi kendi yerine geçirdiği için, o birinci imâmın namazı
fâsid olur. Bir kavle göre : «Bozulmaz.» Çünkü onda, kasdî olarak yerine
geçirmek yoktur. Yine böylece, şayet o tek muktedî, ümmî olursa veya farz kılan
ardında nafile kılan ise veyahut kaza namazında müsâiir ardında mukîm ise,
hüküm zik-redildiği gibidir.
Namaz kılan kimsenin burnu
kanasa, kan kesil inceye kadar bekleyip, ondan sonra abdest alıp devam eder.
Ona namazı yeniden kılması gerekmjez.
Namaz içinde, kasden
selâm vermek namazı bozar. Musannifin kas-den (amden) kaydına sebeb şudur: Zira
yanlışlıkla selâm vermek bozucu değildir. Çünkü o ezkârdandır. (yâni namazın
rükünlerinden değildir.) Şu halde (selâm) kasdî olandan başkasında zikr, ve
kasdî olanda da (kelâm) konuşmak sayılır.
Selâma karşılık vermek
de namazı bozar. Musannifin bunu kasd ile kayd etmemesine sebeb şudur : Çünkü
selâma karşılık vermek rükünlerden değildir. Bilâkis karşılık vermek konuşmak
ve hitâblaşmaktır.
Mutlaka konuşmak
(kelâm) namazı bozar. Gerek bu kasden olsun ve gerek sehven olsun, gerek
az^veya çok olsun müsavidir.
Namaz içinde, bizim
sözümüze benzeyen dua da namazı bozar. Mesela: (AHahümme elbisnî sevbe keza)
«Ey Allah'ım bana şöyle bir elbise giydir.» demek gibi. Yine meselâ: (Allahümme
zevvicnî fülâneten) «Ey Allah'ım beni falan kadın ile evlendir.»
demek gibi. t mâ m Şafiî' (Rh.A.) ye göre, bunlar bozmaz.
Namaz içinde ızdırapla
inlemek «âh - vâh etmek» namazı bozar. Kâfî'de, Ebû Yûsuf (Rh.A.) dan naklen
zikredilmiştir ki: «âh» demek namazı bozmaz. Gerek hastalıkdan olsun ve gerek
Cennet ve Cehennemi düşünmekten olsun eşittir.
Yine, «oh» demek
ağrıdan veya Cennet ve Cehennemi hatırlamaktan olursa, Kâfi'ye göre, ikisinde
de namazı bozar.
Tatarhâniyye'de
zikredilmiştir ki : Muhammed bin Seleme' (Rh.A.) ye bundan sorulmuş, ve o,
namazı bozmaz, demiştir.
Gıyâsıyye'de
zikredildiğine göre : Fukahâ demişler ki; meseleyi buna göre almak, fetva için
daha güzeldir. Çünkü bu «oh», hastanın hastalığı şiddetli olduğunda mübtelâ
olduğu şeydendir.
«Üf» demek de namazı
bozar. Namaz içinde, hastahkdan dolayı veya musibetten dolayı ses ile ağlamak
da namazı bozar. Namazda, Cennet ve Cehennemi hatırlamaktan dolayı ağlamak ise
namazı bozmaz. Çünkü «âh ve enîn» ve bunun benzeri şey, şayet Cennet ve
Cehennemi hatırlamaktan olursa, adetâ o :
(Allahümrne innî
es'elükej cennete ve eûzü bike minennâri) «Ey Allah'ım! Ben Sen'den Cenriet'i isterim ve Cehennem'den
Sana sığınırım.»
demiş gibi olur. Böyle
demiş olsa namazı bozmaz. Eğer ağrıdan
ve musibetten olursa bir
nevi o: (Ene musâbün feazzûnî) «Ben musibete mübtelâ oldum, bana teselli ver.»
demek olur. Eğer bu şekilde söylerse, namazı bozar. Kâfî'de böyle
zikredilmiştir.
Yine namaz içinde,
Özürsüz 'öksürmek, medfûan ileyh olmayarak yâni mecbur kalmayarak, hattâ sesi
güzelleştirmek için, namazı bozar. Eğer öksürmekle (ağızdan) harf çıkarsa,
meselâ elifin fethiyle «eh» gibi veya ötresiyle «ün» gibi, İmâm A'zam (Rh.A.)
ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, namazı bozar. Eğer musallînin boğazına tükürük
ve balgam toplandığı için mecbur kalırsa, aksırmak gibi, namazı bozmaz. Her ne
kadar konuşmak meydana gelirse de, aksırmak namazı kesmez. Çünkü, tab'an
mecburî olarak meydana gelir.
Geğirtiye gelince;
eğer bununla harfler meydana gelirse - ki bu mecburen değildir - İmâmeyn'c
göre, namazı keser. Eğer mecburen olursa kesmez. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Namaz içinde, aksıran
kimseye teşmît eylemek de namazı bozar. Teşmît: Sin ile ve şin ile okunur. Esah
olan şin iledir. Teşmît ;
(Yerhamükellâh) «Allah sana rahmet eylesin»
demektir. Namazı bozmasının sebebi şudur : Çünkü bu insan sö-zündendir. Zira,
bununla insanlar arasında hitaplaşmak meydana gelir. Eğer bu aksıran kimse
veya işiten kimse
(Elhamdülillah) «Allah'a hamd olsun» dese, namazı bozmaz. Çünkü örfe göre
cevâb değildir. Eğer
aksıran kimse, kendisi
için (Yerhamükellâh) «Allah sana rahmet eylesin» dese, namazı bozmaz.
Çünkü (Yerhamunillâh) «Allah bana
rahmet eylesin» menzilesi
ndendir. Bu bakımdan namazı bozmaz.
Zahfriyye'de böyle zikredilmiştir.Namaz içinde, kötü habere cevâb olarak :
(İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcifm)
«Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve şüphesiz biz O'na dönücüleriz.» demekle namaz
bozulur.
Yine musallînin,
sevindirici habere : Elhamdülillah)
«Allah'a hamd olsun» demekle cevâb vermesi de namazı bozar.
Tuhaf habere şaşarak (Sübhânellâh)
«Allahı tesbîh ederim» demekle cevap
vermek de namazı bozar.
Musallînin;: (Lâ ilahe
illallah) «Allah'dan başka ilâh yoktur.»
demekle cevâb vermesi de namazı bozar.
Musannif, burada
«cevâb» kelimesini zikretmiştir. Çünkü musallî, eğer tahmîd ve benzeri ile
cevâb murâd etmeyip kendisinin namazda olduğunu bildirmeyi murâd etse, ittifakla
namazı caiz olur.
Cevâbı da tahmîd ve
benzeri ile kayd etmiştir; zira, sena olmayan şeyle cevâb, ittifakla bozucudur.
Musallînin namaz
içinde Mushaf-i Şerîfden okuması da namazı bozar. Çünkü Mushaf-ı şerîfden
okuyan öğrenmek murâd eder. Şu halde bu başkasından Öğrenmeye benzer. '
Namazı kılan kimsenin,
imamından başkasına namazda feth eylemcsi de
namazı bozar. Çünkü başkasına feth (telkin), öğretme ve öğrenmedir. Şu halde
bu, insanların sözündendir. Musannifin, «imânımdan başkasına» sözü, muktedînin
muktedî için fethine şâmil olur. Yine musallîden başkasına, yalnız musallîye ve
imâmın yahut münferidin, hangi şahıs üzerine olursa olsun, fethine şâmil olur.
Bunların hepsi bozucudur. Ancak, eğer musallî bununla feth kasd etmeyip,
tilâvet kasd ederse, namazı bozucu olmaz.
Bunun benzeri misâl
şudur : Şayet musallîye «malın nedir?» denildiğinde, «atlar, katırlar ve
eşekler» dese, eğer bununla cevâb murâd ederse namazı bozulur. Cevâb murâd
etmezse bozulmaz. Eğer musallî kendi imamına feth ederse, istihsânen namaz
bozulmaz. Bu hususta : »Eğer namaz caiz olacak kadar okumakla feth ederse
bozar» da denmiştir. Çünkü bu kadar okumaya zaruret yoktur. Bir kavle göre :
«İmâm diğer âyete geçtiği zaman feth ederse, feth edenin namazı bozulur.» Keza
imâm, feth edenin sözünü alırsa, imâmın namazı da bozulur. Çünkü bu; na hacet
yoktur.
Kırâatta telkin eden
(muktedî) e yaraşan, telkin (feth) etmekte acele etmemektir. Çünkü bazan âyet
imâmın hatırına gelir. Bu durumda ihtiyâçsız telkin yapılmış olur. İmâma
yaraşan feth edenin telkinini kabul etmeyip, farz miktarı okuduğunda, rükû
etmektir. Eğer farz miktarı okumaz ise, diğer âyete geçmektir.
Namaz kılan kimsenin,
namaz içinde yemesi ve içmesi namazı bozar. Çünkü yemek- ve içmek namaza
aykırıdır. Zira kasd ile unutmak arasında fark yoktur. Namaz durumu, bir
müzekkire (hatırlatıcı) dir.
Bu zikredilen yeme,
musalHnin dişlerinin aralığında yenilir şey olmadiği surettedir. Fakat, eğer
dişlerinin aralığında kalmış yenilir şey olur da namaz içinde onu yerse, namazı
bozmaz. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.
Namaz kılanın pislik
üzerine secde etmesi namazı bozar. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) dan rivayet
edildiğine göre; bu, secdeyi bozar, namazı bozmaz. Hattâ o secdeyi temiz bir
yerde tekrar yapsa sahîholur. Çünkü o secdeyi pislik üzerine yapması, yok
yerindedir. İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhammed' (Rh.A.) in bu hususta delili
şudur : Şüphesiz namaz, bölünme kabul etmez. Eğer bazısı fâsid olursa, tamâmı
fâsid olur.
Elleri ve dizleri
pislik üzerine koymak secde gibi değildir. Zira bununla namaz caiz olur. Çünkü
elleri ve dizleri pislik üzerine koymak, aslen koyulmasını terk etmek gibidir,
bunları yere koymamak ancak namazın cevazını menetmez. Musallînin yüzü bunun
aksinedir. Çünkü yüzü yere koymayı terk etmek namazın cevazını meneder.
Musallînin avret
yerinin açılması veya pislikle beraber bir rükn edâ etmesi veyahut bir rüknün
edası mümkün olacak kadar oyalanması da namazı bozar. Eğer musallînin namazda
avret yeri açılmış olsa, musallî o açılan avreti, beklemeksizin örter ise,
icmâen namazı caiz olur. Çünkü az bir zamanda çok açılma, çok zamanda az
açılma gibidir. Bu, namaza mâni değildir. Bu da onun gibidir. Eğer açılmayla
bir rüknü edâ etse veya rüknü edâ mümkün olacak kadar oyalansa namazı bozulur. .
Yine eğer musallî, pis
yer üzerinde ayakta dursa veya dirhemden fazla bir necaset elbisesine isabet
etse ya da izdihamdan dolayı kadınlar safında bulunsa ve bir rüknü edâ^etse
veya bir rüknü edâ edecek kadar oyalansa, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, namazı
bozulur. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, bozulmaz! Yâni avretin açılması ve
pisliğin bulaşması, rüknü edâ etmedikçe, namazı oyalanmakla bozmaz. Yâni rüknü
edanın miktarına itibâr edilmez. Bilâkis edasının hakikatine itibâr edilir.
İmâmın, mescidin
dışındaki bir muktedîyi yerine geçirmesi namazı bozar. Yâni şayet mescid
cemâat ile dolup, saflar mescidin dışına tassa, imâma hades vâki olduğunda
mescidden çıkıp mescidin dışından imâma uymuş olan bir adamı yerine geçirse,
hepsinin namazı bozulur. Yukarıda geçen sebebden dolayı, imâmın yerinin imâmdan
boş kalması namazı ifsâd eder. Lâkin, imâm mescidde oldukça o, yerini boş
bırakmamış gibidir. İmâm Muhammed'
(Rh.A.) e göre, namaz bozulmaz.
Çünkü safların yerleri için mescid hükmü vardır. Nitekim sahrada olduğu gibi.
Yine imâmın ardında
kadınlar varsa, kadını yerine geçirmekle namazı bozulur. Yâni imâmın ardında
erkekler ve kadınlar olsa, imâma hades vâki olup yerine bir kadını geçirmekle
imâmın ve cemâatin namazı bozulur. Çünkü imâm kendisine halîfe (vekil) olması
uygun olmayan kimseyi yerine geçirmiştir. İmâmın namazının bozulması sebebiyle
cemâatin de namazı bozulur.
Amel-i kesîrin
hepsi de namazı bozar. Amel-i kesîrin izahında ihtilâf edilmiştir. Ekseri
Ulemâya göre, amel-i kesir : Birisi baktığında şüphesiz bu işi yapanı musallî
değildir, sanır. Bir kavle göre; amel-i kesir : «Musallînin çok addettiği (veya
çok gördüğü) ameldir.» İmâm Serahsî (Rh.A.) demiştir ki : Bu son görüş İmâm
A'zam' (Rh.A.) in mezhebine daha yakındır. Çünkü onun görüşü, mübtelânın kendi
görüşüne bırakmaktır. Diğer bir kavle göre; «Amel-i kesir; iki ele muh-tâc olan
ameldir.»
Musailîniıı, yazılmış şeye
bakması ve onu anlaması
amel-ı kesîr değildir. Gerek o yazılı şey, Kur'ân olsun ve gerekse Kur'ân'dan
başka şey olsun, namaz kılan kimsenin ona bakması ve onun mânâsını anlaması,
namazı bozmaz.
Namaz kılan kimsenin,
dişlerinin aralığında kalan şeyi yemesi de namazı bozmaz. Çünkü o dişin
aralığında olan yemek, tükürüğe tâbi olduğu için, oruç dahî onun yenmesi ile
bozulmaz. Bir kavle göre; «Diş aralığında olan şey, eğer nohuddan, az bir şey
olursa bozmaz, fazla olursa bozar.» Nihâyc'dc böyle zikredilmiştir.
Sahrada namaz kılan
timsalimin secde yerinden bir kimsenin gelip geçmesi de mu şali inin namazını
bozmaz. Fııkahâ bu mevzuda söz edip demişlerdir ki:
Oradan geçmek mekruh
olur. Esah kavle göre muteber olan; mu-salimin sahrada namazının yeridir. Namas
yeri, ayağından secde yerine varıncaya kadardır. Şu halde, oradan bir kimse
geçse, her ne kadar geçen kimse günahkâr olursa da, musallinin namazı
bozulmaz.
Eğer birinin
geçeceğini zannederse, mu sal 1 i sahrada önüne bir süt-re diker.
Şayet sütre bulunmazsa, geçen kimseyi işaretle veya «Süb-hânallah» demekle
defeder. «Eğer sütre bulunmazsa»
sözü, «defeder» sözüne bağlıdır. Fakat amel-i- kesirden sakınarak, işaret ve
teşbihin ikisiyle defetmez. Veya sütre ile musallinin arasından geçse de,
rmısaiîînin namazını bozmaz.
Cemâat için imâmın sütrcsî
(diktiği) yeter. Küçük mescidde geçip giden kimse ile, önünden geçtiği musallî
arasında sütre yoksa, o geçen kimse mutlaka günahkâr olur. Geçip giden kimse
ile musallînin arası iki saf miktarı olsun veya dalia fazla olsun müsavidir.
Büyük mes-cid, bir kavle göre; «Küçük mescid gibidir.» diğer bir kavle göre de;
«Sahra gibidir.»
Musannif, namazı bozan
ve bozmayan şeylerin açıklamasını bitirince, namazda mekruh olanı ve olmayanı
açıklamaya başlayıp, musal-lînin namaz içinde esnemesi mekruhtur
demiştir. Çünkü esnemek, gevşeklik ve dolgunluk (mide) dan ileri gelen bir
haldir. Şu halde, esnemek gâlib olursa, musallî gücü yettiği kadar ağzını
yumsun. Eğer daha çok gâlib olursa, elini veya yen'ini ağzına koysun.
Namaz kılan kimsenin
gerinmesi de mekruhtur. Çünkü gerinmek tembelliktendir. Namaz kılanın, iki
gözlerini yumması yasaklanmış şeylerden olduğu için, mekruhtur.
Secde etmek istediği
zaman önünden libâsını yukarı kaldırması da mekruhtur.
Çünkü bu zorbalık çeşididir. Musallînin libâsını sarkıtması da mekruhtur. Bu
sarkıtma, libâsını başı ve iki omuzu üzerine koyup uçlarım yanlarına
salıvermektir. Çünkü bunda ehl-i kitaba benzemek vardır.
Musallînin libasıyle
ve bedeniyle oynaması da mekruhtur.
Çünkü bunlar namazın dışındaki yasaklardandır. (Namaz içinde mekruh olması ise
daha uygundur.)
Saçını toplayıp
bağlamak yasaklardan olduğu için. mekruhtur. Bu saçı toplayıp Çağlama keyfiyeti; saçını başının
ortasına bir ip ile veya zamk (biryantin) ile, birbirine yapışması ve
toplanması için bağlamaktır.
Namaz kılanın parmaklarını
çıtlatması da yasaklanan şeylerden olduğu için mekruhtur.
Hacet yok iken,
boynunu Kıbleden kayacak kadar döndürmekle etrafına bakmak, yasaklardan olduğu
için mekruhtur. Musallî gözünün ucu ile sağma ve soluna hacet için veya hacet
olmaksızın, boynunu döndürmeden baksa, namazı mekruh olmaz. Eğer göğsünü
kıbleden çevirirse, namazı bozulur.
Namaz kılanın gözünü
semâya dikmesi de mekruhtur. Yüzünü çevirmek gibi yasaklardandır. Musallînin
«ik'â» i yasaklardan olduğu için mekruhtur.
İk'â : İki oturağı
üzere oturup ve dizlerini dikip iki ellerini yer üzerine koymaktır. Çünkü bu
ik'â, köpeğin oturmasına benzer.
JVIusallînin iki kolunu
yere döşemesi mekruhtur. Bu,
ik'â gibi yasaklanmış
şeylerdendir.
Musallînin Özürsüz,
bağdaş kurup oturması da mekruhtur. Çünkü
özürsüz bağdaş kurup oturmakda, kuûd ve teşehhüdün sünnetlerini terk vardır.
Eğer özürlü olursa mekruh olmaz.
Musallînin iki elini
boş böğrü üzerine koyması da yasaklardan olduğu için mekruhtur.
Sücûd mümkün olması
için Musallînin önündeki çakıl taşlarını atması da mekruhtur. Ancak bir kere
atması mekruh değildir. Tekrarının yasaklardan olması Resûlüllah' (S.A.V.) in
şu kavli sebebiyledir; «Yâ Ebâ Zerrî Bir kere ya da terket..»
Yine musallînin,
âyetleri ve teşbihi eliyle sayması da mekruhtur. Bu, çakıl taşlarını atmak
gibi, yasaklardandır. Bunda îmâmeyn'in ayrı görüşü vardır ki kalble saymak ve
namazın dışında elle saymak mekruh olmaz.
İmânını, mıhrâbda veya
mihraptaki yüksekçe yerde veyahut yer üzerinde yalnız kâihı olması (kılması)
mekruhtur.
İmâmın yalnız kâim
olmasının üç şekli vardır. Şöyle kî: İmâmın mıhrâbda yalnız kılması «kıyamı»
mekruhtur. Çünkü bu ehl-i kitaba benzemek olur. Fakat mihrabın dışında kıyamı
ve sücûdu, kerâhiyetin sebebi bulunmadığı için, mekruh değildir.
Yine mihraptaki
yüksekçe yerde üzerinde imâmın yalnız kâim olup cemâatin yer üzerinde olması,
bu yasak edildiği ve (ehl-i kitâb'a) benzeme bulunduğu için mekruhtur.
Yine esah kavle göre,
Cemâat mihraptaki yüksekçe yerde olup İmâm yer üzerinde olmak da mekruhtur.
Çünkü bu, iki ayrı yere benzer. İmdi bunda ehl-i kitaba benzeme ve imâmı
küçültme vardır. Yükseklik boy yönünden takdir edilmiştir. Boydan alçak olursa,
mahzur yoktur. Bunu Tahâvî (Rh.A.) zikretmiş ve bu Ebû Yûsuf (Rh.A.) dan da
rivayet edilmiştir. Bir kavle göre; «Yükseklik zira' miktarıdır.» İtimâd bunun
üzerinedir. (Mesned olarak bu kabul edilmiştir.) Eğer yerde, imâm ile beraber
bir miktar cemâat olursa, sahih kavilde, keraheti gerektiren mânâ ortadan
kalktığı için, mekruh olmaz.
Arasında boşluk olan
sattın arkasında kâim olmak da, nehyedildiği için mekruhtur.
Musallînin, üzerinde resimler bulunan libâsı giymesi
mekruhtur.
Çünkü o kimse put taşıyana benzer.
Musallînin önünde
tandır veya ateş yanmış ocak olması, Mecûsî-lerin ibâdetine benzediği için
mekruhtur. Çünkü onlar ateşe ibâdet ederler.
Ya da musallînin, başı
ucunda, arkasında veya hizasında veyahut önünde resim (suret) olması,
mekruhtur. Çünkü Cebrail
Aleyhis-selâm: .
«Biz içinde köpek veya
resim olan eve girmeyiz.» buyurmuştur.
Kerahet yönünden en
şiddetlisi, resmin musallînin Önünde olmasıdır. Ondan sonra başı ucunda
(üstünde) olması, ondan sonra sağ tarafında, sonra sol tarafında, sonra arkasında
olmasıdır.
Gâye'de zikredilmiştir
ki; eğer resim (timsâl) sırtın gerisinde olursa mekruh olmaz. Çünkü bu, ona
ibâdete benzemez. Câmiu's-Sağîr'de, keraheti mutlak bir şekilde zikredilmiştir.
Ancak, eğer resim
(suret) küçük olursa veya başı kesilmiş olursa
veya ruh sahibi olmayanın resmi olursa? bu takdirde ona ibâdet edilmeyeceği
için mekruh da olmaz.
Musallînin, başı açık
olduğu halde kıldığı namazı, kayıtsızlık edip aldırış etmediği için, mekruhtur.
Allah1 (C.C.) a karşı alçalmak (tezel-îül) için olursa, mekruh olmaz.
Musallînin, idrarını
ve büyük abdestini veya yelini sıkışıp tuttuğu halde kıldığı namaz mekruh olur.
(Musallînin, idrar, büyük abdest ve yeli sıkışıp tutmakla namazın mekruh olması
mizacında illet olup zaruret hasebiyle olursacür. Yoksa eğer kasden olursa,
açıklamaya gerek yoktur.)
Mu sallı" rıin,
eski libâs ile kıldığı namazı mekruhtur.
Eski libâs (giyecek) :
Evinde giyip onunla büyüklerin huzuruna gitmediği Ubâsdir.
Musallînin, alnını
topraktan silmesi, yasaklandığı için mekruhtur. Namaz içinde, yılanı ve akrebi
öldürmesi mekruh değildir. Çünkü Ebû Hüreyre (R.A.), ResûKillah' (S.A.V.) in,
namazda esvedeyn'in (yâni yılan ve akrebin) öldürülmesini emrettiğini, rivayet
etmiştir. Bundan sonra denilmiştir ki: Eğer onların öldürülmesi, vurmak gibi
az bir fiil İle olursa, namaz mekruh olmaz. Fakat, eğer fazla uğraşmaya ve
yürümeye ihtiyacı olursa, namaz bozulur. Mebsût'ta zikredilmiştir ki: Bunda
tafsilât yoktur, çünkü bu, hadcsde yürümek ve kuyudan su çekmek gibi
ruhsattır.
Musallînin, oturup
konuşan k'imsenin sırtına karşı kıldığı namazı mekruh olmaz. Bir
kavle göre;. «mekruh olur.» Sahîh kavi, bizim zikrettiğimizdir. Çünkü rivayet
edilmiştir ki: Resûlullah (S.A.V.), sahrada namaz kılmak istediği zaman,
İkrime' (R.A.) ye önüne oturmasını emredip namazı kılardı.
Duvarda asılmış
Mushaf'a ve kılıca karşı kılınan namaz mekruh olmaz. Çünkü onlara ibâdet
edilmez. Kerahet ise, ibâdet itibariyledir. Velev ki bazıları «mekruh» demiş
olsunlar.
Musallînin, lambaya
karşı kıldığı namaz da mekruh olmaz. Çünkü Mecûsîler aleve ibâdet etmezler.
Bilâkis yanmış köze ibâdet ederler.
Resimleri olan yaygı
üzerinde kılman namaz, eğer o resimler mu-salimin oturduğu ve ayak bastığı
yerde olup üzerlerine secde edilmezse mekruh olmaz. Çünkü onun üzerinde namazı
kılmak, surete ihanet ve tahkirdir. Ta'zîm değildir. Şüphesiz, o resimler
üzerine secde etmek puta tapanlara benzemektir. Keza (yine) buradaki «keza»
lafzı, Kenz'in ibaresinde olan «fasl» gibidir. İki sözün arasında faslın sebebi
şudur : Şüphesiz ikinci söz namazla ilgili değildir. Ancak kerahet münâsebeti
iledir.
Mescidin üzerinde;
cima* etmek, küçük ve büyük abdest yapmak mekruhtur. Çünkü bu işler mescide
saygıya aykırıdır. Zira mescidin üstü (sathı) mescid hükmündedir. Hattâ eğer
bir kimse imâma uyarak mescidin sathı üzerinde dursa, onun iktidâsı sahih olur.
Mu'tekif ,
mescidin sathı üzerine çıksa, i'tikâfı bozulma;,.
Hayızlı ve cünubun,
mescidin sathı üzerinde durmaları helâl olmaz.
Hayızh ve cünubun,
içinde mescid olan evin üzerinde durmaları caizdir. Bununla murâd, namaz için
ayrılmış ve mihrabı olduğu için mescid denen yerdir. Fakat o aslında mescid
değildir. Hattâ satılması caizdir. Onun için mescid hürmeti -yoktur. Kâfî'de
böyle zikredilmiştir.
Mescidin kapısını
kapamak mekruhtur. Çünkü mescid Müslümanların namaz yeridir. Onlardan menetmek
doğru olmaz. Fukahâ demişlerdir ki: Bu mesele Selef / (Ashâb (R.A.) ve tabiîn
(R.A.) / zamanındı idi. Bizim zamanımızda mescidin kapısını, vakitlerin dışında
kapamanın mahzuru yoktur. Çünkü mescidin eşyası için emniyet yoktur.
Mescidi kireç veya sâc
ile tezyin etmek mekruh değildir. Sâc ,
kıymetli bir ağaçtır. Hindistan'dan getirilir.
Mescidi yaptıran
kimsenin, kendi malından altın ile mescidi süs iemesi mekruh olmaz. Yâni
mescidi bina eden kimsenin malıyla mekruh olmaz. Fakat mütevelli, vakf malından mescidi altın ile süs-lerse,
süslediği şeyin kıymetini öder.
Musallî, Fâtiha'dan
sonra sûrenin ortasından okusa, mekruh olmaz. Bir kavle göre; «Mekruh olur.»
Bir sûrenin sonunu iki rek'atta okumak mekrûhdur. Yine böylece bir sûrenin
sonunu bir rek'atta veya iki sûrenin sonunu iki rek'atta okusa mekruh olur.
«İkisinde de mekruh olmaz» diyenler de vardır. Bir rek'atta bir kaç sûreyi
birden okumak mekruh değildir. Mamafih «mekruhtur» diyenler de vardır. Bir sûreyi
iki rek'atta tekrar etmek mekruhtur. Ancak nafile namazda mekruh olmaz. Uygun
olan iki rek'atın arasını, bir sûre ile
veya iki sûre ile ayırmamaktır. Ancak bir kaç sûre ile ayırılır. El-Kunye'de
böyle zikredilmiştir.
Birinci rek'atta
Musallî Muavvizeteyn'i okumuş olsa, bazı âlimlere göre; îkirici rek'atta Fatiha ile Bakara sûresinden
bir kaç âyet okur. Bazı âlimlere göre de; İkinci rek'atta (Kul eûzü bi
rabbinnasî) okur.
Hâniye'de böyle zikredilmiştir. Birinci rek'atta (Kul eûzü bi rabbinnasi)
okunsa, ikincide yine onun okunması gerekir.
Sûrenin bir kısmım her
rek'atta okusa, bir kavle göre; «Mekruh olur», diğer bir kavle göre de; «Mekruh
olmaz.» Sahih kavi budur.
Bir sûre okuyup ikinci
rek'atta o sûrenin üstündeki sûreyi okusa, mekruh olur. Âyet
dahî sure gibidir. Mecma'ul-Fetâvâ'da böyle zikredilmiştir.
Musallînin namazda
başından sarığı düşse, bir eliyle sarığını kaldırıp giymesi namazı baş açık
kılmasından efdaldir. Fakat sarık, sarıldığı gibi düğümlü olduğu halde olup,
yalnız bir eliyle kaldırıp giyilmesi mümkün ise, başım Örtmesi evlâdır. Eğer
sarığın bağı çözülüp sarmaya muhtâc olursa, namazı baş açık kılması sarığı
bağlamasından ve namazı kesmesinden evlâdır. Tatarhâniyye'de böyle
zikredilmiştir.
Eğer musallî, namazı,
yenleri dirseklerine kadar sıvanmış olduğu halde kılarsa, namazı mekruh olur.
Eğer namazı don ve gömlek ile kılsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre yine mekruh
olur.
Eğer namaz kılan kimse, uzun
bir kumaş parçası veya cübbe giyip ellerini yenlerine sokmadan namazı kılsa,
müteahhirûn âlimler bu hususun
kerahetinde ihtilâf etmişlerdir. Muhtar olan, mekruh olmamasıdır. Hulâsa'da
böyle zikredilmiştir.
Vitr Namazı, farz-ı
amelîdir, farz-ı iti kail İ değildir. İkisi arasındaki fark, daha önce geçmiş
idi ki;
Vitr Namazı vâcibdir, diye rivayet
edilen şeyden maksâd,
farz-ı amelîdir.
Zahîriyye'de; Vitr
Namazı amel yönünden farizadır, ilim yönünden değildir, denmiştir. Ulemâ, «vâcibdir»
diye zikretmişlerdir.
İmâ-meyn'e göre, sünnet-i müekkededir.
Binâenaleyh Vitr
namazını inkâr eden kâfir addedilemez. Bu söz onun, farz-ı itikadının dışında oluşuna göre,
çıkarılmış bir hükümdür (tefrî'dir).
Vitr Namazı, farz
olmak üzere kaza edilir. Bu, onun farz oluşuna istinaden çıkarılmış bir
hükümdür. Çünkü, eğer sünnet olsaydı, kaza edilmezdi.
Salât-ı nıektûbedc
(Farz namazda), Vitr Namazının hatırlanması, o farz namazı bozar. Eğer sünnet
olsaydı, salât-ı mektûbeyi bozmazdı.
Yine ter'tjb sahibi
olan kimsenin Vitr Namazında, vakti geçmiş namazı hatırlaması Vitr Namazını
bozar. Eğer sünnet olsaydı, bozmazdı.
Yatsı Namazının
iadesinde, Vitr Namazı iade edilmez. Eğer sünnet olsaydı, farza uymak suretiyle
iade edilirdi.
Vitr Namazı
bir selâmla üç
rekattır. Çünkü rivayete
göre, ResûlüIIah (S.A.V.);
Vitri üç rekat kılar, ikide selâm vermezdi. Ancak üç rck'atm sonunda selâm
verirdi. Bu hadîs-i şerifi, Hz. Übey (R.A.) ve Sahâbe'den bir topluluk rivayet
etmlşlerâlr.
Musallî, Vitr
Namazının her rek'atında Fatiha ve bîr sûre okur. Çünkü Resûlullah' (S.A.V.)
dan böyle rivayet edilmiştir. Yakında açıklaması gelecektir. Bir de; Vitr
Namazının vâcib olması sünnet ile olduğu için, rek'atlarının hepsinde
ihtiyaten kıraat vâcib olur,
Musallî, Vitr
Namazının üçüncü rek'atında, rükûdan önce iki ellerini kaldırarak tekbir alır
ve Kunut duasını rükûdan önce okur. Çünkü rivayet edilmiştir ki : ResûlüIIah
(S.A.V.), Vitr Namazını üç rek'at olarak kılıp, birinci rek'alta; «Sebbihi'sme Rabbike'1-a'lâ»; ikinci rekatta
: «Ku! Yâ eyyühel kâfinin.» ve üçüncü rek'atta : «Kul hüvaHahu
ahad» ı okur, rükûdan Önce de kunut duasını okurdu. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye
göre, Kunut duası rükûdan sonra okunur.
Musallî Kunut için şu
duayı okur :
«Allâhümme innâ
nesteîmıke ve nestağtiruke ve ne-stehdîke ve nu'-minu bike ve netûbü üeyke ve
netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke'1-hayra küllehû neşküruke velâ nekfüruk ve
nahle'u ve netrûkü men-yef-cüruk.
Allâhümme iyyâke
nâ'büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidu narcû rahmeteke
ve nahşâ azâbek. İnne azâbeke bi'l-küffâri mülhık»
«Mülhık», hâ'nın kesre
ve fethasıyla rivayet edilmiştir. Esah kavi, kesresiyledir. Cemâat de buraya
gelince imâma tâbi olur. Yâni Ku-nutu imâm ile beraber gizliden okurlar.
Kunut duasının manâsı:
İlâhî! Biz muhakkak Senden yardım diler, Sen'den mağfiret niyaz eder, Sen'den
hidâyet isteriz. Seni tasdik eder, Sana tevbede bulunur, Sana itimâd ederiz.
Seni bütün hayır ile sena da ve Sana zikirde bulunur, nimetlerini itiraf ile
Sana şükür ederiz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyan edip duranları uzaklaştırır,
terke-deriz. Kendilerinden alâkalarımızı keseriz. İlâhî! Biz ancak Sana ibâdet
eder, Senin mânevi yakınlığına nâiliyet için çalışır, koşan/. Senin rahmetini
umar, azabından da korkarız. Şüphe yok ki Senin azabın kâfirlere erişicidir.
İmâm duaya başlayınca,
Ebû Yûsuf (Rh.A<) a göre; cemâat imâma tâbi olup imâm ile beraber Kunutu
okurlar. İmâm Mu ha mm e d (Rh.A.) a göre; cemâat imâma tâbi olmaz, yalnızca
«âmîn» derler.
(Evlâ olan, Hasan bin
Ali' (R.Anhümâ) nin duasını da Kunuta eklemektir.) Du& şudur:
«AUahümmehdinâ fî men
hedeyte ve âfinâ, fî men âfeyte ve tevel-lenâ fî men tevelleyte ve bârik lenâ
fî mâ a'teyte ve kına şerre mâ ka-dayte inneke takdî ve lâ yukdâ aleyk. İnnehû
lâ yezillu men vâleyte ve lâ yaizzü men âdeyte tebârekte rabbenâ ve teâleyte fe
leke'l-hamdu alâ mâ kadayte ve nestağfirukellahümme ve netûbu ileyk ve kur
rab-biğfir ve'rham ve ente hayru'r-râhimîn»
Mânâsı: «İlâhî! Bizi,
hidâyete sevkettiğin kimseler İle birlikte hidâyette bulundur. Afiyet verdiğin
kimseler arasında afiyette kıl. Dostluğuna seçip yardım ettiğin kimseler
arasına kat. Lütuf ve ihsanda bulunduğun kimselerle mübarek kıl. Aleyhlerine
hükmettiğin kimselerin şerrinden koru. Hüküm sahibi Sensin. Sana hükmolunmaz.
Dostluğuna seçip yardım ettiğin kimse zelil olmaz. Düşmanın olarak kabul
ettiğin kimse de azîz olmaz.
Ey Rabbımız! Sen bütün
noksanlardan münezzeh ve her şeyden yücesin. Hüküm ve takdir ettiğin şeylerden
dolayı hamd, yalnız Sana'-dır. İlâhî! Senden mağfiret diler, Sana tevbe ederiz.
De ki (Resulüm) : Ey
Rabbim, beni mağfiret buyur ve bana rahmette bulun. Sen rahmet edicilerin en
Hayırlısısm.»
Musallî Kunut duasını
dâima yâni yılın tamamında okur.
İmâm Şafiî '(Rh.A.)
ise; kunut duası, Vitr Namazında, ancak Ramazanın son yarısında okunur,
demiştir.
Vitr Namazından
başkasında kunut duası okunmaz.
İmâm Şafiî (Rh.A.);
Kunut, Vitr Namazında okunduğu gibi, Sabah Namazının ikinci rek'atında,
rükûdan sonra da okunur. Zira, Hz. Enes' (R.A.) : «Şüphesiz Resûlüllah (S.A.V.)
Sabah Namazında, dünyâdan ayrılıncaya kadar, Kunutu okurdu», diye rivayet
etmiştir, der.
Bizim için delil, Hz.
İbn Mes'ûd (R.A.) un rivayet ettiği şu hadîstir :
«Resûlullâh (S.A.V.),
bir ay Sabah Namazında Kunut okuyup, Arap Kabilelerinden bir kabileye beddua
etti. Sonra, Sabah Namazında Ku-nut'u terk etti.»
Terk etmesi neshin
delilidir ve tercih râvînin
Kıkıh derecesine göredir. (Çünkü, Hz. îbn Mes'ûd (R.A.), Hz. Enes' (R.A.) den
daha fakîhtir.) Veyahut tercih, me-rvî iledir. Çünkü, mervî manîdir (Gayrına
engel teşkil eder.) Şu halde o (yâni İbni Mes'ûd' (Rh.A.) un hadîsi) mübîhe,
(yâni Hz. Encs' (R.A.) in hadîsine) tercih edilir.
Kıınut'un okunmasında
Hanefî, Kunut'u rükûdan sonra okuyan Şafiî'ye tâbi olur. Çünkü ihtilâfları
Sabah Namazmdadır. Nitekim ya-kında açıklaması gelecektir.
Sabah Namazında Kunût
mensûh olmakla beraber vakî-nen
sabit olduğundan, Vitrin Kunut'unda Şafiî'ye tâbi olmaya delildir. Bu aynen,
Sena, Teşehhüd ve ondan sonra duâ, rükû ve sücûd teşbihleri gibidir.
Hanefî Mezhebinde olan
kimse, - İmâm A'zam (Rh.A.) ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre - Sabah Namazında
Kunut duasını okuyan Şafiî'ye, duada tâbi olmaz. Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre
Hanefî, Şafiî'ye tâbi olur. Çünkü, muktedîdir. Kunut ise müctehedün fîhdir. Bu
durumda İki Bayram tekbirleri ve rükûdan sonra Vitir de Kunut gibidir.
Bizim İçin delîl şudur
: Şüphesiz Sabah Namazında Kunut, rivayet edilen hadîs sebebiyle mensûhtur.
Mensûhda tâbilik olmaz. Nitekim Şafiî'nin Cenaze Namazında beş tekbir aldığı
halde, Hanefî'nin ona tâbi
olmadığı gibi.
Ancak, Sabah Namazında
Şafiî imâma uyan ii ini s t Kunut'ta, ayakta olduğu halde, tâbi olması vâcib
olan şeyde ona tâbi olmak için sükût
eder. Bir kavle göre;
«Muhalefetlerini isbât için oturur.» Çünkü susan, duâ edenin ortağıdır ve
Kunut'tan başkasında tâbiliği bulunduğu için, susmak en uygun olandır. Kunut'u
ezberleyemcyen kimsenin, üç kere «Allahümıtfağfirlî» veya
«Allahım beni mağfiret
et.» demesi nıüsle-habdır. Bu İmâm Ebu'I-Le^s' (Rh.A.)
in tercihidir.
Ya da muşa Ilı",
Kunut'u güzel ezberliyemezse;
«AHahümme rabbenâ
âtinâ fiddünyâ haseneten ve filâhireti hase-neten ve kına azâbennâr.» (Ey bizim
Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik, âhirette de iyilik, güzellik ver
ve bizi, ateş azabından koru» duasını okur. Bu dua, diğer Meşâyihin kabul
ettiğidir. Mi'râc'üd-Dirâ-ye'de de böyle zikredilmiştir.
Musallî, Kunut'u terk
edip de rükûda hatırına gelse veya rükûdan sonra kıyamda hatırına gelse, rükûda
Kunut'u okumaz. Çünkü rükû,
Kuhut'un yeri
değildir. Eğer musallî, rükûdan sonra kıyamda Kunut'u okusa, rükûu iade etmez.
Çünkü rükû farzdır, Kunut vâcibdir. Vacibi yerine getirmek için farzı terk caiz
olmaz. Çünkü rükû iade edilse, birinci rükû terk edilmiş olur. Kunut aslî
yerinden ayrıldığından, sehv için secde eder.
Muktedî, Kunut duasını
bitirmeden önce imâm rükû etse, muktedî de imâma tâbi olur. Yâni mtfktedî
Kunut'u keser ve imâma tâbi olup rükû eder. Çünkü tâbiliği terk etmek namazı
bozar. Kunut'u terk etmek bozmaz.
Teşehhüd, Kunut'un
aksinedir. Yâni şayet muktedf, teşehhüdü tamamlamadan önce imâm selâm verse,
muktedî teşehhüdü kesip selâmda imâma tâbi olmaz. Çünkü burada selâmı
terketmekîe namazın bozulmuş olması gerekmez.
Musallî, imâma Ramazan
Vitrinin üçüncü rek'atında rükûda ye-tişse, o muktedî Kunut'a yetişmiş olur.
Çünkü onun rükûa yetişmesi, kıyama yetişmektir.
Musallî, birinci rek'at veya
ikinci rek'atta sehven Kunut'u okusa, üçüncü rek'atta okumaz. Çünkü Kunut'un
tekrarı meşru değildir.