AHİRETE İMAN
A) AHİRET NEDİR?
Ahiret kelimesinin sözlük anlamı, son ve sonra olandır. Bu anlamda dünyanın
sonuna ahiret denir. Terim olarak ahiret, ölümden sonra insanların tekrar
dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam eden bir hayatın adıdır.
İçinde yaşadığımız dünyada bulunan her şey sürekli bir değişiklik
göstermektedir. Her şeyin durmadan değiştiğini, eskidiğini, canlıların doğup,
büyüyüp, gelişip,yaşlanıp öldüklerini, hep gözlemekteyiz.
Yaratılmış olan varlıkların zamanı gelince yok olmaları doğaldır. Çünkü Yüce
Allah’tan başka ölümsüz, kalici varlik yoktur. şu halde her şey belirli süreler
içersinde varligini devam ettiriyor, sonra da yok oluyor. Bu varliklar arasinda
kendisine verilen akil, irade ve güç sayesinde özel bir yere sahip olan insan da
belirli bir süre yaşadiktan sonra ölmektedir. Işte insanin canli kaldigi,
varligini sürdürdügü bu zaman süresine ömür diyoruz. Insan ömrünün belli bir
zaman sonra Allah’ın emriyle son bulmasına da ecel diyoruz. Dünyada her gün veya
her an vakti gelen insanların ömürleri tükeniyor; diğer taraftan da yeni
doğanlarla yeni hayatlar başlıyor. İşte bunlar gibi bu dünyanın da bir ömrü, bir
sonu vardır. Dünyanın bu son bulma anına "Kıyamet kopması" diyoruz. Bundan
sonra, Yüce Allah yeni bir âlem yaratacak, bütün ölüleri diriltecek ve hepsini
"Mahşer" denilen yerde toplayacaktır. İşte bu yeni âleme "Ahiret" denir.
Ahirete, ahiret günü, kıyamet günü, din günü, ceza günü, son gün, diriliş (ba's)
günü gibi isimler de verilmiştir.
İnsana hayat ve canlılık veren ruh, insanın ölümü ile bedenden ayrılır ve ruhlar
âlemine gider.
Kıyametin kopma zamanı gelince İsrafil adlı melek Allah’ın emriyle Sûra
üfleyecek bütün bu âlemin düzeni bozulacak, her şey alt üst olup taş üstünde taş
kalmayacak ve bu dünya hayatı son bulacaktır.
İsrafil’in Sûra ikinci defa üflemesiyle bütün ölüler dirilecek ve yeni bir âlem
kurulacaktır. Burada insanlara dünyada yaptıkları bütün iyilik ve kötülükleri
açıkça gösterilecektir. Sevabı, yani iyilikleri çok olanlar Cennete
gideceklerdir. Günahı, yani kötülükleri çok olan Müslümanlar günahlarının
cezasını görmek üzere Cehenneme gireceklerdir. Bunları Yüce Allah dilerse
affeder, dilerse cezalarını çektikten sonra yine Cennete koyar. İnkâr edip iman
etmeyenler ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır.
İşte yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar sürüp gidecek olan hayata âhiret
hayatı ve bu hayatın geçtiği âleme de âhiret âlemi veya öteki dünya denir. Bu
konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Sûra üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde,
kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra Sûra bir daha üflenince, hemen
ayağa kalkıp, bakakalacaklardır." (Zümer: 68.)
Birinci Sûrda Allah’ın dilemesiyle ölmeyip kalanlar, Cebrail, Mikâil, Israfil,
Azraîl, veya hamele-i arş(Arşı taşıyan melekler), ya da Rıdvan melekleri,
hûriler, cennetin hazînedarı olan Malik’le cehennem bekçileri olan zebânîlerdir.
Bu âyete göre " Sûr " iki defa üflenecektir: Birincisi ölüm üfleyişi, ikincisi
de ba’s (dirilme) üfleyişidir.
B) AHİRET GÜNÜNE NİÇİN İNANIRIZ
Ahiret gününe inanmak, iman esaslarindan beşincisidir. Ahirete inanmayan kimse
gerçek mümin olamaz. Kur'an-i Kerimde müminlerin özellikleri sayilirken:
"Ey Muhammet, onlar sana indirilen kitaba da, senden önce indirilenlere de
inanirlar; ahirete de onlar kesinlikle inanirlar" (Bakara / 4) buyrulmaktadir.
Bir başka ayette:
"Kim Allah'i, meleklerini, kitaplarini, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr
ederse, mutlaka haktan çok uzak, derin bir sapikliga sapmiştir." (Nisa /136)
buyrulmaktadir.
Önemine binaen Kur'an-i Kerimde birçok ayette Allah'a imandan hemen sonra,
Ahirete iman zikredilmiştir.
"Allah'a ve ahiret gününe inanip salih amel işleyen kimselerin Rableri katinda
büyük ecirleri vardir. Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar."
(Bakara / 62),
"Insanlardan bazilari, biz Allah'a ve ahiret gününe inandik derler. Halbuki
onlar inanicilar degildirler." (Bakara / 8) ayetlerinde oldugu gibi.
Çünkü ahirete inanan kimse, onun peygamberine, dolayisiyla meleklerine ve
kitaplarina kolayca inanir. Allah’ın yüce sıfatlarını öğrenince de, hayrın ve
şerrin Allah'tan olduğuna ve her şeyi onun takdir edip yarattığına, yani kaza ve
kadere de inanır. Ama tecrübe ve müşahede alanı dışında kalan ve sadece nakille,
Allah ve Rasülünün haber vermesiyle bilinen yepyeni bir alemin ve hayatın, yani
ahiret hayatının var ve hak olduğuna inanmak, daha büyük teslimiyet ister. Bu
bakımdan, ahiret hayatına inanmak, iman esasları arasında önemli bir yer tutar.
Ahirete inanan kişi öldükten sonra tekrar dirileceğine, dünyadaki işlerinin
karşılığı olan cennet ve cehenneme ve oradaki hayatın sonsuz olduğuna da inanır.
Böyle bir inanca sahip olan kişi, yaptığı bütün işlerden sorumlu olduğunu,
herkese hakkının burada verileceğini düşünür ve kavrar. Ahiret hayatındaki
sonsuz mutluluğun, ancak bu dünyada kazanılacağını da bilir.
Bu dünya bir bakıma ahiretin tarlası gibidir. Burada ne ekersek orada onu
biçeceğimize şüphe yoktur.
Ahiret inancı bize çok şeyler kazandırır. İnsanların birçoğu hayatı yalnız bu
dünyadan ve kendi menfaatlerinden ibaret görürler. Mal, mülk, para onlar için
her şeydir. Bu uğurda haksızlık bile yapabilirler. Daha çok kazanabilmek için
başkalarına karşı acımasız olabilirler. İşte böyle insanlardan oluşan bir
toplumda ahlâkı korumak güçleşir. Her türlü kötülük bu tür toplumlarda çoğalır.
İnançlı kimseler ise, bu dünyanın geçici olduğunu, ölümle her şeyin bitmediğini,
öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, âhiret âleminin ebedî olduğunu,
düşünürler ve bilirler. Böyle kişiler, bu dünyada daha bilgili ve ahlâklı olmağa
çalışırlar. Doğru yollardan, yalana, hileye, rüşvete başvurmadan çalışarak
kazançlarını artırırlar. Herkese yardım ederler, kimseye kötülük etmezler.
Düzenli, mutlu, saygılı, merhametli olurlar. Adaletten ayrılmazlar, kimseye
haksızlık ve eziyet etmezler.
C) AHİRETE İMANIN FERT VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Gerçekten uhrevî sorumluluk fikri, İslâm dininde bir asıldır. Fert ve toplum
meselesi de bununla ilgilidir. İslâm dininde âhiret ve sorumluluk fikri, korku
ve ümit, fertleri topluma bağlayan bir âmildir.
Ahirete iman, daha yüksek ve ebedî bir hayata imandır. Bu dünyaya, ilim ve
fazilet kazanmak, bulunduğu hayattan daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek
için geldiğine ve o âlemdeki mutluluğun bu dünyada kazanacağı yüksek ilim ve
faziletlere bağlı olduğuna iman etmiş olan bir insan ve toplum için şu tesirleri
görülür:
1- Ahiret inancının gösterdiği yolu tutarak aklını, ahlâkını hakîki ve müspet
ilimlerle aydınlatır.
2- Bilgisizliğin doğuracağı eksikliklerin gayeye erişmesine engel olacağından
korkar. ahirete iman suretiyle Yüce Allah tarafından kendisine verilen aklî
kabiliyetleri, insânî özellikleri yaratıldıkları gaye uğruna harcar.
3- İnsan, bu iman sayesinde her işinde doğruluktan ayrılmaz.
4- Para kazanıp zengin olmak isterse kazancını meşru yollardan kazanır.
5- Hile ve aldatma, vurgunculuk ve rüşvet yollarına yaklaşmaz.
6- Kendi hakkını bilir, başkalarının haklarını gözetmeyi bir borç sayar.
7- Vazifelerini tam anlamıyla vaktinde ve zamanında yapar.
8- Kazancını daima yerinde ve faydalı işlerde kullanır.
9- Bir mükâfat ve ceza gününün varlığı ve herkesin bu dünyadaki işinden dolayı
Allah’ın huzurunda sorguya çekilecekleri gerçeği âhirete iman etmiş olan
kimselerin kalbine yer etmiş olur.
10- Milletler ve toplumlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale
gelmesini kolaylaştıracak olan en büyük vasıta âhirete imandır. Bu iman
fertlerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa, toplumlar arasındaki ilişkiler de o
derece sağlam olur. Çünkü bu iman, her ferdi kendi sınırında durdurup başkasının
sınırına geçirmez.
Ahirete iman, insanların kalbine barış hisleri saçan ezelî bir ruhtur. Çünkü
barış hissi, adalet ve sevginin meyvesidir. Adalet ve sevgi ise güzel ahlâkın
meydana getirdiği şeylerdir. Güzel ahlâk da âhirete imanının aşılamış olduğu bir
özelliktir.
D) KABİR HAYATI
İnsan denilen yaratığın yaratılmasıyla başlayan ve değişik biçimlerde devam eden
yaşam evreleri vardır. İlk önce ruh olarak yaratılan insanın birinci hayatı
ruhlar aleminde başlar ana rahmine gelinceye kadar devam eder; ikinci hayatı,
ruhlar alemindekinden farklı bir biçimde ana rahmindeki hayatı; üçüncü hayatı,
ruhlar alemindekinden ve ana rahmindekinden de farklı dünyadaki hayatı; dördüncü
hayatı, yine öncekilerden farklı bir biçimde kabir hayatı, beşinci ve son hayatı
da ahiret hayatıdır.
İşte bir insan öldükten sonra, ahiretin kapısı olan kabir hayatına intikal eder.
Kabir hayatı; kabirde vaki olacak sorularla başlar, ölünün kabrinde amellerine
göre nîmetlere kavuşması veya azap olunmasıyla kıyamete kadar devam eden bir
hayattır.
Dünya hayatı sona eren bir kimse ister bir kabre defnedilsin, ister denize
atılsın, isterse hayvanlar tarafından cesedi parçalansın, yensin veya ateşte
yansın, mutlaka Rabbinden, peygamberinden ve dîninden sorguya çekilecektir. Ölen
kimseleri sorguya çekmek için Allah tarafından görevlendirilen meleklere "Münker
ve Nekir" melekleri denir. Bu melekler her ölüye "Rabbin kimdir", "Dinin nedir",
"Peygamberin kimdir" sorularını sorurlar. Mümin olanlar bu sorulara kolaylıkla
cevap verirler ve o andan itibaren kabirleri genişler, güzelleşir ve cennet
bahçelerinden bir bahçe olur.
Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara cevap veremezler. Onları da kabirleri,
kaburgalarını kırıp birbirine geçirinceye kadar sıkar. Kabirlerinden cehenneme
bir pencere açılır ve hak etmiş oldukları azabı, çeşitli şekillerde çekmeye
başlarlar.
Kabirdeki sual, peygamberler, buluğa ermeden önce ölen çocuklar ve yine akıl
baliğ olmadan önce delirenler ile Allah'ın dilediği kimseler hariç, herkese
sorulur. Nimet veya azap ise sadece hak edenleredir.
Cenab-ı Allah, ölünün bedeninde lezzet ve elemi idrak edebilecek bir çeşit hayat
yaratır da ölü bu biçimde ya nimetlere kavuşur veya azap görür.
Ölü kabre girince ruhu cesedine veya bedeninin parçalarından bir kısmına sirayet
eder ve ölü bu sûretle bir çeşit hayata sahip olarak kendine yöneltilen soruları
anlar, lezzet ve elemi anlamaya uygun bir duruma gelir. fakat ruhun bu sirayeti
ölünün tamamen harekette bulunmasını gerektirmez. Farz edelim ki, ölüye soru
yöneltildiği bir anda kabri açılacak olsa, kendisinde asla bir hareket ve üzüntü
görülemez.
Ahiret hayatını dünyadaki hayata tamamen kıyas etmek doğru değildir. Bunu bir
örnekle açıklayabiliriz: şöyle ki: Yanımızda iki kişinin uyumakta olduğunu farz
edelim. Bunlar derin bir uykuya dalmışlar, kendilerinde hiçbir kımıltı
görülmüyor. şimdi bunlardan biri tatlı bir rüya görüyor; güya en sevdiği
arkadaşlarıyla beraber en güzel bir bahçedeymiş gibi... Bahçeyi süsleyen
çiçeklerin güzel kokularından istifade ediyor, çeşitli ağaçların meyvelerinden
kopararak tatlı tatlı yiyor. Hasılı kendisi pek neşeli bir halde bulunuyor.
Aksine diğeri de, pek elemli bir rüya görüyor. Adeta bir takım caniler ile
beraber ızdıraba, acı çekmeye hapsedilmiş... Hapishanenin her duvarından üzerine
akrepler, yılanlar, vahşi hayvanlar saldırıyor. Bu durumda bedenî ve ruhî
bakımdan sahip olduğu üzüntü sonsuz. Halbuki biz bu iki insanın sakin, sessiz,
uykuya dalmış, hareketsiz bir halde olduklarını görürüz. Bunların ne neşelerini,
ne de elem ve ızdıraplarını göremeyiz.
İşte bunun gibi bir ölü de kabrinde ya sıkıntı ve ızdıraba düşer, kabri kendi
hakkında sıkıntı ve azap yeri olur. Veya refah ve rahata erişir, kabirde cennet
nimetleriyle mükâfatlandırılır ve kabri bir cennet bahçesi olur. Artık onların
âlemi başka bir âlemdir. Dünyada yaşayanlar o âlemin durumlarını anlayamazlar.
Ancak bu hayata iman, bu durumları anlamayı kolaylaştırır.
Kabirdeki sual, azap ve nimeti anlatan Kuranda ayet ve manaca tevatür derecesine
varan hadis-i şerifler mevcuttur.
Kur'an-ı Kerimde, Fir'avn ve hanedanı hakkında, onların her gün sabah akşam
ateşle azap olunduklarını haber veren şu ayet-i kerime vardır:
"Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de: "Fir'avn'ın
hanedanını azabın en şiddetlisine sokun." (Mümin/46) denir.
Konuyla ilgili hadis-i şerifler şunlardır:
Zeyd bin Sabit (r.a.)'den yapılan sahih rivayete göre, Resülullah (s.a.v.)
Efendimiz Neccar oğullarına ait bir kabristandan geçerken binmiş olduğu katır
ürktü, neredeyse Resülullah düşecekti. Orada ya altı, ya beş, ya da dört kabir
bulunuyordu. Bunun üzerine Efendimiz sordu: "Bu kabirde yatanları bilen var mı"
Bir adam ayağa kalkarak "Ben biliyorum.." deyince, Efendimiz: "Bunlar ne zaman
öldüler" diye sordu. O da "Eşrat'ta (Cahiliyette) öldüler" diye cevap verdi.
Efendimiz, "Birbirinizi defnetmeyi terk endişem olmasaydı, kabir azabından
işittiğimi sizin de işitmeniz için Allah'a dua edip isterdim!" buyurduktan sonra
bize döndü ve: "Kabir azabından Allah'a sığının!" diye uyarıda bulundu. Biz de:
"Kabir azabından Allah'a sığınırız" dedik. Sonra tekrar bize: "Cehennem
azabından Allah'a sığının!" diye emretti. Biz de: "Cehennem azabından Allah'a
sığınırız" dedik. Sonra "Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah'a sığının!"
buyurdu. Biz de: "Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah'a sığınırız" dedik.
Sonra, "Deccal fitnesinden Allah'a sığının!" diye emretti. Biz de: "Deccal'in
fitne-sinden Allah'a sığınırız" dedik. (Müslim)
İbn-i Abbas (r.a.)den rivayet edilmiştir: Resülullah (s.a.v.) iki kabre uğradı
da:
"Hiç şüphesiz, bunlar azap görüyorlar. (Gözlerinde) büyüttükleri bir şey
hakkında azap görmüyorlar. Evet, o günah büyüktür. Biri (iki kişinin arasını
bozmak için) söz taşırdı. Diğerine gelince, idrar(ının üzerine sıçrayıp
bulaşmasın)dan sakınmazdı" buyurdu. (Buhari)
Abdullah Ibn-i Ömer (r.a)den rivayet edilmiştir: "Sizden biriniz vefat ettiğinde
sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir: Cennet ehlinden ise, cennet ehli
makamlarından bir makam; cehennem ehlinden ise, cehennem hücrelerinden bir
karargâh gösterilir. Ve ona: Burası senin (ebedi) durağındır. Kıyamet günü Allah
seni buraya gönderecektir, denilir." (Buhari)
E) KIYAMET
Kıyamet denilen dünyanın sonu gelmezden önce bazı garip, olağanüstü olaylar
zuhur eder ki, bunlara kıyamet alâmetleri denir. Bunlar kıyametin yaklaştığının
ön belirtileridir. Zira kıyametin tam kopacağı zamanı ancak Allah (c.c) bilir.
Kullar, bazı alâmetlerin zuhuru ile kıyametin yaklaştığını bilebilirler. Bu
alâmetlerin meydana geleceğini Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermişlerdir.
Ancak, şunu belirtmeliyiz ki, kıyamet alâmetleri dediğimiz olayların olması,
bizim bildiğimiz ve anladığımız manada olmayabilir. Yani o olaylar meydana
geldiği ve alâmetler görüldüğü halde, biz onların farkında olmayabiliriz. Çünkü,
kıyamet alâmeti olarak gösterilen hadiseler, çok kesin hatlarla tayin edilmiş
değildir. Bundan dolayı alâmetin meydana gelişinin farkına varmamış olabiliriz.
Öyleyse müslümana düşen, kıyamet alâmetlerini ve zamanını araştırmak değil, her
an kıyamete hazır olmaktır. Çünkü ölümle insanın kıyameti kopacaktır. Ölümün ise
geleceğini önceden haber veren alâmetleri, herkes için yoktur.
Kıyamet alâmetleri küçük ve büyük alâmetler olmak üzere iki grupta toplanır. Bu
ayırış, İslâm alimleri tarafından şu iki nokta göz önünde bulundurularak
yapılmıştır:
Küçük alâmet sayılanlar, insanların kendi iradelerine ve hareketlerine bağlı
olanlardır. Bunlar insanların kendi fiilleri sebebiyle meydana gelen şerlerden
ibarettir. Büyük olanlar ise, insan iradesine başlı olmayan alâmetlerdir.
Küçük alâmetler, zaman itibariyle daha önce meydana gelecektir. Kıyametin
kopuşuna, büyüklere kıyasla daha uzaktırlar. Büyük alâmetler ise, kıyamete
oldukça yakındırlar. Büyük alâmetler görüldükten sonra artık sayılı günlere
girilmiş, dünya rayından çıkmış, mahvolmağa yönelmiş demektir.
F) MÜKAFAT VE CEZA
Ahiret gününe iman etmenin temelinde bu dünyada yapılanların öteki dünyada
mükâfat ve ceza olarak karşılıklarının görülmesi vardır.
Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: "İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır
yaparsa onun sevabını görecek; kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa onun
cezasını görecektir." (Zilzal : 7 - 8.)
Hayat yolunda insanoğlunun üç (3) konağı vardır: Biri bu fânî âlemdir ki buna
"Dünya" denir . İkincisi kabir âlemidir ki, buna "Alem-i Berzah" denir. Üçüncüsü
ise, ebedî yaşayış âlemidir ki, buna da "Ahiret evi" denir.
Resûl-i Ekrem (sav)e nazil olan vahiyde üç konağın her üçünde de insanın mükâfat
ve ceza göreceği bildirilmiştir. İnsan amellerinin cezasını ve mükâfatını
başarısızlık ve başarı şeklinde görecektir. Sonra insan ruhu ikinci konağa
geçecek; orada da insan kendi amellerinin görüntüsünü bir parça görecektir.
Sonra bu mevcut dünyanın bütün işleri sona erecek, fânî âlemin bütün şekil ve
görüntüsü silinip ortadan kalkacak, nihayet yeni bir âlem meydana gelecek; o
zaman fânî insanlar ebediyete kavuşmak için uyanıp kalkacaklar, bütün amellerin
tamamiyle karşılığını mutlaka göreceklerdir.
İnsanın ilk ceza göreceği yer bu dünyadır. Her ne kadar insanın iyilik ve
fenalığının tam karşılığını öteki dünyada "Ahirete" bırakılmışsa da, yaptığı
işlerin karşılığını bu dünyada da az çok görür. İnsan salih amel, iyi işler
karşılığı olarak; izzet, şöhret, şan, şeref, sevgi, güven, refah, saltanat ve
egemenliğe sahip olur. Aksine kötü amellerle, fena işlerle de zillet, rezalet,
şerefsizlik, perişanlık, güvensizlik, korku, keder ve mahkumiyete uğrar. Yüce
Allah bu hususta şöyle buyuruyor:
"Bu dünyada iyilik edenler için iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha iyidir.
Fenalıklardan sakınanların yurdu, en güzel, en mükemmel yurttur." (Nahl / 30 )
"Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb
olmasına çalışanlardan daha zalim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak
korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeğe hakları yoktur.) Bunlar için
dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır." (Bakara : 114.)
"... Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler
dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktirler ve orada
devamlı kalırlar." (Bakara: 217.)
G) HAŞR VE MAHŞER
Haşrin sözlük manası, toplamaktır; Mahşer de toplanılan yere denir. Terim manası
ise, kıyamet gününde dirilmeyi(ba'si) müteakip mahlukatın bir araya
toplanmasıdır.
Kuran’da: "Bütün insanların bir araya toplanacakları gün" (Hud / 103), olarak
nitelenen haşr için, "Sizi toplanma gününde bir araya getirdiği gün, işte o,
kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür." (Tegabün / 9) , "Onların hepsini bir
gün toplarız" (Yunus / 28), "...o gün, suçluları korkudan gözleri göğermiş
olarak toplarız." (Taha / 102), "Gözleri dönmüş olarak, dağılmış çekirgeler
gibi, kabirlerinden çıkarlar ve çağırana doğru koşarlar." (Kamer /7-8) buyrulur.
Kıyamet günü Allah Tealâ yeryüzünü dilediği şekle sokar. Mahşer yeri,
Peygamberimizin ifadesine göre: "Üzerinde hiçbir alâmet (dağ, deniz, bitki v.b.)
bulunmayan, halis buğday unundan yapılmış yufka gibi beyaz ve parlak bir düzlük"
(Buhari) olacaktır. Dirilişi müteakip mahlukat, hesap ve kısas için bu düzlükte
toplanacak. Hesaplaşmadan sonra ise hayvanat toprak olacaktır.
Ba's (diriliş) ve haşr, bazılarının dediği gibi sadece ruh ile değil, ruh ve
cesetle birlikte olacaktır. Ahiretin varlığının ispatı konusunda da işaret
edildiği gibi, insanları yoktan var eden Allah'ın onları, çürüyüp toprak
olduktan sonra çürümüş parçalarını bir araya toplayıp diriltmeye de gücü yeter.
Üstelik konu ile ilgili ayet ve hadislerin pek çoğunda bu husus açıklanmıştır.
Kur'an-ı Kerimde: "İnsan zanneder mi ki, biz onun kemiklerini toplayıp bir araya
getiremeyeceğiz. Evet biz, parmak uçlarını bile derleyip iade etmeğe kadiriz."
(Kıyame / 3-4) buyurulur.
Mahşerde toplanan insanların o gün karşılaşacakları durum ve görecekleri
muamelelerin, herkesin dünyadaki amellerine göre olacağı, Peygamber Efendimizin
çeşitli hadislerinde haber verilmiştir. Bu konuda pek çok hadis vardır.
Bunlardan bazılarında mahşerin sıkıntılı hali anlatılır; güneşin bir mil kadar
yaklaştırılacağı ve bu dayanılmaz sıkıntıların, Peygamberimizin şefaati ile son
bulacağı belirtilir.
H) AMEL DEFTERLERİ
Mahşerde herkes toplandıktan sonra insanlar için dünyada yazıcı melekler
tarafından tutulan amel defterleri dağıtılır. Dünyada insanın yaptığı her şey,
bu defterlerde bütün teferruatıyla kayıtlıdır. Unutulmamalıdır ki, bunları
dünyadaki defter ve kitaplara benzetmek yanlıştır. Amel defterleri, bir kısım
insanlara sağdan, diğer bir kısmına da soldan veya arkadan verilir.
Amel defterini sağdan alanlara "Ashab-ı yemin" denir ki, bunlar cennete girmeyi
hak eden müminlerdir. Onların hesabı kolay ve sevinci fazla olacaktır. Sınıfını
geçen örencinin karnesini alınca herkese göstermesi gibi, onlar da her önüne
gelene, alın alın, kitabımı okuyun diye gösterirler.
Amel defterlerini soldan veya arkadan alanlara "Ashab-ı şimal" denir ki, bunlar,
hesabı çetin olacak ve sonuçta cehenneme gidecek olanlardır. Bunlara defterleri
verilirken: "Oku kitabını, bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin."
(Isra / 14) yani defterini okuyunca hesap neticesinde nereye varacağını kendin
de anlarsın, denir.
I) HESAP VE SUÂL
Mahşerde ilahi adaletin tecellisi için mahkeme kurulacak ve herkes
yaptıklarından sorguya çekilecektir. Orada mutlak hakim olan Allah'ın huzurunda
herkes hesap verecektir. Allah Tealâ aslında her şeyi bilmektedir. Amel
defterlerini alan herkes de kendi yapıp ettiklerini en ince ayrıntılarına kadar
görmüştür.
Ancak Allah Tealâ, herkese suçlarını bir bir itiraf ettirmek, azabı hakkettiğini
göstermek için daha doğrusu böyle istediği için kullarını bir bir hesaba çeker.
Ancak, bir anda insanlardan birinin hesaba çekilmesi, diğerlerinin hesabının
görülmesine engel olmaz.
Ahirette insanların nelerden sorguya çekilecekleri bir hadis-i şerifte ana
hatlarıyla açıklanır. Buna göre insan:
1- Ömrünü ne yolda tükettiğinin,
2- İlmini ne yolda kullandığının ve onunla hangi amelleri yaptığının,
3- Malını nereden kazanıp nereye harcadığının,
4- Cismini ne yolda yıprattığının hesabını mutlaka verecek, bu hesabı vermeden
hiçbir yere gidemeyecektir.
Hesap ve sual esnasında, melekler tarafından tutulan amel defterleri yanında,
insanın elleri, ayakları ve derilerinin de şahitlik edeceği Kuran’da
bildirilmiştir. (Fussilet /19-21; Yasin / 65)
O gün, kendilerine Allah’ın bir lütfu ve dünyada yaptıklarına karşılık hesap ve
sualden muaf tutulanlar da vardır.
J) MİZAN
Mizan, mahşer gününde herkesin amellerinin miktarını bildiren bir ölçüdür. Bu
ölçü vasıtasıyla herkes kendi sevap ve günahının derecesini anlayacaktır. Gerçek
mahiyetini sadece Allah’ın bildiği mizanın varlığı Kuran’la sabittir.
Kur'an'da bu konuda şöyle buyurulur: "Kiyamet gününde amellerin tartilmasi
haktir, gerçektir. Tartilari aşir gelenler, işte onlar kurtulanlardir." (A'raf
/8) "Biz kiyamet gününe mahsus adalet terazileri kuracagiz. Hiçbir kimse hiçbir
Haksizliga ugratilmaz. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, yapilani ortaya
koyariz. Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya /47)
Mizan, hiçbir kimsenin en küçük amelinin dahi zayi' olmasina meydan vermeyen,
tam manasiyla hakli ve adaletli bir ölçü aletidir. Herkesin ameli, mahiyetini
bilmedigimiz bu aletle ölçülecektir. Iyilikleri agir gelenler cennete
gönderilirler. Kötülükleri agir gelenler de cehenneme gönderilirler. Ancak
cehenneme gidenlerden iman sahibi olanlar cehennemde sürekli kalmazlar.
Günahlari kadar cehennemde ceza çektikten sonra cennete gönderilirler.
K) SIRAT
Lügatte yol demektir. Terim olarak sirat, cehennem üzerine kurulmuş olan son
derece ince ve keskin bir köprüdür ki, herkes bunun üzerinden geçecektir.
Cennete gitmek için sirattan başka yol yoktur. Ancak sirattan geçmek, geçen
şahsin iradesine degil, dünyadaki yaşayişina, iman, amel, ihlâs ve ahlâkina
baglidir.
Buna göre müminlerden bazilari derecelerine göre sirati göz kaymasi, şimşek,
rüzgâr, kuş, yariş ati... hiziyla geçerken bazilari da zorluk çekecek veya
tamamen geçemeyecektir. Kâfir ve münafiklar ise sirati geçemeyip cehenneme
atilacaklardir.
Sirati ilk geçen ümmetin bizim peygamberimizin ümmeti olacagi da bu konuda gelen
haberler arasindadir.
L) ŞEFAAT
Şefaat: Ahirette günahkâr olup ta cehenneme girme durumunda olan
müminlerin affi, ibadet ve taat ehlinin daha büyük derecelere ulaşmasi için
peygamberler ile ümmetin büyüklerinin Allah Tealâya yalvarmalaridir.
Beş çeşit şefaat vardir:
1. Şefaat-i uzma: En büyük şefaat demektir. Kiyamet günü mahşerdeki bekleyişin
sona erip hesabin başlamasi için Peygamber Efendimizin bütün insanliga
şefaatidir.
2. Bazi müminlerin hesap görmeden cennete girmelerini saglayan şefaat. Bu da
Resülullah (s.a.v.)e mahsus olan bir şefaattir.
3. Cennette bazi müminlerin derecelerinin yükselmesi için olan şefaat
4. Günahlari sebebiyle cehenneme girecek olan müminlerin, cehenneme girmeksizin
cennete girmelerini saglayan şefaat.
5. Cehenneme girmiş olan müminlerin, cezasini tam çekmeden affedilip çikarilmasi
için olan şefaat.
Son üç maddede yer alan şefaate, Allah'in izniyle Peygamberimizin yaninda diger
Peygamberler, ilmiyle âmil olan âlimler ve şehitler de yetkilidir.
Allah'in izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyecegi gibi, Allah'in izin vermedigi
hiç kimseye de şefaat edilmez. Şefaatte de ilâhi adalet daima gözetilir.
M) CENNET VE CEHENNEM
Ahiret hayatinda mükâfat görecek olanlarin toplanip yaşadigi yere cennet, ceza
görecek olanlarin cezalarini çektikleri yere de cehennem denir.
Cennet, Allah’ın sayısız nimetleriyle doludur. Bu manayı ifade eden
değişik sıfatları vardır:
1. Cennet’ün - naîm: Nîmetler bahçesi,
2. Cennet’ül - huld: Dâimî bahçe,
3. Cennet-i adn: Dâimî kalınacak bahçe,
4. Cennet’ül - me’vâ: Barınılacak bahçe,
5. Firdevs: Bahçe,
6. Ravza: Çayır, çimeni bol olan yer,
7. Dâr’ul - huld: Dâimî kalınacak yer,
8. Dâr’ul - mukâme: İkâmet olunacak yer,
9. Dâr’us - selâm: Emniyet ve selâmet yeri.
Kur’an-ı Kerimde ve Hadîs-i şeriflerde cennet çeşitli yönleriyle anlatılıyor.
Cehennem: Cehennemde cismanî ve ruhânî iki çeşit ceza vardır. Kur’an-ı
Kerimde cismanî cezalar şu şekilde beyan olunmaktadır:
1- Kur’an-ı Kerimde cehennem ateşinden ve bu ateşin yakıcılığından çeşitli
defalar bahsedilmiştir. O derece ki, "Nar=ateş" sanki cehennemin ikinci ismidir.
Buna yakın şu ifadelerle de Kur’an’da geçmektedir: "Sair = parlayan ateş"
"Azab’ül-harik = yakıcı azap".
2- Cehennemde gölge olmayacaktır. Hatta şöyle emir verilecektir: "Haydi, yalan
saydığınıza doğru yürüyün. Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki onda gölgelik
olmaz. Sizi alevlerden korumaz." (Mürselât: 29-31).
3- Cehennemde serinlik olmayacaktır. "Orada serinlik ve içecek şey
tatmayacaklar." (Nebe’: 24).
4- Cehennemde rahatlık getirecek olan ölüm de toktur. Cismin ferah bulacağı
hayat da yoktur. "Oraya (cehenneme) giren ne ölür ne de yaşar".
5- Cehennemde içilecek yalnız kaynar su, cerahat ve irin vardır. "Ateşte daima
kalacak olanlar, bağırsaklarını parça parça eden kaynar su içenler gibidir".
(Muhammet: 15)
6- Yiyecek, acı meyveler "Zakkum" vardır. "... Yoksa öyle bir zakkum ağacına
konmak mı hayırlı? Biz bu ağacı zalimler için nimet kıldık. O ağaç cehennemin
dibinde biter. Meyvesi yılanların başı gibidir. Onlar o ağaçtan yiyip
karınlarını doyuracaklar, sonra üzerine kaynar sular içecekler, sonra dönüp
gidecekleri yer cehennem olacaktır". (Saffât: 62 - 67.)
7- Yiyecek olarak vücuda hiç faydası olmayan " Kuru dikenler" vardır."Onların
bütün yiyecekleri dikenden başka bir şey değildir. (Bu gıda) onları ne
(doyurur), semirtir, ne de açlıktan kurtarır." (Gâşiıe:6-7.)
8- Ateşten elbiseler vardır."Kâfirler için ateşten elbiseler biçilmiştir" (Hacc:
19.)
9- Demirden oturacak yer ve yatak vardır."Onlar için demirden gürzler de
vardır".
10- Boynunda halka ve zincirler vardır."Biz kâfirler için zincirler, lâleler
(halkalar) alevli ateşler hazırladık". (Dehr: 4.) Bu saydığımız cismanî
cezalardan başka öyle ruhânî cezalar olacaktır ki, bakanların gözleri dikilip
kalacaktır. Birkaç ayetten örnek görelim: "O, Allah’ın öyle bir ateşidir ki
acısı yürekleri sarar." (Hümeze:6-7) "Onlar, uğradıkları gam ve kederden
(duydukları acı ızdırapdan) dolayı içinden çıkmak istedikçe yine oraya iade
olunurlar (Ve kendilerine) : Yanmanın azabını tadın! denilir." (Hacc:22)
N) A'RAF
A'raf, tümsek, tepe anlamına gelir. Terim olarak "A'raf " kelimesinin hangi
anlama geldiği hususunda İslâm âlimleri farklı açıklamalar yapmışlardır:
1- Bir kısım âlimlere göre "A'raf" cennetle cehennem arasında bulunan sur
(=Yüksek duvar)dan bir perdenin yüksek tepeleridir.
2- Bazılarına göre ise "A'raf", mizanda iyilik ve kötülükleri, yani sevaplarıyla
günahları denk geldiği için cennet veya cehenneme girmeyenlerin kaldıkları yerin
adıdır. Bunlar, Allah'ın izniyle, haklarında yapılan bir şefaatle daha sonra
cennete gireceklerdir.
3- Diğer bazı âlimler ise "A'raf"ın, fetret devirlerinde ölenlerle, müşriklerin
çocukları ve delilerin kalacakları yer olduğunu söylemişlerdir.
Kur'an-ı Kerimde "A'raf" sûresindeki "A'raf"la ilgili ayet şu mealdedir: "İki
taraf (Cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde vardır. A'raf
(burçlar) üzerinde de bir takım insanlar vardır ki, her iki tarafı da (yani
cennetlik ve cehennemlik olanları) simalarından tanırlar. Cennetliklere "Size
selâm olsun" derler. Bunlar, henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir.
Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince de: "Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber
bulundurma" derler." (A'raf / 46-47)
O) HAVZ-I KEVSER
Ahiret günü Allah Tealâ, Peygamberlerine birtakım havuzlar bahşedecektir. Her
Peygamber, ümmetinin cenneti hak etmiş olanlarına o havzın hoş kokulu ve
lezzetli suyundan içireceklerdir.
Havz-ı Kevser adı, Peygamber Efendimize verilen havzın ismidir. "(Habibim)
doğrusu biz sana kevseri verdik." (Kevser/1) ayeti buna işaret eder.
Peygamber Efendimizin havzı, diğer Peygamberlerinkinden daha büyüktür. İçenleri
de daha çok olacaktır. Bu havzın suyu, sütten daha beyaz ve miskten daha hoş
kokuludur. O dehşetli günde müminler bu sudan içip hararetlerini teskin
edecekler ve bir daha susuzluk duymayacaklardır. Peygamber Efendimiz bu konuda
şöyle buyururlar: "Benim havzımın kenarları tam bir aylık yaya yolu
genişliğindedir. Onun suyu sütten beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları
da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur. Ondan içen kimse hiç susamaz."
|