İmanın altı rüknü vardır: Bunlar,
Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere,
kadere iman etmektir. Bir insanın mümin olabilmesi için bu
altı esasın tamamına inanması gerekir. Bir tek iman rüknüne
inanmayan insan, mümin olamaz. Zira, iman esasları
birbiriyle alakalıdır.
1- Allah’a İman:
İman esaslarının birincisi Allah’ın varlığına ve birliğine
inanmaktır. Bir Müslüman her şeyden evvel iman eder ki Allah
vardır ve birdir; bu kainat Onun eseridir. Ne zatında, ne
sıfatlarında, ne de fiillerinde ortağı, eşi ve benzeri
yoktur. Sıfatları mahlukatın sıfatlarına benzemez.
Bütün mevcudat Allah’ın varlığına delalet ettiği gibi
birliğine de delalet etmektedir.
Ezeli ve ebedi olup, zamanda, mekandan, değişmekten,
ihtiyaçtan, aczden, kusurdan münezzeh ve mahfuz olan ancak
Allah’tır. Bu sıfatlara sahip olacak bir başka varlık
düşünülemez.
Allah’ın bütün sıfatları her şeyi ihata etmiştir. Her şey
onun iradesine tâbidir. Rahman, Rahim, Gafur gibi cemali
isimleri olduğu gibi, Kahhar, Cebbar, Müntakim gibi celali
isimleri de vardır. Kendine iman edenlere lütuf ile muamele
eder. Küfür ve isyan ehlini de azabına uğratır.
İbadet ancak Allah’a yapılabilir. İnsanların dünya ve ahiret
saadeti Onun emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir. Bu bir
ilahî kanundur; bunda bir değişme düşünülemez.
İnsan aklı, Allah’ın zatını, mahiyet ve hakikatini
anlayamaz. Zira akıl mahluktur ve sınırlıdır. Cenab-ı
Hakk’ın zat ve sıfatları sonsuzdur. Sınırlı olanın, sonsuzu
ihata edemeyeceği açık bir hakikattir. Yani, hatıra her ne
gelirse Allah onun başkasıdır.
Allah’ın, zatında şeriki olmadığı gibi fiillerinde de şeriki
ve yoktur. Bütün varlık aleminin tek yaratıcısı, tek maliki
ve tek hakimidir. Sebepleri yaratan Allah olduğu gibi,
sebeplerden çıkan neticeleri de yaratan yine Odur; ağacı O
yarattığı gibi meyveyi de O yaratır.
Şükür ve ibadet, hamd ve sena ancak Ona mahsustur. Müminler
yalnız Allah’a ibadet ettikleri gibi yardımı da ancak
Allah’tan dilerler: “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız
senden yardım dileriz.” (Fatiha Sûresi, 5)
Bir günah işlediklerinde de tövbelerini doğrudan doğruya
Allah’a yaparlar. Zira insanların Allah’a karşı işledikleri
günahı Allah’tan başkası affedemez.
2- Meleklere İman:
İmanın bir diğer rüknü de meleklere imandır. Her Müslüman
iman eder ki; Cenâb-ı Hakk’ın melek namında latif mahlukları
vardır. Bunlar Allah’ı tespih eder, ayrıca kendilerine
verilen diğer vazifeleri de yerine getirirler. İsyansız olan
bu mahluklar beşer gibi bir imtihana tabi değillerdir;
fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir.
Şu maddi alemin bir küçük misali olan insan bedeninde akla,
hafızaya, hayale ve sevgi, korku, merak gibi binlerce
hissiyata vazife gördüren Cenab-ı Hakk, elbette şu muhteşem
kainatı boş bırakmamış, onu da meleklerle şenlendirmiştir.
3- Kitaplara İman:
İmanın rükünlerinden biri de semavî kitaplara imandır.
İnsan, akıl aracılığıyla Allah’ın varlığını ve birliğini
bilse bile, Onun emir ve yasaklarının neler olduğunu, Ona
karşı ibadet vazifesini nasıl yapacağını, kısacası Allah’ın
nelerden razı olup olmayacağını idrak edemez. Bunun için
Cenab-ı Hakk, semavî kitaplar inzal etmiştir. Semavî
kitapların yüz tanesi sayfalar halinde, dört tanesi ise
kitap halinde nazil olmuştu. Bu dört semavî kitap, inzal
sırasına göre, Zebur, Tevrat, İncil ve Kuran’dır.
Bir Müslüman bunların tamamına inanmakla mükelleftir. Şu var
ki, Kuranın nazil olmasıyla diğer semavî kitaplar uygulama
sahasından kalkmışlardır. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimize
nazil olduktan sonra, bir harfine bile dokunulmadan günümüze
kadar gelmiştir. Böylece Cenab-ı Hakk, “Kur’anı Biz
indirdik, Biz muhafaza edeceğiz,” (Hicr Sûresi, 9) hükmünü
gerçekleştirmiştir.
4- Peygamberlere İman:
Bir diğer iman rüknü de peygamberlere imandır. Cenab-ı
Hakk’ın, insanları, yine insan nevinden bir peygamberle ikaz
etmesi İlahi bir kanundur.
Peygamberlik beşer için azim bir ihtiyaç ve büyük bir
nimettir. Cenab-ı Hakk, bu mürşit ve rehberlerin vasıtasıyla
insanlara hidayet yollarını göstermiştir.
Peygamberlerin vazifesi, vahiy ve ilham yoluyla Cenab-ı
Hakk’tan aldıkları emirleri beşeriyete tebliğ etmek, dünya
ve ahiret saadetinin yollarını onlara göstermektir. Bu
zatların iki cihetleri vardır. Birisi “kulluk”, diğeri “risalet”(İlâhî
elçilik)tir. Kulluk cihetiyle Allah’ın emir ve yasaklarına
en mükemmel manada, eksiksiz uyarlar; bu sahada insanlara
örnek olurlar. Risalet cihetiyle, insanlara hak ve hakikati
tebliğ ederler.
Peygamberler, Allah’ın mahluku ve kuludurlar. Bir Müslüman
peygamberlerin hepsine inanmakla mükellef kılınmıştır.
Herhangi birisinin peygamberliğini inkar etse İslâm
dairesinden çıkar. Meselâ, Hazret-i Musa (as), yahut
Hazret-i İsa’ya (as) inanmayan bir insan mümin olamaz.
Bunların peygamberlikleri Kur’an ile sabittir. Onlara iman
etmek, hem kitaplara, hem de peygamberlere imanın bir
gereğidir.
Peygamberlerin ilki Hazret-i Adem, sonuncusu da Hazret-i
Muhammed ( a.s.m.)’dir. Nübüvvet müessesesi Hazret-i
Muhammed (a.s.m.) ile son bulmuştur. Bu bakımdan Hazret-i
Muhammed’e, “Hatemü’l-Enbiya” denilir.
“Biz, seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik.” ( Sebe Sûresi, 28) ayet-i kerimesinin, hükmünce
Hazret-i Muhammed bir kavme değil, bütün insanlara peygamber
olarak gönderilmîştir.
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya
Sûresi, 107 )ayetinin hükmünce de O Zat (asm.), varlık
alemine daimi bir nimet, ebedi bir rahmet olmuştur.
5- Ahirete İman:
İmanın en mühim bir rüknü de; öldükten sonra dirilmeye ve
ahiret hayatına imandır. İnsanlara, bu dünya hayatında hem
maddî, hem de manevî nimetler ihsan eden Cenab-ı Hakk, bu
dünya imtihanını kazanan sevgili kullarını cennette yine hem
cismanî, hem de ruhanî hadsiz nimetlere mazhar kılacaktır.
Güz mevsiminde ölen bütün bitkileri ve hayvanları, baharda
yeniden hayata kavuşturan Allah, elbette vefat eden
insanları da ahirette yeniden diriltecektir. Bu Onun hem
rahmetinin hem de adaletinin gereğidir.
6- Kadere İman:
İmanın rükünlerinden biri de kadere imandır. Kader iki
kısımdır. Birincisi; kainattaki her varlığın, “zatı, şekli
ve bütün özellikleriyle” Allah’ın ilminde takdir edilmesi ve
buna göre yaratılmasıdır. Bu saha imtihana konu değildir.
İkincisi ise; insanın cüz’i iradesine bakar. İnsan, cüz’i
iradesi ile hayır olsun, şer olsun her neyi tercih eder ve
neyi işlerse Allah onu yaratır. İnsan bu ikinci kısımdan
sorumludur. Cennet ve cehennem, insan iradesine tanınan bu
tercih hakkının meyveleridir.