CENAZE BAHSİ VE CENAZE NAMAZI 5
HASTALIĞA KARŞI SABRETMEK : 5
ÖLMEYİ TEMENNİ ETMEK MEKRUHTUR : 5
Ölüm Döşeğindeki Hastaya Ne Yapılır?. 6
Defin İşi Bitince Telkin Yapılır Mı?. 6
Telkinde Bulunan Şahsın Vasfı : 7
Ölmek Üzere İken Ağızdan Küfrü Gerektiren Söz Çıkarsa
: 7
Ölmek Üzere Bulunan Şahsın Yanma İyi Kişilerin Gelmesi
Arzulanır : 7
Hastanın Baş Ucunda Yâsîn Okumak : 7
Ölmek Üzere Olanın Yanında Güzel Koku Bulundurmak: 7
Ölüm Olayı Meydana Gelince Ne Yapılır?. 7
Ölüm Haberi, Yakınları Duysun Diye Îlân Edilir : 8
Ölenin Teçhiziyle Birlikte Borçları Ödenir : 8
Gebe Halinde Ölen Kadın : 8
Cenazeyi Yıkamak : 8
Cenaze Yıkanılan Yerin Örtülü Tutulması ; 9
Cenaze İstinca Edildikten Sonra : 9
Ölüyü Sıcak Su İle Yıkamak : 9
Öldükten Sonra Suya Düşen Öîü : 9
Kadının Yıkanması : 10
Doğunca Sesi Çıkan Çocuk Yıkanır Mı?. 10
Bedenin Yarısı Veya Bir Kısmı Bulunursa : 10
Müslüman Olup Olmadığı Bilinmiyen Ölü : 10
Savaş, Zelzele Ve Benzeri Felâketlerde : 10
Ana Veya Babasıyla Birlikte Esir Edilen Çocuk Ölürse : 11
Denizde Seyrederken Vapurda Ölen Kimse : 11
Devlete Baş Kaldırıp Öldürülen Kimse : 11
Ölüyü Yıkayanda Aranılan Vasıflar : 11
Ölüyü Yıkayan Kimse Yanında Güzel Koku Bulundurur : 11
Erkek Erkeği, Kadın Da Kadını Yıkar : 12
Kadın Kocasını Yıkayabilir Mi?. 12
Kadından Başka Yıkayan Bulunmazsa : 12
Seferde Ölen Kadının Yanında Sadece Kâfire Bir Kadın
Bulunursa : 12
İştiha Çağına Girmiş Hunsa - Müşkil : 12
Velisi Müslüman Olan Bir Kâfir Ölürse : 12
Babası Kâfir Olan Bir Müslüman Öldüğünde : 12
Seferde Ölen Adamı Yıkayacak Temiz Su Bulunmazsa : 13
KEFEN: 13
Ancak Erkekle Kadm Kefeni Arasında Fark Var : 13
İştiha Çağma Girmiş Çocuk : 13
Hunsa - Müşkilin Kefeni : 13
Kefenin Genellikle Beyaz Olması Daha Uygundur : 13
İpek Veya Renkli Kumaştan Kefen : 14
Vârisler Kefen Sayısında İhtilâf Ederse : 14
Kefenleme Nasıl Yerine Getirilir?. 14
İzâr ve Lifafa Sarılırken : 14
Kadın Nasıl Kefenlenir?. 14
Ölü Kaç Yerde Güzel Koku İle Tütsülenir?. 14
Ölenin Borçlu Olduğu Anlaşılırsa : 15
Ölen Adam Geriye Hiçbir Mal Bırakmamışsa : 15
Ölenin Hiçbir Yakını Bulunmazsa : 15
Kefen Tedariki Mümkün Olmadığında : 15
Ölenin Kimsesi Bulunmazsa : 15
CENAZEYİ TAŞIMAK : 15
Cenazeyi İki Sırık Arasına KoyupTaşımak : 16
Küçük Çocuk Nasıl Taşınır?. 16
Cenazeyi Kabre Götürürken Acele Etmek : 16
Cenazeyi Arkadan Takip Etmek : 16
Cenazeyi Takip Etmek Nafile Namazdan Hayırlıdır : 17
Motorlu Araçlarla Cenazeyi Götürmek : 17
CENAZENİN ARDINDAN AĞLAMAK : 17
Cenazeyi Mum Ve Benzeri Bir Işık Ve Ateşle İzlemek : 17
Kabirlere, Türbelere Mum Dikmek : 17
Kadınların Cenazeyi Takip Etmesi Doğru mudur?. 18
Cenaze Geçirilirken Ayağa Kalkılır Mı?. 18
Namazgahta Cenazeyi Bekleyenler : 19
Cenaze Takip Edilirken Susmak : 19
Cenaze Kabristanda Yere Konulunca Oturmak : 19
Cenazeyi Kabristana Ücretle Taşıtmak : 19
CENAZE NAMAZI : 19
Yalnız İmamın Cenaze Namazı Kılması Kâfi Mi?. 19
Cenaze Namazının Şartı : 20
Cenazeyi Yıkamadan Defnetmek : 20
Cenazenin Konulduğu Musalla : 20
Doğumundan Sonra Ölenlerin Namazı : 20
Devlete İsyan Edip Baş Kaldıranlar : 20
Dar-İ Harpte Müslümanın Eline Düşen Gayr-İ Müslim
Çocuk : 20
Ana veya Babasından Birini Öldüren : 21
Hatâen Kendini Öldüren : 21
İntihar Edenin Namazı Kılınır Mı?. 21
İslâm Devlet Başkanının Emriyle İdam Edilen : 21
Müslüman Bir Kimsenin Cenaze Namazını Kıldırmaya Kim
Daha Lâyıktır?. 21
Namaz Kıldırmada Kadınlara Bir Hak Tanınmış Mıdır?. 21
Yakın Akraba Dilediğini Öne Geçirebilir Mi?. 21
Ölenin, Namazını Kıldıracak Bir Şahsı Belirleyip
Vasiyyet Etmesi : 22
Ölen Kadının Kocası Namaz Kıldırmaya Daha Mı Haklıdır?. 22
Ölen Kadının Oğlu Ve Kocası Hazır Olursa : 22
Cenaze Namazı Tekrar Edilir Mi?. 22
Cenaze Namazında Okunacak Şeylerin Gizli Okunması : 22
Tekbirlerde Eller Kaldırılır Mı?. 22
Akşam Namazı Vaktinde Cenaze Hazır Olursa : 22
Cenaze Namazına Niyet : 23
Cenaze Namazında Mümkünse Üç Saf Oluşturmak : 23
İmam Cenâzenin Göğsü Hizasında Durur : 23
Kadın Ve Erkek Cenazesi Birarada Hazır Olursa : 23
Cenaze Namazı Kaç Tekbirle Kılınır?. 23
Cenaze Namazı Şöyle Kılınır : 23
Duanın Türkçe Tercemesi : 24
Ölen Çocuk İse İlâve Edilecek Duanın Tercemesi : 24
Cenaze Namazında Eller Ne Zaman Çözülür?. 24
İmam Fazla Tekbir Getirecek Olsa... 24
İmam Dördüncü Tekbiri Getirdikten Sonra Gelip
Kendisine Uyan Olursa : 24
Birinci Tekbîri İmamla Birlikte Getirdikten Sonra
Diğerlerini Getirmiyecek Olursa : 24
İmam Unutarak Üçüncü Tekbirden Sonra Selâm Verirse : 24
Birkaç Cenaze Birden Hazır Olursa : 25
Birden Fazla Cenazenin Musallaya Konulusu : 25
Hür ile Köle Cenazesi Hazır Olduğunda : 25
Cenaze Namazında İmamın Abdesti Bozulursa : 25
Cenaze Cami Dışında, Cemaat İse Cami İçinde Bulunursa
: 25
Cadde Üzerinde Cenaze Namazı Kılınır Mı?. 25
Hazır Olan Cenaze Namazını Kılmadan Ayrılmak : 25
ÖLÜYÜ DEFNETMEK : 26
Definden Evvel Kabri Sünnete Uygun Biçimde Hazırlamak
: 26
Kabir Nasıl Hazırlanmalı?. 26
Ölüyü Tabut Tçinde Gömmek : 26
Ölüyü Kabre İndirmek İçin Kadına Görev Verilir Mi?. 27
Ölüyü Kabre İndirirken Kıbleye Gelecek Şekilde Tutulur
: 27
Ölü Kabre Konulurken Ne Denilir?. 27
Ölü Kabre Nasıl Yerleştirilir?. 27
Kabirden Çıkan Toprağı Kullanmak : 27
Ölüyü Defnederken Hazır Bulunanların Kabre Üçer Küçük
Taş Veya Toprak Atması : 27
Geceleyin Ölü Defnetmek Caiz Midir?. 28
Kerahet Vakitlerinde Defin Caiz Midir?. 28
Kabrin Yer Seviyesinden Bir Karış Kadar Yüksek
Tutulması : 28
Henüz Ölmeden Kendi Kabrini Hazırlamak : 28
Umuma Ait Kabristanda Kabir Hazırlamak : 28
Ölü Defnedildikten Sonra Bir Süre Kabrinin Başucunda
Durmak: 29
Kabirler Üzerinde Mescid Yapmak : 29
Bir Kabre Sadece Bir Ölü Konulur : 29
Kabirdeki Ölü Çürüyüp Toprak Haline Geldiğinde : 29
Ölü De'inedilmiyen Bir Kabristanda Bina Yapmak : 29
Ölen Kişiyi Bulunduğu Yerin Kabristanına Gömmek : 29
Defnedilen Ölüyü Kabirden Çıkarmak Doğru Değildir : 30
Tıp Fakültelerinde Kadavra Üzerindeki İnceleme : 30
Mal Sahibinin Müsaadesi Alınmadan Arazisinde Ölü
Defnetmek: 30
Ölü Kıbleye Doğru Konulmazsa : 30
Kabristan İmamlarının Bilgili Olması : 30
Kabristandaki Yaş Ağaç Ve Otları Koparmamak : 30
Kabirlerde Ayakkabıyla Yürümek : 31
Kabristanda Hayvan Boğazlamak : 31
Kabir Üzerinde Oturmak : 31
Kabristanda Kur'ân Okumak : 31
TA'ZİYE : 32
Ta'ziye İçin Üç Gün Evde Oturmak : 32
Ölü Evinin Yemek Hazırlaması : 32
Siyah Elbise Giyinip Matem Tutmak : 32
ÖLÜYE FAYDA VEREN AMELLER : 33
Ölü İçin Verilecek Sadaka : 33
Ölü İçin Kur'ân Okumak Veya Okutmak : 33
Ergen Olmadan Ölen Müslüman Çocukları: 33
KABİR SUALİ : 33
Konuyla İlgili Sahih Hadîsler : 34
O Halde İnsanoğlunun Dört Devresi Vardır : 35
Ölüm, yok olmak değil,
bir evden başka bir eve göç etmektir. Ölüm, ruhumuzun eskiyen beden elbisesini
çıkarıp yeni bir elbiseye hazırlanma devresidir. Dünya, âhiret yolunda uğraktan
başkabir şey değildir. Ruh bu uğrağın şartlarına uygun bir bedene girer.
Âhi-retteki şartlar çok değişiktir; dünyadaki bedenimizin ora şartlarına uyması,
uyum sağlaması, intibak etmesi mümkün değildir. Cennette bildiğimiz güneş yok,
gece ve gündüz de yok... Güneşi hiçbir zaman aratmayacak ve ondan çok daha üstün
mânada insana ferahlık ve rahatlık verecek İlâhi Cemal nuru vardır.
Buğday danesi toprağa
düşmedikçe yeni bir hayata kapı açamaz. İnsan da öyledir. Kabir, insanlık
mayasının gelişeceği bir vasattır. Orayı dinlenme veya azâb yeri yapmak bizim
elimizdedir. Şu dünyadan göçmeden her insan kendi saadetini veya felâketini
beraberinde götürür. Allah (C.C.) kimseye haksızlık etmez. Çünkü O asla zalim
değildir. Merhameti daima gazabının önünde yürür.
Hastalık, insanı biraz
daha Allah'a yaklaştırır. İnanan kişiler hasta olmak istemez, ama hastalanınca
da üzülmez. Onun günahları temizleyen bir rahmet olduğunu bilir. Şifâyı
Allah'tan diler, imândan gelen sabır ve tahammülü bir an olsun elden bırakmaz.
Allah Resulü (A.S.)
Efendimiz buyuruyor:
«Allah kimin hakkında
hayır murad ederse, ona bir hastalık veya benzeri bir musibet dokundurur.»
«Müslümana ne kadar bir
dert, ağrı, keder, üzüntü ve eza dokunursa, mutlaka Allah o sebeple onun
hatalarım temizleyip bağışlar, hattâ kendisine dokunan bir diken bile...»
İbn Mes'ud (R.A.) anlatıyor :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin yanına girdiğimde sıtmanın ateşinden acı duyuyor gibiydi. Bunun
üzerine dedim ki : Ya Resûlellah Sıtma ateşinden dolayı şiddetli acı
duyuyorsunuz? «Evet», dedi, sonra şunu ilâve etti: «Sizden iki adam nasıl acı
duyup inlerse ben de öyle acı duyuyorum.» O halde size iki ecir vardır, dedim.
«Evet, öyledir.» buyurdu. Sonra şu hadîsi söyledi .
«Herhangi bir müslümana
bir dikt.n veya ondan az ya da çok bir şey dokunursa, mutlaka Allah o şey
sebebiyle onun günahlarını temizler, ağaç yapraklarını döktüğü gibi...»
Diyebiliriz ki,
hastalığa sabretmek, insana verilen hayırların en güzeli ve en genişidir.
Allah Resulü buyurdu :
«Mü'minin her hali
hayırdır, onun her hali hayret vericidir.
Bu da ancak ona
verilmiş, başkasına değil. Kendisine bir mutluluk ve genişlik kapısı açtığında
şükreder, bu onun için hayırlı olur. Kendisine bir zarar dokunduğunda sabreder;
bu da onun için hayırlı olur.»
Hastayı Sormak :
Peygamberimiz (A.S.)
Efendimizin sünnetlerinden biri de hastayı sormaktır. Buna halk dilinde «Hasta
ziyareti» de denir. Cemaate devam eden mü'minlerin günde dört beş defa bir araya
gelmesi, birbirlerinin halini daha iyi bilmelerine yardımcı olur. Cemaate
katılanlardan bir kişinin gelmediğini gören Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
«Kardeşiniz bu gün cemaate gelemedi, bir derdi veya bir durumu mu var, sorup
öğrenin!» diye emrederdi.
Bu konuda şöyle
buyurmuştur :
Açı yedirin, hastayı
sorun, esiri serbest bırakın!»
«Müslümamn müslüman
üzerinde altı hakkı vardır.»
Bunun üzerine soruldu :
— Onlar nelerdir?
Cevap verdi :
— «Ona Tasladığında selâm vereseni davet
ettiğinde git, sana öğüt ve tavsiyede bulunduğunda öğüdünü dinle, aksırıp El-hamdulülah, dediğinde
Yerhamukellah (Allah sana rahmet eylesin) de, hastalandığında onu ziyaret et...
Öldüğü zaman cenaze merasimine katıl.»
Biz genellikle
yaşamamızın mı, ölmemizin mi hayırlı olduğunu bilemeyiz. Hayır Allah'ın
elindedir. Eceli takdir eden O'dur. Bunun için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ölüm
istemeyi ölmeyi temenni etmeyi' men'etmiştir.
«Sizden biriniz
kendisine dokunan bir zarar ve musibetten dolayı ölmeyi temenni etmesin. Ama
herhalde böyle bir şey temenni etmek istiyorsa, şöyle dua etsin. Allahım!
Yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat... Ölümbenim için hayırlı
olduğu zaman ruhumu al!.»
Son saatlerim yaşayan
din kardeşimiz, Allah'ın aralıksız tecelli-gahi olan kıbleye yöneltmemiz için
sağ yanı üzere döndürülür. Bu, hastaya eziyet verecekse, vazgeçilir.
Başucunda durulup
Kelime-i Şehadet telkin edilir. Onun işiteceği bir tonla Eşhedü Ellâ Îlâhe
İllallah Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Rasûlüllah denir. Kendisine, bunu söylemesi
teklif edilmez, bu hususta ısrar da edilmez. Hasta bu telkinden sonra bir defa
Kelime-i Şehadet getirecek olursa, artık tekrar edilmez.
Bu yolda telkinde
bulunmak bil-icmâ müstehabdır. Yapılan sahih rivayette şöyle buyrulmuşiur.
«Ölülerinize (yani ölmek üzere olan kardeşlerinize) lâ
ilahe illâllah'ı elkin ediniz.»
«Son sözü, lâ ilahe
illallah olan kimse Cennete girer.»
Hadîste sadece Kelime-i
Tevhîd'e yer verilmişse de, bundan maksadın iki şehadet olduğu kabul
edilmiştir. Cumhurun da görüşü budur.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Medine'ye geldiklerinde Berâ bin Âzib'i sordu. Vefat ettiğini, ancak
ölmeden evvel malının üçte birinin hayır yapılmasını, ölmek üzere iken kıbleye
çevrilmesini vasiy-yet ettiğini söylediler. Bunun üzerine Efendimiz (A.S.) :
«Fıtrata uygun olanı vasiyyet etmiştir...» buyurdu. Sonra gidip cenaze namazım
kıldı ve şu duayı yaptı : «Allahım! Onu affet, bağışla, ona merhamet eyle ve
kendisini Cennetine yerleştir...»
Şafiî Mezhebine göre,
ölmek üzere olanın ayakları kıbleye doğru uzatılır, başı hafif kaldırılıp
kıbleye karşı tutulur.
Hanefilerin ve cumhurun
görüşü daha uygun kabul edilmiştir.
Hanefîlere göre, buna
gere-k yoktur. Çünkü bu konuda haberi vâhid (tek kanal) ile gelen bazı
rivayetler var ki, râvileri arasında zayıf olanları mevcuttur. Bununla beraber
yapılmak istendiğinde m en'edilmez.
Fetâvâ-yi Hindiyye'de,
Hanefî Mezhebinin Zahir Rivâyetin'de öldükten sonra artık telkin yapılmaz,
kaydına yer verilmiştir.
Şafiîler bu konudaki
hadîslere dayanarak ictihadda bulunmuşlardır. Malikîlerden nakledilen meşhur
rivayete göre ve Hanbeliler-den bir kısmına göre, öldükten sonra ölüye Telkin
vermek mekruhtur.
Rivayetler :
Tabiînden Saîd bin
Mensur'un Hakim bin Umeyr'den yaptığı rivayette şöyle deniliyor : «Ölü kabrine
konulup üzerine toprak örtülüp düzeltildikten sonra, cemaat ayrılırken birinin
şöyle telkinde bulunması nıüstehabdır : Ey Falan! Lâ İlahe İllallah, Eşhedü
El-Lâ İlahe İllallah de. Bu üç defa tekrar edilir. Sonra şöyle denilir : De ki
: Rabbim Allah, dinim İslâm, Peygaberim Muhammed .S.)'dır.
-
El-Hâfiz bunu Telhîs'te
zikrettikten sonra susmuş, bir açıklamada bulunmamıştır. Taberanî ise, bunu Ebû
Umame hadisi olarak rivayet etmiştir ki Ebû Umame'nin naklettiği telkin biraz
değişiktir.
İmam Neveî bu konuda
diyor ki :
Nakledilen hadîs ne
kadar zaytıfsa da, ölünün kabirde alışkanlık sağlaması için yararlıdır.
Muhaddisler, fazâil ile ilgili hadîslerde raz müsamahakâr davranmışlardır.»
«Ölünüz için tesbit
isteyin...» hadîsini bu mânaya hamledenler olmuştur. Ayrıca Amir bin Âs'm telkin
ile yapmış olduğu vasiyyet te pek meşhurdur.
Hanefîlerin çoğu da bu
rivayetleri dikkate alarak amel etmişlerdir. Özellikle Hicri beşinci asırdan
sonra...
Taberânfnin Ebû Umame
(R.A.)'den Telkin ile ilgili yaptığı rivayette şu cümlelere yer verilmiştir :
Ölene anasının ismiyle
hitap edildikten sonra şöyle denilir :
Türkçe anlamı :
«Dünyadan, üzerine
bağlı bulunduğun Lâ İlahe
İllallah, Muhammedün Resülüllah şehadetini hatırla ve sen Allah'ın Rab, İslâm'ın
Din, Muhammed'in Peygamber, Kur'ân'ın İmam olduğuna rıza gösterdiğini de
unutma, hatırla...»
Telkîndebulunacak olan
kimsenin, ölen kişinin ölümüne sevinen ya da memnun kalan bir duyguya sahip
olmamasına dikkat edilir. Allah'ın takdirinde mutlak hayır bulunduğuna i'tikad
eden bir kimsenin telkinde bulunması tercih edilir.
Ölmek üzere olan bir
kimse can çekiştirirken ağzından küfrü gerektiren bir söz çıkarsa, bunun şuurlu
ölçüde çıkmadığına hükmedilerek müslümanlara yapılan muamelenin aynısı ona da
yapılır. Yani buna rağmen yine de müslüman kabul edilerek ona göre dinî merasim
yapılır.
Ölmek üzere bulunan
şahsın yanma iyi kişilerin gelmesi her zaman arzulanır. Hastanın onları
görmesiyle kendisinde bir değişiklik meydana gelebilir, bu durumda Allah'ı daha
çok hatırlıyabilir. Ancak fazla kimsenin toplanması hastaya sıkıntı veriyorsa,
o takdirde oturmamak daha uygun olur.
Hastanın yanında
mümkünse Yâsîn Suresini okumak müstehabdır.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur : «yâsîn, Kur'an'm kalbidir. Bir kimse
bunu okur da Allah'ı ve âhiret gününü arzularsa, mutlaka bağışlanır. Artık siz
onu ölülerinizin üzerine de okuyun!»
«Herhangi biri ölür de
onun yanında Yasin Suresi okunursa, herhalde Allah ölümü (ve kabri) ölene
kolaylaştırır.»
İslâm her zaman
temizliği, güzelliği, düzenli olmayı emreden bir dindir. Ölmek üzere bulunan din
kardeşimizin yanma rahat girip çıkabilmek için etrafı düzenli ve temiz tutmak,
güzel koku sürünmek müstehab sayılmıştır.
Cünüp veya aybaşı
halinde bulunan kimsenin orada oturmasında bir sakınca yoktur. Ancak abdestli
bulunmakta büyük yarar var. Rahmet meleklerinin daha çok yaklaşmasına vesile
olması umulur. Mümkün olmadığı takdirde, buna cevaz verilmiştir.
Önce ölenin gözleri
açıksa kapanır. Sonra çenesi sarkıp ağzı açık kalmasın diye çene kısmı bağlanır.
Bütün bunlar en yumuşak hareketlerle yerine getirilir, Bu
amelyeyi, ölenin en yakım yerine getirirse daha iyi olur. Yakın dostlarından
biri de bunu yapabilir. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Ebu Seleme vefat
ettiğinde içeri girdi. Ebü Seleme'nin gözleri açık kalmıştı. Mübarek elleriyle
onun gözlerini kapadı ve şöyle buyurdu : «Ruh alınınca göz onu takip eder!.»
Ölenin Gözlerini
Kapayan Şu Duayı Yapabilir :
«Allah'ın ismiyle ve
Resûlüllah t A.S.)'in milleti üzere gözlerini kapıyorum. Allahım! bu
kardeşimizin işini kolaylaştır, bundan sonraki durumunu hafif tut... Sana
kavuşmakla onu mes'ud eyle, gitmek üzere olan yerini ayrıldığı yerinden hayırlı
eyle.»
Sonra da kollan ve
bacakları düzgün biçimde tutulur. Bütün buriar nezih hareketlerle yerine
getirilir.
Üzerindeki elbiseler
çıkarılır, yüksekçe "bir yere konur, herhangi bir şişmeyi önlemek için karnı
üzerine demir parçası koymakta yarar vardır. Etrafa güzel koku sürülür. Üzerine
yüzünü de örtecek şekilde bir çarşaf örtülür. Nitekim Resûlüllah (A.SJ Efendimiz
vefat ettiğinde Hz. Aişe Validemiz CR.A.), yüzünü de örtecek şekilde üzerine
bir perde çekti.
Ölüm haberinin, ölenin
yakınlarına, komşu ve dostlarına duyurulması müstehabdır. Nitekim
Habeş Kiralı Necaşi vefat ettiğinde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onun ölüm
haberini derhal çevreye duyurdu. Sahih kaynakların tesbiüne göre Zeyd, Cafer ve
Abdullah bin Revana savaşta şehîd edilince, Resûlüllah ölüm haberini Medine'de
Hân ettirdi.
Ancak bu ilân
soKaıuarda yüksek sesle duyurmak şeklinde yapılmaz. Cami' ve benzeri yerlerde
toplanan cemaate söylenir, denil-mişse de, El-Muhit sahibi İmam Serahsî,
sokaklarda ilân etmekte bir sakınca olmadığını söylemiştir.
Mümkün olduğu takdirde
ölü henüz gömülmeden borçlarını tesit edip ödemek daha uygun olur. Zaman ve
zemin buna müsait de-ilse, o takdirde defin işi yerine getirildikten hemen sonra
borçları denmeyebaşlanır.
Ölü Yıkanmadan Yanında
Kur'ân Okunur mu?
Hanefî İmamlarına göre
ölü yıkanmadan yanında Kur'ân oku-ıak mekruhtur. Başka bir odada okunmasında bir
sakınca yoktur.
Gebe iken ölep. kadının
karnındaki çocuk hareket ediyorsa, karın yarılarak çocuk alınır. Bu, İmam
Muhammed'in görüşüdür.
Bu Mesele Üzerinde
Biraz Durmak Gerek :
Gebe bir vaziyette ölen
kadının karnındaki çocuk alınır mı, alınnaz mı? Bu hususta İmam Muhammed'in
içtihadının ışığı altında
böyle bir hüküm çıkarmak mümkün : Çocuğun tıbben yaşama şansı ıharsa, karın
yarılarak alınır. Böyle bir şansı yoksa kendi haline bırakılır.
Müslüman ibâdete
hazırlayıp Allah'ın huzurunda durmayı irâie ettiğinde de,vefat edip Yaradan'ma
dönerken de içinden dışına vuran ciddi bir temizlik şuuruna erişmiştir. Abdest
ve gusül iç temiz-liğiyle dış temizliğini bütünleştirdiği gibi, cenaze yıkamakla
onun namazını kılmak da aynı temizliğin birleştirilip bütünleştirilmesini
amaçlar.
Bunun için Müslüman bir
ölüyü yıkamak, diriler üzerine vâcib bir haktır. Bu, Sünnet ve icmâ1 ile sabit
olmuş, muhalefet eden, yani farklı görüş ve ictihad ortaya koyan olmamıştır.
Ne var ki bu vacibi
Müslümanlardan bir kısmı yerine getirince diğerlerinin üzerinden kalkmış olur.
Vâcib olan gusül bir
defa her tarafının yıkanmasıdır.
Tekrarı sünnettir. O
halde cenazeyi bir defa yıkamak, vâcib, ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.
Bu durumda cenazeyi bir defa yıkamak da yeterli sayılır. Akar bir suya bir defa
daldırıp çıkarılması da yeterlidir.
Ölü yıkanmaya
hazırlanırken :
Önce üzerindeki elbise
çıkarılır. Yüksekçe bir şey üzerine (teneşir tahtası gibi) konur çevresi buhur
ve benzeri güzel kokulu şeylerle tütsülenir. Bunun da üç defa yapılması
müstehab sayılmıştır. Tüt- süyü elinde tutan kimse bunu teneşir tahtasının
etrafında ya bir ya da üç veya beş defa döndürür.
Ümraü Atiyye'den
yapılan sahih rivayete göre :
Ümmü Atiyye'nin kızı
öldüğünde Rasûlüllah CA.S.) Efendimiz
cenazesine hazır bulunmuş ve «Cenazeyi üç ya da beş defa veya da- ha
fazla yıkayın!» buyurmuş, sonra da şunu ilâve etmiştir : «Sizin için uygunsa, suyuna sidir karıştırıp ve
son defasında ise mümkünse kâfur
karıştırıp Öylece yıkayın...»
Diğer bir hadislerinde
ise :
«Ölüyü buhur ve benzeri
güzel kokularla tütsülediğinizde onu tek sayıda bırakın.»
Cenaze yıkanırken utan
yerlerinin açılmamasına dikkat edilir ve mümkün olduğu ölçüde etrafı örtülü
bulundurulur. Ona ancak gaasil ile yardımcıları bakar başkasının gelip bakması
mekruh sayılmıştır.
Genellikle cenaze
yıkanırken göbeğinden diz kapağına kadar olan kısım bir bezle örtülü tutulur.
Sahih olan da budur. Mezhebin
zahirine göre sadece galiz avret yerinin örtülmesi kâfidir de-nilmişse de
birinci görüş daha sahih ve uygundur.
Ölü gusledilirken ele
sarılan bir bez parçasıyla iatinca edilir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam
Muhammed'in kavlidir. Bezsiz el dokundurmak haramdır.
Gaasil ve Gaasile,
cenazeyi yıkaryen hem uyluklarına, hem galiz avret yerlerine bakmaz.
Yardımcıları da aynı hususa dikkat ederler. Tatarhaniyye sahibi bilhassa bu
mesele üzerinde durmuş ve bakmanın haram olduğunu kaydetmiştir. Buna mekruh
diyenler de var.
Önce kendisine namaz
abdesti gibi bir abdest verilir. Ancak namazı kılmmıyacak anlamda küçük ise
abdest vermeye gerek yoktur. Abdestte
önce yüz sonra kollar yıkanır. Eller dikkate alınarak kollara öncelik verilmez. Gerek kolları gerek ayakları yıkanırken
hayatta olduğu gibi hep sağdan başlanır. Ağzına ve burnuna su verilmez, Verilir,
diyenler omluşsa, da birinci görüş daha sahihtir.
Ölünün başı meshedilir
ve ayaklarının yıkanması, gusülden sonraya bırakılmaz. Bütün bunları yapmak
sünnettir. Farz olan, bir kere her tarafının yıkanmasıdır.
Hanefi imamlarına göre,
ölüyü sıcak su ile yıkamak daha faziletlidir. Mümkünse suya sidir veya hirz ya
da kâfurdan biraz karıştırılır. Değilse sadece su ile yıkanır. Başı
mümkünse sabunla yıkanır. Sakalları varsa ona da sabun dokundurulur. Şafiîlere
göre, geniş dişli bir tarakla saç ve sakalı taranır.
Cenaze yıkanırken önce
sağ tarafı, sonra sol tarafı yıkanır. Bunun için önce sol tarafa biraz
meylettirilir, sonra da sağ tarafına meylettirilir. Sonra hafif oturtulur şekle
getirilerek hafifçe karnına dokunulur. Tabii yollardan bir şey çıkarsa, sadece
oranın yıkanma-sıyla yetinüir. Yıkama işi bitince temiz bir bez ile kurulanır.
Hanefî İmamlarına göre:
Ölünün saç ve sakalı
taranmaz, tırnakları kesilmez, saç ve sakalı alınmaz, yani tıraş edilmez.
Olduğu gibi bırakılır.
Kulak, Burun ve Göz
Gibi Yerlere Pamuk Kojmak :
Cenazenin yıkama işi
bittikten sonra arzu edildiği takdirde kulak, burun, göz ve benzeri tabii
menfezlere pamuk konulabilir.
Öldükten sonra kendiliğinden suya düşen veya
suda boğulan kimseyi yıkamak gerekir mi? Sadece suya düşmek veya suda boğulmak
gusül yerine geçmez. Çünkü cenazeyi yıkamakla Müslümanlar mutlaka yükümlü tutulmuşlardır. O halde
suyun içinde raslanan bir ölüyü
gusül niyetiyle suda hareket ettirmek, gusül yerine geçer. Ama çıkarıp adabına
uygun yıkamak daha iyi olur.
Ölü iyice şişmiş, eti
dökülmeye başlamışsa, o takdirde üzerine su
dökmekle yetinilir.
Cenaze kadın ise,
yıkamada erkekler hakkındaki hükme dahil- dir. Saçları arkasına salıverilmez.
Gaasile kadın onu da guslün sün- net ve âdabına göre yıkar. Utan yerlerinin
görünmemesine bilhassa dikkat eder.
Çocuk doğduktan hemen
sonra ölürse, bakılır, doğduğunda sesi çıkmış veya hareket göstermişse, ona bir
ad konulur, yıkanır ve namazı kılınır. Sesi çıkmadan, hareket göstermeden ölmüş
veya ölü olarak doğmuşsa, o takdirde bir pez parçasına sarılır, namazı
kılınmaz. Zahir rivayetin dışındaki rivayetlere göre, yıkanır. Muhtar olan da
budur. Yıkanmadığı
takdirde bir şey gerekmez.
Çocuğun doğunca ses
çıkarmasına veya bazı hareketler göstermesine fıkıhta Îstîhlâl denir.
Çocuğun ses veya
hareket gösterdiğini ebesi veya annesi söylerse, onların sözüne itibar edilerek
çocuk yıkanır, namaz kılınıp öylece defnedilir. Tabii adı da konur.
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi henüz azası tamamlanmayan düşük çocuğun namazı kılınmaz.
Muhtar olan kavle göre, yıkanır ve öylece defnedilir. Yıkanmadığı takdirde bir
şey gerekmez.
Ölenin bedeninin yarısı
ya da bir kısmı veya bir azası kalır, diğer kısmi herhangi bir sebeple yok
olursa, ne yapılır? Müctehid imamlara göre, bedenin çoğu veya başıyla birlikte
yarısı bulunursa, tam bir beden gibi yıkanır, namazı kılınır ve defnedilir.
Bedenin çoğu veya
yarısıyla birlikte başı yıkanıp defnedildikten sonra geri kalan kısmına
raslamrsa, artık ne yıkanır, ne de namazı kılınır, bir beze sarılıp defnedilir.
Bedenin başsız yarısı
veya başından kuyruk sokumuna kadar ikiye bölünmüş yarısı bulunursa yıkanmaz,
namazı da kılınmaz. Sadece bir bez parçasına sarılıp defnedilir.
Bir yerde raslanırda
Müslüman olup olmadığında şüphe edilir--se, yüzüne dikkat edilir, saç, sakal,
bıyık ve benzeri şeyler üzerinde durulur, müslümanlara benziyorsa, o takdirde
ona göre amel edilir. Böyle bir alâmet tesbit etmek mümkün olmaz da ama
raslanılan ölü, Müslümanların yaşadığı bölgede ise, yine de ona Müslüman
muamelesi yapılır. Yani yıkanır, namazı kılınıp öylece defnedilir. Gayr-i
müslimlerin oturduğu bir bölgede raslanır da müslüman olduğuna ait bir belirti
tesbit edilemezse, bir bez parçasına sarılıp defnedilir.
Savaşta ve benzeri
felâketlerde müslümanlarla kâfirlerin cesed-leri birbirine karışırsa, ne
yapılır? Müslümanlarda görülebilen bir takım alâmetler aranır, sünnet, sakal
biçimi, kıyafet ve benzeri örfe uygun belirtiler üzerinde durulur. Bunlardan birine raslamrsa, o
takdirde, şehîd ise sadece namazı kılınır, değilse yıkanır, namazı kılıp öylece
defnedilir.
Cesedler üzerinde
belirtilen alâmetleri tesbit etmek mümkün olmaz ve ancak müslümanlarm çoğunlukta
olduğu bilinirse, o takdirde hepsine birden müslüman nazarıyla bakılır ve ona
göre hareket edilir. Bunun aksine kâfirler çoğunlukta olursa, hiç birinin
namazı kılınmaz; ancak hepsi de yıkanıp kefenlendikten sonra defnedilir. Tabii
Müslüman kabristanına değil, müşriklere ait bir kabristana defnedilir. Ama
çoğunluk müslümanlarda olursa, o zaman hepsi de Müslümanlara ait kabristana
defnedilir.
îki taraf eşit durumda
olursa, sahih kavle göre, yine de namazları kılınmaz. Hangi kabristana
gömülecekleri hakkında farklı görüş ve ictihadlar vardır. Bazısına göre, bunlar
için ayrı bir kabristan meydana getirilir. Allah (C.C.) daha iyisini bilir.
Ana babasından biriyle
birlikte esir edildikten sonra ölürse ana veya babası İslâm'a girmişse çocuk
yıkanır namazı kılınıp öylece defnedilir. Çünkü çocuk bu durumda da ana
babasına tabi'dir. Veya ana babası İslâm'a girmez ama çocuk aklettiği için
kendisi İslâm'a girmeyi kabul eder ve öylece ölürse o takdirde de yıkanır namazı
kılınıp öylece defnedilir. Bu iki durum yoksa ne yıkanır ne de namazı kılınır
sadece bir beze sarılıp defnedilir.
Ama çocuk yalnız başına
esir edildikten sonra ölürse, mükellef sayılmadığı ve Müslümanlarm eline geçip
onların tasarrufu altına girdiği için, hem yıkanr, hem namazı kılınır.
Deniz yolculuğu
yaparken gemide ölen kimse, yıkanır namazı kılındıktan sonra ağır bir cisme
bağlanarak denize atılır.
İslâm Hukukuna göre
İslâm Devletine karşı gelip silahlı çatışmaya girdiğinde öldürülen veya yol
kesicilik yaparken yine devlet kuvvetleri tarafından öldürülen kimseler
yıkanmaz, namazları da ktfınraaz, öylece bir çukur kazılıp içine atılır. Ancak
silahlı çatışmada öl-dürüîmeyip diri yakalanır ve sonra eceliyle ölür veya
yakalanıp mahkeme tarafından idam edilirse, 0 takdirde Allah'a Peygambere ve
ahirete inanıyorsa hem yıkanır, hem namazları kılınır.
Fukahanm ileri
gelenleri bu görüşü çok uygun kabul etmişlerdir.
Ölüyü yıkayan kimsenin
aşağıda belirtilen
vasıfları taşıması Sünnettir :
a) Abdestli
bulunması,
b) Müslüman
olması,
c) Cünüp,
ayhali, kâfir ye fasik olmaması,
d) Ölüye en
yakın kimseden seçilmesi,
e) Allah'tan
korkup kötülüklerden
sakınan bir kimse bulunması,
f) Cenazeyi
vâcib ve sünnete uygun biçimde yıkayacağına dair güven vermesi ölüde bazı nahoş
şeyler gördüğünde onları
gizleyip etrafa duyurmaması gördüğü güzel halleri anlatması...»
O halde abdestsiz kimse
cenaze yıkayabilir. Ama cünüp ve ayhali olan kimsenin yıkaması mekruhtur. Başka
yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde yıkayabilirler.
Ölen kimse tam bir
bid'acı ise onu yıkayan kimse gördüğü naalleri etrafa yayabilir. Çünkü bu bir,
bid'acinin sonunun iyi ol sadığını hatırlatır. Fukaha buna cevaz vermiştir.
Ölüyü yıkarken, bazı
hallerinden tiksinmemek için gaasilin ve yardımcılarının yanlarında güzel koku
bulundurmaları, buhur ve benzeri şeyleri yakıp etrafa güzel bir koku yaymaları
müstehabdır. (148)
Cenazeyi Ücret
Karşılığında Yıkamamak :
En uygun olanı,
cenazeyi ücret karşılığında değil, Allah (C.C.) rızasını gözeterek yıkamaktır.
Çünkü bu, her müslümanm dinî ve insanî görevidir. Ancak gaasil ücret isterse ve
yanında da bir iki kişi çalıştırıyorsa, o takdirde kendisine ücret verilmesine
cevaz verilmiştir.
Ölen kimse erkek ise,
onu ancak erkek yıkayabilir. Kadın ise ancak kadın yıkayabilir. Erkeğin kadını,
kadının da erkeği yıkaması caiz değildir. Ancak ölü henüz iştiha çağma girmemiş
bir çocuk ise, o takdirde erkek çocuğun kadın tarafından kız çocuğun da erkek
tarafından yıkanmasında bir sakınca yoktur.
Tenasül aleti kesik
veya idiş edilmiş kimse erkek hükmündedir, yani onu ancak erkeklerin yıkaması
caiz olur.
Bu konuda Mezhep imamlarının
ictihadları farklıdır :
a)
Hanefîlere göre, kadın kocası
tarafından boşanmamışsa, o takdirde henüz iddeti (şer'î bekleme müddeti)
devam ettiğinden, kocasını yıkayabilir. Ama kocası ölmeden onu boşamış veya
öldükten sonra kocasının oğlu veya babası kadına şehvetle dokunmuş veya şehvetle
öpmüşlerse, o takdirde yıkayamaz.
b) Şafülere
göre, kadın bâin veya rec'î talakla boşanmamışsa, o takdirde karı koca
birbirlerini yıkayabilirler.
Böyle bir boşama meydana gelmişse, birinin diğerini yıkaması helâl değildir.
c) Mâlikîler
de bu meselede Şafiîlerin
doğrultusunda ictihad etmişlerdir.
d)
Hanbelîlere göre, rec'î talâkla boşanan kadının kocasını yıkaması caizse de
bâin talakla boşananın yıkaması caiz değildir.
Ölen bir erkeği
yıkayacak erkek bulunmaz da sadece kadın bulunursa, ölen, kadının mahremi ise,
kadın eline bir bez geçirmeden ona teyemmüm verir. Yabancı ise, kadın eline bir
bez geçirerek öylece teyemmüm verir ve bu esnada gözlerini yumar.
Yolculukta bir erkek
kadınlar arasında ölürse, erkek olarak sadece bir kâfir bulunursa, kadınlar o
kâfire cenaze yıkamayı öğretir ve ikisini başbaşa bırakırlar. Kâfir yıkamazsa,
kadınlar arasında henüz iştiha çağına girmemiş bir kız çocuğu, bulunuyorsa, o
takdirde ölen erkeği yıkaması için ona bilgi verirler ve cenazeyle başbaşa
bırakılır.
Seferde ölen müslüman
bir kadının yanında sedece kâfire bir kadm veya henüz iştiha çağma girmemiş bir
erkek çocuk bulunursa, kâfire kadm ile erkek çocuktan hangisi cenaze yıkamasını
biliyorsa, o bu ameliyeyi yerine getirir. Beraberlerinde müslüman erkek
bulunuyorsa, o, kâfire olan kadına iştiha çağında bulunmayan çocuğa cenaze
yıkamayı öğretir ve kendisi yıkanma işi bitinceye kadar oradan uzaklaşır.
Hem erkeklik, hem
dişilik organı bulunan (Hunsa-Müşkil) iştiha çağma girmişse, onu ne erkekler,
ne de kadınlar yıkar. Örtülü tutularak o vaziyette teyemmüm verilmekle
yetinilir.
Bunun gibi, iki organı
bulunan (Hunsa - Müşkil) de ne kadını, ne de erkeği yıkayabilir.
Velisi Müslüman olan
bir kâfir öldüğü takdirde, velisi onu murdar bir elbiseyi yıkar gibi yıkar, bir
beze sarıp açtığı bir çukura gömer. İslâm Sünnetine göre, hareket etmez. Yani
onu ne sünnete uygun yıkar, ne de ona uygun biçimde kefenleyip gömer.
Babası kâfir bir
müslüman erkek öldüğünde, onu müslümanla-rm yıkayıp defnetmesi gerekir.
Babasının yıkama ve tekfinine imkân verilmez.
Seferde bir
müslüman erkek ölür de
orada temiz su bulmak mümkün
olmazsa, o takdirde toprak ile teyemmüm verilir ve sonra namazı kılınarak
defnedilir.
Toprak ile teyemmüm
verildikten ve namazı kılındıktan sonra temiz su bulunursa, o takdirde İmam Ebû
Yusuf'a göre, yeniden yıkanıp namazı kılındıktan sonra defnedilir.
Ölüyü yıkadıktan sonra
belirtilen şekilde bir beze sarıp öylece defnetmek farz-i kifayedir.
Müslümanlardan bir kısmının bunu yerine getirmesiyle diğerleri üzerinden bu
vecibe kalkmış olur. Hiç kimse ölünün tekfiniyle meşgul olmaz, yani onu kefene
sarmazsa, hepsi birden günahkâr sayılır.
Erkeğin kefeni üç
parçadan ibarettir : İzar, kamîs, lifafe, îzar : Baş ve ayakları aşacak
uzunlukta bir parçadır. Kamîs : Omuzdan ayak uçlarına kadar uzanan bir parçadır.
Lifafe de izar gibi baştan ayaklara kadar örtecek uzunlukta bir parçadır.
Kefenin cepsiz, yensiz
ve kolsuz olması sünnettir. Kefen tabirinde başa sarılan ya da konulan sarık ve
benzeri şeyler yoktur. Ancak hicrî beşinci asırdan sonra gelen fukahadan bir
kısmı, ilim adamları kefenlenirken başlarına beyaz sarık sarılmasına istihsanen
cevaz vermişlerdir. Bu durumda sarığın teylesam ölünün yüzüne doğru sarkıtılır.
Kadının kefeni ise altı
parçadan oluşur : Diri', himar, izar, lifafe, hırka, Diri', gömlek anlammadır.
Himar; baş örüsü demektir. Hırka da göğsüne bağlanan parçadır. Hırkanın göğüsle
göbek veya göğüsle diz kapakları arasını örtecek genişlikte olması daha
uygundur.
Erkeğin kefeni, izar ve
lifafe denilen iki parçayla yetinilerek de yerine getirilebilir. Ancak imkân
bulunduğu takdirde bir tek parçaya sarılması mekruh sayılmıştır. Kadının kefeni
de üç parçayla yeti-nilebilir. İmkân bulunduğu takdirde iki parçaya sarılması
mekruhtur.
İştiha çağma girmiş kız
ve erkek çocuğun kefeni, ergen kimselerin kefeni gibidir. İştiha çağına
girmemiş çocukların ise kefenin, erkek çocuk ise bir parça, kız çocuk ise iki
parça ile yerine getirilmesi caizdir. Bununla beraber onlara da ergen kişilere
sarılan miktarı kullanmakta bir sakınca yoktur.
Hem erkeklik, hem
dişilik organı bulunan kimsenin kefeni normal kadınların kefeni gibidir. Bu bir
ihtiyattır. Üç parça ile yetinmek te caizdir.
Kefenin beyaz bir
bezden olması, sünnete daha uygundur. Bununla beraber kişinin hayatındaki
sosyal ve ekonomik durumuna göre, ayarlanması daha uygundur. Beyaz kefenin
pamuk, keten ve benzeri şeylerden olması farketmez. Ancak günümüzde daha çok
patiska ya da kaputbezi tercih edilmektedir.
Erkekler için ipek,
atlas ve renkli kumaşlardan kefen kullanmak mekruhtur. Kadınlar hakkında ise,
hayatta iken sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak sözü edilen
parçalardan kefen kullanılmasına cevaz verilmiştir. Ama beyaz kumaştan olması
mutlaka af-daldır.
Hayatta iken giymeleri
kendilerine mubah olan her kumaşm öldükten sonra kefen olarak kullanılması da
mubahtır. Bu, erkekler hakkında câri bir kaidedir.
Bırakılan mal çok olur
da verese de az olursa, sünnet kefen, durum bunun aksine ise kifâye yollu kefen
uygulanır. Bunun böyle
yapılmasının daha uygun olduğu fukahanm çoğu tarafından kabul edilmiştir.
Vârisler kefen
sayısında ihtilâf ederse, kimi iki kefen, kimi üç kefene sarılsın, derse, üç
kefene sarılsın diyenlerin sözü yerine getirilir. Çünkü sünnet olan da budur.
Erkek için önce lifafe
denilen kefen düz bir yere serilir, onun üzerine izâr denilen kefen, serilir.
Sonra ölü bunun üzerine konulur. Kamis denilen kefen giydirilir, gerekirse baş
ve sakal kısımlarına güzel kokulu pamuk konulur. Sonra izara, sonra da lifafeye
sarılır. Diğer güzel kokuları da kullanmakta bir sakınca yoktur.
Önce bunların sol
tarafı, sonra sağ tarafı konulur. Böylece
kefenin sağ kanadı sol kanat üzerine gelmiş olur. Kefenin Açılmasından Endişe
Edilirse :
Kefenin Açılmasından
endişe edildiği takdirde, baş ve ayak uç-lan bağlandığı gibi, bel kısmından da
dikişsiz bîr bezle bağlanır.
Erkeklerde olduğu gibi
önce lifafa, onun üzerine de izâr serilir, cenaze izâr üzerine konulur ve diri'
giydirilir. Sonra saçları iki örgü halinde göğüsleri üzerine gelecek şekilde
konulur. Sonra baş örtüsü mahiyetinde olan parça konulur ve erkeklerde olduğu
gibi önce sol tarafı, sonra sağ tarafı konularak izâr ve lifafa sarılır.
Bunlar sıhhatli biçimde
yerine getirildikten sonra hırka dengen parça göğüs nahiyesine gelecek şekilde
sarılıp bağlanır.
Belirtilen kefenler
henüz sarılmadan ya üç, ya da beş, hiç olmazsa bir defa güzel kokuyla
tütsülenir. Beşten fazla yapılmaz.
Sahih rivayetlere göre,
üç yerde tütsülenir : Ruhu bedeni terket-.iğinde, çevreyi tiksindirmemek için
buhr ve benzeri güzel kokular mllamlır. Yıkanırken de yıkayanların rahat
çalışmasını sağlamak çin hem güzel koku, hem tütsü kullanılır. Bir de
kefenlenirken...
Ölen borçlu bulunursa,
geriye de mal bırakmişsa, yine de önce kendi malından kefen ve masrafları
karşılanır. Sonra kalan malıyla borçları kapatılır, Ancak rehin, satışı
yapılmış bir mal varsa, bunlardan ne kefen, ne de vasiyyeti için harcanır. Önce
bunların sahipleri tesbit edilip verilir. Geriye kendi malı kalmışsa, o takdirde
Ikefen ve sair lüzumlu masraflar yapılır.
Ölen kimse geriye
hiçbir mal bırakmamışsa, onun kefen ve defin masrafı, nafakası üzerine vâcib
olan yakınları tarafından karşılanır. İmam Ebû Yusuf'a göre, ölen kadın geriye
hiçbir şey bırakmadığı takdirde onun kefen ve defin masrafı kocasına vâcibdir.
İmam Muhammed'e göre vâcib değildir.
Ölen koca geriye hiçbir
mal bırakmadığı takdirde, karısı zengin bile olsa, kocasının kefen ve defin
masrafını yapmak zorunda değildir. Yani böyle bir masraf kadına vâcib değildir.
Bu hususta icmâ' vardır.
Ne var ki bu Müslüman
kardeşimize karşı olan görevlerimizden biridir. Üzerimize vâcib olmasa bile,
karı kocasının koca da karısının kefen ve defin masraflarını gönül rızasıyla
karşılamalıdır. Bunda büyük bir ecir vardır.
Resûlüllah ([A.S.)
Efendimiz : «Sizden biriniz din kardeşinin yakını olup tekfin ve teçhiz
işleriyle meşgul olduğunda, onun kefenini güzel biçimde yerine getirsin...»
buyurmuştur.
«Ölülerinize beyaz
elbiselerinizden giydirin, çünkü beyaz sizin en hayırlı elbisenizdir.»
Diğer bir rivayette ise
:
«Beyaz elbiselerinizi
giyin. Çünkü o sizin en hayırlı elbiselerinizden biridir. Ölülerinizi de beyaz
elbiseyle kefenleyin...»
«Ölülerinizi güzel
kokuyla tecmir ettiğinizde, bunu üç defa yapın.»
Ölen kimse geriye mal
bırakmadığı gibi, kendisine sahip çıkacak bir yakını da bulunmazsa, o takdirde
onun tekfin ve teçhizi Beytü'1-Mal (Devlet Hazinesin) den karşılanır.
Beytü'l-Malda sarf e-düecek bir şey yoksa, o takdirde Müslüman zenginlerin bunu
karşılaması gerekir.
Ölen kimse için hiçbir
yerden kefen tedariki mümkün olmadığı takdirde, yine gusledilir ve İZHİR veya
benzeri bir ot ile bedeni örtülerek defnedilir.
Bir mahalle veya köy ve
semtte kimsesiz bir adam ölürse, onun kefen ve defnine yetecek kadar para
Müslümanlardan -sadaka olarak- toplanıp kâfi miktarda sarf edilir. Toplanılan
paradan bir şey artacak olursa, biliniyorsa sahibine iade edilir. Bilinmiyorsa
başka bir garip ya da kimsesize kefen alınmak üzere bir yerde muhafaza edilir.
Bu da mümkün olmadığı veya saklanması zor olduğu takdirde fakirlere sadaka
olarak dağıtılır.
Müslüman kardeşimizin
cenazesini taşımamız, Peygamberimizin güzel sünnetlerinden biridir. Taşıyan
mutlaka sevap kazanır. Genellikle cenazeyi dört erkeğin taşıması sünnettir.
Tabii bu nöbetleşe yerine getirilir. Sadece dört erkeğin devamlı taşıması
anlamına gelmez.
Cenaze tabuta
yerleştirildikten sonra, her erkek bir köşesinden tutup omuz üstünde taşır.
Sünnet bu yolda vârid olmuştur.
Cenazeyi Taşımakta İki
Husus Söz Konusudur.
1. Sünnet
olan taşıma,
2. Kemal
mertebesinde sünnet taşıma..
Birincisi, tabutun sıra ile
dört ucundan tutup onar adım taşınmasıdır. İkincisi ise taşıyıcının önce
tabutun ön kısmına geçip sağ omuzuna gelecek şekilde taşıması, sonra ayak ucuna
gelip yine sağ omuzuna gelecek şekilde taşıması, sonra ön kısmına geçip bu kez
sol omuzuna gelecek şekilde taşıması, sonra da ayak ucuna doğru gelip yine sol
omuzuna gelecek şekilde taşımasıdır.
Nitekim İbn Mes'ud
CR.A.) diyor ki :
«Cenazeyi kabre taşımak
isteyen kimse, tabutun dört ucunu sıra ile tutup taşısın, çünkü böyle yapmak
sünnettir.»
Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz :
«Hastayı sorun,
cenazeyi takip edin kabre kadar yürüyün. Bu size âhireti hatırlatır.» buyurmuştur.
Zorunlu bir sebep
yoksa, cenazeyi iki sınk araşma koyup iki kişi tarafından taşınması mekruhtur.
Yolun dar oluşu, tabut te'min edilmeyişi halinde buna cevaz verilmiştir.
Cenazeyi teşyi'a
katılanların çoğu onu taşımak ister de bu yüzden cenaze eller üstünde
götürülürse, bunda da bir sakınca olmadığı belirtilmiştir.
Bir iki yaşındaki çocuk
öldüğü takdirde, yıkandıktan sonra kefenlenir. Bunun için tabut hazırlamaya
gerek yoktur. Kalınca bir hah ya da benzeri şey
üzerine konulduktan sonra bir adamın elleri üstünde taşınması caizdir.
Gerektiğinde birkaç kişi sıra ile bu vaziyette taşırlarsa daha uygun olur.
Çocuğu el üstünde
taşırken hayvana binip o vaziyette taşımakta da bir sakınca görülmemiştir. El
üstünde taşınmayacak kadar büyükse, o takdirde tabuta konulup yukarıda
belirtilen şekilde taşınması sünnettir.
Ölüm olayı
gerçekleştikten sonra cenazeyi bekletmek doğru değildir. Bilhassa yıkayıp
kefenledikten ve namazı kılındıktan sonra vakit kaybetmeden kabre götürüp
defnetmek sünnettir. Cenaze kabre götürülürken, eğer omuzlar üstünde
götürülüyorsa, tabutu fazla sarsmamak şartiyle acele etmek, yani biraz acele
yürümek de sünnettir.
Bu hususta Rasûlüllah
(A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Cenazeyi definde acele
ediniz. Eğer iyi bir insan ise bu onun için hayırlıdır, onu hayre takdim etmiş
olursunuz. Bundan başkası ise, o serdir, şerri bir an önce omuzlarınızdan
indiriniz!»
Bu konuda İmam Buhari
kendi tarihinde diyor ki :
«Ashab-ı Kiram'dan Sa'd
bin Muaz ÎR.A.) vefat ettiğinde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz cenazeyi kabre
götürürken çok acele etti, c kadar ki ashabdan bazısının ayakkaplarmm bağcıkları
koptu.»
Cenazeyi kabre
götürürken arkadan takip etmek daha uygun dur. Bununla beraber arada bir mesafe
bırakarak önden yürümel te caizdir. Cemaatin hepsinin öne geçip yürümesi ise
mekruhtur.
Ahmed bin Hanbel ve
diğer sünen sahiplerinin tesbitine gön Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Ebubekir
SÎDDIK ve Ömer (R.A.)'i: bazen cenazenin önünde yürüdükleri olmuştur.
Enes bin Mâlik (R.A.Î
'den yapılan bir rivayete göre, Resûlüila şöyle buyurmuştur :
«Süvari olan, cenazenin
ardında yürür, yaya olan ise hem ardıı da, hem önünde yürüyebilir.»
Cemaat fazla kalabalık
değilse, cenazenin sağ ve sol tarafların-yürümernek daha uygun olur.
Müslüman kardeşimizin
cenazesini kabre kadar takip edip görmek, nafile namazdan daha hayırlıdır.
Özellikle cenaze yakını-z veya dostumuz olursa...
Günümüzde kabirlerin
şehir dışında yapılması ve motorlu vasi-larm çoğalması, cenazeyi omuzlar
üzerinde götürmeğe gerek bı-panamaktadır. Atla cenaze takip edildiği gibi,
motorlu vasıta ile s takip edilebilir. Birkaç arabanın önde gitmesinde bir
sakınca yok-ir. Ama çoğu arabaların cenazeyi ardından takip etmesi müste-abdır.
Ölüm, yok olmak değil,
bir evden başka bir eve göçmektir, Di-er bir tabirle eskiyen beden elbisesini
atan ruhun yeni bir elbiseye azırlanma devresidir. Bu bakımdan ölüm, canlılar
hakkında Al-ıh'm değişmiyen bir kanunudur. Danenin yeniden hayat bulması onu
toprağa atmak nasıl gerekiyorsa, insanın da yeni bir hayata kavuşabilmesi için
toprağa girmesi gerekiyor.
Ne var ki, neslin
devamım sağlamak için fillah CC.C.) insanları irbirine karşı merhametli ve
şefkatli yaratmış, özellikle yakınlar rasmda kopmaz bağlar yerleştirerek dünya
hayatını hedef ve mak-adına yöneltmiştir. Bu sebeple insan, ölen yakınlarına
ister istemez ızülür ve göz yaşı akıtır.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin oğlu İbrahim öldüğünde, ağlamış re bunun sebebini soranlara : «Bu,
insanın evlâdına karşı olan mer-ıametinin eseridir; Allah'ın hükmüne karşı
söylenecek sözümüz rok...» diye cevap vermiştir.
Bunun için müctehid
imamlar, bağırıp çağırarak ağlamayı, bu ırada saçları yolmak, yaka-paçayı
yırtmak, dizlere vurup ölçüsüz ıarektlerde bulunmayı mekruh saymıştır. Bu
şekilde ağlamak doğru değildir. Peygamber (A.S.) Efendimizin hoş karşılamadığı
sahih 'ivayetlerle sabit olmuştur.
«Ümmetimde Cahüiyye
devri âdetlerinden dört şey var : Soylulukla övünmek, soya sövmek, yıldızlardan
yağmur dilemek ve ölü için sesli ağlamak...»
Ashabdan Ummu Atiyye
(RA..) diyor ki :
«Ölü için sesli
ağlamamamız konusunda Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bizden söz aldı.»
«İki ses var ki hem
dünyada, hem âhirette mel'undur : Nimet yanında zurna çalmak, musibet anında
bağırıp çağırarak ağlamak..»
Ashabdan Ebû Musa
(R.A.) diyor ki :
«Resûlüllah'm kendim
beri kıldığı şeylerden ben de beriyim. Re sûlüllah (A.S.) Efendimiz, musibetten
dolayı bağırıp çağırarak ağla maktan, yine musibet anıda saç tıraş etmekten ve
bir de bu sebep le elbise yırtmaktan beridir.»
Cenazeyi mum, ateş ve
benzeri ışıklarla takip etmek cahiliyye ri âdetlerindendir. İslâm böyle
yapılmasını yasaklayıp
mekruh lmıştır.
Kabirlere, türbelere,
yatırlara mum dikmek te tahrimen mek-ahtur. Bu da putperestlik devrinden kalma
kötü âdetler arasında ulunuyor. Ne yazık ki, hâlâ memleketimizde qkumuşu da
okumalısı da bu âdetleri yaşatmakta ve hiçbir engeli kabul etmemektedir.
Mezhep imamlarının bu
mesele hakkındaki görüş ve ictihadları arklıdır. Hanefîlere göre, takip
etmemeleri daha uygundur. Onlar-lan bazısı bunu da mekruh saymıştır. Şafiîlerle
Hanbeliler de aynı görüştedir. Malikîlere göre, sesli ağlamamaları şartıyla
yaşlı kadın-arm cenazeyi takip etmesinde bir sakınca yoktur. Genç kadınlara,
şelince, tahammül etmeleri çok zor bir yakınlarını kaybetmişlerse, /ine
tesettüre riâyet ve sesli ağlamamak şartıyla onlar da takip edebilir.
Ashabdan Ummu Atiyye
(R.A.) diyor ki :
«Cenazeyi takip
etmekten men'olunduk. Ancak bu vücub derecesinde bir menetme değildir.»
Hazreti Ali (R.A.)'den
yapılan bir rivayete göre, şu hadis nakledilmiştir :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz Mescid'den çıkıp ilerlediğinde yolun kenarında oturan birkaç kadına
rasladı. Aralarında şu konuş-ma geçti :
Peygamber :
— Sizi buraya oturtan
şey nedir?
Kadınlar :
— Cenazeyi bekliyoruz.
Peygamber :
— Cenazeyi yıKadmız mı?
Kadınlar :
— Hayır...
Peygamber :
Onu taşıyacak mısınız?
Kadınlar :
— Hayır...
Peygamber:
— Onu kabre indirip
defnedecek misiniz?
Kadınlar :
— Hayır...
Peygamber :
— O halde geri dönün
günahkârlar, ecre nail olmayanlar!..»
Ancak bu hadisin
kritiğini yapan ilim adamlarından Ebu Hatim, bunun meşhur olmadığını söylerken,
Evzaî bunun metruk olduğunu kaydetmiştir. İsnadında Dinar bin Amır'm bulunduğu,
bu zatın pek muteber olmadığı tesbit edilmiştir. Her şeye ramen diğer
rivayetler bunun doğrulduğunu göstermektedir.
Mâlikiler bu konuda
Şu'be tarikiyle Vekî'den onun da Hişam bin Urve'den yaptığı şu rivayeti sened
olarak kabul etmişlerdir.
Ebu Hüreyre (R.A.)
diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bir cenazede bulunuyordu. Yani onu takip ediyor ve defin işiyle meşgul
bulunuyordu. Orada bulunan Hz. Ömer'in gözü bir kadına dokundu ve yüksek sesle
ona «Neden buraya geldin?» diye uyarıda bulundu. Bunun üzerine Peygamber (A.S.)
Efendimiz : «Bırak onu kendi haline, ya Ömer! Çünkü göz ağlıyor, nefs musibete
uğramış, olay da yeni vuku1 bulduğu için aralarındaki bağ pek yakındır.»
Cenaze geçirilirken
ayağa kalkılmaz. Ancak onu takip etmek isteyen kimse kalkabilir.
Bu Mesele Hakkındaki
Sahih Rivayetler :
Vâkıd bin Amir bin Sa'd
bin Muaz (R.A.) diyor ki :
«Seleme oğullarından
bir cenazeye hazır oldum. Onu tabuta koyup geçirilirken ayağa kalktım. Yanımda
bulunan Nâfî' b. Cübeyr IR.AJ, «Otur, bunu sana deliliyle anlatayım,» diye
uyarıda bulundu. Oturdum, o da şöyle dedi : «El-Hâkim oğlu Mes'ud bana, Hazreti
Ali (R.A.)'nin şöyle rivayet ettiğini haber verdi :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz önce bize, cenazenin önünden kalkmamızı emretti. Sonra (aldığ ilâhi
işaret üzerine) kendisi artık kalkmadı, ondan sonra hiç bir cenaze geçerken
ayağa kalkmadı, bize de oturmamızı emretti.»
Müslim'in tesbiti ise
şöyledir : Hz. Ali (R.A.) diyor ki : «Biz, Peygamberi geçirilen cenazenin
önünden kalktığını gördüğümüzde kalktık. Onun oturduğunu (artık kalkmadığını)
görünce biz de kalkmayıp oturduk.»
İmam Tirmizî, bu
hadîsin hasen ve sahih olduğunu kaydetmiştir. Böylece bu hadîsin, «Cenazeyi
gördüğünüzde ayağa kalkın» hadisini neshettiğini yani hükmünü kaldırdığım
söyliyebüiriz.
Bütün bu rivayetleri
bir araya getiren İmam Nevevi diyor ki : «Muhtar olan, cenaze geçerken ayağa
kalkmak müstehabdır.» Şâfiüerden
çoğu bu görüştedir.
Namazgahta cenazeyi
bekleyenler, cenaze getirilince ayağa kalkmazlar, ancak musallaya konulduktan
sonra kalkarlar. Sahih olan da budur.
Bununla beraber
cenazeyi musallaya koymak için bazı şahısların kalkıp taşıyanlara yardımcı
olmalarında hiçbir sakınca yoktur. Fukahadan bir kısmı bu durumda cemaatin ayağa
kalkmaları men'-edilmez, demiştir.
Cenazeyi kabre
götürenlerin susması sünnete uygundur. Zikir etmek ve Kur'ân okumak isteyenler
de bunu gizli yaparlar. Çünkü o sırada kabir ve âhireti düşünmek, geçen ömrün
nasıl harcandığını dikkate alarak geriye kalan ömrü salih amellerle
değerlendirmek insanı daha çok Allah'a yaklaştırır.
Cenâze kabre getirilip
yere konulunca cemaat isterse oturabilir. Ayakta durmalarında da bir sakınca
yoktur. Ama henüz omuzlardan yere indirilmeden oturmak mekruhtur. Çünkü böyle
yapmak ölüye karşı kayıtsız kalmayı ifade eder. Fukahadan çoğuna göre, ölü
kabre konulup üzerine toprak örtüldükten sonra oturmak daha iyidir. Bu, ölüye
karşı saygıyı ifade eder.
Kabristan uzak olur da
taşıyanlara sıkıntı verirse, o takdirde ücretle adam tutup taşımakta bir sakınca
yoktur. Günümüzde bu işi Belediye, cenaze arabalarıyla yürütmektedir. O halde
gerek şehirlerde, gerekse kasabalarda kabristan şehir dışında olduğu takdirde
ücretle araba tutup taşımak daha uygundur. Fetâvâ-yi Kaadıhan'-da bu hususta
ücret verilmesine fetva verilmiştir.
Ölen müslümamn cenaze
namazını kılmaz Farz-ı kifayedir. Yani bir belde veya kasaba ve köyde birkaç
kişi bu farzı yerine getirecek olursa, diğerlerinin üzerinden de kalkmış olur.
Hiç kimse kılmazsa, belde ya da kasaba ve köy halkının hepsi günahkâr olur.
Hattâ cenaze namazını kadın bile kılsa farz-ı kifaye yerine gelmiş sayılır.
Cenaze namazı için
cemaat şart değildir. Yalnız
imamın veya cemaatten bir kişinin kılması kâfidir. Cenaze
Namazıyla İlgili Sahih Rivayetler s Ashabdan Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki -.
«Üzerinde borç bulunan
bir cenazeyi getirdiklerinde, Resûlüllah IA.S.J Efendimiz .borcunu karşıhyacak
mal bırakıp bırakmadığını sorar. Olumlu cevap alınca bizzat kendisi kalkıp onun
namazını kılardı. Olumsuz cevap alınca, müsltimanlara, «Arkadaşınızın namazını
kılın!» diye emreder, kendisi kılmazdı.»
Efendimiz bu
davranışıyla kul hakkının önemini, borçlu ölmenin tehlikesini anlatmak
istemiştir.
«Kim cenazeyi takip
eder ve namazını kılarsa ona bir kirat (1/16
dirhem sadaka sevabı) vardır. Kim de onu defin işi bitinceye kadar î
takip ederse, ona iki kirat vardır. Bu kıratların (sevap bakımından) en küçüğü
Uhud dağı kadardır.»
«Kim evinden cenaze
için çıkar, onun namazını kılıp defnedilin-ceye kadar onu âkip ederse, kendisine
ecirden iki kirat vardır, -kî her kirat Uhud dağı gibidir-. Kim de cenaze namazı
kıldıktan sonra onu takip etmeyip evine dönerse, ona da
Uhud kadar ecir vardır.»
A) Ölenin
Müslüman olması,
B) Yıkanmış
bulunması,
Namaz kılacak olan
kimsede vakit namazları için şart ve farz olan her şeyin bu namaz için de
gerçekleşmesi gerekir. Abdestli bulunmak, kıbleye yönelmek, avret yerlerini
kapalı tutmak, bu cümledendir.
Cenazeyi yıkamak mümkün
olmaz da o vaziyette defnedilir; namazını kılmak için çıkarılması düşünülürse,
ancak tekrar kabri kazıyıp açmak mümkün olmadığında, kabir açılmayıp o
vaziyette kabri üzerinde namazı kılınır. Çünkü bunda zaruret vardır.
Yıkanmadan namazı
kılınıp defnedilirse, o takdirde namazı kabir üzerinde iade edilir, yani
yeniden- kılınır. Çünkü ilk kılman namaz hükümsüzdür.
Konulduğu musallanın
temiz olması şart değildir. O halde tabut necis olan bir yere konulduğu
takdirde, cenaze namazını kılmak yine de caizdir. Ancak musallanın temiz
tutulması sünnettir.
Doğumundan sonra küçük
olsun, büyük olsun, erkek veya dişi bulunsun, hür olsun köle olsun her
müslümanın cenaze namazı kılınır.
Doğum esnasında ölen
çocuğun tamamı veya çoğu dışarı çıkmışsa namazı kılınır. Az kısmı çıkıp çoğu
ana rahminde kalmışsa, namazı kılınmaz. Yarısı çıkmışsa, o takdirde başıyla
beraberse namazı kılınır; değilse kılınmaz.
Devlete isyan edip baş
kaldıran kimseler müsademe esnasında güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülecek
olurlarsa, namazları kılınmaz. Bunlar gibi yol kesenler de bu suçlarından
dolayı yakalanmak istenilirken müsademe esnasında öldürülürlerse, onların da
namazını kılmak caiz değildir.
İmam Ebû Yusuf'a göre,
herhangi bir malı zorla almaya çalışırken öldürülen kimsenin de cenaze namazı
kılınmaz. Yol kesmesi şart değildir.
Dar-i harp (gayr-i
müslim bir ülke) de Müslüman bir kimsenin eline o ülke halkından bir çocuk
geçtikten sonra ölürse, el sahibine tabi' olarak namazı kılınır.
Ana veya babasını
öldüren kimsenin namazı kılınmaz. Çünkü Allah'a itaatten sonra ana-babaya itaat
emredilmiştir. Onlardan birini öldürmek büyük bir ihanet ve çok kötü bir
cinayet kabul edilmiş, böylesine hırçın ve şaşkın bir caninin namazının
kılınmasına cevaz verilmemiştir.
Düşmanla savaşırken
veya nefis müdafaası yaparken hatâ edip kendini öldüren kimse hem yıkanır, hem
namazı kılınır. Bu hususta görüş birliği vardır.
İntihar büyük
günahlardan biridir. Daha çok inanç zayıflığından ve iradesizlikten ileri
gelir. Gayr-i müslimlerden intihar edenler, Müslümanlara nisbetle daha çoktur.
Çünkü Allah'a dosdoğru imân edip dünya ile âhiret arasında sağlam bir denge
kuran hiçbir mü'min intihar etmez. Başa gelen belâ ve musibetlere sabredip
kazaya rıza gösterir.
Bunun için İmam Ebû
Yusuf'a göre, intihar edenin namazı kılınmaz. Ama İmam Ebû Hanîfe ile İmam
Muharamed'e göre, hem gusledilir, hem namazı kılınır. Fetva bu iki imamın
kavline göredir. En sahih olan da budur.
İslâm Hukukuna göre,
idam edilen kimsenin namazı kılınır, diğer müslümanlar gibi defnedilir.
İslâm Devlet Başkanının
emriyle idam edilen kimsenin imam Ebû Hanîfe'den yapılan bir rivayete göre,
namazı kılınmaz. Ebû Süleyman'ın adı'geçen imamdan rivayet bu anlamdadır.
Hangi sınıftan veya
ırktan olurlarsa olsunlar, Müslümanlar birbirinin kardeşidir. Bu hususta
hükümdarla tebası arasında fark yoktur. Bunun için ölen bir müslümanm cenaze
namazını, hükümdar hazır olursa onun kıldırması, değilde kaadınm kıldırması, o
da hazır değilse ölenin en yakını veya onun müsaade ettiği cami veya mahalle
imamı daha uygundur.
El-Hasen'İn İmam
A'zam'dan yaptığı rivayete göre, Adı geçen bu konuda şöyle ictihadda bulunmuştur
:
«En büyük imam (halîfe)
hazır olursa, o kıldırır. Değilse, kaadı kıldırır. Beldenin valisi hazır olursa,
ona öncelik tanınır. Yani halife hazır olmadığı takdirde, beldenin valisi, o da
hazır olmadığı takdirde oranın kaadısı, o da hazır olmadığı takdirde beldenin
asayişinden sorumlu tutulan yetkili, oda hazır olmadığı takdirde mahalle imamı,
o da hazır olmadığı takdirde ölenin en yakını kıldırmaya lâyıktır. Fukahanm
çoğu bu rivayetle amel edilmesini tavsiye etmiştir.»
Yakın akraba ise
yakınlık sırasına göredir. Ancak baba daha yakın sayılmasa bile ölenin oğluna
takdim edilir. Çünkü ölenin oğlu, onun babasından daha yakındır. Üç imamın
görüşü bu anlamdadır.
Sahih rivayetlere göre,
kadın her ne kadar cenaze namazı kıla-büirse de, ölenin akrabası bulunması
nedeniyle imam olup namaz kıldırmasına bir hak tanınmamıştır. Ergen olmayan
çocuklar da böyle...
Ölenin en yakını hazır
olur, fakat kendisi kıldırmayıp başka birini görevlendirirse, caizdir. Hattâ
ölenin uzak akrabası hazır olduğu halde, o akraba olmayan bir kimseyi öne
geçirme hakkına sahiptir.
Ama yakın akraba hazır
olmadığında, uz-ak akrabanın namaz kıldırması daha uygundur. Yakın akraba başka
bir beldede bulunduğu için gelip namaz kıldıramıyacak olur, bu sebeple mektup
yazarak akraba olmayan bir kimseyi 'görevlendirir ve orada da uzak akraba
hazır olursa, o takdirde uzak akraba namaz kıldırmaya daha haklıdır.
Ölenin yakınlarından
ikisi aynı derecede bulunursa, yaşı ileri olan öne geçer. Biri diğerinin iznini
almadan başkasını bu hususta gö-revlendiremez.
Hayatta iken, «Beni
falan yere gömün.», «Beni falan kişi yıkasın...» gibi vasiyyetlerde bulunan
kimsenin bu tür vasiyyetleri muteber değildir. Varisler isterlerse yerine
getirir, isterlerse getirmezler. Bu yüzden günahkâr da olmazlar. Fetva buna
göredir.
Hanefi imamlarına göre,
kadın öldükten sonra kocanın velayeti kalkıyor. O takdirde cenaze namazını
kıldırmaya koca değil, kadının diğer yakınları daha haklıdır. Ama
kadının akrabası bulunmazsa o takdirde kocasının kıldırması daha uygundur.
Ölen kadının öz oğlu ve
kocası hazır bulunduklarında, namaz kıldırmaya oğlu daha haklıdır. Ne var ki
oğlun kendi babasının önüne geçmesi mekruhtur. O halde oğul bu hakkı kendi
rızasıyla babasına bırakmalıdır. Ama adamın üvey oğlu ise, o takdirde öne geç;
mesinde kerahet yoktur.
Ölenin namazı bir defa
kılınır. Nafile olarak kılınması ise meşru' değildir. O halde halife veya vali
veya kaadı, ya da mahallenin görevli imamı namazı kıldırdıktan sonra, ölenin
yakın akrabası ikinci kez cenaze namazını kıldıramaz. Ancak rasgele bir kimse
kıldır-mışsa, iade ettirme hakkı vardır.
Cenaze namazında
okunacak şeylerin gizli okunması vacibdir. Ancak tekbirler aşikâr getirilir. Bu
namazda Kur'an'dan bir şey okursa, o takdirde bir sakınca görülmemiştir: Çünkü
bu namazda duâ var, kıraat yoktur.
Zahir rivayette, sadece
birinci tekbirde eller kaldırılır. Bu hususta imamla cemaat arasında fark
yoktur.
Selâm Verildiğinde :
Selâm verildiğinde ölü
kasdedümez. Belki sağa selâm verince sağdakiler, sola selâm verince soldakiler
kasdedilir.
Akşam namazı vaktinde
cenaze hazır olursa, önce akşam namazının farzı, sonra cenaze namazı, sonra da
akşamın sünneti kılınır.
Cenaze namazına hem
imam, hem cemaatin niyet getirmesi gerekir. İmamın kalben niyet getirmesi
yeterli olduğu gibi, cemaatin de kalben getirmesi kâfidir. Dil ile de getirmek
daha uygun olur.
Cemaatin sadece «İmama
uydum...» demesi bile yeter. «Hazır olan cenaze namazını kılmaya, uydum hazır
olan imama.» da diyebi lir.
Cenaze Namazının
Şartlarından Biri de :
a) Ölünün
hazır bulunmasıdır. Hazır olmayan cenazenin namazı kılınmaz. Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin Habeş Kralı Necaşî'nin namazını gıyabında, kılması, peygambere has
bir husustur. Bunun gibi hayvan üzerinde bulunan cenazenin de namazı o vaziyette
kılınmaz.
b) Cenazenin
ön tarafta bulunması,
O halde cenaze cemaatin
arkasında olursa, namazı kılınmaz. Kılmsa caiz olmaz.
Diğer namazları bozan
şeyler cenaze namazını da bozar. Ancak kadınların muhazatı, yani erkeklerle aynı
safta durup kılmaları müstesna...
Namaz kılacak olanlar 7
kişi olursa, biri öne geçer, üç kişi onun arkasında, iki kişi de onların
arkasnıda, bir kişi de o iki kişinin arkasında durmak suretiyle üç saf meydana
getirirler. Böyle yapmak müstehabdır, vâcib değildir.
Cemaat çok olursa, üç, beş, yedi gibi tek sayıları dikkate alarak saf bağlarlar.
îmamlık makamı için bu
namazda en uygun yer, ölen erkek olsun kadın olsun göğüs hizasında durmaktır.
Bedenin başka bir kısmının hizasında durup namaz kıldırsa yine caizdir.
Erkek imamdan tarafa,
kadın kıbleden tarafa konularak namazları kılınır. Yani erkek tam imamın önüde
bulundurulur, Kadın ondan sonra konulur. Erkek çocukla kadın bir arada
bulunursa, erkek çocuk imamın önüne, kadın da ondan sonra konulur. Tabii bu
tertip, musalla taşları müsait olduğu takdirde uygulanır. Musalla taşları bir
sıra halinde tesbit edilmişse, o takdirde takdim te'hir diye bir husus söz
konusu değildir. Ancak imam konulan cenazelerin namazlarını ayrı ayrı
kıldıracak olursa, erkeklere öncelik tanır.
Cenaze namazı dört
tekbirle kılınır. Bunlardan biri terkedilirse namaz sahih olmaz. Şafiîlere göre
de dört tekbir getirmek farzdır.
«Önce niyet edilir,
sonra İftitah (Namaza başlama) Tekbiri getirilir. Diğer namazlarda olduğu gibi
bu tekbir getirilirken eller kulak seviyesine kadar kaldırılır. Sonra eller
bağlanır ve Sübhaneke okunur. Sübhaneke'den sonra eller kaldırılmadan tekbir
getirilerek Peygamber (A.S.) Efendimize Salât-u selâm söylenir. Sonra üçüncü bir
tekbir getirilerek ölü için dua edilir; bu arada bütün müslüman-lara da dua
etmek müstehabdır. Resûlüllah (A.S.) Efendimizden yapılan sahih rivayete göre,
şu duayı yaptığı tesbit edilmiştir .
Ölü çocuk ise, imam Ebû
Hanife'ye göre Şu duâ da ilâve edilir :
«Allahım! Dirimizi,
ölümüzü, hazır olanımızı, gâib olanımızı, küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi,
dişimizi bağışla... Allahım! Bizden kimi diriltirsen İslâm üzere dirilt-, bizden
kimi öldürürsen imân üzere öldür.»
«Allahım, bu çocuğu
bize (kurtarıcı) bir
öncü yap, onu bizim için baki kalan bir destek kıl... Allahım onu bizim için
şefaatçi eyle ve şefaatini makbul tut...»
Cenaze namazını kılan
imam veya cemaat belirtilen duayı beceremediği takdirde bu anlamda veya buna
yakın ölçü ve anlamda istediği şekilde duâ edebilir.
Duadan sonra dördüncü
bir tekbir getirilir ve artık hiç bir şey söylenmez sağa sola selâm verilerek
namaz tamamlanmış olur. Mezhebin
zahiri budur.
Daha önce de
belirtildiği gibi, cenaze namazında gerek Sübhaneke, gerek Salâvat ve dualar
gizli okunur. Ancak tekbirler aşikâr getirilir. Şafiîlere göre, birinci
tekbirden sonra Fatiha okunur. Hane-fîlere göre, Kur'ân'dan herhangi bir âyet ya
da sure okunmaz.
Diğer vakit
namazlarında sağa ve sola selâm verilmeden nasıl eller dizlerden kaldırılmazsa,
onun gibi cenaze namazında sağa ve sola selâm verildikten sonra eller çözülerek serbest bırakılır.
Bu âdabı bilmiyenler, sağa selâm verince sağ eli, sola selâm verince- sol
eli serbest bırakmakta, kimi de sağa selâm verince iki elini de serbest
bırakmaktadır. Böyle yapmak namaz âdabına uygun değildir.
Cenaze namazında imam
dörtten fazla tekbir getirecek olsa, cemaat bu hususta ona uymaz. îmanı selâm
verinceye kadar cemaat bekler; sahih olan da budur.
İmam birinci tekbiri
getirdikten sonra gelip ona uyan kimse, imamın ikinci tekbir getirmesini bekler.
Böylece onunla birlikte kalan tekbirleri getirir, imam tekbîrleri bitirince, o
yetişemediği birinci tekbiri getirir... Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. İmam
Muham-med'in de aynı görüşte olduğu belirtilmiştir.
Bunun gibi imam iki ya
da üç tekbir getirdikten sonra gelip ona uyanlar olursa, aynı şekilde imamın
üçüncü ya da dördüncü tekbîr getirmesini bekler, onunla birlikte kalan
tekbîrleri getirdikten sonra yetişemediği tekbirleri, cenaze henüz musalladan
kaldırılmadan getirerek namazı tamamlar.
Bu durumda İmam Ebû
Hanîfe'den iki ayrı rivayet yapılmışsa da en sahih olanı, imam selâm vermeden
uyma imkânı varsa, niyet getirip hemen uyar ve sonra namazını tamamlar. Fetva da
buna göre verilmiştir. Ancak ne var ki, üç tekbiri ardarda getirir, ama
aradaki salâvat ve duaları yapmaz. Çünkü namaz ancak cenaze musallada
bulunduğu takdirde kılınabilir.
Bu durumda imamla
birlikte getirmediği iki tekbiri hemen getirir ve dördüncü tekbîri imamla
beraber tamamlıyarak namazı noksansız kılmış olur.
Bu durumda cemaat ona
uymaz, dördüncü tekbîri getirir. Ancak imam da dönüp dördüncü tekbiri getirirse
namaz tamam olur, değilse, yeniden kılması gerekir.
Bu durumda imam
serbesttir; dilerse her birisi için ayrı namaz kılar, dilerse hepsi için bir
niyet getirip bir namaz kılar.
İmam bu hususta da
serbesttir; dilerse hepsini yanyana bir sıra halinde koyar .dilerse ardarda
koyar. Bir sıra halinde sıraladığı takdirde en salih olan kişinin göğüs
hizasında durup namaz kıldırır. Ancak ardarda koyduğunda, namazdaki tertibe
riâyet eder. Yani önde erkekler, onun arkasında çocuklar, en geride ise kadınlar
bulunur.
Cenazelerin hepsi erkek
ise, en âlim ve yaşlı olanı öne konulur, diğerleri bilgi ve yaşlarına göre
tertiplenir.
Hür' kişi öne, köle
onun arkasına gelecek şekilde konur. Bununla beraber gelişigüzel de
konulabilir.
Musallaya konulan bir
cenaze için tekbîr getirildikten sonra başka bir cenaze de getirilip konursa,
imam artık ilk niyet edip başladığı namazı tamamlar, sonra yeniden niyet
getirip ikinci cenazenin namazım kılar.
Bu durumda imam ehil
bir kimseyi yerme geçirir ve namaz bozulmadan devam edilir. Sahih olan da
budur.
Cenaze namazı
kılınmadan veya gusledilmeden defnedilirse, o takdirde kabri üzerinde üç güne
kadar namaz kılınabilir. Ne var ki üç gün kaydı lüzumlu bir takdir değildir.
Fukahanın çoğuna göre, kokuşup dağıldığı tahmin edilinceye kadar namazı
kılınabilir.
Bu durumda yağmur ve
benzeri bir özür yoksa kerahet vardır.
İçinde cemaatle namaz
kılman bir mescid ya da cami'de cenazeyi bulundurup namaz kılmak mekruhtur. Hem
cemaat, hem cenazenin içeride bulunması, cemaatin cami içinde, cenazenin cami
dışında bulunması, imamla bir kısım cemaatin cenazeyle birlikte cami dışında,
cemaatten bir kısmının cami' içinde bulunması arasında fark yoktur; bütün bu
durumlarda cenaze namazı kerahetle kılınmış olur. O takdirde cenazeyi cami
dışına koyup namazını da yine cami' dışında kılmak sünnete daha uygundur. Ancak
yağmur, şiddetli soğuk veya şiddetli sıcak ve benzeri bir özür bulunduğunda
cami' içinde cenaze namazını kılmakta kerahet yoktur.
Cadde ve sokak
ortalarında, başkasına ait bir arsa üzerinde Cenaze namazı kılmak mekruhtur.
Ancak arsa sahibi arsasını bu hususa tahsis eder veya özel bir müsaadede
bulunursa, o takdirde kerahet kalkar.
Hazır olan cenaze
namazını kılmadan ayrılmak, uygun bir davranış «-değildir. Namazını kıldıktan
sonra da cenaze sahibinden müsaade almadan ayrılması uygun olmaz. Ama cenaze
defnedildikten sonra, artık müsaade almaya gerek kalmaz, istediği zaman
ayrılabilir.
Not : Cenaze namazında
okunan farklı ve daha uzunca dualar varsa da biz, fukahanm çoğu tarafından
sıhhatli kabul edilen duayı nakletmekle yetindik. Zaten fazlasına da gerek
yok... Önemli olan ölüye ve müslümanlara hayır ve mağfiretle duada bulunmaktır.
Bu bakımdan Arapçasmı becerenıiyenlerin Türkçe dua yapmalarında hiçbir sakınca
yoktur. İmam Muhammed'e göre, herkesin kendi diliyle duâ yapması, bir bakıma
daha te'sirli sayılır.
Ölüyü, yıkadıktan,
kefenleyip namazını kıldıktan sonra defnetmek Farz-i kifayedir. Yani
müslümanlardan birkaç kişi bu farzı yerine getirecek olsa, diğerlerinin
üzerinden kalkar.
Ölüyü genellikle
müslüman kabristanına gömmek sünnettir. Böyle bir kabristan varken başka bir
yere gömmek mekruhtur. Buna işaretle Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur :
«Ölülerinizi salih bir
kavmin araşma gömünüz. Çünkü ölü de kötü komşudan eziyyst duyar.»
îki türlü kabir
hazırlanır. Bu, daha çok toprağın durumuna göre ayarlanır. Gevşek topraklarda
şak şeklinde hazırlamak daha uygundur. Bu, kabir iyice hazırlandıktan sonra
dört tarafına tuğla yada kesme taş yerleştirilir. Ölü konduktan sonra üzerine
ya tahta, ya da sal taş dizilir. Sert ve sağlam arazide ise, lahd şeklinde
hazırlanır. Bu kabir kazıldıktan sonra, kıbleye gelen taraf biraz fazla
açılarak, yüzü hafif kıbleye gelecek biçimde oraya konulduktan sonra tahtalar
meyilli biçimde sıralanıp üzeri kapanır.
Sert ve sağlam arazide
lahd şeklinde kabir hazırlamak sünnete daha uygundur.
Bununla beraber- ŞAK biçimde hazırlamakta da bir sakınca yoktur.
Kabri Ne Kadar
Derinlikte,Kazmak Daha Uygundur?
Kabirden maksad, öleni
hayvan ve haşerattan korumak, kokuşması sonucu dışarıya sızmasını önlemektir.
Bununla beraber ne kadar derin olursa, o nisbette müstehab sayılmıştır.
Fukahanm çoğuna göre, normal bir insanın ayakta durunca göğüs seviyesine gelecek
derinlikte kazınması daha iyidir.
Nitekim Hişam bin Âmir
(R.A.) diyor ki :
Uhud Savaşı sona
erdikten sonra şehidleri defnetme işine girişildi. Zamanın darlığı,
müslümanların yorgun bulunması işi geciktiriyordu. Bu sebeple Resûlüllah (A.S.)
Efendimize durumu arzettik, her bri şehid için bir kabir hazırlamanın çok zor
olduğunu söyledik. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu :
«Toprağı iyice kazıyın,
derinleştirin, kabri güzelce hazırlayın ve böylece iki ya da üç kişiyi bir arada
aynı kabre defnedin...»
Bunun üzerine sorduk :
— Defnederken kime öncelik tanıyalım?
— Kur'ân'ı en çok bileni, diye cevap verdi.
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Ahmed bin Hanbel ise kabrin derinliğinin, normal bir insan ayakta
durduğunda göbek seviyesine gelecek kadar olmasını uygun görmüşlerdir. Hasan bin
Ziyad ise Ebû Hanîfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Kabrin uzunluğu
ölenin uzunluğu kadar, genişliği ise, bunun yarısı kadar olmalıdır.»
Ölüyü tabut içinde
gömmek caiz midir? Bu hususta farklı görüş ve ictihadlar var. Şeyh Ebübekir
Muhammed bin Fazıl (R.A.) diyor ki : «Gevşek arazide ölüyü tabut içinde gömmekte
bir sakınca yoktur. Ancak ölü tabuta konulmadan önce altına toprak
serilmelidir. Hattâ mümkünse tabutun kapak kısmı çamurla sıvanmalı ve yan
taraflarına da kerpiç konulmalı... Kerpiç yerine tuğla koymak mekruhtur.»
Ölüyü Kabre İndirmek
İçin İki Kişinin Kabre İnmesi :
Ölüyü rahatça kabre
indirebilmek için, iki ya da üç kişinin kabre inmesi uygun olur. Bu kişiler
kuvvetli, güvenilir ve sâlih. Olması müstehabdır. Ölü kadın ise, kendisine
nikâhı haram olan yakınlarının bu görevi yapması daha uygundur. Bu anlamda
yakını bulunmadığı takdirde yabancı adamlardan güvenilir kişilerin kabre
inmesinde bir sakınca görülmemiştir.
Ölüyü erkeklerin kabre
indirmesi sünnettir. Bu bakımdar. kadınların bu görevi yapması mekruh
sayılmıştır. Ancak hiç erkek bulunmadığı bir zamanda kadınlardan yaşını başını
almış güçlü olanlarının bu hizmeti yapmasına cevaz verilmiştir.
Böyle yapmak mümkün
olduğu takdirde tavsiye edilir. Mümkün olmadığı veya meşakkat arzettiği
takdirde nasıl mümkünse öyle tutulup konulur. Ancak kabirde yüzü az da olsa
kıbleye gelecek şekilde konmasına dikkat edilir.
Sahih rivâyelere göre,
ölüyü kabre indirip koyan kimsenin, bis-millahî ve ala milleti resülillahi veya
bismillahi ve alâ sünneti resûllilahî demesi sünnettir.
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur :
«Ölüyü kabre korkan
bismillahi. ve alâ mîlleti resulil-lâhi veya alâ sünneti resûlillâhî deyin.»
Kabir iyice
hazırlandıktan sonra ölü hafif sağ yan üzeri konularak yüzü kıbleye çevrilir ve
bu sırada baş kısmındaki bağ çözülür. Sonra tahta ya da sal taşlar sıralanarak
üzerine toprak atılır.
Ölü defnedilirken
kabirden çıkan toprağı aynen kullanmak müs-tehabdır. Bunun haricinde başka
toprak getirip kullanmak mekruhtur. Çünkü bir kabirden çıkan toprak yine onu
İslâm sünnetine göre dolduracak ölçüdedir.
Bunun müstehab olduğunu
söyliyenler çoğunluktadır. Ölü defnedilirken orada hazır bulunanlardan
etrafındakiler sıkıntı vermeden ölünün baş kısmına yaklaşıp üç küçük taş veya
toprak parçası kabre atması müstehabdır. Birinci taşı atarken, minha halakna-küm
(Sizi bu topraktan yarattık) cümlesini, ikinci taşı atarken ve fiha nuîduküm
(sizi yine bu toprağa döndüreceğiz) cümlesini, üçüncü taşı atarken ve minhâ
nuhricuküm tareten uhra (sizi bir kez daha bu topraktan çıkaracağız) cümlesini
okur.
Yapılan sahih rivayete
göre, Peygamber (A.S.) Efendimiz bir cenazenin namazını kıldıktan sonra
kabrinin baş ucuna gelerek üç tane küçük taş alıp kabre attı. Ümmu Gulsüm'u
defnederken de yine böyle yaptığı ve her defasına yukarıda cümle cümle
naklettiğimiz âyeti okuduğu tesbit edilmiştir.
Ortaklık fazla karanlık
değilse veya yeterince ışıklandırma, imkânı varsa, o takdirde ölüyü bekletmeye
gerek yoktur, geceleyin defnetmek caizdir.
Ölünün kokma tehlikesi
varsa, güneş doğarken, güneş gök kubbenin ortasına gelince ve güneş batmak üzere
iken defnetmekte kerahet yoktur. Cumhura göre, belirtilen vakitlerde defnetmek
mutlaka caizdir.
Fukahadan bir kısmı şu
hadîse dayanarak, zorunlu bir sebep bulunmadığı takdirde belirtilen üç vakitte
ölü defnetmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Hz. Akabe (R.A.Tden yapılan
rivayete göre, adı geçen diyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şu üç saatte
namaz kılmamızı ve ölü defnetmemizi men'etti : Güneş doğunca, güneş gök kubbenin
ortasına gelince ve güneş batarken...»
Hanefî fukahası bunu,
haber-i vahidle geldiği için delil olarak almamışsa da Hanbeliler buna dayanark
belirtilen vakitlerde ölü defnetmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Sünnete uygun olan
kabir böyle yapılanıdır. Yani yer seviyesinden bir karış kadar balık sırtı
biçiminde yüksek tutulması sünnete daha uygun olanıdır. Bu bakımdan fukaha,
kabrin dikdörtten biçiminde köşeli olarak yükseltilmesinin mekruh olduğunu
söylemiştir. Bunun gibi, kabir sıva ve badana yapılmaz, üzerine kubbe ve
benzeri şey inşa edilmez, üzerinde oturulmaz, tabii ihtiyaçlar giderilmez,
basılmaz ve üzerinde uyunmaz, şahsın kimliği de yazılmaz.
Hazreti Ali (R.A.) ile
Fadale bin Ubeyd (R.AJ'den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin
ölüleri defnederken kabirlerin sadece bir karış yüksek tutulmasını ve balık
sırtı biçiminde olmasını emretmiştir. Sahih-i Müslim ve diğer sünen
kitaplarında bu husus belirtilmiştir.
İbn Hacer; Ez-Zevacir
adlı eserinde diyor ki : Sünnet dışı yapılan kabirleri yıkıp sünnete uydurmak
vâcibdir. Çünkü kabirlerin şatafatlı ve kubbeli olması, îslâm'a zarar verir.
Cahil halk, Allah'a taparcasına bu tür kubbeli kabirlere tapar. Bu daha çok
Şafiîlerin, görüş ve içtihadını yansıtır. Çünkü Hanefîlere göre bu sadece
mekruhtur. Çünkü kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem
çukurlarından bir çukurdur. İslâm onun dış kısmına değil, içine değer verir.
Onu şekille değil, mâna ve amelle değerlendirir. Bu bakimdan Bedir Savaşında
şehit düşen ve her birinin makam ve derecesi Peygamberden sonra gelen mücahitler
için çok basit birer kabir hazırlanmış ,baş ve ayak uçlarına belli olsun diye
birer taş dikilmişti; hepsi o kadar.
O halde kabirlere
sünnet dışı sarf edilmek istenen paranın sadaka olarak fakirlere dağıtılması,
ölüyü fazlasiyle memnun edeceğinde hiç şüphe yoktur. Ama mermer ya da betondan
şatafatlı yapılan bir kabir sahibi için bir sıkıntıdan başka hiç bir şey ifâde
etmez.
Ancak kabir çöker,
belirsiz hale gelme tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, o takdirde onu çamur
ile yeniden yapmakta bir sakınca yoktur. Sahih
olan da budur. Fetva da buna göredir.
İnsan ölmeden önce
kendi kabrini hazırlayabilir. Fukaha bunda bir sakınca görmemiştir. Hattâ böyle
yapmasında ecir de vardır, diyenler olmuştur. Çünkü insan için ölüm değişmez
bir kanundur. Saati gelince bu yolculuğa başlamaktan başka çare yoktur. Nitekim
günümüzde bilhassa şehir ve kasabalarda Belediyeden kabir yeri satın alıp
önceden hazırlamak, bu sünnete uygundur.
Belediyeden satın
alınmayıp umuma ait bir kabristanda ölmeden önce kabir hazırlar da başka bir
ölü oraya defnedilirse, ne lâzım gelir? Kabristan genişse, böyle yapmak
mekruhtur. Yani başkasının kendisi için hazırladığı kabri işgal etmek doğru
değildir. Ancak kabir dar ve sıkışık olursa, o takdirde sahibinin masrafını
karşılamak şartiyle oraya defnetmekte bir sakınca görülmemiştir.
Ölü defnedildikten
sonra, daha çok yakınlarının bir deve boğazlanıp eti parçalanıp dağıtılacak
kadar bir süre kabrinin yanında beklemeleri müstehabdır. Tabii burada Kur'ân
okur, duâ ve istiğfarda bulunurlar. Çünkü İmam Muhammed'e göre, kabristanda
Kur'ân okumak mekruh değildir. Fukaha daha çok bu konuda adı geçen imamm
kavliyle amel etmiştir. Çünkü okunan Kur'ân ölülere fayda verir.
Kabirler üzerinde cami
ve benzeri şeyler yapmak mekruhtur. Çünkü kabirler daha çok ibret alınacak
yerlerdir. İbâdet mahalli değildir. Hem kabirlere karşı durup namaz kılmak ta
kesinlikle mekruhtur.
Bir kabre birden fazla
ölü koymak mekruhtur. Ancak salgın hast^ık, savaş, deprem, sel felâketi gibi
durumlarda ölü sayısı fazla olur da her biri için ayrı bir kabir hazırlamak
güçleşirse, o takdirde iki üç kişiyi bir kabre defnemekte kerahet yoktur.
Karışık şekilde bir defin yapılıyorsa, o takdirde önce erkek yüzü kıbleye
gelecek şekilde konur, onun arkasına erkek çocuğu onun arkasını da kadın
konulur. Aralarında da fasıla bulunsun diye toprak yetiştirilir.
Bir kabre konulan bir
kaç erkek ise, takva yönünden daha çok bilinenine öncelik tanınır. Bunda eşit
olurlarsa, en faziletlisi önce defnedilir.
Birkaç kadın ise yine
aynı ölçülere göre defnedilir.
Bu durumda başka birini
o kabre defnetmek caizdir. Kemikleri duruyorsa, toplanıp bir köşeye
yerleştirilir, ara yere fasıla olsun diye toprak konulur. Ölünün çürüyüp
çürümediği toprağın durumuna göre tesbit edilir. Bir de tecrübeyle sabit
olabilir.
Kabristana ölü
defnedilmez, muattal bir duruma gelir ve mevcut ölülerin de iyice çürüyüp
toprak haline geldiği tesbit edilirse, o takdirde o yere hem bina yapmak, hem de
ziraat yapmak caizdir. Nitekim
bugün birçok şehir ve kasabalarda eski kabirler tamamen metruk bir vaziyete
getirilmiş, şehir dışında yeni kabristanlar yapılmıştır. Bu durumda şehir
içindeki kabirlerin mutlaka kaldırılması gerekiyor, yukarıda belirtilen
hususlara dikkat edilir. Şartlar mevcutsa, o takdirde kaîdırlmasma cevaz
verilebilir.
Ölen ya da öldürülen
kişiyi, bulunduğu yerin kabristanına gömmek müstehabdır. Ancak defnedilmeden
evvel bir iki millik bir mesafeye nakledilmesinde bir sakınca yoktur.
Başka bir memlekette
ölen kimseyi de öldüğü yere defnetmek müstehabdır. Ancak kendi memleketine
nakletmekte de bir kerahet yoktur.
Ölü defnedildikten
sonra, yıkanmadan, namazı kılınmadan gö-mülse bile artık kabirden çıkarılmaz.
Bunda kerahet vardır. Ancak bazı hallerde buna cevaz verilmiştir :
a) Gömülen
yer başkasından zorla alınmışsa,
b) Şuf'a
niteliğinde bir arazi ise,
c) Ölü
defnedilirken kıymetli bir eşya kabirde unutulmuşsa...
Bir öldürme veya zehirleme
söz konusu ise, cesedin otopsi yapılması gerekiyorsa, o takdirde fukahadan bir
heyet, benzeri meselelere kıyasla buna cevaz verebilir.
Ölüm olayı
kesinleştikten sonra, cenazeyi bekletmeyip defnetmek sünnettir. Ancak
hastanelerde ölüp sahipsiz bulunan kişilerin cesedinde ilmî araştırma yapmak,
anatomi ve benzeri hususlarda incelemede bulunmak için onu aylarca morglarda
muhafaza edip par-çalemak caiz midir? Tıbbın ilerlemesi, talebenin iyi yetişmesi
ve bir takım hastalıkların sebeplerinin ortaya çıkarılması söz konusudur. O
halde müctehid imamlar zamanında bu tür araştırmalar bulunmadığından herhangi
bir ictihad yapılmamıştır. Ama kıyasa medar olarak bazı meselelerde eksik değildir. Ne var ki, buna
ancak İslâm Fıkhında söz sahibi yetkili bir kurul karar verebilir. Kaatilin
tesbiti veya ölüm sebebinin anlaşılması için kabirden cesedi çıkarmaya cevaz
verenler olmuştur. Çünkü bunda zaruret vardır. Kadavra konusu buna kıyas
edilebilir mi, edilemez mi? Menatlarda birle-şebiliyorlar mı? Bu bir araştırma
konusu ve az-çok ictihad yollarını kıyas esaslarını bilme meselesidir. Yalnız
başına bir ilim adamının bu hususta bir karar vermesi pek isabetli olmaz.
Başkasının mülkünde,
sahibinin müsaadesini almadan ölü defnetmek caiz değildir. Ancak böyle bir şey
yapıldığı takdirde, mal sahibinin şu iki husustan birine karar verme yetkisi
vardır :
a) Ölünün
oradan çıkarılıp başka yere nakledilmesi,
b) Kabri
belirsiz hale getirip üzerinde ziraat yapması...
Ölü sünnete uygun
kıbleye doğru konulmaz veya sol yan üzeri bırakılır veya başı ayak yerine, ayağı
da baş kısmına gelecek biçimde konulursa, o takdirde kabri açıp bunu düzeltmeye
gerek yoktur. Böyle yapan kerahet işlemiş, sünnete aykırı hareket etmiştir. Bir
sünneti düzeltmek için kapanan kabri açmak doğru değildir.
Ama üzerine tahta ya da
sal taş konulmuş, henüz toprak atılma-mışsa, o takdirde açıp yüzünü kıbleye
gelecek şekilde düzeltmek caizdir.
İslâm sünnetine göre
defin işinin yerine getirilmesi için özellikle şehirlerde tayin edilen
kabristan imamlarının İslâm Fıkhını çok iyi bilmeleri gerekmektedir.
Varlık âleminin zikir
halinde bulunduğu, her zerrenin Hakk'ı lisan-i hal ile ve bağlı bulunduğu ilâhi
kanun ölçüsüyle teşbih ettiği şüphesizdir. Özellikle yaş ağaç ve otların Cenâb-ı
Hak'km Sünnetine bağlıkalarak kendine has bir hayat sürmesi ve bu devre içinde
devamlı Hakk'ı zikretmesi, beşer âlemine çok şeyler hatırlatmaktadır. Yaradan
yeşili ve yeşilliği çok sevmiştir. O'nun sevdiğini sevmemiz kadar tabii ne
olabilir. Zaten insan ruhu da tabiatın yeşilliğine hayrandır.
Havayı değiştiren,
gündüzleri karbon dioksiti alıp oksijen veren, geceleri bunun aksine bir
ameliyeye girişen, böylece insan sağlığını korumada büyük katkısı bulunan
bitkileri ve ağaçları kendimize en büyük dost bilmemiz gerekiyor mu? İşte bunun
için islâm Dini, ağaç dikmeyi, dikilen ağaçları korumayı emretmiştir. O kadar ki
kabristanın bile yemyeşil olmasını öğütlemiş, dirilere yararlı olduğu kadar
ölüler için de yararlı olan ağaç ve bitkilerin koparılmasını mekruh saymıştır.
Fıkıh âlimleri bu
açıdan hareketle kabristanda yeşil duran ağaç ve otların koparılmasının mekruh
olduğunu belirtmiş ve bu husustaki hadîsleri nakletmiştir. Ancak kurumuş ağaç
ve otları kesmekte bir sakında yoktur. Onlardan yararlanmakta bir beis
görülmemiştir.
İbn Abbas (R.A.) diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu : «Bu ikisi azâb
görüyorlar, ama bu bir büyük günahtan dolayı değildir. Bunlardan birisi idrardan
sakınıp temizlenmezdi; diğeri ise halk arasında söz götürür getirir, koğuculuk
yapardı.» Sonra yaş bir hurma dalı istedi, onu ikiye bölüp o kabirlerin üzerine
dikti ve şöyle buyurdu : «Bunlar kurumadığı sürece iki kabrin azâbınm
hafiflemesine sebep olacaklarını umanın!.»
İslâm insan unsurunun
dirisine hürmeti emrettiği gibi ölüsüne de saygılı olmayı emretmiştir. Kabirleri
rasgele çiğneyip dolaşmak mekruhtur. Kabirlere mümkünse basmadan dolaşmak
tavsiye edilmiştir. Ancak ayakkabıyla dolaşmakta bir sakınca olup olmadığı
hususunda farklı görüşler vardır : İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, mekruhtur.
Diğer imamlara göre ise mekruh değildir. Nitekim Cerir bin Hâzim diyor ki :
«El-Hasen ve İbn Sirîn'in ayakkapî arıyla kabirleri dolaştıklarını gördüm.»
Hazreti Enes bin
Malik'ten yapılan sahih rivayette ise, Resûlül-lah (A.S.) Efendimizin şöyle
buyurduğu tesbit edilmiştir :
«İnsan kabrine konulup
dost ve arkadaşları oradan ayrılınca, ölen kişi ayrılıp gidenlerin ayakkaplarmm
sesini işitir.» îlim
adamlarımız bu hadise dayanarak, kabristanda ayakkabıyla1 gezip dolaşmakta bir
sakınca olmadığına hükmetmişlerdir.
Kudsiyyet, ta'zim ancak
Allah'adır. Ölen bir kimsenin kabri üzerinde hayvan boğazlamak mekruhtur. Çünkü
böyle yapmakta, ölüye kudsiyet atfetme ihtimali vardır. Hem yatırlara kurban
kesmeye kapı açar. Muhaddîs Abdürrezzak diyor ki : Cahiliyye devrinde biri
ölünce defin işi bittikten sonra kabrinin yanıbaşında bir deve ya da sığır veya
koyun keçi boğazlanırdı. Resûlüllah (A.S.) bu adeti ya-saklıyarak :
İslâm'da (kabirde ve
kabristanda) hayvan boğazlamak yoktur.» buyurdu.
Kabirleri basıp
üzerinde yürümek mekruh olduğu gibi, üzerlerinde oturmak ta mekruhtur. Nitekim
Ashabdan Amir bin Hazım (R.A.) diyor ki : Bir kabre yaslanıp oturmuştum.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz beni bu vaziyette görünce : «Kabir sahibine eziyyet
etme!» diye uyarıda bulundu.
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan sahih rivayette ise şöyle buyu-rulmuştur :
«Sizden birinizin ateş
üzerine oturup elbisesini yakıp ateşin canına te'sir etmesi, kabir üzerinde
oturmasından hayırlıdır.
Nitekim İmam Şafiî ile
İmam Ahmed bin Hanbel bu hadîse dayanarak, kabir üzerinde oturmanın mekruh
olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ile îmam Ebû Hanîfe kabrin bir kenarına
oturmanın mekruh olmadığını açıklamıştır.
Kabristanda ölüler için
Kur'ân okumanın mekruh olup olmadığı hakkında fukahanm farklı görüşleri vardır:
İmam Şafiî'ye göre müs-tehabdır. Çünkü ölü bundan yararlanır. Muhammed bin Hasan
da aynı görüştedir. Ahmed bin Hanbel'e göre, bunda bir sakınca yoktur. İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre, bu hususta bir sünnet vârid olmadığından tenzihi
kerahet vardır.
Ölenin varislerine
ta'ziyede bulunmak, Peygamber (A.S.) Efendimizin sünnetlerinden biridir.
Üzüntülü ve musîbetli günlerde Müslüman kardeşimizi sormak, tesellide bulunmak,
onun üzüntüsünü paylaşmak hem dinî, hem insanî bir davranıştır. Tabii ta'ziye
ancak bir defa yapılır. Birkaç defa üstüste gidip ta'ziyede bulunmak sünnete
uygun değildir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu sünnetini şu tavsiyeleriyle ümmetine hatırlatmıştır.
«Her hangi bir mü'min
bir müslüman kardeşine, kendisine dokunan bir musibetten dolayı ta'ziyede
bulunursa, mutlaka Cenâb-i Hak kıyamet günü ona keramet elbiselerinden
giydirecektir.»
Ta'ziye gönül alıcı,
üzüntüyü giderici ve daha çok Allahm hükmünü belirtici sözlerle yerine
getirilir. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şu sözlerle ta'ziyede bulunmuştur
: «Allah, aldığı da kendisine aittir, verdiği de kendisine aittir. Her şey
O'nundur ve her şeyin belli ve belirli bir vakti ve saati vardır. Sabret ve
karşılığını Allah'tan bekle...»
Ta'ziye Kaç Gün îçinde
Yapılmalıdır?
Fukahanm tesbitine
göre, ölüm olayı meydana geldikten sonra üç gün içinde yapılmalıdır. Ancak
ta'ziye edilecek veya ta'ziyede bulunacak kişiler seferde olur veya başka bir
memlekette bulunursa, o takdirde bu sürenin dışında da ta'ziye yapılabilir.
Ta'ziye daha çok defin
işi bittikten sonra başlar. Bununla beraber defnedilmeden önce de yapılmasında
bir sakınca görülmemiştir.
Ta'ziye hususunda
ölenin yakın akrabası arasında bir ayırım yapılmaz. Kadınlara da erkeklere de
ta'ziye verilir. Ancak genç kadınlar konusunda fukaha dikkatli olmamızı tavsiye
etmiş ve erkeklerin onlara ta'ziye vermesinden ziyade kadınların vermesi daha
uygun olur, demiştir.
Fukaha ta'ziyenin şu
sözlerle de yerine getirilmesini tavsiye etmiştir :
«Allah ölünüze mağfiret
etsin, günahlarını bağışlasın; onu rahmetine garketsin. Size de bu musibete
karşı sabır ihsan eylesin ve bundan dolayı ecrinizi artırsın...»
Ama yukarıda mealini
naklettiğimiz Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin ta'ziyeyle ilgili sözleri,
bunun en güzelidir.
Ta'ziye için gelenleri
beklemek üzere üç gün evde veya mahalle camiinde oturmak müstehabdır. Kapı
önünde veya eşiğinde oturmak ise mekruhtur.
Hattâ
Hızanetü'l-Fetâvâ'da üç gün oturmanın müstehab olma-'dığı, normal
zamanlardaki gibi hareket etmenin daha uygun sayıldığı belirtilmiştir.
Ölenine ev halkına üç
gün yakınları ve dostları
tarafından yemek götürülmesi sünnettir. Ne yazık ki ülkemizin birçok belde ve
köylerinde bu sünnetin yerine bid'a konularak aksi bir yol tutulmuştur : Ölenin
ev halkı ta'ziyeye gelenlere yemek hazırlar ve âdeta bir düğün veya sünnet
cemiyeti havası estirilir. Özellikle din adamlarının ve mevlidhanların bu
hususa çok dikkat etmeleri ve müslüman-ları uyarmaları gerekir.
İslâm'da matem tutmak
yoktur. Bu daha çok gayrimüslimlerin âdetidir. Özellikle erkeklerin siyah elbise
giyinip yaslı olduğunu göstermesi, Sünnete aykırıdır. Ancak fukahadan bazısı,
kadınların böyle günlerde siyah elbise giymelerinde bir sakınca olmadığını
belirtmişlerdir.
Bunun gibi, ölenin
evinde üç gün ziyafetler tertiplemek te mekruhtur.
İnsan öldükten sonra
amel defteri kapanır. Ancak şu üç cihetle değil : Cari bir sadaka, fayda veren
bir ilim ve salih bir evlâd geriye bırakanların amel defteri açık tutulur. Bunun
gibi, dirilerin yapacakları hayır ve duaların ölülere faydası vardır. O halde
ölenirTya-kınlarmm ve dostlarının, sevabı ölüye hediye edilmek üzere Kur'an
okuması, istiğfarda bulunması, sadaka vermesi caizdir. Rasûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu hususa temasla şöyle buyurmuştur
«Âdemoğlu ölünce ameli
kesilir, ancak şu üç cihetle değil •, Câri bir sadaka (cami, köprü, yol, hastane
vb. gibi); istifade edilen bir ilim ve kendisine duâ edecek bir evlâd..
«Öldükten sonra mü'mine
amelinden ve iyiliklerinden ulaşan şeyler şunlardır : Öğretip yaydığı ilim,
geriye bıraktığı salih bir ev-lâd, miras bıtrakığı bir Mushaf, inşa ettiği bir
cami, yolcular için yaptığı bir bina, akıttığı bir su... Bir de hayatında
sıhhati yerinde iken malından çıkarıp verdiği bir sadaka, işte bu ölümünden
sonra ona ulaşır.»
Duâ ve istiğfarın
ölülere fayda sağladığı hakkında hem âyet hem hadîs vardır :
«Onlardan sonra
gelenler : Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla;
kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli
ve çok merhametlisin.»
«Rabbimiz! Hesap
görülecek günde, beni, anamı, babamı ve mü'-minleri bağışla...»
Bu hususta birçok sahih
rivayetler vardır. O niyetle verilen saikanın sevabı mutlaka ölüye ulaşır.
Nitekim Ebû Hüreyre (R.A.) yor ki : Bir adam Peygamber CA.S.) Efendimize sordu :
«Babam öl-i, geriye mal bıraktı, ama vasiyyet yapmadı. Onun adına sadaka irecek
olursam, günahlarını temizler mi? veya günahlarına keffa-[t olur mu?» Efendimiz
ona : «Evet...» diye cevap verdi.
Ashabdan Sa'd bin Ubâde
(R.A.)'nin anası vefat etmişti. Peygamber Efendimize gelerek dedi ki : «Ya
Resûlellah! Şüphesiz ki an-sm vefat etti, onun adına sadaka vereyim mi?»
Efendimiz ona : Evet...» diye cevap verdi. Bunun üzerine Sa'd tekrar sordu :
«Han-sadaka daha üstündür?» «su vermek...» diye cevap verdi.
Tabii bu, suya çok
ihtiyaç olan yerlerde böyledir. Diğer yerler-o yer halkının daha çok ihtiyaç
duyduğu şeyleri sadaka vermek aha iyidir.
Bu hususta sahih bir
rivayet tesbit edilememiştir. Ancak cum-iur-i fukaha bunun caiz olduğunu
söylemiştir. Fetva da buna göre-lir. Ahmed bin Hanbel de aynı görüştedir. Çünkü
bu konuda bütün tayırları içine alan genel tabirler vardır.
Sahih rivayetlere göre,
ergenlik çağına girmeden ölen Müslü-nan çocukları hiçbir hesaba tabi tutulmadan
Cennete girer. Nite-ûm Resûlüllah (A.S.) Efendimizin oğlu İbrahim vefat
ettiğinde, şöy-e buyurmuştur : «Şüphesiz ki onun cennette bir emzireni
vardır...»
«Her hangi bir
müslüman, henüz ergen olmamış üç çocuğu ölürse, mutlaka Allah onun çocuklarına
olan merhameti sebebiyle Cennete sokar.»
Ehl-i Sünnet
vel-Cemaat, kabir sualinin hak olduğunda görüş birliğine varmış ve bunun Sünnet
ile sübut bulduğunu tesbit etmiştir.
Bedenle ruh arasındaki
ilgi ve bağlantı kıyamete kadar devam eder. Bedenin yanması, çürümesi, balıklar
tarafından yenilmesi bu ilgi ve bağlantıya olumsuz yönde te'sir etmez. Ne var
ki, kabir sualine muhatab olan, bedenle bağlantılı bulunan ruhtur. Çünkü insan
öldükten sonra bir daha kalkıncaya kadar ruhu artık bedenine dönmez, sadece.
belirttiğimiz gibi aralarından bu ilgi içinde ruh müteessir olur. Kabir
alemindeki nimetten de aynı anlam ve ölçüde ruh yararlanır. Çünkü asıl var olan,
düşünen, akleden, bilen ve anlayan ruhtur. Elektrik akımıyla ampul arasındaki
ilgi ne ise bedenle ruh arasındaki ilgi de ona benzer.
Toprağa intikal edip
çürüyen beden, vakti gelince yeniden oluşurken şekil ve. biçimde bir değişiklik
olmamakla beraber hücre ve metabolizma yapı ve siteminde büyük değişiklik
meydana gelir. Çünkü dünya ile ilgili beden yapımız, sadece dünyadaki mevcut
hayat şartlarına göre hazırlanmıştır. Ahiretteki şartlar daha başkadır. Onun
için o şartlara uygun yeni bir beden teşekkül eder.
Zeyd bin Sabit
(R.A.)'den yapılan sahih rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Neccar oğullarına ait bir
kabristandan geçerken binmiş olduğu katır ürktü, neredeyse Resûlüllah
düşecekti. Orada ya altı, ya beş ya dört kabir bulunuyordu. Bunun üzerine
Efendimiz sordu : «Bu kabirde yatanları bilen var mı?» Bir adam ayağa kalkıp, «ben
biliyorum...» diye cevap verince Efendimiz : «Bunlar ne zaman öldüler?» diye
sordu. O da «Eşrafta öldüler» diye
cevap verdi. Efendimiz, «birbirinizi defnetmeyi terk endişem olmasaydı, ka bir
azabından işittiğimi sizin işitmeniz için de Allah'a duâ edip ister dim!»
buyurduktan sonra bize döndü ve : «Kabir azabından Allah'î sığının!» diye
uyarıda bulundu. Biz de «Kabir azabından Allah'a sı ğımnz» dedik. Sonra tekrar
bize : «Cehennem azabından Allah'a sığı ğının!» diye emretti. Biz de «Cehennem
azabından Allah'a sığınırız dedik. Sonra «Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah'a sığı nml» buyurdu. Biz de :
«Ortaya çıkan ve çıkmayan
fitnelerden Allaha sığınırız» dedik. Sonra, «Deccal'in fitnesinden Allah'a
sığının!»
'iye emretti. Biz çe
«Deccal'in fitnesinden Allah'a sığınırız» dedik...
«Şüphesiz ki kul kabre
konulup arkadaşları oradan ayrılınca tyakkaplarının sesini duyar. O sırada iki
melek gelip onun ruhunu [karşılarına alıp) ourtur ve şöyle sorarlar : «Bu adam
hakkında sen ıe derdin?» Mü'min kişi, «Onun Allah'ın kulu ve Resulü bulunduğu-ıa
şehadet ederim» der. Melekler ona : «Şimdi cehennemdeki yerine sak ki Allah ona
bedel senin için Cennete bir yer hazırladı...» derler 7e hem melekler, hem ölü o
iki yeri görürler. Kâfir veya münafık ise, ona. da : «Bu adam (yani Muhammed)
hakkında ne derdin?» di-pe sorarlar. O da Bilmiyorum, sadece halkın dediğini ben
de söylüyordum...» diye cevap verir. Melekler ona : «Anlamaz ol, bilmez
ol!.»derler ve (mahiyeti bilinmiyen) demir tokmaklarla onu öyle döverler ki
insanlarla cinlerden başka her şey onun bağırtısını duyar.»
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz bir kabirden ses duydu. Bunun üzerine, «bu ne zaman ölmüş?» diye
sordu. Cahiliyye devrinde öldüğünü söylediklerinde Efendimiz sevindi ve şöyle
buyurdu : «Eğer birbirinizi defnetmeyi terketme endişem olmasaydı, kabir azabını
duymanız için Allah'a duâ ederdim.»
«Sizden biriniz vefat
ettiğinde sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir : Cennet ehlinden ise,
Cennet ehli makamlarından bir makam; Cehennem ehlinden ise, Cehennem
hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ve ona : Burası senin (ebedî)
durağındır. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir,denilir.»
Ölümden Sonra Ruhların
Eyleştiği Âlem :
Ölüm olayı meydana
geldikten sonra bedeni terkeden ruh, Berzah âleminde kendi inanç ve ameline
göre yerini alır. Berzah âlemi, hem dünya ile, hem de âhiretle ilgilidir. Diğer
bir tabirle bu âlem dünya ile âhiret arasında ruhlar için bir konaklama yeridir.
İnsanlar inanç ve amellerine
göre çok farklı durumlarda olduğu gibi ruhlar da böyledir. Bu bakımdan her ruh
kendi ölcüsündeki ruhlar arasında bulunmak zorundadır. İlim adamlarımız Berzah
âleminin bu sebeple çok farklı dereceleri bulunduğunu ifade etmişlerdir;
bunları şöyle özetlememiz mümkündür :
1. A'lâ-yı îlliyyîn - Mele-i A'lâ'ya yükselen ruhlar.
Bunlar peygamberlere
ait ruhlardır. Ne var ki bu yüce âlemdeki ruhlar da kendi mertebelerine göre
farklı durumdadırlar. Resû-lüllah (A.S.) Efendimizin ruh-i şerifleri en üst
derecedir. Diğerlerinin ise Mi'rac Gecesinde Resûlüllah (A.S.) Efendimizin
onlardan bir kısmıyla yapmış olduğu mülakattan dereceleri anlaşılıyor.
2. Yeşil
kuşların içinde Arş'm altında bulunan ruhlar. Bu, şe-hîdlerden bir kısmına ait
olanlardır. Çünkü şehidlerden üzerine kul-hakkı bulunanlar Cennet kapısında
beklemekte, kıyamete kadar burada yer almaktadır.
Bir kısmı sözü edilen kuşların karınlarında Cennete seyretmekte veya Berzah âleminden Cennete
açılan pen-reden Cennet nimetlerinden yararlanmaktadır.
Nitkim bir Adam Peygamber
(A.S.) Efendimize gelerek dediki ; «Ya Resûlellah! Şehid edilecek olursam, benim
için ne vardır?» Allah Resulü cevap verdi: «Cennet...» Adam ayrılıp gitmek
istediğinde Efendimiz şunu ilâve etti «Ancak borç buna engeldir. Az Önce Cibril
bunu bana haber verdi.»
3. Cennet
kapısından hapsedilen ruhlar.
Yukarıda belirtildiği gibi,
üzerinde kul hakkı, yani borç veya zimmet bulunduğu halde şehid düşenlerin
ruhları, borç ödeninceye veya kıyamet kopup hesap görülünceye kadar Cennet
kapısında hapsedilirler. Hapisten maksat, orada belli bir yerde beklemek
zorundadırlar, cennete giremezler.
Savaşta şehid düşen
babası hakkında Peygamberle görüşen gence, Allah Resulü : «Hayır, baban cennette
değil, kapısında bekletiliyor. Üzerinde borç vardır.» buyurması, ruhların
üçüncü makamına işarettir.
4. Kabir
âleminde bekletilen ruhlar.
Bunlar da devlet ve
millet malından aşıranlarm ruhlarıdır. Ganimet malından bir üstlük aşırdıktan
sonra şehid düşen bir sahabi için arkadaşları, «Cennet ona mübarek olsun!»
dediklerinde, Resû-lüllah (A,S.) Efendimiz nübüvvet gözüyle onun vardığı yere
baktıktan sonra şöyle buyurmuştur : «Hayır, canımı kudret elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki, aşırdığı üstlük ateş olup kabrinde ruhunu sarmıştır.»
5.
Yeryüzünde Berzah ile ilgili bir bölümde tutulan ruhlar. Bunlar Mele-i A'lâ'ya
yükselemez. Çünkü ameli itibariyle çok süfli ruhlardır, yüce âlemdeki
ruhların yanında yer
almalarına müsaade edilmez.
Dünyada iken nefsinin
arzularını yerine getirmek için aziz ömrünü acımadan harcayan; Allah'a bir gün
olsun yakınolmayı aklından geçirmiyen, bunun için hiçbir salih amelde, gönülden
gelen zikirde bulunmayan kimselerin hayatları süfli olduğu gibi ruhları da
süflidir ve süflî âlemde kalmaya mahkûmdur. Bu âlemde, Berzah'm alt tabakası da
denir.
6. Berzah
âleminin alt tabakasında tandır biçimi ateş dolu yerlerde bekletilen ruhlar.
Bunlar, dünyada iken uçkur
peşinde koşup zina edenlerin ruhlarıdır. Çoğu tevbe etmeden gitmiştir. Nitekim
Mi'rac Gecesi onların bu acıklı hali Resûlüllah Efendimize gösterilmiştir.
7. Berzah
aleminde kandan bir nehir içinde tutulan ve kıyıya yaklaştıklarında ağızlarına
taş atılan ruhlar.
Bunlar dünyada iken
faiz verip alanlar, tefecilik yapıp başkasının, alın teriyle geçinenlerin
ruhlarıdır.
Büyük Veli Abdülaziz
DEBBAĞ Hazretleri de Tercemesini yaptığım El-îbriz adlı kıymetli eserinde,
Berzah âlemi hakkında çok geniş ve doyurucu bilgi vermiş ve bu âlemin yedi
tabaka olduğunu belirtmiştir. Adı geçen eseri tavsiye ederim.
1. Ana
rahmindeki devre. Üç ayrı tabakadan meydana gelen ana rahmi hem dar, hem
karanlıktır. Kur'ân buna «Üç Karanlık Karargah» diyor.
2. Doğup ayak
bastığı dünya devresi. Burada yavaş yavaş büyür, teklif çağma gelince saadet ve
şekavetini hazırlar. Yani kendi iradesiyle ya dünyasını ma'mur, âhiretini mes'ud
eyler. Ya da her ikisini berbat edip kendi ateşini kendisi hazırlar.
3. Berzah
âlemi devresi. Bu âlem, dünya, ana rahmine göre ne kadar büyük ve genişse, o da
dünyaya nisbetle öylesine geniş ve büyüktür. Her ruh amel ve itikadına göre bu
geniş âlemde yerini alır ve kıyametin kopmasını bekler,
4. Karar
kılınacak âlem. Bu insan için dördüncü ve son devredir. Ya Cennette, ya da
cehennemde karar kılar.