HACC.. 9
KİTAP: 9
SÜNNET: 9
HACCIN FARZ KILINDIĞI SENE : 10
Şartlar Uygun Olunca Hemen
Haccetmek : 10
Yaşlılık ve Hastalık Gibi Bir
Sebebin Ortaya Çıkması Düşünüldüğünde : 11
Ömrünün Sonuna Geciktirip Hacceden
: 11
Haccın Vakti : 11
Haccın Vücubunun Şartları : 11
Haccettikten Sonra Dinden Çıkan
Kimse : 11
Binek Kiralamak : 12
Kişinin Çoluk Çocuğu Kimlerdir?. 12
Mekke Ve Civarında Oturanlar İçin
Binek Şart Mı?. 12
Bekâr Olup Haccedecek Kadar Malı
Bulunan Kimse . 12
Oturduğu Ev Ve Yanındaki Hizmetçi
: 13
Kira İle Oturan Kimseye Hac
Gerekir Mi?. 13
Lüzumundan Fazla Elbisesi Bulunan
Kimseye Haccetmek Gerekir Mi?. 13
Oturduğu Evin Bir Kısmı Kendisine
Yetiyorsa Geri Kalan Kısmını Satması Gerekir Mi? 13
Kıymetli Kitapları Bu Konuda
Satmak Gerekir Mi?. 13
Hac Konusunda Tüccarın Ana Sermayesi : 13
Sanatkârın Hacc Etmesindeki Ölçü : 14
Çiftçi Ve Ziraatçinin Hacc
Etmesindeki Ölçü : 14
A'manın Haccetmesi : 14
Sağlıklı İken Şartlar Elverdiği Halde Haccetmiyen : 15
Mahremin Nafakası Kadına Aittir : 15
Kendisine Hac Farz Olan Kadının
Haccetmesine Kocası Müsaade Etmezse : 15
Mahremi Bulunmadığı Takdirde
Haccetmek İçin Kadının Evlenmesi Caiz Midir? 15
Mahrem Konusunda Diğer Mezheplerin
İçtihadı : 15
Yolun Emniyette, Bedenin Selâmette
Olması Haccm Vücubunun Şartı Mıdır?. 16
Hac Yolculuğunda. Kendisine İddet
Gereken Kadın Ne Yapmalıdır?. 16
Vücubun Şartlarından Sayılan Azık,
Binek Ve Benzeri Şeyler Ne Zaman Mevcut Olursa Hacetmek Gerekir?. 16
Haccın Edasının Sıhhatinin Şartlan
: 17
Haccın Rükünleri : 17
Haccın Vâcibleri : 17
Haccın Sünnetleri : 17
Haccın Âdabı : 18
Haccın Mahzurları : 19
MÎKATLAR: 19
Bir Mîkat'ı İhrâmsız Geçen
Kimsenin Önünde İkinci Mîkat Bulunduğu Takdirde Ne Yapar? 20
Deniz Yoluyla Haccedenin İhrama
Girmesi : 20
Mekke'de Oturanların Mîkatı : 20
Mekke'ye Îhrâmsiz Girmek Caiz
Midir?. 20
Mîkatla Mekke Arasında Oturanlar : 20
Mîkatlarla Mekke Arasındaki Mesafe
: 20
İHRAM: 21
Telbiye Yerine Tehlîl, Tekbîr Ve
Tahnıîd Getirmek : 21
Telbiye'yi Başka Bir Dil İle
Söylemek : 21
Taklîd'in Sıfatı : 21
İHRAMIN ŞARTI : 21
Hacı Namzedi İhrâm'a Girmek
İstediğinde : 22
İhrâm'a Girmeden Gereken Temizliği
Yapmak : 22
Dikişli Elbiseler Çıkarılır : 22
İhrama Girdikten Sonra : 22
Namaz Kıldıktan Sonra : 22
İhram'a Girerken Hacc-İ Kıran'a
Veya Hacc-İ İfrad'a Niyet Getirmek : 23
Haccetmek Üzere İhrama Girer Ama
Hangi Haccm Yapacağını Belirlemezse : 23
Mikatta Veya Başka Bir Yerde İki
Haccetmeye Niyet Getirirse : 23
İhrama Girildikten Sonra Yapılacak
Hususlar : 23
Hacer-İ Esvedi Selâmlamak : 25
Hacer-İ Esved'i Öpmek Mümkün
Olmadığında : 25
Kâbe-İ Muazzama'yı Tavaf : 25
Hac İçin Tavaf Yapılırken Sol
Omuzu Açık Tutmak : 25
Tavaf Hacer’in Dışından Yapılır : 26
Rükn-İ Yemanî'yi İstilâm : 26
Hac İçin Yapılan Tavafta Ük Üç
Şavtta Remel Yapmak : 26
Remel Yapmayı Unuttuğu Takdirde : 26
Kudüm Tavafında Remel Yapılır Mı?. 26
Mekke'de Durmaksızın Doğruca
Arafat'a Gitmek : 26
Tavaftan Sonra İbrahim Makamında
İki Rek'at Namaz Kılmak : 27
Namazdan Sonra Makam'ın Arkasında
Durup Dua Etmek : 27
Tavaftan Sonra Kılman Namaz
Kerahet Vaktine Raslarsa : 27
Namazdan. Sonra Zemzem İçmek : 27
Safa İle Merve Arasında Sa'yetmek
İstediğinde : 27
Sa'yetmek İçin Safa İle Merve
Tepelerine Çıkmak : 27
Tepelere Çıkıldığında : 27
Sa'ye Merve'den Başlamak Caiz
Midir?. 28
Ayhali Ve Cenabettik Sa'yetmeye
Mani' Midir?. 28
Hacc-İ İfrad Yapanın Hemen
Sa'yetmemesi : 28
Tavaf Ya Da Sa'yederken Namaza
İkaamet Edilirse : 28
Sa'yederken Cenaze Namazına
Durulursa : 28
Sa'yederken Veya Tavaf Yaparken
Ahm-Satım Mekruhtur : 28
Sa'yettikten Sonra Beytullah'a
Girmek : 29
Nafile Tavaf, Nafile Namazdan
Afdaldır : 29
Tavaf Esnasında Zikretmek : 29
Arafat'ta Da İmamın Bir Hitabede
Bulunması : 29
Tervîye Günü Sabah Namazından
Sonra Minâ'ya Gidilir : 29
Sabah Namazı Minâ'da Kılınır : 29
Tervîye Günü Cuma'ya Haşlarsa : 29
Arafat'a Gidildiğinde : 30
Öğle İle İkindi Namazları Öğle
Vaktinde Kılınır : 30
İki Farzı Bir Arada Kılmanın Bazı
Şartları Vardır 30
İmam Yalnız Başına İkisini
Birarada Kılabilir Mi?. 31
Görevli İmamın Hutbeden Sonra
Abdesti Bozulursa : 31
İmam İki Namazı Birarada
Kıldırdıktan Sonra : 31
Vakfenin İki Şartı Vardır : 31
Vakfenin Vacibi : 31
Vakfenin Sünnetleri : 31
Vakfenin Süresi: 32
Bayramın Birinci Günü Arafat'taki
Vakfeye Yetişemiyen Ne Yapmalıdır?. 32
Gecelerin Hepsi Gelecek Güne
Tabi'dir. : 32
Müzdelife'ye Yönelip Hareket Etmek
: 32
Yolda Tesbîh Ve Duâ Etmek : 33
Akşam Namazını Müzdelife'ye
Varmadan Kılacak Olursa : 33
Sabah Olacağından Endişe Edip
Yolda Akşam Île Yatsıyı Kılacak Olursa : 33
Müzdelife'de Önce Yatsı Namazdı
Kılacak Olursa : 33
Müzdelife'ye Yaya Girmek : 33
Müzdelife'de Ezan Okumak: 33
Gece Müzdelife'de Kalınır : 34
Müzdelife'nin Her Yanı Mevkıfdır : 34
Fecir Doğmadan Müzdelife'den
Hareket Ederse : 34
Minâ'da Cemrelere Taş Atmak : 34
Cemrelere Taş Atarken Telbiye
Getirilmez : 34
Umre Yapan İstilâmda Telbiyeyi
Keser : 35
Cemre-İ Akabe'yi Taşlamadan Tıraş
Olursa : 35
Kurban Kestikten Sonra : 35
Tıraş İle Saçlann Uçlarını
Kırptırma Arasındaki Tahyir : 35
Tıraş Hangi Günlerde Yapılmalıdır?. 35
Tıraş Günlerinde Başında Saç
Bulunmayan Ne Yapar?. 36
İhram'dan Ne Zaman Çıkılır?. 36
Ustura, Makas Ve Benzeri Kesici
Bir Âlet Bulamıyan : 36
Zırnık (Arsenik) İle Tıraş Olmak : 36
Hacde Vâcib Olan Tıraş Yapılırken
: 36
Kesilen Saçların Yere Atılmaması : 36
Tıraş Olurken Duâ Etmek : 36
Baş Tıraşı Bittikten Sonra Diğer
Temizlikler Başlar : 36
Sakaldan Bir Şeyler Kesmeye Gerek
Yoktur : 37
Tıraştan Sonra Neler Helâl Olur?. 37
Tıraş Olmadan Tavaf-İ Ziyareti
Yaparsa : 37
Kurban Ve Tıraş İşi Bittikten
Sonra Tavaf Yapılır : 37
Tavaftan Sonra İki Rek'at Namaz
Kılınır : 37
Tavaf Yapıldıktan Sonra Cinsel
Yaklaşma Da Helal Olur : 37
Tavafı Abdestli Yapmak : 37
Tavafta Avret Yerlerinin Kapalı
Olmasına Dikkat Edilmelidir : 37
Kudüm Tavafından Sonra
Sa'yetmemisse : 38
Cemrelere Taş Atmanın Mekruh,
Mesnun Ve Mubah Olmak Üzere Üç Türü Vardır : 38
Fecir Doğmadan Önce Taş Atmak : 38
Cemrelere Taştan Başka Bir Madde
Atmak Caiz Midir?. 38
Atılan Taşların Büyüklüğü : 38
Taşların Yıkanmış Olması : 38
Taşların Müzdelife'den Toplanması
: 38
Büyükçe Bir Taşı Parçalayıp
Cemreler Îçin Hazırlamak : 39
Taşlar Nasıl Tutulup Atılmalıdır?. 39
Cemrelere Ne Kadar Yaklaşmak Daha
Uygundur?. 39
Üç Cemre Vardır : 39
Atılan Tasların Cemreye Ya Da
Yakınına. Düşmesi : 39
Cemreler Arasındaki Tertibe Riâyet
: 40
Birinci Cemre'ye Taş Atainayıp
Îkinel Ve Üçüncü Cemreye Atacak Olursa : 40
Minâ'tian Mekke'ye Dönerken : 40
Tavaf-İ Sader Tavaf-İ Veda: 40
Tavaf-İ Sader'in İki Vakti Vardır
: 40
Umre Yapana Tavaf-I Sader Vâcib
Mi?. 40
Haccı Yerine Getirdikten Sonra
Mekke'de Kalmak İsteyen : 40
Ayhali Sona Erdiği Halde
Gusletmeden Mekke'den Çıkarsa : 41
Özürû Bulunmadığı Halde Tavaf
Yapmadan Mekke'den Ayrılırsa : 41
Son Olarak Ka'be'den Ayrılırken
Neler Yapılması Tavsiye Edilmiştir?. 41
Seniyye-İ Süfla Mevkiinden Çıkmak
: 41
Kadınlar Da Erkekler Gibi Hareket
Eder : 41
Hac İle İlgili Bazı önemli
Meseleler : 42
Baygınlık Sürüp Giderse : 42
Sırtında Taşıdığı Adamla Birlikte
Tavaf Yapmak : 42
Hastaya Tavaf Yaptırmak : 42
Cemrelere Taş Atacak Kudrette
Olmayan Hasta Vekil Tutabilir Mi?. 42
Vaktine Uygun Yapılan Tavaf O
Vaktin Tavafı Yerine Geçer: 43
Ziyaret Tavafı Yaparken Başka
Tavafa Niyet Etmek : 43
Arafat'ta Vakfe İçin Niyete Gerek
Yoktur : 43
Çocuğuna Hac Menasikini Yaptıran
Veli : 43
UMRE : 43
Umre'nin Vakti : 44
Umrenin Rüknü : 44
Umrenin Vacipleri : 44
Umrenin Şartlan : 44
Umrenin Sünnetleri : 44
Umreyi Bozan Şeyler : 44
Yalnız Umreyi Yapmak İsteyen : 44
HACC-I KIRAN : 44
Kaarın, Umre Yaptıktan Sonra Tıraş
Olur Mu?. 45
Bayramın Birinci Günü Kurban Keser
: 45
HACC-I TEMETTÜ' : 45
Üç Günlük Orucu Bitirmeden Hayvan
Boğazlamaya İmkân Bulursa : 46
Temettü' İçin Hediy (Kurbanlık)
Sevketmek : 47
Üç Türlü Hacden Hangisi Afdaldır?. 47
Hac Ayları Girmeden Umre İçin
İhrama Giren : 47
CİNAYETLER: 47
Güzel Koku Veya Yağ Sürünmekten
Dolayı Gereken Ceza : 48
Bir Azasının Tamamına Güzel Koku
Sürünürse : 48
İhrâmlı İken Sabunla Yıkanmak : 48
Bir Organı Kaplayacak Kadar Güzel
Kokunun Ellere Yapışması : 49
Sürme Kullanmak : 49
Bedenin Çeşitli Yerlerine Az
Miktarda Güzel Koku Dokunmuşsa : 49
Bedenindeki Yaraya Kokulu Îlaç
Sürmek : 49
Yemeğe Karıştırılan Güzel Kokulu
Nesne : 49
Pişirilmiş Yemeğe Sonradan Katılan
Güzel Koku : 49
Güzel Kokulu Yağ Sürünmek : 49
Beden Veya Elbiseye Sürülen Güzel
Kokuyu Keffaretten Hemen Sonra Gidermek : 49
Gül, Menekşe, Fesleğen Ve Benzeri
Bir Şey Koklamak. 49
İhramın Bir Ucuna Misk Ve Benzeri
Bir Şey Düğümlemek : 50
Attar Dükkânında Oturmak : 50
İhrama Girmeden Süründüğü Koku
Başka Yere Dokunup Yayılırsa : 50
DİKİŞLİ ELBİSE GİYMEKTEN DOLAYI
GEREKEN CEZALAR : 50
İhramı Bir Sicimle Ya Da İple
Sıkıca Bağlamak : 50
Günlerce Dikişli Elbiseyi Giyinip
Çıkarmamak : 50
Birkaç Gün Gündüzleri Giyinip
Geceleri Çıkarmak : 50
İhrâmlı Bulunan Kimsenin Başı
Üstünde Bir Şey Taşıması Caiz Midir?. 51
İhrâmlı Dikişli Elbise Giymek
Zorunda Kalırsa : 51
Zaruretten Dolayı Dikişli Elbise
Giyip Zaruret Kalktığı Halde Çıkarmazsa : 51
TIRAŞ OLMAK VE TIRNAKLARI
KESMEKTEN DOLAYI GEREKEN CEZALAR : 51
Başın Ne Kadarı Tıraş Edilirse Kan
Gerekir?. 52
Sakal Tıraşından Dolayı Bir Şey
Gerekir Mi?. 52
Koltuk Altları Ve Utan Yeri Tıraş
Edilirse Bin Şey Gerekir Mi?. 52
Diğer Azalardan Birini Tıraş Etmek
: 52
Sakal, Bıyık, Burun Gibi
Yerlerinden Birkaç Kıl Koparırsa : 52
Bulunduğu Yerde Hem Saç Sakalını,
Hem Diğer Yerlerini Tıraş Ederse : 52
Başındaki Saçların Her Dörtte
Birini Ayrı Bir Yerde Tıraş Ederse : 52
İhrâmh İken Başkasını Tıraş Ederse
: 53
Tıraş, Bayramın İlk Üç Gününde
Vacibdir. 53
Hacc-I Kıran Yapan Kimse Kurban
Kesmeden Tıraş Olursa : 53
Bir Elin Ya Da Bir Ayağın
Tırnaklarının Tamamını Kesmek : 53
Değişik Yasaklardan Birkaçına Ayni
Mecliste Riayet Etmezse : 53
Her Azasından Dört Tırnak Kesecek
Olursa : 53
Kırılan Tırnağı Koparmak : 53
Bir Özürden Dolayı Yasağı İşlemek
İle Keyfi Olarak İşlemek Arasında Fark : 54
CİNSE YAKLAŞMADAN DOLAYI GEREKEN
CEZA.. 54
Hacc-I İfrad Yapan Kimse Vakfeden
Önce Cinsel Yaklaşmada Bulunursa : 54
Vakfeden Önce Ve Sonra Cinsel
Yaklaşmada Bulunursa ; 54
Arafat'ta Vakfeden Sonra Cinsel
Yaklaşmada Bulunursa : 55
Tıraştan Sonra Cinsel Yaklaşmada
Bulunursa : 55
Ziyaret Tavafının Üç Şavtım
Yaptıktan Sonra Cinsel Yaklaşmada Bulunursa : 55
Tıraş Olmadan Ziyaret Tavafını
Yapar Ve Sonra Cinsel Yaklaşmada Bulunursa: 55
Umre Yaparken Henüz Tavafa
Başlamadan Cinsel Yaklaşmada Bulunursa : 55
Umre Yapan Kimse Sayetikten Sonra
Cinsel Yaklaşmada Bulunursa: 55
Haccı Kırarsa Niyet Edip Henüz
Umrenin Tavafını Yapmadan Cinsel Yaklaşmada Bulunursa : 55
Haccı Kıran'a Niyet Eden Kimse,
Umrenin Tavafından Sonra Cinsel Yaklaşmada Bulunursa : 55
Haccı Kırana Niyet Eden Kimse
Arafat'ta Vakfeden Sonra Cinsel Yaklaşamada Bulunursa : 56
Hacc-I Temettü'a Niyet Eden Kimse
: 56
TAVAF, SA'Y, REMEL VE CEMRELERE
TAŞ ATMAK HUSUSLARINDA MEYDANA GEI^N AKSAKLIKTAN DOLAYI GEREKEN CEZALAR : 56
Ziyaret Tavafını Cünüp Bir Halde
Yapıp Evine Dönerse : 56
Ziyaret Tavafını Abdestsiz Yapıp
Öylece Evine Dönerse : 56
Ziyaret Tavafında Üç Şavtı
Terkedip Evine Dönen Kimse Ne Yapmalıdır?. 56
Ziyaret Tavafının Yedi Şavtmdan Az
Bir Kısmını Abdestsiz Yapıp Evine Dönerse : 57
İhramda Dirhem Miktarından Fazla
Necaset Bulunduğu Halde Tavaf Yapana Ne Lâzım Gelir? 57
Tavaf - Sader'i Yani Veda'
Tavafını Abdestsiz Yaparsa : 57
Veda' Tavafım Cünüp Yaparsa Ne
Gerekir?. 57
Veda' Tavafının Azını Cünüp Olarak
Yaparsa : 57
Veda' Tavafını Terkederse Ne Lâzım
Gelir?. 57
Ziyaret Tavafını Abdestsiz Yaparsa
: 58
Ziyaret Tavafını Abdestsiz, Veda
Tavafını Cünüp Olarak Yaparsa : 58
Ziyaret Tavafı İle Veda' Tavafını
Terkedene Ne Gerekir?. 58
Ziyaret Tavafıyla Veda' Tavafını
Dönüp İade Ederde : 58
Sadece Ziyaret Tavafını Terkederse
: 58
Bu İki Tavaftan Her Biri İçin Dört
Şavt Yaparsa : 58
Sadece Ziyaret Tavafının Dört
Şavtını Yaparsa : 58
Mekke Dışından Gelenlerin Kudüm
Tavafını Abdestsiz Yapmaları Halinde Ne Lâzım Gelir? 58
Umre Tavafını Abdestsiz Veya Cünüp
Yaparsa : 59
Avret Yeri Açık Bulunduğu Halde
Ziyaret Tavafını Yaparsa Ne Lâzım Gelir?. 59
Safa Île Merve Arasında Sa'yetmeyi
Terkedene Ne Lazım Gelir?. 59
Abdestli Sa'yetmek Sünnettir : 59
Tavaf Ya Da Sa'y'i Binek Üzerinde
Yapmak : 59
Arafat'tan imam Henüz Hareket
Etmeden Hareket Edilirse : 59
Müzdelife'de Vakfeyi Terkedene Ne
Lâzım Gelir?. 60
Cemrelere Taş Atmayı Terketmek : 60
HAREM DAHİLİNDE AVLANMAKTAN DOLAYI
GEREKEN CEZALAR : 60
Öldürülen Av Hayvanının Cezası
Nasıl Takdir Edilir?. 60
Av Hayvanına Karşılık Takdir
Edîlen Kıymet : 60
İhrâmlı Ne Harem'de Ne De Hil'de
Avlanabilir : 61
İhrâmlı Olmayanın Avlanması 61
İhrâmlı Eti Yenmiyen Bir Hayvanı
Öldürürse : 61
Eğitilmiş Bir Şahin, Atmaca Veya
Benzeri Bir Hayvanı Öldürürse Ne Gerekir?. 61
İhrâmlı Av Hayvanını Yaralarsa : 61
Av Hayvanının Tüylerini Yolacak
Olursa : 61
Av Hayvanına Ait Sağlam Bir
Yumurtayı Kırmak : 61
İki Kişi Birden Atıp Bir Hayvanı
Öldürürse : 62
Biri İhrâmlı, Diğeri İhrâmsız İki
Kişi Öldürürse : 62
Av Hayvanım Öldürmek Ne İse
Öldürülmesine Delâlet Ve İşaret Etmek Te Öyledir : 62
HAREM DAHİLİNDEKİ AĞAÇLARIN
KESİLMEMESİ : 62
Sözü Edilen Ağaçların Yapraklan : 63
Harem Dahilindeki Otları Biçmek : 63
MİKATI İHRÂMSIZ GEÇMEK : 63
Hac Veya Umre İçin Mekke'ye
Gelenler : 63
Kendi Cihetindeki Mikat'ı İhrâmsız
Geçmek : 64
Mekke Dışından! Gelen Bir Kimse
Mikat'ı İhrâmsız Geçer Ve Sonra Niyet Edip İhrama Girerse Ne Gerekir?. 64
Mikat'ı İhrâmsız Geçip Hac İçin
İhrama Girerse : 64
Bir Gayr-İ Müslim Mikatı İhrâmsız
Geçtikten Sonra Müslüman Olursa : 64
Mekkeli Bir Kimse Harem'den Dışarı
Çıkıp Haccetmek İsterse : 64
Mekkeli Bir Kimse Bir İhtiyaçtan
Dolayı Harem Dışına Çıkarsa : 64
Haccı Temettü'a Niyet Edip Sonra
Harem Dışına Çıkan Kimse : 64
İHSAR : 65
Îhsak'i Gerektiren Hastalığın Ölçü
Ve Sınırı : 65
Azığı Çalınır Veya Bineği Ölürse
Ne Yapar?. 65
Kadın Kocasının İzni Olmadan
Nâfile Haccetmek İsterse : 65
İhsar'ın Hükmü : 65
HACCI KAÇIRAN KİMSENİN NE YAPMASI
GEREKİR?. 66
BAŞKASINA BEDEL HACCETMEK : 66
Niyabet (Yani Vekâlet) Yoluyla
Haccetmenin Bir Takım Şartlan Vardır : 67
Ölenin Vasiyyeti Üzerine Niyabeten
Hac Yaptırmak : 67
Niyabeten Hacce Gönderilen Kimse
Daha Önce Hac Farizasını Eda Etmemişse : 68
Bir Kişi Ancak Bir Kişiye Vekil
Olabilir : 68
Bir Kişi Ana-Babası Adına
Haccetmek İsterse : 68
Kendi Adına Yalnız Hac Veya Yalnız
Umre Yapılmasını Emrederse : 68
Vekil Hac İçin Müvekkili Adına,
Umre İçin Kendi Adına Niyet Edip İhrama Girerse : 69
Vekil Yalnız Umre İle Emrolunursa
: 69
Biri Hac İle Diğeri Umre İle
Vekile Emrederse : 69
Vekil Gidip Dönünceye Kadar
Müvekkilinin Verdiği Paradan Harcar : 69
Vekil Hac Günlerinden Öncel
Hareket Edecek Olursa : 69
Vekâleten Hacce Gönderilen Kimse
Kendi İşleriyle Meşgul Olup Haccı Kaçınrsa : 69
Vekîl Yakın Yol Dururken Uzak
Yoldan Seyahat Ederse : 69
HAC İÇİN VASİYET : 70
Vasiyeti Üzerine Ölenin Adına
Birini Hacce Göndermek : 70
Ölene Bedel Hac İçin Kendi
Vatanından Adanı Tutulup Giderilmesi : 70
Ölenin Bıraktığı Mal, Vatanından
Adam Göndermeye Yetmezse, Ne Yapılır?. 70
Ölenin Belli Bir Vatanı Yoksa : 70
Ölüye Bedel Hacce Gönderilen
Kimseye Verilen Para Artacak Olursa : 70
Bırakılan Para Yettiği Halde
Vasiyete Uyulmaz Ve Başka Bir Beldeden Adam Gönderilirse : 71
Seyahat İçin Evinden Çıkıp Başka
Bir Beldede Ölen Kimsenin Vasiyati : 71
Haccetmek Üzere Evinden Çıkıp
Yolda Ölürse : 71
Hac İçin Evinden Çıkıp Başka
Memlekette Uzun Süre Kalıp Hac Mevsimini Kaçıran Kimse Orada Ölürse, Ne Yapması
Gerekir?. 71
Kendi Adına Haccedilmesin! Vasiyet
Edip Ölürse : 71
Hac İçin Vasiyet Edilen Para
Kaybolur Ya Da Çahnırsa, Ne Yapılması Gerekir? 71
Bir Kaç Defa Haccedilmesi İçin
Vasiyet Ederse : 71
«Malımın Üçte Biriyle Adıma
Haccettirin», Derse : 72
Ölen Kimse «Benim Îçin Birini
Hacce Gönder» Diye Vasiyet Ederse: 72
Kendi Malından Haccettirilmesînl
Vasiyet Ederse : 72
Ölen Kimse Sadece Kendi Adına
Haccedilmesin! Vasiyet Ederse : 72
Haccedildikten Sonra Arta Kalan
Parayı Vekile Vasiyet Ederse : 72
Haccettirilmesi Îçin Belli Bir
Miktar Vasiyet Ederse : 72
«Bıraktığım Şu Para İle Benim İçin
Haccettirin» Dîye Vasiyet Ederse : 73
Belli Bir Miktarı Üç Ayrı Cihet
İçin Vasiyet Ederse : 73
Vasiy Ölen Adına Bir Adama Para
Verip Haccetmesini Emrederse : 73
Ölü Adına Hacca Giden Kimse
Vakfeden Sonra Ölürse : 73
Falan Adam Benim İçin Hacce
Gönderilsin : 73
Başkası Adına Gönderilen Kimse
Yolda Hastalanırsa : 73
Vasiyet Gereği Ölene Bedel Hacca
Giden Kendine Bir Hizmetçi Tutarsa : 74
Ölene Bedel Hac Yaptıktan Sonra
Kendisi İçin Umre Yaparsa : 74
HEDİY VE İLGİLİ HÜKÜMLER : 74
Hedyin Boynuna Bir Şey Takmak : 74
Hedyin Sütü Sağılır Mı?. 75
Hedy Kurbanı Boğazlanmadan Doğacak
Olursa : 75
Hedy'in Mekke'ye Varmadan Yolda
Ölmesi : 75
Yolda Hastalanıp Ölmek Üzere Olan
Hedy Ne Yapılır?. 75
Mut'a Hedyi Bayram Gününden Önce
Boğazlanırsa : 75
Nafile Olarak Sevkedilen Hediy : 75
Mut'a Ve Kıran Hedyi Ne Zaman
Boğazlanır?. 76
Hediy Boğazlandıktan Sonra
Kaybolur Veya Yanarsa : 76
Nafile, Mut'a Ve Kıran Hedyinin
Etinden Yemek ; 76
Hedyi Arafat'a Çıkarmak Caiz
Midir?. 76
Harem'de Kesilen Kurbanların
Boğazlanma Keyfiyeti : 76
Şahsın Kendi Kurbanını Bizzat
Boğazlaması : 76
Kassab Ücreti Nasıl Verilir?. 76
Harem Dahilinde Bir Hedyin
Boğazlanmasını Adamak : 77
Mutlak Anlamda Bir Bedene
Boğazlamayı Adamak : 77
Hedy Tabirini Kullanarak Adamak : 77
HACCETMEYİ ADAMAK : 77
Haccetmeyi Bir Şarta Ta'lîk Ederek
Adarsa : 77
İhrama Girmeyi Adadım Derse : 77
Mekke'ye Yürümek Veya Oraya Gitmek
Üzere Adayan Kinişe : 77
Bir Hac Ya Da Umre Yapmayı Yaya
Yürümek Suretiyle Belirliyerek Adarsa : 78
Safa İle Merveye Yara Olarak
Gitmeyi Adadım Derse : 78
Üzerime İki Kez Farz Haccı Yapmayı
Adadım Derse : 78
Bu Sene İçinde İki Kez Haccetmeyi
Adamak : 78
«Hastalıktan Kurtulursam Bir Defa
Haccetmeyi Allah İçin Adadım» Derse : 78
Bir Gün Önce Arafat'ta Vakfe
Yapmak : 78
Terviye Gününün Arafe Günü
Olduğuna Şehadette Bulunurlarsa : 78
İslâm'ın beş şartından
biri de hac ibâdetidir. Bunun sayılmıya-cak kadar faydaları vardır. Önce şunu
belirtelim ki, îslâm bir yandan hayatın gayesini bütün insanlar için aynı ölçü
ve anlamda be-.lirlerken, mü'minleri tek amaç ve tek ideale yöneltmek; dava ve
dertlerinin, hedef ve mutluluklarının bir olduğunu gönüllere en te'sirli
biçimde işlemek için Allah'a kulluğu müşterek bağ olarak sergiler.
Bunun için de önce
îslâm ülkelerinin her köy ve kentinde daha çok cuma, cemaat ve bayram
namazlarıyla bu yüce amacın gerçekleşmesini ve her mü'minin eğitilerek hazır
duruma getirilmesini emreder. Sonra da yılda bir defa olmak üzere ve her
mü'mine ömründe bir kez farz sayılmak kaydıyla yeryüzünde insanlar için kurulan
ilk Mâbed-Kâbe'de biraraya gelmelerini sağlar. Böylece her müslü-manın
entellektüel ve manevî potansiyel yeteneğini insanlıktan yana verimli duruma
getirir; bu düşünce ve inancı en anlamlı biçimde geliştirir. Olgun birer kişi
olmanın manevî bütün malzemesini, kıyametten bir tablo oluşturarak sunar.
Hacc ibâdeti bir bakıma
insan ruhunun kavrayabileceği, kalbinin Allah (C.C.) sevgisinden alabileceği
aşk ve zevkin derin anlamını, mahşerî bir topluluk içinde gönülden gönüle
aktarır. Bir olan, eşi dengi ve benzeri bulunmayan O Yüce Yaradan'a aynı heyecan
ve imân doğrultusunda yönelip secde etmenin nasıl bir birliğe çağırdığını ve
bunu en doyurucu mânada Te1biye ile nasıl işlediğini gösterir.
Gönüllerin Ve
ideallerin birleşmesi, her şeyden önce güçlerin birleşmesini; Müslümanların dost
ve yardımcısının yine Müslümanlar olduğunu; bunun için İslâm ülkeleri arasında
düşünce, sanat, ticaret, teknik ve ilim alış-verişinin kaçınılmaz bir ihtiyaç
bulunduğunu vurgular.
İşte hacc ibâdeti,
hayatın gayesini daha çok Allah'a kul olma düzeyinde noktalarken,
olgunlaştırdığı insanlarla İslâm Ülkeleri arasında, kökü 1400 senelik bir
derinliğe inen birleşme, anlaşma, güç birliği gibi yüksek amaçlan
gerçekleştirir.
Hacc'ın bundan başka
fert ve toplumun ahlâkı üzerinde olumlu yönde te'şirleri oldukça büyüktür.
Aslında bütün ibâdetler insanı günde birkaç defa söz ve davranışlarında ölçülü
ve yararlı olmaya davet eder. Daha doğrusu bu asil duygu ve düşünceyi onun
kalbinde doğurur. Allah ve Peygamberi tarafından çizilmiş bir yolda ümit dolu
bir gönülle yürüyüp ilerlemeyi ve adım adım ebedi mutluluğa kapı açmayı öğretir.
Genç ve yaşlıya, fakir ve zengine, kadın ve erkeğe, bilgili ve bilgisize tek
kelimeyle aklını kullanabilen, ruhunu ihtiyaç duyduğu ilâhî maarifle işleyip
arındıran her insana günlük yaşamının bilançosunu hazırlamasını emreder.
Hacc ibâdeti bunun
üstünde bir ölçü daha getirir : Binlerce peygamberin, velînin, kâmilin ve
sâlihin yüzsürdüğü, göz yaşı döküp niyazda bulunduğu yüce bir makamda,
yüzbinlerce mü'minle kaynaşıp din kardeşliğinin sınır ve ölçü kabul etmez
tertemiz havası içinde kutsal Kâ'be'yi tavaf etmek. Arafat'ta toplanıp şeytanın
bütün ümitlerini boşa çıkarmak kadar insanı olgunlaştıran, güzel ahlâk sahibi
yapan başka yol ve yöntem var mıdır?
Bu düşünce ve inançla
hac görevini yerine getiren bir mü'minin sosyal yapımıza olan olumlu katkısını
kim inkâr edebilir? Lüzumsuz harcamadan kaçınacağı, yalnız kendisi için değil,
çevresi ve milleti için mesaisini kullanacağı muhakkaktır.
Günümüzde ibâdetin
bunca feyizli, olumlu ve eğitilip yetiştirici havası dışında kalıp sadece para,
kadın vg içkiyle gününü gün etmeye çalışan zavallı toplumun böylesine olgun ve
yararlı insanlara ne kadar muhtaç bulunduğunu anlatmaya lüzum var mıdır? Bu
kâmil insanlardır ki savaşlarda mallarını ve canlarım Allah için seve seve
verirler. Bu faydalı kişileridir ki toplum yapışma yön ve kuvvet verip gerçek
huzurun sağlanmasına kapı açarlar. Millî bünye ancak böyle kişilerle ayakta
durabilir. Millet bu hayırhah insanlarla mutluluğun havasını teneffüs etme
imkânını bulabilir.
Hacc'ın Sözlük Anlamı :
Hacc, saygı
gösterilmeye lâyık kutsal makamları ziyarette bulunmayı kasdetmektir.
Hacc'm Şer'î İstılah
Anlamı :
Senenin belli ve
belirli gününde Arafat'ta bir süre vakfe yapmak ve sonra Kabe'yi belirtilen
şekilde tavaf edip ziyareti yerine getirmektir.
Hacc'ın Farziyeti
Kitap, Sünnet ve İcma' ile Sabittir.
«Beytullah'a
yolbulabilen insanlara Allah için Orayı haccetmek
gereklidir.
«Allah için hacc'i ve
umreyi tamamlayınız.»
«İslam, Allah'an başka
ilâh olmadığına, Muhammed'in Allanın Resulü bulunduğuna şehadet etmen, namaz
kılman, zekât vermen, haccetmen, umre yapman, cenabet olunca yıkanman, abdesti
tastamam yerine getirmen ve ramazan orucunu tutmandir.»
Resûlüllah A.S.)
Efendimize soruldu :
— Hangi amel daha
üstündür?
Cevap verdi :
— Allah ve Peygamberine imân...
— Ondan sonra?
— Allah yolunda cihad...
— Ondan sonra?
— Şarlarına uygun helâl mal ile yerine
getirilen hac...»
«Allah katında
amellerin en üstünü, içinde şek ve şüphe bulunmayan imân, içinde hile ve
hiyanet bulunmayan savaş ganimeti ve
— Şartlarına uygun
helâl mal ile yerine getirilen hac...»
«Kim cinsel yaklaşmada
ve ona yol açan davranışlarda bulunmaksızın, ilâhî sınırları aşıp günah
işlemeksizin haccederse, anasının onu doğurduğu gündeki gibi günahlarından
(arınarak) döner.» (Ancak kul hakkı müstesna)...
«Umreden umreye ikisi
arasındaki günahlara keffarettir. Şart-laruıa uygun helâl mal ile yapılan haccm
karşılığı ise ancak Cennettir.»
Hacc, zayıf olan her
mü'minin cihâdıdır.»
Bu konuda farklı görüş
ve tesbitler varsa da en sahih rivayetlere göre hac hicretin 9. yılında farz
kılınmıştır. Nitekim Al-i îmrân Sûresi 97. âyetle haccm farz kılındığı ve bu
âyetin belirtilen yılda indiği bilinmektedir.
Yapılan sahih rivayete
göre, bu âyet indikten sonra Resûİüllah (A.S.) Efendimiz Ashabını toplayarak şu
hutbeyi irâd etmiştir :
«Ey insanlar! Allah
size haccı farz kıldı, artık bundan böyle haccedin.» Bunun üzerine bir adam
sordu: «Her sene mi ya Resûlellah?!» Peygamber (A.S.) susup cevap vermedi. Adam
aynı soruyu üç defa tekraladı. Resûİüllah (A.S.) Efendimiz : «Eğer ona cevap
olarak evet deseydim, hac her sene farz olurdu ve siz de buna güç
getiremezdiniz.» buyurdu.»
Hac farz kılınınca o
yıl Resûİüllah (A.S.) Efendimiz gitmedi. Ebu-bekir Sıddîk'i (R.A.) Emirü'1-Hacc
= Hac işlerini organize edip hac-ce giden mü'minlerin başında bulunma görevine
tâyin etti. ikinci sene, yani hicretin 10. yılında ise Resûİüllah (A.S.)
Efendimiz son haccmı yerine getirdi ki buna Veda' Haccı denilmiştir.
Haccm farziyeti Kitap,
Sünnet ve tcmâ ile sabit olduğundan inkârı küfürdür. Gitme imkânına sahip olan
her Müslümana ömründe bir defa bu ibâdeti yerine getirmesi -farzı yerine getirme
bakımından- kâfidir. Birden fazla yapılan hac nafile yerine geçer.
Şartlar elverdiğinde
hemen haccetmek gerekir. Çünkü şartların elverdiği yıl yapılmasının farz olduğu
fukahanm çoğu tarafından kabul edilmiştir. En sahih olan tesbit te budur. Bu
bakımdan geciktirilmesi mubah değildir.
Şart ve imkânlar müsait
olduğu sene haccetmeyip bir iki sene geciktirdikten sonra haccedenin de haccı
tamam sayılır; ne var ki geciktirdiği için günah işlemiştir.
İmam Muhammed'e, göre
şartlar elverse bile hemen haccetmek vâcib değildir; geciktirilmesinde bir
sakınca yoktur. Ancak hemen yerine getirilmesi daha iyi ve daha faziletlidir.
Yaşlılık, hastalık,
ölüm gibi hacce mâni* teşkil edecek bir sebebin ortaya çıkması muhtemel
olmadığı zaman İmam Muhammed'in içtihadıyla amel edilebilir. Ama bunlardan biri
düşünülüyor veya ihtimal dahilinde ise o takdirde İmam A'zam Ebû Hanîfe'nin
içtihadıyla amel etmek gerekir. Yani şartlar elverdiği sene içinde haccetmek
vâcib olur.
Kendisine farz olduğu
halde geciktirip ömrünün sonuna doğru hacceden kimsenin günahkâr olup
olmadığında farklı görüşler varsa da en sahih tesbite göre, isaet işlemiş olur,
günahkâr sayılmaz. Ama gerektiği halde haccetmeyip geciktirir ve öylece ölürse,
bilicmâ' günahkâr sayılır.
Hac ayları bilinen
aylardır : Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on günüdür. Bu, icmalen Kur'ân'da
tafsilen de Hadîste belirlenmiştir. Haccetmek üzere bu aylarda ihrama
girilebilir. Bu ayların dışında ne farz, ne de nafile hac için ihrama girilmez.
Umre için ihrama girmek bu kaidenin dışında kalır.
1. İslâm...
Diğer ibâdetlerde
olduğu gibi haccetmek için de kişinin müslü-man olması şarttır. Bu bakımdan
Müslüman olmadan önce zengin iken İslâm'a girdiğinde fakir olan kimseye farz
değildir. Çünkü zenginlik küfür devrine raslam aktadır. Ama İslâm'a girdikten
sonra zengin olduğu halde hac farizasını yerine getirmez ve sonra da
fa-kirleşirse, hac bir borç olarak üzerinde kalır.
Kendisine hac farz iken
bunu yerine getirdikten sonra irtidad eden (dinden dönen) kimse bir süre sonra
tekrar İslâm'a girerse, gücü ve imkânı elverdiği takdirde yeniden haccetmesi
gerekir. Çünkü
hac ancak ömürde bir defa farz kılınmıştır. Dinden çıkan kimse geçen ömrünü
heder etmiş, amelini boşa çıkarmıştır.
2. Akıl.
Müslüman olmanın
yanısıra aklı başında olmak ta haccm vücubunun şartlarından biridir. O halde
aklî dengesi yerinde olmayan Müslüman zenginlere hacc vâcib değildir. Bunaklar
hakkında farklı görüş ortaya konmuştur. Aşırı derecede bir bunaklık değilse,
sadece unutkanlık gibi bazı arazlar meydana gelmişse, haccetmesi gerekir. Ne
dediğini bihniyecek duruma gelmişse, aklî dengesi yerinde olmayan deliye
kıyasla haccetmesi gerekmez.
3. Ergenlik.
Buna fıkıh dilinde
«bulûğ» denir. O halde ergen olmayan çocuklara haccetmek vâcib değildir. Bununla
beraber haccedecek olursa, bu farz hac yerine geçmez nâfüe sayılır. Ergen
olduktan sonra şartlar ve imkânlar elverirse haccetmesi gerekir.
Ergen olmadan önce
ihrama girer, henüz Arafat'ta vakfe yapmadan ergenlik- çağma girer ve ilk
giydiği ihramla vakfe ve tavaf-i ziyareti yaparsa, bu nafile hac sayılır. Ama
ergen olduktan sonra Telbiye veya ihramı yeniler de öylece vakfe yaparsa, bu
farz olan hac yerine geçer. îcmâ'm görüş ve tesbiti bu ölçüdedir.
Bunun gibi deli kendine
gelir, kâfir müslüman olur ve vakfe yapmak için ihrama girer veya telbiye
getirirse, bu farz hac yerine geçer.
Ergen olmayan çocuk,
rnikatı ihrâmsız geçer ve Mekke'ye gelince ihtilâm olur (ergenlik çağma girer)
ve gusledip hac için ihrama girerse, yapacağı hac, farz hac olarak kabul edilir.
Mikatı budurumda ihrâmsız geçtiğinden dolayı bir şey gerekmez. Çünkü henüz
ergen olmadan geçmiş bulunuyordu.
4. Hürriyet.
Haccın vücubunun
şartlarından biri de hür olmaktır. O halde kölelik kaydı altında bulunana,
tutuklu olana, hürriyeti elinden alınmış esirlere hac farz değildir. Çünkü
vücubunun şartlarından biri gerçekleşmemiştir.
Efendisiyle birlikte
hacceden kölenin bu haca-nafile sayılır. Hürriyetine kavuştuktan ve şartlar da
elverdikten sonra haccetmesi gerekir. Esirlerin de durumu böyledir. Köle veya
esir henüz hürriyetine kavuşmadan efendisiyle birlikte hac için yola çıkar,
ihram giymeden hürriyetine kavuşursa, o takdirde ihrama girip hacceder ve bu
farz hac olarak kabul edilir. İhrama girdikten sonra hürriyetine kavuşursa,
ihramını yenilese bile bu farz hac yerine geçmez.
5. Azık ve binek.
Haccetmenin vücubunun
şartlarından biri de gidip gelinceye kadar hem kendisinin, hem evdeki çoluk
çocuğunun azığının bulunması ve kendisini götürecek bir bineğinin mevcut
olmasıdır. O halde yeterince azığı bulunmayan veya bineği olmayan kimsenin
haccetmesi gerekmez.
Farz haccı yerine
getirmek isteyen kimsenin kendi bineği yoksa bunu başkasından -parası olduğu
takdirde- kiralar. Kiralamaya gücü yetmediği takdirde vücub kalkar. Haccmı gücü
yeteceği zamana geciktirir.
Hac îçin Başkasının
Yapacağı Bağışı Kabul Etmek.
Bineği olmayan ve onu
kiralıyacak imkânı bulunmayan kimseye başkası bu sebeple bağışta bulunursa, onu
kabul etmesi gerekir mi? Müctehid imamlara göre, gerekmez, isterse kabul eder,
isterse etmez.
Bağışta bulunan onun
ana-babası veya başka bir yakını bile olsa, hüküm değişmez.
Azık ve Bineğe Sahip
Olmanın Açıklanması : Evinden, elbisesinden, hizmetçi ve ev eşyasından, çoluk
çocuğunun nafakasından, borcundan ve benzeri ihtiyaçlardan arta kalan mal veya
para kendisini Mekke'ye azık ve binek ölçüleri içinde götürüp getirecek kadar
olmalıdır. Aksi halde haccın vücubunun şartı yerine gelmemiş olur.
Kendisinin ve Çoluk
Çocuğunun Nafaka Ölçüsü : Günün şartlarına göre ortalama bir nafaka dikkate
alınır. Cimrilik yapıp kısmaksızm, saçıp savurarak israfta bulunmaksızın ikisi
arasında bir yol izlenir.
Fıkıh dilinde buna iyal
denir. Türkçemizde «Hane Halkı, Ço-Luk-Çocuk gibi tabirlerle ifade edilmektedir.
Kendisine nafakası gereken kişiler bu tabirin kapsamına girer.
Mekke'ye üç günlük veya
daha az bir mesafede bulunan müs-lümanlara -yürümeye kudretleri yettiği
takdirde- haccetmek farzdır. Ancak kendilerine ve çoluk çocuğuna yetecek kadar
azık tedarik etmiş olmalıdırlar. Aksi halde vücub kalkar. Yaya
yürümeye kudreti yetmiyenler hakkında da haccetmek vâcib değildir. Üç günlük mesafeden daha
uzaklarda oturanlar için -yukarıda belirtildiği gibi- gidip dönünceye kadar hem
azık hem binek şarttır. Yürüyerek Mekke'ye Gidip Hacceden Fakir : Fakir bir
mü'min yürüyerek Mekke'ye kadar gider ve farz olan haccı yerine getirip evine döndükten sonra zengin olursa, yeniden haccetmesi gerekmez.
Bekâr bir adam evlenmek
için mal ya da para biriktirmiş ve bu para ile haccetme imkânı da doğmuşsa, ne
yapar? Evlenir mi, yoksa hacce mi gider? Evlenmek sünnet, hac farz olduğundan
mevcut para veya mal ile haccetmesi gerekir. Ancak biriktirdiği mal ve para
henüz hac ayları girmeden evlenmek konusunda harcanırsa, bir şey lâzım gelmez.
Çünkü hacce yetecek kadar mal ve paranın hac aylarında mevcut olması gerekir.
Ondan önce harcanırsa, kişi hem günahkâr olmaz, hem de haccı geciktirmiş
sayılmaz.
Bunlar asıl ihtiyaç
kapsamına girdiğinden, kişi zengin sayılmaz ve bu sebeple de hac kendisine vâcib
olmaz. Ama oturduğu evden başka evi bulunursa, o takdirde onu satıp haccetmesi
gerekir. Hizmet hususunda kullanmadığı hizmetçi de böyledir. Yani yanındaki
hizmetçiyi kullanmıyorsa, o takdirde onu satıp haccetmesi vâcib olur.
Ancak oturduğu evden
başka evin kirasıyla geçiniliyorsa, o takdirde aileyi perişan etmemek için
satmaması daha uygun olur.
Diğer asıl
ihtiyaçlarından fazla mal veya parası olur, gidip gelinceye kadar hem
kendisinin, hem kendisine nafakası gereken kişilerin azığını, ev kirasını
karşılıyacak güçte bulunursa, haccetmesi gerekir. Elindeki parayı başka bir yere
harcarsa günahkâr olur.
Elinde mevcut parası
bulunmadığı halde evinde lüzumundan fazla giyim ve diğer eşya bulunur, satıldığı
takdirde haccetme imkânını doğurursa, o takdirde fazla eşya ve elbiseyi satıp
haccetmesi gerekir.
îslâm burada hem
tutumlu olmayı, hem gereğinden fazla ev eşyası ve giyim emtiası bulundurmamayı
amaçlıyor.
Haccetmek için mal ve
parası bulunmadığı halde oturduğu ev büyükçe olur da bir kısmı kendisine yetecek
durumda ise, fazlasını
haccetmek için satması gerekmez. Çünkü evin genişliği kişinin mes'-ut ve huzurlu
olmasının alâmetlerinden biridir. Hem ileride bir takım ihtiyaçlar doğabilir de
evin tamamını kullanması gerekebilir.
Bunun gibi oturduğu
büyükçe evi satıp yetecek kadar bir başka ev satın aldığı takdirde arta kalan
para ile haccetmesi mümkün duruma gelen kimsenin, yine haccetmek için böyle bir
yola girmesi gerekmez.
Oturduğu ev çok
kıymetli olur da onu satıp elde edeceği büyük bir meblağ ile hem haccetmesi, hem
çoluk çocuğunu geçindirmesi mümkün hale gelse bile, evini bunun için satması
gerekmez. Bunda fukahamn görüş birliği var.
İlim adamının
kütüphanesinde devamlı müracaat edeceği kitaplar ne kadar çok olursa olsun,
kıymetleri -para bakımından- ne kadar değer taşırsa taşısın, haccetmek için
satılması gerekmez. Ancak bu anlam ve ölçüdeki kitaplar bir cahilin evinde
bulunursa, kıymeti de onu hacce götürüp getirecek kadarsa, o takdirde satıp
gitmesi gerekir.
Din, dünya ve âhirete
yaramıyan kitapların satılması ve hac ibâdetine sarfedilmesi gerekir. Çünkü
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz fayda vermiyen bilgiden Allah'a sığınmıştır.
Geçimini sadece
ticaretle sağlayan bir tacir ana sermayesini haccetmek üzere sarfettiği takdirde
ticarî işlerinin aksayacağı, bu yüzden borca ve sıkıntıya düşeceği biliniyorsa,
o takdirde haccetmesi gerekmez. Ancak ana sermayenin dışında elinde haccedecek
kadar bir meblağ birikmişse, haccetmesi gerekir. Çünkü fazla kısmı harcaması
ticarî işlerini aksatmaz.
Geçimini tezgahının
başında sanatıyla sağlayan kimsenin sanatını sürdürebilmesi için âlet ve
-edavatı varsa, gidip gelinceye kadar kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasını
karşılıyacak, asıl ihtiyaçlarını giderecek kadar para biriktirmişse, o takdirde
haccetmesi gerekir. Elindeki para ancak sanatını sürdürmesine yetiyor,
sermayesiz yürütmesi mümkün olmuyorsa, o takdirde ana sermayesini muhafaza
etmesi gerekir. Hacce gitmesi vâcib değildir.
Çiftçilik veya
ziraatçılıkla uğraşan ve geçimini bu yoldan kazanan kimsenin tarla ve bahçesini
sürüp ekecek imkânlarının dışında elinde birikmiş parası veya malı varsa,
haccetmesi gerekir. Ama elindeki parayı hac için sarfettiğinde tohum, âlet ve
benzeri araç gereçleri alamıyacak duruma düşerse, veya çoluk çocuğunun
nafakasını karşıhyamıyacak bir sonuca varırsa, o takdirde haccetmesi gerekmez.
6. Haccın Farz Olduğunu Bilmek.
İslâm ülkesinde yaşayan
bir kimsenin haccın farz olup olmadığını bilmesi üzerinde durulmaz. Çünkü sözü
edilen ülkelerde yaşayanların islâm'ın şartlarını bilmesi gerekir. O halde
onlar için bilmemek bir mazeret sayılmaz. Hattâ İslâm ülkelerinde yaşayan
gayr-i müslimlerden biri Müslüman olduğu takdirde, onun da bilmemesi bir mazeret
değildir. Şartlar elverdiği takdirde haccetmeleri gerekir.
Gayr-i Müslim
ülkelerde, fıkhı tabirle Darü'l-Harp'te İslâm ülkesinden göçederek yaşayan
Müslümanlar için de hüküm böyledir. Ora halkı olup sonradan İslâm'a girenlere
gelince : Onlara haccın farz olduğunu iki erkek veya bir erkekle iki kadın haber
verirse, şartlar da elverdiği takdirde haccetmeleri gerekir. Bu yolda haber
veren çıkmadığı takdirde, haccın farz kılındığına bilgisiz kaldıkları için
-öğreninceye kadar- bu vecibe üzerlerinden kalkar.
Dar-i Harpte İslama
giren kimseye haccın farz olduğunu haber veren iki erkek veya bir erkekle iki
kadının âdil olmaları veya bu durumlarının örtülü bulunması gerekir. Bu, İmam
Ebû Hanîfe'ye göredir. Bazı rivayetlerde onlardan birinin âdil olması da yeter.
îmameyn'e göre âdil, buluğ ve hürriyet şart değildir. îmameyn'm görüşünde
kolaylık vardır.
7. Bedenin hastalık ve sakatlıktan salim olması.
Haccın vücubmiun
şartlarından biri de bedenin hastalık ve bir takım a'razdan salim olmasıdır. O
halde yürüyemiyen, pirifâni olan, felçli, ayakları kesik kimselere hac vâcib
değildir. Bunlar azık ve binek de bulabilseler başkasını kendi yerlerine hacce
göndermekle yükümlü bulunmuyorlar. Ölüm hastalığına yakalandıklarında da
kendilerine bedel haccettirilmesini vasiyyet etmelerine gerek yoktur. Bunun
gibi hayvan üzerinde duramıyacak kadar yaşlı veya hasta olanlara da vâcib
değildir.
Bu hem mezhebin zahiri,
hem de îmam Ebû Hanîfe'den yapılan rivayetin özetidir. îmameyn'den zahir olan
rivayete göre ise, sözü edilen kimselere de haccetmek vâcibdir. Acizlikleri
devam ettiği takdirde başkasını kendi yerlerine vekil olarak göndermeleri
gerekir. Vekil gönderdikten sonra sıhhatlarına kavuşur, gidecek güce
erişirlerse, o takdirde haccı iade etmeleri gerekir. Tuhfe sahibi bu görüşü
ihtiyar etmiştir. İsbicabî de bunu beğenmiş, Fethü'l-Kadîr Sahibi de bu görüşü
takviye etmiştir.
Ne var ki imam Ebu
Hanîfe'nin bu husustaki görüş ve içtihadında ümmet için kolaylık vardır.
Tutuklu bulunan ile
hükümdarın bu konudaki yasağından korkan kimsenin de durumu böyledir. îmam Ebû
Hanîfe'ye göre, bunların kendi yerlerine vekil göndermesi gerekmez. Fetva da
buna göredir.
îki gözü kör olan
kimsenin şartlar elverdiği takdirde haccetmesi gerekir mi? Kendisini yedecek
bir kimse bulabilirse gitmesi vâcib olur. Bulamadığı takdirde bekler. Bu hususta
imamların görüş birliği var.. Yedecek kimse bulamadığı takdirde yerine
başkasını vekil göndermesi gerekir mi? Bu hususta imamların görüş ve ictihadları
farklıdır : îmam Ebû Hanîfe'ye göre gerekmez. îmameyn'e göre, gerekir.
Sağlıklı iken şartlar
elverdiği halde haccetmiyen kimse sonraları iyice yaşlanır da hayvan üzerinde
duramıyacak olur veya felç ve benzeri kötü bir hastalığa yakalanırsa, o takdirde
yerine bir vekil göndermesi gerekir. Bunda imamların ittifakı vardır.
Yaşlı ya da felçli
olmasına rağmen külfete katlanarak haccettikten sonra iyileşirse, yeniden
haccetmesi gerekmez. İlk yaptığı hac, farzın yerine getirilmesini sağlamıştır.
8. Yolun emniyette olması.
Haccm vücubunun
şartlarından biride yolun emniyette olmasıdır. Mal ve can tehlikesi sözkonusu
olduğu takdirde, gitmek vâcib değildir. Güven sağlanıncaya kadar beklemek
gerekir. Ancak genellikle yolun emniyette olduğu biliniyor, az bir ihtimalle de
olsa tehlike seziliyorsa, bu ihtimal dikkate alınmaz. Haccetmek gerekir.
9. Kadının Yanında Mahreminin Bulunması.
Hanefî imamlarına göre,
kadının bulunduğu memleket ile Mekke arası üç konak veya daha fazla bir
mesafede olursa, o takdirde beraberinde mahreminin bulunması şarttır. Aksi halde
haccetmesi gerekmez. Aradaki
mesafe belirtilenden az olursa o takdirde mahremsiz haccetmesi caizdir.
Mahremden maksad,
kadının kocası veya kendisine nikâhı ebediyen haram olan yakınlarıdır.
Mahremin güvenilir,
âkil, baliğ olması şarttır. Hür veya köle, kâfir ya da Müslüman olması şart
değildir.
Ateşperest bir mahrem,
kadınla nikâhlanmasmm mubah olduğunu sanıyorsa, o takdirde kadınla birlikte
yola çıkması caiz değildir. Ergenlik çağma yaklaşan çocuk ergen mahrem gibidir.
Kadının kölesi mahremi sayılmaz.
Kadınla beraber hac
yolculuğuna çıkan mahremi sırf ona arkadaş olmak üzere çıkmışsa, onun azığı.ve
bineği kadına aittir.
Hac Allah'ın farz
kıldığı bir ibâdettir. Farz ibâdetleri yerine getirmekte kimseden izin almaya
gerek yoktur. Aynı zamanda kimsenin de buna engel olmasına cevaz verilmemiştir.
O halde şartlar elverdiği takdirde kadm yanında mahremi bulunursa -kocası
müsaade etsin etmesin- hacce gider; yani gitmesi vâcib olur. Ancak nafile
haccetmek istediğinde kocasının müsaadesini alması gerekir.
Bu konu bazı
fırsatçılar tarafından devamlı istismar edilmiş ve birçok kadınlar bu yüzden
tuzağa düşürülmüştür. İslâm Dininin gecesi ve gündüzü kadar aydınlıktır, yani
dinimizde kapalı kalan, bilinmedik bir husus yoktur. Önce şunu belirtelim ki,
muvakkat nikâh kesinlikle haramdır. Haccetmek için belli bir süre bir erkekle
kadının nikâhlanmasma hiçbir müctehid imam cevaz vermemiştir. Ancak kadın dul
olur da cidden biriyle evlenmek ister, o da hayat boyunca o kadınla yaşamayı
düşünerek evlenirlerse, tabii bunda bir sakınca yoktur.
Yine haccetmek ve sonra
da evliliği sürdürmek için kadının evlenmesi vâcib değildir. Ancak böyle bir
durum ortaya çıkarsa, arzu ettiği takdirde devam edecek bir evliliğe evet
diyebilir.
İmam Şafiî'ye göre,
kadının yanında mahremi bulunmadığı takdirde güvenilir iki üç kadının
bulunması, haccm vücubunun şartı için yeterdir. Yani yanında güvenilir iki ya da
fazla kadın bulunan bir kadm yanında mahremi bulunmasa bile haccetmesi gerekir.
Yol güven altında
bulunduğu, mal ve can emniyeti sağlandığı takdirde yanında güvenilir bir kadınla
gidebileceği gibi, yalnız başına da gidebilir. Nafile hac için ise, ancak
mahremiyle gidebilir.
İmam Mâlik'e göre :
Yanında mahremi bulunmadığı takdirde güvenilir kadın arkadaşlarının bulunması
yeter. Yani yanında güvenilir kadın arkadaşları bulunduğu takdirde mahremi
olmayan bir kadının haccetmesi vâcibdir. Böyle arkadaşlar da bulunmadığı
tak-idirde haccetmesi vâcib değildir.
Bu konuda muhtelif
rivayetler vardır. Hepsini buraya nakletmeyi gerekli görmedik. Ancak İmam Şafiî
ile İmam Mâlik sözü edilen mesele hakkında ictihad ederken Hz. Ömer'in
tertiplediği son haccı delil olarak almışlardır. Sahih rivayete göre, Ezvac-i
Tahirattan bir kısmı Hazret-i Ömer'den izin alarak mahremsiz bir vaziyette hacce
gittiler. Hz. Ömer giden kafilenin başında bulunmak üzere Osman bin Affan ile
Abdurrahman bin Avf i görevlendirmişti. Yolda ara sıra Hz. Osman kafileye şöyle
sesleniyordu : «Haberiniz olsun, dikkatti olun! Peygamber fA.S.) Efendimizin
zevcelerine doğru pek yaklaşmayın, onlara bakmayın!.» Rivayete göre, Ezvac-i
Tahiret deve üzerinde hevdeç içinde bulunuyorlardı. Bu
hususla ilgili hadîsin ise Hac dışındaki seferle alâkalı, olduğunu
söylemişlerdir:
Fazla bilgi edinmek ve
nakledilen hadislerin sened ve ricali hakkındaki araştırmaları görmek
isteyenlerin Zeylaî'nin Nasbu'r-Ra-Ye adlı kıymetli eserinin cilt3, sahife 11,
12'ye müracaat etmelerini tavsiye ederiz.
Şunu da ilâve edelim
ki, bir şehir ya da kasabada sözü edilen üç mezhebe bağlı kadınlar bulunduğunda,
yanlarında mahremleri yoksa, güvenilir kadınların arkadaşlık etmesi mümkünse
müfti, Hanefi mezhebine bağlı bulunan kadına bu konuda fetva verebilir.
Yolun emniyette,
bedenin sıhhat ve selâmette
olması, kadının yanında mahreminin bulunması, haccm vücubunun şartı mıdır,
yoksa edasının şartı mıdır? Bu hususta fukahanm görüşleri farklıdır : Bazısına
göre vücubunun, diğer bazısına göre edasının şartıdır. İkincilerin görüş ve
içtihadı daha sahih kabul edilmiştir.
Sözü edilen bu meselede
görüş ayrılığının semeresi şu husustada kendini belli eder. Birincilerin
görüşüne göre, haccetmeden önce ölüm hastalığına yakalanırsa, kendisine bedel
haccetirilmesi için va-siyyette bulunması gerekmez. İkincilerin görüşüne göre,
gerekir.
10. Kadının iddet ve Cşer'î bekleme süresi) içinde
bulunmaması.
Ya kocasının ölümünden ya da
boşanmasından dolayı şer'î bekleme süresi dolmadan bir kadının hacce gitmesi
caiz değildir. Ölüm iddeti dört ay on gündür. Boşanma iddeti üç ayhali
görmektir. Ayha-linden kesilen kadınlar hakkında üç ay itibar edilmiştir.
Nikâh akdi yapıldıktan
sonra kocası cinsel yaklaşmada bulunduktan veya halvet-i sahiha meydana
geldikten sonra karısını ister bâin ister reci talakla boşamış olsun, o kadına
şer'î bekleme süresi olan iddet gerekir.
Ancak fasit bir nikâhla
nikahlanan çifti hâkim birbirinden ayırır ve adam da cinsel yaklaşmada
bulunmamışsa, o takdirde kadına iddet gerekmez.
Ayrıca kadınlardan dört
tanesi için hiçbir iddet yoktur :
1. Kendisiyle cinsel yaklaşmada bulunulmadan ve sahih
bir halvet meydana gelmeden boşanan kadın.
2. Kocasını Dar-i Harpte terkedip eman dileyerek İslâm
ülkesine iltica eden harbiyye kadın.
3. Bir akidle nikahlanan iki kız kardeşin nikâhları
feshedildi-' ğinde.
4. Dörtten
fazla nikahlanan kadının
nikâhı feshedildiğinde.
Hac yolculuğu sırasında
kocasının öldüğü veya kendisini boşadiğı haberini alan kadın bu durum da ne
yapmalıdır? Haberi alınca bulunduğu yerle Mekke arasında üç konak 118 saatlik)
ya da daha fazla bir mesafe bulunuyorsa, iddeti sona ermedikçe oradan ayrılması
caiz değildir. Ama
üç konaktan daha az bir mesafede bu lunuyorsa, o takdirde bulunduğu yerden
ayrılmasında bir sakınca görülmemiştir.
Haccın vücubunun
şartlarından olan azık, binek ve diğer şeylerin belde halkından hacce
gidenlerin hareket edecekleri günler içinde mevcud olması itibar edilir. Bu da
ancak hac aylarıyla bağlantılıdır. Yani belde halkı hac aylarının herhangi bir
gününde hareket edebilir. Bu bakımdan fukahanm çoğu sözü edilen şartların
hareket günleriyle değil hac aylarıyla itibar edilmesini ön görmüşlerdir. Sahih
olan da budur.
O halde hac aylarından
önce haccedecek kadar parası, azığı, bileği ve çoluk çocuğunun asıl ihtiyaçları
mevcut iken hac aylarına tekaddimı eden günlerde bu imkânlar ortadan kalkarsa, o
takdirde haccetmek vâcib olmaz. Ama sözü edilen hac aylarında elindeki
imkânları başka bir şeye sarfetmesi doğru olmaz. Aksi halde günah-k*âr olur;
kendisine gereken farz hac borç olarak üzerinde kalır.
Haccm edasının (yani
yerine getirilmesinin) sıhhatinin şartları ise üçtür :
1. Mikatta veya henüz mikata varmadan ihrama girip niyet
getirmek.
2. Belli yerleri belli ve belirli zamanlarda ziyaret
etmek.
Belli yerden maksad :
Arafat ile Kâ'be'dir. İhrama giren bir kimse Arafat'a çıkıp vakfe yapmadığı,
Kâ'be'yi tavaf etmediği takdirde haccı yerine getirmiş sayılmaz.
Belli ve belirli
zamandan maksad : Arafat'taki vakfe zamanıdır. Bu, Arafe günü zeval vaktinden
bayramın birinci günü fecir doğuncaya kadar devam eder. Bu süre içinde Arafat'a
çıkıp vakfe eden farzı yerine getirmiş olur. Aksi halde haccı kabaya kalır.
Kâ'be'yi tavaf zamanı ise ömür boyunca devam eder. Ancak bayramın ilk üç günü
içinde tavaf yapmak vâcibdir; tavafın kendisi ise farzdır.
Rükünden maksad, onsuz
başlanılan ibâdet gerçekleşmez. Haccın rükünleri ikidir : Arafat'ta vakfe,
Kâbe-i Muazzama'yı tavaf... Ne var ki vakfe ziyaretten daha kuvvetli bir
rükündür. Bu
bakımdan hacı henüz tavaf yapmadan önce karısıyla cinsel yaklaşmada bulunursa
haccı fasit olur. Bunda icmâ' vardır. Ama ziyaret tavafını yapmadan cinsel
yaklaşmada bulunursa haccı fasit (hükümsüz) olmaz. Sadece günahkâr olur, bir
kan akıtması gerekir.
İleride bu husus yeterince
açıklanacaktır.
Genel anlamda haccın
vâcibleri beştir.
1. Safa ile Merve arasında sa'yetmek,
2. Müzdelifede vakfede bulunmak, et.
3. Cemrelere taş atmak,
4. Tıraş olmak veya saçları kırkıp kısaltmak,
5. Tavaf-ı sadırde bulunmak, yani veda tavafı yapmak.
Yeri gelince sözü
edilen vacibler yeterince açıklancaktır.
a) Kudüm tavafı,
(Mekke'ye ayak basıldığında Kâ'be'yi tavaf etmek).
b) Farz olan tavafı yaparken ilk üç şavtmda erkeklerin
remel yapması, yani kısa adımlarla çalımlı yürümesi.
c) Safa ile Merve arasında sa'yederken iki yeşil mü
arasını hızlı adımlarla, hafif koşarak geçmek.
d) Bayram günlerinin gecesi Minâ'da gecelemek.
e) Zilhicce'nin dokuzuncu günü Minâ'dan Arafat'a güneş
doğ-Luktan sonra hareket etmek.
f) Müzdelife'den Minâ'ya ise güneş doğmadan önce hareket
et-nek.
g) Arafat'tan Müzdelife'ye inildiğinde geceyi orada
geçirmek.
h) Cemrelere taş atarken cemreler arasındaki tertibe riayet
etmek.
Belirtilen sünnetleri
de az ileride yeterince açıklıyacağız.
1. Haccetmek isteyen kimsenin her şeyden önce kullara
olan borçlarını ödemesi,
2. Daha önce hacce gidip gelenlerden yol, azık ve menasik
hakkında yeterli bilgi
edinmeye çalışması,
3. Bu konuda istiharede bulunması,
4. Haksızlıkta bulunduğu, küsü tuttuğu kimselerle
helallaşmayi "ihmal etmemesi, üzerindeki hakları biran önce ödemesi, emaneti
sahibine teslim etmesi,
5. Kazaya kalmış namaz ve oruçları imkân nisbetinde kaza
etmesi, bunları vaktinde yerine getiremediğinden dolayı üzüntü duyup pişmanlık
hissetmesi,
6. Günah ve kusurlardan dolayı tevbe ve istiğfarda
bulunması, bir daha yapmamaya azmetmesi,
7. Görsünler, duygunlar gibi söz ve davranışlardan
kaçınması, tek kelimeyle riyadan ve sum'adan uzak kalması,
8. Hacce gidiyorum diye
böbürlenmemesi, başkasına
tepeden bakmaması ve kendinde bir üstünlük duygusunun uyanmasına imkân
vermemesi,
9. Helâl bir para, temiz ve helâl bir azık hazırlamakta
çok titizlik göstermesi, haram ve şüpheli bir para ile yola çıkmaması.
10. Hac için biriktirdiği ya da ayırdığı parada haram
şüphesi hissediyorsa, o parayı bırakıp elindeki helâl bir malı satarak hazırlık
yapması.
11. Unuttuğunda kendisine hatırlatacak, sıkıldığında
kendisine sabr-u metaneti tavsiye edecek, âciz ve muhtaç duruma düştüğünde
kendisine yardım edecek sâlih bir arkadaş seçmesi,
Bu arkadaşın akrabadan
ziyade yabancı olması daha elverir.
12. Çoluk çocuğuna gönül rahatlığı içinde yeterince nafaka
bırakması ve böyle bir kalb huzuru içinde yola çıkması,
13. Yol boyunca Allah'tan korkup günahlardan kaçınması,
sık sık Allah'ı anıp kalbini ve dilini zikrullah ile meşgul bulundurması,
14. Yolculuk devam ettiği sürece kimseye kıznıamaya
çalışması, herkese güler yüz, tatlı dil ile davranması,
15. Arkadaşlarından ya da başkasından gelen eza ve cefaya sabredip
karşılık vermemesi,
16. Ağır başlı olmayı şiar edinmesi, lüzumsuz söz ve
davranışlardan kaçınması, başkasını alaya alıp güldürücü hikâye ve fıkralara
iltifat etmemesi,
17. Bineğine tahammülünden fazla yük yüklememesi,
hayvanın yorulduğunu hissettiğinde dinlendirmesi,Vakti
gelince yemini noksansız vermesi,
18. Yolculuk günlerinde ve Mukaddes topraklara
varıldığında ticaretle fazla meşgul bulunmaması, boş vakitlerini daha çok
ibâdet, zikir, dua ve istiğfarla, Allah Kelâmı okuyarak değerlendirmesi,
Ancak hac yolculuğunda
da Mukaddes topraklarda da ticaretle uğraşmak, ahm-satımda bulunmak haccm
sevabını noksanlaştır-maz.
19. Mümkünse hacc için perşembe günü yola çıkmayı
sağlaması.
Çünkü Resûlüllah CA.S.) Efendimizin perşembe günü yola çıktığı
bilinmektedir. Bu mümkün olmadığı takdirde pazartesi günü sabahleyin çıkmaya
çalışması uygun olur.
20. Yola çıkarken çoluk çocuğuna, dost ve yakınlarına
veda' etmesi, Allaha ısmarladık demesi, fırsat buldukça onlarla helâllaşması,
dualarını taleb etmesi.
21. Evinden ayrılırken artık dünyadan temelli
aynlırcasma bir hava içine girmesi,
22. Hareket etmeden Allah
(C.C.) rızası için iki rek'at namaz kılması, evine dönerken de yine iki
rek'at namaz kılıp öylece iştirahate geçmesi.
23. İki rek'at namazdan sonra şu duayı okuması : «Allahım!
Senin yardımınla hareket edip açılıyorum. Sana yöneliyorum ve ancak sana
dayanıp sığınıyorum, sana dayanıp güveniyorum. Allahım! benim aydınlığım
sensin, umudum da sensin. Önemli olan ve olmayan hususlarda bana sen yeterli ol;
bende bildiğin şeylerde de bana sen yetersin. Komşuluğun aziz ve
şereflidir; senden başka hiçbir ilâh yoktur.
Allahım! bana azık olarak takvayı nasib eyle, günahlarımı bağışla, yüzümü hayre
döndür, nereye yönelirsem
yöneleyim beni İyiliğe doğru çevir.
Allahım! yolculuğun şiddet ve
meşakkatinden, sarsıntı ve inkılabını üzüntü ve kederinden,
çokluk ve genişlikten
sonra darlık ve noksanlıktan sana sığınırım. Malıma ve çoluk çocuğuma yönelecek
kötü nazardan da sana sığınırım...»
24. Evinden çıkınca da şu duada bulunması :
«Allah'ın ismiyle yola
çıkıyorum. Kötülüklerden kaçıp kurtulmaya, iyilik ve ibâdetleri yerine
getirmeye hiçbir güç ve kuvvetimiz yoktur, ancak Allah ile vardır; O çok yücedir
ve çok küyüktür. Allah'a güvenip dayandım... Allahım hoşnud olacağın ve sevip
beğeneceğin şeylere beni muvaffak eyle. Beni, senin yüce dergahından kovulmuş
şeytandan muhafaza buyur...»
25. Duadan sonra Ayet-i Kürsî'yi, îhlâs ve Muavvezeteyn
surelerini birer kere okuması,
26. Mesafe yakın ise yaya olarak yola çıkması, mesafe
uzaksa bir binek tedarik etmesi daha uygundur.
At, deve, katır
bulunduğu halde eşeğe binip yola çıkmanın mekruh olduğunu söyleyenler olmuştur.
Uzun yolculuğa deve daha dayanıklı olduğundan onunla çıkmak daha iyidir. Günümüzde seri vasıtalar
hepsine tercih edilmelidir.
27. Hac için bineğine bindiğinde şöyle duâ etmesi :
«Allanın ismiyle
biniyorum. Bizi İslâm'a eriştiren Allah'a hamd-olsun, bize Kur'ân'ı Öğreten
Rabbimize bütün övgüler olsun... Mu-hammed (A.S.) ile bize minnette bulunan
Allahımıza sonsuz hamd-u senalar olsun!. Bizi insanlar arasından hayırlı bir
ümmet olarak seçip çıkaran ve beni o ümmetten eyleyen Allah'a sonsuz hamd
olsun... O, âlemlerin Rabbidir.»
28. Hacıların önce Mekke'ye gidip hac nıenasikini yerine
getir-diken sonra Medine'ye gitmeleri afdaldır. Ama nafile haclarda ise önce Medine'ye gitmekte bir
beis görülmemiştir. Yani Mekke ve Medine'den herhangi birine önce gidilebilir.
Farz hacde ise önce Mekke'ye gitmenin daha faziletli olduğu kabul edilmiştir.
Bununla beraber önce Medine'ye gitmek te caizdir.
Hac ibâdeti yerine
getirilirken haram ve sakıncalı olan bazı yasaklar vardır ki bunlara herhalde
riâyet etmek gerekir. Haccın mahzurları genellikle iki yönde toplanır : Biri
şahsın kendi nefsinde işledikleri; diğeri başkasında işledikleri... Cinsel
yaklaşmada bulunmak, tıraş olmak, tırnaklan kesmek, güzel koku sürünmek, başı
örtmek, yüzü örtmek ve dikişli elbise giymek birinci kısma giren
mahzurlardandır. Hil ve haramde av avlamak, Harem ağaçlarını kesmek ikine;
kısma giren mahzurlardandır.
Mahzurlarla ilgili bazı
meseleler :
Ana-baba hizmete muhtaç
bulundukları, kendilerine hizmet edecek başka kimseleri bulunmadığı takdirde
evlâdın hacce
gitinesi mekruhtur. Ana baba hayatta olmayıp dede ve nene hayatta iseler,
onlar da hizmette muhtaç durumda iseler, aynı hükme dahildirler.
Çoluk çocuğunun
nafakasını te'min etmeden hacce gitmek te mekruhtur.
Yollar güven içinde
değilse, deniz yolculuğu yapıldığı takdirde pek emniyetli bir vapur yoksa,
ana-baba evlâdını hacce gitmekten alıkoyabilir. Bu gibi mahzurlar yoksa,
Allah'ın farz kıldığı ibâdet el-betteki yerine getirilir. Nafile hacce ana-baba
müsaade etmediği takdirde gitmek mekruhtur. Çünkü nafile ibâdettense ana babaya
itaat evlâdır.
Farz olsun nafile olsun
hacce gidilirken dinen belirlenmiş sınırı ihrâmsız geçmek caiz değildir. Buna
fıkıh dilinde Mîkat denir. Ceb-râ'ü'in işareti üzerine Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Mekke'nin çevresinde beş mîkat belirlemiştir. Medine'den veya Medine
üzerinden gelenler için zulhuleyfe denilen yer; Irak'tan veya Irak üzerinden
gelenler için zat-î ırk denilen yer; Şam'dan veya Şam üzerinden gelenler için
cuhfe denilen yer; Necd tarafından veya o yol üzerinden gelenler için karn
denilen yer; Yemen'den veya Yemen üzerinden gelenler için Yelemlem denilen yer
mikattır. Haccetmek isteyen mü'minler hangi taraftan geliyorsa, ora için
belirlenen mî-katagelince ihrama girip öylece geçer.
Mîkata gelinmeden önce
de İhrâm'a girmek caizdir. Nitekim Uçak ile yolculuk yapanların daha önce ihrama
girmesi tavsiye edilir. Çünkü farkına varılmadan bir anda mîkat geçilmiş
olabilir. Ancak normal bir vasıta ile yolculuk yapılırken ihrâmh iken
yasaklanan şeylere dikkat edemiyeceğinden endişe duyanların mikat'a gelince
ihrama girmeleri daha uygun olur. Böyle bir endişe yoksa, daha önce ihrama
girebilir.
Yolun üzerinde iki
mikat bulunduğunda birinci mîkatı ihrâmsız geçtiği takdirde ikinci mikatta
ihrama girerse bu kâfi gelir; başka bir şey gerekmez. Ancak kendi ülkesine ait
ilk mîkatta ihrama girmesi afdaldır.
Medine halkına gelince,
onların kendilerine tahsis edilen mîkatta ihrama girmeleri daha uygun ve daha
faziletlidir. Hattâ diğer bir mîkata gidip ihrama girmelerinde isaet vardır.
Mekke'ye gitmeye niyet
edip yola çıkan kimse bu inikatlardan hangisine uğrarsa orada ihrama girer.
Mutlaka kendi ülkesi cihetin-deki mîkata uğramak mecburiyetinde değildir.
Deniz yoluyla
haccedenler, ihrâmsız geçilmesi caiz olmayan kara parçası hizasını hesaphyarak
ona göre ihrama girerler. İki
mîkat arasında seyrediyorsa, ikisinden hangisi hizasına geldiğini hesaplayıp
ona göre ihrama girmesi gerekir. Ancak daha uzak olanını tercih etmesi daha
uygun olur.
Mîkat hizasına gelecek
durumda değilse, o takdirde
Mekke'ye iki merhale (iki konak) mesafe kalınca ihrama girmesi gerekir. Evi
mikatta veya mîkat ile Harem arasında olanlara gelince onların hac ve umre için
mîkatı, mîkatlerle Harem arasındaki HİLLÎ-dir. Bununla beraber ihramlarını Harem
sınırına varıncaya kadar geciktirirlerse yine caiz olur.
Mekke'de oturanların
hac için mîkatı, Harem kesimidir. Umre için HÎIİ kesimidir.
Hillin belli ve belirli bir noktasına gitmek şart değildir. Mekkeli umre için
hill kesimindeki herhangi bir cihete 'gidip ihrama girebilir. Ne var ki Tenim
denilen yere gitmeleri afdaldır.
Mekke dışından
gelenlere âfâkî denilir. Bunların -ne maksatla gelirlerse gelsinler- ihrâmsız
Mekke'ye girmeleri caiz değildir. Mekke'ye giren kimseye -hac mevsimi ise hac,
değilse umre gerekir.
Mikatla Mekke arasında
oturanlar alım-satım ve benzeri ihtiyaçlar için Mekke'ye ihrâmsız girebilirler.
Çünkü bunda zaruret vardır. Ama hac için veya umre için girecek olurlarsa
herhalde ihrama girmeleri gerekir.
Bunun gibi Mekke'de
oturanlar da bazı ihtiyaçlar için Harem dışına çıkıp Hill kesimine
girdiklerinde, Mekke'ye ihrâmsız dönebilirler.
Mekke dışından gelip
bir süre Mikatla Mekke arasındaki bahçelere yerleşen afakîler de Mekke'ye
ihrâmsız girip çıkabilirler.
Yapılan tesbitlere göre
Medine'liler için belirlenen Zulhuleyfe Mekke'ye 450 km. uzaklıktadır ve
Mukaddes beldenin kuzeyine düşer. Şamlılar -için belirlenen Cuhfe Mekke'nin
kuzey batısına düşer ve 187 km. uzaklıktadır. Burası daha çok rabiğ denilen
mevkia yakındır. Mekke'ye 204 km. uzaklıkta bulunan rabîğ- bu nedenle hem Şam,
hem Mısır halkı için mîkat sayılmıştır. Necd'liler için belirlenen karn -ki
buna karnü'l-menazil de denir.- Mekke'nin doğusuna düşer ve Arafat'a doğru
yükselip uzanan bir dağdır, Mekke'ye 94 km. uzaklıktadır. Yemenliler için
belirlenen yelemlem, Mekke'nin güneyine düşen bir dağdır, Mekke'ye 54 km.
uzaklıktadır Irak'-lılar için belirlenen zat-i ırk, Mekke'nin kuzey doğusuna
düşen bir dağdır, Mekke'ye 94 km. uzaklıktadır.
İhram : Mîkatta veya
mîkata varmadan hacce veya umreye ya da her ikisine niyet getirmektir. Böylece
ihrâmm bir rüknü bir de şartı vardır : Rüknü : Haccetmek isteyende haccm
özelliklerinden sayılan bir fiilin meydana gelmesidir. Bu da ikiye ayrılır : Biri sözlü
olarak gerçekleşir. Lebbeyke'llahümme Lebbeyk Lâ Şerike Leke...demek. Bunu bir
defa söylemek şarttır. Fazlası
ise sünnettir. Fazlasını terketmekte isaet
(hoş karşüanmıyan davranış)
vardır. Diğeri
fiili alorak gerçekleşir. Hazırladığı bir bedene'yi beraberinde haccetmek
kasdiyle sevkedip Harem'e götürmesidir. Terbiye getirmesi bile mücerred bedene
sevketmekle muhrim sayılır. Kendisi götürmeyip te başka biriyle gönderir
ve sonra da kendisi arkadan yetişmek üzere hareket ederse, Bedene'ye
yetişinceye kadar muhrim sayılmaz. Ancak Hacc-i Kiran veya Hacc~i Temettü' Hedyi
hakkındaki hüküm böyle değildir. Bu iki türlü hacden birini kasde-derek
başkasıyla gönderdiği hedye erişmeden önce de kendisi muhrim sayılır.
İhrâma girerken telbiye
yerine Teşbih veya Tahmîd, ya da Tehlîl ve Temcîd getirir ve bununla ihrama
girmeyi niyet ederse muhrim sayılır; isterse Telbiye getirmeyi becersin, isterse becermesin, farketmez.
Bunda icmâ' vardır.
Telbiye bilindiği gibi
Arapça Lebbeyke'ıxahümme Lebbeyk Lâ; Şerike Leke Lebbeyk, Înne'l-Hamde
Ve'n-Ni'mete Leke Vetl-Mülk, Lâ Şerike Lek demekten ibarettir. Buna bir iki
cümle jilâve edenler de olmuştur. Bunun kendi diline göre çevrisini söylemek
te caizdir. Ne var ki Arapça aslını söylemek afdaldır. Sadece
«Allahûmme!.» Demekle Yetinmek Caiz midir? Namaza Allahümme diyerek başlamak
caizdir, diyenlere göre ihrama girilirken de bununla yetinmek caizdir. Namaza böyle demekle girilmez
diyenlere göre, ihrama girerken bununla yetinmek caiz değildir. Her
iki görüşle amel caizdir. Birden Fazla Kişinin Bir Bedene Sevketmesi Birden fazla kişi Beytullah'ı kasdederek
bir bedene'de ortaklaşa hareket eder, ancak onlardan biri diğerlerinin arzusu
üzerine takl1d fiilinde bulunursa, yalnız o muhrim olur, diğerleri değil.
Beytullah'a 'sevkettîği
hedy'in boynuna alâmet sayılacak bir şey takmakla gerçekleşir. bunu hediy
bahsinde yeterince açıklıya-cağız. Ancak şunu belirtelim ki, bu alâmet veya
nişan bir nal parçası bir dağarcık kulpu da olabilir. Devenin hörgücünün sol
kısmını yarıp kan akıtmak suretiyle nişanlamak caiz değildir. Bedene'nin üzerine
alâmet olsun diye bir çul atmak ve sonra o çulu sadaka olarak fakire vermek
müstehabdır. Ancak taklîd yapmak, yani boynuna bir alâmet asmak afdaldır.
İhrâm'm şartı,
niyettir. İhrâm'a niyet getirmeksizin sadece Tel-biye getirmek kâfi değildir.
Sadece niyet edip
Telbiye getirmediği takdirde hacce başlamış yani ihrama girmiş sayılmaz. Tabii
yukarıda da belirttiğimiz gibi, niyetle beraber bir hediy sevk etmesi tel biye
yerine geçer. Bedene'-yi taklit etmesi de böyledir.
Önce mümkünse bir boy
abdesti alır. Mümkün değilse normal anlamda bir abdest alır. Ancak boy abdesti
almak afdaldır. Bu, sadece temizliği sağlamak içindir. Bu bakımdan ayhali kadın
da Ihrâ-ma niyet getirmek isterken yıkanır. Bunun
gibi boy abdesti alma lohusaya ve çocuklara da müstehabdır.
Tırnaklar kesilir, saç
sakal tıraşı yapılır, koltuk altı ve utanyeri tıraş edilir, bıyıklar düzeltilir,
güzel kokular sürünür. Karısını beraberinde götürüyorsa, ihrâm'a girmeden önce,
cinsel yaklaşmada bulunması müstehabdır.
İhrâm'a girilirken önce
dikişli elbiseler, çorap ve ayakkabılar çıkarılır. Dikişsiz olmak şartiyle biri
omuz üzerine, diğeri göbekten aşağı kısmı örtmek üzere iki yeni örtü, peştema!
ve benzeri beyaz kumaş alınır. Yenisi bulunmadığı takdirde yıkanmış temiz olması
da elverir. Peştemallerin beyaz olması müstehabdır.
Yalnız avret yerlerini
örtecek şekilde bir tek peştemal örtünmek te kâfidir. Ne var ki omuzlar üzerine
de bir peştemal alıp iyice örtünmek afdaldır.
Bu iki parçaya fıkıh
dilinde izar ve rida' denir. izar, göbekten dizkapağı altına kadar örten
peştemaîdır. RİDA, iki omuzu sırtı ve göğüs kısmını örten parçadır. İzar'ı bel
kısmına iyice bağlamak uygundur.
Açılına tehlikesi varsa bir ip kullanabilir,
îhrâm'dan önce sadece
kokusu kalacak şekilde güzel koku bedene sürülür. Misk gibi hem kokusu, hem
aynı kalan kokuları da kullanmaka beis görülmemiştir.
Sahih olan da budur.
İhram olarak kullanılan
parçalara aynı kalacak şekilde güzel koku sürmemeye dikkat edilmelidir.
İmamların bunda ittifakı var.
Ancak böyle bir koku kullanıldığı takdirde isaet işlemiş, yani iyi davranışta
bulunmamış sayılır.
İhrama girildikten
sonra iki rek'at namaz kılınır. Birinci rek'at-te Fatiha ile Kâfirûn suresi,
ikinci rek'atte Fatiha ile Ihlâs suresini okumak afdaldır. Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin bu iki sureyi okuduğu bilinmektedir.
Ne var ki Hanefi
fukahasm.dan çoğu bu iki rek'at namazda Kâfirûn suresinden sonra,
Rebbena Lâ Tüziğ
Kulubena Ba'de İz
Hedeytenâ Ve Heb Lenâ Mîn Ledünke Rahme İnneke Ente'l-Vehhab Âyetini, Ihlâs
suresinden sonra ise,
Rebbenâ Atina Min
Ledünke Rahme Ve Heyyi' Lenâ Min Emrîna Reşeda âyetini okurlar.
Sözü edilen iki rek'at
namaz sünnet ya da müstehabdır. Kerahet vaktinde kılınmaz. İhrama girince vakit
girmişse, vakit namazını kılmakla bu müstehab ya da sünnet yerine gelmiş olur.
Namazdan sonra hac
ibâdetini yerine getirebilmesi için Allah-tan kolaylık diler. Fukahanm çoğuna
göre şöyle duâ eder :
«Allahım! ben haccetmek
istiyorum, onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur...»
İhramdan sonra iki
rek'at namazı müteakip telbîye'ye devam etmek müstehabdır, bunun sünnet olduğunu
kabul edenler de var. Hanefi fukahasma göre, afdaldır.
Telbiyenin Ölçüsü :
Yukarıda belirttiğimiz
şekilde söylenmesi en uygun olanıdır. Buna bazı ilâvelerde bulunmaya cevaz
verilmişse de noksan yapılması mekruh kabul edilmiştir.
Şu cümlelerin ilâve
edilmesinde bir sakınca yoktur. Bazılarına göre afdaldır :
Lebbeyke İlâhe'l-Halk Lebbeyke
Ğaffare'z-Zünubi
Lebbeyke Ve
Sa'deyke Ve'l-Hayru Külluhu
Bî-Yedeyke Ve'r-Ragbetu İleyke.
Telbiye'den sonra
Peygamber (A.S.) Efendimize Salât-u Selâm getirmek müstehabdır. Ancak telbiye
getirirken sesi yüksetmek, salâvat getirirken sesi alçaltmak daha uygundur. Bilhassa
farz namazları müteakip Telbiye getirmekte büyük yarar vardır. Sünnet ve nafile
namazlardan sonra ise buna gerek olmadığını İmam Ta-havî belirtmiştir.
Bunun gibi Mekke'ye
yolculuk devam ettiği sürece yolda ne kadar bir kafileye, bir süvariye
raslandığmda, ne kadar bir tepeye çıkıldığında veya inildiğinde, ne kadar bir
vadiye girildiğinde Telbiye getirir. Özellikle seher vakti uykudan uyandığında
bir kaç defa getirilmesinde büyük yararlar vardır.
Bir konağa inildiğinde
veya konaktan hareket edildiğinde de Telbiye getirmenin fazileti çok büyüktür.
İhram'a girerken hangi
hacc yapmayı düşünüyor ve Telbiye getiriyorsa, o hacca niyet etmiş sayılır.
Ayrıca diliyle söylemesi müs-tehapdır.
îmam Muhammed'e göre,
haccetmek arzusuyla evinden çıkan, ihrama girince niyet etmiyen kimsenin o çıkış
ve düşünüşü hac için niyet sayılır. Bunun üzerine kendisine sorulmuş : Ya
evinden de çıkarken haccetmeyi hatırından geçirmez, ihrama girerken de niyet
etmezse, ne lâzım gelir? Cevap vermiş : Beytullah'ı tavaf etmeden önce dilediği
hacce niyet edebilir.
îmam Muhammed devamla diyor ki :
Bu durumda bir şavt
tavafta bulunursa, onun ihramı, umre ihramı olur. Tavaf
etmeden önce karısıyla cinsel yaklaşmada bulunur veya haccetmekten
men'edilirse, ihramı yine umre
ihramı olur. Çünkü haccm kazası kendisine vâcib olmuştur, bu sebeple biz
vacibin en hafifinin gerektiğini söylüyoruz.
Haccetmek üzere ihrama
girer, ama hangi haccı yapacağını belirlemezse, üzerinde farz hac bulunuyorsa ,
farz veya nafile diye bir niyet getirmese bile yapacağı hac, farz olanın yerine
geçer. Çünkü farz hac mutlak niyetle de yerine getirilebilir.
İki haccetmeye niyet
getiren kimseye, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yusuf'a göre iki hac gerekir.
Bunun gibi iki umre yapmaya niyet eden kimseyede iki umre yapmak gerekir.
İmam Mu-hammad'e göre bir umre gerekir.
Hac için Telbiye
getirir ama umreye niyet eder veya umre için telbiye getirir ama hac için niyet
ederse, niyetine itibar edilir. Hac için Telbiye getirir, ama hem hacce hem
umreye niyet ederse, haccı-a kıran yapması gerekir.
Hac ve umreden birisi
için ihrama girer fakat hangisine niyet ettiğini unutursa, kendisine bir hac bir
de umre gerekir. İki şey için ihrama girer fakat neye niyet ettiğini unutursa,
yine kendisine is-tihsanen bir hac bir umre gerekir. Bunun da hacc-i kıran
olması daha uygun olur.
Sadece bir hac yapmayı
düşünerek ihrama girerse, içinde bulunduğu senede haccemesi gerekir. Çünkü hac
ayları girmeden ihrama girilmez.
İhram bir bakıma dünya
nimetlerinden soyunup mahşerden bir tablo sayılan Arafat'taki kutsal havaya
katılmaya hazırlıktır. Nasıl kıyamet günü sürtüşme ve tartışmalar, sövüşme ve
dövüşmeler, hak ve hukuka
tecavüzler, kalb kırıp gönül
incitmeler sona eriyorsa, onun küçük bir modeli
veya hazırlık provası sayılan hac ibâdetinde de aynı şeyleri terketmemiz
gerekmektedir. Aksi halde ibâdetin amacından sapmış oluruz.
O halde her şeyden önce
Allah'ın haram kılıp yasakladığı, Resû-lüllah (A.S.) Efendimizin hoş
karşılamadığı her şeyden sakınıp kaçınmamız lâzımdır. Bunun için fükaha
aşağıdaki hususlara dikkat edilmesini tavsiye etmiştir :
a) Cinsel yaklaşmada bulunulmaz. İhrâm'dan çıkılmcaya kadar
bu haramdır.
b) İlâhî yasak sınırlarını aşmamak, günah işlememek,
başkasını günaha tahrik ve teşvik etmemek. Aksi halde haccm fazilet ve sevabını
kaçırmış oluruz.
c) Başkasıyla sürtüşüp tartışmamak, kalb kıracak söz ve
davranışlardan kesinlikle sakınmak.
d) Haram topraklarında av avlamamak, avcılık yapanlara
yardımcı olmamak, işarette bulunmamak.
e) Dikişli elbise giymemek, başa herhangi bir şey
koymamak, fes, sarık, takke, külah ve benzeri hiçbir başörtüsü kullanmamak. (Bu,
erkekler hakkındadır. Kadınlar başlarını örterler).
f) Ayakların üst kısmını örtecek şekilde ayakkabı
giymemek. Topuklardan aşağı olmak ve parmak diplerinden yukarı kısım açık kalmak
şartiyle ayakkabı giyilebilir. Mest lastikleri, terlik ve benzeri şeyleri
giymekte bir sakınca yoktur.
g) Yüz kısmını örtmemek, ağız ve burun kısımlarını da
kapatacak şekilde bir şey kullanmamak.
h) Çorap ve benzeri bir giysi giymemek.
Ancak soğuk, yağmur ve
benzeri durumlarda kolları geçirmemek şartiyle ceket ya da pardesü gibi bir
giysiyi omuz üzerine almakta bir sakınca görülmemiştir. Çünkü haram olanı,
mutad şekilde giyinmektir.
Para ve "benzeri lüzumlu
eşyayı korumak ve belden aşağı kullanılan peştemalm açılıp düşmesini önlemek
için kemer, kuşak ve benzeri bir şey kullanmaya cevaz verilmiştir. Çünkü buna
büyük ihtiyaç var.
i) Koku neşredecek veya rengi bedene geçecek şekilde
boyalı peştemal kullanmamak. Bunun dışında kalan elbiseler dikişsiz olmak
kaydiyle giyilebilir. En sahih olan da budur. Tabii beyaz olması af daldır.
j) Saç ve sakalı tıraş etmemek, tırnakları kesmemek,
cilet, ustura ve benzeri aletleri kullanarak vücuttaki kılları kesmemek.
Kılları dökücü nitelikte olan arsenik ve benzeri maddeleri kullanmamak.
k) Eliyle herhangi güzel bir koku sürünmemek. Yağlı ve
koku lu merhem ve benzeri maddeleri kullanmamak. Kına ve benzeri maddeleri sürünmemek.
îçine güzel koku
katılmamış sürme kullanmakta bir sakınca yoktur. Çünkü bu sıcak ve güneşli bir
havada gözleri korur.
1) Kadına şehvetle dokunmamak, öpüp okşamamak.
m) İhrâmlı kaldığı sürece saç ve sakalını yıkamamak.
Kıllar dökülecek biçimde kaşımamak.
n) Çadır ve benzeri şeyler altında gölgelenmekte bir
sakınca görülmemiştir. Bunun gibi başına dokundurmadığı takdirde şemsiye ve
benzeri bir şey kullanmak ta caizdir. Çünkü böyle yapmakta güneşten korunmak söz
konusudur.
Kan aldırmak, kırılan
bir azayı alçılayıp sarmak ve sünnet olmakta da bir sakınca yoktur.
o) Haram dahilindeki ağaçları koparmamak, ÎZHÎR otundan
başka kendiliğinden biten otları kesmemek.
Yukarıda belirttiğimiz
hususlar ihrama girildikten sonra yapılması mekruh ve haram olan şeylerdir.
Allah İC.C.) huzurunda bir bakıma hesap vermeye duran bir kulun bu tür
şeylerle-meşgul olması yadırganır.
Şart ve Sünnetlerine
Uygun Hac Nasıl Yapılır?
Mekke'ye girilirken boy
abdesti almak sünnettir. Ayhaîi ya da lohusa olan kadınların da bu durumda boy
abdesti alması müstehab sayılmıştır. Mekke'ye gece ya da gündüz girilebilir.
Ancak mümkün olduğu takdirde gündüz girmek müstehabdır.
Mekke'ye girildiğinde,
önce beraberinde taşıdığı eşya uygun bir yere yerleştirildikten sonra ilk
yapılacak iş abdest alıp Mescid-i Ha-ram'a girmektir. Mümkün olduğu takdirde
bab-ı şeybe denilen kapıdan Telbiye getirerek kutsal mescide ayak basmak
müstehabdır. Kabe'nin yüceliğini, kutsallık ve azametini düşünerek mütevazi bir
eda ile hareket etmek, içeri giren din kardeşlerimizi sıkıştırmaktan kaçınmak,
acele etmemek, tam bir mahviyet içinde davranmak ta müsfehabdır.
Bir sıkıntı ve zarar
vermediği takdirde yalınayak içeri girmek içeride kalındığı müddetçe hep
yalınayak dolaşmak; her mescide1 girildiği gibi sağ ayağı atarak girmek ve şöyle
demek müstehabdır •.
«Bismillah
ve'1-hamdulillah va's-salâtu ve's-selâmu ala ResûIÜ-lah... Allahım! Rahmet
kapılarını bana aç ve beni o kapılardan içeri kabul buyur. Allahım! Şu
bulunduğum makamda kulun ve resulün efendimiz Muhammed'e (A.S.) bol rahmetini
indirmeni diliyorum. Bana da merhamet etmeni, kayıp yanılmalarımı azaltmanı,
günahlarımı bağışlamanı üzerimdeki günah ve vebal yükünü indirmeni istiyorum.»
Gözü Beytullah'a
dokununca Tekbîr ve Tehlîl getirip şöyle demesi müstehabdır :
«Allah'tan başka ilâh
yoktur. Allah çok büyüktür, Allahım! Sen Selâm'sın, selâmet Sendendir, selâm ve
selâmet sana döner. Rabbi-miz bizi selâm ile karşıtla. Allahım! Şu evin kadr-u
kıymeini, şeref itibarını artır...»
Bu arada gönlünden
estiği, aklının erdiği şekilde duâ etmek, Allah'a yönelip tevbe ve istiğfarda
bulunmakta müstehabdır. Çünkü ayak basılan kutsal topraklar, duâ ve niyazların,
iltica ve isteklerin en çok kabul olunduğu yerlerdir.
Beytullah'a
girildiğinde orada toplananlar cemaat halinde namazda değillerse, önce Hacer-i
Esved'e doğru yaklaşıp karşısında durarak, namaza tekbir getirir gibi tekbir
getirip elleri kaldırmak, onu selâmladıktan sonra elleri indirmek müstehabdır.
Bu hususta ellerin omuz
seviyesine kaldırılmasının daha sahih olduğu belirtilmiştir.
Hacer-i Esved'i
selâmlamanın keyfiyeti şöyledir : Mümkünse tekbir getirip elleri kaldırdıktan
sonra Hacer-i Esved'in üzerine koymak ve hürmetle onu öpmek. Buna fıkıhta
istilâm denir. îstilam saygısı sunulurken şu duayı okumak müstehabdır :
«Bismülahi'r-RahmâniY-Rahim; Allahım! beni bağışla, kalbimi tertemiz kıl,
göğsümü (imân ve irfan havasıyla) genişlet, işimi ko-Iayîaştıri afiyet verdiğin
kişiler arasında bana da afiyet bahşeyle...»
Bu mübarek taşı öpmek
mümkün olmadığında elleri ona sürdükten sonra dudaklarımızın üzerine koymamız
da kâfidir. Elleri dokundurmak ta mümkün olmadığı takdirde temiz bir cisimle
dokunduktan sonra o cismi Öpmeyi tavsiye etmişlerdir.
Sözü edilenlerden
hiçbirini yapmak mümkün olmadığında Hacer-i Esved'in karşısında durulup Tekbîr,
Tehlîl ve Tahmid getirildikten ve Peygamber (A.S.) Efendimize salât-u selâm
sunduktan sonra eller kaldırılarak selâmlanır. Böyle yapmak ta ona olan saygıyı
ifade eder. Çünkü Hacer-i Esved'i selâmlamak müstehabdır, vâcib değildir.
Ancak eller
kaldırılırken avuç içleri göğe doğru değil Hacer-i Esved'e doğru çevrilir.
İstilâm yapılırken şu
duanın okunması tavsiye edilmiştir :
«Allah çök büyüktür,
Allah çok büyülitür. Allahım! Sana inandım, Kitabını tasdik ettim; ahdine vefa
ediyorum, peygamberine uyuyorum, onun sünnetine gönül bağlıyorum. Senden başka
ilâh olmadığına, eşin ortağın bulunmadığına; Muhammed'in de Senin kulun ve
resulün olduğuna şehadet ediyorum. Allah'a imân ettim, şeytan ve her çeşit
putları inkâr edip reddettim.»
İstilâm işi bitince
Hacer-i Esved sola alınıp yedi defa sünnet ve adabına uygun Kabe'nin etrafında
dolanılarak tavaf yapılır. Fuka-hadan çoğuna göre ilk tavafta Rükn-i Yemanî'den
başlamak afdal-dır. Şöyleki : Önce Rükn-i Yemanî'ye gelinir, bütün vücuduyla ona
yönelinir ve seviyesi aşılınca artık Kâ'be sola gelecek şekilde durulup tavafa
devam edilir. Hacer-i
Esved'den başlamanın afdal olduğunu ve sünnetin bu şekilde icra edildiğini
söylüyenler de var.
Fıkıhta buna iztıba'
denir. Omuz üstündeki ihrâmm sağ tarafa gelen kısmı koltuk altından geçirilerek
sağ omuz açık tutulur. Bu, mü'minlerin her zaman için güçlü, kuvvetli olduğunu,
imân bileğinin üstün geleceğini simgeler. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
böyle yapmış ve mü'minlere de aynı şeyi yapmalarını tavsiye etmişr tir.
Hacer-i Esved'den
başlayıp yine Hacer-i Esved'e gelmeğe bir şavt denir. Böylece Kâ'be'nin
etrafında yedi şavt yapılarak tavaf yerine getirilmiş olur.
Tavafa Hacer-i
Esved'den Başlamamak :
Tavafa başka bir yerden
başlamak caizse de mekruhtur. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, ilk
tavafa"Rükn-i Yemani'den başlanılması tavsiye edilmiştir. Diğer tavaflarda ise
önce Hacer-i Esved'den başlamak müstehabdır.
Yarı daire şeklinde
altın oluktan taraf bir metre kadar yükseklikteki Hatîm'e gelince tavaf
ameliyesini onun dışından yürüyerek devanı etmek gerekir. Hatim'in içinden
yürüyüp geçecek olursa, o şavtı iade eder.
Tavafta Hacer-i Esved'e
her gelindiğinde İstilâm yapılır. Yedi şavtın sonunda yine istilâm yapılarak
tavaf bitirilmiş olur.
Tavafta her şavtı
yerine getirirken Rükn-i Yemânî'yi istilâm tavsiye edilmiştir. Fukahanm çoğuna
göre, böyle yapmak hasendir. Bunun müstehab olduğunu söylüyenler de var.
Terkinden dolayı bir şey gerekmez.
Rükn-i Irakî ile Rükn-i
Şâmi istilânı edilmez. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bu iki rüknü istilâm
ettiği tesbit edilememiştir.
Remel, hızlı adımlarla
çalımlı şekilde seğirtmek anlamına gelir. İlk üç şavtı böyle yerine getirmek
müstehabdır. Diğer dört şavt ise normal bir yürüyüşle tamamlanır.
Bunun gibi kendisinden
sonra sa'yetmek gereken her tavafta remel yapmak müstehabdır. Bu da mü'minlerin
canlı, hareketli, korkusuz olduğunu ifade eder.
Tavaf esnasında çok
kalabalık bir cemaat bulunur da remel yapmaya imkân olmazsa, o takdirde her
açıklık bulduğunda seğirterek çalımlı yürümeye çalışır. Birinci veya ikinci
şavtta buna imkân bulamadığı için remelsiz tavaf yaparsa, diğer şavtlarda
bunları yerine getirmez. Sadece üçüncü şavtta remel imkânı bulursa onunla
yetinir.
Tavafa başlarken remeli
unutur da yapmazsa, bir şey gerekmez. Bunun gibi her yedi şavtta da remel
yapacak olursa bir şey lâzım gelmez, yaptığı tavaf sahihtir.
Kudüm Tavafı, Kabe'ye
ilk adım atma tavafıdır. Eğer bu tavaftan sonra vâcib olan sa'yi yapmak
istiyorsa o takdirde remel yapması müstehab olur. Sa'y'i Tavaf-i Ziyaretten
sonraya bırakacak olursa remel yapmaz.
Hacı Mekke'ye girmeden
doğruca Arafa'a gidecek olursa, kudüm tavafı kendisinden sakıt olur. Çünkü
yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu, Mekke'ye ve Mescid-i Haram'a ilk ayak
basmakla ilgili bir tavaftır. Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkacak olursa, o
takdirde ayak basma meydana gelmemiştir.
Her tavaftan sonra iki
rek'at namaz kılmak vâcibdir. Bunu İbrahim Peygamberin Makamında kılmak
mümkünse öyle yapılır. Mümkün olmadığında boş bulunan bir yerde edâ edilir.
Hatta Mes-cid-i Haram'm dışında da kusa yine caizdir. Ancak Mescid dahilinde
kılınması sünnettir.
Vâcib olan bu iki
rek'atten sonra kişi dilediği kadar kaza ve nafile namazları kılabilir. Kaza
namazları hakkında farklı görüş ortaya koyanlar olmuşsa da sahih olanı budur.
Tavaf namazını
kıldıktan sonra Makam'ın arkasında tam bir teslimiyet içinde durup din ve dünya,
âhiret saadeti ve imân selâmeti için duâ ve niyazda bulunmak ta müstehabdır.
Çünkü burası, Al-lahın Halilim, diye övdüğü İbrahim (A.S.)'m makamıdır. İlâhî
rahme ve inayetin bolca tecelli ettiği kutsal bir yerdir.
Tavaftan sonra
kılınması vâcib olan iki rek'at namazın kerahet vakitleri dışında kılınması
gerekir. Fukahanm çoğuna göre böyledir. Ancak tavaf için herhangi bir kerahet
vakti söz konusu değildir; günün her saatinde yapılabilir, diyenler
olmuştur; bununla amel edilebilir.
Tavaf namazından sonra
Zemzem kuyusuna gidip kimseyi itip kakmadan tam bir edep içinde su içip Allah'a
hamdedip dünya ve âhiret afiyeti diledikten sonra Safa tepesine çıkmak
müstehabdır. Fukahanm çoğuna göre ise Zemzem suyunu içtikten sonra şu duayı
yapmak müsehabdır :
«Allahım! Senden geniş
bir rızık ve her çeşit hastalıktan da şifâ dilerim...»
Bu arada Safa tepesine
çıkmadan mümkünse, fazla kalabalık yoksa mültezem denilen yere gelip göz yaşları
içinde dua etmek tavsiye edilmiştir. Mültezem, Kabe kapısının bitişiğindeki
kısma verilen bir isimdir. Hacı yüzünü ve göğsünü buraya dayıyarak Allah'ın
rahmet ve mağfiret dergahına yönelip kendisi, ana babası ve bütün mü'minler
için duada bulunursa, fırsatların en güzelini değerlendirmiş olur.
Safa ile Merve arasında
sa'yetmek istediğinde önce Hacer-i Es-ved'e gelip onu selâmlar, el dokundurup
öpmek mümkünse öyle yapar. Mümkün değilse -daha önce de belirttiğimiz gibi-
uzaktan teh-lîl ve tekbîr getirerek ellerini kaldırıp selâmlar, sonra sa'yini
yapmak üzere Safa tepesine çıkar.
Tavaftan sonra
sa'yetmiyecek olursa, Hacer-i Esved'i gelip tekrar istilâm etmesine lüzum
yoktur.
Safa Tepesine Safa
kapısından (Beni Mahzun Babından) çıkmak afdaldır. Başka bir kapıdan çıkmakta
bir sakınca yoktur.
Sa'yemek için bu tepelere çıkmak sünnettir. Çıkılmadan sa'yetmek ise
mekruhtur. Beytüllah'ı apaçık görecek biçimde bu tepe lere çıkılır da öylece
sa'yedilir.
Safa ile Merve
tepelerine çıkıldığında hacı göğsünü tam Beytul-lah'a döndürür, üç defa Tekbir
getirir, sonra da Tehlîl ve Tahnıîdde bulunur, Peygamber (A.S.) Efendimize
salât-u selâm getirirce dileğini tam bir mahviyet içinde Allah'a arzeder. Dua
esnasında ellerini göğe doğru kaldırır.
Sonra Safa'dan Merve'ye
doğru yürümeye başlar. Yeşü Mile gelince hızlı adımlarla yürür. Sonra yine
normal yürüyüşüne devana eder. (Bu kadınlarla ilgili değildir. Çünkü onlar iki
mil arasında da normal biçimde
yürümeye devam ederler).
Merve tepesine çıkınca
yine göğsünü Beytullah'a döndürür, Teh-lil, Tekbir ve Tahmîd getirir, Peygamber
(A.S.) Efendimize salât-u selâm söyliyerek saygısını belirtir. Sonra dileği ne
ise onu dile getirip Allah'a arzeder. İşte böylece Safa'dan Merve'ye dört
gidiş, Mer-ve'den Safa'ya üç dönüş yapmak suretiyle sa'yini tamamlar. Buna da
yedi şavt denir. Safa'dan başlanır, Merve'de hitam bulur.
Sa'ye Safa'dan değil de
Merve'den başlarsa, hem kerahet işlemiş olur, hem de birinci şavt sayılmaz.
Sahih olan da budur.
Sa'yetmek Ancak
Tavaftan Sonradır :
Sa'yetmek ancak
tavaftan sonradır. Daha önce sa'yeciip sonra tavaf yaparsa, sa'yini iade etmesi
gerekir.
Sa'yi mutlaka ihramlı
yapmak şart-değildir. Bayramın birinci günü kurban kesip traş olduktan sonra
ihramdan çıkan kimse bu vaziyette sa'yedebilir. Bunun gibi hac ayları çıktıktan
sonra da buna cevaz verilmiştir.
Ayhali.ve cenabettik
sa'yetmeye mani' değildir. Bu vaziyette sa'yetmek caizdir. Çünkü bu hususta
genel kaide şudur : Hac menasi-kinden Mescid-i Haram dışında yapılanlarının
hiçbirinde taharet şart değildir. Meselâ : Sa'yetmek, Arafat'ta vakfe,
Müzdelife'de vakfe, Minâ'da Cemrelere taş atmak ve benzeri ibâdetlerde taharet
değildir. Ne var ki bunları taharet üzere yerine getirmek; daha faziletli ve
Sünnete daha uygundur. Mescid-i Haram'da yapılan her ibâdet için taharet
şarttır. Tavaf, Mescid dahilinâe yapıldığından taha-retli olmak gerekir.
İhrama girerken Hacc-i
İfrad'a niyet getiren kimse Mekke'ye girdiğinde Tavaf-i Kudum'dan sonra afdal
olan hemen sa'yetmeme-si, bunu Tavaf-i Ziyaret'ten sonraya bırakmasıdır.
Tavaf ya da
Sa'yedilirken namaz için ikaamet edilirse, tavafı ve sa'yı olduğu yerde bırakıp
cemaatle namaz kılar. Sonra kaldığı yerden tavaf veya sa'ymi tamamlar.
Sa'yederken cenaze
namazına durulursa, sa'yini olduğu yerde bırakıp cenaze namazına katılır. Sonra
kaldığı yerden sa'yini tamamlar. Tavaf ederken cenaze hazır olursa, tavafım
kesmeyip devam eder.
Tavaf veya sa'yederken
konuşmak, alım-satımda bulunmak, benzeri işler yapmak mekruhtur. Çünkü bunlar
kendine has birer ibâdettir. Allah'a kulluğumuzun mahviyet ve teslimiyetiyle
yönelirken, ibâdet dışında başka şeylerle meşgul olmak ona ters düşer.
Sa'yettikten sonra
önemli bir iş yoksa veya zaruri bir ihtiyaç başgöstermemişse Beytullah'a dönüp
iki rek'at nafile namaz kılmak tavsiye edilmiştir. Böylece Tervîye gününe kadar
Mekke'de kalınır. İhrâmlı bulunuyorsa yasak şeyler devam eder. Bu arada fırsat
buldukça tavafa devam eder.
Ancak bu tavaflardan sonra artık sa'yetmez.
Harem-i Şerifte nafile
namaz kılmak fazîletliyse de nafile tavaf ondan daha faziletlidir. Ancak bu
Mekke dışından gelenler için böyledir. Mekkeliler için nafile namaz afdaldır.
Tavaf esnasında
zikretmek afdaldır. Esma-i Hüsnâ'dan kendüıe vird edindiklerini söylemek, kalbi
hep Allah ile, O'nun kudret ve aza-metiyle meşgul etmek ise zikrin en güzelidir.
Tervîye'den Bir Gün Önce Hutbe Okumak : Tervîye'den bir gün Önce, yani
Zilhiccenin yedinci günü îmam Minâ'ya çıkışı, oradan Arafat'a gidişi ve vakfeyi,
sonra Arafat'ta yapılacak duâ ve niyazları, oradan Müzdeîife'ye dönüşü açık bir
dil ile anlatmaya çalışır.
Hac günlerinde
genellikle üç yerde hutbe okunur. Biri yukarıda belirttiğimiz gibi Mekke'de
Terviye'den bir gün önce, ikincisi Arafat'ta, üçüncüsü Minâ'da bayramın birinci
günü okunur.
Arafe günü hutbesi
hâriç diğer iki hutbe tek hutbe şeklinde okunur, iki hutbe şekline sokulup
arasında oturulmaz. Arafe günü hutbesi ise, cuma hutbesi gibi iki hutbe
şeklinde okunur ve arasında oturulur.
Hutbeler bu üç yerde de
zevalden sonra, yani öğle namazı ki-Jmdıktan sonra okunur. Ancak Araf e günü
hutbesi namazdan önce okunur.
Gerçi bu sünnet
günümüzde pek ^uygulanmamaktadır. Ama Re-sûlüllah (A.S.) Efendimizin Terviye
günü Minâ'ya gittiğine bakılırsa, bu sünneti mümkün olduğu takdirde
terketmemek uygun olur. Sahih
olan da budur.
Bütün bu durumlarda
telbiyeye devam edilir. Mekke'den çıkarken de hem telbiyeye, hem tehlil ve
tekbire.devam eder. Çünkü dolaşılan yerler, rahmet meleklerinin kanat çırptığı,
Peygamber ve velîlerin ruhlarının hazır bulunduğu makamlardır.
Zilhiccenin sekizinci
günü Minâ'da kalınır. Dokuzuncu günü sabah namazı kılındıktan sonra Arafat'a
hareket edilir. Bununla beraber Tervîye günü öğle namazını Mekke'de kıldıktan
sonra Minâ'-ya gitmekte de bir sakınca yoktur.
Zilhiccenin sekizinci
günü Mekke'de bulunup sabah namazım kıldıktan sonra Minâ'dan geçerek Arafat'a
yönelmek te kâfi gelir. Ancak bir sünnet terkedilmiş olur.
Tervîye günü cumaya
raslarsa .Minâ'ya zevalden önce hareket eder. Çünkü o vakitte ona vâcib
değildir. Zevalden sonra ise cuma kendisine vâcib olacağından artık cumayı kılıp
öylece Minâ'ya hareket eder.
Arafat, bilindiği gibi
Melek Cebrail'in;
El-Yevme Ekmeltu Leküm
Dineküm...
âyetiyle indiği,
Allah'ın geniş rahmet ve âtıfetiyle tecelli ettiği mukaddes bir yerdir. Ancak
gelip geçenlere engel olmamak, için yol üzerinde çadır kurmamak, mümkünse
Cebel-i Rahmet'e yakın bir yere inmek son derece faziletlidir. Bu
derece mukaddes sayılan toprak üzerinde mülkün asıl sahibine yönelip tam bir
teslimiyet içinde zikir ve duaya dalmak gerekir.
Zevalden hemen sonra
boy abdesti almak mümkünse, öyle yapılır, mümkün değilse güzel bir abdest
alınarak öğle namazına hazırlanır. Ezan okunduktan sonra İmam kalkıp iki hutbe
okur, Arafat'ın önemini, nasıl hareket edileceğini, Müzdelife'ye nasıl
gidileceğini, orada nasıl ibâdet edileceğini anlatır. Cemreleri
taşlamayı, Kurban kesmeyi de kısaca öğretir.
İmamın bu hutbeyi
ayakta okuması afdaldır. Bununla beraber oturarak okursa yine kâfi gelir. Ancak
zevaldan önce okur veya mç okumayıp terkederse isaet işlemiş olur.
Arafat'ta imam hutbeyi
okuduktan sonra bir ezan, iki kaametle Öğle ile ikindi namazları öğle vaktinde
kılınır. Buna fıkıhta Cem-i Takdim denir. Önce öğle namazı, sonra ikindi namazı
eda edilir. Bu iki namaz da aşikâr okunmaz. İki farz arasında öğlenin
sünnetinden başka bir sünnet ya da nafile kılınmaz. Kılacak olursa kerahet
işlemiş olur. Aynı zamanda ikindi farzı için ezanı iade etmesi gerekir.
Mezhebin zahir rivayetinden anlaşılan budur.
Bunun gibi iki namaz
arasında yemek, içmek gibi bir ameliyede bulunursa kerahet işlemiş olur ve ezanı
iade eder.
1. İki namazı da öğle vaktinde yerine getirmek. Bundaki
cevaz istihsanîdir.
Bu durumda vakit girdi
zanniyle öğle farzını zevalden önce, ikindi farzını da zevalden sonra kılacak
olursa, hem iki hutbeyi, hem iki namazı isihsanen iade eder.
2. Vaktin girmiş olması,
Arafe günü öğle vakti
girince cem'u takdime niyet edilerek önce Jöğle sonra ikindi farzı kılınır.
3. Belli yerde bulunulması,
Hanefî imamlarına göre, öğle
ikindi farzları ancak Arafatta bi-rarada kılınabilir. Başka yerde değil. Şafii
imamlarına göre seferi olduktan sonra her yerde kılınabilir.
4. Hac için ihrama girmiş olması,
O halde ihrâmlı
bulunmayan bir kimsenin bu iki namazı birara-da aynı vakitte kılması caiz
değildir. Hatta öğle namazını kılarken Umre için ihrâmlı bulunur, ikindi
namazını kılarken hac için ihrâm-lı olursa, iki namazı birarada kılması caiz
olmaz.
Fukahamn çoğuna göre, öğle
namazından az önce hac için ihrama girmiş olması kâfidir. Bu durumda cem'u
takdim yapabilir. Çünkü maksad namaz vaktinde ihrâmlı bulunmaktır.
5. Cemaatle kılınması,
Arafat'ta iki namazı
birarada kılmanın şartlarından biri de İmam A'zam'a göre cemaatle kılınmasıdır.
İmam Ebû Yusuf ile îmanı Muhammed'e göre, cemaat şart değildir; yalnız başına
kılan kişilerin de cem'u takdim yapması caizdir. Ancak bu konuda İmam Ebû
Hanîfe'nm görüşü daha sahih kabul edilmişse de imameyn'in görüşünde imVminîer
için kolaylık vardır.
öğle namazını cemaatle
kılamayıp kaçıracak olursa, İmam Ebû Hanife'ye göre artık cem'u takdim yapmaz.
İkindi namazını kendi vaktinde kılar.
Sözü Edilen İki Namazın
Tamamını İmamla Birlikte Kılmak
Şart mıdır?
Şart değildir, öğle
farzından bir rek'ate dahi yetişse cemaate yetişmiş sayılacağından iki namazı
birarada kılabilir. Bunda icmâ' vardır.
İmameyn'e göre hem imam
hem diğer fertler yalnız başına bu iki namazı öğle vaktinde kılabilirler. îmam
Ebû Hanîfe'ye göre imam kılabilir. Şu şartla ki imanı cemaatle birlikte başlamış
bulunsun. Sonra cemaatin herhangi bir olay ya da sebepten dolayı dağılmasıyla
imam cem'u takdim yapabilir.
İmam Namazda İken
Abdesti Bozulursa :
Arafatt'a imam öğle
namazını kıldırırken abdesti bozulur ve bu sebeple birini yerine geçirirse,
geçen imam iki namazı birarada kıldmr. Birinci imam abdest alıp gelinceye kadar
öğle namazı kılınmış-sa, artık iki namazı birarada kılmaz. Sadece öğle namazını
kılar, ikindiyi ikindi vaktine bırakır.
Arafat'ta görevli imamın
hutbeden hemen sonra abdesti bozulur da başka bir adama namaz kıldırması için
müsaade ederse, bu caizdir ve cem'u takdim yapılır. İmam izin vermediği halde
rasgele bir adam cemaatin önüne geçip namaz kıldıracak olursa, İmam Ebû
Hanife'ye göre, cem'u takdim yapmak caiz olmaz. Çünkü ona göre iki namazı
birarada kılmak için imam veya onun belirlediği kimse şarttır. Ancak öne geçen
kimse devletin yetkili ricalinden biri olursa, ne izin almasına lüzum vardır,
ne de imanım ona işarette bulunmasına...
6. İki Namazın birarada cemaatle kılınabilmesi için,
imamın en büyük imam ya da vekili bulunması şarttır. Tabii bu İmam Ebû
Hanife'ye göre böyledir. İmameyn'e göre, herhangi bir imam olabilir.
Bu durumda öğle
namazını cemaatle kılar ancak imam, en büyük imam veya vekili değilse, ikindi
namazın büyük imamla veya vekiliyle kılması caiz olmaz. İmameyn'e göre caiz
olur.
îmam bu iki namazı
birarada kıldırdıktan sonra mevkıf'e gider. Mevkıften maksat, batn-î arne
dışında kalan Arafat'taki herhangi bir yerdir. O halde imam uygun göreceği ve
cemaatin daha kolay toplanabileceği bir yeri seçebilir.
1. Arafat'ta Batn-i Arne dışındaki bir yerde.
2. Belirlenen vakti içinde.
Vakfede bulunurken
ayakta durmak şart değildir. Aynı zamanda vâcib de değildir. Bu bakımdan
oturarak vakfe yapmak ta câizdir. Bunun gibi vakfeye niyet etmek te şart
değildir. Ne var ki vakfede ayakta
durup kıbleye yönelmek afdaldır.
Vakfenin bir vücubu
var, o da güneş batmcaya kadar Arafat'ta bulunmaktır.
Boyabdesti almak, iki
hutbenin okunmasını sağlamak, öğle ile ikindi namazım öğle vaktinde birarada
kılmak, namazdan sonra vakfe yapmak, oruçlu bulunmamak, abdestli olmak, mümkünse
hayvan üzerinde bulunmak, kalbi Allah ile meşgul edip dünyevî meşgalelerden ve
düşüncelerden sıyrılmak, imanın arkasında bulunmaya çalışmak, kimseleri itip
kakmamak vakfenin sünnetleri arasında bulunuyor.
Vakfede elleri göğe
doğru kaldırıp dua ve niyazda bulunmak da sünnettir. Ancak duadan önce Allah'a
hamdetmek, Tekbîr ve Tehlîl getirip Resûlüllah Efendimize salât-u selâm sunmak
müstehabdır. Sık sık Telbîye getirmeyi de unutmamak uygun olur.
Ayrıca hem kendisi, hem
ana babası, hem de bütün mü'minler için istiğfarda bulunmak da müstehabdır.
Bütün bunlara güneş ba-tıncaya dek devam etmekte büyük yarar vardır.
Bu hususta belli bir
duaya gerek yoktur. Herkes dilediği şekilde duâ edip halini Allah'a arzetmekte
serbesttir. En te'sirli olanı da budur. Bununla beraber genellikle Arafat'ta şu
duâ yapılır :
«Allah'tan başka hiçbir
ilâh yoktur; O bir'dir, eşi-ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd ona mahsustur.
Dirilten ve öldüren Odur. O ise hep diridir, ölüm ona yokur. Hayır O'nun
elindedir. O her şeye kaadirdir. Ancak ona ibâdet ederiz, Ondan başka hiçbir
şeyi Rab edinmeyiz.
Allahim! kalbimde bir
nur, kulağımda bir nur, gözümde bir nur meydana getir. Allahım! göğsümü (imân ve
irfan ile) açıp genişlet; işimi bana kolaylaştır. Allahım! Burası Cehennem
ateşinden korkup iltica eden, sığınanların makamıdır; kendi affınla beni ateşten
koru. Kendi rahmetinle beni Cennete yerleştir. Ey merhamet edenlerin en çok
merhamet edeni!. Allahım! Beni îslâm'a eriştirdiğin için artık onu benden çekip
alma, beni de ondau koparıp ayırma, ölünceye kadar İslâm diniyle yaşayıp son
nefesimi onunla, ona bağlı bulunduğum nalde vereyim.»
Duâ yapılırken sesi
alçaltmak, tam bir mahviyet ve teslimiyet içinde bulunmak da sünnettir.
Arafat'ta vakfede
bulunmanın süresi, Arafe günü zevalden sonra başlar bayramın birinci günü fecir
doğuncaya kadar devam eder. Bu sürenin herhangi bir bölümünde orada ister
uyanık, ister uykuda, ister bilerek, ister bilmiyerek bulunmak farzın yerine
gelmesini sağlar.
Belirtilen sürenin
dışında Arafat'ta vakfede bulunmakla farz yerine gelmiş olmaz. Ancak
Zilhicce'nîn hilâlinde birtakım şüpheler meydana gelir de halk bu ay'ı otuz
olarak tamamlar, sonra da vakfe yapılan günün zilhiccenin 9. günü değil de 10.
günü olduğu anlaşılırsa, o takdirde hac farizası istihsanen caiz sayılır.
Kıyasa göre caiz olmaması iktiza eder. Çünkü Tervîye gününde vakfe yapıldığı
anlaşılırsa, hac tamam olmamış sayılır, iadesi gerekir.
Bayramın birinci günü
fecir doğmadan önce Arafat'a vakfeye yetişemiyen kimsenin yapmış olduğu hac
menasikinin hepsi hükümsüz kalır ve ihramı umre'ye dönüşmüş olur. Bu nedenle
artık umreyle ilgili hususları yerine getirip tamamlıyarak ihramdan çıkar.
İkinci sene erişemediği haccı kaza etmesi gerekir.
İslâm'da genellikle
gecelerin hepsi gelecek gündüze tabi'dir. Ancak hac günlerindeki geceler
müstesna, onlar geçen güne tabi'dirler. Meselâ : Arafe gecesi Tervîye gününe
tabi'dir. Bu bakımdan nasıl tervîye günü Arafat'ta vakfe caiz değilse, Arafe
gecesi de vakfe öylece caiz değildir. Bayramın birinci gecesi, Arafe gününe, tabi'dir.
Arafe günü nasıl
Arafat'ta vakfe caizse, böylece o gecede vakfe caizdir. Arafe günü Kurban
boğazlamak nasıl caiz değilse, Bayram gecesi bayrama tabi' değil de arafe
gününe tabi'dir.
Arafe günü güneş
batarken akşam namazı vakti beklenmeden hareket edilir ve bu namaz yatsı vakti
Müzdelife'de yatsı namazıyla birlikte edâ edilir.
İmam belirtilen vakitte
hareket etmediği takdirde halk onu bek-lemeyip Müzdelife'ye hareket eder. Çünkü
hareket vakti girmiştir.
Arafat'tan hareket
edilince boş durulmaz, Tekbîr, Tehlîl, Tah-mid edilir, Resûlüllah (A.S.)
Efendimize salât-u selâm getirilir. Sık sık duâ ve istiğfarda bulunulur.
Allah'tan dünya ve âhiret için afiyet istenilir.
Yollar fazla kalabalık
olduğundan güneş batmadan önce Ara-fatt#h hareket edilirse, güneş henüz batmadan
Arafat'ın hududunu aşmadığı takdirde caiz olur. Sünneti bozmamak için güneşin
batmasını beklemek çok daha uygun olur.
Akşam namazını
Müzdelife'ye varmadan yolda kılacak olursa, Müzdelife'ye varınca iade etmesi
gerekir. Çünkü sâri' akşenı ile yatsı namazının birarada yatsı vakti
Müzdelife'de kılınmasını meşru' kılmıştır. Bu, daha çok İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Muhammed'in görüş ve içtihadıdır.
Bunun gibi vakit
girdiğinde yatsı namazını yolda kılacak olursa, Müzdelife'ye varınca onu iade
etmesi gerekir. Müzdelife'ye varınca yolda kıldığı akşam ve yatsı namazlarını
iade etmez de fecir doğacak olursa, yani sabah namazım kılacak olursa, o
takdirde her ikiside cevâze dönmüş olur, iadelerine gerek kalmaz. İmamların
hepsi bu hususta ittifak halindedir.
Fazla kalabalıktan
dolayı sür'atle gitmek mümkün olmaz da yolda fazlaca oyalanma zorunda kalır' ve
bu yüzden fecrin doğmasından endişe ederse, o takdirde Müzdelife'ye varmadan
yolda hemak-şam.hem yatsı namazını kılabilir.
Bu durumda akşam
namazını kıldıktan sonra yatsıyı iade etmesi gerekir. Çünkü önce akşam
namazının kılınması şarttır. Ancak yatsıyı kılıp fecir de doğmak üzere ise acele
akşam namazını kılar ve artık kıldığı yatsı namazı cevâze dönüşmüş olur. Çünkü
iadesi için vakit kalmamıştır.
Duâ ve niyazların en
çok kabul olunduğu makamlardan biri de şüphesiz ki Müzdelife'dir.
Meşarü'l-Haram'da el kaldırıp Allah'a yalvarmanın, nasıl bir rahmet kapısını
açacağım anlatmaya gerek yoktur. Bu bakımdan böylesine ulvî ve kudsi bir makama
girerken yaya yürümek mahviyet ve teslimiyete daha muvafıktır.
Müzdelife'ye Tekbîr ve
Tehlîl ile girildikten sonra gelip geçenlere engel olmayacak şekilde konaklamak
Sünnete daha uygundur. Yol dışında herhangi bir yere inmek caizdir. Ancak
kuzah tepesi yakınlarına inip konaklamak afdaldır. Başkasına sıkıntı vereceğini
tahmin ettiğinde boş bulduğu yerde konaklaması afdaldır.
İmam yatsı vakti
Müzdelife'ye gelince önce akşam namazı için bir ezan ve bir ikaamet okur. Sonra
Yatsı namazını aynı ezan ve ika-ametle kılar. Fukahadan bazısına göre, yatsı
namazı için de bir ezan bir ikaamet okur. Fukahanm bazısına göre, yatsı namazı
için ezana gerek yoktur, çünkü ilk okunan ezan zaten yatsı vaktinde okunmuş-tir.
Bununla beraber okunması uygun olur.
Bu iki namaz arasında
sünnet ve nafile kılınmaz.
Kılacak olur eya başka bir şeyle uğraşırsa, sadece ikaameti iade etmesi gerekir.
Fukahadan sözüne itibar
edilenlere göre, sözü edilen bu iki na-laz bir ezan ve bir ikaametle kılınır.
Sahih olan da bu görüştür. Ay-li zamanda bu namazların cemaatle kılınması da Ebû
Hanife'ye gö-şart değildir. Ancak
imamla birlikte kılınması afdaldır.
Geceyi Müzdelife'de
geçirmek vâcibdir. Çünkü fecir doğduktan ionra orada bir an olsun bulunmanın
vâcib olduğu üzerinde durul-nuştur. Uyku dışında geri kalan vakitleri duâ,
niyaz, zikir ve tesihle geçirmek, kaçırılmıyan fırsatlardan biridir.
Fecir doğduktan sonra
geride kalıp ancak Müzdelife'ye erişen kimse hiç beklemeden yoluna devam ederse,
yine de Müzdelife'de ırakfe yapmış sayılır. Çünkü vâcib olan, fecirden hemen
sonra orada bir an olsun bulunmaktır. Ancan keyfi olarak gecikmişse, sünneti
terkken dolayı kerahet işlemiş olur.
Fecir doğunca İmam
Cemaate namaz kıldırıp vakfe yapar. Ancak bu durumda cemaatin imamm arka
kısmında Kuzah Tepesine yakm bir yerde durması afdaldır.
Batn-İ Mıhser müstesna
Müzdelife'nin her tarafı mevkıfdır. Yani hacılar istedikleri yerde vakfe
yapabilirler. Hareket halinde Batn-Î Mıhser'e geldiklerinde oradan sür'atle
geçmeye çalışırlara Sünnet bu yolda vaki olmuştur. Bunda icma vardır.
Güneş doğunca vakfenin
zamanı sona ermiş olur. Bununla beraber yine de vakfeye devam ederse caizdir.
Fecir doğmadan
Müzdelife'den hareket eder ve bu yerin sınırım aşacak olursa, vacibi terkten
dolayı kendisine bir koyun
boğazlamak gerekir.
Ancak kendisinde bir
illet hastalık veya halsizlik ve kansızlık bulunur, bu durumda kalabalık
arasında yürümekten endişe duyarsa o takdirde fecir doğmadan hareket edebilir.
Günümüzde milyona yakın
insanın yola çıkmasının nasıl bir izdiham ve sıkıntı doğurduğunu anlatmaya
gerek yoktur. Halvanî'nin fetva ve tesbitine dayanarak fecir doğmadan
Müzdelife'den ayrılmaya cevaz verilebilirse de mümkün olduğu takdirde vacibi
yerine getirmeye çalışmak daha uygun olur.
İmam henüz halk namaz
kılmada» veya güneş doğduktan sonra hareket ederse, kerahat işlemiş olur.
Minâ'ya gelindiğinde
konaklama işi bitince abdest alınır ve ze-valdan önce Cemre-Î Akabe'ye gidilir,
Tekbîr getirilerek yedi taş atılır. Taş atma işi bitince orada artık durulmaz,
asıl konakladığı yere dönülür.
Cemre'ye taş atarken
Tekbir yerine Teşbih ve Tehlîl getirecek olursa, yine de caizdir. Çünkü o makam,
Tekbir, Tehlîl, Teşbih makamıdır.
Telbiye : «Buyur
Allahım buyur! Emrine hazır bekliyorum. Eşin ortağın yoktur. Buyur Alahim buyur!
Hamd sana mahsustur, nîmet senindir, mülk sana aittir. Eşin - ortağın yoktur.»
anlamında kulun Rabbisine olan bağlılık, teslimiyet ve itaatini kalbden dile
getirip fiilî örneğini sergilemeye yönelik saygı ve sevgi ifadesidir.
Cemreleri taşlarken böylesine itaatli bulunacağına söz vermek, hiç bir
Müslümana dil uzatmıyacağma, hiçbir mü'mine taş atmıyacağma, din kardeşleriyle
elele, gönül gönüle verip şeytan ve küfrü taşlıya-cağma ahidde bulunmaktır.
Bu bakımdan Cemrelere
taş atarken artık Telbiye getirilmez, Telbiye'den maksad ve amacın bir bakıma
Hakk'ı her şeyden üstün tutup bâtıl ile mücâdele edeceğine söz vermektir.
Şeytanı taşlarken bu mücadeleyi mü'minlerle birlikte yürüteceğini isbatlamak ve
bunun fiili örneğini ortaya koymaktır. Sahih olan da budur.
Bu konuda Hacc-i îfrad,
Hacc-i Kıran veya Hacc-i Temettü yabanlar arasında fark yoktur.
Umre için tavaf yapan
kimse Hacer-i Esved'i istilâmda bulunurken artık Telbiye'yi keser. Arafat'ta
vakfeye yetişmeyip haccı kazaya kalan kimse de umre ile tahallül edince
Telbiyeyi keser de öylece tavafa başlar.
Hacc-i Kıran yapan
kimse ise ikinci tavafı yaparken Telbiye'yi keser. Muhser (haccetmekten yolda
alıkonan kimse) ise hedyini boğazlarken artık Telbiye getirmez.
Cemre-i Akabe'yi
taşlamadan tıraş olan kimse Telbiye'yi keser; Yine Cemre'ye taş atmadan, tıraş
olmadan ve kurban kesmeden önce Beytullah'ı ziyaret ederse, İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, Telbiye'yi keser. îmam Muhammed de aynı görüştedir. Ne
var ki bu tür takdim ve te'hirler sakıncalıdır; sünnet terkedilmiş olur.
Bayramın Birinci Günü
Cemre-I Akabe'iye yedi taş attıktan sonra Tavaf-i Ziyaret (asıl farz olan.
tavaf) ı yapmak üzere Mekke'ye gidip bu görevini yerine getirir. Sonra tekrar
Minâ'ya döner. Hacc-i Kıran veya Hacc-i Temettü' yapıyorsa, bri hayvan
boğazlaması vâ-cib olur. Hacc4 İfrad yapıyorsa, buna gerek yoktur.
Hacı kurban kestikten
sonra da Mekke'ye Tavaf-i Ziyaret için gidebilir. Bu durumda kurban kestikten
sonra tıraş olur veya saçlarının ucunu kırpar. Tabii tıraş- olmak af daldır.
Muhser olana (yani
haccetmekten yolda aükonana) ise tıraş olmak vâcib değildir.
Muhsar : Hac için
ihrama girmiş kimsenin Arafat'ta vakfeden ve Ziyaret Tavafından; umre için.
ihrama girmiş kimseyi de tavaftan alıkoymak anlamında kullanılan ıhsar
masdarından üretilme ism-İ mefuldür.
Kişinin bir özürü
bulunmadığında bu ikisinden birini yerine getirmekte serbesttir. Ancak yukarıda
da belirtildiği gib, tıraş olmak afdaldır.
Bir özür bulunduğu
takdirde, hangisi kolay gelirse onu yerine getirir. Bunun dışında sürdüğü
kimyevi bir ilâçtan dolayı saçların dökülmesi tıraş ve kırpma yerine geçmez.
Mutlaka bu ikisinden birini yapmak gerekir.
Kırpma hususunda en az
başın dörtte bir miktarındaki saçın uçlarından parmak ucu kadar kestirmek
gerekir.
Kadınlar hakkında tıraş
yok, saçlarının uçlarından kırpma vardır. Bu da başının dörtte birine tekabül
edecek kadar parmak ucu kadar kesmek demektir. Erkeklerde olduğu gibi.
Erkeklerin bundan daha
fazla miktar kırpması ise afdaldır. Hem j şüpheyi giderme bakımmdan daha
uygundur.
Başın tamamını bir
makina ya da ustura ile tıraş etmek, sünnete daha çok uygundur. Çünkü Peygamber
(A.S.) Efendimizin belirtilen şekilde tıraş olduğu tesbit edilmiştir.
Hacde tıraşın müddeti
bayramın ük üç günüdür. Birinci günü tıraş olmak ise afdaldır.
Herhangi bir sebepten
dolayı başında saç bulunmayan dazlak kimse sadece usturayı başının üzerinde
dolaştırmakla yetinir. Böyle yapması, en sahih kavle göre vâcibdir.
îmam Muhammed'e göre,
başında yara bulunup ustura dokundurmak veya makasla kırpmak mümkün olmadığı
takdirde, mücer-red böyle düşünmesi tıraş yerine geçer. Diğer bir tabirle, tıraş
vecibesi üzerinden kalkmış olur.
Bayramın birinci günü
Cemre-i Akabe taşlandıktan, kurban kesilip tıraş olunduktan sonra artık ihramdan
çıkılabüir. Ancak bayramın üçüncü gününe kadar ihrâmlı kalmak afdaldır. Çünkü
bu arada başında yara bulunduğu için tıraş olamıyan kimsenin başı iyileşebilir
de tıraş olması gerekebilir.
Sözü edilen kesici bir
alet bulamıyan veya kendisini tıraş edecek birini te'min edemiyen kimsenin
üzerinden bu vecibe kalkmaz ve onun bu hali bir özür sayılmaz. Çünkü şehirde
bulunuyor, mutlaka kes*ici bir âlet bulmak mümkündür.
Kimyevî ilâçlarla
saçları dökmek suretiyle tıraş olma vecibesini yerine getirmeye pek cevaz
verümemişse de fukahamn çoğu zırnık (arsenik) ile bu amelyeyi yerine getirmeye
cevaz vermişlerdir.
Vâcib olan tıraş
berbere yaptırılıyorsa, berber önce tıraş edeceği kimsenin başının sol
tarafından işe başlar. Böylece bu vaziyette berberin sağ tarafıyla başlanmış
sayılır. Matlub olan da budur.
îslâm her konuda ve
meselede temizliği emreder, düzenli harekete kapı açar. O halde tıraştan sonra
kesilen saçları etrafa yaymadan çöp kutusuna atmak, mümkün değilse bir yere
gömmek uygun olur. Fukahadan çoğunun böyle yapmanın müstehab olduğu rivayet
edilmiştir. Bununla beraber aceleye gelir de saçları bir yere gömmek mümkün
olmazsa, yere dökülmesinde bir sakınca yoktur.
islâm her yerde ve her
işte Allah'ı anmayı, Ona yönelmeyi tavsiye eder. Mü'minler de her şeyde ve her
konuda Allah'ın varlığını, kudret ve azametini, gözetleyici bulunduğunu görür,
ona göre kendini ayarlar.
Saçları kesilirken de
Allah'a duâ edip teslimiyet göstermek, müstehabdu. Tıraş işi bitince Tekbîr ve
Tehlîl getirmek tavsiye edilmiştir.
îhrâmlı bulunduğu
sürece temizlik yapamıyan, tırnak kesemi-yen, sabunlanıp güzel koku sürünemiyen
hacı, tıraştan sonra artık ciddi bir temizliğe başlar : Önce tırnaklarını keser,
gerekiyorsa koltuk altlarını ve utan yerlerini tıraş eder, iyice yıkandıktan
sonra güzel koku sürünür.
Hacda vâcib olan tıraş
başımızla ilgilidir, sakalımızla değil. Bu bakımdan sakaldan kırpmaya gerek
yoktur. Ancak düzene girsin diye bu arada ondan da biraz kırpacak olarsa, bunda
dinen bir sakine?, görülmemiştir.
Tıraştan sonra
kadınlara, yaklaşmanın dışında haram olan diğer şeyler helâl olur. Yukarıda da
belirtildiği gibi, tırnaklarını kesebilir, güzel koku sürünebilir ve benzeri
şeyleri yapabilir.
Karısına cinsel
yaklaşmada bulunamıyacağı gibi, buna yol açan davranışlarda da bulunması helâl
değildir.
Tıraş olmadan Ziyaret
Tavafını yaparsa, daha önce haram olan her şeyin tahrimi yine devam eder ve
tıraş oluncaya kadar sürer. Bundan
da anlaşılıyor ki, hacı tıraş olmadan önce de Ziyaret Tavafını yapabilir. Ancak
sünneti terketmiş sayılır.
Bilindiği gibi, asıl
farz olan tavafın vakti, bayramın üç günüdür. Yani bu üç gün içinde tavaf yapmak
vâcibdir. Tavafın kendisi ise farzdır, belirtilen üç gün içinde yapılmadığı
takdirde vacibin terkinden dolayı bir koyun boğazlamak gerekir ve Farz Tavaf'm
süresi ömrün sonuna kadardır.- Artık imkân bulduğu zaman bu farzı yerine
getirmekle mükelleftir. Kadın Farz olan tavafı yapmadan ayhali olursa, kafilesi
hareket etmeden temizlenirse yıkanıp ziyaret tavafı yerine getirir; belirtilen
özründen dolayı geciktirdiği için ceza gerekmez. Henüz temizlenmeden kafilesi
hereket edecek olursa, o takdirde gusledip tavafını yapar ve bir bedene
boğazlar.
Daha önce de
açıklandığı gibi^ her tavaftan sonra iki rek'at namaz kılmak vâcibdir. O halde
Ziyaret Tavafından sonra da iki rek'at namaz kılınır. Safa ile Merve arasında
daha önce sa'yetmemişse, onw yerine getirir.
Tıraş olmakla diğer
yasaklanan şeyler helal olur. Ziyaret Tavafından sonra ise karısıyla cinsel
yaklaşma da helal olur. Hatta tavafın ilk dört şavtuu tamamladıktan sonra da bu
kendisine helaldir, ne var ki son üç şavtı yapmak vacib olduğundan önu
terketmekle kendisine bir koyun boğazlamak gerekir. İlk dört şavt ise rükündür.
Sahih olan görüş ve ictlhad da budur.
Ziyaret Tavafını
geciktirdiği sürece kazısına yaklaşamaz, isterse aylarca devam etsin.
Gerçi tavaf, namaz
kuvvetince bir İbadet değildir, namaz caiz olmayacak kadar avret yeri açık
bulunduğu halde tavaf yapmak caiz olduğu gibi, namaz caiz olmayacak kadar
elbise veya bedeninde necaset bulunursa yine de yaptığı tavaf yeterlidir. Ancak
ne var ki, elbisenin temizliğine, avret yerlerinin örtülü bulunmasına dikkat
etmek sünnettir, tiâht huzurda varlık âleminin her zerresinin teşbihine
katılıp Kâ'be etrafında dönerken İç ve dış temizliğine riayet ederek tavaf
yapmak hem sünnet, hem üstün bir fazilettir.
Hacı kudüm tavafından aonra
Safa İle Merve arasında sa'yetme-misse, Ziyaret Tavafından sonra sa'yeder. Kudüm
tavafında remel yapmamışsa (yani Ük Üç şavtta seğirterek çalımlı yürümemişsei
onu Ziyaret tavafında yapar. Onda yapmışsa artık tekrarına gerek yoktur.
Sayfa 339 yok....
gün güneş battığı halde
oradan ayrılmıyanlara bayramın dördüncü günü de kalmak gerekir.
1. Fecir doğdukan güneş doğuncaya kadar geçen zaman
içinde Cemrelere taş atmak mekruhtur.
2. Güneş doğduktan zeval vaktine kadar sünnettıı.
3. Zevaldan güneş batmcaya kadar geçen süre içinde ise
mubahtır. Geceleyin ise mekruhtur. Bu üç türlü vakit, bayramın birinci günüyle
ilgilidir. İkinci ve üçüncü günleri ise, Zevaldan sonra sünnettir. Zevaldan
önce mubahtır, Mekruh diyenler de olmuştur. Güneş battıktan sonra mekruhtur.
Fecir doğmadan taş
atmak sahih değildir. Bunda görüş birliği vardır.
Dördüncü gün taş
atmanın vakti ise, îmam Ebû Hanîfe'ye göre, fecir doğduktan güneş batmcaya kadar
geçen zamandır. Ancak ne var ki zevaldan önce mekruh vakittir, zevaldan sonra
sünnet vakittir.
Yeryüzü cinsinden olan
taş, kireç, tuğla, arsenik, alçı ve benzeri maddeleri atmak caizdir. Kıymetli
taşları atmak ise caiz değildir. Çünkü o zaman şeytanı recmetmek değil, onu
takdir etmek anlamı çıkabilir. Nitekim
Nihâye, înâye ve Mi'racü'd-Diraye sahipleri de aynı mahzuru nakletmişlerdir.
Hatta kıymetli taşlar
dışında kaya tuzu, kurumuş, çamur, antimon gibi şeyleri de şeytan taşlamada
kullanmak caizdir.
Taşların veya taş cinsi
herhangi bir maddenin büyüklüğü, fasul-ya kadar veya ondan biraz büyük, yani
fıstık ya da fındık tanesi kadar olması uygundur. Daha büyük ya da daha küçük
taş atmak ta caizdir.
Cemrelere atılacak
taşların mutlaka belli bir yerden toplanması şart değildir. Herhangi bir yerdeki
taşlar olabilir. Ancak yıkanıp temizlenmesi uygun bir davranıştır. Bununla
beraber yeterince temizlenmemiş taşların atılmasıyla da vecibe yerine gelmiş
olur. Ne-cis bulunan taşların atılması mekruhtur.
Taşların Müzdelife'den
toplanması ise nıüstehabdır. Müzdelife ile Minâ arasındaki yoldan da toplanması
bu anlamdadır.
Cemrelere daha önce
atılmış taşlan alıp kullanması caizse de bu konudaki istihbaba uygun değildir.
Fukahanın çoğuna göre,
Cemrelere taş atmak için büyükçe bir taşı parçalamak mekruhtur. Çünkü Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin küçük taşlar topladığı, fakat büyükçe bir taşı bu maksatla
kırıp parçaladığı tesbit edilememiştir.
Fukahadan bir kısmına
göre, başparmakla işaret parmağı arasına alıp atması daha uygundur. En sahih
olan da budur.
Cemrelere en az beş
zira' (yaklaşık dört metre) mesafede bulunmak daha uygundur. Bu mümkün olmadığı
takdirde daha uzakta durup atmak ta caizdir.
El-Asıl kitabında ise
bu konuda şöyle deniliyor : «Tam Cemrelerin önünde durup taşları belirli yerin
üzerine koymak kâfi değildir. Biraz geri çekilip atması gerekir. Aksi halde
sünnete uymamış sayılır.
Taşların ardarda
atılması sünnete daha uygundur. Yaya bir vaziyette Cemrelere gidip taş atma
nüsükünü yerine getirmek afdaldır. Bununla beraber süvari olarak gidip binik
vaziyette de atmak caizdir.
Birincisi Mescİd-İ
Hayfe yakın olanıdır. İkincisi ki buna Cemre-İ Vüsta denir, birinci cemreden
sonra gelir. Üçüncüsü bundan hemen sonra gelen Cemre-i Akabe'dir.
Cemrelere Batn-Î
Vadî'de durup taş atmak daha uygun olur. Böylece Cemreyi sağına alıp sağ eliyle
daha rahat atmak imkanını bulmuş olur. Gerçi bugün Cemreler -izdihamı
hafifletmek İçin- düzenleyip eski durumuyla mukayese edilmiyecek kadar giriş
çıkışları tanzim edilmiştir.
Cemrelere vadide değil
de tepeye doğru çıkıp yukardan taş atmak da caizdir. Anc»1- birinci şekil
sünnete daha uygundur. Fazla kalabalık olduğunda, belirtilen yerde durup atmak
mümkün görülmediğinde mümkün olan ne ise o yapılır.
Kalabalık olmadığında
ise Minâ'yı sağına, Kabe'yi soluna alıp Cemreye yönelerek taş atmak ve attığı
taşın nereye düştüğünü görebilecek yakınlıkta bulunmak en uygun olanıdır. Ama
bugün için pek mümkün olmasa gerek.
Atılan taşların
Cemrelere hiç olmasa üç arşın yakınına düşmesi gerekir. Daha uzağa düşen taşlar
atılmış sayılmaz, yeniden atmak gerekir.
Atılan taşlar Öndeki
hacıların üzerinde kalır da cemreye düşmü-yecek olursa, kafi değildir, yeniden
atılması gerekir. O halde hacılar tat atarken attıkları iıer taşın nereye
düştüğüne dikkat etmelidirler.
Bir Cemreye yedi taşı
bir defada atmak, sadece bir taş yerine geçer. O halde taşlan toplu halde atmak
caiz değildir. Bir Cemreye bugünde yedi taş atılır. Fazla atmakta bir sakınca
görûlmemişse de lüzumsuz kabul edilmiştir. Fukahanın çoğuna göre, fazla taş
atmak sünnete uygun olmadığından mekruhtur.
Taşlar Atılırken Şöyle
Denilir :
Bismillah! Vallahu
Ekber Rağmen (Veya Recmen) U'ş-Şeytani Ve Hizbthî.
Taşların atışı bitince
şu duanın yapılması tavsiye edilmiştir ;
«Allahımt Hacrimi,
hacc-i mebrûr eyle. Harcadığım gayret Ve davranışımı kabule lâyık eyleı
günahlarımı bağışla...»
Bilindiği gibi,
bayramın birinci günü zevaldan önce sadece Cem-re-İ Akabe'ye yedi taş atmakla
yetinilir. İkinci ve üçüncü günlerde ise, önce Mescidi Hayfin yanındaki Cemre-i
mâ'dan başlanır, Cem-r»-i Vüsta ve sonra Cemre-i Akabe'ye yedişer taş atılır.
Bayramın ikinci ve
üçüncü günleri, yanlışlıkla birinci cemreye taş atmadan ikinci ve üçüncü
cemrelere atarsa, dönüp birinci cemreye taş atması ve mümkünse ikinci ve üçüncü
cemrelere atmayı iade etmesi gerekir, İade etmediği takdirde yine vacib yerine
gelmiş sayılır.
Mina'dan Mekke'ye
dönerken yol üzerinde Muhasseb denilen yere inip bir süre dinlenmesi sünnettir.
Terki ise mekruhtur. Ancak fazla izdihamdan belirtilen yere inip dinlenmek
mümkün olmadığı takdirde, terkinden dolayı kerahet gerekmez.
Mekke dışından gelenler
İçin bu tavafı yapmak vâcibdir. Ka'be'-nin etrafında belirtilen şekilde yedi
defa dolaşılır, remel yapılmaz.
Bu tavafa Tavaf-i
Sader, Tavaf-i Veda' denildiği gibi, Tavaf-i îfa-ze, Tavaf-i Âhir, Tavaf-i Vâcib
de denir.
Biri cevaz vakti,
diğeri istihbab vakti. Birincisi, ziyaret tavafından sonra gitmeye
azmettiğinde. İkincisi, artık ayrılmayı murad ettiğinde. ..
İmam Ebû Hanîfe'den
yapılan rivayete göre, deniliyor ki : Ayrılmaya murad ettikten sonra Veda
tavafını yapar, bununla beraber hemen ayrılamaz da yatsı vakitlerine kadar
Mekke'de kalırsa, yeniden bir tavaf yapması uygun olur. Yapmadığı takdirde bir
şey gerekmez.
Veda Tavafının Bayramın
üç günü içinde yapılması şart değildir. Ayrılacağı gün tavsiye edilmiştir.
Tavaf-ı Sader sadece
hac yapana vâcibdir. Umre yapana vâcib değildir. Bununla beraber Umre'yi bitirip
evine dönmek isteyen kimsenin Veda Tavafı yapması müstehabdır.
Mekke halkına ve bir de
Mikatlarla Mekke arasında oturanlara da veda tavafı vâcib değildir. Bunun gibi,
Mekke'den ayrılacağı sırada ayhali ya da lohusa olan kadınlara ve bir de hacci
fasit olup onu gelecek sene kazaya bırakanlara da vâcib değildir. Çünkü
belirtilen durumda olan kadınların Mescid'e girmesi hem haramdır, hem de bu
vaziyette tavaf yapmaları caiz değildir. Haccı fasit olan kimse haccetmiş
sayılmıyacağmdan kaza etmek üzere tekrar.Kâ'be'-ye gelmesi gerektiği sebebiyle
veda tavafının vücudu kalkmış oluyor.
Hac farizasını yerine
getirdikten sonra Mekke'de ikaamet etmek isteyen kimsenin veda haccı yapması
vâcib değildir. Çünkü bu vâcib yurduna dönmeye azmedenler hakkındadır. Bir süre
Mekke'de kaldıktan sonra ayrılmaya niyet ederse, o takdirde veda tavafını yapma
gerekmez. Çünkü Mek tavafc yapman gerekmez.
Avhali olan kadın henüz
Mekke'den aynlmadan temizlenirse veda tavaTya^mas! gerekir. Ama Mekke evlerinin
seferi saynan smm İİTan sonra temizlenirse artık dönmesine lüzum yoktur.
Ayhali bulunduğu halde
Mekke'den çıktıktan sonra temizlenir gusleder, henüz Mikatları geçmeden tekrar
Mekke'ye dönerse kendisine veda' tavafı gerekir.
Hac ibâdetini yerine
getirdikten sonra herhangi bir özürü bulunmadığı halde Veda Tavafı'nı yapmadan
Mekke'den ayrılan kimse vacibi terkettiğinden günahkâr sayılır ve kendisine bir
koyun boğazlamak vâcib olur.
Ancak Mikatı geçmeden
dönüp tavaf yaparsa, vacibi yerine getirmiş sayılır. Mikat'ı geçtikten sonra
artık dönmesine gerek yoktur. Şayet bu durumda dönecek olursa, artık umre
yapmak, için dönmüş olur, o takdirde önce umre tavafını yapıp bitirir sonra
üzerinde kalan Veda' Tavafını yerine getirir.
Veda Tavafını Yaptıktan
Sonra Nasıl Hareket Edilir? İmam Kerhî ve benzeri fakîhlere göre, tavaftan
sonra ibrahim Peygamberin makamına gelinip orada iki rek'at namaz kılınır,
sonra Zemzem kuyusuna gidilerek şifâ ve rahmet niyetiyle kanasiya su içilip duâ
edilir.
Her zaman olduğu gibi,
Zemzem suyunu da birkaç nefeste yudum yudum içer, her defasında başını kaldırıp
Kâ'be-i Muazzama'ya bakar ve ıslak ellerini yüzüne, başına, bedeninin diğer bazı
yerlerine sürer.
Zemzem suyunu içip
yüzüne başına, bedenine dokundurarak dua Bttikten sonra Ka'be'ye gelinir.
Mümkünse Kabe'nin eşiğini öper. Bu, müstehabdır. tçine girmeğe izin verilirse
girer. Yalınayak bulunur. Hacer-i Esved'le Kabe'nin kapısı arasındaki Mültezem
denilen yere gelip göğsünü ve yanağını oraya dayıyarak ağlar, bu sırada sağ
eliyle Kâ'be'nin eşiğini tutar ve şöyle niyazda bulunur : «Allahıml Senin rahmet
eşiğine dileğimi arzetmek üzere geldim. Senin fazl-u keremini, rahmet ve
mağfiretini diliyorum.
Mültezem denilen yerde
bir süre bu vaziyette durup göz yaşı akıtmak müstehabdır. Bu arada Kâ'be'nin
örtüsüne tutunarak kendisi, ana babası ve bütün müminler için gönülden gelen
bir sesle dua ve istiğfarda bulunmak, büyük fırsatlardan biridir. Örtüyü tutmak,
ona yapışmak mümkün olmadığı takdirde ellerini açık bir vaziyette başını» üstüne
gelen duvara dayıyarak dileğini arzetmeğe çalışır.
Sonra Hacer-İ Esved'i
selâmlar, öpmek mümkünse öper; Tekbir ve TeTüîI getirir.
Derin bir hasret, ayrılmanın verdiği üzüntü İçinde arkasını Beytullah'a
çevirmeksizin gerisin geri Mescİd-İ Ha-ram'dan dışarı çıkar.
Mekke'den mümkünse
Seniyye Süfla mevkiinden çıkmak uygun olur. Mümkün olmadığı taktirde kolay
gelen taraftan çıkılır.
Kadınlar da saydığımız
bütün hususlarda mümkünse erkekler gibi hareket eder. Ancak başlarını açmaz.
Sadece yüzlerini açık bulundururlar, Telbİye getirirken seslerini
yükseltmezler. Kendileri duyacak kadar bir ton da tutmaya dikket ederler. Tavaf
esnasında remel yapmazlar, Saye'derken İki yeşil mil arasında hızlanmazlar,
saçlarını tıraş etmezler, sadece uçlarından parmak uçları uzunluğunum)
da kırkarlar. Dikişli elbise giyinirler, renkli elbiseye pek iltifat etmezler.
Ayaklarına da çorap ve ayakkabı giyinirler. Tenha olmadığı takdirde Hacerİ
Esved'i öpmezler. Tenha zamanlarında ise öpebilirler.
Hunsâ (yani hem
dişilik, erkeklik organları bulunan) kimse de kadınlar gibidir, aynı hükme
dahildir.
Karısıyla birlikte
sa'yeden erkek de iki mil arasında hızlanmaz, karısıyla beraber normal yürümeye
devam eder.
Hacce giderken fenalık
geçirip baygın kalan kimsenin yerine arkadaşlarının Telbiye getirip ondan yana
buna niyet etmeleri,, imam Ebû Haiüfe'ye göre caizdir, İmameyn'e göre caiz
değildir. Çünkü daha önce böyle bir tavsiyede bulunmamıştır.
O halde, fenalık
geçirip baygın kaldığı takdirde kendisi adına Tabiye getirmeleri için
arkadaşlarına vasiyyette bulunursa, bi'l-ic-mâ caiz olur. «Uyuyup kaldığım
takdirde de benim adıma telbiye getirip başlatın şeklinde tavsiye ederse, yine
caiz olur. Fukaha bu hususta farklı görüş ortaya koymamıştır. O kadar ki, bu
vaziyette iken arkadaşları onun tavsiyesi üzerine onun adına niyet edip Telbiye
getirdikten sonra kendine gelir de hac ef alini yapmaya başlarsa, caiz olur:
Konuyu Özetliyecek
Olursak
Mikata vardıklarında
kendisinin baygınlığı devam ederse, adına Telbiye getirilip hacce başlanmasını
tavsiye eden kimsenin bu tür tavsiyesi caiz olduğu gibi, arkadaşlannm da onun bu
tavsiyesini yerine getirmeleri caizdir. Tabii bu fetva, İmam Ebû Hanîfe'ye
göredir.
Mikaptan baygın olarak
geçen, fakat tavsiyesi üzerine arkadaşları tarafından onun acuna Telbiye
getirilen kimsenin baygınlığı devam ederse arkadaşları onu baygın vaziyette
menasiki dolaştırıp hac yaptırabilirler mi? Fukaha İni konuda ikiye ayrılmıştır
: Bir kısmına göre, caizdir, ülgerlerine göre. caiz değildir. İkincilerin
görüşünün daha sahih olduğu El-Mebsuf ta belirtilmiş ve Fethü'l-Kadir sahibi
de bu görüşe katılmıştır.
El-münetaka'da İsâ bin
Ebban'ın İmam Muhammed'den yaptığı rivayette, deniliyor ki : «Adam hac için
niyet edip ihrama girerken sıhhati yerinde idi. Sonra fenalık geçirip baygın bir
hal aldı. Bu hali devanı ettiği takdirde arkadaşları onu beraberlerinde taşıyıp
me-nasiki tamamlıyacak olurlarsa, adı geçen adanı haccetmiş sayılır mı?
Baygınlık hali bu durumda yıllarca sürdükten sonra kendine gelse, yine de farz
haccı yerine getirmiş sayılır.
Sırtında taşıdığı
kimseyle birlikte tavaf yapanların tavafları sa-hihtir; birisi hac için, diğeri
umre için niyet etmiş olsa bile hüküm j aynıdır. Bu konuda taşıyanın niyet
etmesine gerek yoktur.
Taşıyan kimse hac için
ihrama girmemiş bile olsa, taşıdığı adamın tavafı yine sahih kabul edilir.
Nitekim yaşlıları, hastaları tahtırevanlar üzerinde taşıyan Arapların çoğu
ihrâmlı değildir.
Hastayı tavaf için
sırtlarına alan arkadaşları ona tavaf yaptırmadan önce uyuyakalır, daha önce de
ben uyuduğum takdirde siz yine-bana tavaf yaptırın diye tavsiyede bulunmamışsa,
caiz olmaz. Tavsiyede bulunmuşsa caizdir.
Ancak uyanık bir halde
sırtlarına alıp tavaf için Kabe'ye yöneldikten sonra uyuyakalırsa, o takdirde
daha önce tavsiye etsin, etmesin yapılan tavaf sahih olur.
Cemrelere taş
atamıyacak kadar hasta ya da halsiz olan kimse, bu hususta yerine vekil
tutabilir.
Hasta bulunan kimse
ücretle kendisini tavaf için taşıyacak bir adam tutulmasını söyler ve sonra
uyuyakalır, onun bu isteğine muha-tab olan kimse vakit kaybetmeden gider de bir
adam tutup getirirse yapılacak tavaf caiz olur. Gecikecek olursa, sahih kavle
göre caiz olmaz. Buna rağmen ücretle tutulan adam onu taşıyıp tavaf yaptırır^
sa, ücretinin ödenmesi gerekir.
Hangi niyetle tavafa
başlarsa başlasın, yapılan tavaf vaktine uygun tavafın yerine geçer. Bunu biraz
daha açıklıyalım : Farz hac için ihrama girip Mekke'ye gelen kimsenin ilk
yaptığı tavaf, kudüm tavafı olarak kabul olunur. Umre için ihrama girip gelen
kimsenin de ilk yapacağı tavaf -ne niyetle başlarsa başlasın- umre yerine geçer.
Ziyaret Tavafı
yaparken, yani ona ait vakit içinde tavaf yaparken -başka bir tavafa niyet etse
bile- ancak ziyaret tavafı yerine geçer.
Sadece Arafat'ta bir ah
bulunmak, yani Arafe günü zevaldan bayram günü fecir doğuncaya kadar geçen zaman
içinde bir an orada bulunmak veya oradan bu süre içinde geçmek -uyku halinde
bile olsa- caizdir. Çünkü bu konuda niyete ihtiyaç yoktur.
Bir velî beraberinde
taşıdığı çocuğuna hac menasikini yaptırırken, Cemrelere taş atmayı ve
Müzdelife'de vakfeyi terkederse bir şey lâzım gelmez. Tabii kendisi bu vâcibleri
yerine getirmiş olmalıdır. Çocuk aklı erecek bir yaşta ise bu gibi menasiki
kendisi yerine getirmeye çalışır, bununla beraber bazı vacipleri terkederse
kendisine bir şey gerekmez.
Çocuğu mevcut
elbiselerinden sıyırıp dikişsiz bir elbise giydirerek hac konusunda onun
hafızasına güzel bir hatıra bırakmak müs-tehabdır. İhrâmlı iken yapılması
mahzurlu olan şeylerden çocuğu da uzak tutması uygun olur. Bununla beraber çocuk
mahzurlu şeylerden birini işliyecek olursa, bir şey gerekmez. Velisine de bu
yüzden bir şey gerekmiyeceği belirtilmiştir.
Çocuk hacci ifsad
ederse, kendisine kazası gerekmez. Çünkü mükellef değildir.
Ancak velisinin bu hususa dikkat etmesi ve çocuğa -şart ve vâciblerine uygun
bir- hac yaptırması müstehabdır.
Umre, i'timar
kelimesinden alınmış bir deyimdir. Sözlük olarak «ziyaret» anlamına gelir. Terim
olarak, ihrama girip K&'be-İ Muazzama'yi tavaf etmek, belirlenen şekilde Safa
ile. Merve arasında şa'yettikten sonra tıraş olmak veya saçların uçlarından
kırpmak suretiyle yapılan ibâdettir.
Umre'nin meşruiyeti
Kitap, Sünnet ve îcmâ ile sabit olmuştur.
Kitap :
«Şüphesiz Safa ile
Merve Allah'ın (koyduğu ve belirlediği) İşaret ve belirtilerindendir. Ka'be'yi
hacceden veya umre yapan kimsenin bu ikisini tavaf etmesinde bir sakınca
yoktur.
Başladığınız hac ve
umreyi Allah için tamamlayın.»
Sünnet :
«Ramazan'da yapılan bir
umre, (sevap bakımından) bir
hacce denktir.»
«Umreden, umreye, İkisi
arasındaki (günah ve hatalara) keffa-rettttf. Şartlarına uygun helal mal ile
yapüan hacc'm karşılığı ise ancak Cennettir.»
Yine İbn Abbas
(R.A.)'dan yapüan sahih rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz dört defa
umre yapmıştır. Bu
bakımdan da icma' umrenin meşruiyetini kabul etmiştir. Ancak sünnet ve vâ-cib
olduğu, bir sene içinde birden fazla yapılıp yapılmıyacağı üzerinde mezhep
imamlarının farklı görüş ve ictihadları olmuştur :
Hanefî ve Maliki
Mezheplerine göre; umre, müekked sünnettir. Ömür boyunca bir defa yapılmasıyla
bu sünnet yerine getirilmiş olur. Tekrarı nafile sayılır.
Şafii ve Hanbeli
Mezheplerine göre; ömürde bir defa olmak üzere farz-i ayndir.
Beş gün hâriç senenin
tamamı umre için vakittir. Dileyen dilediği vakit umre yapabilir. Hacc-i Kiran
yapandan başkasına şu beş günde umre yapmak mekruhtur :
1. Arafe günü,
2. Bayramın birinci günü,
3. Teşrik günleri (üç gün).
Bununla beraber Hacc-İ
Kiran yapandan başkası da bu beş günden birinde umre yapacak olursa kerahetle
sahih ve caizdir. Cumhur-î
Ulemaya göre, senenin her gününde umre yapmak caizdir. Ebû Yusuf a göre, arafe
günü ile onu takip eden üç günde umre yapmak mekruhtur.
Umrenin sadece bir
rüknü vardır, o da Ka'be-i Muazzamayı tavaf etmektir.
Umrenin vacipleri üçtür
: Safa ile Merve arasında sa'yetmek, tıraş olmak veya saçlarını uçlarından
kırpmak. Bu bakımdan vacibin üç değil iki olduğunu söylemek daha doğru olur.
Vakit müstesna, haccm
şartlan, umrenin de şartlarıdır.
Haccın sünnet ve adabı,
umrenin de sünnet ve adabıdır.
Tavafın yedi savundan
henüz çoğunu yerine getirmeden cinsel yaklaşmada bulunmak, umreyi bozar. Kazası
gerekir.
Yalnız umre yapmak
isteyen kimse, Mekke dışından geliyorsa, mikatta veya mikata gelinmeden -ister
hac aylarında olsun, ister diğer aylarda olsun- niyet edip ihrama girer.
Telbiye getirdiğinde umre yapacağını, yani ona niyet ettiğini dil ile de
söyler. Dil ile söylenmediği taktirde yine de sahih ve caizdir. Çünkü niyet
yeri kalbdir. Ne var ki dil ile de ifade etmek af daldır.
Hac için ihrama giren
kimseye neler haram ve mekrûhsa, umre için ihrama girene de aynı şeyler haram ve
mekruhtur.
Mu'temir, yani umre
yapan kimse, ihrâmlı bir vaziyette gelip tavaf yaptıktan, iki rek'at namaz
kılıp Safa ile Merve arasında sa'yet-tikten ve tıraş olduktan sonra umresini
tamamlamıştır, artık ihramdan çıkar ve daha önce kendisine mahzurlu sayılan
şeyler mubah olur.
Bir ihram ile hem hapça
hem umreye niyet etmektir. Böyle yapana KAARİN denir. O halde mikata
gelindiğinde veya mikata gelinmeden önce ihrama girerken : «Allahım! Ben hem
hac, hem umre yapmak istiyorum, bunları birarada bana kolaylaştır ve benden
kabul buyur..» diye niyet eden kimseye artık bu ikisini -giyindiği ihramı hiç
çıkarmadan yerine getirmesi gerekir. Ancak fukahanm çoğu, niyet getirilirken
«Allahunl Ben hem umre, hem hac yapmak istiyorum...» şeklinde niyet edilmesi,
yani önce «umre», sonra «hac» denilmesi daha uygundur, demişlerdir. Bununla
beraber her iki şekilde de niyet etmek caiz ve sahihtir.
Hacc-ı Kıran yapmak
isteyen kimse, ya boy abdesti, ya da normal abdest alıp iki rek'at namaz kılar;
selâm verdikten, yani namazı bitirdikten sonra şöyle der : «Allanır! Ben umre ve
hac yapmak istiyorum. Bunları bana kolaylaştır ve benden kabul buyur..» Sonra
hem umre, hem hac için Telbiye getirir; yani telbiye getirirken diliyle de «Hac
ve umre veya umre ve hac için..,» der. Bununla beraber sadece kalb ile bu
ikisini kasdetmesi kâfidir. Çünkü niyetin yeri kalbdir.
îşte böyle niyet ederek
Telbiye getiren kimse, hem umreye, hem de hacce niyet etmiş ve bu ikisi için
ihrama girmiş olur.
O halde Hacc-ı Kıran
yapmak isteyen kimse Mekke'ye geldiğinde vakit müsaitse önce umre yapar.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, abdest alıp önce Kâ'be'nin etrafında yedi defa
döner, tavaftan sonra iki rek'at namaz kılar ve Safa ile Merve arasında
sa'yeder. -Böylece umresi tamamlanmış olur; ancak ihramdan çıkamaz, haccı edâ
edinceye kadar ihrâmlı bulunur.
Hem umre, hem hac için
iki tavaf üstüste yaptıktan sonra yine ikisi için üstüste iki sa'iy yaparsa,
kerahetle caiz olur.
Kaarm bunun aksini
yapar, yani önce hac için tavaf ve sa'iy yaptıktan sonra umre için tavaf ve
sa'iy yapacak olursa, birinci tavafla sa'iy umre için, ikincisi hac için olur.
Yine kaarın önce umre
ve hacc için tavaf yapar, sonra sa'yeder-ken hac için niyet ederse, yaptığı
sa'iy umre için sayılır. Hac için bilahare yapması gerekir.
Bilindiği gibi yalnız
umre yapan kimse, Safa ile Merve arasında sa'yettikten sonra tıraş olup ihramdan
çıkardı. Ama umre sile haccı bir ihramla niyet1 edip yapan kimse, umreyle ilgili
farz ve vâcibleri yerine getirdikten, yani tavaf ve sa'yettikten sonra artık
tıraş olmaz. Çünkü ihrâmh kalmak zorundadır.
Bu bakımdan genel kaide
olarak şöyle denilmiştir : «Hacc-ı Kıran yapan kimse umre ile hac arasında
taraş olmaz.»
Hacc-ı Kıran yapan
kimse, bayramın birinci günü Cemremi Akabe'ye yedi taş attıktan sonra bir
hayvan boğazlaması vâcibdir. Bunu bayramın ikinci veya üçüncü günlerinde yerine
getirmesi de caizdir.
Hanefîlere göre, Kurban
kestikten sonra değil, tıraş olduktan sonra kaarm artık ihramdan çıkabilir. Bazı
mezheplere göre, kurban kestikten sonra ihramdan çıkmak caizdir.
Hacc-ı Temettü', hac
ayları içinde önce umre için mikatta veya mikata varmadan ihrama girer. Mekke'ye
gelip tavaf yapar. Safa ile Merve arasında sa'yeder ve sonra tıraş olup ihramdan
çıkar; zilhiccenin sekizinci günü hacce niyet ederek yeniden ihrama girer ve
belirlenen şekilde hac menasikini yapar, o da kaarın gibi bir hayvan boğazlar.
Hacc-ı temettü' yapan
kimse, umreyi yerine getirdikten sonra artık memleketine çoluk çocuğuna dönmez.
Hacc-ı Temettü'a niyet
eden kimse, Mekke'ye beraberinde hediy (kurbanlık bir hayvan) götürmediği
takdirde, umreyi yerine getirince ihramdan çıkar ve daha önce yasaklanan şeyler
kendisine mubah olur. $ayet beraberinde bir hediy (kurbanlık hayvan)
getirmişse, o takdirde umreden sonra ihramdan çıkamaz, zilhiccenin sekizinci
gününe kadar bekler ve o gün hacce niyet ederek menasiki yerine getirir.
Umre için tavafın çoğu
şavtını veya tamamını yaptıktan sonra ihramdan çıkmaz ve öylece çoluk çocuğuna
döner, sonra gelip umrenin geriye kalan menasikini tamamlar ve o seneki haccı
yerine getirirse, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre mutemetti'
sa-yılır. İmam Muhammed'e göre,
sayılmaz.
Konuyu Özetliyelim -.
Hacc-ı Temettü,
yapanlar ikiye ayrılır : Hediy (kurbanlık hayvan) beraberinde sevkedip getiren
ve getirmiyen. Beraberinde hediy sevkedip getirmiyen mutemetti. Mikata gelince
önce umre için ihrama niyet edip girer. Mekke'ye vardığında umre için Kâ'b-i
tavaf edip iki rek'at namaz kıldıktan sonra Safa ile Merve arasında sa'yeder başım tıraş edip ihramdan
çıkar. Böylece umresini tamamlamış olur.
İhrama Mikattan girmek
şart değildir. Mikata gelinmeden de girilebilir. Bunun gibi Safa ile Merve
arasında sa'yedip tıraş olduktan sonra mutlaka ihramdan çıkmak da şart
değildir, mutemetti' dilerse ihrâmlı kalabilir.
Mutemetti' Hacer-i
Esved'i istilâm ederken Telbiyeyi keser.1 Diğer vakitlerde Telbiyeye devam
edebilir.
Hacc-ı Temettü'a niyet
edip umreyi yapan kimsenin ihramdan çıktıktan sonra Mekke'de kalması şart
değildir. Başka bir tarafa gidebilir. Ancak zilhiccenin sekizinci günü Mekke'de
bulunup hac için ihrama girer. İhrâmh ya da ihrâmsız bir vaziyette Mekke'de
kalmasında hiçbir sakınca yoktur. Bilakis mukaddes topraklarda günlerini
ibadet, zikir ve teşbihle değerlendirmesi daha iyi olur.
Mutemetti', zilhiccenin
sekizinci günü ya Beytullah'ta, yâ da Haram dahilinde bir yerde niyet edip haç
için ihrama girer. Ne
var ki Beytullah'ta girmesi afdaldır. Ancak Beytullah'ta müsait bir yer bir köşe
bulup ihrama girmesi, utan yerlerinin açılmasını önlemek hususunda titizlik
göstermesi gerekir.
Zilhiccenin sekizinci
günü ihrama girmesi şart değildir. Arafe günü de girebilir. Yeter ki Arafat'ta
belirlenen vakit içinde vakfeye yetişebilsin. Zilhiccenin sekizinci günü ihrama
girmesi, Minâ'ya gidenler için afdaldır. Çünkü o geceyi Minâ'da geçirmek
sünnettir. Sekizinci günden önce de ihrama girilebilir. Dinen bunda bir sakınca
yoktur. Hattâ fukahadan çoğuna göre, böyle yapması afdaldır. Zeylâî de aynı
görüştedir.
Bayramın birinci günü
Minâ'da Cemre-i Akabeye taş attıktan sonra, iki haccı yapma imkânına eriştiği
için şükür olsun diye bir hayvan boğazlaması vâcibdir. Hayvan boğazlamadan tıraş
olmaz. Parası yoksa Arafe gününe kadar üç gün orada, yedi gün de evine döndükten
sonra on gün oruç tutar. Bu üç gün orucu belirtilen günlerden önce veya arafe
gününden sonra tutmak caiz olmaz.
Afdal olan, zilhiccenin yedi, sekiz ve
dokuzuncu günleri oruç
tutmaktır.
Son gününün Arefeye
tesadüf etmesi en uygun olanıdır.
Diğer keffaret
oruçlarda olduğu gibi, buna da geceden niyet getirmesi gerekir. Üstüste
tutulması şart değildir.
Geriye kalan yedi gün orucu, yukarıda belirttiğimiz gibi evinde tutabileceği
gibi, Mekke'de ihramdan çıktıktan sonra da tutabilir.
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, arafe gününe raslıyacak şekilde üç gün önce oruç tutmayana sonraki yedi
günün orucu gerekmez.
Üç günlük orucunu henüz
tamamlamadan veya tamamlayıp henüz tıraş olmadan veya ihramdan çıkmadan bir-
koyun alıp boğazlama imkânına erişen ve bayramın üç günü içinde bulunan
kimsenin tuttuğu oruç hükümsüz kalır, hayvan boğazlaması gerekir.
Tıraş olup ihramdan
çıktıktan sonra henüz yedi günlük orucunu tutmadan boğazlayacak hayvan bulursa,
artık bunun süresi geçmiş sayılır, tuttuğu oruç ise sahih kabul edilir.
Üç günlük.orucu tutar
ve kurban günleri geçtiği halde henüz ihramdan çıkmaz, bu arada boğazlayacak
bir hayvan elde ederse, orucu gelip geçmiştir, kendisine başka bir şey
gerekmez. Yani elde ettiği hayvanı boğazlamasına gerek yoktur. El-Hasen bunu
İmam. Ebû Hanîfe'den rivayet etmiştir.
Önceki üç günlük orucu
tutmayan kimsenin ihramdan çıktıktan sonra yedi gün oruç tutmasına artık gerek
yoktur. Herhalde kan akıtması lâzımdır. Hayvan bulamaz da kan akıtmadan ihramdan
çıkarsa, kendisine iki kan gerekir : Biri hacc-ı temettü' için, diğeri kurban
kesmeden ihramdan çıktığı için. Orucu terkettiği için ayrı bir kan gerekmez.
Hayvan boğazlamaktan
âciz kalır veya öleceği sırada üzerindeki kurban borcunu vasiyyet ederse, bunun
için fidye vermek kâfi gelmez. Onun adına gelecek yıl kurbanın ilk üç gününde
boğazlanmak üzere haram dahilinde bir kurban kesilmesi gerekir. Giden
hacılardan birine para vermek-suretiyle bunu gerçekleştirmek mümkündür.
Hacc-ı Kıran yapanın
vâcib kurban hakkındaki hükmü, Hacc-ı Temettü, yapanın bu konudaki hükmü
gibidir. Yukarıda belnUIuu hususlar onun hakkında da aynen geçerlidir.
Hacc-ı Temettü' yapmak
niyetiyle beraberinde bir hediy şevke-der, gelip Umre yaptıktan sonra,
temettü'den vazgeçerse, bu caizdir. Sevkedip getirdiği hayvanı, Hacc-ı Kıran da
yapmıyacağma göre dilediği şekilde değerlendirebilir. İsterse boğazlayıp etini
fakirlere dağıtır, isterse satıp parasını hayır işlerinde ve başka konularda
değerlendirebilir.
Mekke dışından gelen
hacılar için Hacc-ı Kıran afdaldır. Hacc-ı Temettü' de Hacc-ı îfrad'dan
afdaldır. Bu, mezhebin zahir rivayetine göredir. Mekke halkına Hacc-ı Temettü'
ve Hacc-ı Kıran yoktur. Onlar sadece Hacc-ı İfrad yaparlar.
Mikatlarda oturanlarla
Mikatlarla Mekke arasında oturanlara da sadece Hacc-ı İfrad gerekir. Hacc-ı
Temettü1 ile Hacc-ı Kıran onlar için meşru' değildir.
Mekkeli bir kimse
Kufe'ye gidip oradan Hacc-ı Kıran için ihrama girerse, bu sahih ve caizdir. Ama
Hacc-ı Temettü' için ihrama girerse, temettüu sahih olmaz.
Hac aylan girmeden Umre
için ihrama girip Mekke'ye gelerek umreyi yerine getirdikten ve ihramdan
çıktıktan sonra Mekke'de ikamete başlar, hac ayları girince, bu kez Hacc-i
Temettü' için niyet edip ihrama girerse, mutemetti' sayılmaz. Sadece hac için
ihrama girmiş olur. Ama hac aylarından önce umreyi yerine getirip Mekke'den
çıkıp Mikat'ı geçer, hac ayları girince bulunduğu yerde veya Mî-kat'e gelip
Hacc-ı Temettü' için niyet ederek ihrama girerse, bu caizdir.
Umreyi yaptıktan sonra
hac ayları girer de öylece Mekke'den ayrılır, Mîkat'ı geçer, sonra Hacc-ı
Temettü' için niyet edip ihrama girerse, mutemetti1 sayılmaz. Ancak evine döner,
sonra gelip umre Ve sonra da hac yaparsa o takdirde, mutemetti' sayılır. Bu
görüş, Jtmarn Ebû Hanîfe'ye aittir. İmameyn'e göre, ister hac aylarından ön-;ce
ister sonra Mikat'ı geçsin, umre ve hac için yeniden ihrama girer-;Se,
mutemetti' olur.
Mekke dışındaki bir
adam hac aylarında umre yapıp Mekke'de Iveya Mekke dışındaki başka bir şehirde
ikaamet eder, sonra aynı sene içinde haccetmek üzere ihrama girip menasiki
yerine getirirse, mutemetti' sayılır.
Yine 'hac aylarında
umre için ihrama girer de başladığı umreyi ifsâd eder, bununla beraber umreyi bu
fesad üzerine bina edip tamamlar ve aynı yıl haccederse, mutemetti' sayılmaz.
Bozulan umreyi kaza
ederse, bakılır : Mikat'a dönmeden kaza etmişse yine mutemetti' sayılmaz. Ama
Mikat'a döndükten sonra dönüp umreyi kaza etmiş ve aynı yıl haccetmişse
mutemetti' olur.
Bozulan umreyi kaza
etmeden temettü' ve kıran haccı yapabilen bir yere döner, sonra gelip bozulan
umresini kaza eder ve aynı yıl haccederse, îmam Sbû Hanîfe'ye göre, mutemetti,
olmaz. Meğerki, kendi çoluk çocuğuna gidip sonra umre yapmak üzere ihrama
girerek Mekke'ye döne, o takdirde umreden sonra haccedecek olursa, mutemetti'
sayılır.
Ama hac aylarından önce
umre yaparken onu ifsâd eder, mîkat-tan çıkmayarak bozulan umreyi tamamlar, hac
ayları girince o umreyi kaza eder ve hac menasikini yerine getirirse, bilicmâ1
mutemetti1 olur.
Hac ya da Umre
niyetiyle ihrama girenlere işlenmesi ve yapılmasa yasak olan şeylere Cinayet-i
Hac denir. İşlenen her yasaktan dolayı ister kasden, ister yanüarak, ister
unutarak yapılmış olsun bir ceza gerekir. Ancak Şafiilere göre, yanüarak ve
unutarak işlenen bir cinayetten dolayı ceza gerekmez.
Fukaha Cinayet-i Hacc'ı beş
ana grupta toplamıştır :
1. Güzel koku ve benzeri şeyler sürünmek,
2. Dikişli elbise giyinmek,
3. Salçan tıraş etmek, tırnakları kesmek,
4. Cinsel yaklaşmada bulunmak,
5. Tavaf, sa'y, remel ve remy-i cimarla ilgili yasakları
işlemek,
Bundan başka bir de
Haram dahilinde Avlanmak, Mikat'ı ihram-sız geçmek gibi durumlarda aynı konunun
kapsamına girmektedir.
Bütün bunları dikkate
alarak fukaha işlenen cinayetten dolayı gereken cezaları da şu beş grupta
toplamıştır :
1. İşlenmesinden dolayı yalnız bir koyun ya da keçi
kurban etmek.
2. İşlenmesinden dolayı bir bedene (bir deve veya sığır) kurban etmek.
3. Yarım sâ'
(1667 kg.) buğday tasadduk etmek.
4. Yarım sâ'dan daha az bir miktar tasadduk etmek.
5. Bedelini ödemek.
Güzel koku ve o anlamda
sayılan yağ ve benzeri maddeler genellikle bu konuda üçe ayrılır : Birinci
grup, özellikle güzel koku olarak hazırlanmıştır ve yine bu özelliği nedeniyle
beden ya da elbiseye sürülerek kullanılır. Bundan dolayı -ileride nisbet ve
müddetini belirteceğimiz üzere- keffaret gerekir. Fukahanm icmama göre, bu tür
kokular ilâç olarak ta kulllanılsa hüküm değişmez. İkinci grup, hazırlanışı
itibariyle güzel koku olmadığı gibi, onu bu konuda kullanmak da mümkün
değildir. Hayvan içyağı, gazyağı ve benzeri yağlar bu cümledendir. Kulanıldığı
takdirde keffareti gerektirmez. Üçüncü grup, aslı itibariyle güzel koku
değildir, ancak kimyevî ysl-dan güzel kokulu hale getirilir, güzel kokulu merhem
ve benzeri yağlar bu cümledendir. Bunlar yara için kullanılırsa keffaret
gerekmez, güzel görünüp güzel kokmak için kullanılırsa keffaret gerekir.
Keffareti gerektiren
kokular ve yağlar ister bedene, ister elbiseye, ister oturulan yere (yaygıya,
döşeğe) sürülsün farketmez.
Bu tür kokular ve
yağlar kullanıldığında, çok ise kan akıtmak, az ise sadaka vermek gerekir. Ancak
bu hususta çokluk ve azlığın ölçü ve sınırı nedir?
Meşayihten bir kısmı
çokluğu sürülen organın büyüklüğü ile, azlığı da sürülen organın küçüklüğü ile
belirlemişlerdir. Bir kısmı da büyük organın dörtte birini itibar ederek çokluk
ve azlığı belirlemeye çalışmışlar, büyük azadan birinin dörtte birine sürülürse
çok, daha az miktarına sürülürse az sayılır, demişlerdir. îmam Ebû Cafer bu
konuda daha isabetli bir ölçü ortaya koymuştur : Kullanılan güzel kokiı veya
güzel kokulu yağ, halk tarafından çok kabul ediliyorsa, o çoktur, az kabul
ediliyorsa, o azdır. Ama sahih olan görüş ise şudur : Kullanılan güzel koku az
ise, sürülen azaya itibar edilir. Yani az koku ile bir azasını tamamen
koklandırmışsa bu çok sayılır. Koku çok olursa, o takdirde kokuya itibar edilir,
sürüldüğü azaya değil. Çok kokuyu bir organın dörtte birine bile sürmüş olsa,
yine de bir hayvan boğazlaması gerekir.
Sözünü ettiğimiz ölçü
ve nisbet bedene sürüldüğü takdirdedir.. Elbise veya döşek ve yaygıya
dokundurulduğunda, azlık ve çokluk örfe göre ayarlanır; örfen elbiseye sürülen
kokunun azlık ve çokluğu beraberindeki arkadaşlarının görüşü de olabilir.
Bir azasının tamamına
veya bütün azalarına güzel koku sürünürse, ceza olarak bir koyun boğazlaması
gerekir. Ama her azasına ayrı bir mecliste güzel koku sürünürse, İmam Ebû
Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf'a göre, her azası için ayrı bir koyun ya da keçi
boğazlaması gerekir. İmam Muhammed'e göre, ilk sürdüğü aza için kan
akıtma-mışsa, o takdirde hepsi için bir koyun ya da keçi yeter. Ama ilk sürdüğü
azadan dolayı kan akıtmışsa, o takdirde diğer azalar için ayrı bir kan akıtması
gerekir.
Basma kına yakarsa,
bundan dolayı da bir kan gerekir. Tabii kına çok sıvılaştırılmış olursa hüküm
böyledir. îyice katılaşıp bir örtü halini alırsa, o takdirde iki kan akıtmak
gerekir, biri kına sürdüğü, diğeri başını örttüğü için. Fukahadan bir kısmı bu durumda da sadece
bir kan akıtmak yeter, demişlerdir.
İhrâmlı iken kokulu
sabun ve benzeri bir madde ile başı yıkamak, îmam Ebû Hanîfe'ye göre, bir kan
akıtmayı gerektirir. Kokulu olmayan sabun ve benzeri bir şeyle yıkamak sadece
sadaka vermeyi gerektirir.
Güzel koku bulunan bir
kaba ihrâmlınm eli dokunur da bir organı kaplayacak kadar yapışmış olursa
-ister onu sürünmeyi arzula-sm, ister arzulamasın farketmez- bir kan gerekir.
Daha az miktarda olursa sadaka verilir. Dokunan ele bir şey yapışmazsa, hiçbir
şey gerekmez.
İhrâmlı bulunan kimse
güzel kokulu sürmeden bir ya da iki defa kullanırsa, kendisine sadaka gerekir.
Birkaç defa (yani ikiden fazla) kullanırsa, bir hayvan boğazlaması gerekir. Bu
İmam Muhammed'e göredir.
Sürmeye güzel koku
karıştırıimamışsa, gözleri korumak maksa-diyle kullanmakta bir sakınca
görülmemiştir.
Bedenin çeşitli
yerlerine azar azar güzel koku dokunmuşsa, bakılır : Dokunanların tamamı bir
araya gelince bir organın tamamını kapsayacak ölçüde ise, bir koyun ya da keçi
boğazlamak gerekir. Bu ölçüde değilse sadaka vermekle yetinilir.
İhrâmlı kimse
bedenendeki bir yaraya tedavi maksadiyle güzel kokulu ilâr -sürer, sonra hir
başka yara çıkar, ona da aynı ilâçtan sürerse, -birinci yara iyileşmeden buna
sürmüşse- her ikisi için bir kef~ faret kâfi gelir. Birinci yara iyileştikten
sonra ikinci yaraya sürmüşse, o takdirde iki keffaret eerekir.
Yemeğe karıştırılıp
pişirilen güzel kokulu bir maddeden dolayı keffaret gerekmez. Çünkü yemekle
birlikte pişirtce kısmen de olsun bzelliğini kaybeder. Kokusu yemekte kalsa bile
önemli değildir.
Pişirilmiş yemeğe
sonradan katılan güzel kokulu nesne, yemeğin kokusunu bastıracak ölçüde ise
keffaret gerekir. Değilse, bir şey gerekmez.
Güzel kokulu yağ ve
merhem gibi bir madde sürünmek de kef-fareti gerektirir, bir azayı kaplar
şekilde sürünmek kan akıtmayı, daha az ise sadaka vermeyi gerekli kılar.
Beden ve elbiseye yani
ihrama dokundurulan güzel kokudan dolayı keffaret veya sadaka gerektiğinde,
bunları ödediğinde veya ödemeden dokunan kokuyu gidermek gerekir. Keffaret veya
sadaka verdikten sonra koku yine beden ve elbise üzerinde kalırsa, fukahanm
çoğuna göre ikinci bir keffaret veya sadaka gerekir. En zahir olan görüş te
budur.
Bu gibi şeyleri
koklamak mekrûhsa da keffaret ve sadakayı gerektirmez. Çünkü beden veya
elbiseye yani ihrama yapışan bir durum söz konusu değildir.
İhramının bir ucuna
misk, kâfur ve benzeri güzel kokusu olan bir maddeyi düğümlemekten dolayı fidye
gerekir. Çünkü bu da bir bakıma sürünmek hükmünü taşır. Ancak Ud ve benzeri bir
ağaç parçasını bağlamakta bir sakınca görülmemiştir. Çünkü bu tür ağaçların
kokusu pek az olur, hattâ yakınındaki kimselerin hissetmesi bile çok zordur.
Bununla beraber bu gibi maddelerden de sakınmakta yarar vardır.
Genellikle güzel kokulu
maddelerin satıldığı dükkânlara Attar dükkânı denir. İhrâmlınm gidip bu gibi
dükkânlarda -bir alış veriş için değilse- oturması mekruhtur. Bundan dolayi bir
fidye gerekmez.
Güzel Kokulu Helva
Yemek :
Güzel kokulu helva ve
benzeri bir şey yemekten dolayı fidye gerekmez. Çünkü genellikle helva ve
benzeri tatlılara bazı güzel kokulu maddeler ekilir.
İhrama girmeden
süründüğü güzel koku, ihram giydikten sonra başka bir tarafına dokunup
yayılırsa, bir şey lâzım gelmez- Ancak ihrama girerken buna dikkat etmek, fazla
bir şey bulunuyorsa, ıslak bir bezle sümek uygun olur.
Güzel kokudan
kaçınmanın ve süründüğü takdirde keffaret veya sadaka vermenin iki yararı
vardır :
Birincisi, orası
mahşerden bir tablodur. Sınıf farkı kalkmış herkes bir bakıma eşit duruma
gelmiş ve hesap vermeye hazırlanmıştır. Böylesine manevî ve yüce bir hava içinde
dünya lezzetleriyle meşgul olmamak, oranın havasına en yakışanıdır. İkincisi,
fakir ve muhtaçları korumaya yöneliktir.
İhram kefeni sembolize
edip kıyametteki mahşerin tablosunu yansıtır. Bu bakımdan dikişsiz olması
gerekir. Tam gün, yani sabahtan akşama kadar dikişli bir elbise giyen hacının
bir koyun ya da keçi boğazlaması vâcibdir. Bu süreden daha az bir zaman giyerse,
o takdirde sadaka vermesi gerekir.
Bu durumda giyilen
dikişli elbiseyi ister kasden, ister unutarak, ister bilmediğinden, isterse
zorlanarak giymiş olsun, farketmez.
Üstlük, cübbe, pardesü
ve ceket gibi elbiseleri, kollarını geçirmeden giyecek olursa, bir ceza
gerekmez. Ancak bir zaruretten dolayı sırtına almamışsa, kerahet işlemiş olur.
İhramı bir gün sabahtan
akşama kadar bir sicim veya iplikle sıkıca bağlamak mekruhtur, cezayı
gerektirmez. Çünkü bağlamak dikiş hükmünde değildir. Hem ihramı sırtında ve
göbekten aşağı kısmında tutabilmek için buna ihtiyaç hissedümişse, o takdirde
kerahet kalkar.
İhrâmlı kimse birkaç
gün hiç çıkarmadan dikişli elbiseyi üzerinde giyinik bir vaziyette taşırsa,
sadece bir koyun ya da keçi boğazlaması gerekir. Günlerin sayısınca kan
gerekmez. Bunda icmâ' vaki olmuştur.
İhrâmlı kimse birkaç
gün üstüste gündüzleri dikişli elbise
giyinip geceleri çıkaracak olursa,
yine kendisine bir
keffaret gerekir. Ara yerde bir gündüz fasıla koyacak olursa o takdirde iki
keffaret gerekir.
Başın dörtte birini bir
gün örtülü tutmak ta tamamının örtülü tutulması hükmünde olduğundan bir kan
akıtmak gerekir. Bundan daha az kısmının örtülü tutulmasında sadaka vermek vâcib
olur îmanı Ebû Hanîfe'den meşhur olan görüş ve tesbit bu anlamdadır. İmam
Muhammed'e göre ancak başın çoğu kısmının örtülü tutulması, tamamının örtülü
tutulması hükmündedir. Sahih olan, Ebû Ha-nîfe'nin görüşüdür.
İhrâmlı kimsenin başını
veya yüzünü sarması ve bunu bir rahatsızlıktan dolayı değil de âdet
edindiğinden yapması mekruhtur; bir gün böyle devam ettiği takdirde sadaka
vermesi gerekir.
Yüz, baş ve boyun
nahiyesinden başka vücudunun bir yerine mendil bir şey sarıp bağlayacak olursa,
bir şey gerekmez. Ne var ,ki, bunu bir özürden dolayı yapmıyorsa, kerahet
işlemiş olur.
Testi, Sebet, Leğen ve
benzeri bir eşya ise bir sakınca
yoktur. Çünkü bu tür bir eşya ile başı örtmek âdet değildir. Örtülmesi ve
bu konuda kullanılması âdet olan bir şey olursa, o takdirde ceza gerekir.
İhrâmlı bulunan kimse
bir zaruretten dolayı dikişli
bir entari veya bir gömlek ya da bir sarık giymek zorunda kalırsa, sadece bir
keffaret gerekir. Aynı zaruretten dolayı bir elbise kâfi gelirken iki tane
giyinir, meselâ : Başına bir takke koymak kâfi geldiği halde iki takke veya bir takke bir
de sarık korsa, yine bir keffaret kâfi gelir. Ama basma bir takke koymak
zorunda iken hem bir takke kor, hem de dikişli bir gömlek giyecek olursa, o
takdirde iki keffaret ödemesi gerekir. Çünkü iki giysiyi aynı konuda ve yerde
kullanmamıştır.
Hastalığından dolayı
bir dikişli entari giymek zorunda kalan ihrâmlı kimse, hastalığı, yani zarurî
durumu kalktığı halde giydiği entariyi çıkarmayıp üzerinde bir iki gün taşırsa,
bakılır : Zaruri sebebin kalktığında şüpheli ise, kendisine bir keffaret,
şüpheli değilse iki keffaret gerekir : Biri zaruretten dolayı, diğeri ihtiyari
olarak dikişli elbiseyi çıkarmayıp üzerinde taşıdığı için.
Yakalandığı hastalıktan
dolayı dikişli elbise giymek zorunda kalan ve hastalığının bazen devam edip
bazen iyileşmesi arasında farklı vakitler geçiren kimseye de yakalandığı
hastalık devam ettiği sürece- bir tek keffaret gerekir. Ama yakalandığı
hastalıktan kurtulur da başka bir hastalığa yakalanır ve bu arada dikişli
elbiseyi çıkarmazsa, kendisine bu kez iki keffaret gerekir. Bu, îmam Ebû Hanîfe
ile İmam Ebû Yusuf'un görüşüdür.
İhrâmlı bulunduğu
sırada düşman ile karşılaşır, yani saldırıya geçmek üzere düşman gelmiş
bulunursa, o takdirde dikişli, elbise giyebilir. Düşmanın çekilip tekrar
te'trar gelmesi halinde o da tekrar tekrar dikişli elbiseyi giyip çıkarırsa,
sebep aynı olduğundan sadece bir keffaret gerekir. Sebepler değiştiği takdirde,
ona göre keffaret sayısı da değişir.
Hiçbir zaruret olmadığı
halde saçını tıraş ederse, herhalde bir koyun ya da keçi boğazlaması gerekir.
İhrâmlı iken bilindiği gibi tıraş olmak veya tırnakları kesmek caiz değildir.
Bu yasağı dinlemeyip ister Haram dahilinde, ister haricinde bulunsun saçlarım
tıraş edecek veya tırnaklarını kesecek olursa, îmam Ebû Hânîfe ile îmam
Muhammed'e göre, bir kan akıtması, yani bir koyun ya da keçi boğazlaması vâcib
olur. İmam Ebû Yusuf'a göre, Haram haricinde bunları yapacak olursa, kan
gerekmez.
Başm dörtte biri veya
daha fazlasım tıraş edecek olursa kan akıtması gerekir. Bundan daha az
miktarını tıraş ederse, sadaka vermesi vâcib olur.
Çünkü bir azanın dörtte biri hükümde asgari haddi ifade eder.
thrâmlı için saç ne ise
sakal da odur. Bu bakımdan sakalının ya tamamını ya da en az dörtte birini tıraş
eden kimseye kan akıtmak gerekir. Daha az miktarını kesen ya ela tıraş edene
sadece sadaka dağıtmak gerekir.
Genellikle ihrâmlı
bulunan kimsenin vücudunun herhangi bir yerini tıraş etmesi yasaktır. Bu
bakımdan koltuk altlarını veya utan yerini tıraş eder ya da makasla kırparsa o
takdirde bir kan akıtması gerekir. Hattâ koltuk altlarını elleriyle yolup
kıllarını temizlerse yine de aynı ceza vâcib olur.
Koltuklarından birinin
kıllarının çoğunu tıraş eder veya
yolarsa, sadece bir sadaka vermesi gerekir. Hacamet yaptırdığı yeri tıraş
edecek olursa, İmam Ebû Hanîfeye göre, bir kan akıtması gerekir. İmameyn'e göre
sadaka vermesi kâfi gelir. Çünkü tıraş edilen kısım bağlı bulunduğu azanın
dörtte birini teşkil etmez.
Bıyıklarından kırpan
veya bir kısmını tıraş edene sadaka gerekir. Bıyıkların tamamını tıraş edecek
olursa, bakılır. Tıraş edilen kısım sakalın dörtte birine tekabül ediyorsa, kan
gerekir, etmiyorsa, o nisbette sadaka gerekir.
Diz kapağına kadar
bacağını veya diz kapağından kalçaya kadar olan kısmı tamamen tıraş ederse kan
akıtması gerekir. Tamamını tıraş etmediği takdirde sadaka gerekir. Bunlar baş
ve sakal gibi dörtte bir hükmüne tabi' değildir.
Bundan dolayı kan
gerekmez, her kıl karşılığında bir avuç yiyecek sadaka etmesi vâcib olur.
Dazlak olup başında
dörtte bir nisbetinden daha az saç bulunan kimse, mevcudun tamamını tıraş
ederse, sadece sadaka gerekir. Dörtte birine tekabül ederse, o takdirde bir kan
akıtması vâcib olur.
Ekmek ve benzeri bir
şey pişirirken veya saç ve sakalını kaşır veya tararken birkaç kıl yanacak veya
dökülecek olursa, o takdirde kendisine sadaka dağıtmak gerekir.
Bulunduğu yerden
ayrılmadan şaç ve sakalını, koltuk altı ve utan yerlerini tıraş edecek olursa,
sadece bir kan akıtması kâfi gelir. Ama bunlardan her birini ayrı bir yerde
tıraş edecek olursa, o takdirde her biri için bir kan akıtması vâcib olur. Bu,
İmam Ebû Hanî-fe üe îmam Ebû Yusuf'un görüşleridir.
Ara yere bir keffaret
verilmişlik girmediği takdirde hepsi için -tıraş edilen yerler ayrı da olsa- bir
kan akıtmak kâfi gelir, imamların bu hususta görüş birliği vaki olmuştur.
îhrâmlı kimsenin tıraş
olması yasaklandığı gibi, başkasını da tıraş etmesi öyle yasaklanmıştır. O
halde ihrâmh bulunan kimse ih-ramlı olsun olmasın başka birini tıraş edecek
olursa, kendisine bir sadaka dağıtması vâcib olur. İhrâmh olmayan bir kimsenin
bıyıklarını kırpar veya tırnaklarını kesecek olursa, fakirlere yemek yedirmesi
gerekir. Bunun için belli bir ölçü ve nisbet belirtmeye gerek görülmemiştir,
dilediği kadar yedirebilir.
İhrâmh kimse bayramın
birinci günü Cemre-i Akabe'ye yedi taş attıktan ve gerekiyorsa kurban kestikten
sonra tıraş olabilir. Bayramın ilk üç günü içinde tıraş olması vacibdir. Bunu
geciktirecek olursa, o takdirde kendisine bir kan akıtmak vâcib olur.
Hacc-ı Temettü' veya
Hacc-ı Kıran yapan kimsenin de bir hayvan boğazlaması bayramın ilk üç gününde
vacibdir; geciktirecek olursa, bunun için ayrı bir kanda akıtması gerekir.
Bu durumda kendisine
iki kan akıtmak gerekir : Biri tıraş olduğu, biri de Hacc-ı Kıran yaptığı için.
Bu, îmam Ebû Hanîfe'ye göredir. Diğer imamlar aynı görüşte değildir.
Bir elini ya da bir
ayağının tırnaklarının tamamını kesen ih-râmlıya bir kan akıtmak vacip olur. Bir
meclisten ayrılmadan iki el ve iki ayağının tırnaklarım kesecek olursa, yine bir
kan gerekir. Meclisler ayrı olursa, kan akıtmak sayısı ona göre değişir.
Bir elinin ve bir
ayağının üç tırnağım kesecek olursa, her tırnak karşılığında yarım sâ' (1667
kg.) buğday sadaka olarak dağıtması gerekir.
Bulundağu mecliste hem
başının dörtte birini tıraş eder hem bir azasına güzel koku. sürünür, hem koltuk
altlarının ikisini yolarsa her biri için -cinsleri değişik olduğundan- bir kan
gerekir.
İki el ve iki ayağının
her birinden dörder tırnak kesecek olursa, kendisine bunun için sadaka dağıtmak
gerekir; her tırnak karşılığın da yarım sâ buğday (1667 kg.) verir.
İhrâmlmm kırılıp asılı
kalan tırnağını kesmesinden dolayı bir ceza gerekmez.
Saç ve Tırnakları bıçak
ustura makas gibi aletlerle kesmek ne ise, bunları yolmak veya diş ile koparmak
ta ayni şeydir. Yani ihram-h hakkında ayni hükme tabi'dirler.
Bu Konuda Genel Kaide :
İhrâmh bulunan kimse
hiçbir özür yokken yasaklardan birini işleyecek olursa, kan akıtması vâcib ise,
onu Harem dahilinde kesip dağıtması, sadaka ise onu harem dahilindeki fakirlere
vermesi gerekir. Yasaklardan birini bir hastalık ya da illetten dolayı
işliyecek olursa o takdirde şu üç keffaretten birini yapmakta serbesttir :
Nü-sükte bulunmayı arzu eder bir hayvan boğazlarsa, bunu Harem dahilinde
boğazlar. Harem dışında ise her birine yarım sâ' buğday olmak üzere altı fakire
sadaka dağıtabilir veya nerede mümkünse orada üç gün oruç tutar.
Yukarıdaki genel
kaidede bu husus belirtildi. Hacı namzetlerinin bilhassa buna dikkat etmeleri
gerekir. Altı fakire dağıtacağı sadakayı Harem dahilinde dağıtabileceği gibi,
onun dışında da dağıtabilir. Yine bu konuda gereken üç gün orucu Harem dahilinde
tutabileceği gibi onun dışında da tutabilir. Aynı zamanda bir iki gününü bir
yerde bir gününü başka yerde tutabilir.
İhrâmlı bulunan kimseye
Harem topraklarında da, onun dışında da cinsel yaklaşma ve ona yol açan diğer
bütün davranışlar haram kılınmıştır. Çünkü ilâhî rahmet ve inayetin bolca
tecelli ettiği hac günlerinde mü'min bütün mevcudiyetini Allah'a verdiği, tam
bir teslimiyet gösterip mahviyet içinde kulluğunun mâna ve ölçüsünü
sergilediği oranda Allahma yaklaşmış ve haccm faziletine erişebilmiştir. Bu
vadideki teslimiyet sabır, ciddiyet ve vekar ister. Dünyevî arzulardan uzak bir
gönül, zikrullah ile gıdasını alan bir ruh ister, Cinsel yaklaşma ve onu davet
eden davranışlar hem bu teslimiyeti kökünden yıkar,- hem haccm faziletini,
vakfeden önce yapılmışsa haccm sıhhatim alıp götürür.
Gerçi tabii yolun
dışında temasta bulunmak, kadına şehvetle dokunmak, öpmek ve okşamak haccı ve
umreyi bozmaz, ama faziletini sıfıra düşürebilir. Tabii yoldan cinsel yaklaşmada
bulunmak ise, tavaftan önce ise, haccı ifsad edip gelecek yıl kaza edilmesini
gerektirir. Vakfeden sonra ise kan akıtmayı gerektirir.
Konuyu özetliyecek
olursak, cinsel yaklaşmayı davet eden öpmek, şehvetle dokunmak ve benzeri
hareketlerde bulunmak -meni aksın akmasın- bir kan akıtmayı gerektirir.
Şehveti tahrik edecek
bir şeye bakar da menisi akarsa, günahkâr olur, haccm fazilet ve sevabını
düşürür, ancak ceza olarak bir şey gerekmez. Bu
tür şeyleri düşündüğü için menisi akarsa, hüküm yine aynıdır.
El İle İstimna :
El ile iskimnâda
bulunan kimseye, İmam Ebû Hanîfe'ye göı-e bir kan akıtmak, yani bir koyun ya da
keçi boğazlamak gerekir.
Yalnız farz olan hacce
niyet edip ibrama giren kimse henüz Arafat'ta vakfe yapmadan karısıyla cinsel
yaklaşmada bulunursa, ikisinin de hacci faâsit olur. Bu husustaki cinsel
yaklaşmanın ölçüsü, iki sünnet yerinin birleşmesiyle açıklanmıştır. Tenasül
aletinin tamamının girmesi şart değildir. Sünnet yerleri kaybolacak biçimde bir
temas meydana gelirse -meni aksın akmasın- hacci ifsad eder. Karı kocadan her
birinin bir koyun ya da keçi boğazlaması ve gelecek yıl bozulan haccı kaza
etmeleri gerekir. Bu durumda umre onlara vâcib olmaz. Çünkü ihrama girerken
yanlız farz hac için niyet etmişlerdi.
Bu konudaki cinsel
yaklaşmanın unutularak, kasden yapılarak, zorlanarak veya uyku halinde meydana
gelerek vukuu arasında fark yoktur; hepsi de aynı hükmü gerektirir.
Koca çocuk denecek
çağda olursa, veya kadm çocuk denilecek yaşta bulunursa, birinci şekilde
kadının, ikinci şekilde erkeğin haccı fasit olur. Kadının aklî dengesi bozuk
olursa çocuk hükmünde sayılır.
îhrâmlı bulunan karı
koca bir defa vakfeden önce bir defa da vakfeden sonra cinsel yaklaşmada
bulunacak olurlarsa, bakılır : Bu iki yaklaşmayı aynı yerde yapmışlarsa, her
birine bir hayvan boğazlamak gerekir. Ayrı ayrı yerlerde yapmışlarsa, her
birine iki hayvan boğazlamak gerekir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'un
görüşüdür. İmam Muhammed'e göre, her iki durumda da bir hayvan boğazlamaları
gerekir. Çünkü vakfeden önceki cinsel yaklaşma hac-cı ifsad etmiştir.
Vakfeden sonra
karısıyla cinsel yaklaşmada bulunan kimsenin haccı bozulmaz, bunu ister unutarak
yapsın, ister kasden
bilerek yapsın farketnıez. Ne var ki bir kan akıtması vâcib olur.
Buradaki kandan maksad,
karı kocadan her birinin birer deve veya sığır boğazlaması kasdediliyor. Birer
koyun ya da keçi boğazlamaları kâfi değildir.
Vakfeden sonra ayrı
ayrı yerlerde iki veya üç defa cinsel yaklaşmada bulunurlarsa, birincisi için
birer deve veya sığır, ikinci ve üçüncüsü için birer koyun ya da keçi
boğazlamaları gerekir. Bu da yine İmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yusuf'a göredir.
Karı koca bayramın
birinci günü Cemre-i Akabe'ye taş atıp kurban kestikten sonra henüz tıraş
olmadan cinsel yaklaşmada bulunurlarsa, her birine bir koyun ya da keçi
boğazlamak gerekir. Tıraş olduktan sonra Ziyaret tavafın yapıp öylece cinsel
yaklaşmada bulunurlarsa bir şey gerekmez. Çünkü artık hac menasiki
tamamlanmıştır.
Tavaf bilindiği gibi
yedi şavttan ibarettir. Bunun dört şavtıni yapmak farz, geriye kalan üç şavtmı
yapmak vâcibdir. O halde üç şavt yapıp farzı tamamlamadan cinsel yaklaşmada
bulunan kimsenin haccı bozulmaz, ama kendisine bir bedene (deve veya sığır)
boğazlamak gerekir.
Bu durumda takdim ve
te'hir vardır. Ancak farz olan tavafı yerine getirdikten sonra cinsel
yaklaşmada bulunduğu için sadece bir koyun ya da keçi boğazlaması kâfi geîir.
Henüz tavaf yapmadan
veya tavafın üç şavtını yaptıktan sonra cinsel yaklaşmada bulunan kimsenin
umresi fasit olur. Ne var ki o vaziyette hürmeten tamamlar, bir koyun ya da keçi
kurban edip sonra kaza eder.
Ama tavafın dört
şavtını veya tamamını yaptıktan sonra cinsel yaklaşmada bulunursa, umresi
bozulmaz, kendisine ancak bir koyun ya da keçi boğazlamak gerekir.
Tıraş olmadan önce
yaklaşmada bulunduğu için umresi bozulmaz, ama bir koyun veya keçi boğazlaması
gerekir. Tıraş olduktan sonra haliyle cinsel yaklaşmada bulunmasında bir sakınca
kalmaz.
Bu durumda hem umresi
hem haccı fasit olur, ancak o vaziyette haccın menasikini usulen yerine
getirir. Kendisinden kıran kurbanı sakıt olur ve umre ile haccı birarada
bozduğu için iki koyun ya da keçi boğazlaması gerekir. Gelecek yıl bozduğu umre
ile haccı kaza etmesi vâcib olur.
Bu durumda umresi
bozulmaz, haccı bozulur. Gelecek sene bozduğu haccı kaza etmesi gerekir. Ancak
bu arada kendisine iki kan akıtmak vâcib olur. Biri umreyi tamamladığı, diğeri
hac için vakfe yapmadığı için.
Bu durumda hem umresi,
hem haccı fasit olmaz. Ancak hac için bir kan akıtması, umre için bir koyun ya
da keçi boğazlaması gerekir.
Ziyaret tavafını
yaptıktan sonra cinsel yaklaşmada bulunursa bir şey gerekmez. Ancak henüz tıraş
olmadan ziyaret tavafını yapar ve yine tıraş olmadan cinsel yaklaşmada
bulunursa, kendisine iki koyun ya da keçi boğazlamak gerekir. Çünkü ihram henüz
üzerinde duruyordur.
Yukarıda belirtilen
hususlarda, beraberinde hediy (kurbanlık koyun) sevketmişse, Hacc-ı Kıran'a
niyet eden gibidir. Hediy sevket-memişse, yalnız hac ve yalnız umre yapan kimse
gibidir. Meselâ: Tavaftan önce cinsel yaklaşmada bulunursa mut'adan dolayı vâcib
olan kurban kalkar. Umresi fasit olur. Kaza etmesi gerekir. Arafat'ta vakfe
yapmadan cinsel yaklaşmada bulunursa, haccı fasit olur ve kendisine ceza olarak
bir koyun boğazlamak, gelecek sene de bozulan haccı kaza gerekir.
Hu -konuda uykuda
cinsel yaklaşmada bulunmakla zorla bunu yapmak arasında fark yoktur. Hepsi için
de belirtilen cezalar gerekir.
Haccm farzlarından biri
olan Ziyaret Tavafını abdestsiz olarak yerine getiren kimseye bir koyun ya da
keçi boğazlamak gerekir. Cü-nüp olarak bunu yaparsa bir deve ya da sığır
boğazlaması vâcib olur.
Bunun gibi, sözü edilen
tavafın yedi şavtmdan dördünü veya daha fazlasını abdestsiz ya da cünüp yapan
kimseye de aynı ceza gerekir.
Ancak Mekke'de kalma
imkânı olanlar için sözü edilen tavafı abdestsiz veya cünüp yerine getirdiğinde,
iade ederse, yani abdest-sizse abdest alır, cünüp ise gusleder ve öylece yeniden
yaparsa artık kan akıtması gerekmez. Afdal olan da budur. Fukahanm çoğuna göre,
bu durumda olan kiirisenin abdestsiz ise abdest alıp iade etmesi mendup, cünüp
ise gusledip iade etmesi vâcibdir. En sahih olan görüş te budur.
Abdestsiz tavaf
yaptıktan sonra onu bayram günleri geçtikten sonra abdest alıp iade etmesi yine
kâfi gelir ve bundan dolayı bir ceza da gerekmez. Ama cünüp olarak yaptığı
tavafı bayramın ilk üç gününde gusledip iade ederse, bir şey gerekmez. Üç günden
sonra iade ederse İmam Ebû Hanife'ye göre, bir kan akıtması gerekir.
Ziyaret tavafını cünüp
bir halde yapıp iade etmeden evine çoluk çocuğuna dönerse ne yapması gerekir?
Yeniden ihrama girip Mekke'ye gelme imkânı varsa öyle yapar. Bu imkâna sahip
değilse Harem dahilinde boğazlanmak üzere bir deve veya sığır gönderir. Bu da
mümkün değilse, Mekke'ye giden bir mü'mine yine bir deve veya sığır satın
alınıp o maksadla boğazlanmak üzere para verir. Tabii Mekke'ye dönüp iade etmesi
afdaldır.
Bu durumda dönüp tavafı
iade imkânı varsa öyle yapar. Yani dönmesi caizdir ve kâfidir. Bu mümkün
olmadığı taktirde ya bir koyun, ya da koyun satın alınacak para göndererek Harem
dahilinde o maksatla boğazlatması caizdir. Bunun afdal olduğunu söyliyen-ler
var. Sahih olan da budur.
Ziyaret tavafından üç
veya daha az şavtı terkedip öylece evine giden kimsenin artık Mekke'ye,dönmesine
gerek yoktur, sadece bir koyun göndermesi kâfidir. Bununla beraber dönüp kalan
şavtlan yaparsa, artık kan akıtmasına lüzum kalmaz.
Bu durumda kalan kısmı
yapmadan evine giderse, o taktirde her şavt için yarım sâ' (1667 kg.) buğday
sadaka olarak dağıtması gerekir. İadesine lüzum kalmaz.
Sözü edilen tavafın az
bir kısmını cünüp olarak yaptıktan sonra çoluk çocuğuna giderse, o takdirde bir
koyun boğazlaması gerekir.
Mekke'de bulunuyorsa,
koyun boğazlamaya gerek yok, cünüp vaziyette yapmış olduğu şavtları iade etmesi
gerekir.
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, bayramın ilk üç gününde iade ederse bir şey gerekmez. Bundan sonra iade
edecek olursa, her şavt için yarım sâ' (1667 kg.) buğday sadaka olarak
dağıtması gerekir. Bu
iki görüşle de amel etmek caizdir.
Tavaf, namazı kıyas
edilemiyeceğinden sadece kerahet vardır. Yaptığı tavaf kâfi gelir, bir ceza
ödemesine lüzum yoktur.
Veda' tavafını
abdestsiz yapan kimse, bunu iade ederse bir şey gerekmez.. İade edemediği
taktirde, Şöyleki Mekke'den ayrılmış durumdadır, o zaman bir sadaka vermesi
gerekir. En sahih olan görüş ve tesbit budur.
Veda' tavafınmm
tamamını veya şavtlarmdan çoğunu cünüp olarak yaparsa, Mekke'den aynlmamışsa
iade etmesi gerekir. Başka bir ceza gerekmez. Çoluk çocuğuna ayrılıp gitmişse, o
taktirde bir koyun boğazlaması gerekir.
Veda' tavafının yedi
şavtmdan azını cünüp olarak yaptıktan sonra iade etmeden evine dönerse, o
takdirde cünüp olarak yaptığı her şavt karşılığında yarım sâ' (1667 kg.) buğday
sadaka olarak dağıtması gerekir. Mekke'den henüz aynlmamışsa, gusledip cünüp
yaptığı şavtları iade ederse, o takdirde vâcib yerine gelmiştir, başka bir
cezaya gerek yoktur.
Veda tavafının tamamını
veya çoğu kısmını terkederse, iade etmediği takdirde bir koyun boğazlaması
gerekir. Sadece üç veya iki şavtını terkederse, her şavt karşılığında bir fakire
yarım sâ' buğday veya kıymetini sadaka etmesi vâcib olur.
Ziyaret tavafını cünüp
olarak yaptıktan sonra, onu henüz iade etmeden bayramın üçüncü günü veda'
tavafım abdestli bir vaziyette yerine getirirse, bu, cünüp yapılan Ziyaret
Tavafı yerine geçer ve veda1 tavafını terketmiş sayılır. İade. etme imkânı varsa
onu da iade eder, yoksa bir kan akıtması gerekir. Bu durumda veda tavafını
teşrik günlerinin sonunda yaparsa, ziyaret tavafı yerine yine geçer, ne var ki
İmam Ebû Hanife'ye göre, ona iki koyun kurban etmek gerekir : Biri veda'
tavafını terkettiği için, diğeri Ziyaret Tavafını bayramın ilk üç günü içinde
yapamadığı için.
Ziyaret Tavafını
abdestsiz yapar, veda' tavafım da abdestli olarak teşrikin en son günü yerine
getirirse, sadece bir kan akıtması gerekir. O da tavafı abdestsiz yerine
getirdiği için.
Bu durumda kendisine
iki kan akıtmak gerekir : Biri Ziyaret tavafını abdestsiz yaptığı, diğeri veda'
tavafını cünüp yerine getirdiği için.
Bilindiği gibi, Ziyaret
Tavafı haccm rükünlerinin ikincisidir, ter-kedildiği takdirde hac noksan kalmış
olur. Bunu yapmadığı sürece karısına yaklaşamaz. Vâcib olan süresi, bayramın ilk
üç günüdür. Farz olarak yerine getirilmesi için bir süre yoktur. Senenin her
gününde yapılabilir.
Bu iki tavafı terkedip
ayrıldıktan sonra dönüp iade ederse kendisine sadece bir kan akıtması gerekir,
Bu da ziyaret tavafını yapılması vâcib olan günlerde yerine getirmediği
içindir. Veda' tavafını geciktirdiğinden dolayı bir şey gerekmez. Bu, İmam Ebû
Hanîfenin içtihadıdır.
Ziyaret tavafını
terkeder ama veda' tavafım yerine getirirse, bu durumda Veda Tavafı Ziyaret
Tavafı yerine geçer ve Veda' tavafı j yerine getirilmediği için bir koyun
boğazlaması gerekir.
Ziyaret Tavafının dört
ya da daha fazla şavtını terkeder, fakat Veda' Tavafını tam olarak yaparsa, o
takdirde Veda* Tavafının dört ya da daha fazla şavtı terkedilen Ziyaret
Tavafının yerine geçer, veda tavafımn çoğu yerine getirilmediği için -îmam Ebû
Hanîfe'ye göre- bir kan akıtması gerekir. Tabii iadesi mümkün olmadığında
böyledir...
Sözü edilen iki
tavaftan her bîri için dört şavt yaparsa, o takdirde bunun yedisi Ziyaret
Tavafına sayılır, geriye veda' tavafı için bir şavt kalmış ve altı şavt
terkedilmiş olur. îâde etmediği takdirde bir koyun boğazlaması gerekir.
Her iki tavaftan dörder
şavt terkederse, geriye yapılan altı şavt kalır ve bu ziyaret tavafına sayılır.
Bu takdirde iki koyun kesmesi gerekir : Ziyaret tavafının geri kalan kısmını
terkettiği için bir koyun, bir de veda' tavafını terkettiği için...
Ziyaret tavafının
sadece dört şavtını yapar, veda tavafını hiç yapmazsa, o takdirde haccı caizdir.
Çünkü farz olan tavafın çoğunu yerine getirmiş, rükün sayılacak kadarını
gerçekleştirmiştir. Ne var ki bu durumda kendisine, biri ziyaret tavafını noksan
bıraktığı için, diğeri veda' tavafını terkettiği için iki koyun boğazlaması
gerekir, tkinci yıl hacce gidenlere para verip Minâ'da veya Harem toprakları
dahilinde boğazlanmasını sağlar.
Kudüm Tavafım abdestsiz
ya da cünüp yaptığı takdirde ne lâzım gelir? Fukahamn çoğuna göre, bu tavaf
sünnet olmakla beraber abdestsiz yapıldığı takdirde bir sadaka vermesi gerekir.
Cünüp yaptığı takdirde bir koyun boğazlaması icâb eder:
Gayetü'I-Beyân'da bu
hususa temas edilerek şöyle
denilmiştir :
Kudüm tavafını
abdestsiz yaptığı gibi ondan hemen sonra yine abdestsiz olarak sa'yedip remel
yaparsa, bu caizdir. Ne var ki, Ziyaret Tavafından sonra sa'y ile remeli iade
etmesi afdaldır. Ama cünüp olarak kudüm tavafını ve akabinde sa'y ile remel
yaparsa, bu durumda ziyaret tavafından hemen sonra sa'y ile remeli yapması
vâ-cibdir.
Umre tavafını abdestsiz
ya da cünüp yapar ve iade etmeden evine dönerse, o takdirde her iki surette de
istihsanen bir koyun boğazlaması gerekir. Mekke'den ayrılmadan iade edecek
olursa, .bir şey lâzım gelmez.
Sa'y'i abdestsiz
yaptığı takdirde bir şey gerekmez. Bu bakımdan tavafı iade eder de sa'y'i iade
etmezse umresi tamam sayılır.
Mekke'de bulunduğu süre
içinde bunu iade etmesi gerekir. İade etmediği takdirde bir kan akıtması vâcib
olur.
Safa ile Merve arasında
sa'yetmek, bilindiği gibi vâcibdir. Bunu terkeden kimsenin haccı tamamsa da bir
kan akıtması gerekir.
Bir kimse abdestsiz
veya cünüp bulunduğu halde Safa ile Merve arasında sa'yederse, yaptığı sa'y
sahih sayılır, ancak sünneti ter-kettiğinden kerahet işlemiş olur. Bunun gibi,
ihramdan çıktıktan ve karısıyla cinsel yaklaşmada bulunduktan sonra gelip
sa'yederse yine de sahihtir. İsterse hac ayları çıktıktan sonra gelip bu vacibi
yerine getirsin, haccı tamamdır. Sadece sünneti terkettiğinden kerahet işlemiş
kabul edilir.
Ciddi hiçbir, özürü
bulunmadığı halde binek üzerinde veya
tahtirevan üzerinde tavaf yapıp sa'yederse, hem tavafı, hem sa'y'i iade
etmesi gerekir. Mekke'den ayrılmışsa, o takdirde bunun için bir kan akıtması
vâcib olur. Bir özürden dolayı böyle yapmışsa, hiç
bir şey gerekmez.
Arafat'tan İmam henüz
hareket etmeden ve güneş batmadan önce hareket ederse, bir kan akıtması
gerekir. Güneş battıktan sonra olur ise bir -şey lâzım gelmez. Birinci durumda
hareket ettikten sonra dönüp -güneş de henüz batmamışsa- güneşin batmasını
bekler ve öylece hareket ederse, bir ceza gerekmez. Sahih olan da budur. Ama
güneş battıktan sonra dönerse, bu yüzden kendisine gereken cezayı herhalde
yerine getirmesi vâcibdir. Yani bir koyun boğazlar.
Bilindiği gibi, fecir
doğduktan sonra az bir süre olsun Müzdelife'de bulunmak vâcibdir. Terkinden
dolayı bir koyun boğazlamak gerekir.
Cemrelere taş atmak
vâcibdir. Bunların hepsini terketmek, yani her üç cemreye' taş atmayı terketmek,
veya bu cemrelerden Cemre-i Akabe'ye bayramın birinci günü taş atmayı terketmek
bir kan akıtmayı gerektirir. Eğer taş atmanın önemsiz bir kısmım terkederse, bu
durumda atmadığı her taş karşılığında yarım sâ' (1667 kg.) buğday veya bunun
bedelini para sadaka etmesi gerekir.
Vâcib olan bir nüsükü
geciktirmekten dolayı bir kan akıtmak genel kaidedir. Bunun gibi bir vacibi
terketmekten dolayı da bir kan akıtmak gerekir.
Av hayvanı denilince,
yaratılışı itibariyle yabanî olup şartlarına uygun avlanması mubah olan
hayvanlar hatıra gelir. İslâm Fıkhmda bu mâna ve tarifle av hayvanlarını
genellikle iki kısma ayırmışlardır : Doğup üremesi karada olanlar; doğup
üremesi suda olanlar. Çünkü bu hususta asıl olan doğum yeridir; yaşama ise
bundan sonra gelir ve arızîdir. Bu bakımdan karada doğup üreyen bir hayvanın
bilahare denizde veya herhangi bir suda yaşaması, onun kara hayvanı ve avı
olduğunu değiştirmiyor. Bunun gibi, denizde doğup üreyen bir hayvan sonraları
karada yaşamaya başlar veya bazen karada, bazen denizde yaşarsa; bu da arızi
sayıldığından onun suda yaşayan bir hayvan ve av olmaktan uzaklaştırmıyor.
Hac veya Umre için
ihrama girenlere, deniz yani suda doğup üreyen hayvanların avı haram kılınmamış,
karada doğup üreyenle-riri avlanması haram kılınmıştır. O
halde ihrâmlı kimse bir av hayvanı öldürür veya öldürülmesine yardımcı olursa,
kendisine ceza gerekir.
Bu hususta bilerek
kasden öldürenle, bilmeden veya unutarak ya da yanılarak öldüren veya
öldürülmesine yardımcı olan arasında bir fark yoktur. Yani hepsi için de
haramdır, işlendiği takdirde ceza vâcib olur.
Bunun gibi ilk olarak hacce gelenle, birkaç defa gelen arasında da fark yoktur.
Aynı cezayı ödemekle yükümlüdürler.
Avın başkasının
mülkünde olmasıyla, boş sahipsiz bir arazide olması durumu değiştirmez, her
ikisi de aynı hükme tabi'dir.
Öldürüldüğü yer ve
zamana,göre âdil iki kişinin bilgilerine müracaat edilir, onların takdirine
göre, ceza ödenir. Av hayvanının kıymetlendirilme diği bir yerde meydana gelen
öldürme olayı, o yere yakın bir yerin kıymetiyle takdir edilir.
Bu kıymet nakit olarak
mı fakirlere dağıtılır, yoksa bir koyun ya da keçi alınıp boğazlanır? Takdir
edilen kıymet, boğazlanması mubah olan bir hayvan satın almaya yettiği takdirde,
hayvan alıp boğazlamak daha iyi olur. Yetmediği takdirde nakit olarak ödenmesi
daha uygundur. Ne var ki bundan her fakire yarım sâ' (1667 kg.) buğdaya tekabül
edecek biçimde vermek af daldır.
Öldürdüğü av hayvanının
kıymetini nakit olarak karşılıyamadı-ğı takdirde her yarım sâ' için bir gün oruç
tutar. Fukahanm çoğu, parası olduğu halde bunu dağıtmayıp yerine oruç tutabilir,
diye cevaz vermişlerdir.
Ödeyeceği miktar yarım
sâ'dan az olursa, o takdirde ya bunu nakden .öder, ya da bir gün oruç tutar.
Öldürdüğü av hayvanının
karşılığında takdir edilen nisbet bir koyun satın alınacak kadar ise, o takdirde
boğazlıyacağı koyunu herhalde Harem dahilinde kesip dağıtması gerekir. Ama
buğday dağıtacak olursa, bunu Harem dahilindeki fakirlere vermek şart değildir.
Oruç ta.böyledir, dilediği yerde tutabilir.
Harem dışında
boğazhyacak olursa, o takdirde gereken cezadan kurtulmak için her fakire yarım
sâ' buğdaya tekabül edecek kadar et dağıtır. Fukaha buna da cevaz vermiştir.
Bu bakımdan Harem
dahilinde avlanan ihrâmlıya gereken ceza hil'de avlanan ihrâmlıya gereken
cezanın aynıdır. Ayrıca Harem'de avlandığı için bir ceza daha gerekmez.
İhrâmlı olmayan kimse
Harem dahilinde avlanamaz. Avlandığı takdirde, ihrâmlıya gereken cezanın aynı
ona da gerekir. Şu farkla ki orada oruç tutması caiz değildir.
Hacc-ı Kıran için
ihrama giren kimse bir av hayvanını öldürürse kendisine iki ceza gerekir, çünkü
hem Umre'ye hem de hacce niyet etmiştir.
İhrâmlı kimse nü veya
haremde eti yenmiyen bir hayvanı öldürürse, yine kendisine ceza gerekir. Ancak
öldürdüğü hayvanın kıymeti bir koyunun değerini aşmaz.
Yabani hayvanlardan
biri ihrâmlıya saldırır, o da başka çare bu-lamıyarak vurup öldürürse, o
takdirde bir ceza gerekmez.
îhrâmh kimse eğitilmiş
bir atmaca veya şahin gibi bir hayvanı öldürürse, sahibine kaça mal olmuşsa o
kıymeti ceza olarak ödemesi gerekir. Ayrıca bir de eğitilmemiş bir atmaca veya
şahinin kıymetini fakirlere dağıtması vâcib olur. Sahibi bulunan bütün
hayvanlar hakkındaki hüküm de böyledir. Yani hem sahibine kaça mal olmuşsa onu,
hem de onun eğitilmemişinin kıymetini ödemesi gerekir. Bunu bir misal ile
açıklıyalım : Başkasının ehlileştirdiği bir geyik veya atmacayı öldüren
ihrâmlıya iki ceza gerekir : Biri o hayvanın sahibine maliyeti hesaplanarak,
diğeri ehlileşmemişinin kiymeti belirlenerek ödenir.
İhrâmlı olmayan
kimsenin de Harem dahilinde böyle bir hayvan öldürmesi, aynı hükme tabi'dir.
Harem dışında.olursa, sadece sahibi , ne maliyet kıymetini ödemekle yükümlüdür.
İhrâmlı iken av
hayvanım yaralayacak olursa, bakılır : Hayvanın yarası iyileşiyor ve kıymetini
düşürmüyorsa, bir şey gerekmez. İyileşmesi şüpheli veya kıymetini düşürücü
mahiyette ise, ona göre bir ceza takdir edilmesi gerekir.
İhrâmlı av hayvanının
tüylerini yolar veya bir azasını kıracak olursa, yine iki bilir kişinin
takdirine göre bir ceza ödenmesi gerekir. Ayak ve benzeri bir azasını kıracak
olursa, kıymetinin tamamını ödemesi gerekir. Çünkü bu durumda hayvanın yaşama
şansı kalmamıştır.
Bunun da kıymetini
ödemesi gerekir. İki âdil kişinin tesbitine başvurulur, ona göre takdir edilen
para fakire verilir. Yumurtayı pişirip yemesi de böyledir.
Önce hayvanı yaralar,
onun keffaretini ödedikten sonra bu defa vurup öldürürse, yeniden kıymetini
ödemesi gerekir.
Biri vurup yaraladıktan
sonra bir başkası da aynı hayvanı yaralar ve bu yüzden o hayvan ölürse, önce
her ikisine de yaralamadan dolayı hayvanda meydana gelen noksanlık cezası, sonra
da öldüğü için asıl kıymetinin ikisi tarafından ödenmesi gerekir.
İki kişi silahlarım
doğrultup bir hayvanı birlikte öldürecek olurlarsa, her birine o hayvanın
kıymetini fakirlere ödeme cezası gerekir. Üç, dört, beş ve daha fazla kişiler
birarada silâhlarını aynı hayvana çevirip hepsi birden onu öldürecek olurlarsa,
hüküm yine böyledir, yani her biri tam ceza öder. Tabii
bunlar ihrâmlı bulundukları, takdirde böyledir. İhrâmlı değillerse, hayvanın
kıymeti aralarında taksim edilerek her birlerine düşen hisse ödenir.
İhrâmlınm öldürülen
hayvanın tam kıymetini, ihrâmsızm ' ise onun yarı kıymetini Ödemesi gerekir.
Bunun, gibi ihrâmlı kimse -hacc-ı kıran'a niyet getirmişse, o takdirde
ihrâmsızm yarı kıymet ödemesi, bunun ise iki tam kıymet ödemesi gerekir.
Biri ihrâmsız, biri
hacc-ı kırana, biri de hacc-ı ifrada niyet eden üç kişi bir hayvanı öldürürse,
ihrâmsıza o hayvanın kıymetinin üçte biri hacc-i ifrad yapana tam kıymeti,
hacc-ı kıran yapana iki tam kıymeti ceza olarak gerekir.
Av hayvanını öldürmek
nasıl haramsa, ona delâlet etmek ve öldürülmesi için işarette bulunmak ta
öylece haramdır. Ceza hususunda bir fark yoktur. Ancak
ihrâmlı iken işarette bulunur veya yol gösterir, diğeri o hayvanı bulup
öldürünceye kadar bu ihramdan çıkarsa, o takdirde kendisine bir ceza gerekmez.
Ancak günahkâr olur.
İhrâmlı bulunan kimse,
Harem dışında ihrâmsız bir kimseye yol gösterir, işarette bulunur da bir
hayvanın öldürülmesini sağlarsa, ihrâmsıza bir şey gerekmez, ihrâmhya ise
öldürülen Hayvanın kıymetini fakirlere dağıtmak gerekir.
Harem dahilinde yetişen
ağaçlardan hangilerinin kesilip hangilerinin kesilmiyeceği fıkıh kitaplarımızda
sahih hadislere dayanılarak belirlenmiştir. Ancak bunu açıklamadan önce Harem
sınırını yine Resûlüllah (A.S.) Efendimizin yapmış olduğu tesbite göre
belirtmemiz uygun olur :
Harem sınırı beş önemli yol
ve noktada belirlenerek birer metre yüksekliğinde taş konulmuştur. Kuzeyde
Ten'im; Güneyde Edâh, Doğuda Ceirrane, Kuzey doğusunda Vadi-Nahle, Batısında
Hudey-biyye. Bu yerlerin Mekke'ye olan uzaklığı ise şöyledir : Ten'im ile Mekke
arası 6 km., Edâh ile Mekke arası 12 km., Vadi-Nahle ile Mekke arası 14 km.,
Ceirrane ile Mekke arası 18 km., Hudeybiyye ile Mekke arası 15 km.dir.
Belirtilen bu sınır
dahilindeki ağaçlar genellikle dört kısma ay~ rıkr, bunlardan üç kısmını kesmek
ve koparmakta bir sakınca yoktur. Sadece bir kısmını kesip koparmaktan dolayı
ceza gerekir.
Koparılmasında ve
kesilmesinde bir sakınca olmayan ağaçlar >
1. İnsanlar tarafından, yine öteden beri insanların dikip
yetiştirdiği cins ve türden dikilen ağaçlar.
2. İnsanların
öteden beri dikip
yetiştirmediği tür ve cinsten ; olup insanlar tarafından dikilip yetiştirilen
ağaçlar.
3. İnsanların öteden beri dikip yetiştirdiği cins ve
türden olup kendi kendine çıkıp yetişen ağaçlar.
İşte bu ûç cins ağacı
koparmak veya kesmekte bir sakınca yoktur. İhrâmlı bile bulunsa bunlardan
kestiği takdirde kendisine bir ceza gerekmez.
Bir cins te var ki,
kesildiği ve koparıldığı takdirde cezayı gerektirir, o da, insanların öteden
beri dikip yetiştirmediği cinsten olup kendi kendine çıkıp yeşeren ağaçlardır.
Bunları kesmek veya koparmak haramdır. İster sahibi bulunsun, ister bulunmasın
fark etmez. Ancak sahibi bulunduğu takdirde onu kesene iki türlü ceza gerekir :
Birisi, ağacın sahibine verilecek kıymeti, diğeri Harem dahilinde kesildiği
için ödenecek ceza...
Ancak sözü edilen ağaç
iyice kurumuş, yeşerip büyüme imkânı kalmamışsa, o takdirde kesilmesinde ve
koparılmasında dinen bir sakınca yoktur. Fukahamn bu konuda görüş birliği
vardır.
O halde dördüncü kısma
girip yaş olup yeşerme isti'dadı bulunan bir ağacı kesen kimseye -iki bilir
kişinin tesbit edeceği ölçü ve kıymette- fakirlere sadaka dağıtması gerekir.
Kıymeti bir koyun satın alınacak nisbette ise, o takdirde öyle yapılır; ancak
bu koyunun Harem dahilinde kesilmesi vâcibdir. Para olarak dağıtıldığı takdirde,
bunu hem Harem dahilindeki fakirlere, hem onun dışındaki fakirlere dağıtmak
caizdir.
Kökü Harem dahilinde,
dalları onun dışında bulunan bir ağacı da kesmek haramdır. Çünkü bu da Harem
dahilinde sayılır. Bunun gibi gövdesinin yarısı Harem dahilinde, yarısı ise
dışında kalırsa, bu da ihtiyaten kesilmez.
Harem dahilindeki
ağaçların yaprağım koparmakta dinen bir sakınca yoktur. Bu yüzden bir ceza da
gerekmez. Ancak yaprakları alındığı takdirde ağaca zarar verecek olursa, o
takdirde koparılması caiz değildir.
Harem sınırları
içindeki ağaçlardan birini bir ihramh ile bir ih-ramsız iki kişi kesip koparacak
olursa, her ikisi bir kıymeti ödemek gerekir yani ikisi, kestikleri
ağacın kıymetini müştereken öderler.
Harem sınırları
içindeki otları da -yaş olduğu takdirde- biçmek caiz değildir. Biçen kimse,
biçtiği nisbette para öder. Kurumuş otlan koparıp biçmekte bir sakınca yoktur.
Ancak İzhir adındaki otu biçip koparmak caizdir. Çünkü buna ihtiyaç vardır. Buna
îz-har de denir, daha çok boya elde etmek için kullanılır. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz Harem sınırları içindeki sözü
edilen ağaç ve otlann koparılmasını yasakladığında, amcası Abbas (R.A.) , «Ya
Resûlellah! İzhar otunu bu yasağın dışında tutun, çünkü ona ihtiyacımız var...»
deyince Resûlüllah (A.S.) «Ancak izhar değil...» buyurmuşur.
Mikat'ı ihrâmsız
geçmek, Hanifelere göre, genellikle haramdır. Yani Mekke dışından gelen
kimselerin -ister hac ve umre için.ister ticaret ve başka bir maksad için olsun-
ihrâmsız Mekke'ye girmeleri haramdır.
Şafiî imamlarına göre,
hac veya umre için Mekke dışından gelenlerin herhalde Mikat'ı ihramla geçmesi
gerekir. Ticaret veya benzeri bir maksatla gelenlerin ihrâmsız olarak girmeleri
caizdir. Şafiî'nin de en sahih kavli budur ve fetva o mezhepte buna göre
verilmiştir, îmam Şafiî bü hususutaki icdihadma şu hadîsi delil göstermiştir :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, üzerinde siyah bir sarık bulunduğu halde Mekke'ye girdi.»
îbn Ömer (R.A.)'in de
Mekke'ye ihrâmsız girdiği sahih kaynaklarda geçmektedir. Bunun için îbn Şihab
diyor ki : «Mekke'ye ihrâmsız girmek caizdir.»
Bu iki ibâdetin her
ikisini veya birisini yapmak üzere dış ülkelerden Mekke'ye gelenlerin Mikat
denilen sınırda ihrama girmesi vâcibdir. îhrâmsız geçecek olursa, bir koyun ya
da keçi kurban etmesi gerekir.
Mikat'ı ihrâmsız
geçtiği taktirde, geri dönüp ihrama girmesi mümkünse öyle yapması gerekir. O
taktirde bir ceza gerekmez. Döndüğü "taktirde vakit kaybedip Arafat'ta vakfeye
yetişemiyeceğini kestiren kimsenin artık dönmesine gerek yoktur, sadece ceza
olarak bir kan akıtması yeter.
Mikat'ı ihrâmsız
geçtikten sonra ihrama girer ve sonra Mikat'a dönecek olursa, îmam Ebû Hanîfe'ye
göre, Mikat'a gelince Telbiye getirirse, kendisine kan akıtmak gerekmez. Telbiye
getirmez, yani yeniden niyet edip ihrama girerek telbiye getirmezse, o taktirde
kan akıtması gerekir. İmameyn'e göre her iki durumda da kan akıtması gerekmez.
Çünkü Mikat'a dönmekle vacibi yerine getirmiş sayılır. Bu hususta fetva
îmameyn'in içtihadına göredir. Çünkü ümmet için kolaylık vardır.
Kendi ülkesi cihetine
düşen Mikat'ı ihrâmsız geçtikten sonra geri dönüp daha yakın olan bir başka
Mikat'ta ihrama giren kimseye bir şey gerekmez.
Bunun gibi, Mikatları
ihrâmsız geçerken Beni Amir Bahçelerine gitmeyi kasdederse, yine kendisine ceza
olarak bir şey gerekmez. Çünkü Mekke'ye girmeye niyet etmemiştir.
Mikatı ihrâmsız
geçtikten sonra Umre için niyet edip ihrama girer, sonra da hac için niyet
ederse, bu durumda meselenin birkaç yönü vardır : Ya önce Umre için ihrama
girmiş sonra da hac için, ya önce hac için niyet edip ihrama girmiş sonra da
umre için ya da her ikisine birden niyet getirip ihrama girmiştir. Şayet önce
umre için ihrama girmiş, sonra da hac için veya her ikisine birden niyet edip
ihrama girmişçe, kendisine istihsanen sadece bir kan akıtmak gerekir. Ama önce
hac için niyet edip ihrama girmiş, sonra umre için niyet etmişse, o takdirde
kendisine iki kan akıtması gerekir : Biri, hac için Mikat'ta ihramı
terkettiğinden, diğeri umrenin ihramını hil (Harem dışında) terkettiğinden...
Mikatı ihrâmsız
geçtikten sonra hac için niyet edip ihrama girer ve sonra haccini ifsad eder
veya Arafat'ta vakfeye yetişemeyip haccı kaçırırsa, o takdirde Mikatı ihrâmsız
geçtiğinden dolayı kendisine ceza olarak gereken kurban sakıt olur. Tabii ifsad
ettiği veya kaçırdığı haccı gelecek yıl kaza etmesi gerekir.
Bu durumda artık
Mikat'a dönmez, bulunduğu yerde ihrama girerse, ceza olarak hiçbir şey
gerekmez. Mikatı ihrâmsız geçtikten sonra ergen olan çocuğun durumu da böyledir.
Mekkeli bir kimse
Harem'den dışarı çıktıktan sonra haccetmek ister, ama Arafat'ta vakfeye
gelinceye kadar Harem'e dönmezse, o takdirde kendisine bir kan akıtmak gerekir.
Harem dışında hac
amelleriyle meşgul olmaz da Harem'e gelinceye kadar bu hususta bir şey
yapmazsa, bakılır : Telbîye getirerek dönmüşse, kan akıtmak kendisinden sakıt
olur, telbiye getirmeden dönmüşse, o takdirde kan akıtmak sakıt olmaz. Bu, îmam
Ebû Hanîfe'ye göredir. İmameyn'e göre, her iki durumda da kan akıtması
gerekmez.
Mekkeli, bir ihtiyaçtan
dolayı Harem dışına çıkar da haç için niyet edip ihrama girer ve Arafat'ta
vakfe yaparsa, ceza olarak kendisine bir şey gerekmez.
Hacc-ı Temettü'a niyet
edip ihrama girip Umre yaptıktan sonra Harem dışına çıkar ve orada hac için
niyet edip ihrama girerek I gelip Arafat'ta vakfe yaparsa, kendisine ceza
olarak bir kan akıtmak gerekir. Ama bu durumda Arafat'a çıkmadan ihrâmlı olarak
Harem'e dönerse, kan akıtması gerekmez. Bu, îmameyn'e göredir. îmam Ebû
Hanîfe'ye göre, ihrâmlı bir vaziyette telbiye getirerek, yani hac için telbiye
ile sesini yükselterek Harem dahiline girerse, o takdirde kan akıtması
gerekmez.
İhrâmsız. olarak
Harem'e döner ve ihrama girmeden telbiye getirip hac için niyet eder öylece
ihrama girerse, o takdirde imamların ittifakıyle kendisine kan akıtmak gerekmez.
Bu bölüm daha çok Mekke
yerlilerini ilgilendirmektedir. Bu bakımdan üzerinde fazla durmak istemedik.
Îhsar, sözlükte bir
kimsenin arzu ve isteğine erişmesine engel olmak, anlamında kullanılır. Fıkhı
terim olarak : Hac için niyet edip ihrama girdikten sonra Arafat'ta vakfeden ve
ziyaret tavafında bulunmaktan alıkonulan kimse hakkında kullanılan bir
tabirdir. Umre için niyet edip ihrama giren kimsenin ise tavaftan alıkonulması
da bu tabirin kapsamına girer.
bunun için fukaha îhsar
konusunda özetle şöyle demişlerdir :
muhsar : hac veya umre
için ihrama girdikten sonra ya düşmanlar ya da zalim bir hükümdar tarafından
haccm farzlarını yerine getirmekten men'edilen veya hastalık, hapis, sakatlık
gibi bir sebepten bulunduğu yerde kalıp farzları yerine getiremiyen kimsedir.
Yürüyemiyecek, hayvana
binemiyecek, kendine sahip olamıya-cak kadar hasta bulunan kimse artık özürlü
sayılır ve şer'an kendisi Muhsar kabul edilir. Biraz yürüyebilecek veya bineğe
binebilecek gücü olsa bile bu durumda hastalığının artma tehlikesi varsa, yine
Muhsar sayılır. Bundan dolayı bir kan akıtması ve ihramdan çıkması gerekir.
Hac yolunda kocası
vefat eden kadın da muhsare sayılır. Bulunduğu yerde kalmak zorundadır. Bu
durumda hac farizasını yerine getiremez. Hanefî mezhebine göre, yolda mahremi
ölen . kadının da durumu böyledir. Maliki ve Şafii mezheplerine göre, hac
yolculuğu için mahrem şart olmadığından kadının yanında güvenilir iki üç kadın
varsa, haccını yerine getirir.
Hac yolunda ihrâmlı
kimsenin nafakası çalınır veya bineği ölürse, yaya yürümek ve arkadaşlarının
azığıyla idare etmek imkânı varsa, Muhsar sayılmaz. Hac farizasını yerine
getirir. Bu imkânlar yoksa, muhsar sayılır.
Kocası müsaade etmediği
halde nafile hac için yola çıkan kadın da muhsar sayılır. Bunun gibi köle ve
câriye de hac için ihrama girdiklerinde efendilerinin onları alıkoyması caizdir,
bu durumda onlar da muhsar sayılırlar.
Muhsar hükmüne giren
kimse, ya beraberinde getirdiği hedyi (kurbanlık hayvanı) gönderir, ya da bir
hayvan satın alınıp boğazlanmak için para gönderir. Kurban alınıp boğazlanmcaya
kadar ihramdan çıkamaz. Aynı zamanda ihrâmlı için sakıncalı olan şeyleri
işleyemez. İşlediği takdirde ceza vermesi gerekir.
îhrâma girerken ister
hayvan boğazlamaya niyet etsin, ister etmesin fark etmez. Bu bakımdan hayvanın
boğazlanması için belli bir gün seçip ona göre hareket etmesi ve boğazlama günü
gelip hayvan boğazlandıktan sonra ihramdan çıkması gerekir. Tıraş olması şart
değildir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in görüş ve içtihadıdır. Bununla
beraber hayvan boğazlandıktan sonra tıraş olması tavsiye edilir.
Muhsar bulunduğu yerde
kurbanlık hayvan veya onu satın alacak para bulamazsa, ihramdan çıkması helâl
olmaz. Buna karşılık oruç tutması kâfi değildir.
Belirlediği günde
hayvanının boğazlandığını sanarak ihramdan çıkar, sonra da hayvanın
boğazlanmadığını öğrenirse, bu durumda ceza olarak bir kan akıtması gerekir.
Çünkü hayvanı boğazlanmadan ihramdan çıkmıştır. Ama belirlediği günden önce
hayvanı boğazlanırsa, bu istihsanen caizdir.
İmam Şafiî ile İmam Ebû
Yusuf'a göre, kurban kesildikten sonra tıraş .olmak ta gerekir.
İmam Ahmed bin
Haiibel'e göre, muhsar, kurbanlık hayvan bulamadığı veya satın alacak parası
olmadığı takdirde, on gün oruç tutup öylece ihramdan çıkar.
İmam Şafiî'ye göre,
ihrama girerken sadece hacce niyet etmiş ve kurban kesmeyi şart koşmamışsa veya
bu konuda susup bir şey söylememişse, o takdirde ihramdan çıkması için tıraş
olması kâfidir.
îmam Malik'e göre,
muhsar'm ihramdan çıkması için kurban boğazlamak şart değildir. Beraberinde bir
hediy bulunuyorsa, isterse onu bulunduğu yerde, isterse Mekke'ye gönderip
boğazlatır. Beraberinde böyle bir hediy yoksa, o takdirde tıraş olup ihramdan
çıkar.
Muhsar getirdiği hedyi
boğazlatıp ihramdan çıkınca, Hacc-ı ifrada niyet edenlerden ise, gelecek yıl
içinde bir hac, bir de umre yapması gerekir. Yalnız umreye niyet getirmişse,
onun yerine sadece bir umre yapması gerekir. Hacc-ı Kırana niyet getirenlerden
ise, iki kan akıtıp öylece ihramdan çıkar ve kendisine iki umre bir hac yapmak
gerekir.
Hacc-ı îfrada niyet
getirdiği halde beraberinde iki koyun getirmişse, o takdirde onlardan birinin
boğazlanmasıyla ihramdan çıkabilir. Hacc-ı Kırana niyet etmişse, her iki koyun
boğazlandıktan sonra ihramdan çıkabilir.
Birinin hac, diğerinin umre için olduğunu belirlemesi şart değildir.
Hacc-ı Kırana niyet
edip ihrâmlı bir vaziyette Mekke'ye girer, umre ve hac için tavafta bulunur ve
henüz Arafat'ta vakfe yapmadan muhsar durumuna düşerse, bir kan akıtır ve
ihramdan çıkar. Kendisine bir hac bir de umre kazası gerekir. Tavafını yaptığı
umre yerine artık ayrıca bir umre kaza etmesi gerekmez.
Hacc-ı îfrada niyet
edip ihrama girdikten sonra bir özürden dolayı muhsar olan ve çok geçmeden
özürü kalkan kimse aynı devre içinde haccını yapabilirse, artık kaza niyeti
getirmesine gerek yoktur. Ayrıca bir umre yapması da vâcib değildir.
Mekke'nin içinde Muhsar
olup tavaftan alıkonulan kimse de muhsar sayılır. Sahih
olan da budur.
Arafat'ta vakfe
yaptıktan sonra muhsar olursa, o takdirde teşrik günleri geçinceye kadar durumu
devam ederse, ceza olarak dört hayvan boğazlaması gerekir .Biri Müzdelife'de
vakfe yapamadığı, biri Cemrelere taş atamadığı, biri Ziyaret Tavafını bayramın
ilk üç günü içinde yapamadığı, biri de tıraşı geciktirdiği için... Bu, îmam Ebû
Hanîfe'ye göredir. îmameyn'e göre, tıraş ve Ziyaret Tavafını geciktirdiği için
kan akıtması gerekmez.
İhsar ile ilgili
kurbanın ancak Harem dahilinde kesilmesi caizdir. Bunun için diğer kurbanda
olduğu gibi mutlaka bayramın ilk üç gününde boğazlanması şart değildir, önce
olabileceği gibi sonra da olabilir. Tabii bu görüş, îmam Ebû Hanîfe'nindir,
îmameyn'e göre, bayramın ilk üç gününde kesilmesi gerekir. Ancak umre ile ilgili
İh-sar'dan dolayı gereken kurban için belli bir zaman yoktur, Harem'-de olduktan
sonra ne zaman kesilirse caizdir.
Hac için niyet edip
ihrama girdikten, yani telbiye getirdikten sonra herhangi bir sebeple kaçırıp
yerine getiremediği takdirde, yine de tavaf eder; Safa ile Merve arasında
sa'yını yapıp ihramdan çıkar. Ancak gelecek yıl, başlayıp ta kaçırdığı bu haccı
kaza etmesi gerekir. Bundan dolayı kendisine bir kan akıtmak gerekmez.
Haccı kaçıran kimse
Hacc-ı Kıran'a niyet etmişse, o takdirde önce umre için tavaf ve sa'yi yapar,
sonra da haccı kaçırdığından dolayı bir tavaf ile bir sa'yi yapıp tıraş olur ve
öylece ihramdan çıkar. Hacc-ı Kırana niyet ettiği için Minâ'da kesmesi gereken
kurban sakıt olur, yani kesmesine gerek kalmaz. Belirtilen tavafı yaparken
telbi-yeyi artık keser.
Haccı kaçıran kimse,
ihramı temettü' niyetiyle giymişse, o takdirde Harem'e hediy (kurbanlık hayvan)
sevketmiş bulunsa bile, temettü bozulduğunda kurbanı istediği şekilde
kullanabilir. (1301) Hediy sevketmemişse, zaten bir şey gerekmez.
Herhangi bir mü'min
ibâdet ve zikir konusunda yapmış olduğu bir amelin sevabını başkasına
bağışlayabilir. Allah (C.C.) rızası için kılınan namaz, tutulan oruç, verilen
sadaka, yerine getirilen nafile iac gibi-ibadetlerin sevabını hem ölülere, hem
dirilere hediye et-kek caizdir. Bunun gibi zikir ve teşbihlerin, kabirleri
ziyaretin, ölü-Bri tekfin ve teşhizin sevabını da başkasına bağışlamakta yarar
var, [arar yoktur. Ancak hangi ibâdetin sevabı veya kendisi başkası adı-ıa
yapılabilir? Dinimizin bu hususta koymuş olduğu bir takım ölçü 7e tavsiyeler
vardır, onları bilmemiz gerekir.
Bunun için fukaha
ibâdeti üçe ayırmıştır :
1. Zekât ve sadaka-i fıtr gibi sırf malî ibâdet,
2. Namaz ve oruç gibi sırf bedenî ibâdet,
3. Hac gibi hem malî, hem bedenî ibâdet...
Bu üç türlü ibâdette
vekil tutmak caiz midir? Fukahanm tesbit ve içtihadına göre, birinci kısımda
ihtiyarî ve iztırari hallerde niyabet (vekillik) caizdir. Şöyleki : Bir
müslüman kendisine gereken zekât ve fıtrayı bizzat dağıtabileceği gibi, bir
vekil vasıtasıyla da dağıtabilir.
İkinci kısımda niyabet
caiz değildir. Yani herhangi bir mü'min ana babasının veya başka bir yakının ya
da dostunun ve sevdiğinin kılamadığı namazları onun yerine kılamaz; tutmadığı
veya tutamadığı orucu onların yerine tutamaz, Bu ibâdetleri herkesin bizzat
kendisi edâ veya kaza etmesi gerekir. Namaz kılamıyacak, oruç tutamı-yacak
duruma gelirse, zaten bu farz üzerinden kalkmış olur.
Üçüncü kısımda ise niyabet
(vekâlet) caizdir, şu şartla ki, kendisine hac farz olan kimse gücü yettiği
halde bunu yerine getirmez de sonra sıhhatim veya zindeliğin-; kaybederse, o
takdirde başkasını kendi adına hacce göndermesi gerekir ve bu caizdir. Kendisi
bizzat bunu yerine getirme güç ve imkânına sahip bulunduğu sürece başkasını
göndermesi caiz değildir.
1. Kendi yerine vekil gönderen kimsenin şahsen
haccetmekten âciz bulunması ve bunu karşılıyâcak ölçüde malının bulunması,
O halde şahsen bu
ibâdeti yerine getirebildiği, bunun için de yeterince mal ve parasının mevcut
olduğu veya sağlığı yerinde olduğu halde hac için mal ve parasının bulunmacUğı
takdirde başkasını kendi yerine hacce göndermesi caiz değildir.
2. Arız olan acizliğin hacce vekil gönderme anından tâ
ölünceye kadar devam etmesi.
O halde kendi adına
vekâleten, hacce adam gönderdikten sonra vefat ederse, yapılan hac yerine
gelmiş, ölen şahsın üzerindeki hac farizası kalkmış sayılır. Bunun aksine adına
vekâleten hac yapıldıktan sonra iyileşir, arız olan acizlik kalkarsa, gelecek
sene şahsen kendisinin gitmesi gerekir.
Sıhhati yerinde olduğu
halde başkasını kendi adına vekâleten hacce gönderdikten sonra hastalanır,
şahsen gidemiyecek duruma düşerse, vekilinin yaptığı hac onun adına yeterli
değildir. Gelecek yıl sağlık ve imkânı devam ederse şahsen gitmesi gerekir.
Devam etmediği, yani sağlığı bozulduğu takdirde, Müslüman bir doktorun
vereceği rapora göre hareket edilir.
Belirtilen şart sadece
farz hac ile ilgilidir. Nafile haclarda acizlik şart değildir, sağlıklı bir
adam nafile haccetmek üzere birini- vekil olarak göndferebilir. Çünkü
nafile ibâdetin kapısı geniştir.
3. Kendi adına vekâleten göndereceği kimseye bu hususta emretmiş bulunması,
O halde kendisine vekâlet
yollu emir verilmiyen kimsenin bir başkası adına haccetmesi sahih olmaz. Ancak
vâris, murisinin emri olmadığı halde onun adına haccedebilir. Buna cevaz
verilmiştir.
4. Niyabeten hacceden kimsenin İhrama girerken diliyle,
falan adam adma demesi ve telbiye getirmesi,
O halde ihrama girip
telbiye getirirken böyle bir niyet getirmediği takdirde yapacağı hac kendisine
ait olur, müvekkiline değil,
5. Niyabeten hacceden kimsenin müvekkilinin malıyla haccetmesi,
O halde müvekkilinin
değil kendi malıyla haccederse, bu yeterli blmaz. Herhalde müvekkilinin malıyla
haccetmesi gerekir. Bunun İbi kendi malından kendi adına haccettirilmesi için
vasiyette bulunur ve sonra vefat ederse, vârisi kendi malından teberru' yollu
murisinin adına haccederse, bu da yeterli görülmemiştir. Murisinin böyle bir
vasiyyet ve malı olmasaydı, o takdirde cevaz verilebilir.
Ölenin vasiyyeti ve
bıraktığı mal gereğince bir adam niyabeten hacce gönderilir, ancak kendisine
verilen para yetmez de vekili bir miktar kendi parasını harcıyarak haccı
tamamlarsa, bakılır : Eğer hac için sarfedilen paranın çoğu ölenin malından ise,
yapılan hac caizdir. Aksi halde caiz değildir. Bu istihsanen böyledir.
Vekile verilen para hac
masrafları yapıldıktan sonra artacak olursa, onun ölenin varislerine iade etmesi
gerekir. Meğerki teber-jru'da bulunmuş olsunlar.
6. Vekilin bir binek ile hacce gitmesinin sağlanması,
O halde gereken parayı
verip kendisine bedel haccetmesini emrettiği halde vekil verilen parayı
harcamayıp yaya olarak hacce giderse, yaptığı hac müvekkiline sayılmaz ve
aldığı nafakayı iade etmesi gerekir. îâde etmediği takdirde, ikinci sene bir
binek tutup öylece vekili adına hacce gitmesi vâcib olur.
Niyabeten hacce giden
kimse, ya fakir olduğundan ya da başka bir sebepten hac farizasını edâ
etmemişse, yaptığı hac kendisi adına mı yoksa müvekkilinin adına mı kabul
olunur? Mezhebin ileri gelenlerinin açık beyanına göre, müvekkili adına sahih
olur. Kendisinin oraya yani Mekke'ye varmasıyia haccı kendi adına yapması
gerekmez. Çünkü kendi imkânıyla gitmiş değildir.
Ne var ki bu konuda
afdal olan şudur : Vekil gönderilecek kimsenin daha önce kendi adına farz haccı
edâ etmiş bulunmasıdır.
Fetâvâ-yi Hindiyye'de
de bu konuya açıklık getirilerek şöyle denilmektedir :
«Kendisine bedel birini
hacca göndermeyi arzu eden kimsenin, daha önce farz olan haccı edâ etmiş birini
göndermesi daha uygundur. Bununia beraber yine farz hac için hiç haccetmemiş
birini vekil göndermesi de biz Hanefilere göre caizdir.»
Vekil olarak
gönderilecek kimsede şu vasıfların da bulunması afdaldır : Hac menasiki hakkında
yeterli bilgiye sahip olmak, haramdan sakınır bulunmak, hür ve âkil olmak,
ergenlik çağma girmiş bulunmak. Bununla beraber vekil olarak bir kadının veya
köle ya da cariyenin -efendilerinin müsadesiyle- gönderilmesi kerahetle
caizdir.
Hac ibâdetinin edası
konusunda niyabeten gönderilen kimse ancak bir kişiye vekil olabilir. Şayet iki
ya da üç kişiye vekil olur öylece haccederse, yaptığı hac kendi adına sayılır.
Müvekkillerinden aldığı paraları iade etmesi gerekir. Etmediği takdirde tazmin
ettirilir.
Ana babasını düşünerek
onların adına hacceden kimse, bu görevi yapınca, edâ ettiği haccı ikisinden
birine bağışlayabilir, denil-misse de bu hususta riâyeti gereken bazı hususlar
var : îhrâm'a girerken onlardan birini belirlemesi gerekir. Bunu belirsiz
bırakır da menasiki tamamlarsa, yaptığı hac kendi adına sahih olur. Ama
menasiki bitmeden birini belirlerse, îmam Ebû Yusuf a göre yine de uygun
değildir, yaptığı hac kendi adına sahih olur, îmam Ebû Hanîfe ile îmam
Muhammed'e göre, belirlediği kişi adına sahih olur.
Hiçbirini belirlemeden
mutlak surette niyet edip ihrama girerse, Mervezî diyor ki, bu hususta kesin
bir. beyan yoktur; bir ta'yin yapması sahih olur. Buna muhalefet edeni
bilmiyoruz.
Müvekkil kendi adına
yalnız hac veya yalnız umre yapılmasını emrettiği halde vekil her ikisine birden
onun adına niyet getirip ihrama girer ve böylece müvekkili adına hacc-ı kıran
yaparsa, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, muhalif hareket ettiği için müvekkili adına
sahih olmaz, aldığı para tazmin edilir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e
göre, istihsanen müvekkil adına caiz olur.
Vekil yalnız haccetmek
ya da umre yapmakla görevlendirildiği halde bunlardan birini müvekkili adına,
diğerini de ya baş1ası, ya da kendi adına niyet edip yaparsa, imamların
itifakıyla müvekkili adına caiz olmaz .böylece verilen para tazmin edilir. Çünkü
ikisine birden niyet etmiştir.
Bunun gibi haccetmesi
için emredilip yekâlet verildiği halde o önce umre yapar, sonra Mekke'de niyet
edip haccederse, müvekkilinin emrine aykırı hareket etmiştir. İmamların hepsine
göre, verilen nafaka tazmin edilir.
Nitekim El-Hâniyye kitabında deniliyor ki : «Onun yapmış olduğu bu hac,
müvekkili adına farz olan hacce karşılık caiz değildir.»
Vekil yalnız umre üe
emrolunur, o da müvekkili adına önce umreye niyet edip ihrama girer ve umreyi
tamamladıktan sonra bu kez kendi adına haccetmek üzere niyet edip ihrama
girerse, müvekkiline muhalefet etmemiş sayılır. Bunun aksini yapacak olursa,
muhalefet etmiş kabul edilir. İmamların bu hususta görüş birliği var.
Biri hac yapması,
diğeri umre yapması için aynı adama vekâlet, verip emrederler, hac ile umreyi
cem'etmesini emretmezlerse, buna rağmen vekil her ikisini cem'edip hac ve umre
yaparsa, aldığı nafakayı sahiplerine reddetmesi gerekir. Ama her ikisi- de
bunları cem'et-meşini emrederse, o takdirde caiz olur.
Niyabet ile yapılan
haclerde genel kaide budur. Ama tuttuğu vekil hac görevini tamamladıktan sonra
Mekke'de ikaamet. edip dönmüyecek olursa, yine de vekâlet caizdir, ne var ki,
gidip dönecek bir kimseyi vekil tutup göndermesi afdaldır.
Müvekkili adına hac
görevini tamamladıktan sonra 15 ya da daha fazla gün Mekke'de ikaamete niyet
getirirse, o takdirde müvekkilinin verdiği nafakadan harcaması caiz olmaz. Ama
ikaamete niyet getirmez de mu'tad ölçüde Mekke'de günlerce kalırsa, o takdirde
müvekkilinin yerdiği nafakadan harcayabilir. Mu'taddan fazla kalırsa, ikaamete
niyet etmese bile müvekkilinin nafakasından harcamaz. Harcadığı takdirde tazmin
edilir.
Günümüzde ise mutad
kalma diye bir konu yoktur. Çünkü gidenlerin çoğu bir guruba dahil olup,
kafilenin hareketine bağlıdır. Hava ya da deniz veya kara yoluyla gidenler,
uçağın verdiği dönüş tarihine, otobü veya vapurla yolculuk edenler, şirketin
tarifesine uymak zorundadırlar. Bu bakımdan şirketin hareket gününü bekleyen
vekil, müvekkilinin verdiği nafkadan harcar.
Vekâleten hacce giden
kimse hac günlerinden önce yola çıkar, ya yol üzerindeki bir ülkede veya
Mekke'ye yakın bir yerde bir süre kaılrsa.'o takdirde kaldığı yerde müvekkilinin
verdiği nafakadan harcamaz, çünkü hac günleri gelmeden yola çıkmıştır. Fazla
olarak gezip dolaştığı günlerde kendi parasını harcaması gerekir.
Bu durumda müvekkilinin
verdiği nafakayı aynen ödemesi gerekir. Ancak semavî bir afetten veya bir
trafik kazasından dolayı hac-cedemezse, sadece dönüş masrafı kendisine, ait
olur.
Hacce gidenlerin bir
kısmı o yoldan, diğer bir kısmı yakın sayılan yoldan Mekke'ye seyahat
ediyorlarsa, o takdirde vekilin uzak yoldan gitmesi caizdir, nafakasını
müvekkilinin verdiği paradan karşılar. Uzak yoldan gidenler olmuyorsa, bu
konuda istisna teşkil edecek bir durum alıyorsa, o takdirde mu'tad yola
nisbetle fark eden günlerin nafakasını kendi malından harcaması gerekir.
Bilindiği gibi hac hem
bedenî, hem de malî bir ibâdettir. Şahsen yerine getirilmesi gerektiği gibi,
bir vekil vasıtasıyla da yerine getirilebilir.
Hayatta iken kendisine farz
olduğu halde haccetmeden ölen kimse günahkâr sayılır. İmam Ebû HanüVnin de
görüş ve içtihadı bu anlamdadır. Bu bakımdan ölmeden önce üzerindeki kul
haklarının ödenmesini vasiyet etmesi nasıl gerekiyorsa, üzerinde farz olup
yerine getirmediği hac için de vasiyet etmesi gerekir. Yaptığı vasiyyet
şartlarına uygunsa, o takdirde yerine getirilmesi .vârislere vâcibdir. O zaman
hac ibâdetinden murislerini kurtarmış olurlar. Allah'ın da o kulunu bağışlaması
umulur.
Ölenin adına birini
hacce göndermek için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi vâcibdir :
1. Bu hususta vasiyet etmesi,
2. Yetecek kadar mal ve para bırakması,
3. Bıraktığı mal ve paranın terekesinin üçte birini
aşmaması,
4. Üçte birini aştığı takdirde aşan kısmının vârisler
tarafından teberru edilmesi,
5. Önce insanlara karşı borçlarının ödenmesi, arttığı
takdirde hac ibâdetine sarfedilmesi,
6. Gönderilecek olan kimsenin gidip gelinceye kadar
nafakasını karşılayacak miktarda olması,
7. Yaya gönderilmemesi, uygun bir binek te'min edilerek
öylece yola çıkarılması.
Aslında ölen Könsenin
hac için vasiyet ederken, kendi adına gönderilecek kimsenin doğup büyüdüğü
vatanından gönderilmesini açıklaması ve bunun için yetecek mal veya para
bırakması gerekir. Bununla beraber böyle bir vasiyette bulunmaz ama yetecek kadar mal
bırakırsa, o takdirde vârislerinin ölenin vatanından adam tutup göndermeleri
gerekir.
Bırakılan mal veya para
ölenin memleketinden adam tutup göndermeye yetmezse, o takdirde yeteceği
memleketten tutularak gönderilir. Ne var ki vârisler bu hususta teberruda
bulunurlar da ölenin memleketinden adam gönderirlerse, caiz olur.
Belli bir vatanı
olmadığı takdirde öldüğü memleketten adam tutulup gönderilmesi daha uygun olur,
Birkaç yerde eyleşik olmuş, yani bir kaç yeri kendine memleket edinmişse, o
takdirde Mekke'ye en yakın olanından gönderilmesi daha uygun olur.
Vasiyyetinde «Şu Yerden
Adam Tutup Gönderin» Diye Bir Kayıt Koymuşsa :
O takdirde malının üçte
biri yetecek nisbette ise vasiyeti yerine getirilir. Yetmiyecek olursa, ona göre
bir memleketten adam tutularak gönderilir.
Bu durumda gidip
gelinceye kadar bütün masrafları çıktıktan sonra fazla kalan miktarı ölenin
vârislerine iade etmesi gerekir. Aksi halde uygun olmayan bir davranışta
bulunmuş sayılır. Fukahadan bazısına göre, günahkâr olur.
Bırakılan para yettiği
halde vârisler Ölenin vasiyetine uymaz da başka bir yerden adam tutup
gönderirlerse, yapılan hac vârisler adına olur, ölünün vasiyeti yerine
getirilmemiş sayılır. Gelecek sene onun vasiyetine uyarak kendi vatanından adam
tutup göndermeleri vcib olur. Aksi halde varislerin hepsi de borçlu kalır. Ancak
vasiyet edilen yerle varislerin adam tutup gönderdiği yer birbirine yakın olurda sabah gidip akşama
dönme imkânı bulunursa, o takdirde bir sakınca yoktur.
Seyahat için evinden
çıkıp başka bir beldede ölürken hac için vasiyet eden kimsenin bu vasiyeti kendi
memleketinden yerine getirilir. Ancak bıraktığı mal veya para terekesinin üçte
birini aşmıyor ve memleketinden göndermeye yetiyorsa, o taktirde böyledir. Üçte
birini aşıyor veya memleketinden göndermeye yetmiyorsa, yeteceği yerden adam
tutulup gönderilmesi gerekir. İmamlar bu hususta görüş birliği halindedirler.
Haccetmek üzere evinden
çıkıp başka bir memlekette ölürken hac için vasiyet eden kimsenin yerine,
İmameyne göre, öldüğü yerden adam tutulup Mekke'ye gönderilir. İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, asıl memleketinden tutulması gerekir.
İmam Ebû Hanîfe'nin görüşünün daha sıhhatli olduğu kabul edilmiştir Bununla
beraber imameynin kavliyle de amel edilebilir.
Bu durumda bütün
imamların ittifakıyla asıl memleketinden adam tutulup gönderilmesi gerekir..
Çünkü hac maksadıyla çıktığı halde başka bir yerde oyalanıp hac mevsimini
kaçırmasıyla, çıktığı yolun hac için hiçbir hükmü kalmamıştır.
Bıraktığı malının üçte
biri yettiği taktirde asıl memleketinden bir adam tutulup gönderilir; bedel
olarak gönderilen adam hac yolunda ölürse, bakılır : Kalan mal veya para
yeniden bir adam tutup Ölenin memleketinden gönderilmeye yetecekse öyle yapılır.
Yetmiye-cek olursa yeteceği yerden adam tutulup gönderilir. Bu da îmam Ebû
Hanîfe'nin kavlidir.
Kıyastan ziyade istihsana dayanır.
Hac için vasiyet edilip
terekenin üçte birinden bırakılan mal ya da para ya yola çıkmadan önce veya
çıkıldıktan sonra kaybolur veya çahnırsa, ölenin terekesinden ayrılan üçte bir
mal veya para yetecek olursa, yeniden bir adam. tutulup gönderilir. Yetmiyecek
olursa, yeteceği yerden tutulup gönderilir.
Ölen kimse kendi adına
birkaç defa haccedilmesini vasiyet ederse, terekesinin üçte biri buna yeterse,
birine getirilir. Yetmediği, sadece bir defa göndermeyi sağlıyacak nisbette
olduğu takdirde bir defa gönderilir, bir miktar para veya mal artacak olursa,
varislere teslim edilir.
Ölen kimse «Malımın
üçte biriyle benim adıma haccettirin» diye vasiyet eder, bıraktığı mal birkaç
defa haccettirmeye yetecek kadar çok olursa, o takdirde «Bir defa haccettirin»
diye açıklamada bulunmadığı için para yettiği nisbette haccettirilir. «Bir defa
haccettirin» diye açıklarsa, o takdirde bir defa haccettirilir, arta kalan para
varislerindir.
«Benim için
haccettirin» şeklinde vasiyet ederse, vasiy veya vâris, dilerse bu parayla bir
sene içinde birkaç kişi tutup gönderir, dilerse her yıl aynı adamı veya başka
bir adamı gönderir ve para bitinceye kadar buna devam edilir. Ne var ki aynı
yılda paranın yettiği kadar kişileri tutup göndermek afdaldır! Bundan az bir şey
artacak olursa, varislere iade olunmaz, nereden hacce göndermek mümkünse oradan
bir adam tutulup gönderilir. Böylece vasiyetin tamamı yerine sarf edilmiş olur.
Her yıl bir adam
gönderin, diye vasiyet ederse, bu konuda vasiyetine aynen uymak daha uygun
olur.
Böyle bir vasiyet
karşısında vasiy'in bizzat kendisinin ölen yerine haccetmesi uygun olmaz. Belki
onun vasiyetine uyarak başka birini tutup gönderir. Ancak benim için hac yaptır
da nasıl yaptırır-san yaptır, veya benim için hac yaptır, diye vasiyet ederse, o
takdirde vasiy şahsen bu vasiyeti yerine getirmek üzere haccedebilir. Çünkü
vasiyet mutlak anlamdadır, bir tahsis yoktur.
Vasiy olan kimse ölenin
vârisi bulunur veya vasiyet üzere hac için ayırdığı parayı, ölen adına haccetmek
üzere bir vârise teslim ederse, o takdirde diğer vârisler bunu uygun görürlerse,
caiz olur, görmedikleri takdirde başka birini göndermeleri gerekir. Tabii uygun
gören vârislerin çocuk olmaması şarttır. Çünkü çocukların bu hususta söz sahibi
olmaları düşünülemez.
Ölen kimse kendi
malından haccettirilmesini vasiyet ettiği halde vârisler kendi hisselerinden
veya bir yabancının yaptığı teberru'dan onun bu vasiyetini yerine getirirlerse,
caiz olmaz. Yapılan hac vâris için veya o yabancı için geçerlidir. Ancak vâris
önce kendi malından ayırıp verdikten sonra bunu ölenin malından karşılamayı
düşünmüşse, o takdirde caiz olur ve harcadığı nisbeti terekenin üçte birinden
alması gerekir. Nitekim Zekât ve Keffaret hususlarının ödenmesin de de aynı yol
tavsiye edilmiştir. Tabii bir yabancının böyle yapması doğru olmaz'... Bu cevaz
ancak vârislere hastır.
Bu durumda vâris kendi
malından onun bu vasiyetini yerine getirirse, -sarfettiği parayı ölenin
malından almayı düşünmese bile-câiz olur. Çünkü vasiyette «benim malımdan
haccettirin» diye bir tasrih yapılmamıştır.
Ölen kimse kendi
malından haccettirilmesini vasiyet ederken, gönderilecek adam verilen parayı
harcadıktan sonra bir miktar artacak olursa, vekile bağışlanmasını da ilâve
ederse, vasiyetine aynen uyulur. Arta kalan para bedel hac yapan kimseye
helâldir. En sahih olan görüş ve tesbit de budur.
ölen kimse kendi adına
haccetirilmesi için meselâ 100.000 lira vasiyet ederse, mutlaka bu paranın
tamamını sarfetmek gerekmez. Çünkü bunu bir defa haccettirmek üzere vasiyet
etmiş, mutlak anlamda dememiştir. O takdirde arta kalan para vârislere iade
edilir. Belirlenen bu para ölenin terekesinin üçte birinden fazla ise, üçte
birine tekabül edeni harcanır. Yetmediği takdirde, hangi memleketten vekil
göndermek mümkünse oradan tutulup gönderilir. Meğerki vârisler bir miktar
teberru'da bulunmuş olsunlar. O takdirde ölenin memleketinden gönderilir.
Vasiyet ibtal edilmez.
Bu durumda bıraktığı
paradan birkaç lira kaybolursa, geriye kalan kısım ile vasiyeti yerine
getirilir. Belirlediği paranın bir kısmının kaybolması veya çalınması vasiyeti
hükümsüz bırakmaz.
Ölen kimse elli bininin
miskinlere, elli bininin bir şahsa ve elli bininin de kendi adına
haccettirilecek kimseye verilmesini vasiyet ederse, ayrılan para bu şekil
dağıtıldığı takdirde haccettirmeye yetmezse, o takdirde önce hac için yetecek
kadarı ayrılır, geriye kalan eşit şekilde o şahısla miskinler arasında taksim
edilir. Tabii bu durum, malının üçte birinden kalan bir şey olmadığı
takdirdedir. Arta kalan bir miktar varsa, haccettirmek için onunla tamamlanır.
Veya vasiyyet ettiği
150.000 lira malının üçte birini aşıyor, sadece 100.000 lirası üçte birine
tekabül ediyorsa, o takdirde terekesinden ancak 100.000 lira alınır ve üçe
bölünür. Üçte biri haccettirmeye yetmediği takdirde, miskinlere ayrılan diğer
üçte birden eklenerek tamamlanır. Diğer üçte birinden de bir borç anlamında
değilse bir miktar ayırmak suretiyle denge sağlanır.
Vasiy para verip
emrettiği halde parayı alan kimse, o sene hac-cetmeyip ikinci seneye bırakacak
olursa, kerahetle caiz olur; verilen para tanzim edilmez.
Ölenin vasiyeti üzerine
bir adara haccetmek üzere gönderilir, o da Arafat'ta vakfe yaptıktan hemen sonra
ölürse, yaptığı bu noksan hac ölü için yeterlidir.
Vakfe yapmadan önce
karısıyla cinsel yaklaşmada bulunursa, o takdirde elindeki kalan parayı iade
eder, yolda harcadığına borçlu olur, ödemediği takdirde tazmin edilir. Aynı
zamanda kendisine bir hac bir de umre kazası gerekir. Ama vakfeden sonra cinsel
yaklaşmada bulunursa, haccı ifsada uğramadığı için, elindeki parayı iade etmesi
gerekmez, ancak kendi malından bir kan akıtması gerekir.
Ölen kimse isim
belirterek «ancak falan adam benim adıma hacce gönderilsin,» veya «falan
adamdan başkası gönderilmesin,» şeklinde vasiyette bulunursa, herhalde o adamı
göndermek gerekir, ismi belirtilen adam hacce gönderilmeden ölürse, o takdirde
başkasını göndermek caiz olmaz. Ancak, «falan adamı benim için hacce
gönderirseniz iyi olur, veya memnun kalırım» şeklinde vasiyette bulunmuşsa, o
takdirde o adam ölecek olursa, başka birini göndermek caizdir.
Başkasına bedel hacce
gönderilen kimse yolda hastalanır da yanındaki para ve nafakayı başkasına verip
haccettirecek olursa, caiz değildir. İkinci şahsın yapması gereken haccı üçüncü
şahıs yapmış oluyor. Ancak Ölen kimse vasiyetinde bu hususu belirtir, sen
hastalandığın veya ölüm tehlikesine mâruz kaldığın takdirde başka birini benim
için haccetmek üzere görevlendir, derse, o takdirde caiz olur.
Başkası adına hacce
gönderilen kimse yolda hastalanıp kendisine verilen paranın tamamını harcar,
memleketine dönecek parası kalmazsa, bu durumda onu hacce gönderen vasiynin
yeniden para göndermesi gerekmez. Meğer ki kendi malından ona teberru'da
buluna... Bir de vasiy onu hacce gönderirken, «şayet verdiğim paraher-hangi bir
sebeple tükenirse, o zaman bir yerden ödünç te'min et, ben öderim...» derse, bu
caizdir.
Mikatta ihrama
girdikten sonra hac için kendisine verilen parayı zayeder de bu kez kendi
malından harcayıp hac menasikini yerine getirip dönerse, bu durumda vasiye
müracaat etmesi doğru olmaz. Ancak hâkim buna karar verirse o takdirde vasiye
başvurup harcadığı miktarı isteyebilir.
Mekke'de veya Mekke'ye
yakın bir yerde parayı kaybeder veya şartların anormal gitmesiyle kendisine
verilen para tükenirse, o takdirde kendi malından harcayarak haccı tamamlar,
dönüşünde va-siy'den sarfettiği miktarı talep eder.
Bu durumda, kendi
kendine hizmet eden kimselerden ise, kendi malından sarfederek hizmetçinin
masrafını karşılar. Hizmetçi tutan kimselerden ise, o takdirde vasiynin
parasından sarfeder.
Niyabeten hacca giden
kimse, vasiynin verdiği paradan hamam, temizlik ve benzeri konular için
harcayabilir. Çünkü bunlar bir insan için lüzumlu ihtiyaçlardır.
Ölene bedel
haccettirilen kimse bu görevi yerine getirdikten sonra kendi âdına umre
yapabilir, ancak umre için kaldığı günlerdeki masrafı kendi cebinden ödemesi
gerekil. .Umre bitince yine vasiynin verdiği paradan harcamaya başlar.
Hediy : Allah'a yakın
olmayı dileyerek veya hac ibâdetinde işlenen bir cinayetin keffareti olarak
Harem'e boğazlanmak üzere gönderilen kurbanlık hayvana verilen bir isimdir. Bu,
ya doğrudan doğruya bir hayvan veya bedelini göndermek mânasına da gelir.
Kısaca, belirtilen
sebeplerden dolayı Harem'e gönderilen kurbanlık hayvana fıkıh dilinde bu ad
verilmiştir.
Hedîy ya sarih ya da
delâleten gerçekleşir : Buna niyet etmek veya bir bedene Harem'e sevketmek,
belirtilen iki şekli yansıtır. sev-kederken niyet etmese bile, istihsanen hediy
kabul edilir.
hediy şu üç cins
hayvandan caizdir : Koyun - Keçi, Sığır ve Deve... Koyun ve Keçinin bir yaşını
tamamlamış olması, sığırın iki ya şını, devenin beş yaşını tamamlamış olması
gerekir. Kurbanlık hayvanda olduğu gibi, annesi kadar gösterişli olan altı -
yedi aylık koyun da hediy
olabilir.
Hanefî imamlarına göre,
hedyin afdah devedir. Sonra sırasıyla sığır ve koyun gelir.
Koyun ve keçi ancak iki
konuda boğazlanmaz, yani iki cinayetten dolayı koyun kesmek kâfi değildir, ya
deve ya da sığır kesilmesi gerekir : Ziyaret Tavafını cünüp yapana, bir de
Arafat'ta vakfeden sonra karısıyla cinsel yaklaşmada bulunan kimseye deve veya
sığır boğazlaması vâcibdir.
Bu, gönderilen hayvanın
Harem'de kesilmek üzere niyet edildiğini belirten bir alâmettir ve sünnettir.
Ancak Îhsar Ve Cînayet-lerden dolayı gereken hedyin boynuna bir şey takmak
mekruhtur. Diğer nafile, müt'a, kıran ve adak hediyler için takmak sünnettir.
Keçiye de takılmaması tavsiye edilmiştir. Çünkü bu konuda meşru' bir sünnet
yoktur.
Harem'e gönderilen
Hedy'e yük vurulması, binilmesi ve bir takım hizmetlerde kullanılması
mekruhtur. Çünkü sevkedilen bir hayvan Allah'a yakınlığın sembolü, Kâ'be'ye
tâ'zimin belirtisidir. Bu bakımdan onu bazı hizmetlerde kullanmak bu ta'zîme
ters düşer. Buna rağmen ona bindiği veya yük taşıttığı için kıymetini düşürür,
zayıflamasına neden olursa, o takdirde eksilen kıymetini sadaka olarak
fakirlere dağıtması gerekir.
Hedyin sütünü sağmak da
uygun değildir. Süt birikmemesi için memelerini soğuk su ile yıkamakta yarar
vardır. Ancak boğazlanma günleri yakan olmadığı ve sağılmadığı için de hayvanın
rahatsızlık geçireceği anlaşılırsa, o takdirde sütünü sağıp fakirlere tasadduk
etmek lâzımdır. Sağılan sütü kendisi kullanacak olursa, o takdirde sütün
bedelini tasadduk etmesi gerekir. Bunun
gibi, sağdığı sütü zenginlere verecek olursa, yine bedelim hesaplayıp fakirlere
vermesi vâcibdir.
Henüz boğazlanmadan
doğacak olursa, yavrusu tasadduk ediliı veya annesiyle birlikte boğazlanır.
Satacak olursa, parasını fakirlere sadaka olarak dağıtması gerekir.
Kurbanlık hayvanı
Harem'e götürürken yolda hayvan ölecek olursa, nafile bir kurbansa, bir şey
gerekmez. Vâcib ise, yerine bir başkasını alıp Harem'e göndermesi gerekir.
Hayvan yolda kusurlu
duruma gelir ve her geçen saat kusuru artıp çoğahrsa, o takdirde başka bir
kurbanlık alması gerekir. Kusurlu olanı da dilediği şekilde kullanabilir.
Ancak kusurlu duruma
gelen hayvanın sahibi fakir ise, o takdirde onunla yetinmesi caizdir. Çünkü
takatin üstünde teklif yoktur.
Yolda hastalanıp
Mekke'ye ulaşması mümkün olmayan hedy boğazlanıp eti tasadduk edilir. Ne
sahibi, ne de zengin kimseler onun etinden yer. Afdal olan da böyle yapmaktır.
Ölüme ve yabanî hayvanların yemesine terketmek uygun değildir. Vâcib olan bir
hediy olduğu takdirde onun yerine bir başkasını alması gerekir.
Nafile olarak Harem'e
sevkedilen hediy,
Mekke'ye vardığında hastalanıp ölmek üzere olur da bayram günü gelmeden
boğazlamak zorunda kalırsa, kıymetini düşürecek biçimde bir noksanlık meydana
gelmişse etinden yemeyip tamamını tasadduk eder. Az bir noksanlık meydana
gelmişse, hem etinden yiyebilir, hem de geriye kalanını tasadduk edebilir.
Harem'e sevkettiği
müt'a hedyi hastalandığı için bayram günü 1 gelmeden boğazlayacak olursa, müt'a
adına yeterli değildir; onun yerine bir hayvan alması gerekir.
Sevkettiği hediy
çalınır, bu sebeple yerine başka bir hediy satın alıp boynuna alâmet takar ve
sonra çalınan hayvanı bulunursa, ikisini birden boğazlaması afdaldır.
Birincisini boğazlayıp ikincisini satması ise caizdir. İkincisini boğazlayıp
birincisini satacak olursa, bakılır : 'Birincisinin kıymeti daha fazla ise, o
takdirde fazla kısmı tasadduk edilir, İkisinin kıymeti eşit ise, buna cevaz
verilmiştir.
Harem'e sevkedilen
hediy nafile anlam ve ölçüsünde olursa, o takdirde mutlaka bayram günlerinde
kesilmesi şart değildir, daha önce" de kesilebilir. Ne var ki bayram günlerinde
kesilmesi afdaldır.
Mut'a ve Kıran Hedyi
ancak bayramın ilk üç gününden birinde boğazlanır; daha önce boğazlanması caiz
değildir. Sonra da boğazlanması,
vacibin terkini gerektirir Bu nedenle yeni bir hayvan alıp boğazlaması -ceza
olarak- gerekir.
Bu ikisinin dışındaki
hedyin herhangi bir vakitte boğazlanması caizdir. Ancak Harem dahilinde olması
şarttır. Etinin de Harem dahilindeki fakirlere tasadduk edilmesi afdaldır.
Ancak diğer fakirler daha muhtaç durumda iseler onlara dağıtması uygun olur.
Sahibi tarafından
yenmesi caiz olan her etin tasadduk edilmesi vâcib değildir, sadece müstehabdir.
Yenmesi caiz olmayanın ise etinin tamamının tasadduk edilmesi vâcibdır.
Hediy boğazlandıktan
sonra henüz eti tasadduk edilmeden kaybolur veya bir kazaya uğrayıp yenilmez
duruma gelirse o, takdirde yerine bir hayvan almaya gerek yoktur. Vâcib edâ
edilmiş sayılır.
Ama kendisi boğazlanan
bu hayvanı yok eder veya etini yenil-miyecek bir kazaya uğratırsa, o takdirde
kıymetini tasadduk etmesi gerekir. Ama yok olmasına sebep olduğu hayvan nafile
bir kurban ise bir şey gerekmez; dilerse kıymetini tasadduk eder, dilerse etmez.
Bu üçünden birini
boğazlayan kimse Harem dahilinde ise, etinden yemesi caizdir. Aynı zamanda
zenginlere de etinden dağıtabilir. Ancak Keffaret ve adak hedyinden yemesi caiz
değildir. Bunun gibi îhsar kurbanından da yiyemez. Nafile kurban Harem dışında
kalıp yerine ulaşmadan boğazlanmışsa onun etinden de yemesi caiz değildir.
Caizse de vâcib
değildir. Ancak mut'a ile kıran hedyini çıkarması güzel bir davranıştır.
İster hacıların Minâ'da
kestikleri, ister Harem dahilinde ister Harem dışında boğazlanan kurbanlık
hayvan olsun, İslâm'ın bunların boğazlanma keyfiyetiyle getirmiş olduğu sünnet
ve âdâb vardır, onlara riâyet etmek çok daha uygun ohır.
Koyun, keçi ve sığır
yere yatırılarak boğazlanır. Deve ise ayakta boynuyla göğsünün birleştiği
kısımdan boğazlanır. Bununla beraber deveyi de yere yatırıp öylece boğazlamak
caizdir. Ancak birinci şekil afdaldır.
Kurbanlık hayvanları
boğazlarken kıbleye yöneltmek müstehab-dır. Alalh'm sunduğu nimetleri O'nun
enirine uyarak O'nun yolunda boğazladığımız zaman, Tevhîd Güneşinin doğup
yükseldiği Kâ'be'ye yönelmek kadar tabii ne olabilir?
Her şahsın kendine ait
kurbanı eliyle boğazlaması müstehabdır. Ancak bunu beceremediği takdirde birini
vekil tutup boğazlatması caizdir. Yular
ve üzerindeki çul gibi şeyler tasadduk edilir.
Kurbanlık hayvanı
başkasına boğazlattığı takdirde, kassab ücretini kesilen hayvanın etinden
vermek mekruhtur. Para verilmesi daha uygundur. Ancak onun etinden ücret dışı
kassaba bir miktar sadaka olarak vermek caizdir. Fukahanm çoğu buna fetva
vermiştir.
Hangi hayvanı
boğazlayacğım belirtmeden sadece Harem dahilinde «Allah için bir hayvan
boğazhyacağım* derse, o takdirde bir koyun boğazlaması kâfi gelir. Şu hayvandan
boğazlamayı adıyorum, derse, herhalde o hayvandan satın alıp boğazlaması
gerekir.
Harem dahilinde'
demeksizin sadece Allah için bir bedene (deve veya sığır) boğazlamayı adıyorum,
derse, o takdirde dilediği yerde boğazlayıp dağıtabilir. Mekke'de
boğazlıyacağım, diye açıklarsa, o zaman ancak Mekke sınırları dahilinde
boğazlaması gerekir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû
Yusufa göre, mutlak anlamda adanılan bir bedeneni» de Mekke'de boğazlanması ve
bunun da deve olması gerekir.
Bu tabiri kullanarak
bir hayvan boğazlamayı adarsa, o takdirde Harem'de boğazlaması gerekir. Çünkü
Hedy ancak Harem'de kesilebilir; bazı istisnaları olmakla beraber genel kaide
budur. Hem bunda fukahanın ittifakı vardır.
Hac ibâdeti şu iki
sebepten dolayı bir mü'mine farz olur : Şartları gerçekleştiği takdirde ömürde
bir defa edâ edilmesi gereken farz hac; diğeri ise adamak suretiyle bunu kendine
farz kılmak. Meselâ : «Allah için bir hac yapmayı adadım, bunu kendime gerekli
kıldım...» derse o takdirde daha önce farz olan hacı edâ etmiş olsa bile, mü~
cerred adamasıyla yine bunu kendine vâcib kılmış olur ve ilk fırsatta bunu
yerine getirmesi gerekir. Bu adağından keffaret vermek suretiyle kurtulması
caiz değildir. İmam Ebû Hanife'den yapılan açık rivayete göre de hüküm böyledir.
Haccetmeyi bir şarta
ta'lîk ederek adarsa, o şart gerçekleşince haccetmesi vâcib olur. Bir şarta
ta'lîk edip henüz gerçekleşmeden ikinci bir şarta daha talik edip ikinci kez
adarsa, iki şart birden gerçekleştiği takdirde, bir hac yapmak ikisi yerine
geçer.
İhrama girmeyi adar,
hac veya umre diye bir açıklamada bulunmazsa, o takdirde haccetmesi gerekir.
Ancak umre için derse,! o zaman umre yapması gerekir.
Mekke'ye yürümeyi Allah
(C.C.) için adıyorum veya Oraya gitmeyi Allah (C.C.) için kendime adıyorum,
derse o takdirde bu tarz bir adama da caizdir, ya hac ya da umre yapması
gerekir. Bu daha çok istihsani bir fetvadır.
Bir hac veya bir umre
yapmayı yaya yürümek suretiyle belirliyerek adarsa, o takdirde yaya olarak hac
veya umre yapması gerekir. Buradaki yaya tabirinden maksat, hac menasikini yaya
olarak yerine getirir. Hac yaptığında, Ziyaret Tavafım tamamladıktan sonra-,
Umre yaptığında tavaf ile sa'yi tamamladıktan sonra artık yaya yürümeyi terke
debilir.
Bilindiği gibi, hac
menasikine önce Mikat'tan ihrama girmekle aşlamr. Bu bakımdan meşayihten bir
kısmı, Mikat'ta ihrama girdili andan itibaren artık yaya olarak diğer menasiki
tamamlamaya alışır. Bir kısmı da evinden bu niyetle çıktığı andan itibaren yaya
ürür. Birincilerin görüş ve tesbitinde kolaylık vardır.
Bu durumda, yani ihrama
girip Mikât'ı geçmeye başlayınca ya-fa yürümez de bir bineğe binerse, o takdirde
bir kan akıtması gerekir. Yolun çoğunu veya menasikin çoğunu hayvan üzerinde
yaparsa, lüküm yine böyledir. Az kısmını hayvan üzerinde yerine getirirse, ına
göre bir tasaddukta bulunması gerekir.
İmamların hepsine göre,
böyle bir adamada bulunmak sahih delildir. Harem'e veya Mescid-i Harem'e yaya
gitmeyi adadım derse, mam Ebû Hanîfe'ye göre hiçbir şey gerekmez. İmameyn'e
göre, böy-e bir adak sahihtir, sahibinin ya bir hac ya da bir umre yapması
gerekir.
Farz olan bir ibâdeti
adamanın hiçbir anlam ve hükmü yoktur. A.dasa da adamasa da şartlar müsait
olduğu takdirde gitmesi gerekir. Ancak şartlar müsait olmadığı halde, iki kez
farz hac yapmayı A-llah (C.C.) için adadım, derse hiçbir şey gerekmez. Çünkü
farz hac bir defa gereklidir.
«Bu sene içinde iki
defa haccetmeyi Allah için adadım.», derse o sene içinde bu adağını yerine
getirmesi gerekir. Tabii bir hac bir de umre yapmakla bu gerçekleşmiş olur.
«Bu sene içinde on hac
yapmayı adadım», derse on sene içinde on hac yapması gerekir. Bunun gibi yüz hac
yapmayı adaşa, kendisine yüz hac yapmak gerekir; tabii ömrü buna yeterse...
Hastalıktan Şifa bulup
sağlığına kavuşunca, bir defa haccetmesi vâcib olur. İsterse «Allah (C.C.)
için» demesin. Çünkü mücerred bir şeyi bilhassa
hac gibi bir ibâdeti adamak
ancak Allah
(C.C.) içindir.
Daha önce farz olan
haccı yerine getirmemişse, adamasından dolayı yaptığı hac, onun yerine de
geçer, isterse kendisine ömründe bir kez farz olan Hacce niyet etmese bile.
Hacılar Arafat'ta vakfe
yaptıktan sonra bir cemaat onlara : «Siz bir gün önce vakfe yapmış
bulunuyorsunuz» söyler ve bu hususta şe-hadette bulunurlarsa, o takdirde onların
şehadeti kabul edilerek vakfenin iadesi gerekir.
Bir gün sonra vakfe
yaptıklarına şehadette bulunurlarsa, o takdirde onların şehadeti kabul edilmez
ve yapılan vakfe sahih ve caiz sayılır. Bunda istihsan vardır. Kıyasa göre,
şehadetlerinin kabul edilmesi gerekirdi.
Hacılar Terviye gününde
Minâ'ya çıkmaya hazırlanırken bir cemaat gelip o günün Arafe olduğuna şehadette
bulunursa, o takdirde imam orada toplanan cemaatle birlikte gündüzleyin
Arafat'ta vakfe yapma imkânını bulursa, sözü edilen cemaatin şehadeti kabul
edi-ilr. Halkın çoğuyla da gündüzleyin vakfe yapma imkânı bulunursa, hüküm yine
böyledir. Az bir cemaatle mümkün olsa bile, bu şehâdet artık muteber değildir.
Bunda hem kıyas, hem istihsan vardır.
Bu durumda, yani halkın
çoğuyla gündüzleyin Arafat'a vakfeye çıkma imkânı yoksa, o takdirde yine halkın
çoğuyla ya akşam ya da geceleyin gidip vakfe yapmaları gerekir. Çünkü fecir
doğuncaya kadar vakfenin müddeti vardır. Aksi halde haccı kazaya bırakmış
olurlar. Eğer geceleyin de halkın çoğunun -Arafat'a çıkıp vakfe yapması mümkün
olmazsa, o takdirde, sözü edilen cemaatin bu husustaki şehadeti kabul olunmaz.
İmam cemaate yarın vakfe yapılacak diye emreder. Bunda da istihsan vardır,
kıyasa uymaz.
Vakfe konusunda bir
cemaatin şehadeti, bir kişinin şehadeti mesabesindedir. O kadar ki, halkın
çoğuyla gidip vakfe yapmaz, kendi şehedetleri ölçüsünde vakfe yaparlarsa, haccı
kaçırmış olurlar, kazası gerekir.
O halde gündüzleyin
vakfe yapma imkânı bulunduğu taktirde sözü edilen cemaatin şehadeti kabul
olunduğu gibi, iki âdil şahidin de şehadeti muteber sayılır. Ancak gündüz halkın
çoğuyla vakfe yapmak mümkün olmaz da gece yapılması gerekirse, o takdirde iki
âdil şahidin şehadeti kabul olunmayabilir; ama
bir cemaatin şehadeti kabul edilir.
Özetîiyecek Olursak :
Hangi yerde şehadetin
kabulüyle hacc kaçırılıp kazaya kalacak olursa, orada yapılan şehadet kabul
olunmaz, yani onunla amel edilmez Şahidler ne kadar çok olursa olsun,
farketmez. Tabii bu kaçırma oradaki halkın çoğunluğuyla ilgilidir. Bu bakımdan
yapılan şehadet-le oradaki halkın bir kısmının haccını kaçırması söz konusu ise,
oradaki şehadet kabul olunur.