Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı Celal YILDIRIM

TALÂK - BOŞANMA.. 6

TALAK : 6

Talâk'ın Hükmü : 6

Talâk'ın Vasfı : 7

Talâk'ın Taksimi : 7

Sünnî Talâk : 7

BİD'Î TALÂK : 7

Kadın Ayhali Görmüyorsa Nasıl Boşanır?. 8

Gebe Kadını Boşamak : 8

Karısına : «Sen Sünnete Uygun Boşsun» Derse : 8

Karısına «Her Ay Sen Sünnete Uygun Boşsun» Derse : 9

TALÂKLA İLGİLİ LAFIZLAR : 9

KİMLERİN TALÂKI VAKİ OLUR, KİMLERİN TALÂKI VAKİ OLMAZ : 9

Çocuğun Talâkı Vaki Olur Mu?. 10

Bunağın Talâkı Vaki Midir?. 10

Birsam (Sanrı)  Hastalığına Yakalananın Talâkı Vaki Midir?. 10

Boşama İçin Çocuğa Vekâlet Verilir Mi?. 10

Dayaktan Sersemleşen Kimsenin Talâkı Vaki Midir?. 10

«Karımı Boşadım» Demesi İçin Zorlanan Kimse : 10

Hükümdar, Karısını Boşaması İçin Adamın Bir Vekil Tutmasını İsterse : 11

«Karımı Boşa» Diye Birini Vekîl Tutarsa : 11

Dilsizin Talâkı İşaretle Vaki Olur Mu?. 11

Adam Murted Olup Dar-İ Harbe Geçerse : 11

İKA-İ TALÂK (Boşamanın Gerçekleşmesi) 11

SARÎH TALÂK.. 12

Kadın : Beni Boşa Derse : 13

Seni Boşadım, Bir Defa Değil, Derse : 13

Sen Şu Kadar, Şu Kadar Boşsun, Derse : 13

Kadın Kocasına  Beni Boşa» Derse : 13

«Karını Üç Talakla Boşadın Mı?» Diye Sorarsa : 14

Kadın Kocasına «Beni Üç Talâkla Boşa» Derse : 14

Bu Şehrin Kadınlarından Hepsi Boştur, Derse : 14

Kadın Kocasına «Beni Boşa» Der, Kocası Da Üç Parmağıyla İşaret Ederse : 14

Yarım Talâkla Boşsun : 16

TALÂKI ZAMANA İZAFE ETMEK.. 17

TALÂKI BENZETME VE ONUN VASFI 19

Talâk Belirsiz Bir Sayıya İzafe Edilirse : 19

CİNSEL TEMAS MEYDANA GELMEDEN BOŞAMAK.. 21

KİNAYE LAFIZLARLA TALÂK.. 21

Talâk-I Kinaye Üç Kısma Ayrılır : 22

Sarih Talâk, Sarih Talâka Lâhik Olur : 24

Bâin Talâk Bâin Talâka Lâhik Olmaz : 24

YAZILI BOŞAMA (Talâkun Bi'l-Kitabe) 24

Mektupta Önce Bir Takım İhtiyaçlar Sonra Da Boşama Sözü Yazılmışsa : 25

Tehdid Edilerek Karışım Boşadığını Yazan Kimsenin Durumu : 25

TEFVİZİ  TALÂK.. 25

BELEDİYE NİKÂHI VE HAKÎMİN BOŞAMA VEYA AYIRMA KARARI 26

Medenî Hukukta Karı - Kocayı Hâkim Şu Hallerde Ayırır : 27

Kadına Verilen Yetki : 27

Tefviz Ve Tahyîr İle İlgili Fetva Ve Hükümler : 28

Karı - Koca Îkisi De Ayni Vasıtada Bulunursa : 29

Adam Karısını Muhtar Bıraktıktan Sonra Cinsel Yaklaşmada Bulunursa : 29

Kadına Boşanma Hususunda Serbesti Verildikten Sonra Namaza Kalkarsa : 29

Adam Kadını Muhtar Bırakınca Kadın Bir Şey İsterse : 29

ÎSTİSNÂ YOLLU TALÂK.. 30

HASTALIK HALİNDE BOŞAMAK.. 30

Kadın Boşandıktan Sonra Dinden Çıkarsa : 31

Adam İrtidad Ederse : 31

Kadın Dinden Çıkarsa : 31

Karı - Koca İkisi Birden İrtİdad Ederse : 31

Hasta Adamın Oğlu, Onun Karısıyla Cinsel Temasta Bulunursa : 31

Oğlu Babasının Boşadığı Kadınla Temasta Bulunursa : 31

Kadın Kocasına, Beni Ric'î Olarak Boşa, Derse : 32

Hastalık Halinde Miras Kaçırma Kasdiyle Boşama Meydana Gelirse : 32

Bu Konularda Kadm Da Erkek Gibidir : 32

Adam Hasta İken Karısına Zina İsnad Ederse : 33

Karısıyla Îlâ' Yaptıktan Sonra Ölürse : 33

Kadınla Diğer Mirasçılar İhtilafa Düşerse : 33

TALÂK-İ RİCİ 33

RİCİ VE BÂİN TALÂK   ABASINDAKÎ AÇIK FARKLAR -. 34

Bâin Talâk : 34

Ric'atte Kadının Rızası Gerekir Mi?. 35

Karı - Koca İkisi De İddetin Bittiğini Kabul Ederse : 35

Ric'at Hususunda İttifak Ederlerse : 35

BOŞAMA OLAYI MEYDANA GELDİKTEN SONRA NELER HELÂLDİR?  35

İkinci Koca Deli Olursa : 36

İkinci Kocanın Tenasül Aleti Kesik Olursa : 36

İkinci Kocanın Cinsel İktidarı Olmazsa : 36

Boşanan Kadın Hıristiyan Olursa : 36

İkinci Kocası Cinsel Temasta Bulunmadan Boşarsa ; 36

Hülle   Yaptırmak : 36

İ'LÂ VE TAŞIDIĞI HÜKÜMLER.. 37

İlâ Müddeti İçinde Karısına Yaklaşırsa : 37

İ'LÂ ŞU SÖZLERLE VAKİ' OLUR.. 38

Dört Çeşit İ'lâ Vardır : 38

ÎLA'NIN ŞARTLARI : 38

İ'LÂ'NIN HÜKMÜ : 39

Î'LÂ'YI HÜKÜMSÜZ KILAN SEBEPLER : 39

HULÜ' VE İLGİLİ HÜKÜMLERİ 39

Hulü' Konusunda Hangi Mallar Karşılık Olabilir?. 40

ZÎHÂR VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 40

Zihârın Şartları : 40

Zihârın Rüknü : 40

Karısını Babasının Karısına Benzetirse : 41

Zihârın Bir Diğer Hükmü : 41

Keffaret Vermeden Cinsel Temasta Bulunursa : 41

Zihâr Yaptıktan Sonra Karısını Boşarsa : 41

Zihâr Yaptıktan Sonra Karı - Kocanın İkisi De İrtidad Ederlerse : 41

Zihârda Açık İfade Kullanmak Niyete Muhtaç Olmaz : 42

ZİHÂR KEFFARETİ : 42

Oruç Tuttuktan Sonra Köle Azadına Kudret Bulursa : 42

Zihâr Keffaretinde İmkâna Ne Zaman İtibar Edilir?. 43

Oruç Tutacak Güçte Olmayan Kimse Altmış Fakiri Doyurur : 43

LİÂN  VE  HÜKÜMLERİ 43

Liân'ın Kur'ân'da Yeri : 43

Liân'ın Hadîsteki Yeri : 43

Hâkim Huzurunda Liân Yapıldığında : 44

Adam Karısına Zina İsnadında Bulunur da Hakim Huzuruna Çıkmadan Anlaşırlarsa Ne Lâzım Gelir?. 44

Mulaanede Vekâlet Caiz Değildir : 44

Kadının Zinada Bir Çocuğu Bulunursa ; 44

Karısına Dübüründen Zina Yaptığını İsnad Ederse : 44

Liân'ın Şartları : 44

Karısı Öldükten Sonra Ona Zina İsnad Ederse : 45

Liân Hükmüne Kimler Ehildir?. 45

Karı Kocadan Birisi Fasık Olursa : 45

Sağır Adam Karısına Zina İsnad Ederse : 45

Liânın Hükmü : 45

Mülaanede Önce Erkek Yemin Ettirilir : 45

Hakim Huzurunda Liân Yapıldıktan Sonra Karı Kocadan Biri Dinden Dönerse : 46

Karı Koca Mülaâne Yaptıktan Sonra Ortadan Kaybolurlarsa : 46

İNNÎN'LE ÎLGİLİ HÜKÜMLER.. 46

Kadın, Kocasının Innîn Olduğunu İddia Ederse : 47

Verilen Süre Sona Erince : 47

Tanınan Süre Bitince Yeni Bir Süre Verebilir Mi?. 47

Hâkim Karı Kocayı Ayırdıktan Sonra Ortaya Îki Şahit Çıkarsa : 48

Adam Bir Defa Olsun Cinsel Temasta Bulunabilmişse, Tefrika Karar Verilebilir Mi?  48

Nikâh Akdinde Kadın, Kocasının Cinsel İktidarsızlığını Bilerek Kabul Ederse : 48

Kadınla Dübüründen Temasta Bulunursa : 48

Cinsel Temasta Bulunur, Ama Meni Akmazsa : 48

İğdişleşmiş Erkeğe Süre Verilebilir Mi?. 48

Hunsa (Hem Erkeklik, Hem Dişilik Organı Bulunan) Evlenecek Olursa : 48

Kadının Tenasül Cihazıyla Dübürünün Arası Yırtık Bulunursa : 49

Adamın Tenasül Aleti Kesikse : 49

İDDET — SERİ BEKLEME SÜRESİ 49

lddetin Üç Sebebi Vardır : 49

İddet Üç Kısma Ayrılır : 50

Üç Ayhali Görmek Şu Durumda Gerekir : 50

Üç Ay'ın Geçmesini Beklemek : 50

İddetle İlgli Misaller Ve Fetvalar: 50

HİDAD VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 51

İddet İçinde Bulunan Kadının Sokağa Çıkması : 51

İddet İçinde Bulunan Kadın Seyahate Çıkabilir Mi?. 52

Kocasıyla Seyahatte İken Üç Talâkla Boşanırsa : 52

NESEBİN   SÜBUTU.. 52

Adam Evlendikten 4-5 Ay Sonra Karısı Doğum Yaparsa : 52

Kocası Öldükten Sonra Îddet İçindeki Kadın Gebe Olduğunu Söylerse : 53

Evlenme Tarihinde İhtilaf Çıkarsa : 53

Evlendikten Beş Ay Sonra Doğum Yaparsa : 53

Erkek, Bîr Çocuğa İşaret Ederek «Bu Benim Oğlumdur» Der Ve Sonra Ölürse : 53

Kadın Üç Talâkla Boşandıktan Sonra Yine İlk Kocasıyla Evlenirse : 54

Zina Ettikten Sonra Evlenirse : 54

Gebeliğin En Çok Süresi : 54

HİZANE VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 54

Çocuğu Beslemeye Kim Daha Haklıdır?. 54

Çalgıcı Anneye Çocuğu Teslim Edilir Mi?. 54

Anne Mutlaka Çocuğu Beslemekle Yükümlü Müdür?. 54

Çocuğun Annesi Başkasıyla Evlenirse : 55

Çocuğa Anne veya Nenesi Kaç Yaşına Girinceye Kadar Bakmaya Yetkilidirler?  55

Anne Çocuğu Besleme Karşılığında Ücret Alabilir Mi?. 55

Çocuğun Babası Fakir Olursa : 55

Hızâne Île İlgili Yer (Çocuğa Bakılması Gereken Yer)  : 56

NAFAKALAR VE İLGÎLÎ HÜKÜMLER.. 56

ZEVCENİN NAFAKASI 56

Nikâh Akdi Yapıldıktan Sonra Nafaka Başlar : 57

Kadın Darılıp Kocasının Evinden Çıkarsa : 57

Kocası Namaz Kılmayan Kadın : 57

Kadın Borcunu Ödemediği İçin Hapsedilirse : 57

Kadının Kocası Tutuklanırsa : 57

Adam Başka Bir Şehirde Bulunur Da Karısının Yol Masrafını Gönderirse : 57

Koca Ergenlik Çağında Olmaz Da Kadın Ergen Bulunursa : 58

Karı - Kocanın İkisi De Ergen Olmazsa : 58

Kadın Cinnet Getirirse : 58

Kocasıyla Birlikte Hacce Giderse : 58

Şüphe Île Meydana Gelen Cinsel Temastan Dolayı Nafaka Gerekir Mi?. 58

Kadının Hizmetçisinin-Nafakası : 58

Nafaka İçin Kadın Hâkime Başvurursa : 59

Kadın Soylu Bir Aileden Olursa : 59

Kadın Evde Pişirdiğine Karşılık Ücret İsteyebilir Mi?. 59

Kadının Hizmetçisi Yemek Pişirmiyecek Olursa, Nafakası Gerekir Mi?. 59

Genel Anlam Ve Ölçüde Nafaka Nelerdir?. 59

Karısına Nafaka Ayırmadan Sefere Çıkarsa : 60

Adam Nafaka Ödemekten Âciz Olursa : 60

Hâkimin Takdir Ettiği Nafakayı Adam Vermezse : 60

Peşin Verilen Nafaka': 61

Adam Nafaka Ödemezse : 61

MESKEN TE'MÎNİ 61

Kadın, Kayınvalidesi Île Oturmak İstemezse : 61

Adam, Karısının Yakınlarının Eve Girmesine Razı Olmazsa : 61

Kadın Hizmetçisi İle Sefere Çıkabilir Mi?. 62

Kocasının Malım Başkasına Verebilir Mi?. 62

MU'TEDDE OLAN KADININ NAFAKASI 62

Kocası Ölen Kadına Nafaka Gerekir Mi?. 62

Uzun Süre Kocası Gaiblere Karışırsa : 63

ÇOCUKLARIN NAFAKASI 63

Çocuk Sütten Kesilince : 63

Çocuğa Annesi Herkesten Daha Yakındır : 64

Çocuğun Babası Fakir, Amcası Zengin Olursa : 64

Erkek Çocuklar Çalışacak Duruma Gelirse ?. 64

Ergen Olmayan Erkek Çocuğun Karısını Kim Beslemekle Yükümlüdür?. 65

Ergen Olan Erkek Çocuğun Durumu : 65

Adam Yakınlarına Nafaka Ayırmadan Ortadan Kaybolursa : 65

Çocuklarının Yanma Gayrimenkul Bırakırsa : 65

ZEVİL-ERHAM'IN NAFAKASI 65

İki Oğlundan Biri Nafaka Vermiyecek Olursa : 65

Zengin Evlâd Üvey Annesinin Nafakasını Vermek Zorunda Mıdır?. 66

Ana Ve Babası Fakir Olan Evlâd İkisinin Nafakasını Karşılıyamazsa : 66

Baba Bekâr Olup Evlenme İhtiyacı Duyarsa : 66

Babasının Babası Fakir Olursa : 66

Fakir Olan Zevcenin Nafakası : 66

Baba İle Oğul Nafaka Konusunda İhtilâfa Düşerse : 67

Babası Muhtaç Olduğu Halde Oğlu Nafaka Vermezse : 67

DİNLERİ AYRI OLANLARIN NAFAKA DURUMU.. 67

Dar-İ Harpte Bulunan Ana-Babamn Nafakası : 67

Köle Ve Cariyelerin Nafakası : 68


TALÂK - BOŞANMA

 

Evlilik bağının ; çözülmesi, evlilik ilgisinin kesilmesi anlamına gelen Talâk, aile hukukuyla ilgili, kadın haklarıyla her yönüyle bağlantılı bulunan bir konudur. İslâm Dini, şartlar elverdiğinde ev­lenmeyi ne kadar tahrik ve teşvikte bulunmuşsa, zorunluluk olmadığı takdirde kart boşamayı da o nisbette kınamış ve bunu önlemek sa­dedinde bir takım maddî ve mânevi müeyyideler koymuştur. Sağlam ve istikrarlı aile yuvası kurmak, İslâm'ın öngördüğü amaçlardan bi­ridir. Kârı koca arasında, -tarafların haklarına saygı gösterilmek şartiyle- sevgi ve saygı bağlarını en ölçülü ve anlamlı biçimde geliş­tirmiş bunun kopmasına rastgele cevaz vermemiştir.

Kur'ân'da Karı koca arasındaki hakların ve mânevi bağın öne­mi şu sözlerle belirtilmektedir :

«Verdiğinizi kadından geri alır mısınız? Nasıl alırsınız ki, birbi­rinize iyice katılıp haşhaşa kaldınız ve sizden bu hususta sağlam bir söz de almışlardı.»[1]

Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz evliliğin ne kadar kutsal bir mü­essese olduğunu belirtirken, boşamanın da o nisbette kötü bir yol olduğunu şöyle açıklıyor :

«Allah katında helâlin en sevilmiyeni, boşamaktır.[2]

«Kadın kocasına karşı ifsad eden (onu lekeliyen) kimse bizden değildir.»[3]

Kadının da boşanma isteği -bir zaruret olmadıkça- hoş karşılan­mamış, bu yola giren kadınlar kınanmıştır. Allah Resulü şöyle buyu­ruyor :

«Herhangi bir kadın kocasından -hiçbir sakınca yokken- boşan­ma İsteğinde bulunursa, Cennet kokusu o kadına haram olur.»[4]

 

TALAK :

 

Sözlükte, boşamak, boşanmak, salıvermek ve terketmek mâna­larında kullanılır.

Istılah (Terim) olarak ; Evlilik bağını çözmek, evlilik ilgisine son vermek, nikâh kaydını belli lâfızlarla kaldırmak, anlamında kulla­nılmıştır.

Talâk'ın Tefsiri : Yukarıda belirtilen sözlük ve terim mânaları­dır.[5]

Talâk'ın Rüknü : Erkeğin karısına : «Sen boşsun..demesi ve­ya buna benzer bir söz söylemesidir.[6]

Talâk'ın Şartları : Bu genellikle iki maddede özetlenmiştir : Bi­rincisi, zevc'in (koca) talâk'a yani boşamaya ehil olması; ikincisi : Zevce'nin (karı) sahih bir nikâhla evlenmiş bulunması veya talâk'a mahal olmaya elverişli mu'tedde (şer'î bekleme süresi içinde) bulun­masıdır.

Bu iki şartı dikkate aldığımızda, çocuğun, delinin ve uyuyan kimsenin talâkı (boşaması) vaki sayılmaz. Bunun gibi, sahih bir ni-hakla nikâhlı bulunmayan yabancı bir kadım boşamak anlamsız sa­yılır. Ayrıca, hürmet-i müsahare veya denksizlik (kefaet) gibi bir öö-beple nikâh akdi fesh edilen ve bu nedenle iddet (şer'î bekleme süre) içinde bulunan bir kadını boşamak ta anlamsız ve hükümsüzdür.

Sözü edilen iki şarttan başka bir de yine talâkın vukuu ile ilgili üç şartı daha vardır :

1. Talâk'ın anlam taşıyan bir söz ile yapılması,

2. İstisnâ ile kayıtlanmaması,

3. Talâk'm zevceye ya hakikaten ya da   mâna cihetiyle izafe edilmesi...

O halde sadece niyet getirilerek boşamayı düşünmek, yeterli de­ğildir. Bunun herhalde bir lâfız ile söylenmesi gerekir. Talâk lafzını kullanırken istisna anlamında «inşaallah» ile kayıtlarsa, vâki olmaz. Sunu biraz daha açıklayalım : Adam, karısına : «Seni -inşaallah bo­şadım» veya «Sen benden -inşaallah- boşsun..» derse, kadın boşan­mış olmaz. Çünkü talâkta istisnaya yer verilmiştir. [7]

 

Talâk'ın Hükmü :

 

Ric'î (veya Rec'î) talâkta iddetin bitmesiyle ayrılmaları gerçek­leşeceği gibi, bâin talâkta iddet bitmeden ayrılmaları gerçekleşmiş olur. [8]Üç talak tamamlanınca da nikâhın helâlliği giderilmiş ve' kadın artık o erkeğe haram olmuş olur.[9]

İleride Ric'î ve bâin talâkların tarifi yapılmıştır, (bak. s. : 78) [10]

 

Talâk'ın Vasfı :

 

Aslına nazaran sakıncalıdır. İhtiyaca nazaran mubahtır.

İleride talâkın bu vasıfları açıklanacaktır. Ayrıca sünnî ve bid'î olmak üzere iki ayrı vasfı daha vardır. Bu da yeri gelince belir­tilip tanıtılacaktır. [11]

 

Talâk'ın Taksimi :

 

Talâk iki kısma ayrılır : Sünni ve Bid'î. Sünnî, sünnete uygun biçimde meydana gelenidir. Bid'î, sünnete aykırı biçimde meydana gelenidir.

Bu iki kısımdan her biri de iki kısma ayrılır : Sayı ile ilgili bulu­nan, vakit ile ilgili bulunan.[12]

 

Sünnî Talâk :

 

Sayı va vakit hususunda Sünnî talâk iki türlüdür : Hasen ve Ah-sen (iyi ve daha iyi - güzel ve daha güzel).

Ahsen (daha iyi) olan talâk : Karısını cinsel temasta bulunma­dığı temizlenmiş devre için de ric'î bir talâkla boşaması ve iddetin sona ermesine kadar terketmesidir. Veya kadın hamile ise, gebe ol­duğu belirgin hale gelinceye kadar terketmesidir.

Hasen (iyi olan) talâk : Karısını cinsel temasta bulunmadığı te­mizlik devresi içinde bir talâkla boşaması, sonra ikinci temizlik dev­resinde ikinci talâkla, üçüncü temizlik devresinde üçüncü bir talâk­la boşamasıdır.[13]

O halde sünnet talâk sayısında, kendisiyle cinsel temasta bulu­nulan kadınla, bulunulmayan kadın arasında fark yoktur. Vakit hu­susunda, ise, sadece kendisiyle cinsel temasta bulunulan kadın hak­kında sabit olur. Kendisiyle cinsel temasta bulunulmayan kadına ge­lince, onu temizlik devresiyle ayhali devresinde boşamak arasında bir fark yoktur.[14]

Kocası ile Sahih Halvette bulunan kadın talâk vaktine riâyet hususunda kendisiyle cinsel temasta bulunulan kadın gibidir. Onu da vakti gözeterek boşamak sünnettir.[15]

Sünnet talâkın vakti konusunda Müslüman kadınla Ehl-i Kitap­tan olan kadın ve câriye eşit durumdadırlar. Yani boşanmaları ge­rektiğinde her üçü hakkında da sünnet talâk vaktinin gözetilmesi tavsiye edilmiştir.[16]

Sünnet talâk vakti kabul edilen kadının temizlik devresi, ondan önceki ayhali devresinde kocası kendisiyle cinsel temasta bulunma­mış veya o devrede onu boşamamış olması şartiyledir. O halde ka­dın ayhali devresinde iken kocası -günah işleyerek- onunla cinsel te­masta bulunur veya onu bir talâkla boşarsa, artık ondan sonraki te­mizlik devresi sünnet talâk devresi olmaktan çıkar.

Ama ayhali devresinde bir talâk-i ric-i ile boşar, sonra henüz te­mizlenmeden karısına rücu' eder (döner) ve sonra kadın temizlik devresine girince onu tekrar boşamak isterse, bu da sünnet boşama vakti kabul edilir. Fukahanın bunda görüş birliği vardır.[17]

İçinde cinsel temasta bulunmadığı temizlik devresinde «Seni terk ettim» diyerek beyiiunette bulunur, yani karısını bir veya iki. talâk-i bâin ile boşar, sonra tekrar onunla evlenirse bulunduğu temizlik dev­resi içinde onu tekrar boşayabilir. Bunda icmâ' vardır.[18]

İçinde cinsel temasta bulunmadığı temizlik devresinde karısını bir talâkla boşar, sonra ayni temizlik devresi içinde ona sözlü mü­racaatta bulunursa, o takdirde ayni temizlik devresi içinde ikinci kez onu boşaması, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, sünnî talâk sayılır. îmam Ebû Yusuf'a göre ise, sünnî sayılmaz.[19] Bu hususta el ile dokun­mak öpmek veya tenasül cihazına bakmak da sözlü müracaat hük­mündedir.

O halde karısının elini şehvetle tutup 'Sen sünnete uygun üç talâkla boşsun, derse, üç talâk hemen ardarda vaki olur. Çünkü ka­dının elini şehvetle tutması, her talâk vaki olduktan sonra hemen müracaat etmesi anlamına gelir ve bu anlamla üç talâk ardarda he­men vaki sayılır.[20]

Cinsel temasta bulunarak müracaat ederse, o takdirde bu tarz boşamak sünnî sayılmaz. Bunda da icmâ' vardır.[21]

 

BİD'Î TALÂK :

 

Bid'i talâk, az yukarıda da belirtildiği gibi sünnete uygun olma­yan boşama şeklidir. Bu da Sünni Talâk gibi, sayı ve vakit itibariyle iki türlüdür :

Birincisi : Bir tek temizlik devresi içinde bir kelime veya farklı birkaç kelime ile kadını üç talâkla boşamaktır. Böyle bir boşamada bulunan kimse sünnete aykırı davranışta bulunduğu için günahkar sayılır.

İkincisi : Kendisiyle cinsel temasta bulunduğu ve ayni zaman­da ayhali görmekte olan karışım ayhali içindeyken veya içinde cinsel temasta bulunduğu temizlik devresindeyken boşamaktır. Ric'i ta­lâk olduğuna göre, bu durumda karısına müracaat etmesi, yani dön­mesi, en sahih kavle göre vâcibdir. Çünkü boşama şekli sünnete ay­kırıdır.[22]

Bâin talâk sünnî değildir. Mezhebin zahir rivayeti böyledir. Hu-lu' talâkı, ister ayhali -halinde olsun, ister onun dışında olsun, sun-nîdir. [23]Fukaha bu konuda kadının da alacağı ivaz karşılığında boşanmaya razı olması durumunda bunu ayhalinde veya onun dışın­da ihtiyar etme hakkına sahip bulunduğunu belirtmiştir. Kadın ay­halinde boşanmayı ihtiyar ederse, o takdirde kaadınm onları ayır­masında bir sakınca yoktur.[24]

 

Kadın Ayhali Görmüyorsa Nasıl Boşanır?                                  

 

Kadın ya yaşlandığı ya da başka bir sebepten dolayı ayhali ol­muyorsa, o takdirde kocası onu sünnete uygun biçimde boşamak is­tiyorsa, önce bir talakla boşar, bir ay geçince ikinci bir talâkla bo-şar ve üçüncü bir ay geçince üçüncü bir talâkla boşar. İmam Ebû Ha-nîfeye göre, bu ve iddet konusunda aylar günler sayısı itibariyle tak­dir edilir. İmam Ebû Yusuf'tan da bu anlamda bir rivayet vardır. Yani doksan gün geçmedikçe kadının iddeti (şer'î bekleme süresi) tamamlanmış olmaz. Ayhali görmeyen kadının da her talâkı için otuz gün geçme beklenir. Ve böylece üç talâk doksan günde tamam­lanmış olur. [25]

 

Gebe Kadını Boşamak :

 

Gebe kadını bir sebepten dolayı boşamak zorunda kalan kimse, onunla cinsel temasta bulunduktan sonra da boşaması caizdir. An­cak sünnete uygun boşayabilmesi için, her iki boşama arasında bir ay ara vermesi gerekir. Bu da yine İmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yusuf a göredir.[26]

O halde kadın ayhali görenlerden ise, kocası da kendisiyle cin­sel temasta bulunmuşsa, ona : «Sen sünnete göre boşsun» derse, ay­ni anda bir talâk vaki olur, eğer kadın temizlik devresinde bulunu­yor ve bu temizlik devresinde kocası onunla cinsel temasta bulunmamışsa.. Ama kadın ayhali bulunur veya temizlik devresindedir fakat kocası onunla cinsel temasta bulunmuşsa bu devrede, hemen bir ta­lâk vaki olmaz, sünnet yakti gelinceye kadar bekler.

Cinsel temasta bulunduğu karısına, «Sen üç defa sünnet© uygun boşsun..» der ve kadın da ayhali görenlerden ise, bu birkaç yorum ister : Eğer her temizlik devresinde bir talâkla boşamayı niyet etmiş­se, niyetine göre vaki olur. Hiçbir şey niyet etmemişse, yine her te­mizlik devresinde bir talâk vaki olur. Eğer üç talâkın birden vaki ol­masına niyet etmişse, niyeti sahihtir. Çünkü üç talâkın birden vaki olması sünnet ile meydana gelen bir örftür.

Her ay başında bir talâk vaki olmasına niyet etmişse, niyet etti­ği gibi vaki olur.

Kadın ayhalinden kesilmiş, yani artık göremez. olmuşsa, o tak­dirde kocası ona -eğer kadınla cinsel temasta bulunma da gerçekleş­mişse- : «Sen sünnete uygun üç defa boşsun.." derse, bir talâk derhal vaki olur, sonra bir ay geçtiğinde ikinci, bir ay daha geçtiğinde üçün­cü talâk vaki olur.[27]

 

Karısına : «Sen Sünnete Uygun Boşsun» Derse :

 

Adam karısına sayı belirtmeden «Sen sünnete uygun boşsun..» elerse ve kadında ayhali görenlerden ise, adamın bu sözü, içinde cin­sel temas vuku, bulmamış temizlik devresine rastlarsa, derhal bir ta­lâk vaki olur. Raslamazsa, beklenir, temizlik devresi girince vaki olur. Kadın gebe bulunur veya ayhalinden tamamen umutsuz olur­sa, söylendiği an bir talâk vaki olur.[28]

Adam bu sözüyle üç talâkın birden vaki olmasına niyet etmiş ve­ya üç talâkın temizlik devrelerine tefrik edilmesini düşünmüşse, o takdirde birinci niyetine göre, üç talâk ile temizlik devresinde bir­den vaki olur. İkinci niyetine göre, her temizlik devresinde bir talâk vaki olur.[29]

Ne var ki Fahrü'l-İslâm Sadrü'ş-Şehîd ve Hidâye sahibi ile fu-kahadan bir cemaat, bu durumda üç talâka birden niyet ederse, bu ölçüdeki niyeti sahih değildir, demişlerdir. [30]Çünkü «Sünnete uy­gun» tabiri, böyle bir niyete ters düşmektedir. Ancak bir talâk vaki olur.[31]

Bir talâka niyet ederek «Sen sünnete göre boşsun» der ve bunu ^»âin talâk anlamında düşünürse, bâin talâk olmaz. Bununla iki ta-ılâk kasdetse iki talâk vaki olmaz. Bu sözüyle bir talâk kasdederse, sa­dece bir talâk vaki olur. [32]

 

Karısına «Her Ay Sen Sünnete Uygun Boşsun» Derse :

 

Karısına «her ay sünnete uygun boşsun» derse, bakılır : Eğer ka­dın ayhalinden artık umutsuz olmuşsa, ay hesabıyla iddeti dikkate alarak her ay bir talâkla boşanmış olur. Ayhali görmek suretiyle id­deti hesaplanıyorsa, sadece bir talâkla boşanmış olur. Ancak her ay üç talâk ile boş olmasına niyet etmişse o takdirde üç talâk vaki olur.[33]

Kadın ayhalinden umudunu kesenlerden ise, kocası kendisine : «Sen aylara göre boşsun» derse, o takdirde her ay başında bir talâk vaki olur.

Eğer kadın ayhali görenlerden ise, kocası ona : «Sen ayhali du­rumuna göre boşsun» derse, kadın her ayhali görmekle bir talâk va­ki olur. Ayhalinden umudunu kesenlerden ise, bu söz ile hiçbir şey gerekmez.

«Sen sünnete uygun iki talâkla boşsun» derse, içinde- cinsel te­masta bulunmadığı her temizlenme devresinde bir talâk vaki olur.[34]

 

TALÂKLA İLGİLİ LAFIZLAR :                                               

 

Talâkla ilgili lafızlar genellikle sünnete uygun olup olmama ba-. lamından ikiye ayrılır : Sünnete uygun olan talâk lâfızları, bid'at sayılan talâk lafızları.                                                                     

Sünnete uygun olanları şöyle belirtmişlerdir.                          

Sünnete uygun - Sünnetteki hükme göre - Sünnet üzere - Sün­net Talâk - tddet - îddet Talâkı - Adalete Uygun Talâk - Dini Talâk -tslâm Talâkı - En güzel .Talâk- En uygun Talâk - Hak Olan Talâk -Kur'ân'a Uygun Talâk - Kitab'a Uygun Talâk gibi.

Bunların hepsi sünnetle ilgili vakitlere -niyetsiz olarak- hamle dilir.

«Allah'ın Kitabıyla boşsun» ya da «Allah'ın Kitabıyla beraber boş­sun» der ve bununla sünnet talâka niyet ederse, vakitlerine uygun biçimde vaki olur. Böyle bir niyeti yoksa, talâk derhal vaki olur. Çün­kü Allah'ın Kitabı hem sünnet talâka, hem bid'a talâka göre vaki olan talâka delâlet etmektedir; bu bakımdan, söylenen sözlerde ni­yete ihtiyaç vardır.

Bid'a Olan Talâk Lafızları :

«Sen bid'aye göre boşsun» veya «Bid'a talâkıyla boşsun» veya «zulüm talâkıyla, günah talâkıyle boşsun» veya şeytan, talâkıyle boş­sun» derse, bakılır . Bununla üç talâka niyet etmişse, üçü. de vaki olur. [35]

 

KİMLERİN TALÂKI VAKİ OLUR, KİMLERİN TALÂKI VAKİ OLMAZ :

 

Ergen olup akli başında olan her erkeğin talâkı vaki olur. ister hür, ister köle olsun, isterse kendi iradesiyle boşasın, isterse zorla­narak boşasın farketmez. (Ancak Mâliki mezhebinde zorlananın ta­lâkı vaki olmaz.

Şaka Yollu Boşamak :

îslâm evlilik müessesesini her zaman korumuş, ona lâyık oldu­ğu değeri verirken, karı bocadan her birinin haklarını tefminat altı­na almıştır. Rasgele kadın boşamayı uygun görmediği gibi, şaka veya laf olsun diye karı boşama sözlerini ağza alıp kadının onurunun ze­delenmesine cevaz vermemiştir: Bu bakımdan şaka veya lâf olsun di ye karısına «Sen benden boşsun..» diyen erkeğin bu boşamasının hü­küm ifade edeceğini kabul etmiştir.

Çünkü B,esûlullah (A-S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :

«Üç şeyin ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir ı Nikâh, Talâk, ve Ric'a.» (Bir veya iki talâk-ı ric'î ile boşadıktan sonra iddet bitmeden karısına dönen kimsenin sözlü veya fiili dönüşü ister ciddi, ister şa­ka yollu olsun farketmez.)[36]

Bunun gibi, yanlışlıkla dili kayıp karısını boşayan kimsenin bu tarz boşaması da vaki sayılır. Bu bakımdan mü'min kimse hem dav­ranışlarına, hem ağzından çıkacak söze her zaman dikkat etmek ve kendini kontrolde bulunmak zorundadır.[37]

«Sen Boşsun» Cümlesinin Anlamını Bilmese Bile...

Bir kimse «Sen boşsun» cümlesinin nasıl bir hüküm taşıdığını ve­ya nasıl bir mâna ifade ettiğini bilmese bile, ma'zur sayılmaz ve ka­rısını boşamış sayılır. Allah katında boşamamış sayılsa bile, dinde zahirî hüküm bunu ifade eder.[38]

 

Çocuğun Talâkı Vaki Olur Mu?

 

Çocuk akledecek yaşta da bulunsa şayet nikâhlı bir sözlüsü bu­lunuyorsa, «Sen boşsun» veya «Nihâklı Karım Benden boştur» dese, hiçbir hüküm ifade etmez. Çünkü boşamaya ehil değildir. Deli, uy­kuda olan baygın bulunan ve dehşete kapılıp bir an için ne dediği­nin farkında olmayan kimselerin de talâkı vaki sayılmaz. Çünkü on­lar da durumları itibariyle boşamaya ehil değildirler.[39]

 

Bunağın Talâkı Vaki Midir?

 

Ne söylediğini bilmiyecek kada: bunamış olan kimsenin bu du­rumda boşaması geçerli sayılmamıştır. Çünkü boşamaya ehil değil­dir. Ancan bunaklık ara sıra geliyor, bu arada kendini toparlayıp ne söylediğini kontrol edebiliyorsa, o takdirde bakılır, iyice bunaklaşıp dengesini kaybettiği vakit «boşamışsa» buna itibar edilmez, yani bo­şaması geçerli sayılmaz. Dengesi yerinde bulunduğu vakit boşamış-sa o takdirde geçerli sayılır. Sahih olan da budur...[40]

 

Birsam (Sanrı)  Hastalığına Yakalananın Talâkı Vaki Midir?

 

Birsam, ruhî bunalıma benzer bir hastalıktır. Zaman zaman in­san dengesini kaybeder ve kendinden geçebilir. Bu durumda ağzından boşamayla ilgili bir söz çıkacak olursa, geçerli sayılmaz. Çünkü Böyle bir halde boşamaya ehil değildir. [41]

 

Boşama İçin Çocuğa Vekâlet Verilir Mi?

 

Fukahanın çocuğuna göre, bir adam, karısını boşamak için aklı eren bir çocuğa vekâlet verir, çocukta bu vekâlete dayanarak kadı­nı boşarsa, geçerli sayılır. Sahih olan da budur.[42]

Çocuk kendi nikâhlısını boşamaya ehil olmadığı halde vekâletle bu işe ehil sayılmıştır. Çünkü vekâlet veren adam bu işe ehildir. Do-layısiyle geçici olarak çocuk ta onun vasıtasiyle ehil sayılıyor.

Sarhoşun Talâkı Vaki midir?

Hanefî fukahasının hemen hepsine göre, alkollü içkilerden her­hangi birini içip sarhoş olduktan sonra karısını boşayacak olursa, bu boşaması geçerlidir. [43]Ancak Mâliki Mezhebine göre, yerle gö­ğü, kadınla erkeği tefrik edemiyecek kadar sarhoş olanın talâkı ge­çerli sayılmaz. Hanefî imamlarından bir kısmı görüşü benimse-miş-tir.[44]

Üzüm, Hurma, Arpa dışındaki maddelerden elde edilen içkiler­den sarhoş olanın boşamasının geçerli olup olmadığı ihtilâf konusu­dur. Fukahanın bir kısmına göre, bunların da diğer içkilerden far: ki yoktur. O takdirde boşaması geçerli sayılır. Ancak Fakih Ebû Ca­fer, geçerli sayılmaz, demiştir.

Çünkü diğer tahıllardan veya baldan elde edilen içkiden sarhoş olan kimsenin boşaması, İmam Ebû Hânife ile îmam Ebû Yusuf'a gö­re geçerli değildir. İmam Muhammed'e göre, geçerlidir. Bu meselede îmam Muhammed'in içtihadına göre fetva verilir.[45]

 

Dayaktan Sersemleşen Kimsenin Talâkı Vaki Midir?

 

Dayaktan sersemleşip dengesini kaybeden veya kendi başını bir i tarafa vurmak suretiyle sersemleşen kimsenin bu durumda talâki va­ki değildir.[46]

 

«Karımı Boşadım» Demesi İçin Zorlanan Kimse :

 

«Karımı boşadım» diye ikrarda bulunması için adam zorlanır ve dayanarmyarak evet öyle demiştim, derse, onun bu sözü geçerli değildir. Çünkü daha önce demediği bir sözü söyledim diye ikrarda bu­lunması, yalana dayalı bir ikrardır. Bu bakımdan geçerli sayılma­mıştır.[47]

 

Hükümdar, Karısını Boşaması İçin Adamın Bir Vekil Tutmasını İsterse :

 

Devrin hükümdarı, karısını boşaması için adamın bir vekil tut­masını ister ve kabul etmediği takdirde.zorlarsa, adam da ister iste­mez birine bu konuda vekâlet verirse, vekîl boşadığı takdirde bu geçerli sayılır. Diğer Mezhep imamları buna muhalefet etmişler­dir.[48]

 

«Karımı Boşa» Diye Birini Vekîl Tutarsa :

 

Karısını boşamak için birisini kendine vekîl tutar, vekâleti alan adam içki içip sarhoş okluktan sonra müvekkili adına onun karısını boşarsa, fukahadan bir kısmına göre talâk vaki olmaz. Ama çoğu­na gotfe- vaki olur. Yani vekilin bu durumdaki boşaması geçerlidir.[49]

 

Dilsizin Talâkı İşaretle Vaki Olur Mu?

 

Ya doğuştan dilsiz olur, ya da sonradan böyle bir arıza meyda­na gelir, artık her şeyi işaretle anlatmaya alışırsa, o takdirde nikâhlı karısını işarette bulunarak boşarsa, geçerli sayılır. İsterse bu du­rumda boşadığını yazı ile ifade edebilsin, isterse edemesin, farket-mez.[50]

Ama dilsizin bilinen ve alışılan işareti yoksa, rasgele yaptığı işa­retten bir şey anlasümıyorsa, o takdirde işaretle yapacağı boşama ge­çerli sayılmaz. [51]Hatta işaretinde şüphe ediyorsa, yine de geçer­li sayılmaması uygun görülmüştür.

Dili.geçici olarak tutulmuşsa, o takdirde işaretle kan koşaması geçerü sayılmaz.

Dilsizin işaretinden boşama anlamı anlaşılır ve bunun da ikiden aşağı olduğu bilinirse, bu talâk ric'î kabul edilir.

Dilsiz meramını yazı üe anlatabilecek kadar okuma yazma bi­liyorsa, o takdirde karısını boşadığını yazı ile ifade ettiğinde bu ge­çerli kabul edilir.[52]

 

Adam Murted Olup Dar-İ Harbe Geçerse :

 

Evli bulunan bir Müslüman dinden çıkar ve hemen sonra Dar-i Harbe geçerse, karısı boşanmış sayılmaz. Ancak kadının henüz id-deti bitmeden tekrar adam İslâm ülkesine dönerse, talâkı vaki olur. Bunun gibi kadın irtidad eder de Dar-i Harbe geçerse, boşanmış sa­yılmaz. Bu durumda henüz ayhali görmeden tekrar İslâm ülkesine dönerse, İmam Ebu Hanîfe'ye göre, yine de boşanmış sayılmaz. îmam Ebû Yusuf'a göre boşanmış sayılır.

Bunu biraz daha açıklayalım :

Nikahlı kadın dinden çıkıp dar-i harbe (gayr-i müslim bir ülke­ye) geçer ve bu arada kocası onu boşar, o da henüz ayhali görmeden tekrar İslâm ülkesine dönerse, Ebu Hanîfe'ye göre, kocasının talâkı geçerli sayılmaz. Çünkü kadının irtidad etmesiyle zaten birbirinden ayrılmış kabul edilirler. Artık söylenen talâkın bir hüküm taşımama­sı gerekir. İmam Ebu Yusuf bu görüşe muhalif kalmıştır.[53]

 

İKA-İ TALÂK (Boşamanın Gerçekleşmesi)

 

Boşamanın gerçekleşmesi, diğer bir deyimle talâkın vaki' olma­sı konusunda fukaha titizlikle durmuş ve buna çok geniş yer ayır­mışlardır. Bu da İslâm Hukukunun aile bölümünde Aile Hukukuna verilen önemi belirtir.

Konunun hem önemi, hem de rahat anlaşılması dikkate alınarak yedi bölüm halinde işlenmiştir. Biz de ayni metoda uyarak her bölü­mü ayrı bir başlık halinde yazdık :

1. Sarih (açık belli) talâk,

2. Talâkı zamana izafe etmek,

3. Teşbih-i Talâk,

4. Cinsel temasta bulunulmadan meydana gelen talâk,

5. Kinaye (örtülü -maksadı dolaylı anlatma) Talâk,

6. Yazılı Talâk,

7. Başka bir dilde talâk. [54]

 

SARÎH TALÂK

 

Sarih talâk, açık ve maksadı yansıtır şekilde belli lâfızlarla ya­pılan talâktır. Açık olduğu için niyete muhtaç değildir. Adamın ağ­zından çıktığı takdirde hüküm ifade eder, niyeti ne olursa olsun ona itibar edilmez.

Bunu bir misal ile değerlendirelim : «Sen boşsun», «Sen boş ol-muşsundur», «Seni boşadım» gibi sözler sarih (açık) tır, niyete muh­taç değildir. İsterse böyle söylerken birden fazla talâka veya ibâne (bâin olarak yapılan talâk) anlamına, niyet etmiş olsun ya da hiçbi­rine niyet etmemiş olsun, sadece bir talâk vaki olur.[55]

O halde karısını bağlı bulunduğu kayıttan, bağdan serbest bı­rakmaya niyet ederek «Sen boşsun» derse, kazaî olarak niyetine iti­bar edvmez ve bu husustaki sözü kabul edilmez. Ancak diyaneten böyle niyet ettiğini dikkate alarak karım boşanmadı der ve evlilik hayatını sürdürürse, bu onunla Allah arasındaki bir husustur.

Ancak ne var ki kadın bu durumda hâkim gibidir, kocasının böyle bir boşama sözü karşısında kendisine artık yaklaşma imfcânı vermesi helâl olmaz. Aynı zamanda kocasının böyle söylediğine dair âdil bir şahidin gelip kadının yanında şehadeıte bulunması halinde de kadın kendini kocasına teslim etmemekte yetkilidir.

Kocası, «Sen bağlı bulunduğun kayıttan, bağdan boşsun*, derse, o takdirde niyet yok, sarih lâfız bulunduğu için kazai olarak talâk vaki olmaz.

Bunun gibi, «Sen şu kayıttan, bağdan boş sun» der ama aslında boşamaya niyet ederse, bu niyeti ne kazai olarak, ne de diyaneten muteber sayılır. Çünkü ortada sarih bir lâfız vardır, hüküm ona gö­redir.

«Sen şu işten boşsun» derse, kazaî olarak talâk vaki olmaz. An­cak diyaneten kendi niyet ve vicdaniyle başbaşa bırakılır.[56]

«Sen şu amelden üç defa boşsun» der ve .bununla talâka niyet etmezse, yine de karısını üç talâkla boşamış sayılır, kazaî olarak «ta­lâka niyet etmedim» sözüne itibar edilmez.[57]

Adam karısına Ey Boşanmış kadın!» derse, bakılır : Eğer bu ka­dın daha önce başka bir erkekle evli iken boşanmışsa veya ölen ko­cası tarafından bir iki talâkla boşanrnışsa, bu söz bir hüküm ifade etmez. Çünkü geçmişteki bir olayı hatırlatmaktan ibaret kalır. Agna. böyle bir şey önce olmamışsa, o takdirde talâk vaki'olur.

«Sana boşanma» veya «Sana Talâk» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bununla talâka niyet ederse, talâk vaki olur. Böyle bir niyeti yoksa bir şey gerekmez. îmam Ebû Yusuf'a göre, niyet ederse talâk vaki' olur, etmemişse, boşama yetkisini karısına tevdi' etmiş sayılır. Bu durumda kadın isterse boşanabilir.

«Talâk gerekli ol!» der ve bununla boşanmaya niyet ederse, ta­lâk vaki olur. «Talâkım sana vâcibdir» derse, niyet etsin etmesin ta­lâk vaki' olur. «Talâk senin üzerine vâcibdir» derse, hüküm yine böy­ledir.[58]

«Senin talâkın benim üzerimedir» derse talâk vaki' olmaz. «Se­nin talâkın benim üzerime farz veya vâcib veya sabittir» derse, bel­denin örfüne göre amel edilir. O beldede bu gibi elfaz ile boşama ya­pılıyorsa, talâk vaki' olur, yapılmıyorsa vaki' olmaz. En Sahih olan görüş de budur. Nitekim Sadrü'-Şenîd talâk vuku' bulmuş olur, de­miştir. Diğer fakihler ayrı görüş izhar etmişlerdir. [59]Bunlardan ünlü fakîh el-Merğinanî, bu çeşit elfaz ile talâk vaki' olmaz demiştir.

Karısına «Sen boş ol!» derse îmam Muhammed'e göre, talâk va­ki olur. «Sen boşsun- boşsun» veya «Sen boşsun, sen boşsun» ya da «Seni cidden boşadım, seni cidden boşadım» derse ya da «Sen boş­sun, seni boşadım» derse, kadınla cinsel temasta bulunulmuşsa, o takdirde iki talâk vaki' olur. Adam, «Ben ikinci sözle sadece birinci sözümü kuvvetlendirmek istedim, ikinci bir talâkı kasdetmedim de­se, kazaî olarak kabul olunmaz. Ancak kendisiyle Allah arasında di­yaneten tasdik edilir.

Karısına «Sen boşsun» der, orada bu sözü işiten bir adam ona : «Ne dedin?» diye sorar, o da «karımı boşadım» diye cevap verirse, ve­ya «O boştur, dedim» derse, kazaî olarak bir talâk vaki' olur.[60]

«Sen boşsun, boşsun, boşsun» der ve bir şarta bağlamazsa, kadın kendisiyle cinsel temasta bulunulmuş durumda ise üç talâk, bulunulmamışsa, bir talâk vaki' olur. Bunun gibi, «Sen boşsun ve yine boş­sun ve yine boşsun» veya «Sen boşsun, sonra yine boşsun, sonra yine boşsun» derse, kadınla cinsel temasta bulunulmuşsa üç talâk, bulu-nulnıamışsa bir talâk vaki' olur.[61]

Adam karısına «Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun» der ve son­ra da birincisi üe talâk kasdettim, ikincisi ve üçüncüsü ile onu anlat­mak istedim derse, diyâneten tasdik olunsa bile kazaî yönden üç ta­lâk vaki1 sayılır.[62]

Bu konuda genel kaide şudur :

Arapça sözlükte talâk lafzı (vav) harfiyle veya (vav)sız tekrar­landığı takdirde tekrarlandığı kadar talâk vaki olur. İkinci veya üçüncü tekrarla boşamayı kasdetmedim, dese bile, kazaî yönden iti­bar edilmez. Buna bir iki misal verelim : «Ey boşanmış, sen boşsun» veya «Seni boşadım, sen boşsun» gibi. Gerçi Türkçemizde bu tür söz­leri tekrar ederken genellikle yirgül kullanılır. Arapça'da virgül yok­tur, (vav) ve benzeri atıf harflerinden biri kullanılır. Yine Arapça sözlüğe göre, tekrarlar harfiyle yapılırsa, ikinci ve üçüncü tek­rar ile talâk vaki olmaz, meğer ki buna niyet etmiş bulunsun..

Türkçemizde bu farkı belirlemek çok zordur. O takdirde talâk konusunda yapılan tekrarlarda adamın niyetine başvurulması en uygun yoldur.

«Sen boşsun iddet (şer'î bekleme süresine) başla» derse, niye­tine başvurulur, ikinci lafızla da talâk kasdetmişse iki talâk vaki olur, ckasdetmemişse bir talâk vaki olur.

«Sen boşsun ve sen...» derse, fetâvâ sahiplerine göre bir talâk vaki olur.

Önce «Sen boşsun» der ve az sonra da «ey boşanmış!» diye ses­lenirse, sadece bir talâk vaki sayılır.

İki karısı bulunur da hiç biriyle cinsel yaklaşmada bulunmadığı halde «Karım boştur karım boştur.» der ve bunu iki defa tekrar ederse, her ikisini de bâin talâkla boşamış sayılır. «Ben sadece birisi­ni boşadım» demesine itibar edilmez. Bu, İmam Ebu Yusuf'un görü­şüdür.

Sözü edilen adam iki karısıyla da cinsel temasta bulunduğu hal­de böyle söylerse, o takdirde hangisini kasdederek söylemişse, o .bo­şanmış olur.[63]

 

Kadın : Beni Boşa Derse :

 

Kadın kocasına : «Beni boşa, beni boşa, beni boşa!» der ve bu cümleleri (vav) harfiyle kullanır, kocası da ona cevaben -. «Seni bo­şadım,» derse, isterse üç talâka niyet etmemiş olsun, kadın üç talâk­la boşanmış olur. Ama kadın (vav).. harfi kullanmadan : «Beni boşa beni boşa beni boşa!» der, kocası da «boşadım..» diye cevaplandırır-sa, adam bu durumda üç talâka niyet etmişse üç vaki oh*x, bir talâ­ka niyet etmişse sadece bir talâk vaki olur.[64]

 

Seni Boşadım, Bir Defa Değil, Derse :

 

Adam karısına «Seni boşadım, bir defa değil» derse, sadece iki talâk vaki olur. Ünlü Fakîh Ebu'l-Kaasım es-Saffar da ayni hususu belirtip öyle fetva vermiştir. [65]

 

Sen Şu Kadar, Şu Kadar Boşsun, Derse :

 

Adam karısına sen şu kadar, şu kadar boşsun, derse, üç talâk vaki olur. Nasıl ki «Sen on b!r defa veya dokuz defa boşsun» dediğin­de üç talâk vaki oluyorsa, bu da öyle.[66]

Ancak bu hüküm Hz. Ömer'in içtihadına dayanılarak verilmiş­tir. Çünkü Resûlüllah (S.A.VJ Efendimiz ile Birinci Halîfe Ebu Be­kir siddîk (R.A.) devrinde bu ve benzeri sözlerden dolayı bir talâk vaki olacağı hükme bağlanmış ve uygulamada ona göre amel edil­miştir. Hazret-i Ömer (R.A.) halkın bu konuyu kötüye kullandığım dikkate alarak işe biraz daha ciddiyet kazandırmak için üç talâk vaki olur diye içtihadda bulunmuş, Ashab-ı Kiram da onun bu içtihadını uygun karşılamışlardır.

Yeri gelince tekrar bu konuya dönülecektir.

Adam karışım bir veya iki talâkla boşadıktan sonra karısının anası içeri girip onu kınamaya başlar, adam da bu yüzden «bu ikin­cisi» veya «üçüncüsü» olsun derse, kayınvalidesi onu kınarken ta­lâkı söz konusu yapmışsa, o takdirde adamın ağzından çıkan bu sözlerle ikinci veya üçüncü talâk da vaki sayılır. Ama kayınvalidesi ta­lâkı söz konusu yapmaz da sadece kınar, o da yukarıda belirtilen söz­lerle karşılık verirse, niyetine bakılır : Boşamayı kasdetmişse talâk vaki' olur, kasdetmemişse, vaki' olmaz.[67]

 

Kadın Kocasına  Beni Boşa» Derse :

 

Kadın kocasına «Beni boşa» diye teklifte bulunur, kocası da «öy­le yaptım» derse, kadın boşanmış olur. Kadın «artır..» der, adam da öyle yaptım» derse, yine de talâk vaki' olur. [68]

 

«Karını Üç Talakla Boşadın Mı?» Diye Sorarsa :

 

Üçüncü bir şahıs adam gelip «sen karını üç talâkla boşadın mı?» diye sorar, o da «Evet, bir talâkla boşadım» derse, îmam Muham-med'e göre, kıyasa bakılırsa üç talâk vaki' sayılır, ama biz bu konu­da kıyasa değil, istihsan yapıyor ve bir talâk vaki' olur diyoruz.[69]

 

Kadın Kocasına «Beni Üç Talâkla Boşa» Derse :

 

Kadın kocasına «beni üç talâkla boşa» der, kocası da seni ibâne ettim, yani talâk sebebiyle senden ayrıldım, derse, bu soruya cevap teşkil ettiğinden üç talâk vaki' sayılır.[70]

Kadın «Beni üç talâkla boşa» der, kocası da «Sen boşsun» veya (F) harfini atıf veya sebep kullanarak «sen boşsun» derse, bir talâk vaki' olur. Ama bu soruya karşılık «Seni boşadım» derse, üç talâk vaki' olur.[71]

Kadın «Ben boşum» der, erkek de «evet...» derse, kadın boşan­mış sayılır.

«Sen karını boşamadın mı?» diye sorar, o da «evet, boşadım» derse, kadın boş olur. [72]

 

Bu Şehrin Kadınlarından Hepsi Boştur, Derse :

 

Adam ya «dünyadaki bütün kadınlar» veya bulunduğu şehri kasdederek «bu şehrin bütün kadınları boştur» derse, karısı boş. düş­mez. Ancak karısının boş düşmesine niyet getirmişse, o takdirde ta­lâk vaki' olur. Fetva buna göredir. îmam Ebû Yusuf da bu görüşte­dir. İsterse «hepsi» tabirini kullanmasın sadece «Şehrin kadınları boştur» deşin, farketmez. En sahih olan da bu tesbittir.

Ama sokaktaki veya şu evdeki kadınlar boştur, der ve gösterdi­ği sokak veya evde kendi karısı da bulunuyorsa, o takdirde talâk vaki' olur.[73]

Kaadıhan ise kendi fetavâsında «Bu şehrin veya bu kasabanın kadınları boşturlar» derse, o şehir veya kasabada kendi karısı da bulunuyorsa, o takdirde karısı boş olur.» diye bir madde açıklamış­tır.

«Sen üç ilesin» derse, eğer bunu talâk konusu üzerinde durduk­ları bir sırada karısına hitaben söylerse, üç talâk vaki' olur. Ben üç talâka niyet etmedim dese bile onun bu itirazı kabul olunmaz. Ama ortada talâk konusu yokken böyle derse, niyetine göre amel edilir. [74]

 

Kadın Kocasına «Beni Boşa» Der, Kocası Da Üç Parmağıyla İşaret Ederse :

 

Kocası hiç konuşmaz da sadece onun bu teklifine karşılık üç parmağını gösterir, talâk vaki' olmaz. Vaki' olabilmesi için diliyle söylemesi gerekir.[75]

Biri sahih nikâhla, diğeri fasit nikâhla evlendiği iki karısı bulu­nur, ikisinin de adı bir olur, adam karisinin ismini anarak «Falan kadın benden boştur» der ve sonra fasit nikâhlı bulunan karısını kasdederek böyle söylediğini iddia ederse, kazaî yönden bu,iddiası tasdik olunmaz. Çünkü fasit nikâhlı kadının nikâhı zaten hüküm­süzdür, boşanmasının bir anlamı yoktur.

«Bir kadını boşadım» veya «Bir kadın boştur» der ve sonra da kendi karımı kasdetmedim, derse, tasdik edilir, yani bu sözü kabul edilir. Ama «Hatice boştur» der ye sonra da ismi Hatice olan karımı kasdetmedim, derse bu sözüne itibar edilmez, talâk vaki' olur.[76]

Adam kendisini kasdederek «Bunun karısı boştur» der ve iki ka­rısı bulunur ve her ikisi de bilinip tanınıyorsa, bu durumda adam ta­lâkı dilediğine çevirebilir.[77]

Adam «Zevcem olan bir kadını boşadım» veya «Evlendiğim ka­dını boşadım» yâ da «Benim bir zevcem vardı, onu boşadım» der ve sonra bilinen tanınan karısını değil, bilinmiyen bir karısını kasde-derek böyle söylediğini iddia ederse, bu sözüne itibar edilir.[78]

Eğer adam, «Benim bir zevcem var, sizler şahid olun ben onu boşadım» der, bilinen-ve tanınan zevcesi de «kocam bu sözüyle beni kasdetti» diye iddiada bulunursa, bu durumda bilinen zevcenin sö­züne itibar edilerek ona göre hüküm verilir. Çünkü adamın «şahid olgn» demesi, şimdiki zamanla ilgili bir şahid tutmadır.

Adamın, birisinin adı Zeynep, diğerinin adı Halime olan iki ka­rısı bulunur, Halime'ye hitapla «Sen Zeynepsin?» diy& sorar, o da evet, der ve «Sen boşsun» diye ilâve ederse, kadın boşanmış olmaz.

Ama adam «Ey Zeyneb, sen boşsun» der, iki karısından hiç biri ona cevap vermezse, Zeyneb hakkında talâk vaki' sayılır. Karşısın­daki Zeyneb adındaki karısına diğer karısının ismiyle hitap edip «Hatice, sen boşsun» der ve eliyle işarette bulunursa, o takdirde Zey­neb hakkında talâk vaki' olur. Çünkü burada söze değil işarete iti­bar edilir.[79]

Karşısında gözünün iliştiği kadını nikâhlı kansı Zeyneb sana­rak «Zeyneb, sen benden boşsun» der ve eliyle işarette bulunmaz, sonra dikkat edildiğinde o, kadının Zeyneb değil adamın diğer nikâh­lı karısı Ayşe'dir. O takdirde Zeyneb kazaî bakımdan boşanmış sa­yılır, ama diyâneten değil.[80]

«Yüzünde ben bulunan karım Halid kızı Fatıma'yı boşadım» der­se, kadının yüzünde ben bulunmasa bile, değil mi ki babasının is­miyle anılmıştır, o takdirde talâk vaki' sayılır.[81]

Adam hiçbir niyet taşımadan karşısında oturmakta olan kadını kasdederek : «Oğlum falanın anası olan şu oturan Hatice'yi boşadım» der ve oturan kadının Hatice olmadığı anlaşılırsa, adamın karısı bo­şanmış sayılmaz [82]

Adam karısına hitapla : «Talâkım al...» der, kadın da aldım, der­se, talâk vaki olur.

Karısına seslenerek : «Allah seni boşadı!.» derse, boşamak için bir niyet taşımasa bile, açık bir ifade kullandığından talâk vaki' olur.[83]

En sahih olan da bu tesbit ve görüştür. El-Muhit sahibi de aynı görüşü benimsemiştir.

Yine karısına : «Allah senin talâkını diledi» veya «Allah senin boşanmana hükmetti» ya da «Ben senin talâkını arzu ettim» der ve cidden boşamak için niyet edip söylemişse, talâk vaki' olur. Böyle bir niyeti yoksa vaki' olmaz.

Ama, «Boşanmanı sevdim» veya «Talâkın hoşuma gitti» ya da (Boşanmana razı oldum veyahut «Boşanmanı istedim» derse, talâk vaki' olmaz. Çünkü mücerred bu husus sevmek veya arzulamak hü­küm taşımaz.

«Senin talâkından beri oldum» derse, en sahih tesbite göre, talâk vaki' olmaz. [84]Bunun gibi, «Senin talâkından ben beriyim» veya «Senin talâkından kendimi beri kıldım» derse, sahih olan görüşe gö­re, talâk vaki' olmaz, isterse talâka niyet etmiş bulunsun.[85]

Karısına «Sen boşsun ama benim bu hususta üç günlük muhay­yerlik sürem var» derse, talâk vaki' sayılır ve şart hükümsüzdür.

Adam karısına «Muttalaka»    adını sana koydum,    veya 'Senin adın boşanmış kadındır1 derse, talâk vaki' olmaz. Bu kazai yönden böyledir; diyâneten ise, onunla Allah arasındaki bir husustur. [86]«Talâkını sana bağışladım» derse, bu sarih bir talâk sayılır, ni­yet etsin etmesin talâk vaki' olur.

«Seni boşamaktan vazgeçtim» der ve fakat böyle demekle onu boşanmaya niyet ederse, talâk vaki' olmaz. Çünkü boşamaya delâlet eden bir hüküm mevcut değildir, aksine boşamamayı ifade eder bir söz vardır.[87]

Ama «Talâkın terkettim» der ve boşamayı niyet ederse, o tak­dirde talâk vaki, olur. Çünkü talâkı terk bir bakıma o bağı kopar­mak demektir.

Karışma «Sen boşsun» der ve biraz sustuktan sonra üç defa der­se, bakılır : Eğer bu susması nefesi kesildiğinden dolayı ise üç talâk vaki' olur, bundan dolayı değilse, sadece bir talâk vaki' olur. Ama «Sen boşsun» dedikten sonra susar ve oradakilerden biri, «kaç talâk­la boşadm?» diye sorar, o da «üç talâkla..» diye cevap verirse, üç ta­lâk da vaki' olur. [88]Pişman olup, ben üç talâka niyet etmedim, dese bile kazaî olarak bu sözüne itibar edilmez. Çünkü ilk ağzından çıkan söz açıktır, yorum istemez.[89]

Yine karısına «Sen boşsun» der ve «üç» veya «üç defa» demek isterken birisi elini onun ağzına dayayıp konuşturmaz ve o da vaz­geçerse, sadece bir talâk vaki' olur. Çünkü niyet kuvveden fiile çık­mamıştır. «Sen boşsun» ise sadece bir talâkın vaki' olmasını gerek­tirir. [90]

Kadın kocasına hitapla : «Beni üç talâkla boşa..» der, kocası da olumlu cevap vermek isterken birisi eliyle onun ağzını tutar ve az sonra elini kaldırdıktan sonra «istediğini verdim» derse, üç talâk va­ki' olur. Semsü'l-İslâm da böyle fetva vermiştir.[91]

Boşama lafzının kadının herhangi bir cüz'üne izafa ederek söy­lerse, eğer bu cüz' kadının bütününü yansıtır anlamda ise talâk va­ki' olur. «Sen boşsun», «Boynun boştur», «Ruhun boştur», «Bedenin veya cismin boştur», «Yüzün veya başın boştur» derse, talâk vaki' olur. Ama söz konusu ettiği cüz'ü bedeninin bütününü yansıtmıyor­sa o takdirde talâk vaki' olmaz. Meselâ : «Elin veya parmağın ve aya­ğın boştur» demesi bu cümledendir.[92]

Ancak «Elin boştur» deyince bununla bütün bedeni kasdetmişse, o takdirde kadın boşanmış olur. Bunun gibi, «göbeğin veya dilin ya­da kulağın veya burnun boştur» derse, talâk vaki' olmaz. Ama bun­ları söylerken kadının bedeninin tamamını kasdederse, o takdirde vaki' olır.[93]

«Karın, sırt gibi bir cüz'ü ifade ederek söylenen talâk, en sahih tesbite göre vaki' değildir. Meğerki bununla bedenin tamamım kas-detmiş olsun.[94]

Sayı itibariyle bir nisbet belirterek, meselâ : «Yarın, üçte birin Veya dörtte birin boş olsun» derse, sahih görüşe göre, talâk vaki' olur.[95]

«Kanın boştur» derse, en sahih rivayete göre, talâk vaki' sayılır. Çünkü kan bir balama bedenin tümünü temsil eder. Ama bu konu­da muhtar olan kavi, talâkın vaki' olmamasıdır. Çünkü bu tür de­yimler bedenin tümüne şamil gelir şekilde kullanılmaz.[96]

Saçm veya tükrüğün ya da tırnağın boştur» demek bir hüküm ifade etmiyeceğinden bu kabil sözlerle talâk vaki' olmaz. Diş, damar ve benzeri şeyler de böyledir.[97]

Karısına «Senden başın boş olsun» veya «yüzün boş olsun» der­se, «senden» demekle sadece o kısmı kasdettiği anlaşılacağından ta­lâk vaki' olmaz. Bunun gibi elini karısının başına veya boynuna ko­yarak «Şenin bu azan boş olsun» derse, yine de talâk vaki' sayılmaz. En sahih olan görüş ve tesbit de budur.[98]

«Ama karışma işaret ederek «bu baş boş olsun» derse, sahih kav­le göre, talâk vaki' olur. Çünkü «senden bu baş» demeyip «bu baş» diyerek bütün bedeni kasdettiği anlaşılır.[99]

«Senin göbeğinden yukarı yarı kısmın bir talâkla, göbeğinden aşağı diğer yarı kısmın iki talâkla boş olsun» derse, bu mesele hak­kında sarih bir rivayet yoksa daf sahih olan görüşe göre, üç talâk vaki' olur. El-Muhit sahibi Serahsî de ayni görüştedir. [100]

 

Yarım Talâkla Boşsun :

 

Karısına «Sen yarım talâkla boşsun» derse, bir tam talâk vaki' olur. «Sen iki yarı talâkla boşsun.» sözüde aynı hükme girer. «Üç nı­sıf talâkla boşsun.» derse, iki talâk vaki olur. Sahih olanda bu gö­rüştür. «Sen iki talâkın yarısıyla boşsun» derse, yine bir talâk va­ki' sayılır. «îki talâkın iki yarısı» derse, iki talâk vaki' olur. «İki ta­lâkın üç yansı ile boşsun» derse, üç talâk vaki' sayılır. «Sen yarım talâkla ve üçte bir talâkla ve altı da bir talâkla boşsun» derse üç ta­lâk vaki' sayılır. Çünkü her talâkı nekre tatlik üzerine'atıf yapmış­tır. Nekrenin atıf yoluyla tekrarı, ikincinin birinciden başka olduğu­nu ifade eder.[101]

Kanlarından birini bir talâkla boşadıktan sonra diğer karısına «o talâğa seni de ortak ettim* derse, o da bir talâkla boşanmış olur. Üçüncü karısına «Seni de onların talâkına ortak ettim» derse, onun iki talâkı vaki' olur. Dördüncü karısına «Seni de o üçünün talâkına ortak ettim» derse, o da üç talâkla boşanmış sayılır.[102]

«Falan kanm üç talâkla boştur» ve «falan karım da bu talâkta onunla beraberdir» veya «bunu da onu talâkta ortak ettim» derse, her iki karısı da üç talâkla boşanmış sayılır.[103]

Üç karısına birden «Sizler hepiniz üç talâkla boşsunuz» derse veya «sizleri üç talâkla boşadım» söylerse, her biri üç talâkla boşan­mış olur. [104]Ayni sözü dört karısına birden söylese, hüküm yine böyledir.

Karısına «Seni beş talâkla boşadım» der, kadın "da «Beş çoktur, üç talâk kâfidir» der, o da «Seni üç talâkla geriye kalan ikisiyle de kumanı boşadım» derse, birinci kadın üç talâkla boşanmış olur. İkin­ci kadın hiçbir talakla boşanmış sayılmaz. Çünkü üçten sonraki ta­lâklar boş ve anlamsızdır. Bu bakımdan ikinci kadının nikâhına te'-sir etmez.[105]

îki karısına hitaben «Aranızda iki talâk olsun» derse, her biri bir talâkla boşanmış olur. «İkinizi iki talâka ortak ettim» sözü de ayni hükmü taşır.

Kanlarından birini bir talâkla, diğerini, iki talâkla boşadıktan sonra üçüncü karışma seni de bu ikisine ortak ettim boşamada, der­se, ister kendisiyle cinsel temasta bulunulmuş olsun, ister olmasın üçüncü kadın üç talâkla boşanmış olur.

Bir karısını üç talâkla boşar ve ikinci karısına «sana bu talâk­lardan pay ayırdım» derse, bakılır : Bu sözüyle bir talâka niyet et­mişse, bir talâk, üçe niyet etmişse üç talâk vaki1 olur.

Dört karısına, «aranızda bir talâk» derse, her biri bir talâkla boş düşer. Bunun gibi, «aranızda iki veya üç talâk» derse, her biri iki ya da üç talâkla boşanmış olur.

«Aranızda beş talâk» derse,   her biri iki talâkla boşanmış olur, altı ve yedi de derse hüküm böyledir. «Dokuz talâk var» derse, her biri üç talâkla boşanmış olur.[106]

«Sen boşsun ve sen...» derse, iki talâk vaki' olur. îki karısına «Şu boştur şu...» derse, niyet etmedikçe ikinci kadın hakkında talâk va­ki' olmaz. Ama «şu boştur ve şu...» derse, o takdirde ikinci kadın hakkında da talâk vaki' sayılır.

Kanlarına «Sen sonra sen, sonra sen boşsun» derse, sadece üçün­cü kadın hakkında talâk vaki' sayılır. «Sonra» yerine vav harfi de kullansa hüküm yine böyledir.

Dört karısı bulunur, onlardan birine «Sen» bir diğerine «sonra sen», üçüncüsüne «sonra sen», dördüncüsüne «sonra sen boşsun» derse, dördüncü kadın hakkında talâk vaki' sayılır.[107]

Kendisiyle cinsel temasta bulunulan karısına «Sen bir defa boş­sun, hayır iki defa...» derse, üç talâk vaki' olur. Ama henüz cinsel temasta bulunulmayan kansma derse, sadece bir talâk vaki' olur.

Karısına «Sen boşsun ve boşsun ve boşsun, hayır belki şu (ikin­ci karışma işaret ederek)..» derse, birinci kadın üç, ikinci bir ta­lâk boşanmış olur.[108]

Henüz cinsel temasta bulunulmayan kansını kasdederek, «Bu boştur bir talâkla, bir talâkla, bir talâkla, hayır belki şu diğeri...» derse, ikinci kadın üç talâkla, birinci kadın bir talâkla boşanmış olur.

Bu konudaki misalleri çoğaltmak mümkün. Ancak burada an­latılmak istenilen şudur : Sarih (açık) talak maksadı yansıtır ölçü ve anlamdadır, ayrıca niyete ihtiyaç yoktur. Adamm ağzından çıktığı takdirde hüküm ifade eder. Bunu birçok misallerle, anlatan fıkıh ki­taplarımız hayli geniş tutmuşlardır. Bîz araştıncılan aydınlatmak amacıyla biraz misal vermekle yetiniyoruz. [109]

 

TALÂKI ZAMANA İZAFE ETMEK

 

Adam kansma «Yarın sen boşsun.» derse, başka bir niyeti de yoksa, fecir doğunca talâk vaki' olur. Adam ben yarın günün sonunu kasdederek böyle söyledim,    derse, kazaî yönden   bu sözüne itibar edilmez, ama kendisi bunda ısrar ederse, onunla Allah arasındaki bir durumdur. Ne var ki İmamların bu hususta ictihad ve görüş far­kı var : îmam Ebû Hanîfeye göre, adamın bu sözüne itibar edilir. İmameyne göre edilmez.

«Ramazanda sen boşsun» derse.'bu sözü söyledikten sonra eri7 senekleri ilk Ramazan kabul edilir ve o Ramazanın.girmesiyle talâk vaki' olur. Sen perşembe gününde boşsun» derse, yine hüküm böy­ledir, ilk gelecek olan perşembe talâk vaki' olur. Adam ben bunun­la ikinci Ramazanı veya ikinci Perşembeyi kasdettim dese de bir hü­küm ifade etmez. Kazaî yönden bu böyledir. Diğer husus onunla Al­lah arasındadır. [110]

«Altı gün sonra benden boşsun» derse, yedinci gan güneş batın­ca kadın boşanmış olur. Bu, halkın örfüne göre böyledir.

«Bugün boşsun yarın» veya «yarın boşsun bugün» şeklinde bir ifade kullanırsa, birinci şekilde ayni gün talâk vaki' olur, ikinci şe­kilde bir gün sonra...[111]

«Sen bugün ve yarın boşsun» def, (vav) harfini atıf olarak ge­tirirse, bu durumda sadece o gün için bir talâk vaki' olur, ikinci gün vaki' olmaz. Eğer «Sen yarın ve bugün boşsun» derse ayni gün bir talâk ikinci gün de bir talâk vaki' olur.[112]

«Sen bugün boşsun ve yarın geldiğinde...» derse-, derhal bir ta­lâk vaki' olur, ikinci gün kadın iddet içinde sayılır ve bir talâk da o gün vaki' olur.[113]

«Sen bugün boşsun yarın geldiğinde» der, atıf harfi olan (vav) kullanmazsa, kadın ikinci gün fecir doğunca bir talâkla boşanmış olur.[114]

Adam geceleyin karısına : «Bu içinde bulunduğun gece boşsun ve gündüzünde de..» derse, bir talâk hemen vaki' olur, gündüz girin­ce talâk vaki' olmaz. Ancak buna niyet etmişse o takdirde gündüz-leyin de bir talâk vaki' olur.

Geceleyin «Sen gündüzünde boşsun ve gecende..» derse bir ta­lâkı hemen vaki' olur, ikincisi de gündüz girince..

«Sen gecende ve gündüzünde boşsun» veya gündüzleyin «Sen gündüzünde ve gecende boşsun» derse, her vakit için bir talâk vaki' olur.

«Sen bugün ve yarından sonra boşsun» derse, îmam Ebû Hani-feye göre iki talâk vaki' olur, İmam Ebû Yusuf da ayni görüştedir.[115]

«Sen ya yarın, ya da yarından sonra boşsun» derse, sadece ya­rından sonra bir talâk vaki' olur. ,Çünkü iki vakte izafe edilen talâk ile ikinci vakitte talâk vaki' olur. Genel kaide budur.[116]

«Sen bugün ve yarın ve yarından sonra boşsun der ve hiç bir niyet taşımazsa, ancak bir talâk vaki' olur.[117] Ama her gün için bir talâkın vaki' olmasına niyet etmişse, o takdirde her gün bir talâk vaki* olmak suretiyle üç günde üç talâk vaki' olur. Fethü'l-Kadîr Sa­hibi Kemal İbn Hümam da ayni hususu tesbit etmiştir.

«Sen her ay başında boşsun» derse,' üç talâkla üç ay başında bo­şanmış olur. Ama «Sen her ay boşsun» derse, sadece bir talâk vaki' olur. Bunun gibi «Sen her cuma. boşsun» der ve niyeti de her cuma günü olursa, böylece her cuma günü bir talâk vaki' olmak suretiyle üç cumada üç talâk tamamlanmış olur. Ama bununla zaman içeri­sinde gündüzleriyle gelip geçen her cumayı kasdetmişse, o takdirde bir talâk vaki' olur.[118]

«Sen her gün boşsun» veya «Sen ebediyen boşsun» ya da «Sen günlerce boşsun» veya «Sen bugün ve yarın ve yarından sonra boş­sun» derse, sadece bir talâk vaki' olur.

Ama «Sen her günde bir talâkla boşsun» veya «Ne kadar bir gün geçerse sen boşsun» derse, her gün bir talâk vaki1 olmak suretiyle üç günde üç talâkla boşanmış olur.[119]

Karışma «Şen günlerden sonra boşsun» derse, İmam Ebî Yusuf'a göre, talâk ancak bir hafta geçtikten sonra vaki' olur.

«Bir günün gelmesiyle sen boşsun» derse, bu sözü geceleyin söy­lerse, fecrin doğmasıyla talâk vaki' olur. Güneş doğduktan sonra söylerse, ikinci gün ayni vakit girince kadın boşanmış olur. Bunun gbi «bir günün geçmesiyle sen boşsun» aerse, eğer bunu gece söyle-mişse, ertesi gün güneşbatınca talâk vaki' olur. Gündüzleyin söyle-mişse, ikinci gün ayni saat girince kadın boş olur.

«Üç gün gelmesi neticesinde sen boşsun» veya üç günden sonra boşsun» derse, eğer bu sözü geceleyin söylemişse üçüncü gün fecir doğunca, gündüz söylemişse, dördüncü gün fecir doğunca talâk va­ki' olur.

«Üç günün geçmesiyle sen boşsun» derse, bunu geceleyin söyle-mişse, üçüncü gün. güneş batınca talâk vaki' olur.[120]

«Seninle evlenmeden önce sen boşsun» derse, bir şey vaki' ol­maz.[121]

«Sen eve girmeden bir ay önce boşsun veya «Falan adam gel­meden bir ay önce sen boşsun» derse, bir ay dolmadan kadın eve gi­rer veya seferde olan adam gelirse, bir şey vaki' olmaz. Ama tam bir ay geçtikten sonra kadın eve girer veya seferde olan gelirse, o tak­dirde kadiri boş düşer.

«Sen bu aydan önce boşsun» derse, derhal talâk vaki' olur,.

Eğer karısına «Falan adamın ölümünden Dır ay önce sen boş­sun» derse, eğer o adam bir ay tamam olduktan sonra ölürse kadın boşanmış olur. Bu, imâm Ebû Hanîfe'ye göredir. îmameyn'e. göre, adam öldükten sonra talâk vaki' olur; bir ay dolmadan ölecek olur­sa, bir şey gerekmez. Bunda icmâ'a vardır.

Eğer karısına «Sen Ramazan girmeden bir ay önce boşsun» der­se, Şaban'ın evvelinin girmesiyle talâk vaki' olur.

«Sen benim ölümümden veya kendi ölümünden, bir ay Önce boş­sun» dedikten sonra koca veya karısı ölürse, ölümden bir ay önce boşanmış kabul edilir.. tmameyne göre, talak vaki' olmaz.[122]

«Sen falan ye falan adamın ölümünden bir ay önce boşsun» der ve o adamlardan, biri henüz ay dolmadan ölürse, bu tür bir talâkla kadın boşanmış sayılmaz. Ama bir .ay tamamlandıktan sonra o adam­lardan biri ölecek olursa, o takdirde talâk vaki' olur; artık diğer ada­mın ölmesine bakılmaz.

Bunun gibi, «Sen falan ve falan adam gelmeden bir ay önce boş­sun» der ve o adamlardan biri henüz bir ay dolmadan seferden ge­lirse, talâk vaki' olmaz. Ama o adamlardan biri bir ay tamamlanın­ca, yani adamın boşama lafzını söylediği saatten itibaren bir ay son­ra gelir, diğeri de ondan sonra gelirse, talâk vaki' olur. Çünkü ikisi­ni, aynı anda gelmesi âdet yönünden mümkün değildir. Bu bakımdan ikinci adamın gelmesini beklemeye gerek yoktur.

Karısına «Sen Kurban ve Ramazan bayramından bir ay önce boşsun» derse, Ramazan hilâli görüldüğünde kadiri boşanmış olur. Çünkü iki bayramın hilâlini ayni anda görmek mümkün değildir, bu bakamdan artık Kurban bayramı hilâline bu hususta itibar edilmez. ramazan hilâli esas kabul edilir.[123]

Eğer «Sen kurban bayramından önce boşsun» derse, talâk der­hal vaki' olur.[124]

«Sen yarından hemen az önce veya falan adam gelmeden hemen az önce boşsun» derse, artık burada saniye konusu üzerinde durul­maz, fecir doğunca veya adam seferden gelince kadın, boşanmış olur. El-Hakim Ebû'1-Fazl da ayni görüştedir.

«Sen Kurban gününden sonra boşsun» derse, kurban gününün gecesi geçtikten sonra talâk vaki' olur. «Sen Kurban günüyle bera­ber boşsun» derse, kurban günü fecir doğunca kadın boşanmış olur.

Eğer karısına «Benim ölmemle veya senin ölmenle birlikte sen boşsun, derse, bir şey vaki' olmaz. Yani bu tarz söz bir hüküm taşı­maz.[125]

Karısına «Evvelinde cuma günü bulunan günden bir gün önce veya evvelinde cuma günü bulunan günden bir gün sonra sen boş­sun» derse, her iki durumda da cuma gününün girmesiyle kadın boş-düşer.

«Sen bugün hariç bir ay sonra» boşsun derse, o gün dışında bir ay geçince kadın boşanmış olur.

Bu Konuda Genel Kaide Şudur

Talâk iki fiille ilgili bulunursa, en son meydana gelen fiil sebe­biyle vaki' olur. İki fiilden biriyle ilgili bulunursa, onlardan ilk mey­dana gelen fiille talâk vaki' olur. Eğer hem fiil, hem vakit ile ilgili bulunursa, her birinin gerçekleşmesiyle bir talâk vaki'' olur. Çünkü ikisi ayni şey değil, farklıdır.

Falan adam geldiğinde ve falan adam geldiğinde sen boşsun» derse İkisi gelmeden talâk vaki' olmaz. Ama cümlenin ikinci kısmım öne alıp Sen boşsun falan adam. geldiğinde ve falan adam geldiğin­de» derse, ikisinden hangisi önce gelirse talâk vaki3 olur. İkinci cüm­leyi edatla şart cümlesi arasına alıp söylediğinde de hüküm böyle­dir.[126]

Bunun gibi, «Sen boşsun yarın geldiğinde ve yarından sonra gel­diğinde» derse, yarından sonraki gün girince talâk vaki olur. [127]

 

TALÂKI BENZETME VE ONUN VASFI

 

Talâkı bir şeye benzeterek söylemeğe Tesbîh-Î Talâk denir. Halk arasında böyle benzetme yoluyla karı boşamak eksik değildir. Bu bakımdan fukaha bu meseleye geniş yer vermiş ve bol misal ile değerlendirmeye çalışmışlardır. Biz de konunun iyice anlaşılabilme­si için fukahanın verdiği bol misallerden bir kısmını kitabımıza ak­tarıyoruz :

«Sen şu kadar sayı gibi boşsun» derken birden fazla sayısı olma­yan bir şeye benzetirse, imam Ebû Hanife'ye göre sadece bir talâk-ı bâin vaki' olur. Meselâ :. «Sen şu on tane güneş gibi boşsun- derse, güneş sadece bir tane olduğu için, bir talâk vaki' olur.

Elinde hiç para bulunmadığı halde «Elimdeki para sayısınca boş ol» derse, yine bir talak vaki' olur. «Şu havuzdaki balıklar sayısınca boş ol» der ve havuzda da hiç balık bulunmazsa, yine bir talâk vaki' sayılır.[128]

 

Talâk Belirsiz Bir Sayıya İzafe Edilirse :

 

Adam karısına «İblisin kılları sayısınca boş ol! derse, İblisin kı­ları bilinmediği için, sadece bir talâk vaki'. olur. Ama izafe edildiği şey aslında vardır ama bir sebepten giderilmişse yine hüküm böyle­dir. Meselâ : Senin bacağındaki kıllar veya benim bacağımdaki kıl­lar sayısınca boş ol!» der, fakat daha önce kıllar arsenikle giderildiği için bacakta hiç kıl bulunmazsa,, o takdirde talâk hiç vaki' olmaz. Çünkü şart mevcut değildir.[129]

Bunun gibi, başının kıllarını yine ya arsenik ya da başka kim­yevî bir ilaçla tamamen gidermiş, dazlak duruma gelmişse, «Başımdaki kıllar sayısınca boş ol!» derse, hiçbir talâk vaki' olmaz. Çünkü yine şart mevcut değildir.

Çanağa ekmek doğradıktan sonra henüz üzerine çorba dökme­den «Şu çanaktaki ekmek parçası sayısınca boş ol!» derse, üç talâk vaki' olur. Resûlüllah ve Ebûbekir devirlerini dikkate alan fukaha-ya göre, bu durumdada sadece bir talâk vaki' olur. Ama çorbayı üze­rine döküp karıştırdıktan sonra, söylerse, ittifakla bir talâk vaki olur.[130]

«Sen bin gibi veya bin misali boş ol!» derse, üç talâk vaki' olur. Çünkü belli bir sayıya benzetilerek söylenmiştir. İsterse böyle söy­lerken bir talâka niyet etmiş olsun, hüküm değişmez. Ama İmam Ebu Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf a göre, bir talâka niyet etmişse veya hiç niyet etmemişse, sadece bir talâk-ı bâin vaki' olur. Fetva bu iki­sinin görüşüne göredir.

«Sen bin gibi boşsun» derse, bir talâk-ı bâin vaki' olur. Fukaha bu meselede ittifak halindedir.

Karısına «Sen bin sayısı gibi veya üç sayısı gibi boşsun» derse, kazaî yönden üç talâk vaki' olur. Başka bir şeye niyet etse bile bu durumda niyeti hükümsüzdür, itibar edilmez.[131]

Eğer, «Sen üç gibi boşsun» derse, o takdirde üç talâka niyet et­mişse üç talâk, bir talâka niyet etmişse bir talâk vaki' olur. Hiçbir şeye niyet etmemişse, yine de bir talâk-ı bâin vaki' olur. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf a göredir.[132]

«Sen yıldızlar gibi boşsun» derse, üç talâka niyet etmemişse, İmam Muhammed'e göre bir talâk vaki' olur. Niyet etmişse, o tak­dirde üç talâk vaki''olur. [133]Yine İmam Muhammed'e göre, «Sen yıldızlar sayısı gibi boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. Çünkü bura­da «sayı» tabirini kullanmıştır.[134]

Adam karısına «Sen yıldızlar sayısınca veya toprak sayısınca ya da denizler sayısınca boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. Ama «Sen sütunlar gibi boşsun» veya «Sen denizler gibi veya dağlar gibi boş­sun» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bir talâk-ı bâin vaki' olur.

Bunun gibi, «Sen deniz büyüklüğünce veya dağ büyüklüğünce boşsun» derse hüküm yine aynidir. Ancak bu durumda üç talâka ni­yet etmişse o takdirde üç talâk vaki' olur. Fetâvâ-yi Kaadıhan da ay­nî ölçü ve anlamda fetva vermiştir.

«Kumlar sayısınca benden boş ol» derse, bi'1-icmâ' üç talâk vaki olur. îmam Halvanî de ayni görüştedir. Fetva buna göre verilmiştir.

«Ev dolusu benden boş ol» derse, üç talâka niyet etmemişse, o takdirde bir talâk-i bâin vaki' olur.[135]

«Sen susam danesi büyüklüğünde boşsun veya hardel danesi bü­yüklüğünde boşsun» derse, üç imama göre de bir talâk-i bâin vaki' olur. îmam Radıyüddin Serahsî de ayni hususu belirtmiştir. Sahih olan da budur.

Bu hususta kaide şöyledir :

İmam Ebû Hanîfe'ye göre, talâk konusunda, boşamayı bir şeye benzetirse bâin-i sağîr (küçük bâin) olur. Kendisine benzetilen şey ister büyük, ister küçük olsun farketmez. îmam Ebû Yûsuf a göre, küçük bir şey benzettiği takdirde bir talâk-i ric'î olur. Öiğer bir ri­vayette küçük büyük ne olursa olsun benzetmede talâk-i ric'î olur. Ama dağ büyüklüğünce veya dağ büyüklüğü gibi boş ol, derse, bi'l-icmâ bâin olur.[136]

Karısına «Sen kar gibi boşsun» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre bu bir talâk-i bâin sayılır. îmameyne göre, bununla beyazlık anla­mını kasdetmişse bir talâk-i ric'î, soğukluk mânasını kasdetmişse bir talâk-i bâin vaki' olur.

«Sen yarım dirhem ile boşsun» veya «Sen. beş akçe gibi boşsun derse, bir talâk-i bâin vaki' olur.

Bir veya iyi ya da üç parmağım göstererek «Sen işte böyle boş­sun» derse, gösterdiği parmak sayışma göre talâk vakiî olur. Tabii burada açık tuttuğu parmaklara itibar edilir, kapalı olanlara değil. [137]İtimad edilen tesbit de budur. İbn Nüceym de ayni görüştedir. Bu bakımdan adam ben böyle yapmakla avucumu veya yumuk olan parmaklan kasdettim derse, doğru kabul edilmez.

«Sen bunlar gibi boşsun» der ve üç parmağını gösterirse, bunun'la üç talâka niyet etmişse üç talâk, bir talâka niyet etmişse bir talâk vaki' olur. Çünkü buradaki benzetme her ikisini de ihtimal tutmak­tadır.[138]

Karısına, üç parmağına'işaret ederek «Sen bunun ve bunun ve bunun gibi «boşsun..» derse, bununla üç talâka niyet ederse üç, bir talâka niyet ederse bir talâk vaki' olur. Hiç niyet etmezse yine bir talâk vaki' olur.[139]

Yine karısına : «Sen talâk-i bâin ile boşsun» veya «Sen herhalde boşsun», «Sen en fahiş talâkla boşsun», «Sen şeytan talâkıyla boş­sun», «Sen bid'a talâkıyla boşsun», «Sen Dağ gibi talâkla boşsun» gi­bi sözler sarfederse, eğer bununla üç talâka niyet etmemişse, sadece bir talâk-i bâin vaki' olur.

Bu Hususta Genel Kaide :

Talâkı, kendisiyle vasıflanmıyan bir sıfatla anarsa, o sıfat hü­kümsüzdür ve bu nedenle vaki' olan talâk, talâk-ı ric'î sayılır.

Buna bir örnek verelim :

«Sen, senin üzerine vaki olmayacak talâkla boşsun» veya «Sen boşsun ama ben bu hususta muhayyerim, dilersem geri denebilirim» gibi vasıflar geçerli değildir. Çünkü kadın üzerine vaki' olmayacak diye bir talâk şekli olmadığı gibi, talâk da erkeğin ağzından çıkak­tan sonra muhayyerlik de yoktur.

Talâk kendisiyle vasıflanan sıfatla vasıflandığında, ya bir fazla­lığı ifade etmez veya eder. Bunlara birer misal verelim : «Sen güzel talâkla veya daha üstün talâkla veya daha sünnet talâkla veya da­ha iyi talâkla veya daha âdil talâkla ya da daha hayırlı talâkla boş­sun» derse, bu bir fazlalık ifade etmez. Çünkü talâk bu vasıflarla va­sıflandığında vasıfların daha iyisi söz konusu olamaz. Veya fazlalık ifade eder : «En şiddetli talâk» demek gibi. Birinci şekilde söylenen talâk ric'îdir, ikinci şekilde söylenen bâindir.

O halde adam karısına : Sen en çirkin veya en fahiş veya daha uzun veya daha büyük talâkla boş ol!» derse, bununla bir veya iki ta­lâka niyet ederse bir talâk, üç talâka niyet ederse üç talâk vaki' olur.[140]

«Sen uzunluğuyla ve eniyle boşsun» derse, bu talâk-i bâin vaki' olur. Üç talâka niyet etse bile, hüküm aynıdır.[141]

Adam karısına «Sen umum talâkla boşsun» derse, iki talâk vaki' olur. «En çok talâkla boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. «En az ta­lâkla boşsun» derse, bir talâk vaki' olur. «Sen her talâkla veya bütün talâkla boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. «Sen her talâkla beraber veya her talâktan sonra boşsun» derse, kadın üç talâkla boşanmış olur.[142]

«Sen ne az, ne çok talâkla boşsun» derse, muhtar olan kavle gö­re, üç talâk vaki' olur. Fakih Ebû Ca'fer'e göre, iki talâk vaki1 olur.

«Sen çok talâkla boşsun» veya «Sen bütün talâkla boşsun» der­se, birinci şekilde iki, ikinci şekilde üç talâk vaki* olur.

Kadınla cinsel temasta bulunduktan sonra «Seni bir talâkla bo-şadığımda o bir bâin talâk olur» der ve sonra bir talâkla boşarsa, bir talâk-i ric'i olur. Çünkü henüz boşamadan önce şu talâkla demesi bir hüküm ifade etmez.

«Eve girdiğimde sen boşsun» der sonra ben bu boşamayı bâin veya üç talâk sayıyorum (kabul ediyorum) diye ilâvede bulunursa, henüz eve girmediği için bu sözler de bağlayıcı olmaz ve hüküm ta­şımaz.[143]

 

CİNSEL TEMAS MEYDANA GELMEDEN BOŞAMAK

 

Buna Fıkıh'ta «Talâk-ı Kable'd-Duhul» denir. Ayrı bir bölümüde işlenmesi, farklı hükümler taşıdığı içindir. Kendisiyle cinsel temasta bulunulan kadınla, bunun arasında boşanma konusunda da bazı farklar vardır. Bunları örnekler vermek suretiyle açıklamamız daha yararlı olur :

Adam evlendiği kadınla cinsel temasta bulunmadan üç talâkla boşarsa, üçü de vaki' olur. Ama talâkı tefrik edip ayrı ayrı söylerse, birinci talâkla bâin olur, böylece ikinci ve üçüncü talâk vaki' olmaz. Meselâ : «Sen boşsun boşsun boşsun.. veya «Sen bir talâkla boşsun ve bir...» derse, sadece bir talâk vaki' olur.[144]

Şöyle ki : tik telaffuz edilen talâk, ilk birinci talâk'ın vukuunu gerektiriyorsa, bir talâk vaki' olur. Başka bir talâkın vukuunu ge­rektiriyorsa, iki talâk vaki' çlur. Meselâ : «Sen bir talâktan önce talâkla boşsun» derse, sadece bir talâk vaki' olur. Ama «Sen evve­linde bir talâk bulunan bir talâkla boşsun» derse, iki talâk vaki' olur. Burada bir incelik var, çok dikkat etmek gerekir.

Bütün bu durumlarda kendisiyle cinsel temasta bulunduğu ka­dın iki talâkla boşanmış olur.[145]

«Eğer önünde iki talâk bulunan bir talâkla boşsun» derse, bu takdirde üç talâk vaki' olur. Bunun gibi, «ikiye beraber bir talâkla boşsun» veya «evvelinde iki talâk bulunan bir talâkla boşsun» veya «iki talâkdan sonra bir talâkla boşsun» derse üç talâk vaki olur.

«Sen yirmi bir defa boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. «On bir talâkla boşsun» derse, yine üç talâkla boş olur. Ama «Bir ve 'on ta­lâkla boşsun» derse, sadece bir talâk vaki' olur. Bunun gibi, «Bir ve yüz talâkla, veya bir ve bin talâkla boşsun» derse, yine Ebû Hanîfeye göre, bir talâk vaki' olur. Çünkü bütün bu durumlarda kadınla he­nüz cinsel temasta bulunulmamıştır. Ama İmam Ebû Yusuf a göre, böyle de olsa üç talâk vaki' olur.[146]

«Seni bir ve yarım talâkla boşadım» derse, imamların üçüne gö­re, iki talâk vaki' olur. «Yarım ve bir talâkla boşsun» derse, îmarn Ebû Yusuf'a göre, iki talâk, îmam Muhammed'e göre, bir talâk vaki' olur. Sahih olan îmam Muhammed'in görüşüdür.[147]

«Sen bir talâkla ve bir de başka talâkla boşsun» derse, iki talâk vaki' olur.

«Sen herhalde boşsun» veya «Sen bâin olarak boşsun» derse ta­lâk vaki' olur. Ama «herhalde» ve «bâin» kelimesini söylemeden ölür­se, bir şey vaki( olmaz.[148]

«Sen boşsun şahid olan üç..» derse, bir talâk vaki' olur.

«Eğer eve girersen sen bir ve bir talâkla boşsun» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, kadın eve girecek olursa, sadece bir talâk vaki' olur. îmameyne göre, iki talâk vaki' olur.[149]

Yine henüz cinsel temasta bulunmadığı nikâhlı karısına : «Eğer eve girecek olursan sen boşsun ve boşsun ve boşsun» derse, kadın eve girecek olursa, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bir talâk vaki' olur. îmameyne göre, üç talâk vaki' olur. Ama eğer şartı cümlenin sonun­da getirirse, meselâ, «Sen boşsun ve hoşsun ve boşsun eğer eve girer­sen» o takdirde kadın eve girecek olursa, bi'1-icmâ' üç talâk vaki' olur.

Ama atıfsız olarak «Eğer eve girecek olursan, sen boşsun, boş­sun, boşsun» derse, birinci talâk şart ile, ikincisi hal ile vaki' olur; üçüncüsü hükümsüz kalır. Şartı cümlenin sonuna alıp «Sen boşsun boşsun boşsun eğer eve girersen» der ve bu durumda kadın da eve girerse, birinci talâk hemen yani kadın eve girmeden vaki' olur, ge­risi hükümsüz kalır. Tabii kadın yine kendisiyle cinsel temasta bu-lunulmamışsa, böyledir.

Ama bu durumda kadınla cinsel temas meydana gelmişse, iki ta­lâk fil-hal vaki olur, üçüncüsü şartı bağlı kalır.[150]

 

KİNAYE LAFIZLARLA TALÂK

 

Daha önce Sarih Lafızlarla Meydana Gelen Talâk üzerinde dur­muş, gerekli açıklama yapılmıştır. Talâka delâlet eden açık lafızlar­la vaki' olan talâkın niyete ihtiyacı yoktur. Bâin veya ric'î olması ara­sında bu bakımdan fark yoktur.

Kinaye lâfızlarla vaki' olan talâkın niyete ihtiyacı vardır. Çün­kü kullanılan lafızlar hem talâk'da, hem başka mânalarda kullanıl­ması mümkün ve muhtemel olan türdendir. Bu bakımdan ona kina­ye (üstü kapalı, dolaylı) denilmiştir.

Bunun için fukahamn hemen hepsi, kinaye lafızla söylenen ta­lâk ancak niyet ile vaki' olur. Çünkü hangi mânada kullanıldığı açık değildir demişlerdir.[151]

 

Talâk-I Kinaye Üç Kısma Ayrılır :

 

1. Cevap ihtimalini de taşıyan lâfızlardır : «Durumun senin elindedir», «Beğendiğini seç», «îddet (Şer1! bekleme süresi) bekle» gi­bi. Bunlar kadının boşanma isteğine karşı verilen cevap ihtimalini daha çok taşıyan kelimelerdir. Kadının cidden bu yolda bir talebi ol­muşsa, o takdirde talâk vaki' olur.

2. Hem cevaba, hem de talebin reddine ihtimali olan lâfızlar : «Çık git», «Bir tarafa çekil», «Kalk git» «Gözümden kaybol», «Kendi­ni örtün» gibi. Bu lâfızlar kadının boşanma talebine cevap ihtimali taşımakla beraber, o isteği reddetme anlamına, da gelebilir. Duruma göre hüküm taşır.

3. Hem cevap, hem sövme, azarlama ihtimali taşıyan lâfızlar :

«Sen haramsın», «Sen bâinsin» «Sen kopmuşsun», «Sen ayrılmışsın» gibi. Bunlar kadının boşanma isteğine cevap ihtimali taşıdığı gibi, sende hayır yoktur, sen hayır ve iyilikten kopmuşsun, sen faziletten ayrılıp uzaklaşmışsın ihtimalini de taşır.

Bu üç durumda nasıl hareket edilir ve nasıl hükmedilir? Bunun için fukaha bu üç durumu da rıza hali, talâk müzakeresi hali ve âfke hali diye üç kısma ayırmışlardır :

Rıza halinde kinaye lâfızlardan hiç biriyle talâk vaki' olmaz. An­cak talâka niyet ettiğini iddia ederse, o takdirde adamın sözüne iti­bar edilir, Niyet etmedim diye yemin ederse, kabul edilir. Çünkü bu . durumda söylenen   sözlerin talâktan   başka mânalara da   ihtimali mevcuttur.

Bir de bu durumda sarih (açık) talâk hükmünde olan kinâi lâ­fızlar var ki bunlarda niyete pek ihtiyaç yoktur ve istisna teşkil eder­ler.

Müzakere halinde söylenen kinâî  lâfızlarla talâk vaki' olur. An­cak cevap ve redde ihtimali kuvvetli olan durumlar müstesna. Çün­kü o durumda kadının talâk isteğini red anlamı da mevcuttur. [152]Öfke halinde söylenen kinaî lâfızlardan red ve azarlamaya ihti­mali olanlarında adamın niyetine müracaat edilir. Böyle bir niyeti yoksa, o takdirde kadını azarlama anlamı taşır ve talâk vaki' olmaz. Ancak bu durumda red ve azarlama ihtimali taşımıyan lâfızlardan bi­ri söylenirse, «îddet bekle,» durumun senin elindedir» gibi artık niyete baş vurulmaz. Çünkü bu lâfızlar yalnız talâka elverişlidir; daha çok kadının talâk isteğine cevap mânasını taşır.

«İddetini bekle», «Rahmini temizle» gibi lâfızlarla «Sen ve bir..tabirlerle bir talâk-i ric'î vaki' olur, İsterse bu lâfızları söylerken ti veya üç talâk'a niyet etmiş bulunsun, yine de birricT talâk vaki' aydır.

Özetliyecek olursak :

Rıza halinde kullanılan kinai lâfızlar niyete muhtaçtır. Muza-:ere-i talâk ve öfke hallerinde niyete ihtiyaç yoktur.

Konuyu biraz daha açıklayalım :

Niyete muhtaç olmaksızın söylendiği takdirde bir talâk-i ric'î va-â olan lafızlar :

«Sen mutallâkasm  (boşanmışsın), «Seni tatlik ettim  (boşadım) Sen taliksin  (boşsun)». Bu sözlerde niyet aranmaz. Niyet etsin et­mesin bir ric'i talâk vaki olur, Boş>ol»., «Talâkın bana farzdır», «Talâkın bana gereklidir» «TaLâkın üzerime lâzımdır», «Seni boşadım», «Sen burdan falan yere ka­dar boşsun», «Sen benim hesabıma boşsun», «Talâkını sana bağışla­dım» gibi lâfızlarla da sadece bir ric'î talâk vaki' olur.

«Sen talâksın (boşanmasın)» sözüyle üç talâka niyet ederse, sahin kabul edilir ve üç talâk vaki' olur. «Talâkın üzerime olsun» sözüyle Örfe yönelik bir ric'i talâk vaki' olur.

«Şart olsun sözüne gelince, bunu talâk anlamında kullanan yerlerde talâk hükmüne sokulur ve «üç talâka niyet etse bile- sadece bir ri'cî talâk vaki' olur.

«Birden üçe kadar boş ol» sözü ise, iki ric'î talâkı gerektirir.

«Ey boş!» «Ey boşanmış!» sözleriyle de birer ric'i talâk vaki' olur. Adam bununla azarlama kasdettiğini söylese bile kazaen tasdik olun­maz.

Talâk anlamında bilinen sözlerle vaki' olan talâk, bâin sayılır; meselâ : «Sen bana haramsın», «Ben sana haramım» «Sen bana nâ­mahrem oldun» «Sen haramsın..»' gibi sözlerle talâka niyet edilsin edilmesin, birer bâin talâk vaki' olur. Ayrıca bu gibi tabirlerle zihar ve îlâ'ya niyetin sahih olacağını fukaharun çoğu kabul etmiştir.

Niyet edildiği takdirde ric'î talâk sayılan kinaî sözler : «İddetini bekle», «Rahmini temizle»   «Sen «Sen birsin», «Talâkının yolunu açtım, boşalttım», «Talâkını sana ödünç verdim» «Allah senin talâkım diledi..» gibi lâfızları söylerken boşa­maya niyet ederse, her biriyle bir ric'î talâk vaki' olur.

«Sen benim katım değilsin», «Ben senin kocan değilim» gibi söz­lerle bâin veya ric'i talâk vaki' olacağı hakkında farklı görüşler var­dır.

Genel, kaide olarak, sarih (açık) lâfızlarla söylenen talâkda üçe niyet etmek sahih sayılmamıştır. Kinai lafızlarda ise üç talâka niyet sahih sayılmıştır.

Niyet edildiği takdirde bâin talâk vaki1 olan kinaî sözler :

«Senden ayrıldım», «Seni terk ettim», «Yolunu boşaltıp açtım», «Talâkını terk ettim», «Benden kurtuldun», «Benden uzak ol», «Ben­den ayrıl da muradına er», «Aramızda nikâhı feshettim», «Aramızda nikâh yoktur», «Seni bıraktım», «Evlen», «Şimdiden sonra anam ol», «Seni istemiyorum, kime istersen git», «Hangi yola gitmek istersen gi­debilirsin», «Bana yabancı ol. gibi sözler. Bunlarla bir talâka veya üç talâka niyet edebilir.

Bunlarla ilgili fetvalardan örnekler :

«îddetin bekle» veya «Rahmini temizle» veya, «Sen birsin» der­se, isterse üç talâka niyet etmiş bulunsun, sadece bir ric'î talâk vaki' olur.

«Kendine koca ara» derse, bir talâka niyet etmişse bir, üç talâ­ka niyet etmişse üç talâk-i bâin olur.[153]

Nikâhlı karısını bir talâkla boşadıktan sonra «sen bâinsih» der ve bununla ilk talâka niyet ederse, yine de bir talâk-ı bâin vaki' olur. Ama üç talâka niyet ederse, üçü de vaki' olur.[154]

Karısına hitapla «Nikâhı feshettim» der ve bununla boşamaya niyet ederse, bir talâk vaki' olur. îmanı Ebû Hanife'ye göre, üç talâ­ka niyet ederse üçü de vaki' sayılır.[155]

«Sen bana kadın değilsin veya olamazsın» veya «Ben senin ko­can değilim» veya biri ona «Karın var mıdır?» diye sorduğunda, o da «hayır» derse, bakılır : Adam ben bunu yalan söyledim, diye idia ediyorsa, rıza ve gazab hallerinden birinde de söylemiş olsa bile, ısdîk olunur, talâk vaki' olmaz. Ama ben bununla boşamaya niyet ;tim, derse talâk vaki' sayılır. «Seninle evlenmedim» der ve bunun-i boşamayı kasdederse, yine de talâk vaki' olmaz. Bunda icmâ' va' olmuştur.[156]

Bunun gibi, «Benim hiçbir karım yoktur» der Ve bununla talâkı asdederse, yine de talâk vaki' olmaz.

«Vallahi sen benim karım değilsin» veya «Vallahi sen benim için adın değilsin» der ve bununla talâka niyet ederse, fukahanın icma'-rla, talâk vaki' olmaz. Bunun gibi «Benim sana hiçbir ihtiyacım yok-ur» demesi de aynı hükme girer. «Seni sevmiyorum», «Sana iştiha e ilgi duymuyorum», «Sana hiç de rağbetim yoktur» gibi sözler de talâka niyet edilse bile- talâk sayılmaz.[157]

«Ben senden bâin (ayny)ım veya «Ben sana haramım» der ve »ununla boşamaya niyet ederse; talâk vaki' olur. Ama sadece «Ben lâinim» veya «Ben haramım» der ve boşamaya niyet ederse, talâk raki' olmaz.[158]

Adam karısıyla boşama konusunu müzakere ederken, »Seni bâin aldım (ayırdım)», «Senden bâin oldum (ayrıldım)», «Seni salıver-lim» «Seni sana hibe ettim», «Seni yoluna bıraktım», «Sen hürsün», <Sen durumunu daya iyi bilirsin» der, kadın da bu son cümleye kar-;ılık «kendimi ihtiyar ettim» diye cevap verirse, talâk vaki' olur. \dam, ben bu sözlerle boşamaya niyet etmedim» dese bile tasdik olunmaz.

Karışma hitapla : «Aramızda nikâh, yoktur», «Aramızda nikâh ^almamıştır» derse, boşamaya niyet etmişse talâk vaki' olur.

Kadın kocasına hitapla : «Sen benim kocam değilsin» der, koca­sı da «doğru söyledin» diye cevap verirse, îmam Ebû Hanîfe'ye göre, talâk vaki' olur.[159]

Hasan bin Ziyad'ın Ebû Hanife'den yaptığı rivayete göre : Adam karısına «Seni ailene bağışladım», «Seni babana hibe ettim», «Seni annene hibe ettim» der ve bununla talâka niyet ederse, vaki' olur.

Ama «Seni kardeşine hibe ettim», «Seni amcana veya falan ya­bancıya hibe ettim» derse, talâk vakf olmaz.[160]

ister rıza, ister öfke halinde karısına, «Sen benim karyndan baş­kası oluverdin» der ve bununla boşamaya niyet ederse, talâk vaki' olur.[161]

«Seninle aramızda bir şey kalmadı» der ve bununla boşanmaya niyet ederse, yine de talâk vaki' olmaz. «Ben senin nikâhından beri­yim» der ve bununla boşamaya niyet ederse, talâk vaki' olur. Bunun gibi ^Benden uzaklaş» der ve boşamayı kasdederse, vaki' olur. [162]

Karısına, «Dört yol karşında açıktır» der ve bununla boşamayı kaydederse, yine de talâk vaki' olmaz. Ancak «Hangi yolu istersen tut» derse, o takdirde vaki' olur.

«Bin defa git..» der ve boşamaya niyet ederse, üç talâk vaki' olur. Bunun gibi, «Cehenneme git» der ve bununla boşamayı kasdederse, yine talâk vaki' olur.[163]

«Seni hürriyetine kavuşturdum, seni azâd ettim» der ve bunun­la boşamaya niyet ederse, vaki' olur.[164]

«Talâkını sana sattım» der, kadın da «Onu satın aldım» derse, ric'î talâk vaki' olur. Ama «Seni mehrin karşılığında sattım» der, ka­dın da «kabul ettim» derse, talâk-i bâin vaki' olur.

Karısına hitapla «Ben senin şu üç talâkından beriyim» derse, boşamaya niyet etse bile talâk vaki' olmaz. Mezhebin zahiri de bu­dur.

«Seni kadınlıktan beri kıldım» derse, niyet etmese bile talâk va­ki' olur. Bunu ister nza, ister öfke halinde söylemiş olsun fark et­mez.[165]

Kadın kocasına, «Ben senden beriyim» der, kocası da ona ceva­ben, «Ben de senden beriyim» diye karşılık verir, kadın ona «dediği­ne dikkat et, neler söylüyorsun?» diye uyarır, o da «Ben boşamaya ni­yet etmedim» diye cevap verirse, talâk vaki' olmaz.[166]

Adam karısına, «Git evlen» derse» bununla bir. talâka niyet et­mişse bir, üç talâka niyet etmişse», üç talâk vâki,' olur.

«Git de seni bana helâl kılacak başka bir kocayla evlen» derse, bu, üç talâkla boşadığını ikrar sayılır, fiumm gibi «Evlen..» der ve üç talâka niyet ederse, sahih kabul edilir. Ama hiçbir şeye niyet et­mezse, talâk vaki' olmaz.

Kendisine dayak atan adam, «Beni şu evlendiğim kadın için dö­vüyorsan, doğrusu ben onu terkettim, git al» der ve bununla boşa­mayı kasdederse, bir bâin talâk vaki olur.[167]

Kadın kocasına, Beni boşa.,» der, kocası da '«İddetin bekle» der­se, talâk vaki' olur. Adam, «Ben bununla boşamaya niyet etmedim» dese bile tasdik olunmaz.[168]

 

Sarih Talâk, Sarih Talâka Lâhik Olur :

 

Karısına, «Sen boşsun» derse, bir talâk vaki' olur. Sonra «Sen boşsun» derse, diğer bir talak daha vaki' olur.

Bunun gibi sarih talâk bâin'e de lâhik olur. Meselâ : «Sen bâin-sin» derse, ikinci bir talâk vaki' olur. Yani önce sarih olarak «Sen boşsun» dedikten sonra bu kez bâin olarak «Sen bâînsin» derse, her biriyle bir talâk vaki' olur, bâin sariha lâhik bulunur.

Bir mal karşılığında karısını boşaması, sarih talâktan sonra olur­sa, ona lâhik olur. Meselâ : Önce «Sen boşsun» dedikten sonra bu de­fa mal karşılığında «Sen boşsun derse, ikinci talâk da vaki' sayılır. [169]

 

Bâin Talâk Bâin Talâka Lâhik Olmaz :

 

Karısına «Sen bâinsin (benden ayrısın)» der ve sonra tekrar «Sen bâinsin» derse sadece bir talâk vaki' sayılır. Çünkü ikinci sözü birincisine haber yapmak mümkündür. Bunu inşâ' yapmaya İhtiyaç da yoktur.

«Sen bâinsin (benden ayrısın)» der veya mal karşılığında «Sen boşsun» dedikten sonra, «Eğer eve girecek olursan sen boşsun» diye ilâve eder ve bununla talâka niyet eder, kadında iddet içinde bulu­nursa, talâk vaki' olmaz.

Karısına «Vallahi sana yaklaşmıyacağım» der de ilâ'da bulunur, sonra henüz dört ay geçmeden «Sen bâinsin (benden ayrısın) der ve talâka niyet eder veya mal karşılığında «Sen boşsun» derse, talâk vaki' olur. Sonra dört ay geçer de karısına yaklaşmazsa onunla da talâk vaki, sayılır.

Ama önce muhalaada bulunur, yani mal karşılığında «Sen boş­sun» der, sonra da «Sen bâinsin (benden ayrısın)» derse, bir şey va­ki' olmaz.

Zahir rivayette «Sen bâinsin» veya mal karşılığında Sen boş­sun» dedikten sonra kadın henüz iddet içindeyken, «İddetini tamam­la» der ve bununla talâka niyet ederse, ikinci bir talâk vaki' olur.[170]

Mal'dan yani mal karşılığı «Sen boşsun» dedikten sonra iddet içinde karısını boşarsa, o takdirde kadının ona mal vermesi gerek­mez. Ne var ki talâkın vukuu sarihtir ona lâhik olur. Ric'î talâktan sonra mal karşılığında boşaması da caizdir. Ama mal karşılığında boşar, sonra henüz iddet içindeyken tekrar mal karşılığında boşamak isterse, sahih olmaz.

Bu sebeple beynunetten sonra seni mal karşılığında boşadım derse, talâka niyet etmiş olsa bile bir şey vaki' olmaz. [171]

 

YAZILI BOŞAMA (Talâkun Bi'l-Kitabe)

 

Yazılı boşama genellikle iki kısma ayrılır : Birincisi : mersum, ikincisi gayr-1 mersum'dur. Mersum'dan maksad, bir gaibe yazı­lan yazıda olduğu gibi, başlıklı ve unvanı belirlenmiş şekilde yazı­lanıdır. Gayr-i mersum ise, böyle olmayanıdır.

Yazılı boşamanın sahife, duvar, toprak ve benzeri bir madde üze­rine işlenip açık ve belli olanı ve bir de hava, su ve benzeri şeylei üzerine parmakla yazılıp açık ve belli olmayanı var. İkinci şekilde­ki yazılı boşama dinen hiçbir hüküm ifade etmez ve talâk- da vaki' ol maz. Talâka niyet etmiş olsa bile, yine hüküm böyledir. Başlıklı un vanh olmayıp sadece yazılı şekilde ise, niyete bağlıdır. Talâka niye ederse vaki olur, niyet etmemişse, talâk vaki' olmaz.

Yazılı talâk diğer bir anlamla ikiye ayrılır :

1. Başlık ve unvan yazıldıktan sonra, «Sen boşsun» diye açıl bir ifade kullanılmışsa, yazı kadının eline ulaşsın, ulaşmasın, yazıldı­ğı an boşanmış kabul edilir.

2. Yine başlık ve unvan konulduktan sonra, «Bu mektubum se­nin eline geçtiği an sen boşsun» diye yazılı bulunuyorsa, o takdirde şarta bağlı bir talâk sayılır, mektup, yani yazılı kâğıt kadının eline geçmediği süre boşanmış sayılmaz.[172]

«Mektubum sana geldiğinde sen boşsun» diye yazarsa, mektup kadına ulaşınca, okusun okumasın, talâk vaki' olur. Çünkü bu du­rumda şart gerçekleşmiş ve ona bağlı meşrut da yerine gelmiş sa­yılır.[173]

 

Mektupta Önce Bir Takım İhtiyaçlar Sonra Da Boşama Sözü Yazılmışsa :

 

Adam karısına yazdığı mektupta önce bir takım ihtiyaçlardan söz ettikten sonra «Bu mektubum sana ulaştığında sen boşsun» diye ilâve edip göndermişse, mektup kadına ulaşınca, okusun okumasın boş düşer. Ama adam mektubu. belirtilen şekilde yazdıktan sonra «Seni boşadım» cümlesini silip öylece gönderirse, yine de kadın bo­şanmış olur. Ama ihtiyaç bölümünü silip öylece gönderirse, boş düş­mez. Çünkü şart gerçekleşmemiş oluyor.

Mektubunun baş kısmına, «Bu mektubum sana ulaştığında sen benden boşsun der ve sonra gerekli bir takım ihtiyaçları yazar, son­ra da mektubu henüz göndermeden «boşamayla ilgili kısmı» siler, öylece gönderirse, kadın boş düşmez. Çünkü asıl şart olan boşamak­tı, şilince bu şart gerçekleşmemiş oluyor. Ama mektubun son kıs­mındaki ihtiyaç silinip öylece gönderilirse, talâk vaki' olur. Çünkü asıl maksat boşama konusudur, o silinmeyip öylece gönderilmiştir.

Mektubun baş ve son kısmına bir takım ihtiyaçları yazar, orta kısmına ise «Seni boşadım» hususunu yazıp göndermek isterken, bu kısmı silip öylece gönderirse, yine de talâk vaki' olur. Artık mektu­bun baş ve son kısmındaki ihtiyaçla ilgili yazıların çokluk ve azlığı dikkate alınmaz.[174]

Adam karışma «Sen üç talâkla boşsun, İnşaallahu Teâlâ» diye yazıp gönderirse, eğer inşaallah cümlesi birinci cümleyle bitişik va­ziyette yazılmışsa, talâk vaki' olmaz. Ayrı yazılmışsa vaki' olur.

Yine karısına hitaben yazdığı mektupta, «Benim bu mektubum sana ulaştığında veya geldiğind e sen boşsun» der ve mektup kadının babasının eline ulaşır, o da mektubu kızma göndermeden yırtıp atar­sa, kadın boş düşer mi, düşmez mi? Eğer babası kızının bütün işle­rinde tasarrufa sahip bulunuyor, onun bütün işlerini bulunduğu yer­de organize ediyorsa, talâk vaki' sayılır. Babanın böyle bir tasarrufu yoksa, mektup da yırtıldığı için ne yazılı olduğu anlaşılmıyor s a, o takdirde talâk vaki' olmaz.[175]

 

Tehdid Edilerek Karışım Boşadığını Yazan Kimsenin Durumu :

 

Adam ya dövülerek, ya da hapsedilerek tehdid altında tutulur ve zorla «Karım olan falan kızı falanı boşadım» diye yazdırılırsa, ka­rısı boş düşmez.[176]

Bir arkadaşına, «Karıma mektup yaz, de ki : Eğer evden-dışarı çıkarsan sen boşsun» adam da mektubu yazar ve henüz sahibine okumadan kadın dışarı çıkarsa, talâk vaki' olmaz. Sahibine okuduk­tan sonra, mektup kadına ulaşınca, kadın dışarı çıkarsa, o takdirde şart gerçekleşince meşrut de gerçekleşmiş olur, yani talâk vaki' sa­yılır.

Mektup yazıldıktan sonra sahibine okununca, «Ben bir aya ka­dar çıkarsan diye şart koşmuştum, sen onu yazmamışsın» der ve son­ra o cümleyi ilâve ettirirse sahih sayılır. Yani belirttiği ikinci şart caiz kabul edilir.[177]

Karısına «Benim bu mektubum sana gelince sen boşsun» diye yazdıktan sonra, onu beğenmeyip bir başkasına imlâ ettirir ve son­ra gönderirse, iki mektup yanlışlıkla da gönderilmiş olsa, kadına ulaştığında iki talâk vaki1 olur. Bu kazaî cihetle böyledir. Ama ken­disiyle Allah arasındaki mes'uliyet ölçüsüne göre, bir talâk vaki' sa­yılır. Çünkü o iki mektup aslında tek nüsha sayılır.[178]

 

TEFVİZİ  TALÂK

 

Zevcin talâkı zevcesine havale etmesi veya boşama işini vekiline ya da elçisine veya karısının velîsine bırakmasıdır.

İslâm Aile Hukukunda kadına bir takım haklar verilirken boşa­ma yetkisinin verilmesine de kapı açık tutulmuştur.

Böylece Tefviz-i Talâk üzerinde duran fakihler, bunu şu üç kı­şımda belirtmeye çalışmışlardır : Tefvîz-i Mutlak, Tefvîz-i Mukayyed ve Tefvîz-i Ânım. Birincisi herhangi bir vakit ile bağlı buînmayan tefvizdir. Kocanın karısına hitaben «Kendini tatlîk et, boşa)» diye yetki vermesi bu cümledendir, İkincisi, bir zaman ile bağlı bulunan tefvizdir. Kocasının karışma hitaben : «Bugün veya yarın kendini boşa» diye yetki vermesi gibi. Üçüncüsü, bütün vakitleri kapsar şe­kilde bir ifade kullanarak, «Ne vakit istersen kendini boşa» demesi gibi.

Taîâk'm önemli bir bölümü sayılan Tefviz-i Talak'ı kısaca özet­ledikten sonra günümüzde mahkeme kararıyla meydana gelen boşa­maların, erkek istemediği halde kadının dava açıp, boşanmayı sağ­laması ve Belediye nikâhı yapılırken, erkeğin imza atarken Medeni Hukukta yerini alan Aile Hukukunun bütün esaslarını kabul etmesi karşısında takip edilecek yol nedir? Bu sebeple Tefvîz-i Talâk konu­sunu işlerken bir diğer başlık açarak Belediye Nikâhı ve Hakimin Boşama veya ayırma karan ile iligli hususları yeterince açıklamamız gerekmektedir. [179]

 

BELEDİYE NİKÂHI VE HAKÎMİN BOŞAMA VEYA AYIRMA KARARI

 

İslâm fıkhında Talâk : «Şer'î nikâhla olan kaydın kaldırılması­dır»  şeklinde tarîf edilmiştir. Ancak bu kaydı kaldırmaya kim. yet­kilidir? Yine İslâm fıkhına göre, koca ve bazı hallerde hâkim; bazen de kadın yetkili sayılır.    Kocanın yetkisi mutlaktır, dilediği zaman -sünnete uygunluğa dikkat ederek- bu yetkirlni kullanabilir. Hâki­min yetkisi bir takım sebep ve şartlara bağlı tutulmuştur. Ayni za­manda hâkimin yetkisi talâktan ziyade tefrik ve butlandır, ya­ni karı kocayı ayırmak ve nikâh akdini hükümsüz saymaktır.. Ka­dının yetkisi, tefviz ve ihtiyar kaydı tevdiine bağlıdır. Bir mal karşılığı olmaksızın koca kendi karışma boşama yetkisini verdiği takdirde -mutlak, mukayyed ve umum durumları dikkate alinarak-kadın boşanma yoluna baş vurabilir.

Medenî Hukukta boşama yetkisi hâkimin kararma vabeste ol­mak şartiyle kan kocanın ikisine de boşama dâvası açma yetkisi ve­rilmiştir. 124. Madde : «Evlenmenin butlanı ancak hâkimin kararıyla hüküm ifâde eder..» denilmiştir. Bundan çıkarılan sonuç şudur : Hâ­kim boşama veya ayırma kararı vermedikçe kan-kocanın evliliği devam eder.

İslâm Fıkhına göre : Zorlayıcı bir sebep olsun olmasın, koca ken­di karısını -hâkim istemese bile- boşayabilir. Hâkim onun bu yetki­sini selbedemez.

İslâm Fıkhında Karı-Koca arasını ayırmaya hâkim aşağıdaki se­bepler karşısında yetkili kılınmıştır ;

1. Lîân olayının ortaya çıkması.

Bu durumda tefrik (karı kocayı birbirinden ayırma) ancak hâ­kimin tefrik hükmüyle gerçekleşebilir.[180] Tabii bu görüş ve icti-had Hanefîlere göredir.

2. Ergenlik çağına girmeden evlenen çiftlerden birinin bu ça­ğa girdikten sonra İhtiyar hakkını kullanması durumudur. Eşler­den biri bu hakkını kullanmak istediğinde, hâkimin tefrik kararına bağlıdır. Hâkim karar verirse, o takdirde ayrılma gerçekleşir.[181]

3. Kocanın cinsî iktidarsızlığı, idiş bulunması ya da tenasül ale­tinin kesik olması halinde, kadın hakkının   zaye'dildiğini ileri süre­rek hâkime baş vurabilir ve bu durumda hâkim Firkat-Î Butlan ile tefrik hükmünü verir

4. Adem-i Kefaet ya da mehr noksanlığı halinde hâkime baş­vurulduğu takdirde nikâhı feshedebilir. Ancak bu fesih bir talâk anlamını taşımaz. Çünkü firkat erkek tarafından meydana gelme­miştir. O bu konudaki velayet hakkını kullanmadıkça talâk vaki' ol­maz.[182]

5. Dâr-i İslâm'da karısı Müslüman    olduktan sonra   kocasının İslâm'a girmemesi halinde hâkim tefrik hükmünü verir. Bunun gibi müşrik ya da nıecûsî olan koca Dâr-i İslâm'da Müslümanlığı kabul ettikten sonra karısı İslâm'a girmiyecek olursa, hâkim yine tefrik hükmünü verir. Çünkü birinci şekilde Müslüman bir kadın bir gayr-i müslim erkekle evli kalamaz.   İkinci şekilde   Müslüman bir erkek müşrike ya da mecusîye bir kadınla evlenemez, daha önce evlenmiş-lerse evlilikleri devam edemez.

Bu durumda İslâmiyet! kabul etmemek koca tarafından ise bu tefrik, talâk mahiyetindedir. Kadın tarafından ise sadece fesih mahi­yetindedir.[183]

Sözünü ettiğimiz hüküm Hanefîlere göredir, Şafi'lere göre ise : Kan kocadan biri Müslüman olduğu takdirde, firkat kendiliğinden meydana gelir. Ancak cinsel temas vuku' bulmadan önce Müslüman olmuşsa, firkat derhal vaki' sayılır. Cinsel temas meydana geldikten sonra Müslüman olmuşsa, üç hayz (ayhali) geçtikten sonra firkat vaki' olur.

6. Karı kocadan birinin irtidad etmesi (dinden çıkması) halin­de tefrik hükmü verilir. Ancak bu kadının irtidadmdan dolayı mey­dana gelen firkat, talâk mahiyetinde değildir. CEbû Hanife ile Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, bu da firkat-i talâk sayılir).[184]

îrtidad olayı meydana geldikten sonra koca ayrılmak istemedi­ği takdirde hâkim derhal tefrik hükmünü verir. İkisi birden irtidad edecek olurlarsa, istihsanen firkat vaki' olmaz.[185]

 

Medenî Hukukta Karı - Kocayı Hâkim Şu Hallerde Ayırır :

 

Zina, cana kasd, cürüm ve haysiyetsizlik, terk, dimağ hastalığı, geçimsizlik ve benzeri sebepler. (Madde : 129 - 134)

Boşanma dâvasını ikameye hakkı olan taraf dilerse, boşanma, dilerse ayrılmak isteyebilir. (Madde : 135) Boşanma sebeplerinden bi­ri sabit olunca hâkim ya boşanmaya veya ayrılığa hüküm ile mükel­leftir. Dava yalnız ayrılığa dair ise boşanmaya hüküm olunmaz. (Madde : 138)

Görüldüğü gibi, İslâm Fıkhında hâkime tanınan yetkiyle Mede­nî Hukukta tanınan yetki çok farklıdır. Bu durumda, boşamak istemi-yen kocanın bütün ısranna rağmen kadın mahkemeye baş vurur da boşanmak ister ve hâkim de buna karar verirse, bu kadın başka bir erkekle evlenebilir mi? Medenî Hukuka göre evlenebilir. İslâm Füo hına göre bir hüküm vermeden önce bazı hususları göz önünde bu­lundurmak gerekir :

«Sultan bir adamı kansını boşamaya kendisini vekil etmek üze­re zorlayacak olur, adam da dayak ya da hapis korkusuyla «Sen be­nim vekilimsin» der ve başka bir şey söylemezse, sultan bu vekalete dayanarak onun karısını boşayack olursa, talâk tahakkuk eder mi? Müvekkil ben bunun için vekâlet vermedim, dese bile onun bu iddia­sı dikkate alınmaz ve talâk vaki' olur.»[186]

Bu durumda Belediye'de akdedilen nikâh muamelesinin zımnın­da bu ikrah yollu vekâlet düşünülebilir mi? Yani Medenî Hukuk, Be­lediye başkanına veya onun görevlendireceği kişiye evlendirme yet­kisi tanırken hâkime de bu yetkiyi vermiş midir? Adam nikâh defte­rine imza atarken bunu zımmen kabul etmiş sayılır mı?

Bir an için zımnen böyle bir vekâlet verildiğini kabul etsek bile, îslâm Hukukuna göre, sahih olan şudur ki, koca olan adam vekili azletme yetkisine sahiptir, dilediği zaman onu azledebilir. Halbuki medeni hukuka göre, koca bu konuda boşama ya da aynlma hükmü­nü vermeye yetkili bulunan hâkimi azledemez. Bir hakime güven­sizlik gösterip redd-i hâkim talebinde bulunsa, başka bir hakim ayni davaya ayni hukuk esaslanna göre bakar.

Gerçek bu olmakla beraber, kanaatimce adam nikâh akdinde deftere imza atarken Medenî Hukukun Aile Hukukuyla ilgili bölü­münü tamamen kabul etmiş sayılır. Bu durumda hâkimin tefrika yetkisi vardır. Ancak baş vurma koca tarafından olmadığı takdirde bu bir boşanma sayılmaz. Tabii bu da İslâm Fıkhına göre böyledir. Medenî Hukuka göre, kadın boşanma davası açar ve hâkimde onun istediğine uyup boşanma karan verebilir.[187]

 

Kadına Verilen Yetki :

 

Diğer bir husus da Beİediye'de yapılan nikâh akdiyle koca attığı imza sebebiyle karısına boşama yetkisi vermiş oluyor mu? Medenî Hukuka göre, yapılan nikâh akdinde kan-koca Aile Hukukunun bü­tün hükümlerini kabul etmiş sayılırlar. Biz îslâmî açıdan bir yargıya varmadan Tefvîz-İ Talâk bahsini incelememiz gerekir :

Talâk yalnız erkeğe mülk olarak tanındığı için o istediği zaman -Sünnete uygunluk içinde- başkasını bu hususta kendine nâib (vekîl) edebilir! bu vekîl onun karısı olabileceği gibi bir başkası da olabi­lir.[188]

Hanefîlere göre, talâkta inâbe üç şekilde olabilir :

1. Kadının boşanma hususunda muhtar bırakıldığına dair bir elçiye haber göndermek, yani ona bu hususta mutlak serbesti tanı­mak.

2. Birini -ki bu kadının kendisi de olabilir- vekil ta'yîn etmek. Ancak ne var ki, kadın talâk konusunda kocasının vekili olamaz.

Çünkü bu durumda kadın kendi nefsini boşanuş olur. Bu bakımdan başkası için bir amelde bulunamaz.

3. Tefviz ile ona imkân vermek. Bu, başkasına talâkı temlik an­lamına gelir.

Tevkil ile Tefviz arasında bir takım farklar vardır :

a) Müfavvaz mâlik sayılır ve kendi arzusuna göre amel edebi­lir. Vekil ancak müvekkilinin arzusuna göre amel edebilir.

b) Tefvizden sonra koca rücu' edemez.   Ama tevkilden sonra onun için rücu' hakkı vardır vekilini azledebilir.

tefvîz'in delâlet ettiği geniş mâna ise şu misallerle anlatılabi-lir : Koca, karısından başkasına, «Ne zaman istersen karımı boşa!» der veya karısına : «Ne zaman istersen kendini boşa!» diye yetki ve­rirse, bu tefvîz olur. «İhtiyarını kullan» derse, o meclise hasbir yetki vermiş sayılır. O halde koca tefviz hususunda karışma mutlak yetki tanıyabileceği gibi, mukayyed (zamanla, meclisle mukayyed) yetki de tanıyabilir.

Tevkil'in delâlet ettiği geniş mâna ise şöyledir :

Adam başka birine, «Karımı boşa!» ya da «Seni vekil ta'yîn et­tim, karımı boşa!» derse, bu başkasına verilen yetki tevkildir, tefvîz değildir.[189]

Mâlikîlere göre de koca talâk konusunda hem karısına, hem baş­kasına inâb& verebilir. Bu risaâle (yazılı kâğıt) ve tefviz ile olur. Ancak bu durumda tefvîz üç kısma ayrılır : Tevkil, Temlik ve Tah-yir... Tevkil, müvekkilin hakkını ya da rücu' etmesini selbetmez. Mü­vekkil dilediği zaman vek'lini azledebilir. tahyîr, başkasına üç ta­lâkı temlik etmektir ki bunda rücu' ve azil yoktur.

Hanbelîlere göre; Adam talâk hususunda herhangi bir kimseye -katısı bile olsa- inâbe verebilir. Talâktaki bu niyabet her haliyle tevkil sayılır.[190]

tefvîz ve tahyîr hususunda ta'yîn edilen zaman muteber sa­yılır. On gün kadar, demişse, söylendiği andan itibaren on günün bi­timine kadar bu yetki devam eder. O durumda kadın kendini boşa-dıktan sonra başka bir kocayla evlenir ve sonra ondan da boşanır veya adam ölür de yine eski kocasıyla evlenirse, artık ilk verilen yet­ki hükümsüz kalır.[191]

Karısının arzusu üzerine talâk konusunda başka bir adamı ve±ui ta'yin edip sefere çıkar ve fakat sonra pişman olup kadının hazır bu­lunmadığı bir yerde vekili azlederse, sahih olan, kocanın azle mâlik olmasıdır.[192]

Talâka tevkil edilen kimse başka birini kendi yerine vekil ta'yin edemez.[193]

Karısına «Senin emrin elindedir, ne zaman istersen...» derse ka­dın bu durumda ne zaman isterse, ister o mecliste, ister başka bir mecliste kendini boşayabilir. Çünkü tahyîr mutlak anlamdadır.[194]

O halde :

Belediye'de Medenî Hukuka göre, akdedilen nikâhla, adam karı­sına böyle bir yetki vermiş olmuyor mu? Açıktan bir tefvîz ve tah-tyîr ifade edilmiyorsa da zımmen ve evlenmenin genel hüküm-' lerînî kabullenme yönünden böyle bir tahyir vermişe benziyor. bu kesin olmamakla beraber üzerinde hassasiyetle durulacak bir ko­nudur. Kanaatimce adam   karısına boşanmayı   gerektiren sebepler zuhur ettiğinde boşanmak için hâkime baş vurma yetkisini vermiş oluyor. Bu durumda kadın rahatlıkla boşanma için dâva açabilir.

Nikâh akdinde hem karısına, hem hâkime zımmen veya dolaylı-yoldan tahyîr ve tekvil yetkisinin verildiğini kabul edecek olur­sak, o takdirde koca koşamayı arzu etmese bile hâkim kadının mü­racaatı üzerine tefrîk yapabilir. Hattâ zımnen hâkime verilen ve­kâlet üç talâk anlamını taşıyorsa, bu durumda hâkim talâk-ı firkat yapabilir.

Ayni zamanda nikâh akdinde kadına da zımnen tahyîr veril­miş ve bir nev'i, «Dilediğin zaman kendini boşayabilirsin» yetkisi yer almışsa, o takdirde kadın hâkime baş vurmakla kendini boşatabilir.

Ancak şunu tekrar belirtelim ki, zımnen böyle bir vekâletin hâ­kime verildiğini kabul etsek bile bu vekâlet kocadan boşama yetki­sini hiç bir zaman selbetmez ve koca dilediği zaman vekilini azledebilir. Ama hâkime veya hem hâkime, hem karısına vekâlet değil de tefviz veya tahyîr yetkisini mutlak anlamda vermişse, -ki attı­ğı imzayla bunu bir bakıma vermiş sayılır- o takdirde ne hâkimi, ne de karısını azletme yetkisi yoktur.

Gerçi Medenî Hukuk muvacehesinde bu hususlar geçerli değil­dir. Biz sadece bir mukayese olsun diye iki hukuku -mevguumuz ge­reği- karşılaştırmayı, bir fikir verme bakımından yararlı gördük.

Diğer bir husus :

Kocanın rızası olmadığı halde hâkim ayrılmalarına hükmederse, bu talâk sayılmaz, tefrik sayılır. O halde koca dilediği zaman karı-siyle tekrar evlenebilir.

Tahyir hususunda dikkat edilecek önemli bir nokta da talâkın sayı meselesidir : tefvî2 ve tahyîr'de kocanın niyetine bakılır, sa­dece tahyîrle birlikte talâk — Boşama lâfzını kullanırsa, bu ric'î bir talâk olur. Üç sayısını buna eklerse1 üç talâk birden vaki' olur.

Resmî nikâhta aile hukukuna göre zımnen tevkil ve tah-' yîr verirken üç talâk yetkisiyle bunu vermiş sayılır mı? Medenî Hu­kukta üç talâk diye bir kayıt söz konusu olmadığına bakılırsa, üç ta­lâk yetkisi değil, mutlak anlamda bir yetki verilmiş kabul edilir.

Şayet üç talâk yetkisi hâkime ya da kadına verilmişse, meyda­na gelen boşanmadan sonra tekrar evlenebilir mi? Gerçi Medenî Hu­kukta bunda bir sakınca görülmemiştir. Ama îslâm Fıkhında bu sa­kıncalıdır. Meseleyi tefrîk cihetiyle düşünecek olursak, adam ni­kâh akdinde sadece hâkime zımnen tefrîk yetkisini tevkil yoluyla vermişse, bu durumda kendisi de boşama için müracaat etmemiş ve ayrılmak istiyen karısının bu isteğini de uygun bulmamış, buna rağ­men hâkim kendilerini ayırmışsa, o takdirde tekrar evlenmelerinde bir sakınca yoktur. Kanaatimce nikâh akdinde aile hukukuna göre hâkime verilen yetki bir tefrîk yetkisidir. Çünkü karı koca­dan birinin baş vurması olmadığı takdirde hâkim onları ne boşayabi-lir, ne de ayırabilir.

Ama koca boşamak için bizzat veya bilvekâle bas vurmuş ve bu sebeple boşanmalarına hâkim karar vermişse, o takdirde bu hüküm ve karar talâk-ı firkat sayılacağından îslâm Fıkhına göre, adam bu baş vurmayı üç talâk niyetini taşıyarak yapmışsa, o takdirde -ka­dın başka bir kocaya varıp ondan tesadüfen ayrılmadıkça veya ikin­ci kocası ölmedikçe- birinci kocasıyla evlenemez. Medenî hukukun 95. maddesine göre : «Boşanma ile ayrılmış olan karı-koca birbirle­riyle evlenmek istedikleri takdirde hâkim bu müddeti kısaltabilir. Müddet 300 gündür.[195]

 

Tefviz Ve Tahyîr İle İlgili Fetva Ve Hükümler :

 

Adam karışma, «İstediğini seç» der ve bununla boşamaya niyet eder veya «Kendini boşa!.» derse, o takdirde kadın o mecliste bulun­duğu süre içinde kendini boşama hakkına sahiptir. îsterse o meclis­te uzun süre otursun, kalkıp terketmediği sürece bu hak devam eder. Ancak meclisten kalkmamakla beraber başka bir işle meşgul olma­ya başlarsa, konuyu değiştirdiği için artık boşama yetkisi kalkar.

Adam karısına bu yetkiyi verdikten sonra artık geri alma hak­kına sahip değildir. Kadını bundan men'edemez. Kadın kendini boşa-dığı takdirde adam bunu hükümsüz sayamaz.[196]

Kadının bulunduğu meclisten kalkmadığı halde ne gibi işlerle meşgul olması, bu verilen yetkiyi hükümsüz kılar? Fukaha buna şu misalleri vermişlerdir: Yemek hazırlayıp getirmek, uyumak için ya­takları hazırlamak, el-yüzünü yıkayıp saçlarını taramak, banyo yap­mak ve güzel kokular sürünmek için bir süre uğraşmak, kocasıyla cinsel yaklaşmada bulunmak gibi.[197]

Kadının bu arada su içmesi veya az bir şey yemesi ya da sigara içmesi kocasının verdiği yetkiyi hükümsüz bırakacak ölçüdeki meş­guliyetlerden sayılmamıştır.[198]

Bunun gibi, oturduğu yerden kalkması, ayakta ise oturması; ba­na şâhid çağınn da meseleyi sonuca bağlıyalım, demesi; Veya baba­mı çağırın da durumu bir de onunla görüşeyim, söylemesi de kendi­sine verien ihtiyarı selbetmez.

Ancak kocası kendisini bu hususta muhtar bıraktığında kadın hayvan üzerinde idiyse, iner veya yerde idiyse hayvana binerse, ve­rilen yetki hükümsüz kalır. Çünkü bulunduğu durumda ciddi bir değişiklik meydana gelmiş sayılır.[199]

Kadın hayvan üzerinde yol alırken kocası ona böyle bir ihtiyar yetkisi verir, o da hayvanı durdurursa yetki hükümsüz olmaz. Ama durduktan sonra tekrar yoluna devam ederse, yetki hükümsüz ka­lır. Çünkü bu durumda hayvanı sürüp yoluna devam etmesi, meclisi değiştirme anlam ve hükmünde sayılır.[200]

Bunun gibi kadın hayvan üzerinde durmuş bir vaziyette iken kocası kendisine ihtiyar yetkisi verdikten sonra kadın hayvanı sü­rüp yürümeye başlarsa, ihtiyar hükümsüz kalır. Bu da meclis değiş­tirme anlamına gelir. Ama yürümeden boşandığını söylerse, bu ge­çerli kabul edilir ve kadın bir talâk-i bâin ile boşanmış sayılır. [201]

 

Karı - Koca Îkisi De Ayni Vasıtada Bulunursa :

 

Karı koca ikisi de ayni vasıtada bulunursa, ister vasıta hareket halinde olsun, isterse olmasın, farketmez. Koca karışma boşanma hu­susunda ihtiyar yetkisi verirse, bu yetki devam eder. Çünkü meclis değişmedi kabul edilir. Kadın vasıta içinde değişik hareket ve otur­ma şekillerinde bulunsa bile, bu verilen yetkiyi olumsuz yönde etki­lemez. [202]

 

Adam Karısını Muhtar Bıraktıktan Sonra Cinsel Yaklaşmada Bulunursa :

 

Adam boşanma hususunda karısına ihtiyar yetkisi verir, yani onu bu hususta serbest bırakır ve kadın henüz bir karar vermeden o zorla veya istekle cinsel temasta bulunursa, verilen yetki hüküm­süz kalır.[203]

 

Kadına Boşanma Hususunda Serbesti Verildikten Sonra Namaza Kalkarsa :

 

Kadına boşanma hususunda kocası serbesti tanır, yetki verir, ka­dında henüz bir karara varmadan kalkıp namaz kılacak olursa, bu namaz ister farz, ister nafile olsun, fark etmez ve ihtiyar hakkı hü­kümsüz kalır.

Kadın namazda iken kocası ona1 böyle bir serbesti verir ve kadın da namazını bitirince, karar vermek isterse, onun bu kararı geçerli olur mu? Kıldığı namaz farz ve vâcibse, geçerli sayılır. Nafile ise, iki rek'atı tamamlayıp selâm verirse, yetkisi geçerlidir. Dört rek'ata çıkarmaya devam ederse, yetki kendiliğinden düşmüş olur.[204]

 

Adam Kadını Muhtar Bırakınca Kadın Bir Şey İsterse :

 

Adam karışım kendisini boşama hususunda serbest bırakır, yetki verdikten sonra kadın karar vermeden önce, «bana» şunu verirsen kendimi boşarım diye teklifte bulunursa, verilen yetki hükümsüz kalır.

Kadın ona «Neden dilinle beni boşamıyorsun da yetki veriyor­sun?» dedikten sonra kendini boşarsa, geçerli sayılır.[205]

Adam, karışma «Serbestsin..» der, kadın da «kendimi senden ayırdım veya kendimi sana haram kıldım veya kendimi boşadım» di­ye cevap verirse, bununla talâk-ı bâin vaki1 olur.[206]

Eğer «serbestsin, beğen beğendiğini» gibi kelimelerle birlikte «Talâkı seç, Talâkı beğen» derse, kadında «talâkı seçtim, onu beğen­dim» diye cevap verirse, bu bir talâk-ı ric'î olur.

Adam «Üçü» veya ( üçü beğen» der, kadında seçtim veya beğen­dim, derse üç talâk vaki' olur.[207]

Adam, karısına : «İhtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et!» der, kadın da birinciyi ihtiyar ettim veya ikinciyi ihtiyar ettim veya sonuncusunu ihtiyar ettim» diye cevap verirse, niyetsiz olarak üç talâk vaki' olur. Ancak ez-Ziyadat'ta, üç talâk vaki' olması için. niyet şarttır, denilmiş­tir. Ayni zamanda bu îmam Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. îmameyn'e göre, niyet etmediğinde sadece bir talâk vaki' olur.

Kocasının yukarıdaki sözüne karşılık, «Kendimi boşadım» veya «Ben boşum» derse bu hepsine birden cevap olur ve üç talâk yine vaki' sayılır.[208]

Yine karısına üç defa üstüste «Beğen veya seç!» der, kadın da bir talâkı veya «birinci talâkı seçtim diye cevap verirse, biMcmâ sa­dece bir talâk vaki' olur.

«İhtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et!» der, kansı da «Bundan birini hükümsüz saydım» diye cevap verirse hepsi birden hükümsüz olur. Çünkü bu hususta kadının niyeti ve lâfzı muteberdir. El-Muhit sahi­bi de ayni görüştedir.

Adam yine Îİhtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et!» der, kadın da nef­sini ihtiyar ederse, koca bu defa «Ben birinci sözle talâkı arzu ettim, ikinci ve üçüncü sözü te'kid olsun diye söyledim, derse kazaî olarak bu sözü tasdik olunmaz.[209]

Karısına «İhtiyar et, yani beğenip seç» der, kadın da «Seni ihti-. yar etmiyorum» veya «Seni istemiyorum» ;veya «Sana ihtiyacım yok­tur» diye cevap verirse, bunların hepsi hükümsüzdür. «Talâk ihtiyar ietmiyorum» derse, bu emri reddetmek anlammadır. «Kocamdan hoş­lanıyorum» veya «Kocamı seviyorum» derse, bu durumda kadın he­nüz serbestisi üzeredir. Kocamdan ayrılmaktan hoşlanmıyorum» diye cevap verirse, bu kocasını seçip beğendiğine delâlet eder. «Se­nin karın, olmamayı ihtiyar ettim» derse, bâin düşer.[210]

Karısına, «Bir talâk ihtiyar et..» der, kadında «seçtim onu» di­ye cevap verirse, bir ric'î talâk vaki' olur. «îki talâk seç» der, kadın da «Bir talâk seçtim» derse, bir talâk vaki' olur.

«Durumun senin elindedir..sözü de «Seç, beğen» gibidir.

Karışma, «Senin durumun senin elindedir» der, veya «Senin du­rumunu sana bırakıyorum» şeklinde konuşur ve bununla üç talâka niyet ederse, kadın da «kendimi bir talâkla ihtiyar ettim» diye cevap verirse, yine de üç talâk vaki' olur.[211]

«Durumun kendi elindedir» der ve bununla üç talâka niyet eder, kadın da kendini üç talâkla boşarsa, üç talâk vaki' olur. Erkek iki ta­lâka niyet etmişse, sadece bir talâk vaki' olur. [212]

 

ÎSTİSNÂ YOLLU TALÂK

 

Adam karısına, «Allah dilerse, sen boşsun» veya «Sen boşsun meğerki Allah dileye» veya «Sen boşsun, Allah dilediği zaman» gibi istisna yollu boşamada bulunursa, talâk vaki' olmaz.[213]

Bunun gibi, «Sen boşsun, Maşaaliahu Kâne» yani Sen boşsun, Allah'ın dilediği olur, söylerse, bununla da kadın boş düşmez.[214]

«Sen boşsun, eğer Allah dilemiyecek olursa» sözü de böyledir. Yani bununla kadın boşanmış olmaz. Ama «Sen boşsun, Allah nasıl dilerse» derse, derhal kadın boş düşer.[215]

«Sen boşsun, ancak Allah'ın dilediği müstesna» derse, bir talâk vaki' olur.

«Sen Allah'ın iradesiyle, O'nun dileğiyle veya O'nun sevgisiyle boşsun» derse, yine de talâk vaki' olmaz. Bunun gibi «Allah'ın rıza-siyle boşsun» derse, hüküm değişmez. Çünkü bunda da bir bakıma istisna anlamı mevcuttur.

«Eğer Allah bana yardım ederse veya O'nun yardımıyla sen boş­sun» derse, bununla istisna anlamını kasdetmişse, talâk vaki1 olmaz.

Karısını «Sen üç talâkla boşsun inşaallah» der ve bununla Al­lah'ın ne dilediğini bilmezse, talâk vaki' olmaz.[216]

 

HASTALIK HALİNDE BOŞAMAK

 

Adam karışım sağlıklı veya hastalıklı halinde boşar sonra ölür­se, kadın da henüz iddetini tamamlamamış durumda ise, kocasına varis olur.

Bu durumda kadın ister kitap ehlinden olsun, ister câriye olsun, henüz iddeti bitmeden kocası ölürse, o da iddet içindeyken Müslü­man olur, câriye ise, hürriyetine kavuşturulursa, yine de kocasına vâris olma hakkını elde eder.[217]

Karısını üç talâkla boşadıktan sonra bile ölse, kadının iddeti bit­memişse, o takdirde yine vâris olur. Ama kadmın iddeti bittikten son­ra kocası ölürse, o takdirde vâris olamaz. Çünkü bu durumda ilgisi tamamen kopmuş sayılır.

Bütün bu durumlarda, kadın boşanmayı ister de kocası onun is­teğine uyarak onu bir veya üç talâkla boşar ve iddeti bitmeden adam ölürse, kadın bu durumda vâris olamaz. Çünkü boşanmayı kendisi istemişti.[218]

 

Kadın Boşandıktan Sonra Dinden Çıkarsa :

 

Adam karısını üç talâkla boşadıktan sonra iddet içindeyken ka­dın irtidad eder (dinden çıkar) sonra tekrar Kelime-i Şehadeti geti­rip dine girerse -iddeti bitsin bitmesin artık bu durumda- ölen koca­sına vâris olamaz. Çünkü iddet içindeyken dinden çıkmasiyle mirası olma hakkını kaybetmişti. Yekrar İslâm'a girip henüz iddeti bit­meden kocası ölürse, mirasçı olma hakkını kazanamıyor.[219]

 

Adam İrtidad Ederse :

 

Adam dinden çıktıktan sonra öldürülür veya dar-i harbe geçerse ya da bu. durumda iken îslâm ülkesinde ölürse, karısı kensine vâ­ris olur. [220]

 

Kadın Dinden Çıkarsa :

 

Kadın irtidad ettikten sonra ölür veya dar-i harbe geçerse, bakı­lır : Eğer kadın sağlıklı bir halde iken riddet etmişse, kocası ona vâ­ris olamaz. Hastalık halinde irtidad etmişse, o takdirde kocası istin-sanen vâris olur. [221]

 

Karı - Koca İkisi Birden İrtİdad Ederse :

 

Kan - koca ikisi birden irtidad eder (dinden çıkar), sonra ya be­raber İslâm'a girer veya birisi İslâm'a girer, çok geçmeden birisi ölür­se; ölen Müslüman ise, sağ kalan murted olduğundan ona vâris ola­maz. Ölen murted ise sağ kalan Müslüman kansı ona vâris olur. Ölen mürtedde olan kadın ise ve dinden çıkması hastalık halinde olmuşsa, kocası ona vâris olur. Sağlıklı iken dinden çıkmışsa, kocası artık vâ­ris olamaz.[222]

 

Hasta Adamın Oğlu, Onun Karısıyla Cinsel Temasta Bulunursa :

 

Adam hasta yatarken oğlu, onun karısıyla zorla cinsel temasta bulunursa, kadın kocasına vâris olamaz. Ama adam kadını mirastan mahrum bırakmak için oğluna bu yolda emir vermişse, bu mirası ka­çırma anlamına gelir.[223]

 

Oğlu Babasının Boşadığı Kadınla Temasta Bulunursa :

 

Hastalık halinde iken adam karısını üç talâkla boşadıktan son­ra oğlu o kadınla cinsel temasta bulunur veya onu şehvetle öperse, kadın -iddet bitmeden kocası ölürse- vâris olur, [224]

Kadın hasta   halinde iken isteyerek kocasının oğluyla cinsel temaşta bulunduktan sonra iddet içindeyken Ölürse, kocası ona istih-sanen vâris olur.[225]

Adam hasta iken karısını bâinen boşar, sonra sıhhatına kavuş­tuktan sonra ölürse, karısı ona vâris olamaz.[226]

 

Kadın Kocasına, Beni Ric'î Olarak Boşa, Derse :

 

Kadın kocasına, »Beni talâk-ı ric'i ile boşa, der; o da onu üç ta­lâkla veya bir talâk-i bâin ile boşar ve öylece ölürse, kadın ona vâris olur.

Adam hasta iken karısına, «Durumun elindedir» veya «îstediği-ni seç» derse, kadın da kendini boşarsa, veya «Kendini üç defa bo­şa» der, kadın da öyle yaparsa, kadının henüz iddeti tşer'ân bekle­me süresi) dolmadan adam ölürse, kadın kocasına vâris olamaz.» [227]Çünkü burada boşanma hususu tamamen kadının ihtiyarına bırakılmış o da bu ihtiyarını kendi rızasıyla kullanmıştır.

Ama kadın kendini üç talâkla boşar; kocası da buna cevaz verir razı olursa, o takdirde kadın iddet içindeyken adam ölürse, kadın ona vâris olur. Çünkü bu hususta yetki adama bırakılmış durumda­dır, kadının üç talâk teklifine cevaz vermek zorunda değildir.[228]

Hasta yatarken karısını boşar ve hastalığı iki yıl kadar sürdük­ten sonra ölür ve onun ölümünden sonra boşadığı kadın henüz altı ay dolmadan doğum yaparsa, kocasına vâris olabilir mi? İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhamnîed'e göre olamaz.[229]

 

Hastalık Halinde Miras Kaçırma Kasdiyle Boşama Meydana Gelirse :

 

Adam hastalanır da ancak tabii ihtiyaçlarını şahsen yapabile­cek durumda olur, bununla beraber karısının kendisine bakmadığını bahane ederek onu boşarsa, buna talâk-î farr denir. Yani mirası karısından kaçırıp diğer vârislere bırakma amaciyle yapılan boşa­ma.. Bu durumda kadın mirastan mahrum edilemez. Ancak adam ya­talak olursa tabi ihtiyacını şahsen gideremiyecek kadar halsiz bu­lunur ve kansı da kendisine bakmazsa, o takdirde karısını boşaya­cak olursa, buna talâk-i farr denilmez ve karısı miras hakkını kaybeder.

Özetleyecek Olursak :

Hasta yatan adam ev içinde kalkıp kendi ihtiyaçlarım giderecek durumda ise, bakmadı bahanesiyle karısını boşarsa, bu, mirası ka­çırma anlamına gelir ve geçerli sayılmaz. Ev içinde kalkıp ihtiya­cını giderecek durumda değilse, karısının hiç bakmadığını ileri sü­rerek boşarsa, bu mirası kaçırma anlamına gelmez.[230]

Kocası hasta olduğu gibi kadın da hasta bulunur ve yukarı kata çıkacak güçte olmazsa, o takdirde kocasının şikâyet hakkı yoktur. Bu durumda boşarsa, mirası kaçırma anlamına gelir. Ama kadm üst kata veya dam üstüne çıkacak durumda ise, kocası bakımsız bir va­ziyette yatalak olarak kendi ihtiyacını giderecek güçte değilse, karı­sını boşadığı takdirde bundan mirası kaçırma anlamı çıkmaz.

Adam denizde boğulmak üzere veya bir canavarın pençesinde can vermek üzere iken karısını boşarsa, bu mirası kaçırma anlamına gelir ve geçerli kabul edilmez. Hapiste bulunur veya düşman elinde esir kalır veya düşmanlarının korkusundan bulunduğu yerden çıka­maz olur da bu arada karısını boşarsa, mirası kaçırma anlamına gel­mez. Çünkü bu durumlarda bulunan kimsenin kurtulma şansı daha fazladır.

Yatağa düşürmiyen yara ve bir iç ağrısı, diğer ağır hastalıklarla kıyas edilmez. Böyle olan kimse sıhhatli sayılır. Bu durumda karısı­nı boşayacak olursa, mirası kaçırmış sayılmaz.[231]

Adam hasta halinde karısını boşar ve o hastalıktan henüz iyileş­meden öldürülür veya başka bir hastalık arız olur da ölürse, -bütün bunlar iddet içinde gerçekleşmişse- o takdirde kadın vâris olur.[232]

Adam hasta iken karısını boşadıktan sonra kadm onu öldürürse, vâris olamaz. Çünkü kaatile miras verilmez.[233]

 

Bu Konularda Kadm Da Erkek Gibidir :

 

Kadın hasta yatarken, kocasının oğluyla temas kurması veya dinden çıkması gibi bir fiilde bulunursa, bu mirası kocasından kaçır­maya yönelik bir davranış kabul edilir ve bu durumda kadm ölürse, kocası ona vâris olur. Ama sıhhatli bir halde iken bu ve benzeri fiil­lerde bulunduktan sonra ölürse, kocası ona vâris olamaz.

Kocası hasta iken kadm onun cinsel iktidarsızlığını veya tenasül aletinin kesik bulunduğunu ileri sürer, .kocası da bunu kabullenip ayrılmalarına karar verildikten sonra adam ölürse, kadm ona vâris olamaz. Çünkü kendi rızasıyla ayrılmıştır.[234]

 

Adam Hasta İken Karısına Zina İsnad Ederse :

 

Adam hasta iken karısına zina isnadında bulunur ve bu sebeple lîan yapar ve sonra ölürse, imamların ittifakiyle kadın vâris olur.

Zina isnadı, adam sağlıklı iken vuku' bulur, lîan ise hastalan­dıktan sonra yaptırırsa, o takdirde yine kadm varis olma hakkını kaybetmez. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf a göredir.[235]

 

Karısıyla Îlâ' Yaptıktan Sonra Ölürse :

 

İslâm Fıkhında adam karısına yaklaşmamaya, yani onunla cin­sel temasta bulunmamaya yemin ederse, buna ÎLÂ' veya î'lâ' denir, ölmeden ilâ'nın süresi biter, böylece ölürse, kadının iddeti de bitme­mişse, o takdirde kocasına vâris olur.

Ama î'lâ meselesi adam sağlıklı iken olur, süresi ise adamın has­talığı halinde geçerse, kadm ona vâris olamaz.

Adam hastalık halinde karısına «Ben seni hasta olmadan önce üç talâkla boşamıştım. Şimdi ise iddetin süresi bitti» der, kadın da onu doğrular, sonra adam karışma borçlu bulunduğunu ikrar eder veya onun için bir şey ile vasiyette bulunur öylece ölürse, borç ve va-siyyetten en azı kadına verilir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, miras, borç ve vasiyyetten hangisi daha az tutuyorsa, o kendisine verilir. îmamey-ne göre, bu durumda adamın hem vasiyyeti, hem ikrarı muteberdir, ikisi de yerine getirilir.

Adam hasta iken karısının arzusuna uyarak onu üç talâkla bo­şadıktan sonra, onu borçlu bulunduğunu ikrar eder ve ayrıca vasi­yette bulunursa, imamların ittifakıyla bu ikisinden nisbeti en az ola­nı kadına verilir. Sahih kavle göre, bu ikisi ve miras payından han­gisi daha az ise o verilir. [236]Tabii bu da, kadının iddeti henüz bit­meden adam ölürse öyledir. îddeti bittikten sonra adam ölürse, o tak­dirde kadma borçlu bulunduğuna dair yaptığı ikrar dikkate alınıp tamamı kadına ödenir. [237]

 

Kadınla Diğer Mirasçılar İhtilafa Düşerse :

 

Adam öldükten sonra kadın, «Kocam beni hasta iken üç talâkla boşadı ve henüz iddetim bitmeden vefat etti» der, diğer mirasçılar ise bunun aksini iddia eder, yani hasta olmadan önce seni boşadı, der­lerse, kadının sözüne itibar edilir.[238]

Bunun gibi, adanı öldükten sonra mirasçılar kadına «sen câriye olarak bulunuyordun, adamın ölümünden sonra azâd edildin» der, kadın da, «hayır ben hep hür olarak bulundum» diye aksini iddia ederse, yine kadının sözüne itibar edilir.

Kadın câriye olarak bulunur, hürriyetine kavuşturulduktan son­ra kocası ölür, ama kadın kocası hayatta iken hürriyetine kavuşturulduğunu, vârisler ise, kocasının ölümünden sonra azâd edildiğini iddia ederlerse, burada vârislerin sözüne itibar edilir.[239]

Hastalığında karısını üç talâkla boşadıktan sonra adam ölür, ka­dın ise henüz iddetinin bitmediğini ileri sürerek vâris olduğunu söy­lerse, yemin ettirilerek sözüne itibar edilir. Yeminden kaçınırsa, o takdirde miras hakkını kaybetmiş olur.

Ama kocası öldükten sonra başka biriyle evlenir ve ilk kocasının boşadığı andan itibaren geçen zaman içinde henüz iddetinin bitme­diğini iddia ederse, artık sözüne itibar edilmez. Çünkü ikinci kocay­la evlenmesi ancak iddetinin sona ermesiyle caizdir.[240]

Adam sıhhatli iken karısına, «ay başı gelince sen üç talâkla boş­sun» dedikten sonra aybaşı gelir ve adam da hastalanıp ölürse, ka­dın mirasçı olamaz. Ama bunu hastalık halinde söylemiş olsaydı, ka­dın mirasçı olurdu.[241]

 

TALÂK-İ RİCİ

 

Talâk, sarih ve kinaye yönlerinden ikiye ayrılır: rîc'î ve baîn.

Ric'i Talâk : Sarih lafızlarla gerçekleşir, niyet şart değildir. «Se­ni boşadım», 'Sen boşsun», «Sen mutallakasın» gibi.

Bâin Talâk : Kinaye lafızlarla gerçekleşir, ancak bunda niyet

şarttır. «Seni bıraktım» «İstediğin kimseye git» gibi. Bu sözleri söy­lerken boşamaya niyet ederse, talâk-i bâin vaki' olur.

Bu iki talâk arasında kısaca fark şudur : Ric'i talâkla boşadığı karısına iddet (şer'î bekleme süresi) içinde rücû' (dönme) hakkı var­dır. Bu, sözlü olabileceği gibi, fiili de olabilir. Rücû' etmeyip iddet so­na ererse, artık boşama kesinleşir.

O halde iddet bitmeden adam karısına rücû' ederse, yeniden ni­kâh akdine gerek yoktur.

Bâin talâk da ise, üç talâkla boşamamış, sadece bir veya iki ta­lâkla boşamışsa, o takdirde rücû' hakkı yoktur. Karısıyla birleşmek istediği takdirde yeniden nikâh akdi yapması gerekir. Şayet üç ta­lâkla boşamışsa, hiçbir suretle birleşmeleri mümkün değildir. Meğer­ki kadın iddeti bittikten sonra başka bir adamla evlenir, o da tesadü­fen boşar veya bir süre sonra ölürse, o takdirde kadın birinci koca­sıyla evlenebilir. [242]

 

RİCİ VE BÂİN TALÂK   ABASINDAKÎ AÇIK FARKLAR -.

 

Ric'i talâk ile bâin talâk arasındaki farkları daha çok bu iki ta­lâkla ilgili şartları bildikten sonra anlamak mümkün. Bunun için fu-kaha bu konuda bazı şartlar tesbit etmiştir :

Ric'i Talâkın Şartlan :

1. Kadına cinsî yakınlıkta bulunmuş olmaması,

2. Boşamanın sarih (açık) lafızlarla olması,

3. ivaz (mal veya para) karşılığında olmaması,

4. Üç sayıya ne açıktan, ne deîâleten beraberlik etmemesi,

5. Beynuneti ifade eder şekilde bir sıfat ile mevsuf bulunma­ması..

Belirtilen bu şartlara göre : Kadına cinsel yaklaşmada bulunma­dan önce verilen kinaye anlamında talâk bâin olduğu gibi, cinsel yak­laşmadan sonra niyetle birlikte «Sen benden bâinsin (ayrısın)» gibi; sarih talâk lafzıyla olmayan veya mal karşılığında verilen veya «Üç, talâk ile boş ol» veya «Sen şöylece boşsun» diyerek parmaklarıyla üçe işaret olunan veya «Sen benden kesin talâk ile» boşsun gibi sıfatlar­la tavsif olunan talâk sarih sıfat ve lâfızla meydana geldiği ve bir kısmı üç talâka delâlet ettiği için bâin talâk olur. O halde;

 

Bâin Talâk :

 

1. Kinaye lâfızlarla daha çok meydana gelir.

2. Bu durumda niyet etmeğe gerek vardır.

3. Kinaye lâfızla birlikte sariha delâlet eden sıfatlar da bulu­nabilir.

4. Mal karşılığında verilen üç talâk da bâin sayılır.

5. «Üç talâk ile boşsun» veya «Üç talâk ile seni boşadım» söz­leri her ne kadar sarihse de, açıktan üçe delâlet ettiği için bu da bâin sayılır.

Bir veya iki talâka niyet getirilen kinaye yollu boşamalara bey-nunet-î şuğra (küçük beynunet), üç talâka niyet getirilen veya açıktan üç talâka delâlet eden boşamalara beynunet-î kübrâ (Büyük Beynunet) denir.

r.ic'î talâkla Bâin talâk arasındaki farkı belirttikten sonra ric'i talâkla ilgili birkaç misal ve fetva mahiyetinde nakledilen hükümle­re yer vermemiz konuyu biraz daha açıklayıcı ve öğretici duruma ge­tirir :

Ric'î Talâk : Sarih bir lâfızla meydana geldiği takdirde, kadm iddet (şer'i bekleme süresi) içinde bulunduğu müddetçe nikâh de­vam eder. Bu süre içinde kocası olan adam ona rücû' hakkına sahip­tir.[243]

Ric'i Talâk ikiye ayrılır : Sünni ve Bid'î.. Sünnî ric'at, sözlü ola­rak karısına döndüğünü bildirmek ve buna iki şahit tutmaktır. Bid'î ric'at ise, sözlü olarak karısına dönmek, ancak şâhid tutmamaktır. Birinci şekil sünnete uygun olduğundan Sünnî denilmiştir. İkincisi sünnete aykırı bulunduğu için ona BİD'Î denilmiştir.

Fiilî ric'at da sahihtir. Meselâ karısına dönüp onunla cinsel te­masta bulunması veya öpüp okşaması bu cümledendir. Ancak bun­da kerahet vardır. En iyisi sözlü rücu' edip iki şahidle bunu belge­lendirmektir. Fiilî ric'atten sonra da döndüğüne dair şahid tutması tavsiye edilmiştir.[244]

Ric'at, yani karısına dönmek ya sarih, ya da kinaye lâfızlarla olur. Sarih olanı, «Sana döndüm» diye karısına hitap etmesi, karısı hazır değilse «Kanma döndüm» demesidir. «Seni tekrar tutuyorum», «Seni tuttum, kendime kabul ettim» gibi sözler de sarih sayılır. Kinâye olanı; sarih lâfızlarla değil de kinaye lâfızlarla söylenenidir. Bunda niyete ihtiyaç var. «Sen olduğun gibisin benim yanımda» «Sen benim kanıtısın» gibi sözler kinayedir. Ric'at anlamında kullanır ve niyet ederse, ric'at sahih olur.[245]

Koca olan adam bu arada kadının mehrini artırmak ister de, «Sa­na şu kadar lira mehirle döndüm» derse, kadın bunu kabul ettir! tak­dirde sahih olur. Etmezse, sahih olmaz. Çünkü mehirdeki fazlalık ka­dının kabul etmesine bağlıdir.[246]

Kadın uyurken kocası ona dönük cinsel temasta bulunursa, yine de ric'at sahih olur. Bunda icmâ' vardır.[247]

 

Ric'atte Kadının Rızası Gerekir Mi?

 

Ric'at talâkla boşadıktan sonra adam karısına dönmek istediği takdirde kadm istesin istemesin, kocanın dönme hakkı vardır. [248]İddeti sona erdikten sonra adam iddet içinde karısıyla cinsel temas­ta bulunduğunu iddia eder ve cidden onunla bir ara başbaşa kaldığı anlaşılırsa, ric'at hakkı gerçekleşmiş sayılır. Başbaşa kalmamişlar-sa, o takdirde ric'at hakkı sona ermiştir.[249]

 

Karı - Koca İkisi De İddetin Bittiğini Kabul Ederse :

 

Karı koca, iddetinin bittiğinde görüş birliği içinde olur, ancak ric'at hususunda farklı iddiaları bulunursa, cumhura göre kadının sö­züne itibar edilerek hüküm verilir. Sahih olan da budur. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bu durumda kadına yemin de gerekmez. [250]Ama iddet henüz bitmemişse, o takdirde adamın sözüne itibar edilir. Sa­hih olan da bu görüştür.

Bunun gibi, kadının iddeti sona erdikten sonra adam «Ben iddet içinde karıma rücu' ettim diye söyledim» veya «İddet içinde ben onunla cinsel temasta bulundum» der ve bunu beyyine ile isbat eder­se, o takdirde ric'at etmiş kabul edilir.[251]

Yine iddet sona erdikten sonra, adam «Ben iddet içindeyken ka­rıma rücu' ettim» der, kadın da onu tasdik ederse, beyyineye ihtiyaç kalmaz ve adam ric'at etmiş sayılır. [252]

 

Ric'at Hususunda İttifak Ederlerse :

 

Karı koca ric'at hususunda ittifak halinde olur da kadın. «Benim iddetim perşembe günü sona erdi» diye iddiada bulunur, kocası da hayır, senin iddetin cumartesi günü sona erdi, ben ise cuma günü sana rücu' ettim, derse, bu meselede üç ayrı görüş varsa da en sahih olanı, adama yemin ettirilir ve ona göre sonuca bağlanır.[253]

 

BOŞAMA OLAYI MEYDANA GELDİKTEN SONRA NELER HELÂLDİR?

 

Adam karısını bir veya iki Talâk-ı Bâin ile boşarsa, kadının rı­zası da alınarak hem iddet içinde, hem iddet bittikten sonra nikâhı tazeleyip birleşebilirler?

Eğer üç talâkla boşamışsa, artık ne iddet içinde, ne de iddet bit­tikten sonra evlenmeleri caiz değildir. Nikâh bağı tamamen kopmuş ve bir ceza olarak bir daha birleşmelerine kapı açık tutulmamıştır. Ancak kadın iddeti bittikten sonra tekrar ilk kocasıyla evlenmek kasdı olmaksızın- başka bir erkekle evlenir, o erkek bir süre sonra ya ölür ya da onu boşarsa, o takdirde kadm ilk kocasıyla evlenebilir.

îkinci kocayla evlenmesinin de sahih bir nikâhla gerçekleşmesi ve adamın onunla cinsel temasta bulunması şarttır. Boşanan kadın ister daha önce yani ilk kocasıyla cinsel temasta bulunmuş olsun ol­masın fark etmez. Ama ikinci kocasıyla sahih nikâhla evlendikten sonra birinci kocasıyla -şartlar el verdiği takdirde- tekrar evlenmek isterse, herhalde o ikinci kocayla cinsel temasta bulunmuş olması gerektir.[254] Ayni zamanda sözü edilen cinsel temasın, iki sünnet yerinin birleşmesiyle gerçekleşmiş olması sa şarttır. Meninin akma­sı şart değildir.

O takdirde üç talâkla boşanan kadınla birisi şüphe ile veya zina­da bulunmak suretiyle cinsel temasta bulunursa, bu onu ilk kocası­na helâl kılmaz.                                                                           

İkinci kocanın onunla dinen yasak sayılmakla beraber isterse ay-halinde veya lohusa iken ya da ihramlı veya oruçlu iken cinsel temas­ta bulunması da kâfidir; yani ileride boşandığı veya ikinci kocası öl-güdü takdirde birinci kocasıyla evlenebilir. Çünkü cinsel temas hem şartına göre, hem de sahih bir nikâhtan sonra gerçekleşmiş sayılır[255].

İkinci kocanın ergen olması şart değildir, ergenlik çağına yak­laşmış ve cinsel temasta bulunma kudreti bulunuyorsa o takdirde kadınla cinsel temasta bulunduktan sonra onu boşar veya kendisi ölürse, kadın bu durumda birinci kocasıyla evlenebilir. Ancak ergen­lik çağma yaklaşan koca cinsel temasta bulunduktan sonra ergen olur da böylece boşarsa, kadın birinci kocasıyla evlenebilir. Ergen ol­madan boşaması bu hususta yeterli sebep değildir. Çünkü erkek er­gen olmadan karısını boşarsa, talâk vaki' sayılmaz.[256]

 

İkinci Koca Deli Olursa :

 

Birinci kocasından üç talâkla boşandıktan sonra ergen olmuş bir deli ile evlenir, deli de onunla cinsel temasta bulunduktan sonra ölürse, o takdirde kadm birinci kocasıyla yeniden evlenebilir. îkinci koca köle olur ve efendisinin izniyle kadınla evlenir de cinsel temas­ta bulunduktan sonra boşar veya ölürse, o takdirde de kadın birinci kocasıyla yeniden evlenme hakkına sahip olur.[257]

 

İkinci Kocanın Tenasül Aleti Kesik Olursa :

 

îkinci kocanın tenasül âleti kesik olur da evlendikten sonra ka­dını boşar veya kendisi ölürse, bu durumda cinsel temas meydana gelmediği için kadın birinci koyasıyla evlenemez. Ama böyle olma­sına rağmen kadm o adamdan hâmile kalırsa, o takdirde birinci ko­casıyla evlenebilir. Bu, İmam Ebû Yusuf'a göredir.[258]

 

İkinci Kocanın Cinsel İktidarı Olmazsa :

 

Kadm birinci kocasından boşandıktan sonra ikinci bir kocayla evlenir, ancak adam çok yaşh bulunduğu veya bir hastalıktan dola­yı tenasül âleti intişar etmez de eliyle onu kadının tenasül cihazına sokarsa, bu durumda gerçek anlamda cinsel temas meydana gelmiş sayılmaz. Kadın bu kocasından boşanır veya adam ölürse, birinci ko­casıyla evlenemez.[259]

 

Boşanan Kadın Hıristiyan Olursa :

 

Müslüman bir erkek Hıristiyan bir kadınla evlendikten sonra onu üç talâkla boşar, o kadm da boşandıktan sonra Hıristiyan bir erkekle evlenir ve onunla cinsel temasta bulunduktan sonra ikinci kocası ya ölür -ya da boşarsa, o takdirde kadın birinci kocasıyla ev­lenebilir. [260]

 

İkinci Kocası Cinsel Temasta Bulunmadan Boşarsa ;

 

Birinci kocasından üç talâkla boşandıktan sonra ikinci kocayla evlenir, henüz cinsel temasta bulunmadan üçüncü bir. kocayla ev­lenir ve onunla cinsel temasta bulunduktan sonra ya boşanır, ya da adam ölürse, kadın birinci ve ikinci kocasından biriyle evlenmekte serbesttir.[261]

 

Hülle   Yaptırmak :

 

İslâm'ı küçük düşürmek istiyen din Düşmanları hülle konusu­nu dillerine dolayıp îslâm Aile Hukukuyla alay ederler. Bir konuyu ya da meseleyi ciddi biçimde araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle tenkide kalkışmak, hem cehaletin, hem de saygısızlığın en kötüsü-dür.

Önce şunu belirtelim ki, onların anladığı mana ve ölçüde bir hülle İslâm'da yoktur ve kesinlikle haramdır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hem hülle yapana, hem yaptırana lanet etmiştir. Bu husus­ta dört tane sahih hadîs mevcuttur.

Dinsizlerin, îslâm düşmanlarının îslâmdanmiş gibi göstermeye çalıştıkları hülle şöyledir : Kadın birinci kocasından üç talâkla bo­şandıktan sonra ikinci bir kocadan geçmeden onunla bir daha evle-nemez, O takdirde kadın birisiyle muvakkat nikâh yapılır, o birisi-onunla cinsel temasta bulunduktan sonra boşar ve kadın böylece bi­rinci kocasıyla evlenebilir.

İşte onların dillerine doladığı hülle şekli budur ki İslâm Huku­kunda buna kesinlikle cevaz verilmemiştir. Çünkü dinde hem mu­vakkat nikâh haramdır, hem de birinci kocasıyla tekrar evlenebil­mek maksadiyie ikinci bir kocayla evlenmek haramdır.

İslâm'ın bu meselede açmış olduğu cevaz kapısı ise şöyledir : Kadın birinci kocasından üç talâkla boşandıktan sonra ikinci bir kocayla evlenebilmesi için iddetinin, yani şer'i bekleme süresinin bitmesini bekler. Bu süre sona erince, birinci kocayla evlenme imkâ­nını elde etme niyetini taşımaksızın tesadüfen ikinci bir adamla ev­lenir, oda onunla cinsel temasta bulunduktan sonra yine tesadüfen onu boşar veya ölürse, o takdirde kadın birinci kocasıyla tekrar ev­lenebilir.[262]

Konuyu Özetliyecek olursak  îslâm Fıkhında ikinci bir kocayla evlenmeye Hülle denirse de bazı bilgisiz ya da İslâm düşmanı ki­şilerin anladığı mânadaki hülle değildir. Çünkü îslâm Fıkhında bunun bir takım şartları vardır :

a) Birinci kocasından boşanan kadının iddeti    (Şer't bekleme süresi) bitmeden ikinci bir kocayla evlenmesi caiz değildir.

b) Kadının ikinci kocayla evlenmesi, birinci kocasıyla tekrar evlenmeye yönelik bir anlam taşımamalıdır. Aksi halde ikinci ko­cayla evlenmesi muvakkat nikâh anlamında olur ki, bu tür nikâh ak­di sahih değildir.

c) İkinci kocayla evlendikten sonra kadın «Beni boşa ilk ko­camla evleneceğim, ben seninle bu maksatla evlendim» diyemez ve bu hususta onu zorlayamaz. Meğerki ikinci koca kendiliğinden onu boşar veya bir emr-i hak vaki' olur da vefat ederse, o takdirde ka­dının iddeti sona erince birinci kocasiyle evlenebilir.

d) Kadın ikinci kocayla evlendikten sonra aralarında cinsel te­masın meydana gelmesi gerekir. Aksi halde Hanefî mezhebine göre, ikinci koca onu boşasa bile birinci kocasıyla evlenemez.

Tirmizi'nin îbn Mes'ud (R.A.)'den yaptığı sahih rivayette Rasû-lüllah (A.S.) Efendimiz bedenine iğne ile döğme yapana ve yaptıra­na, saçını başkasına verene ve onu alıp takana, hulleciye ve kendisi için hülle yapılana lanet ettiği bildirilmiştir.

Hazreti Ali (R.A.l de diyor ki: «Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz faiz yiyene, yedirene, şahit ve kâtibine, bedenine döğme yapana ve yap­tırana, sadaka ve zekâtı men'edene; hulleciye ve kendisi için hülle yapana lanet etmiştir.[263]

Bir Hadîste de buyuruluyor ki -.

«Allah, feciye de, kendisi için huile yapüana da !anet etsinl.[264]                                                       ....

Diğer bir Hadîste de :

«Size iğreti alınmış tekeden haber vereyim mi?» Diye sorduğunda Ashab :

— Evet, Ya Resûlallah! deyince, şöyle buyurmuştur :

  O, hullecidir, Allah hulleciye de kendisi için hülle yapılana da lanet etsin.[265]

 

İ'LÂ VE TAŞIDIĞI HÜKÜMLER

 

îslâm Fıkhında i'lâ'ye hem özel, hem de geniş yer verilmiştir. Gerçi günümüzde Müslümanların çoğunun bu tür yeminlerden ha­beri yok sayılır. î'lâ'mn ne olduğunu bilenler ise parmakla gösterile­cek kadar azdır. Çünkü din bir eğitim ve öğretim meseledir. Sadece aileden veya sokak komşularından öğrenilen bir dindarlık çok sığ ve sathîdir.

I'LA, terim olarak : Zevcin zevcesine = Kocanın karısına cinsel yaklaşmada bulunmamak üzere yaptığı özel yemin demektir. Bu ko­nuda yapılan yemin ister Allah adıyla olsun, ister külfetli bir şeye ta'lîk edilerek yapüsan, ilânın rüknünü oluşturur.

Bunun için fukaha İlâ'yı şöyle tarif etmişlerdir :

Nefsi nikâhlısı bulunan kadından ya Allah ile yemin ederek ya da boşama, azâd etme, oruç ve hac gibi külfetli bir ibâdeti yapma­ya ta'lîk edilerek men'etmektir. Bu yemin mutlak olabileceği gibi, dört ay ile bağlantılı muvakkat da olabilir.[266] O halde karışma cinsel yaklaşmada bulunmamaya yemin eden kimse, İlâ1 yapmış olur.[267]

 

İlâ Müddeti İçinde Karısına Yaklaşırsa :

 

İlâ süresi bitmeden adam karısına cinsel yaklaşmada bulumırsa, eğer Allah ile yemin etmişse, keffaret gerekir. Başka bir şeye ta'-lîkan yemin etmişse, o takdirde ceza olarak o şeyi yerine getirmesi vâcib olur.

Görülüyor ki, bu konuda da İslâm Dini, kan koca münasebetle­rini nezaket düzeyinde tutmayı, gelişi güzel yemin etmemeyi amaç-,lamış ve yemin edildiği takdirde fakir ve muhtaçlardan yana bir yardım kapısını açık tutmuştur.

O halde karısına dört ay cinsel yaklaşmada bulunamayacağına Allah ile yemin ettikten sonra henüz süre sona ermeden yaklaşırsa, kendisine keffaret vâcib olur ve bu sebeple Î'LÂ hükmü düşer. Be­lirlenen süre içinde yaklaşmaz da süre sona ererse, kadın bir talâk-i bâin ile boş düşer. Yeniden kadının da rızası alınarak nikâh tazele­mek gerekir.

Dört aydan az bir süre içinde cinsel yaklaşmada bulunmayaca-ğüır yemin edilirse, İlâ hükmü gerekmez. Sadece o süre içinde yak­laşılırsa bir yemin keffareti ödemesi vâcib olur.

Süresiz olarak yaklaşmıyacağma, örneğin «Vallahi ebediyen sa­na yaklaşmıyacağım» diye yemin eder, yemin bakidir, kadınla nikâ­hı tazelemedikçe talâk tekerrür etmez. Bunu biraz daha açıklıyalım: Böyle süresiz yemin eder veya ebediyyen, kıyamete kadar, gibi tabir­ler kullanarak yemin eder ve dört ay geçerse bir talâk vaki' olur. Ni­kâh tazeleyip evlenir ve fakat cinsel temasta- bulunmaz ve yine ara­dan dört ay geçerse, ikinci bir talâk vaki olur. Yine nikâh tazeleyip evlenir ama yine cinsel temasta bulunmaz da aradan bir dört ay da­ha geçerse, üçüncü talâk da vaki' olur. Bunun aksine nikâhı tazele­dikten sonra cinsel temasta bulunursa, artık talâk -dört ayın geçme­siyle tekerrür etmez.[268]

 

İ'LÂ ŞU SÖZLERLE VAKİ' OLUR

 

İlâ'nın vaki' olacağı lafızlar genellikle iki kısma ayrılır : Biri sa­rih = açık belli, diğeri kinaye — kapalı.

Sarih lâfız : Cinsel temasa delâlet eden, yani teleffuz edildiğin­de ilk hatıra cinsel teması getiren her söz sarîh sayılır. Buna birkaç misal verelim : «Sana yaklaşmıyacağım», «Seninle cinsel yakınlıkta bulunmayacağım», «Senden ötürü gusletmiyeceğim» gibi sözler bu cümledendir.

Kinaye lâfız : Açık biçimde cinsel temasa delâlet etmeyip başka mânalara da delâlet eden sözlerdir. Cinsel temas hususuna niyet et­medikçe bununla i'LÂ' meydana gelmez.

Buna da birkaç örnek verelim :

«Seninle akşamlamıyacağım», «Sana gelmiyeceğim», «Seninle yatmıyacağım», «Sana arkadaşlık etmiyeceğim» gibi sözler bu cümledendir. [269]«Vallahi derimi derine dokundurmıyaçağım» demek-[de bu anlamda bir kinayedir.

«Sana cinsel temasta bulunursam bir hac veya umre veya sada­ka veya oruç veya i'tikâf bana gereksin» derse, i'iâ yapmış kabul edi-, lir ve yaklaştığı takdirde ceza vâcib olur. [270]

 

Dört Çeşit İ'lâ Vardır :

 

1. Bir İ'lâ, bir yemin.

«Vallahi sana yaklaşmam..» gibi. Bu tarz yemin eden kimseye bir i'lâ' ve bir yemin gerekir. Dört ay dolmadan karısına yaklaşırsa keffaret vermesi vâcib olur.

2. İki İ'lâ' ve iki yemin.   

«Yarın olunca vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım, yarından sonraki gün gelince vallahi sana cinsel yaklaşmada bulun­mayacağım» derse iki i'lâ ve iki yeminde bulunmuş olur. Dört ay ta­mamlanmadan cinsel yaklaşmada bulunursa iki keffaret ödemesi ge­rekir.

3. Bir İ'lâ' ve iki yemin.

Bir mecliste «Vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım, vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım» der ve bununla yeminini pekiştirmek isterse, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yu­suf'a göre bir i'lâ iki yemin yapmış, kabul edilir. O halde dört ay geç­tiği halde cinsel yaklaşmada bulunmazsa, sadece bir talâk-ı bâin va­ki' olur. Dört ay dolmadan yaklaşırsa, iki keffaret ödemesi vâcib olur.

4. İki İ'lâ' ve bir yemin.

Karısına, «Ne kadar şu iki eve girecek olursan vallahi sana cin­sel yaklaşmada bulunmayacağım» diye yemin eder, kadın da o iki evden birine iki defa girer veya her birine bir defa girecek olursa, bu iki i'lâ ile bir yemini gerektirir.

Şarta bağlı olarak: «Falan adam bana izin vermedikçe vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım» veya «Falan adam gelme­dikçe vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım derse, bu i'lâ' olmaz yemin sayılır.

Ama «Kölemi azad etmedikçe» veya «Falanca kanmı boşamadıkça» veya «Bir ay oruç tutmadıkça sana yaklaşmayacağım» diye yemin ederse, îmam Ebû Hanîfeye göre i'lâ yapmış olur.

«Falan kölemi öldürmedikçe» veya «Falan adamı öldürmedikçe veya falan adama sövmedikçe sana yaklaşmayacağım» derse, i'lâ yapmış sayılmaz. Çünkü bu gibi şeylerle yemin edilmez.[271]

 

ÎLA'NIN ŞARTLARI :

 

îslâm Fıkhında İ'LA'nm gerçekleşmesi için bir takım şartlar var­dır :

1. İ'lâ' yapan kocanın akil ve baliğ olması,

O halde çocuklarla delilerin yapacağı i'lâ hüküm ifade etmez.

2. Nikâhı altında bulunan kadın hakkında yapılması,

Yabancı bir kadın hakkında veya talâk-ı bâin ile boşayıp henüz iddet içinde bulunan karısı hakkında yapılan i'lâ sahih değildir. An­cak talâk-ı ric'î ile boşadığı karısı hakkında iddet içinde i'lâ yapa­bilir.

3. Cinsel temasta bulunmayacağına dair  ya mutlak anlamda ya da en az dört ay bir süre belirlemesi,

O halde dört aydan az bir süre için yaklaşmıyacağına yemin eden kimse i'lâ' yapmış olmaz. Ancak yaklaştığı takdirde yemin kef-fareti öder.

4. Normal tenasül cihazım kasdederek yaklaşmıyacağına niyet etmesi,

Başka bir yerine yaklaşmıyacağına dair yaptığı yemin i'lâ' sa­yılmaz.

5. Karısıyla birlikte bir başkasını da belirterek cinsel yaklaş­mada bulunmayacağına yemin etmemiş olması,

O halde adam karısıyla birlikte yabancı bir kadım da söz konubu yaparak ikisine de cinsel yaklaşmada bulunmayacağına yemin ederse i'lâ yapmış olmaz. Yaklaşma meydana geldiği takdirde sade-;ce yemin keffareti gerekir.

6. İ'lâ'nm bir yer ile bağlantılı bulunmaması,

O halde adam karısına cinsel yaklaşmada bulunmayacağına ye­min ederken, falan yerde, veya falan tarla ve bahçede veya evde di­ye bir yer ile teyîd ederse, i'lâ' yapmış olmaz. Çünkü başka bir yorde cinsel yaklaşmada bulunması -bu durumda- mümkündür.

İ'lâ' için hürriyet şart olmadığı gibi İslâmiyet de şart değildir. Bu bakımdan kölelik kaydı altında bulunan bir adam yemin sure­tiyle cinsel yaklaşmada bulunmayacağını açıklarsa, bu i'lâ' olur. Mal veya para adayarak yaklaşmada bulunmayacağım söylerse, bu i'lâ' olmaz. Çünkü kalenin man yoktur-, neyi varsa efendisine aittir.

Bunun gibi, İslâm ülkesinde zımmî (Gayr-i nıüslim vatandaş) da karısına yaklaşmamaya belirtilen ölçüler içinde yemin ederse, o da i'lâ' yapmış sayılır. [272]

 

İ'LÂ'NIN HÜKMÜ :

 

Yukarıda verdiğimiz misallerden de anlaşılacağı gibi, İ'LA'nın hükmü şu iki hususu gerektirir : İster dört ay veya fazla bir süre be-lirliyerek, ister mutlak anlamda bir zaman belirlemeden yemin eder­se, dört ay süre bitinceye kadar cinsel yaklaşmada bulunmazsa, o takdirde karısı bir bâin talâkla boşanmış sayılır. Tekrar birleşebü-meleri için yeniden nikâh, gerekir. Dört ay geçmeden cinsel yaklaş­mada bulunursa, o takdirde yemîn keffareti gerekir. Köle azâd et­mek, sadaka ve benzeri mal ile takyîd edilen ilâ'da ise, süre bitme­den cinsel yaklaşmada bulunursa, adadığı şeyleri aynen keffaret ola­rak ödemesi gerekir. [273]

 

Î'LÂ'YI HÜKÜMSÜZ KILAN SEBEPLER :

 

a) Dört ay veya daha fazla belirli bir zaman ile kayıtlı bulu­na i'lâ', bu sürenin sona ermesiyle hükümsüz kalır. Sadece talâk-ı bâin vaki' olur.

b) Belli bir süre belirlemeksizin mutlak ölçüde veya «ebediyen» tabirini kullanarak yapılan i'lâ', sadece vaktin geçmesiyle hükümsüz kalmaz. Dört ay içinde cinsel temasta bulunursa, talâk-ı bâin vaki' olmaz. Dört ay geçerse, vaki' olur. O halde birbirini izleyen ilk birin­ci, ikinci ve üçüncü dört. aylar bitmeden cinsel yaklaşmada bulunur­sa, bu durumda i'lâ' hükümsüz kalır. Cinsel temasta bulunmazsa, her geçen dört ayda bir talâk-ı bâin vaki' olur.

Ancak burada bir incelik vardır : Mutlak ve müebbed ölçüde meydana gelen i'lâ'dan sonra dört ay'm geçmesiyle adam cinsel yak­laşmada bulunmazsa, bir talâk-ı bâin meydana gelir. Yeniden nikâh yapılmaz böylece iddet devam ederken dört ay daha geçecek olursa, o takdirde başka bir talâk vaki' olmaz1. Çünkü sözü edilen iddet için­de kocanın zaten cinsel temasta bulunması yetkisi yoktur.

c) İ'lâ' süresi içinde -cinsel iktidarsızlık sebebiyle fiilen yak­laşmada bulunma imkânı olmayan erkeğin- sözlü yakınlıkta bulun­ması ile de i'lâ' hükümsüz kalır. Ama cinsel iktidarı olduğu halde sözlü yaklaşma ile i'lâ.' hükümsüz olmaz. [274]

 

HULÜ' VE İLGİLİ HÜKÜMLERİ

 

Fıkhî terim olarak Hulü' : Nikâh rnilkini hulti' lafzı veya bu mânaya gelen bir sözle bir bedel karşılığında gidermektir. [275]Hu-lü' bir mal karşılığında meydana geldiği için, alım-satım tabirleriyle de gerçekleşebilir. Mutlaka «hulü'» lafzım kullanmak şart değildir. Bu anlamda başka dillerdeki kelimelerle de olabilir.

Talâk'm şartı ne ise hulü'un şartı da odur. Hükmü ise, bâin ta­lâkın meydana gelmesidir.[276]

Hulü' daha çok geçimsizlik halinde bir mal karşılığı boşanma an­laşması anlamında kullanılır. Örneğin, kadının «Beni boşarsan sana şu kadar mal veya para veririm» demesi bu cümledendir.

Hulü'da üç talâka birden niyet getirmek sahihtir. Birer talâkla mal karşılığı boşadıktan sonra tekrar evlenir ve bu üç defa tekrar ederse, artık evlenme imkânı kalkar. Ancak kadın ikinci-bir kocayla evlendikten sonra boşanır veya ikinci kocası ölürse, o takdirde o bi­rinci kocasıyla evlenebilir.[277]

Hulü'da sultanın veya naibinin hazır bulunması şart değildir. Sahih olan da bu görüştür. Hanefi fukahasmın bu hususta icmai vardır.

O halde karı koca arasında geçimsizlik başlar da günahkâr ola­cak duruma gelirse, o takdirde kadın ya mehrine karşılık, ya da bir miktar mal ve para teklif etmek suretiyle boşanma isteğinde bulu­nabilir. Kocası buna razı olunca, kadın talâk-i bâin ile boşanmış olur ve anlaştıkları şekilde malı kocasına vermesi gerekir.[278]

Küsme, darılma koca tarafından ise, hulü'a karşılık bir şey ta­lebinde bulunması helâl olmaz. Tabii bu diyâneten böyledir. Kazaî olarak kocan m bu durumda da mal talebinde bulunup almasına ce­vaz verilmiştir.[279]

Geçimsizlik, darılma kadın tarafından ise, kocasının, ona verdi­ği mehirden fazlasını istemesi mekruhtur. Ama kazaî cihetle konu­yu değerlendirdiğimizde fazla bir şey talebinde bulunabilir. [280]

 

Hulü' Konusunda Hangi Mallar Karşılık Olabilir?

 

Bu konudaki genel kaide şudur : Nikâh akdinde mehir olarak verilen her şey hulâa da bedel olabilir.[281]

Bu nedenle karı koca muhalaayı şarap veya domuz ya da kan ve ölmüş bir hayvan karşılığında yapar, koca buna tamamen razı olur­sa, ayrılmaları gerçekleşir ve kadına bundan dolayı bir şey verilmi-yeceği gibi mehrinden bir şey verilmez. Çünkü sözü edilen haram nesneler mehir olarak verilmez. [282]

 

ZÎHÂR VE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

zîhâr, Fıkhı terim olarak : Adamm kendi karısını veya onun boynunu ya da yarısını veya üçte birini, kendisine nikâhı ebediyen haram olan bir kadına veya o kadının bakılması caiz olmayan bir organına benzetmesidir.[283]

Bu durumda kadının hür veya câriye olması arasında fark yok­tur. [284]

 

Zihârın Şartları :

 

Zihârın birtakım şartlan vardır. Bunları özetliyerek maddeleş-tiriyoruz :

1. Zihâr yapan erkeğin âkil baliğ olması ve uyanık halde bu­lunması,

2. Zihâr yapan adamın Müslüman olması,

3. Zihâr yapan erkek bulunması,

Bundan maksad, kadın kocasına zihâr yapamaz. Yani kocasını anasına veya kızma ya da kızkardeşine benzetecek olursa bu bir hü­küm ifade etmez.

4. Kendisine zihâr yapılan kadının adama nikâhlı bulunması,

5. Zihâr kinaye bir lafızla yapılıyorsa, o takdirde adamın zihâ-ra niyet etmesi,

O halele «Sen bana anam gibisin» der, bununla zihâra niyet et­mezse, bir hüküm taşımaz. Çünkü zihâr ifade etme ihtimali olduğu gibi, saygı da ifade eder. [285]

 

Zihârın Rüknü :

 

Adamın kendi karışma, «Sen bana anamın sırtı gibisin» gibi bir söz söylemesi, zihârın rüknüdür. Bu bakımdan «Senin başın bana anamın sırtı gibidir» veya «Senin yüzün ya da boynun bana anamın sırtı gibidir» demesi de zihâr sayılır.

«Bedenin bana anamın sırtı gibidir» veya «Senin yarı bedenin veya üçte birin bana anamın sırtı gibidir» sözler de bu cümleden­dir.[286]

Ama bedenin tamamına karşılık sayılmayan herhangi bir orga­nını anasının sırtına benzetmesiyle zihâr sabit olmaz. Meselâ : «Se­nin elin veya ayağın bana anamın sırtı gibidir» söylemek bu cümle­dendir.[287]

Bunun gibi, «Senin sırtın bana anamın sırtı gibidir» veya «Senin sırtın bana anamın karnı veya utan yeri gibidir» sözleri de zihâr sa­yılmaz.[288]

Ama, «Sen bana anamın dizi gibisin» derse, bu kıyasen zihâr sa­yılır. «Senin uyluğun bana anamın uyluğu gibidir» sözü de böyle­dir.[289]

Adam karısını belirtilen hususlarda anasının sırtına veya bakıl­ması haram olan bir uzvuna benzetirse, nasıl zihâr sayılırsa, ayni şekilde onu nikâhı ebediyen kendisine haram olan halâsına, teyze­sine, kız kardeşine, sütkardeşine, sütanasma benzetirse yine zihâr hükmü sabit olur.[290]

Karısını bunların bakılması haram olmayan organlarından biri­ne benzetecek olursa, zihar hükmü sabit olmaz. Meselâ : Saçına, yü­züne, eline ve ayağına benzetmesi bu cümledendir.[291]

Karısını kendi anasına değil de onun anasına benzeterek «Sen bana annen sırtı gibisin» derse, zihâr yapmış olur. Çünkü karısının anası da ona ebediyyen haramdır.

Airie henüz kendisiyle cinsel temasta bulunmadığı karısına, «Sen bana kızın sırtı gibisin» derse, zihâr hükmü sabit olmaz. Çünkü bu durumda olan karısını boşadığı takdirde onun kızıyla evlenmesi caiz­dir. Ama kendisiyle cinsel temasta bulunduğu karısına böyle söyler­se, zihâr hükmü sabit olur. Çünkü bu durumda onu boşasa bile kı­zıyla ebediyen evlenemez.[292]

 

Karısını Babasının Karısına Benzetirse :

 

Adam karısını öz babasının karısına veya öz oğlunun karısına benzetecek olursa, kendisiyle cinsel temasta bulunsun bulunmasın, zihâr hükmü, sabit olur. Çünkü adam öz babasının ve öz oğlunun ka­rısıyla evlenemez.

Babasının veya oğlunun zina ettiği kadına benzetecek olursa, İmam Ebû Yusuf'a göre, yine de zihâr hükmü sabit olur. Sahih olan da budur.

Kendisinin zina ettiği kadının anasına veya kızma benzetecek olursa, yine zihâr hükmü sabit olur. Tabii bu hüküm Hanefi fıkhına göredir.[293]

 

Zihârın Bir Diğer Hükmü :

 

Zihâr yapan kimsenin, keffaret verinceye kadar karısıyla cinsel temasta bulunması veya buna yol açacak davranışlarla yaklaşması haramdır.[294]

 

Keffaret Vermeden Cinsel Temasta Bulunursa :

 

Adam karısıyla zihâr yaptıktan sonra henüz keffaret ödemeden cinsel temasta bulunacak olursa, günahkâr sayılır ve bunun için tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Ondan sonra da keffaret vermeden bir daha cinsel yaklaşmada bulunmamaya dikkat eder.[295]

 

Zihâr Yaptıktan Sonra Karısını Boşarsa :

 

Adam zihâr yaptıktan sonra karısını bir veya iki talâk-i Bâin ile boşar, sonra nikâh tazelerse, yine de keffaret vermeden karısıyla cin­sel temasta bulunamaz. [296]

 

Zihâr Yaptıktan Sonra Karı - Kocanın İkisi De İrtidad Ederlerse :

 

Zihâr yaptıktan sonra karı-kocanın ikisi birden irtidad eder (din­den döner) ler ve sonra tekrar İslâm'a girerlerse, zihâr hükmü baki sayılır, bu sebeple keffaret ödemeden karısıyla cinsel temasta bulun­ması veya ona yol açacak bazı davranışlarla yaklaşması helâl olmaz. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir.[297]

Bütün bu saydıklarımız mutlak anlamda olan zihârla ilgilidir. Muvakkat bir zamanla kayıtlı bulunan zihârlarda ise, adam belirle­diği süre içinde karısına yaklaşmazsa, keffaret de gerekmez. Bunu biraz daha açıkhyalım : Adam karısına sen bir ay müddetle bana ana­mın sırtı gibisin» der ve bu bir ay içinde onunla cinsel temasta veya ona yol açacak yaklaşmada bulunmaz da bir ay süre sona erer ve öylece cinsel temasta bulunursa, artık keffaret gerekmez.[298]

Vakit belirlemeden mutlak anlamda yapılan zihârlarda, adam keffaret ödemedikçe, karısının ona cinsel temasta bulunma imkânı vermeme yetkisi vardır. Dilerse bu yetkisini kullanabilir.[299]

Karısıyla zihâr yapan adam, keffaret ödemeden karısına yaklaş­mak isterde mesele kaadıya götürülürse, kaadı isterse o adamı kef­faret verinceye kadar hapseder, isterse serbest bırakabilir.

Adam keffaret verdiğini iddia eder de yalancılıkla tanınmıyor­sa, o takdirde doğru kabul edilir.[300]

 

Zihârda Açık İfade Kullanmak Niyete Muhtaç Olmaz :

 

Adam karısına «Sen bana anamın sırtı gibidin» der, sonra da bu sözle saygı ifade etmek istedim veya. boşamayı kasdettim, derse iti­bar edilmez ve zihâr hükmü sabit olur. Çünkü kullandığı söz bihâr hakkında açık ve sarihtir niyete ihtiyacı yoktur. Kadının da bu du­rumda onu tasdik etme yetkisi yoktur. Kaadı da onun bu sözünün doğru olduğuna hükmedemez.

«Sen benim ananısın» derse zihâr hükmü sabit olmaz. Ama böy­le demek mekruh sayılmıştır. Bunun gibi karısına «Kızım!» veya «Kardeşim!» diye seslenmesi de zihâr sayılmaz.[301]

 

ZİHÂR KEFFARETİ :

 

Zihârdan dolayı keffaret, müzahir diye vasıflandırılan adama gerekir. Bu da ancak zihârdan sonra karısıyla cinsel temasta bulun­maya azmettiği takdirde vâcib olur. O halde cinsel temasta bulun­maya azmetmediği takdirde keffaret de gerekmez.

Buradaki cinsel temastan maksad, ister hakiki anlamda olsun, ister, öpüp okşamak, teni tene dokundurmak olsun, genel bir anlam taşımasıdır.

O halde ada^ı keffaret vermediği takdirde, kadın mahkemeye başvurup ya kocasının keffaret vererek karı - koca münasebetlerini yerine getirmesini, ya da kendisini boşamasını istiyebilir. Buna rağ­men adam yine keffaret vermemekte israr eder ve karısını da boşa-mazsa, hapsedilir, gerekirse dayak cezasına da çarptırılabilir.

Henüz keffaret verilmeden karı-kocadan biri ölecek olursa, zi-har hükmü düşer.

Zihâr, talâk sayısını azaltmaz. Ne kadar uzasa bile buna te'sir etmez. Çünkü nikâh milkini giderici değildir. Bu nedenle karı - koca­dan biri henüz keffaret vermeden ölecek olursa, yine de birbirlerine vâris olurlar.[302]

Züıâr keffareti sırasıyla üç kademede, üç türlüdür :

1. Mali imkânı bulunduğu takdirde bir köle azâd eder. Bunun müslüman, kâfir, kadın veya erkek, çocuk veya baliğ olması ara­sında fark yoktur. Ancak dilsiz olmaması, elleri felçli bulunmaması, ayaklarının kötürüm, yaşının fazla ileri olmaması gerekir. Bunun gi­bi yatalak hasta, bir tarafı felçli, kendine sahip olamıyacak kadar bunak olmaması da şarttır.

2. Köle azâd edemediği takdirde, yani malî »gücü buna yetme­diğinde borca girmesine gerek yoktur, o takdirde iki ay üstüste oruç tutar. Bu oruç ay basma rastlarsa, hilâle göre ayarlanır. Ay ortaları­na rastlarsa altmış gün olarak takdir edilir.

Aynca bu altmış gün orucun içinde Ramazan, bayram günleri, teşrik günleri bulunmamalıdır.[303]

Zih^r niyetiyle oruç tutmaya başlar ve henüz altmış günü ta­mamlamadan unutarak gündüzleyin veya kasden ya da unutarak ge­celeyin cinsel temasta bulunursa, İmam Ebû Hanîfe ile, İmam Mu-hammed'e göre, oruca yeniden başlaması gerekir. Gündüzleyin kas­den cinsel temasta bulunursa, ittifakla oruca yeniden başlaması ge­rekir.[304]

Zihâr orucunu tutup henüz tamamlamadan zihâr yapmadığı di­ğer karısıyla cinsel temasta bulunursa, altmış gün orucuna yeniden başlaması gerekir mi? Gündüzleyin unutarak, geceleyin ister unuta­rak, ister kasden temasta bulunmuşsa, başladığı oruca devam eder, o güne kadar tuttuğu hükümsüz kalmaz. Ama gündüzleyin kasden temasta bulunursa, o takdirde yeniden başlaması gerekir.[305]

Zihâr orucunu tutarken bir hastalık veya yolculuk sebebiyle orucunu bozar veya altmış günü tamamlamadan araya bayram ve­ya teşrik günleri girerse ister bu günlerde oruç tutsun ister tutma­sın- başladığı oruç hükümsüz kalır, yeniden tutmaya başlaması ge­rekir.[306]

Zihâr orucuna Şaban a\mm başında başlar ve Ramazan ayanda sefere çıkıp yine zihâr orucuna devam ederse, bu İmam Ebû Hanîfe.-ye göre kâfi gelir. Çünkü seferi bir haîde Ramazan orucunu tutmak vâcib değildir.[307]

Zihâr orucunu tutarken oruçlu olduğunu unuttur da bir şey yer­se zarar vermez. [308]

 

Oruç Tuttuktan Sonra Köle Azadına Kudret Bulursa :

 

Zihâr keffareti için köle azâd etmeye malî gücü yetmediğinden iki ay üstüste oruç tutup son gün güneş henüz batmadan az önce ma­lî imkâna sahip olursa, o takdirde tuttuğu oruç nafile yerine geçer, bir köle azâd etmesi gerekir. Ama güneş battıktan sonra böyle bir imkâna erişse bile artık üzerinden oruç tutmakla keffaret kalkmış­tır. Köle azâd etmesi gerekmez.[309]

 

Zihâr Keffaretinde İmkâna Ne Zaman İtibar Edilir?

 

Karısına zihârda bulunduktan sonra ister zengin olsun, ister fa­kir olsun farketmez. Ancak keffaret vermek istediği zamandaki du­rumuna itibar edilir. Zenginse köle azâd eder. Fakirse iki ay üstüste oruç tutar. İsterse fakir olan kimse, zihâr anında zengin bulunsun, yine de keffaret verme anındaki durumu dikkate alınır.[310]

Zihârda bulunan adamın elinde köle satın alacak kadar parası bulunmaz da başkası üzerinde o nisbette alacağı olursa, ne yapması gerekir? Alacağını alma imkânı varsa alıp onunla köle azâd eder. Böyle bir imkânı yoksa oruç tutmakla yetinir.

Elinde köle satın alıp azâd edecek parası ya da malı bulunur da buna karşılık o nisbette borçlu bulunursa, o takdirde parayı borcuna yatırır, zihâr keffareti için iki ay üstüste oruç tutar.[311]

 

Oruç Tutacak Güçte Olmayan Kimse Altmış Fakiri Doyurur :

 

Her fakire ya yarım sâ' (1667 kg), buğday, ya da bir sâ' (3334 kg.) arpa veya hurma vermesi gerekir. İsterse bunların kıymetini takdir edip verebilir. [312]

 

LİÂN  VE  HÜKÜMLERİ

 

Liân Sözlük olarak la'n kökünden gelme bir isimdir. Daha çok uzaklaştırmak veya lanetlemek anlamına gelir.

Liân hükmü Kitap ve Sünnet ile sabit olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'-de bu hususta âyet, açıklayıcı ölçüde inmiştir.

Bu bakımdan fıkhı terim olarak : Karısına zina isnadında bulunup kendisinden başka şahidi olmayan kimse, bu iddiasının veya is­nadının doğruluğunu ortaya koyabilmek için Allah'ı şahit tutarak dört defa bu şâhid tutmayı tekrarlaması ve beşinci olarak, eğer v». lancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Kaadı huzurunda bu biçimde mulaane yapıldıktan sonra adamın he­men karısını boşaması gerekir. Boşamadığı takdirde hâkim ayrılma­larına derhal karar verir. [313]

 

Liân'ın Kur'ân'da Yeri :

 

«Karısına zina isnadında bulunup da kendisinden başka şâhid-leri olmayanların şâhidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı dört defa şâhid tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalan­cılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını diler.»[314]

Tabii buna karşılık kadın da zinadan beri olduğuna dair ayni şe­kilde dört defa Allah'ı şahid tutarak yemin etmesi ve beşinci defa doğru sözlülerden, kocasının da yalancılardan olduğunu belirtmesi ve eğer kocası doğrulardan ise Allah'ın gazabının kendi üzerine ol­masını dilemesi gerekir. [315]

 

Liân'ın Hadîsteki Yeri :

 

Ashabdan Hilâl bin Ümeyye (R.A.) karısına zina isnadında bu­lundu ve bunu gelip Resûlüllah (A.S.) Efendimizin huzurunda söy­ledi.

Bunun üzerine Rasûlüllah (A.S) Efendimiz ondan beyyine (de­lil ve şahit) istedi ve «Aksi halde zina isnadından dolayı kendisine had vurulacağını» söyledi. Hilâl, «Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden biri miz karısının üstünde bir erkek gördüğünde kendisinden beyyine mi istenilir?» diyerek hayretini ifade etmek istedi. Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz ona : «Ya beyyine getirirsin, ya da sana ceza olarak had vurulur..» buyurdu. Hilâl, «Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a and olsun ki ben doğru sözlüyüm. Ve herhalde Allah benim sır­tıma değnek vurulmasını durduracak anlamda bir hüküm indirecek­tir.» dedi.

Çok geçmeden Cebrail (A.S.) yukarıda mealini verdiğimiz âyeti getirdi. Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz Hilâl'm karısına gitti, Hilâl da geldi. Allah Rasûlü onlara : «İkinizden biriniz herhalde yalancısınız, sizden biriniz tevbe etmezmi?» Kadın da Allah'ı dört defa şâhid tu­tup yemin etti, biraz durakladıktan sonra -kendi kavmini rezil etme­mek için, beşinci kez liân yaparak kendisini temize çıkardı. Bunun üzerine Rasûlüllah CA..S.) Efendimiz, ashabına dönerek şöyle buhur­du :

«Dikkatle izleyin, eğer bu kadın iki gözü sürmeli, bacak ve bal­dırları dolgun bir çocuk doğurursa, o Şerîk bin Seniha'dandır, (ba­basından değildir).»

Günü gelip kadın doğurduğunda, tıpkı Rasûlüllah (A.S.) Efendi­mizin tarif ettiği biçimde bir çocuk dünyaya getirdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Eğer Allah'ın Kitabında bu hususta belirlenmiş bir hüküm geçnıeseydi, ona ne yapacağımı bilirdim..» di­yerek konuyu kapamıştı.[316]

 

Hâkim Huzurunda Liân Yapıldığında :

 

Karısına zina isnad edip kendisinden başka şahidi bulunmayan adam dört defa Allah'ı şahid tutup yemin ettikten ve beşinci kez «Eğer yalancılardan isem Allah'ın laneti üzerime olsun» dedikten sonra kadın yemin etmez veya suçunu itiraf ederse, kendisine Zîna Haddi gerekir. Erkek yemin etmezse, kendisine Hadd-Î Kaz (zinâ-isnadmdan dolayı 80 değnek vurulması) gerekir.[317]

Karısına Birkaç Defa Zina îsnad Ederse :

Adam karısına birkaç defa zina isnad ederse, yin& de bir liân gerekir. [318]Nitekim Fukaha, karı koca arasında ancak bir defa telâun olabilir, hususunda icmâ' etmişlerdir.[319]

 

Adam Karısına Zina İsnadında Bulunur da Hakim Huzuruna Çıkmadan Anlaşırlarsa Ne Lâzım Gelir?

 

Adam karısına zina isnad edip henüz hâkim huzuruna çıkma­dan kadın onu affeder veya bir mal üzerine anlaşırlarsa, sahih ol­maz. Kadın buna karşılık aldığı mal veya parayı derhal iade eder ve hâkim huzurunda ilan yapılmasını ister. [320]

 

Mulaanede Vekâlet Caiz Değildir :

 

Karısına zina isnad ettikten sonra hâkim huzurunda mulaane yapmak için erkek kendi yerine bir vekîl gönderemiyeceği gibi, ka­dın da vekîl tutamaz. Her İkisinin de huzurda yerlerini almaları ge­rekir.

Ancak bu konuda beyyine hususunda tevkil caiz görülimiştür. Bu da ancak İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göredir.[321]

O halde adam karısına «Ey zâniye!» veya «Sen zina ettin..» veya «Sen zina ediyorsun derse, Liân vâcib olur.[322]

 

Kadının Zinada Bir Çocuğu Bulunursa ;

 

Kadının zina ettiği halk arasında yaygın ise veya babası belli ol­mayan bir çocuğa sahip bulunuyorsa, o takdirde kocasının ona «Sen zina etmişsin» demesinden dolayı liân gerekmez. Çünkü kadın za­ten bu sıfatla tanınmıştır.[323]

 

Karısına Dübüründen Zina Yaptığını İsnad Ederse :

 

Adam karısının dübüründen zinada bulunduğunu iddia ederse, bundan dolayı günahkâr olur, ama liân gerekmez. İmanı Ebû Ha-nîfe'ye göre hadd de gerekmez.[324]

 

Liân'ın Şartları :

 

Liân hükmünün gerçekleşebilmesi için aşağıdaki şartların mey­dana gelmesi gerekir :

1. Mulaane yapacak kadın ve erkeğin karı-koca olması,

2. Sahih bir nikâhla evli bulunmaları,

Bu durumda aralarında cinsel temas meydana gelsin gelmesin farketnıez. Bu bakımdan adam karısına zina isnad ettikten sonra onu üç talâkla boşayacak olursa, o takdirde ne had, ne de liân gere­kir. Bunun gibi fasit bir nikâhla evli bulunduğu kadına zina isnad etmesi de böyledir. Yani bundan dolayı liân gerekmez. Çünkü sahih bir nikâhla evli bulunmuyorlar.

Karısına zina isnad edip boşadıktan sonra tekrar onunla evlenir, bu durumda kadın iftiradan dolayı mülaâne yapılmasını istese, yine de ne had ne liân gerekir. [325]Ama onu bâin talâkla değil ric'i ta­lâkla boşarsa, liân hükmü sakıt olmaz.

Karısını bâin talâkla veya üç talâkla boşadıktan sonra ona zina isnadında bulunursa, Hân gerekmez. Çünkü aralarında karı kocalık bağı kopmuştur. Ama ric'î talâkla boşadıktan sonra zina isnadında bulunursa, Hân gerekir. Çünkü bu durumda karı kocalık bağı kop-mamıştır. [326]

 

Karısı Öldükten Sonra Ona Zina İsnad Ederse :                  

 

Karısı öldükten sonra ona "inâ isnadında bulunursa, artık liân gerekmez. Tabii bu hüküm sadece Hanefî mezhebine göredir.[327]

 

Liân Hükmüne Kimler Ehildir?

 

Şahitliğe ehil olanlar liân hükmüne de ehil sayılır. O halde Kan kocanın ikisi de zina isnadından dolayı şer'î ceza görmüşlerse, bun­ların vahitlikleri kabul olunmadığı gibi, liân hükmü de gerçekleşmez. İkisinden biri de böyle bir ceza görmüşse, yine buna ehil kabul edil­mez.

Karı kocadan ikisi veya biri kölelik kaydı altında bulunursa ve­ya ikisi ya da birisi kâfir ise, veya ikisi dilsiz ya da biri dilsiz ise veya ikisi de çocuk veya birisi çocuk ise, veya ikisi deli ya da birisi deli ise liân ve şahidliğe ehil sayılmazlar.[328]                            

 

Karı Kocadan Birisi Fasık Olursa :                                       

 

Karı kocanın ikisi veya biri fâsık veya kör olurlarsa, liân hük­mü sakıt olmaz. Çünkü bu her iki sınıfın da şahidliği makbuldür. [329]

 

Sağır Adam Karısına Zina İsnad Ederse :

 

Koca sağır bulunur da karısına zina isnad ederse, liân gerekir. Çünkü sağırlık çoğu konularda şehadete engel sayılmamıştır.[330]

Ancak karı koca zina isnadından dolayı şer'î ceza görmüş kişi­ler olarak bulunur da koca karısına zina isnad eder ve bunu beyyine ile isbat edemezse, liân gerekmez, ama hadd gerekir.[331]

Koca köle olur, karısı da zina isnadından şer'î ceza görmüş bu­lunur da kocası ona zina isnad ederse, liân gerekmez, ama hadd-i kazf gerekir. [332]

 

Liânın Hükmü :                                                                  

 

Mülaane yapılınca artık cinsel temas veya ona yol açan yaklaşmalar haram olur. Ancak adam mülaanede yalan söylediğini, iftira­da .bulunduğunu söylerse, cinsel temasta bulunması artık haram sa­yılmaz ve bu durumda nikâh tazelemeye de gerek yoktur.

Ama İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed'e göre, liân sebe­biyle meydana gelen firkat (ayrılma), bir bâin talâkla ayrılma hük­mündedir. Bu bakımdan nikâh milki zail olur- ve cinsel birleşmeleri­nin hürmeti sübut bulur, liân halinde bulundukları sürece hüküm böyledir.[333]

 

Mülaanede Önce Erkek Yemin Ettirilir :

 

Hâkim huzurunda mülaâne yapılırken önce erkeğe yemin ettiri­lir. Yanlışlıkla önce kadına yaptırılacak olursa, erkeğe yemin etti­rildikten sonra kadına tekrar yemin ettirilir. Bununla beraber hâkim kadına yemin iade ettirmeyip ayrılmalarına karar verirse, bu hü­küm geçerli kabul edilir.[334]

Hâkim huzurunda liân yapılır da hâkim onların ayrılmasına ka­rar vermeden azledilir veya ölürse, ikinci bir hâkim yapılan liânı mu­teber sayıp ayrılmalarına karar verir.[335]

 

Hakim Huzurunda Liân Yapıldıktan Sonra Karı Kocadan Biri Dinden Dönerse :

 

Liân yapılıp hâkim henüz ayrılmalarına karar vermeden karı kocadan biri dilsizleşir veya dinden döner veya kendini yalanlarsa, liân hükümsüz kalır, bu durumda had gerekmediği gibi, hâkim ay­rılmalarına karar vermez.

Ama Hândan sonra, karı kocadan biri cinnet getirirse, hâkim on­ları ayırır.[336]

 

Karı Koca Mülaâne Yaptıktan Sonra Ortadan Kaybolurlarsa :

 

Mülaâneden sonra karı kocadan biri ortadan kaybolur da yeri­ne bir vekil bırakırsa, hâkim ayrılmalarına karar verir. Çünkü liân için vekâlet sahih değilse de ayrılmayı sağlamak için vekâlet sahih­tir.[337]

İkisi de mülaâneden sonra ortadan kaybolur da ayrılmaları için birer vekil tutarlarsa, ayrılmalarına karar verilir. Meydanda bulun­maları şart değildir.[338]

Adam karısına «Ey zâniye! Sen üç talâkla boşsun» derse, liân ge­rekmez, isbat edemediği takdirde hadd de gerekmez. Ama, «Sen üç talâkla boşsun ey zâniye!» derse, bu takdirde liân gerekmez, ama jhadd cezası   gerekir. [339]

Adam karısına «Sen henüz çocuk iken veya cinnet getirdiğin günlerde zina etmişsin» der ve cidden kadın bir zamanlar cinnet ge-çirmişse, bundan dolayı ne liân, ne de hadd gerekir. Adam da bu du­rumda kadına zina isnad etmiş sayılmaz.[340]

Gebe bulunan karısına, «Sen zina ettin, şu kanundaki benden de­ğildir» derse, mülaânede bulunmaları gerekir. Çünkü burada açık­tan karısına zina isnad etmektedir.[341]

Koca karısına sadece «Karnındaki çocuk benden değildir» der­se, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, liân gerekmez. Züf er de ayni görüşte­dir, îmameyn'e göre, eğer kadın altı ay dolmadan doğum yaparsa, mülaâne gerekir. Altı ayı geçtikten sonra doğum yaparsa, mülaânede bulunmalarına gerek yoktur. Sahih olan da budur.

Adam hür olan karısının çocuğunu nefyeder, yani kendisinden olmadığını iddia eder, kadın da onu tasdîkde bulunursa, ne had, ne de liân gerekir. Aslında çdcuk onların kabul edilir ve ikisi de iddia­larından dolayı tasdik olunmazlar. [342]

Adam evlendiği kadınla cinsel temasta bulunmaz ve kendisini de görmez, derken kadın bir çocukla gelirse, adam o çocuğun kendi­sinden olmadığını söylerse, bu sebeple mülaâne gerekmez. Çocuk anasına terkedilir. Hâkim onları ayırır ve adamın tam bir mehir ver­mesi gerekir .[343]

Zina isnadı çocuktan dolayı olursa, hâkim çocuğun nesebini nef­yeder ve onu anasına bırakır. Yani mülaâneden sonra çocuk anası­na terekedilir.

Adam karısının zina ettiğini dört şahidle belgelendirirse, artık liân'a gerek kalmaz. Kadına zina haddi vâcib olur.

Adamla birlikte üç şahid kadının zina ettiğini söylerse, o takdir­de adam yani kadının kocası daha önce kadına zina isnadında bu-lunmamışsa, şahidlikleri muteberdir. Adam şehadette bulunmadan önce zina isnadında bulunmuşsa, üç şahide hadd-i kazf gerekir. Adamda liân yapmak zorunda kalır.

Kadının zina ettiğine dair kocasıyla birlikte üç a'mâ şahidlik ederse, a'mâlara had cezası verilir. Kocası da liân yapmak zorunda­dır. Çünkü a'mâlarm şehadeti makbul değildir.[344]

 

İNNÎN'LE ÎLGİLİ HÜKÜMLER

 

İnnîn : «Sikkîn» ölçüsünde bir sıfattır. Cinsel temasa güç ge-tiremiyen, diğer bir tabirle cinsel iktidarsızlık içinde bulunan ada­ma denilir. Cinsel arzu duymayan veya kendisinde bu hususta bir iştiha uyanmıyan kadın hakkında da kullanıldığı olmuştur.

Fıkhi terim olarak : Tenasâl aleti kalkmakla beraber kadınla cinsel temasta bulunmıyan, temas anında gevşeyip kalan adam hakkında kullanılır. Bu da ya bir hastalıktan,, ya doğuştan, ya da yaşlılıktan olabilir.[345]

O halde tenasül aletini tenasül cihazına sokacak kadar güçte olan kimseye innî denilmez. [346]

 

Kadın, Kocasının Innîn Olduğunu İddia Ederse :

 

Kadın hâkime baş vurup kocasının innin olduğunu iddia eder ve bu yüzden ayrılmak istediğini söylerse, hâkim adamı da çağırıp ken­disinden karısıyla cinsel temasta bulunup bulunmadığını sorar. Adam cinsel temasta bulunamadığını ikrar ederse, o takdirde hâkim ona bir senelik bir süre tanır. Bir seneye kadar cinsel iktidarsızlığı de­vam ederse, o takdirde hâkim onları1 ayırabilir. Kadın ister bu du­rumda bakire bulunsun, ister dul olsun fark etmez. Ama adam, karı­sının iddiasını reddeder ve onunla cinsel temasta bulunduğunu söy­lerse, o takdirde kadın dul ise, adamın sözüne itibar edilir, ancak yemin ettirilmesi gerekir.    Yani cinsel temasta bulunduğuna yemin

ederse, ayrılmalarına cevaz verilmez. [347]Ve bu durumda kadının ihak iddiası hükümsüz kalır.

Buna karşılık kadın bakire olduğunu iddia ederse, o takdirde güvenilir iki kadın bilirkişi olarak ta'yîn edilir. Onlar gereken mua­yeneyi yapıp kadının bakire olmadığını söylerlerse, o halde erkeğin İddiasının doğruluğu sübut bulmuş olur. Tabii kendisine yemin et­tirilmek şartiyle.. Ama adam yemin etmekten kaçınırsa, hâkim ken­disine bir sene daha süre tanır. Bilirkişi kadınlar, onun bakire oldu­ğunu söylerlerse, o takdirde yemin ettirilmeksizin kadının iddiası ka­bul edilir.[348]

Bilirkişi ta'yîn edilen kadınlar farklı tesbitlerde bulunurlarsa, yeniden bilirkişi ta'yin edilir. Günümüzde ise bir kadın doktora mua­yene ettirilmesi kâfi gelir.

Hâkimin tanıyacağı bir senelik süre, şemsî yıl olabileceği gibi, kamerî yıl da olabilir. İmamların bu hususta farkla görüşleri vardır. Bu bakımdan ikisi de caizdir, denilmiştir. [349]

 

Verilen Süre Sona Erince :

 

Cinsel iktidarsızlığı hâkim huzurunda sütjut bulan adama tanı­nan bir yıllık süre sona erdikten sonra kadın yine hâkime başvurup kocasının cinsel temasta bulunamadığını iddia eder, kocası ise bu­nun aksini iddia ederse, bu takdirde, kadın dul ise, adama yemin et­tirilir. Yemîn ederse, onun sözüne itibar edilerek evliliğin devamına karar verilir. Adanı yeminden kaçınırsa, hâkim kadım, ayrılıp ay­rılmamakta serbest bırakır. Dilerse ayrılma isteğinde bulunur ve ona göre karar verilir.

Kadın bakire olduğunu ileri sürerse, ya bir ya da iki kadın bilir­kişi olarak ta'yîn edilir. Dul olduğunu söylerlerse, erkeğe yemîn ettiri­lerek onun sözüne itibar edilir. Bakire olduğunu söylerlerse, bu du­rumda erkekte «evet cinsel temasta bulunamadım diye itirafta bu­lunursa, o takdirde hâkim kadını yine serbest bırakır, dilerse ayrıl­ma isteğinde bulunabilir.[350] Bulunduğu mecliste bir karar ver­mez de meclis (yani yer) değiştikten sonra karar vermek isterse, ar­tık kendisine tanınan serbesti hakkı hükümsüz kalır.[351]

Kadın kendine    verilen serbestiye dayanarak   ayrılmak isterse hakim, onun kocasına bir talâk-ı bâin ile boşamasını emreder. Adam boşamazsa, o takdirde hâkim ayrılmalarına karar verir. [352]Bu da bir talâk-i bâin demektir.

Ayrılan kadına adamın tastamam mehir vermesi, kachna da id-det (şer'î bekleme süresi) gerekir. Ancak adam kadınla hiç tenha kalmamışsa, o takdirde iddete gerek yoktur. Bu durumda mehrin ya­rısını vermesi gerekir.[353]

 

Tanınan Süre Bitince Yeni Bir Süre Verebilir Mi?

 

Cinsel iktidarsızlığı sabit olan adama hâkim bir sene süre tanır, bu süre içinde cinsel temasta bulunamaz da yeniden bir süre tanın­masını talep ederse, bu tamamen kadının rızasına bağlıdır; Razı olur­sa yeni bir süre verilir, razı olmazsa, ayrılmalarına karar verilir.

Davayı dü'yet eden.hâkim bir sene süre sona ermeden azledilir veya ölür, ya da başka bir yere nakledilirse, yerine ta'yin olunan hâ­kim dâvayı kaldığı yerden yürütüp sonuca bağlar.[354]

 

Hâkim Karı Kocayı Ayırdıktan Sonra Ortaya Îki Şahit Çıkarsa :

 

Cinsel iktidarsızlık nedeniyle hâkim karı-kocayı birbirinden ayır­dıktan sonra iki şâhid ortaya çıkar da kadının, kocasının kendisiyle cinsel temasta bulunduğunu ikrar ettiğini söylerlerse, bu durumda hâkimin vermiş olduğu tefrik karan hükümsüz kalır. Ama sadece kadın, hâkimin tefrik kararından sonra kocasının kendisiyle cinsel temasta bulunduğunu ikrar ederse, artık bu durumda doğru kabul edilmez ve verilen tefrik kararı geçerlidir.[355]

 

Adam Bir Defa Olsun Cinsel Temasta Bulunabilmişse, Tefrika Karar Verilebilir Mi?

 

Adam evlendikten sonra bir defa olsun cinsel temasta buluna-bilmişse, o takdirde kadına ayrılma hususunda serbesti verilmez.[356]

 

Nikâh Akdinde Kadın, Kocasının Cinsel İktidarsızlığını Bilerek Kabul Ederse :

 

Kadın evlenecek olan adamın cinsel iktidarsızlığını bildiği hal­de nikâh akdinde onunla evlenmeyi kabul eder sonra da pişman olursa, artık hâkime başvurma hakkını kaybetmiş olur. Ama nikâh akdi yapıldıktan sonra farkına varırsa, ayrılmak için hâkime başvurma hakkı her zaman mevcuttur.[357]

 

Kadınla Dübüründen Temasta Bulunursa :

 

Adanı evlendiği kadınla cinsel temasını tenasül cihazından de­ğil de onun dübüründen yaparak sürdürürse, bu onun» innîn oldu­ğuna kâfi delil sayılır. Kadın hâkime başvuracak olursa, kocasına bir sene süre tanınır, bu süre içinde normal yoldan temasta buluna­bilirse, evlililkeri devam eder, değilse, belirtilen ölçülere göre ayrıl­malarına karar verilir.[358]

 

Cinsel Temasta Bulunur, Ama Meni Akmazsa :

 

Adam kadınla evlenir, normal yoldan cinsel temasta bulunur ama menisi akmazsa, kadının ayrılmak için hâkime başvurma hakkı olmaz.

Kadın henüz ergen olmayan bir çocukla evlenir ve çocuğun cin­sel iktidarı olmadığını tesbit ederse, ergen oluncaya kadar kebler. Ayni durum devam ederse, hâkime ayrılmak için başvurabilir.

Ergen olmayan kız, ergen olan bir erkekle evlendirilir ve sonra o erkeğin cinsel iktidarı olmadığı anlaşılırsa, kızın velîsi ayrılmala­rını sağlamak için hâkime başvurma hakkına sahiptir.[359]

 

İğdişleşmiş Erkeğe Süre Verilebilir Mi?

 

Evlendikten sonra erkeğin iğdişleşmiş olduğu anlaşılırsa, hâkim dilerse ona da bir yıl süre tanıyabilir. Bu süre içinde cinsel temasta bulunma gücünü elde ederse, mesele yok, değilse ayrılmalarına ka­rar verilir.

Yaşlılıktan dolayı cinsel temasta bulunamıyan erkeğin de duru­mu buna yakındır. Şöyleki : Kadın çok yaşlı bir adamla evlendik­ten sonra cinsel iktidarı olmadığını anlarsa, hâkime başvurup ayrıl­mak isteğinde bulunabilir. Ama evlenip cinsel temasta bulunduktan sonra adam yaşlılığından dolayı cinsel temasta bulunamazsa, bu du­rumda kadının hâkime başvurma hakkı olmaz.[360]

 

Hunsa (Hem Erkeklik, Hem Dişilik Organı Bulunan) Evlenecek Olursa :

 

Her iki cinsin organını taşıyan kimseye fıkıh dilinde Hunsa de­nir. Normal idrarını tenasül aletinden yapıyor ve bu aleti intişar edi­yorsa, evlenebilir. Ancak evlendikten sonra cinsel iktidarı olmadığı anlaşılırsa, kadın hâkime başvurma hakkına sahiptir. Hâkim dilerse hunsaya da bir yıl süre tanıyabilir.[361]

 

Kadının Tenasül Cihazıyla Dübürünün Arası Yırtık Bulunursa :

 

Kadının tenasül cihazıyla dübürü arası yırtık bulunur veya te­nasül cihazı cinsel temasa elverişli bulunmazsa, o takdirde kocasının cinsel iktidarsızlığı nedeniyle süre tanınmaz, ayrılmalarına karar ve­rilir.[362]

 

Adamın Tenasül Aleti Kesikse :

 

Evlendikten sonra adamın tenasül aletinin kesik olduğu anlaşı­lırsa, kadın hâkime baş vurur ve bu durumda ona süre tanınmaz, ay rümalanna karar verilir.[363]

Tenasül aleti çok küçük olup cinsel temasa elverişli olmayan adam da tenasül aleti kesik adam gibidir.[364]

Evlendikten sonra kadın, «Kocamın tenasül aleti kesiktir» diye iddiada bulunursa, hâkim duruma müdahale eder, adam böyle olma­dığını ileri sürerse, bu işten anlayan bir adam bilirkişi ta'yin edilir. Onun vereceği rapora göre, hâkim hükmeder.

Adam evlenip cinsel temasta bulunduktan sonra tenasül âleti kesilmişse, kadına ayrılma konusunda serbesti yoktur. Ancak geçim­sizlik had safhaya varırsa, hâkim dilerse onları ayırabilir

Bunun gibi, kadın nikâh akdinde evleneceği adamın tenasül ale­tinin kesik olduğunu bildiği halde rıza gösterir, evlendikten sonra artık ayrılma hususunda kendisine serbesti yoktur.[365]

Adamın tenasül aletinin kesik bulunduğunu kadın nikâh akdinde bilmez, evlenince duruma vâkıf olur ve bu arada bir çocuk doğu­rur, adam çocukun kendisine ait olduğunu iddia eder, hâkim çocu­ğun nesebini babası adına tesbit eder. Çünkü cinsel temasta bulun­maksızın sadece kesik kısmın tenasül cihazına dokunup meni akma­sı neticesinde kadın gebe kalabilir. Ancak bu durumda kadın ayrıl­mak için dâva açabilir.[366]

Hâkim tenasül aleti kesik adamla karısını ayırır ve aradan iki yıl gençtikten sonra kadın bir çocuk doğurursa, hâkim bu çocuğu o adamın adına tesbit eder, tefrik hükmü ise devam eder. Ama cinsel iktidarsızlıktan dolayı ayrıldıktan sonra kadın belirtilen süre içinde doğum yaparsa, çocuğun nesebi babası yani o adam adına tesbit edi­lir ve ayrılma hükmü geçersiz kalır- Tabii adam kadınla cinsel te­masta bulunduğunu ve bu çocuğun kendisinden meydana geldiğini iddia ettiğinde hüküm böyledir.[367]

 

İDDET — SERİ BEKLEME SÜRESİ                

 

Ya boşama ya da ölüm ile meydana gelen ayrılma neticesinde kadının evlenebilmesi için belli bir süre beklemesine Fıkıhta iddet = Şer'î Bekleme Süresi, denir.

Iddet hem kadın hem erkekler hakkında câri "bir hükümdür. Ne var ki kadınlar hakkında daha geniş hükümler ifâde eder. Erkekler hakkında aşağıdaki meslelerde iddet gerekir :

A) Karısını boşayan bir erkek, karısının iddeti sona ermeden onun kızkardeşiyle, teyze ve halasıyla evlenemez. Çünkü iddet sona ermeden nikâh bağı tamamen kopmuş sayılmaz. Bu bakımdan ka­dınla teyzesini, kadınla halâsını veya kadınla kızkardeşini bir erke­ğin kendi nikâhı altında bulundurması haramdır.

B) Dört kadınla evli bulunan bir erkek,  kadınlarından birini boşarsa onun iddeti bitmeden başka bir kadınla evlenemez. Çünkü iddet bitmedikçe nikâh akdi kopmuş sayılmaz. Bu bakımdan bir er­keğin beş kadınla nikâhlı bulunması caiz değildir.

C) Zinadan gebe kalan bir kadınla evlenen erkek, eğer çocuk kendisinden ise, kadınla hemen cinsel temasta bulunabilir. Başkasın­dan ise, kadının doğum yapmasını bekler.

D) Gayri Müslim bir ülke (Dar-i Harp) 'den sürülmüş veya esir alınmış bir kadınla evlenmek isteyen bir erkek, kadın ayhali görü­yorsa, bir ay hali geçirmesini beklemesi, ayhali görmüyorsa bir ay'ın geçmesini beklemesi gerekir.[368]

 

lddetin Üç Sebebi Vardır :

 

1. Evlenip cinsel temasta bulunmuş olmak,

2. Evlenip tenha bir yerde bir odada başbaşa kalmak,

3. Kocanın vefat etmesi

O halde evlendikten sonra ne cinsel temas, ne de halvet meyda­na geliyor ve bu durumda kadın boşanıyorsa, o takdirde iddet bek­lemesine gerek yoktur. Çünkü iddeti gerektiren sebep mevcut değil­dir. Ancak bir hayz görmesini beklemek uygun oiur. [369]

 

İddet Üç Kısma Ayrılır :

 

1. Üç ayhali görmek,

2. Üç ay (90) gün geçmek,

3. Gebe ise doğumunu yapmak. [370]

 

Üç Ayhali Görmek Şu Durumda Gerekir :

 

Sahih bir akidle evlenip cinsel temastan veya halvetten sonra ko­cası tarafından ya talâk-i ric'î, ya da talâk-i bâin ile boşanan kadı­nın iddeti, üç tam ayhali görmesidir. Yani üç ayhali ve üç temizlenme süresi bitince iddeti sona ermiş olur. Bazıları sadece üç ayhalinin geçmesini itibar etmiştir ki Hanefilerin çoğu bu görüştedir.

Bunun gibi nikâhın hâkim tarafından feshedilmesi veya arala­rında kefaet bulunmaması sebebiyle ayrılan kan-koca için de cinsel temas veya halvet meydana gelmişse, yine iddet gerekir ve kadının bu durumda iddeti üç tam ayhalidir. [371]

 

Üç Ay'ın Geçmesini Beklemek :

 

Adam karısını boşadığmda veya hakim nikâhı feshettiğinde ka­dın ayhalinde bulunuyorsa, o takdirde üç ayhali değil de, üç ayın geçmesi iddet süresi olarak belirlenir.

Boşanan kadın gebe bulunuyorsa, o takdirde onun iddeti doğum yapmasıyla sona erer. Ayrıca .ayhali görmesine gerek yoktur. [372]

 

İddetle İlgli Misaller Ve Fetvalar:

 

Bir erkek sahih bir nikâhla evlendikten sonra kadınla cinsel te­masta bulunur veya sahih bir halvet meydana gelir ve akabinde onu boşarsa, kadına iddet gerekir. Yukarıda belirtildiği gibi, ayhalinde boşanmamışsa, üç tam ayhalini görmesi-, ayhalinde iken boşanmışsa üç aynı geçmesi gerekir.[373]

Fasit bir nikâhla evlenmiş olup hâkim bu sebeple onları ayırmış-sa, eğer cinsel temasta bulunmamışlarsa, kadına iddet gerekmez. Cinsel temasta bulunmuşlarsa, iddet gerekir. İddetin başlangıcı, tef­rik anından itibaren itibar edilir.

Zâniye kadına iddet gerekmez. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre, gebe ise doğum yap­ması, değilse bir ay hali geçirmesi beklenir.

Bir erkek karısını ya bâin bir talâkla, ya da ric'i bir talâkla bo-şar veya boşamaksızın aralarında firkat meydana belir, yani hâkim onları ayırır ve kadın da hem hürdür, hem de ayhali görenlerdendir, o takdirde kadının başka bir erkekle evlenebilmesi için üç ayhali görmesi gerekir. Bu onun şer'î bekleme süresidir. Kadımn Müslüman veya Kitap Ehlinden olması farketmez.[374]

Kadın ayhali görmüyorsa, ya bir hastalıktan ya da yaş dolayısiy-le, o takdirde üç ay iddet beklemesi gerekir.[375]

Bunun gibi, Kadın sadece bir gün kan gördükten sonra ayhali kesilirse, o takdirde, iddetini üç ay olarak tamamlar. Sahih olan da budur. îki gün gördükten sonra kesilirse, hüküm yine böyledir. Ama üç gün görürse, iddeti ay hesabiyle değil, üç ayhali görmesine göre­dir. Sahih olan da bu görüştür.[376]

Kadın henüz ayhali görme çağında değilse, boşandığı takdirde iddeti üç ay olarak hesaplanır. Ama üç ay dolmadan kadın ayhali olursa, o takdirde geriye kalan kısmı ayhali görerek tamamlar.[377]

Boşama veya ölüm dolayısiyle gereken iddet ay'ın başında ise, kamerî aylara göre hesaplanır. Doksan günün dolması şart değildir.

Karısını ayhali içindeyken boşarsa, o takdirde kadının iddeti için tam üç ayhalinin geçmesi gerektiğinden içinde bulunduğu ayhali bu­na dahil edilmez. Bu durumda az yukarıda da belirtildiği gibi, bunu ay hesabına çevirmek de mümkündür.

Ay'ın ortalarına doğru iso, boşanma olayında 90 gün, ölüm olayında 130 gün itibar edilir.[378]

Adam kadınla şüphe yollu cinsel temasta bulunur veya onunla fasit bir nikâhla birleşirse, ayrılmaları sağlanır ve bu durumda ka­dının iddeti olarak üç tam ayhali geçirmesi gerekir. Ayhali görmi-yenlerden ise üç ayın geçmesi vâcib olur.

Boşanan veya kocası ölen kadın gebe ise, onun için belli bir sü­re söz konusu değildir. İddeti, doğum yapmasıyla sona erer.

Bir erkek karısını üç talâkla boşadıktan sonra kadın ayni gün veya saatte başka bir erkekle evlenir ve onunla cinsel temasta bulu­nursa, bu nikâh sahih ve caiz olmadığından derhal ayrılmaları sağ­lanır. Kadının her iki kocadan dolayı üç ayhali geçirme iddetini ta­mamlaması gerekir. Nafaka ve ev konusu ise ilk boşandığı kocası­na aittir.[379]

Kocası öldükten sonra henüz iddeti sona ermeden evlenir ve ev­lendiği erkekle cinsel temasta bulunursa, derhal bu nikâh feshedilir. Kadın birinci kocasının ölümünden dolayı gereken iddeti başladığı tarihe göre tamamlar, tkînci bir erkekle evlendiği ve ondan ayrılma­sı sağlandığı için, bu sebeple de üç ayhali görmesi gerekir. Bunun başlangıcı ise, hâkim ayrılmalarına karar verdiği andan itibaren he­saplanır. [380]

 

HİDAD VE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

Hîdad, hadde-yahuddu veya hadde-yehiddu fiilinden masdar-dir. Sözlükte, ölen bir aziz için matem tutup siyah giyinmek anlamı­na gelir.

Terim olarak, kocasından boşanan veya kocası ölen kadının id­det (şer'i bekleme süresi) içinde süslenmekten ve süs eşyası takın­maktan, güzel koku sürünmekten, sürme ve kma kullanmaktan ka-

çınması anlamına gelir. Süslenmek ve süs eşyası ve benzeri hususlar günün şartlarına, sosyal yapının ölçülerine göre, takdir edilip değer­lendirilir.

Kadının kullandığı elbiseleri arasında sokak kıyafeti süs sayılır, ev kıyafeti ise süs sayılmaz. Bununla beraber kadın bu süre içinde evinde yeni dikilmiş elbise giymekten de kaçınır, öteden beri kul­landığı elbiseleri tercih eder.

Saçlarını taramak, yüz gözüne dökülmesini önlemeğe yönelik olursa, süs sayılmaz. Özel biçimde tarayacak olursa, süs sayılır.

Gözlerindeki arızadan dolayı değilse sürme kullanması, basma yani saçlarına yağ sürmesi de doğru değildir. Ancak böyle bir zaru­ret varsa, o takdirde kullanmasında bir sakınca yoktur.[381]

Bir zaruret olmadıkça ipek ve benzeri kaymetli kumaştan yapıl­mış elbise giymez. Ama öteden beri evinde hep ipek giyiniyor ve mev­cut elbiseleri ipek ise, p takdirde daha çok kullanılmış olanını giyme­sinde bir sakınca görülmemiştir. [382]

Kartının sadece bir ya da iki entarisi bulunur da ikisi de az-çok yeni ve gösterişli sayılırsa, yine de onlardan en çok kullanılanı giy­mesine cevaz verilmiştir. Çünkü başka elbisesi yoktur.[383]

Boşanan veya kocası ölen kadın henüz ergen değilse veya akli dengesi bozuksa, o takdirde süslenmeyi terketmesine gerek yoktur. Bunun gibi fasit bir nikâhtan dolayı kocasından ayrılan veya ric'i ta­lâkla boşanan kadının da süslenmeyi terketmesine lüzum olmadığı belirtilmiştir. Tabii bu, Hanefî fukahasma göredir.[384]

Gayr-i müslim bir kadın iddet içindeyken Müslüman olursa, id-detinde kalan günlerde süslenmeyi terketmesi vâcib olur. [385]

 

İddet İçinde Bulunan Kadının Sokağa Çıkması :

 

Bu durumda olan kadının süslenmeyi terketmesi vâcibdir. Bir za­ruret olmadıkça ne süs eşyası takabilir, ne de boyanıp süslenebilir. Sokağa çıkma konusuna gelince: Yine zarurî bir durum yoksa çık­ması doğru değildir. Özellikle üç talâkla boşanmış bir kadının bu hu­susa dikkat etmesi uygun olur. Kocası ölen kadının ise gündüz çıkmasına cevaz verilmiştir.    Ancak evinden başka bir yerde gecele­mez.[386]

Ancak oturmakta olan ev başkasına intikal eder veya başKası-nın mülkü olursa, o takdirde yeni taşındığı, evde kalır, başka bir yer­de geceyi geçirmez.

Bunun gibi, oturmakta olduğu ev emniyetli olmaz da kadın hır­sız ve kötülerden korkar veya içinde oturulmayacak kadar harabe olursa o takdirde başka kalacak bir yer bulup çıkmasında bir sakın­ca yoktur.[387]

 

İddet İçinde Bulunan Kadın Seyahate Çıkabilir Mi?

 

İddet içinde bulunan bir kadının ne hacce, ne umreye gitmesi caizdir. Bunun gibi, bir zaruret olmadıkça seyahata çıkması da ha­ramdır. [388]

 

Kocasıyla Seyahatte İken Üç Talâkla Boşanırsa :

 

Kadın kocasıyla birlikte seyahatte iken ya kocasını kaybeder, ya­ni kocası ölür veya üç talâkla boşanırsa, memleketiyle gitmek istedi­ği yerin ikisi de seferi mesafeden daha yakın bulunuyorsa kadın is­tediğine gidebilir; ancak asıl memleketine dönmesi uygun olur. Sö­zü edilen iki yerden birisi seferi mesafede bulunuyor, diğer ise de­ğil, o takdirde seferi mesafeden yakın olanı tercih edip oraya gider.

Bulunduğu yer ayrıldığı yer ile varacağı yere seferi mesafede ise, bakılır: Kadın bayındır bir yerde değilse, o takdirde bulunduğu yerde durmayıp evine döner. Bayındır bir yerde ise, mahrem olma­dığı takdirde oradan çıkmaz. Ebû Hanîfe'ye göre, bu durumda ya­nında mahremi de olsa çıkmaz. îmameyn'e göre çıkabilir. [389]

 

NESEBİN   SÜBUTU

 

Neseb : Daha çok iki şey arasındaki yakınlık ve ilgiyi ifade eden bir kelimedir. Bir şeye nisbet edilmek de bu anlamdadır. Mese­la, bir millete veya bir mesleğe nisbet edilmek bu cümleden sayılır.

Fıkhı terim olarak : Baba ve ana tarafından meydana gelen ya­kınlık mânasında kullanılır.

Bu mânayla Neseb ikiye ayrılır :

1. Dikey neseb,

2. Yatay neseb..

Birincisi : Babalar ve babaların babaları ile oğulları ve oğulları­nın oğulları arasındaki ilgi ve yakınlığı gösterir. Bu ne kadar yuka­rı çıksa veya aşağı inse de böyledir.

İkincisi : Erkek kardeşler, bunların oğulları ve amca oğullan ara­sındaki ilgi ve yakınlığı gösterir.

Neseb'in sübutunda üç mertebe vardır :

1. Sahih bir nikâh veya ona yakın anlamda fasit bir nikâh.

2. Umm-i veled.                                                                  

3. Câriye.

Birincisinde hüküm, nesebin iddiasız sübutudur. Mücerred red­detmekle bu sübut olumsuz olmaz. Ancak LİÂN ile olumsuz olabi­lir. Aralarında, yani karı koca arasında liân yoksa, nesebi nefyetme­nin bir anlam ve hükmü de olamaz.[390]

İkincisinde de hüküm, nesebin iddiasız sabit olmasıdır. Ama mü­cerred nefyedilmekle neseb hükmü kalkar, olumsuz duruma düşer. Umm-i Veled'in çocuğunun nesebi, efendisinin onunla cinsel temas­ta bulunması helâl olduğu takdirde iddiasız sabit olur. Cinsel temas­ta bulunması helâl değilse, o takdirde çocuğunun nesebi ancak iddia île sabit olabilir.

Umm-i veledin [391]efendisine haram olması şu hususlardan bi­riyle gerçekleşir : .Efendinin babası veya oğlu onunla cinsel temasta bulunursa veya efendisi onun anası veya kızıyla cinsel temasta bu­lunursa, o zaman umm-i veled efendisine haram olur. Bu durumda bir çocuk doğurursa, bu ancak iddia ile sabit olabilir. [392]Fıkıhta buna «dı've» denir. Yani kadının rahminde teşekkül eden veya do­ğurmuş bulunan çocuğu, o kadının efendisi kendine nisbet ederek «Bu bendendir» veya «Bu benim çocuğumdur.» demesine dı've ta­biri verilmiştir. Biz «iddia» ile sabit olur, deyince, ondan bu dı've an­lamını kasdediyoruz.

Cariyenin durumu da böyledir. Bir çocuk doğurduğu takdirde onun nesebi ancak iddia yani dı've ile sabit olabilir. Efendisi «Bu ço­cuk bendendir» veya «Bu çocuk benimdir» derse, neseb sübut bul­muş olur.

Gerçi bugün ne umm-u veled ne de câriye söz konusudur. Ama îslâm Hukukunda onlara verilen yeri belirtmek içm yer yer ilgili hü­kümleri özetliyerek naklediyoruz. [393]

 

Adam Evlendikten 4-5 Ay Sonra Karısı Doğum Yaparsa :

 

Adam evlendikten altı ay. guçmeden karısı çocuk doğuracak olursa, nesebi sübut bulmaz. Ama altı ay ve daha fazla bir süre son­ra doğurursa, o takdirde -kocası itiraf etsin veya sussun- nesebi sa­bit olur. Erkek, karısının bu çocuğu doğurmadığını iddia ederse, onun doğurduğuna dair bir tek kadının şehadetiyle nebesi sübut bu­lur.[394]

Erkek kendi karısıyla cinsel temasta bulunmadan onu boşar, ka­dın da boşandığı tarihten altı ay geçmeden bir çocok doğurursa, o takdirde çocuğun nesebi sübut bulur. Yani boşayan adama ait oldu­ğu kabul edilir. Ama altı ay ya da daha fazla bir süre geçtikten son­ra çocuk doğurursa, o takdirde nesebi sübut bulmaz.

Adam karısıyla cinsel temasta bulunduktan sonra veya bulun­madan vefat eder, karısı da onun vefatından sonra iki yıl içinde ço­cuk doğurursa, nesebi sübut bulur, yani ölen adamdan olduğu ka­bul edilir.[395] Ama iki sene geçtikten sonra doğum yaparsa, artık ço­cuğun nesebi sübut bulmaz. Bütün bunlar, kadın iddetinin sona er­diğini ikrar etmediği takdirdedir. Ama kadın iddetin biteceği bir ma­kul süre belirliyerek o süre sonunda iddetinin sona erdiğini ikrar eder, sonra altı ay geçmeden, yani ikrarı tarihinden itibaren altı ay geçmeden çocuk doğurursa, nesebi sübut bulur. Altı ay geçecek olur­sa, nesebi sübut bulmaz. Tabii bu da kadın ergen olduğu takdirde böyledir.

Kadın ergen değilse, kocası onunla cinsel temasta bulunmadan boşar ve altı ay geçmeden kadın çocuk doğurursa, nesebi sübut bu­lur, yani boşayan adama ait olduğu kabul edilir. Altı ay geçtikten sonra doğum yaparsa, o takdirde nesebi sübut bulmaz.

Adam ergen olmayan karısıyla cinsel temasta bulunduktan son­ra boşar ve kadın hdmile olduğunu iddia ederse, o takdirde ric'i talâkda doğacak çocuğun nesebi 27 ay'a kadar sübut bulur. Bâin talâk­ta ise, iki seneye kadar sübut bulur.

Sözü edilen kadın iddetinin sona erdiğini ikrar ettikten sonra ikrar tarihinden itibaren henüz altı ay geçmeden bir çocuk doğurur­sa, nesebi sübut bulur. Altı ay geçtikten sonra doğurursa sübut bul­maz.[396]

 

Kocası Öldükten Sonra Îddet İçindeki Kadın Gebe Olduğunu Söylerse :

 

Kocası vefat ettikten sonra iddet içinde bulunan bir kadın ben gebe değilim der, sonra ertesi gün gebeyim, derse, sözüne itibar edi­lir. Ama dört ay on gün geçtikten, yani iddet süresi sona erdikten sonra önce ben gebe değilim, der, ertesi gün gebeyim derse, sözü ka­bul- edilmez. Meğerki, kocasının vefat tarihinden henüz altı ay geç­meden doğum yaparsa, o takdirde sözü kabul edilir.[397]

 

Evlenme Tarihinde İhtilaf Çıkarsa :

 

Adam evlendikten sonra karısı bir çocuk doğurur; adam buna itirazla; «seninle evleneli daha bir ay oldu» der, kadın da «Hayır tam bir yıl oldu» derse, çocuğun nesebi sübut bulur. [398]Ancak îmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, adama yemîn ettirmek vâ-cibdir. îmam Ebû Hanîfe'ye göre, buna gerek yoktur. Sahih olan da budur.[399]

Ama bu durumda adamla karısı, bir ay önce evlendiklerinde it­tifak ederlerse, o takdirde çocuğun nesebi sübut bulmaz. Bununla beraber kadın bu sözünden dönüp bir yıl önce evlendiklerini iddia eder ve buna dair şahit getirirse kadının iddiası kabul olunur. Sa­hih olan da budur. [400]

 

Evlendikten Beş Ay Sonra Doğum Yaparsa :

 

Kadın evlendikten beş ay sonra doğum yapar, kocası çocuğun kendisinden olduğunu, kadın ise zinadan olduğunu iddia ederlerse, hâkim ikisinden birinin iddiasını kendi ölçü ve kanaatine göre ka­bul edebilir.

Evlenmelerinden iki yıl geçtikten sonra kadın çocuk doğurur ve onun zinadan olduğunu, adam da kendisinden olduğunu iddia eder­se, erkeğin sözüne itibar edilir ve çocuğun nesebi sübut bulur.[401]

 

Erkek, Bîr Çocuğa İşaret Ederek «Bu Benim Oğlumdur» Der Ve Sonra Ölürse :

 

Adam bir kaç kişinin yanında bir çocuğu göstererek, «Bu benim oğlumdur» der ve hemen sonra ölür, çok geçmeden bir kadın gelip kendisinin o çocuğun anası, ölen adamın da karısı olduğunu söyler­se, aksi isbat edilmediği takdirde hem çocuk, hem kadın o ölen ada­ma vâris olurlar [402]En-Nevadîr kitabında bunun istihsan olduğu belirtilmiştir. Tabii bu, kadın hür olduğu takdirdedir. Kadın umm-u veled olur ve böyle bir iddiada bulunursa, iddiası ancak beyyine ile sübut bulabilir. Kadının hür olmadığını vârisler iddia ederse, o tak­dirde vâris olamaz. Tabii kadın umm-u veled olur, çocuğun kendisine ait olduğunu beyyine ile isbat ederse, yine de kendisi vâris olamaz. Çünkü miras hakkına sahip değildir.[403]            

 

Kadın Üç Talâkla Boşandıktan Sonra Yine İlk Kocasıyla Evlenirse :

 

Adam karısını üç talâkla boşadıktan sonra, kadın ikinci bir ko­cayla evlenmeden yine bu kocasıyla evlenir ve bu evlenmeden bir çocuk dünyaya gelirse, bu evlenmenin fasit olduğunu bilsinler bilme-sinler çocuğun nesebi sabit olur. îmameyne göre, fâsid olduğunu bil­mezlerse, neseb sabit olur. bilirlerse, sabit olmaz. [404]

 

Zina Ettikten Sonra Evlenirse :

 

Adam bir kadınla zina ettikten sonra evlenir ve kadın altı. ay geçtikten sonra bir çocuk doğurursa, nesebi sübut bulur. Yani evlen­diği adama nisbet edilir. Altı ay geçmeden doğum yaparsa, adam «bu bendendir» veya «bu benim çocuğumdur» derse, nesebi sübut bu­lur, demezse sübut bulmaz.

Adam doğan çocuğun kendisinden ama zina yoluyla olduğunu iddia ederse, çocuğun nesebi sûbut bulmaz. Bu durumda vâris de ol­maz.[405]

Ergenlik çağına yaklaşan çocuk evlenir de karısı bir çocuk do­ğurursa, nesebi sübut bulur. [406]

 

Gebeliğin En Çok Süresi :

 

Hanefî fukahasma göre, gebeliğin en çok süresi iki yıl, en az sü­resi altı aydır. Doğan çocuğun nesebi bu ölçüye göre tesbit edilir. [407]Ve bu sürenin başlangıcı nikâh akdinden itibaren hesaplanır. Sahih olan da budur. Sahih bir nikâhtan sonra cinsel temas da bu konu için şart değildir, sahih bir halvet vuku' bulmuşsa, bu yeterli sebeptir.[408]

 

HİZANE VE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

Hizane : Sözlük olarak, çocuğu kucağa alıp beslemek anlamı­na gelir. Tavuğun yumurtaları üzerine kapanıp kuluçkaya oturma-sına da bu tabir verilmiştir.

Fıkhî terim olarak : Hukuken çocuğu beslemeye yetkili olan kim­senin belirli bir süre onu yanında tutması ve besleyip büyütmesi an­lamına gelir. [409]

 

Çocuğu Beslemeye Kim Daha Haklıdır?

 

İslâm Fıkhında nikâhlı durumda da oîsa, kocasından boşanmış da bulunsa, çocuğu besleyip büyütmeye anne daha lâyık ve daha çok hak sahibidir. Ancak anne murtedde (dinden dönmüş) olur ve­ya gayr-i ahlâkî yollara düşer de güvenini yitirirse, o takdirde ço­cuk babasına teslim edilir.[410]

Murtedde olan anne tevbe edip yeniden dine girer, gayr-i ahlâki yollara sapar da pişmanlık duyup kendini düzeltirse, o zaman çocu­ğu yine beslemeye o daha haklıdır. [411]

 

Çalgıcı Anneye Çocuğu Teslim Edilir Mi?

 

îslâm Dini, ahlâklı, faziletli ve dindar bir neslin yetişmesini her zaman ve her yerde amaçlıyan bir.dindir. Çocuğu bu amaçtan uzak laştıracak bir anneye, onu besleme hakkını tanımaz. Bu nedenle çal­gıcı olup şurada burada geceliyen, dansözlük yapan, gazinolarda ça­lışan ve benzeri yerlerde' kadınlık vekâr ve terbiyesini yitiren kadın­lara çocukları teslim edilmez. Hâkime de baş vursa, öylesine bir hak tanınmaz.[412]

 

Anne Mutlaka Çocuğu Beslemekle Yükümlü Müdür?

 

Kadının çocuğunu besleme imkânları ve şartları uygun olursa, o takdirde beslemekle yükümlü tutulabilir. Şartları el vermediği tak­dirde zorlanamaz. Ancak çocuğun annesinden başka durumu mü­sait yakın akrabası bulunursa, çocuk onlara teslim edilir.

Annesi çocuğa bakacak durumda olmadığında, babası çocuğu beslemek ve besletmekle yükümlü tutulur. Kaçındığı takdirde icbar edilir.[413]

 

Çocuğun Annesi Başkasıyla Evlenirse :

 

Çocuğun annesi boşandıktan sonra yabancı bir kimseyle evlenir ve bu durumda, çocuğa bakacak, onu besliyecek zaman ve imkânı kalmazsa, o takdirde çocuğun anneannesi varsa, çocuğa bakmaya o herkesten daha lâyıktır. Anneannesi yok da babaannesi varsa, o tak­dirde bakıp beslemeye o daha lâyıktır. Tabii bunlar bakmak istedik­leri takdirde böyledir. Aksi halde, baba çocuğunu besleyip büyüt­mekle yükümlüdür.[414]

Çocuğun annesi ölür ya da bir yabancıyla evlenir, ona bakacak sözü edilen nineleri de bulunmazsa, o takdirde evli olmayan baba-ana bir kızkardeşi; o da ölür veya evlenirse, anne bir kız kardeş; o da ölür veya evlenirse, ana-baba bir kızkardeşin kızı; o da ölür veya evlenirse, baba bir kızkardeşin kızı bakıp beslemeye daha lâyıktır.

Bunlar bulunmadığı takdirde, çocuğun anasının ana-baba bir teyzesi, sonra baba bir teyzesi lâyıktır. Sonra da onun halâları sı­rayla lâyık sayılırlar.

Ancak bu tertipte riâyet edilecek husus şudur : Genellikle çocu­ğun ana tarafından olan yakınları, baba tarafından olan yakınlarına takdim edilir.[415]

Çocuğu besleyip büyütmede amca ve dayı kızları, teyze ve halâ kızları sözü edilenlere lâhiktir.[416]

Bütün bu saydıklarımız bir yabancıyla evlenmedikleri sürece çocuğa bakmaya lâyıktırlar. Evlendikleri takdirde bu hüküm kal­kar.[417]

Kocaları öldüğü halde hak ve hüküm iade eder. Ama çocuğun yakınlarından biriyle evlenirlerse, o takdirde yine onu beslemeye başkasından daha lâyık kabul edilirler.[418]

Sözü edilen yakınlardan çocuğa bakmaya datıa lâyık olan ka­dın, ric'î talâkla boşandığı takdirde iddeti bitmeden bakmaya hak kazanamaz. Çünkü iddet içinde nikâh bağı mevcuttur.

Çocuğun annesi yabancı biriyle evlendiğinde, çocuğa annean­nesi bakar, fakat yeterince ilgilenmezse, o takdirde çocuğun babası çocuğu ondan alabilir. Babası yoksa, halâsı alabilir. [419]

 

Çocuğa Anne veya Nenesi Kaç Yaşına Girinceye Kadar Bakmaya Yetkilidirler?

 

Kocasından boşanan kadın küçük çocuğunu yedi yaşına kadar beslemeye yetkilidir. O yaşa girince artık babasına teslim edilebilir. Kudurî'ye göre, kendi kendine yiyip içtiği, tabii ihtiyacını giderdiği yaşa kadar annesine terkedilir. Bu duruma gelince babasına teslim edilir. Ebû Bekir er-Razi'ye göre, dokuz yaşma kadar annesi bu hak­ka sahiptir.

Fukahanın çoğuna göre, birinci kavi daha sahihtir. Yani yedi ya­şma girince, artık babasına teslim edilir.[420]

 

Anne Çocuğu Besleme Karşılığında Ücret Alabilir Mi?

 

Anne kocasından boşanmamışsa, diyâneten çocuğunu beslemek­le mükelleftir. Bu durumda kocasından bir ücret talep etmesi doğru olmaz. Ama boşanıp iddeti sona ermişse, o takdirde çocuğuna hu­kuken bakmakla yükümlü değildir. Baktığı takdirde kocası ona üc­ret ödemek zorundadır. Ancak anne fazla bir ücret ister, babası ise daha ucuz bakacak bir dadı te'min edebilirse, o takdirde çocuk ana­sından alınıp dadıya teslim edilir. [421]

 

Çocuğun Babası Fakir Olursa :

 

Çocuğun babası fakir olur da anenin istediği ücreti karşılaya­cak durumda bulunmazsa, o takdirde çocuğun halâsı ben ücretsiz beslerim diye te'minat verirse, çocuk annesinden alınıp halâsına tes­lim edilir. Sahih olan da budur[422].

Çocuk, Kimin Yanında Blunursa Bulunsun, Ana - Babasının Gelip Görmesi Engellenemez.

Çocuk ister anasının, ister babasının yanında olsun, isterse di­ğer yakınlarından biri beslesin, ana ve babasının gelip görmesi en­gellenemez. Ancak çocuğa gayr-i ahlâkî şeyleri telkin edeceği bili­nirse, o takdirde konuşturulmaz, uzaktan görmesine veya birinin ne­zaretinde görüşmesine ancak müsaade edilir1.[423]

 

Hızâne Île İlgili Yer (Çocuğa Bakılması Gereken Yer)  :

 

Hızânenin yen, karı-kocamn eyleştikleri şehir, kasaba veya köy­dür. O halde aralarında nikâh bağı bulnduğu sürece beslemekte oldukları küçük çocukları onların yanında bulunur. Baba çocuğu alıp başka bir beldeye götürmek isterse, çocuğu beslemekte olan an­ne buna engel olabilir. Bakıp besleyen anne değil de başka bir yakı­nı ise, durum yine aynıdır. Çünkü çocuğu besleyip büyütenin -kim olursa olsun- bu hakkı vardır.

Ancak çocuğun annesi onun babasından boşandıktan sonra ya­bancı bir erkekle evlenirse, o takdirde hızâne hakkı kalkar ve çocu­ğun babası çocuğu bir yere götürmek isterse, buna engel olamaz. Evlendiği ikinci kocası ölür veya ondan boşanırsa, bu hakkı avdet' eder.

Bunun gibi kan-koca arasında nikâh bağı bulunduğu sürece ka­dın ne yalnız başına, ne de beslediği çocukla birlikte başka bir bel­deye gidemez. Yani kocası buna engel olma hakkına sahiptir. Ayni zamanda koca da nikâhlı karısını bulunduğu beldeden çıkaramaz.[424]

Karı koca birbirinden ayrılır da kadın beslediği çocuğu ahp be­raberinde kendi memleketine götürmek isterse, koca buna engel ola­bilir. Ancak kadının gitmek istediği memleket daha önce nikâh ak­dinin yapıldığı yer ise, buna müsaade edilir. Tabii bu yerin babanın bulunduğu yere de yakın olması şart. Tâki istediği zaman çocuğu gidip rahatlıkla görebilsin. Fukaha bu yakınlığı günü birlik gidip karanlık çökmeden dönebilecek kadar bir mesafeyle takdir etmiş­lerdir.

Kadın çocuğunu dar-i harbe (gayr-i müslim bir ülkeye) götüre­mez. İsterse orada nikâh akdi yapılmış olsun. Ama kan-kocanın iki­si de dar-i harpten olursa, o takdirde götürmesine engel olunmaz.[425]

Çocuğun annesi ölür de onu besleme ve büyütme nenesine bıra­kılırsa, o takdirde, annesinin nikâh akdinin yapıldığı yer bile olsa nenesi onu oraya naklademez beraberinde götüremez. Neneden baş­ka yakınların durumu da böyledir.[426]

 

NAFAKALAR VE İLGÎLÎ HÜKÜMLER

 

Nafaka, sözlükte harcamak, çıkıp gitmek, sarf etmek gibi mâna­lara gelir. Fıkhî terim olarak, adamın nafakası vâcib olanlara yiye­cek, giyecek ve mesken te'mininden ibarettir.

Nafakalar altı bölümde toplanmıştır :

1. Zevce (nikâhlı kadın) m nafakası,

2. Mesken te'mini,

3. Iddet (Şer'I bekleme süresi) içinde bulunan kadının nafakası,

4. Çocukların nafakası,

5. Zev'ü-Erhamın nafakası,

6. Köle ve cariyelerin nafakası.. [427]

 

ZEVCENİN NAFAKASI

 

Karısı Müslüman olsun, gayr-i müslim vatandaş olsun, fakir ya da zengin bulunsun, nafakası kocasına vâcibdir. Bu durumda nikâhlı kadınla cinsel temasta bulunmuş olsun olmasın, kadın ergen olsun ol­masın nafaka konusunda farketmez.[428]                      

Yine nafaka konusunda zevcenin hür veya mükâtebe (kendisiy­le akd-i kitabet yapılan câriye) olsun farketmez, her iki durumda da kocasının ona nafaka vermesi vâcibdir.[429]

Ergen olmayan zevcenin nafaka konusunda iyice iştiha çağına girmiş bulunması üzerinde durulmuş ki bu da dokuz yaş olarak ka­bul edilmiştir. Fetva da buna göredir.[430] Ancak fukahanın çoğu burada yaşa değil, cinsel temasa kudretinin olup olmadığına bakılır, demişlerdir ki sahih olan da budur. Nitekim el-Kq.fi sahibi Hakim-i Şehîd el-Mervezî de ayni görüştedir.

Hanefî fukahasınâ göre, nikâhı akdedilen küçük kız, cinsel te­masa elverişli duruma gelinceye kadar nafakası kocasına vâcib de­ğildir. Ancak ona bakması insani bir borçtur. Daha çok kısın babası veya yakın velîsine gerekmektedir. Kız ister bu durumda kocasının evinde bulunsun, ister babasının evinde olsun, farketmez.[431]

 

Nikâh Akdi Yapıldıktan Sonra Nafaka Başlar :

 

Ergen bir kızın nikâhı akdedildikten sonra nafakası kocasına vâcib olur-, ister bu durumda kocasının evinde bulunsun, ister henüz gelmemiş olsun, farketmez. Ancak kocası karısının eve gelmesini is­ter, ama o gelmek istemezse, o takdirde nafakası kocasına vâcib sa­yılmaz. Ne var ki kadın, mehri tamam ödenmediği için gelmiyorsa, nafaka hakkı düşmez. Çünkü kocası onun mehrini tamamen ödemek zorundadır.[432]

 

Kadın Darılıp Kocasının Evinden Çıkarsa :

 

Kadın darılıp kocasının evinden çıkar, onun cinse.1 isteğine olum­lu cevap vermezse, o takdirde nafaka hakkını kaybeder. Eve dönün-ceye kadar böyle devam eder. Ama evden çıkmaz, yalnız kocasının cinsel isteğinden kaçınırsa, ev de kendisine ait değil, kocasının mül­kü ise, o takdirde nafakası kocasına aittir. Ama ev kadına ait ise, o takdirde -cinsel temastan kaçındığı sürece- kocası onun nafakasını ödemekle yükümlü sayılmaz.

Kadın önce kendini kocasına teslim eder, sonra mehrinin tama­mını Ödemediği için kadın onun cinsel isteğini reddederse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, nafakası yine kocasına vâcibdir. Çünkü istenilen me-hir ödenmemiştir.[433]

 

Kocası Namaz Kılmayan Kadın :

 

Kocası namaz kılmayan kadın bu durumda kocasından ayn yaşama hakkına sahip değildir. Ve ancak kadının bu durumda dâ na­fakası kocasına aittir.

Kadın kocasından ayrılıp ortada görünmez olur veya kocası baş­ka bir şehre yerleşmek istediğinde kadın buna razı olmazsa, o tak­dirde aralarında bir mehir ödeme durumu yoksa, kadın nafaka hak­kını kaybeder. Bu îmam Ebû Hanîfe^ye göredir. îmameyn'e göre, adam ister onun mehrini tamam ödemiş olsun, ister olmasın, kadın evi bırakıp görünmez oluyor veya kocasının gitmek istediği şehre gitmiyorsa, nafaka hamlanı kaybeder.[434]

 

Kadın Borcunu Ödemediği İçin Hapsedilirse :

 

Kadın üzerindeki borcu ödemediği için hapsedilirse, eğer onu ödeme imkânı olduğu halde ödememişse, nafakası bu durumda ko­casına gerekmez. İmkânı olmadığı için ödeyememişse, nafakası ko­casına gerekir.îm am Kerhî'ye göre, her iki durumda da nafakası kocasına gerekmez. Çünkü bir kadının kocası dururken gidip borç altına girmesi asla doğru değildir.[435]

Kaadıhan'a göre, koca, tutuklu bulunan karısıyla görüşme im­kânına sahip bulunuyorsa, nafakasını vermesi gerekir. Uygun olan da budur. [436]

 

Kadının Kocası Tutuklanırsa :

 

Kadının kocası tutuklanır, borcunu ödeme imkânı olsun olma­sın, karısının nafakası kendisine gerekir. Adam evini ve karısını bı­rakıp kaçarsa, yine de karısının nafakası ona vâcib sayılır. Hattâ ko­cası haksız yer? tutuklansa bile, yine kadının nafakası sakıt olmaz. Sahih olan da budur.[437]

 

Adam Başka Bir Şehirde Bulunur Da Karısının Yol Masrafını Gönderirse :

 

Adam başka bir şehre yerleştikten sonra karışanı yanma almak için onun yol masraflarım gönderdiği halde kadın gitmekten kaçı­nırsa, bakılır : Mahremi yanında yoksa, aradaki mesafede seferi me­safeyi buluyorsa, o takdirde gitmesi doğru olmaz ve bu durumda na­fakası kocasına gerekir. Ama ya aradaki mesafe kısa olur, ya da onu götürecek mahremi bulunur, buna rağmen gitmezse, o takdirde na­faka hakkını kaybeder.

 

Koca Ergenlik Çağında Olmaz Da Kadın Ergen Bulunursa :

 

Koca henüz ergenlik çağma girmemiş olur, ama karısı ergen bu­lunursa, yine de karısının nafakası ona vâcicdir. Bunun gibi kocanın tenasül aleti kesik bulunur veya cinsel iktidarsızlık arız olur veya cinsel temasta bulunamıyacak kadar hasta olur, ya da hacc için yola çıkmış bulunursa, bütün bu durumlarda da karısının nafakasını kar­şılamakla yükümlü sayılır.[438]

 

Karı - Kocanın İkisi De Ergen Olmazsa :

 

Karı - kocanın ikisi de ergen olmazsa, o takdirde kadının nafa­kası ona vâcib değildir. Çünkü ortada bir yetersizlik vardır.[439]

Kadın hasta olduğu için kocasının bulunduğu şehre gidemezse, o takdirde nafaka hakkı devam eder. Nakledildikten sonra hasta ol­duğu için cinsel temasa yaklaşmazsa, yine de hüküm böyledir. [440]

 

Kadın Cinnet Getirirse :

 

Kadın cinnet getirdiği veya hastalandığı ya da rahminde bir il­let arız olduğu için cinsel temasta bulunamazsa, yine de nafakası ko­casına gerekir. Yaşlandığı için de bu duruma gelirse, hüküm yine böyledir.[441]

Kadın babasının evinde bulunur da kocasının evine nakletme­den farz haccı edaya gider veya yanında mahremi ve kocası bulun­madığı halde hacce gider ve kocasına dargın bulunursa veya koca­sından başka bir mahremiyle birlikte hacce giderse, kocasının evine dönünceye kadar kendisine nafaka gerekmez. Ama kocasının evine naklettikten sonra hacce giderse, İmam Ebû Yusuf a göre, kendisine nafaka gerekir. îmam Muhammed'e göre, bu durumda da nafaka ge­rekmez.[442]

 

Kocasıyla Birlikte Hacce Giderse :

 

Kadm kocasıyla birlikte farz hacçı edaya giderse, kendisine ey-leşik haldeki nafaka gerekir. Ama nafile hacce giderse, bi'1-icmâ' kendisine nafaka gerekmez. Kocası yanında bulunursa, çoğu fukaha-ya göre nafaka gerekir[443].

Nafaka hususunda hür kadınla câriye arasında fark yoktur. Adanı hepsine ayni ölçüde nafaka vermekle yükümlüdür.[444]

 

Şüphe Île Meydana Gelen Cinsel Temastan Dolayı Nafaka Gerekir Mi?

 

Fasit nikâhtan dolayı nafaka gerekmediği gibi, şüphe ile mey­dana gelen cinsel temastan da nafaka gerekmez.

Bunu bir misal ile açıkhyalnn : Adam kadınla evlenip bir süre nafakasını verdikten sonra evlendiği kadınla süt kardeş oldukları şahitlerin şehadetiyle sabit olursa, hâkim onları ayırır. O güne ka­dar verdiği nafakayı adam isterse geri alabilir. Çünkü yapılan ni­kâh akdi fasit sayılır.[445]

Şahidsiz yapılan nikâh akdinden dolayı da fukahanın icmama göre, nafaka gerekir.

Adam karısıyla ilâ' yapar veya ziharda bulunursa, yine de ka­rısının nafakası gerekir. Adam karısının kız kardeşiyle -bilmeden-evlenir ve aralarında cinsel temas meydana gelir, sonra durum anla­şılınca ayrılırlarsa, onun iddeti içinde de yine karısının nafakası ge­rekir. Ama karısının kız kardeşine nafaka gerekmez. Sadece iddet gerekir.[446]

 

Kadının Hizmetçisinin-Nafakası :

 

Adam zengin olur da karısının özel hizmetçisi bulunursa, o tak­dirde hizmetçinin de nafakası ona gerekir. Ancak karısı câriye oîur-sa, o zaman hizmetçinin nafakası kocasına gerekmez.            

Hür kadının birden fazla hizmetçisi bulunursa, kocası sadece bi­rinin nafakasını karşılamakla yükümlüdür. Nafaka ise adamın geli­rine, günün şartlarına göre ayarlanır. [447]

 

Nafaka İçin Kadın Hâkime Başvurursa :

 

Kadın kocasının yeterli nafaka vermediğini ileri sürerek hâkime başvurursa, adam zenginse ve sofrası açık bir kimse ise, kadının bu isteği reddedilir. Adam bu durumda- değilse, hâkim her ay kadına nafaka vermesi için kocasını icbar edebilir. Ayrıca aylık nafakayı da takdir edip belirlenen nisbetin kadına muntazaman verilmesini sağlayabilir. [448]Ancak bu durumda hâkim günün şartlarım dikkate alır, ucuzluk ve pahalılığa göre, nafaka durumu değişebilir. Çünkü verilecek karar iki tarafı da zarara sokmayacak ölçüde olmalıdır.

Kadın isterse her günün   nafakasını o günün akşamı   alabilir. Ama aydan aya alması daya uygun olur.

Adam. Fazlaca Zengin, Kadın da Fakir Olursa s Adam fazlaca zengin olur, kadın da o nisbette fakir bulunursa, adam kendi yediğinden karışma yediriyoraa, nafaka sağlanmış sayı­lır. Ayrıca kadın bir nafaka talep edemez. Çünkü adam zengindir ve evinde kendi durumuna göre, sofra hazırlanmaktadır. Elbise duru­mu da böyle.

Adam fakir, kadın ise zengin olursa, fakirlerin verebileceği na­fakayı vermekle yükümlü sayılır. Bunu da takdir edip kadına teslim eder. Yeterince veremediği takdirde, üzerinde borç olarak kalır. [449]Adam fakir olduğunu iddia edip fakirlerin ödeyebileceği bir na­faka ödemek isterse, onun sözüne itibar edilir.   Ancak kadın onun zengin olduğunu şahitlerle isbat ederse, o takdirde belirlenecek malî durumuna göre hâkim nafaka ta'yin eder. Her ikisi de şâhid göste­rip iddialarını doğrulamaya çalışırsa, kadının şahitlerine itibar edi­lip ona göre hüküm verilir.

Kadın şahit getiremediği takdirde, dâvasına bakılmaz. Yani hâ­kim onun kocasını çağırıp sorguya çekmeye bile lüzum görmez. Ama isterse, bir soruşturma açabilir. Yalnız âdil bir kişinin kadından ya­na gelip şehadette bulunması kâfi değildir. Bunun iki kimse olması gerekir.[450]

 

Kadın Soylu Bir Aileden Olursa :

 

Kadın soylu bir aileden olup daha önce hep hizmetçiler tarafın­dan yemeği hazırlanmışsa, kocasının evine geldikten sonra, isterse yemek pişirmiyebüir. Kocasının durumu müsaitse hazır pişmiş ye­mek te'min eder. Karısını yemek pişirmeye, ekmek hazırlamaya zor­layamaz. Ama kadın böyle bir aileden değil de kendi yemek ve ek­meklerini kendi elleriyle ve emekleriyle hazırlayan bir aileden ise, o takdirde kocasını hazır yemek getirmeğe zorlayamaz. Bizzat geti­rilen pişmedik maddeleri pişirip hazırlamak zorundadır.[451]

Fukahamn çoğuna göre, kadın hangi aileden olursa olsun, diyâ-neten kendi yemeğini hazırlaması vâcibdir. Kocasını bu durumda lüzumsuz masraflara sokması doğru değildir. Nitekim İbn Nüceym de ayni hususu Bahrirâik adlı kitabında açıklamış ve buna hayli yer vermiştir.[452]

 

Kadın Evde Pişirdiğine Karşılık Ücret İsteyebilir Mi?                                      

 

Kocası onu bu va'd ile almış bile olsa, kadının evdeki hizmetine karşılık kocasından ücret talep etmesi caiz değildir. Ancak kocası­nın gereken kap ve malzemeyi alması gerekir.[453]

 

Kadının Hizmetçisi Yemek Pişirmiyecek Olursa, Nafakası Gerekir Mi?

 

Yukarıda belirttiğimiz gibi, zengin bir kocanın karısının nafa­kasını vermekle yükümlü bulunduğu gibi, karısının özel hizmetçisi­nin de nafakasını vermesi gerekir. Ancak hizmetçi yemek pişirmez, ekmek hazırlamaz ve benzeri hizmetlerde bulunmazsa, o takdirde adam onun nafakasını ödemekle yükümlü sayılmaz. [454]

 

Genel Anlam Ve Ölçüde Nafaka Nelerdir?

 

Genel anlam ve ölçüde vâcib olan nafaka, yiyecek, elbise ve ko­nuttur. Yiyecek, un, tuz, su, odun, yağ ve benzeri şeylerdir. Bunun yanında katığa da ihtiyaç vardır, o da günün şartlarına ve kocanın malî durumuna göre ayarlanır.[455]

Ayrıca çamaşır yıkamak, genel temizliği sağlamak, için gereken malzemeyi kocanın te'min etmesi vâcibdir. Bu da daha çok beldenin örf ve adetine göre, ayarlanır.

Sürme, kına, güzel koku ve benzeri süslenmeyle ilgili maddeleri te'min edip almak kocaya gerekmez. Bunları alıp almamakta ser­besttir. Ancak güzel kokulu maddelerden bir şey alması vâcibdir, di­yenlerin görüşü sahihtir. Çünkü kadının aile yapısında buna ihtiyacı vardır.

İlâç ve tedavi ücretleri hakkında farklı görüşler vardır. Fukaha-dan çoğuna göre, bunlar kocaya vâcib değil. Ne var ki bu görüş, ic-tihad devrine göredir. Bugün şartlar çok değişmiştir. O günlerde mahalle tabiblerine gitmek, bitkilerden elde edilen ilâçları kullanmak pek masraflı bir şey değildi. Hatta bunları parasız bile te'min etmek mümkündü. Bugün ise, ilâç ve iedavi başlıbaşma bir masraf ve hattâ problemdir. Bu bakımdan azınlıkta olanların görüş ve içtihadına gö­re amel etmek daha uygundur.

Adam Köye Gider, Karısını Şehirde Bırakırsa : Bu durumda hâkim adamın gıyabinde kadının nafakasını şehir­deki duruma göre karşılamasına karar verebilir.[456]

 

Karısına Nafaka Ayırmadan Sefere Çıkarsa :

 

Adam karısına nafaka ayırmadan   yola çıkarsa, kadın hâkime başvurup kocasının mevcut malından kendisine nafaka ayrılmasını talep eder. Kadının iddiası sübut bulursa, hâkim örfe uygun ölçüde kadına nafaka ayırır. Koca yolculuktan döndüğünde buna itiraz hak­kı yoktur. Ancak hâkim kadına kocası tarafından nafaka ayrılmadı­ğı hususunu tesbitte bir de kadına yemin verir ve bunun için bir de kefil isteyebilir. [457]Sahih olan da budur.

Sefere çıkan adamın geride bıraktığı bir mal yoksa, başkasından kocası adına ödünç almak suretiyle kadının nafakası karşılanmaz. Ancak adamın başkasında alacağı varsa ve bu da kesin olarak bili­niyor veya borçlu bunu ikrar ediyorsa, o takdirde hâkim bu alacakla kadının nafakasını karşılamaya karar verir. Tabii bu arada nafa­kayı iskat edecek bir sebebin aralarında cereyan edip utmediğini be­lirlemek için hâkim kadına yemin verir.[458]

Adam seferden döndüğünde, kadına yeterince nafaka ayırdığını iddia eder ve bunu beyyine ile isbat ederse, o takdirde gıyabında hâ­kim kararıyla kadına .tahsis edilen nafakayı geri alabilir. Kadın onu harcayıp ödeyecek durumda değilse, kefiline tazmin ettirilir.[459]

Adam seferden döndüğünde o kadınla nikâhlı bulunmadığını id­dia edip bu iddiasını yemin etmek suretiyle te'yid ederse, iddiası sü­but bulur ve kadına verilen nafaka geri alınır. Nafaka borçlusundan alınıp verilmişse, o takdirde borçlusuna onu tazmin ettirir. Tabii borçlu da kadına verdiğini alır.[460]

Bunun gibi adam seferden döndüğünde, kadim boşadığını ve iddetinin de sona erdiğini iddia edip bunu beyyine ile isbat ederse, kadın aldığı nafakayı geri verir, vermediği takdirde tazmin edilir. [461]

 

Adam Nafaka Ödemekten Âciz Olursa :

 

Adam nafaka ödeyemez durumda bulunursa, bu yüzden kadın ondan ayrılmak isteğinde bulunabilir. Ancak hâkim diyaneten evli­liklerini sürdürmeleri ve buna sabretmelerini tavsiye eder.

Ama nafaka vermekten âciz olan adam hazır olmayıp da başka yerlerde bulunur, kadın nafakasız bir vaziyette perişan olursa, o tak­dirde hâkime başvurur ve ayrılmasını sağlayabilir. Ancak hâkim on­ların ayrılmasına karar vermeden önce bir bilirkişi ta'yin eder, onun vereceği rapora göre hareket edip karar verir.[462]

 

Hâkimin Takdir Ettiği Nafakayı Adam Vermezse :

 

Kadın hâkime başvurup nafaka talebinde bulunduğunda, hâkim her ay bir miktar nafaka verilmesini hükme bağlar, buna rağmen aradan aylar geçtiği halde adam karısına nafaka vermez ve bu se­beple kadın borca girip geçimini sağlar veya kendi malından harcı-yarak geçinir ve bu esnada ya adam, ya da karısı ölecek olursa, hâ­kimin takdir ettiği ve fakat adamın ödemediği nafaka sakıt olur.

Bunun gibi, ayni durumda olan karı-koca arasındaki ilgisizlik devam ederken adam kadını boşayacak olursa, takdir edilen nafa­ka düşer.

Ama hâkim kadın için nafaka takdir edip kocası ödemediği tak­dirde kocası adına borç ederek geçimini sağlamasını karara bağlar­sa, o takdirde belirtilen nafakayı ödemeden adam ölürse, nafaka sa­kıt olmaz. Çünkü hâkim kararıyla adam adın borçlanılmıştır. Tere­kesinden çıkarılıp borç ödenir. Bu durumda kadın da ölse hüküm yi­ne böyledir. [463]Sahih olan da budur. [464]

 

Peşin Verilen Nafaka':

 

Adam karısına bir aylık peşin nafaka ödedikten sonra ya kendi­si, ya da kadın ölecek olursa, veya adam kadını boşayacak olursa, na­faka geri alınmaz. Bu, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yusuf'a göre­dir.[465]

 

Adam Nafaka Ödemezse :

 

Adam nafaka ödemez, bu yüzden kadın hâkime başvurursa, hâ­kim adamın fakir olduğunu biliyorsa, nafaka vermediği için onu hapsetmez, fakat vermesini tenbih eder. Kadın ikinci ve üçüncü de­fa gelip şikâyette bulunursa, o takdirde, hâkim adamı hapseder. Di­ğer borçları da ödemiyen kimse hakkında ayni hüküm uygulanır. Hapis süresi hâkimin takdirine bırakılmıştır.

Ama adam zengin olduğu halde takdir edilen nafakayı vermez ve bu üç defa şikâyet konusu olursa, o takdirde hâkim onu tutuklar ve nafakayı verinceye kadar tutuklu kalır. Meğerki kadın nafaka­dan vazgeçtiğini gelip beyan ederse, o takdirde hâkim adamı salıve­rir.[466]

Hâkim zengin olan kocayı hapsettikten sonra artık rızası olsun olmasın ortada malı varsa hâkim o maldan kadının nafakasını ayı­rıp verme yetkisine sahiptir. Ancak mevcut malın nafakanın cinsin­den olması gerekir. Aksi halde diğer malı satılıp nafaka ödetilmez. Adamın kendisine emredip o malı satmasını ve karısının nafakasını ödemesini emreder, bu emre uyarsa, serbest bırakılır, uymazsa tu­tukluluğu devam eder. Diğer borçlarda da hüküm böyledir. Bu fetva îmam Ebû Hanife'ye göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre, mevcut malı hangi cinsten olursa olsun satılıp kadının nafakası verilir.[467]

 

MESKEN TE'MÎNİ

 

Adamın karısına konut te'min edip vermesi vâcibdir. Fukahanm çoğuna göre, bu konutta ne erkeğin yakınları, ne de kadının yakın­ları kalabilir. Ancak kadın buna razı olursa, o takdirde caizdir.[468]

Adam karısını mahalleden uzak bir evde yalnız bulundurur, ka­dın da hâkime başvurarak kocasının kendisine eziyet ettiğini, zaman zaman dövdüğünü iddia ederse, o takdirde hâkim kadının mahalle içinde bir eve alınmasını, yani onun için mahalle içinde bir ev tutul­masını emreder. Bununla aralarındaki geçimsizliğin ne derece ger­çek olduğunu mahalle halkının şehr.detiyle tesbite çalışır. Yapılan soruşturma neticesinde kadının iddiası doğru çıkarsa, uyanda bulu­nur. Tekerrür ederse, hâkim adamı hapsedebilir. [469]

 

Kadın, Kayınvalidesi Île Oturmak İstemezse :

 

Kadın oturduğu evde kayınvalidesinden rahatsız olur veya koca­sının ayni evde oturan kardeşleriyle geçinenıez de bundan şikâyetçi olursa, bakılır : Eğer ev büyükse, kadına özel bir kısım ayırılıp ver­mek, diğerleriyle ilgisini kesmek mümkünse öyle yapılır ve bulundu­ğu odanın anahtarı kendisine teslim edilir. Ev buna uygun değilse, kadın ayrı bir ev talebinde bulunabilir ve hâkim, durumu inceler, adamın malî durumu buna elverirse, ayrı bir ev tutmasına karar ve­rir. Adamın malî durumu müsait değilse, yine de buna karar verilir ve bunu te'mine çalışması içirt emredilir. [470]

 

Adam, Karısının Yakınlarının Eve Girmesine Razı Olmazsa :

 

Adam evlendiği karısının ana babasının veya kardeş, teyze ve halâlarının eve girmesine rıza göstermezse, durum ne olur? Fukaha-nın çoğuna göre, kadının ana babasını ziyaretten men'etme hakkı yoktur. Hiç olmazsa haftada bir defa gelip kızlaıını ziyaret edebilir­ler. Ama kadının diğer yakınlarım men'edebilir.[471] Ancak Belh Meşayihine göre, kadının mahremleri sayılan yakınları senede bir defa gelip ziyarette bulunabilirler, adam buna engel olamaz. Fetva buna göredir.[472]

Adam karısının ana - babasını, çocuğunu ve mahremlerini gelip dışarıda görmelerine de engel olamaz.[473] Bu durumda kadın dışa­rı çıkabilir, ancak uzaklara değil.

Bunun gibi kadının başkasında bir alacağı olur, veya çamaşır yıkayıcılık yapar da bu yüzden dışarı çıkması gerekirse, kocası engel olamaz. Farz hac için de kadın izin almadan çıkabilir. Bunun dışın­daki ziyaretler, sünnet ve düğünler için kocasından izin alması ge­rekir.[474]

Vaaz dinlemek için kocası karışma izin verir, bunda bir sakınca yoktur. Ancak vaazeden kimse bir takım hurafeler, bid'aler anlatı­yorsa, o takdirde adamın karısına izin vermesi doğru olmaz. Bunun gibi tarikat meclislerinde sünnete aykırı haller oluyorsa, oraya git­mesine müsaade etmez, ettiği takdirde kendisi de günahkâr olur. Ta­bii bu meclisler sadece kadınlardan meydana gelirse, böyledir. Aralannda erkekler de bulunuyor ve hep birlikte halka kuruyorlarsa, o takdirde kadının o türlü toplantılara katılması haramdır. Kocası izin verdiği takdirde günahkâr olur.

Bunun gibi kadının hamama gitmesine de müsaade edilmez. Te­mizliğini evinde yapar. Ev hiçbir suretle buna müsait değilse, hamam da güvenilir bir semtte ve güvenilir kişilerin vesayeti altında ise, o takdirde güvenilir kadınlarla birlikte gitmesine müsaade edilir.[475]

 

Kadın Hizmetçisi İle Sefere Çıkabilir Mi?

 

Vaaz dinlemek için kocasının izniyle cami' ve mescidlere gidebi­lir. Ancak yanındaki erkek hizmetçisi-veya dinsiz, ateşperest bulu­nan oğlu, süt kardeşi ile sefere çıkması caiz değildir. Damadıyla ko­casıyla sefere çıkmasında bir sakınca görülmemiştir. [476]

 

Kocasının Malım Başkasına Verebilir Mi?

 

Ka an kendine ait maldan fakirlere, muhtaçlara tasaddükta bu­lunabilir. Ayrıca çok yakınlarına, komşularına, yardım edebilir. An­cak kocasının malından -onun iznini almadan- vermesi doğru olmaz. Bunun gibi kocasının müsaadesi olmadığı takdirde nafile oruç tut­ması da uygun görülmemiştir.[477]

 

MU'TEDDE OLAN KADININ NAFAKASI

 

Kocasından boşanıp da- henüz şer'î bekleme süresi sona ermiyen bir kadına mu'tedde denilir. İster ric'î, ister bâin talâkla boşanmış olsun, her iki durumda da nafakaya müstehik sayılır. Boşanıp da hâ­mile bulunan kadının durumu da böyledir. Çünkü doğum yapınca­ya kadar mu'tedde sayılır.[478]

Bu konuda genel kaaide şudur :

Karı kocanın ayrılması, koca cihetinden ise kadına nafaka ver­mesi gerekir. Ayrılma sebebi haklı bir nedenle kadın tarafından ise yine kadına nafaka verilmesi vâcibdir. Ama bir günahtan dolayı ise kadına nafaka verilmesi gerekmez. Kocasıyla mülaanede bulunan kadına da nafaka gerekir. İ'lâ iddetinde bulunan, kocası murted olan, karısının anasıyla cinsel temasta bulunan adama haram olan kadı­na iddet içinde nafaka vâcibdir.

Cinsel iktidarsızlığı sebebiyle kocasından aynlan kadına da id-det içinde nafaka verilmesi gerekir.

Kadın Dinden Dönerse :

Kadın dinden döner veya kocasının oğluyla cinsel temasta bu­lunur veya şehvet ile ona dokunursa, bu yüzden nafakaya müstehik olmaz. Bunda istihsan vardır.[479]

Kadın dinden döner, henüz iddeti bitmeden îslâm'a girerse, ar­tık nafaka gerekmez. Ama kocasına küsüp ayrı durur, bu yüzden kocası onu boşadıktan sonra henüz iddeti bitmeden küsüden vazge­çerse, iddet içinde kendisine nafaka gerekir. Çünkü küsüyü terket-mek, vaki talâkı hükümsüz kılmaz.[480]

 

Kocası Ölen Kadına Nafaka Gerekir Mi?

 

Kocası ölen kadın vâris olduğundan ayrıca kendisine nafaka ve­rilmesi gerekmez. Kadın ister gebe olsun, ister,olmasın farketmez. Çünkü miras, hukukuna göre, kadına, kocasının çocuğu yoksa dört te bir, varsa sekizde bir hisse düşer.[481]

Mu'tedde bulunan, kadın kendisine tahsis edilen evde devamlı oturmayıp, zaman zaman ayrılıp başka taraflara gidiyorsa, o takdir­de nafaka hakkı düşer. [482]

 

Uzun Süre Kocası Gaiblere Karışırsa :

 

Evlendikten sonra kocası ortadan kaybolup uzun süre gaiblere karışır, bu yüzden kadın başka bir erkekle evlendikten sonra birinci kocası çıkagelirse, bu sebeple hâkim kadını ikinci kocasından ayırır ve birinci kocasıyla birleşmesi için iddet beklemesi gerekir. Bu süre İdinde ne birinci kocasının, ne de ikinci kocasının ona nafaka verme­si gerekir, İddeti bitince birinci kocasıyla birleşir.

Adam karısını üç talâkla boşadıktan sonra kadın henüz iddeti bitmeden ikinci bir kocayla evlenir ve hâkim duruma müdahale ede­rek kadını ondan ayırırsa, kadınm nafakası ve konutu birinci koca­sına gerekir. Bu, imam Ebû Hanife'nin görüşüdür. [483]

 

ÇOCUKLARIN NAFAKASI

 

Küçük çocukların nafakası sadece babalan tarafından karşıla­nır, başkası, ona bu hususta yardımcı olup iştirakte bulunmakla yü­kümlü değildir.[484]

Küçük çocuk henüz süt emiyor, anası da ortun babasının nikâh­lısı bulunuyor ve çocuk başkasının göğsünü emiyorsa, o takdirde an­nesi onu emzirmeye zorlanamaz. Ama çocuk başkasının göğsünü em­miyorsa, o takdirde emzirmeye zorlanır. Fetva bu görüşe göredir.

Babası ve çocuğun kendisinin malı bulunmadığı takdirde, her hâl-ü kârda annesi çocuğunu emzirmekle mükelleftir.Kaçmdığı tak­dirde buna zorlanır. Sahih olan tesbit de budur. Fetva da buna göre verilmiştir.[485]

Babanın malı bulunmakla beraber çocuğun da mak varsa, o takdirde annesinden başkasının göğsünü emiyorsa, ücret çocuğun malında i verilir.[486]

Sütanne, ücretle tutulduğunda, isterse günde birkaç defa çocu­ğun evine gelip emzirir, isterse -anne ve babası razı olduğu takdirde-çocuğu kendi evine götürüp emzirir. Bu tamamen karşılıklı anlaş­maya bağlıdır. Sütannenin yapılan anlaşmaya bağlı kalması vâcib-dir.

İmam Muhammed'e göre, ücretle bir ay tutulan sütanne belirli süreyi tamamladıktan sonra artık emzirmek istemez, ama çocuk da bir başkasını emmeyecek olursa, o takdirde o sütannenin ücretle em­zirmeye devam etmesi teklif edilir, kabul ederse, mesele yok; etme­diği takdirde hâkime başvurulur ve emzirmesi te'min edilir.[487]

Rie'î talâkla boşadığı kadını veya bosayıp da henüz iddeti bitmi-yen karışım, çocuğunu emzirmek için ücretle tutması caiz değildir.[488] Ancak bâin talâkla veya üç talâkla mu'tedde bulunan yani he­nüz şer'î belkeme süresi içinde olan karısını ücretle tutup çocuğunu emzirmesini sağlayabilir. Fetva buna göredir.[489]

Kadının iddeti (şer'î bekleme süresi) bittikten sonra, kendi çocu­kunu emzirmek üzere kocası tarafından ücretle tutulursa, bu da ca­izdir. Başka bir kadın da ayni ücretle emzirmek istese bile annesi ter­cih edilir.

Adam nikâhlı karısını veya boşayıp da henüz iddet içinde bulu-Inan kadını, başka bir kadından olan çocuğunu emzirmek üzere üc­retle tutacak olursa, buna cevaz verilmiştir.[490]

 

Çocuk Sütten Kesilince :

 

Çocuk sütten kesildikten sonra hâkim onun babasının malî gü­cüne göre bir nafaka takdir eder ve adamın bu nafakayı çocuğun anasına teslim etmesi gerekir. Ancak anne güvenilir bir kadın değil se, başka güvenilir bir kişiye -çocuğuna harcanmak üzere-, testim edilebilir.

Çocuğun babası çalışıp nafaka vermekten kaçınırsa, hâkim onu buna zorlar. Yani adamın çalışması ve kazancından çocuğunun na­fakasını vermesi gerekir. Aksi halde hapsedilir.[491]

Adam çalışacak durumda değilse, hapsedilmez, ancak çocuğun anası onun adına borç alıp çocuğu besler. Adamın imkânı olunca borcu ödemesi gerekir.

Adamın imkânı bulunduğu halde nafaka vermez, kadın bu yüz­den borçlanıp çocuğun nafakasını karşılarsa, hâkim adamı, borçları ödemesi ve çocuğa muntazaman nafaka vermesi için uyarıda bulu­nur, dinlemediği takdirde hapseder.

Kadın hâkimin takdir ettiği gibi, çocuğun nafakasını karşılamak için borç alır ve adam bu borcu ödemeden ölürse, kadın onun adına aldığı borç nisbetinde malından ayırır, vârisler buna engel olamaz­lar,. Sahih olan da budur.

Ama ne hâkim, ne de adam kadına çocuğun nafakası için borç etmesini emretmemiş, bununla beraber kadın borca girmiş ve koca­sına rücu' edip borcu kapatmasını sağlamadan adam ölürse, o tak­dirde kadın bu borcu onun malından ayırıp veremez. Bunda ittifak vardır.[492]

Çocuk sütten ayrıldıktan sonra kendine ait malı varsa, nafaka­sı o maldan karşılanır. Uygun olan da budur. Ama babası arzu eder­se kendi imkânlarından onun nafakasını karşılıyabilir.[493]

Çocuğun malı kaybolursa, o takdirde babası nafakasını karşılar, mal bulununca bakılır : Hâkim ona çocuğun malı bulununcaya ka­dar nafaka vermesini enıretmişse, o takdirde mal bulununca adam harcadığı nisbette o maldan alabilir- Kendisine bu hususta emir ve-rilmemişse, o takdirde baba olarak kendine düşeni yapmıştır, artık bulunan o maldan harcadığını alamaz.[494]

Çocuğun gelir getiren gayr-i menkulü ya da fazladan elbiseleri bulunursa, baba da buna ihtiyaç duyuyorsa, o takdirde nafakasını karşılamak için o mal ya da elbiseden satılıp harcanır.[495]

Çocuğun babası fakir, babasının babası (dedesi) zengin olur, kendisine ait mal kaybolursa, o takdirde onun nafakası dedesine ait olur. Babası onun dedesinden alıp çocuğa harcar, malı bulununca harcanan kısım ondan çıkarılıp ödenir. Çocuğun mali yoksa, dede­sinden alman miktara, çocuğun babası borçlu olur. İlende eline mal geçerse onu ödemesi gerekir.[496]

Çocuğun babası yaşlı kötürüm olur, çocuğun da malı bulunmaz­sa, o takdirde dedesi onur nafakasını karşılamakla yükümlüdür. île-ride harcadığını kimseden talep etfne hakkına sahip değildir. Çocu­ğun anneannesi zengin olur, babası kötürüm bulunursa, o takdirde anneannesi onun nafakasını karşılamakla yükümlüdür. O da ileride harcadığını bir kimseden talep etme hakkına sahip değildir. [497]

 

Çocuğa Annesi Herkesten Daha Yakındır :

 

Bu bakımdan çocuğun annesi zengin, babası fakir, dedesi de zen­gin olursa, anne kendi malından harcayarak çocuğunun nafakasını karşılamakla emrolunur, bu durumda onun dedesine başvurulmaz.[498]

 

Çocuğun Babası Fakir, Amcası Zengin Olursa :

 

Çocuğun babası fakir, ama amcası zengin olursa, çocuğun nafakasını karşılaması için amcaya emir verilir, sonra babasının duru­mu düzelince kardeşinin harcadığını karşılar.[499]

 

Erkek Çocuklar Çalışacak Duruma Gelirse ?

 

Erkek çocuklar henüz ergen olmadan çalışıp kazanacak duru­ma gelirlerse, babaları onları bir işe verir veya kendi işinde çalıştı­rıp ücretlerini verir. Böylece çocuklar kendi kazançlarıyla geçinme imkânı bulmuş olurlar. Bu daha çok çocuğu küçük yaştan çalışıp kazanmaya, hayat mücadelesi vermeye yöneliktir.

Kız çocuklarına gelince, onlar çalışacak duruma gelseler bile ba­balarının, ücretle onları işte ya da hizmette çalıştırma hakkı yok­tur.[500]

Henüz ergen olmayan çocuklar çalışıp kazandıklarıyla geçin­mekle beraber biraz da artırabiliyorlarsa, babalan onların bu ka­zancını bir yerde muhafaza eder, ergen oldukları zaman kendilerine teslimde kusur etmez. Baba müsrif bir kimse ise, hâkim konuya mü­dahale edip çocukların kazancından. arta kalanı bir yed-i emine tes­lim eder. Çocuklar ergen olunca, yed-i emin onların parasını teslim eder.[501]

Çalışacak çocuklar ilim tahsil ediyorlarsa, o takdirde babaları onları çalıştırmaz, kendi kazancıyla onların nafakasını karşılamaya çalışır.

Kız çocukları ergen de olsalar -evleninceye kadar- nafakaları babaları üzerine vâcibdir. Ancak kendilerine ait malları bulunursa, o takdirde bu yük babalarının üzerinden kalkar.

Ergen olmuş erkek çocukların nafakası babalan üzerine vâcib değildir. Ancak sözü edilen çocuklar bir hastalık ya da illetten dola­yı çalışıp nafakalarını te'min edecek durumda değillerse, o takdirde babaları onların nafakasmı karşılamakla yükümlü sayılır. Çalışma­sını bilmiyen veya çalışıp kazanacak bir iş bulamıyan çocukların da durumu böyledir.[502]

 

Ergen Olmayan Erkek Çocuğun Karısını Kim Beslemekle Yükümlüdür?

 

Ergen olmayan çocuğunu evlendiren baba, onun karısının nafakasını da karşılamakla yükümlü sayılır. Ancak çocuk zengin olur veya kendi durumuna göre bir iş bulup çalışabilirse, o takdirde bu yük babasının üzerinden kalkmış olur. Her şeye rağmen el-Meb'sût sahibi, babanın engel olmayan oğlunun karısının nafakasını vermek­le mükellef bulunmadığını, bu sebeple zorlanamıyacağını, belirtmiş­tir.[503]

 

Ergen Olan Erkek Çocuğun Durumu :

 

Ergen olan erkek evlâdın durumu, farklıdır: Ayakları kötürüm olur veya bir tarafı felçli bulunur veya belinde bir arıza meydana gelir, bundan dolayı çalışamazsa, babası da zengin sayılırsa, o tak­dirde nafakası babası tarafından karşılanır. Babası bundan kaçındı­ğı takdirde, çocuk hâkime başvurur ve hâkim onun müracaatını dik­kate alarak kendisine babası tarafından Ödenmek üzere nafaka bağ­lanır.[504]

 

Adam Yakınlarına Nafaka Ayırmadan Ortadan Kaybolursa :

 

Bu durumda hâkim onun malından ancak, fakir olan ana~baba-sının fakir karısının ve yine mal ve serveti bulunmayan küçük ço­cuklarının nafakasını ayırır. Ergen çocukları, çalışamıyacak durum­da iseler, onların da nafakasını ayırması gerekir. Bunun dışında di­ğer yakınlarına ,-îakir ve muhtaç da olsalar- adamın malından na­faka ayrılmaz.

Adam karısının veya çocuklarının yanma nafaka cinsine giren-maî bırakmışsa, o takdirde hâkime başvurmalarına gerek yoktur; mevcut maldan ihtiyaç nisbeti harcıyabilirler.

Malım başkasının yanma bırakmışsa, o takdirde hâkimin emriy­le nafaka o maldan çıkarılıp verilebilir ve emanetçi buna zâmin ol­maz. Ama halcimin emri olmaksızın verirse, o takdirde zâmin olur.[505]

 

Çocuklarının Yanma Gayrimenkul Bırakırsa :

 

Adam gideceği zaman karısının veya çocuklarının yanına satıl-mıyacak bir mal bırakırsa, o takdirde o malın satılıp nafaka olarak harcanması doğru olmaz. Ancak küçük çocukların ihtiyacı varsa, o takdirde malın cinsine bakılmaksızın satılıp harcanır. Fakir olan ba­ba ise, evlâdının menkul mallarını satabilir, akar olan gayr-i men­kullerini satamaz. Bunda istihsan vardır. Ancak gaib olan evladı ergen değilse, o takdirde akarım da satabilir. Bu/îmam Ebû Hanîfe'-nin görüşüdür.

Baba Gurbette Ölmüşse :

Baba gurbette ölmüşse, o takdirde gelişigüzel bir nafaka dağıtı­mına gidilmez, gerek küçük çocukların, gerek ana babasının, ge­rekse karısının nafakası, herbirlerine düşen senimden çıkarılıp ve­rilir.[506]

 

ZEVİL-ERHAM'IN NAFAKASI

 

Zengin evlâd, ister müslüman. olsunlar, ister gayr-i müslim va­tandaş olsunlar ana-babasınm nafakasını vermekle zorlanır. Anne-baba bu durumda ister çalışacak kudrette bulunsunlar, ister bulun.-masınlar fark etmez.

Bu husustaki zenginliğin ölçüsü, zekâtta olduğu gibi, nisab mik­tarına sahip olmakto.

Zengin evlâd erkek ile kızlardan meydana gelirse, o takdirde eşit şekilde' ana-babalarının nafakalarını karşılarlar. Miras taksiminde olduğu gibi, ikili birli bir nisbete başvurmazlar. Fetva buna göredir.

Fakir olan babanın oğullarından biri oldukça zengin, diğeri ise sadece nisab miktarına sahip bulunuyorsa, o takdirde babalarının nafakası eşit biçimde ikisi tarafından karşılanır. Çünkü nisab mikta­rına sahip olan oğul da zengin sayılır. Oğullardan biri Müslüman, di­ğeri zimmî (gayr-i müslim vatandaş) olsa, hüküm yine böyledir.[507]

 

İki Oğlundan Biri Nafaka Vermiyecek Olursa :

 

Fakir ve muhtaç durumda olan ana-babanm nafakasını zengin sayılan iki oğlundan biri verir, diğeri vermiyeçek olursa, hâkim, ve­ren oğlanın sözü edilen nafakanın tamamını karşılamasını emreder ve sonra harcanan miktarın yarısını diğer oğlandan alıp ona verir.[508]

 

Zengin Evlâd Üvey Annesinin Nafakasını Vermek Zorunda Mıdır?

 

Zengin olan evlâdı ancak öz anne ve bablannın nafakasını kar­şılamakla yükümlü bulunur. O halde fakir olan üvey annelerinin nafakası onlara vâcib değildir. Bunun gibi, karısının anası da fakir olursa, sadece karısının nafakasını karşılaması gerekir, kayınvalide­sinin değil...

Evlâd babasının nafakasını karşılamakla yükümlü bulunduğu gi­bi, babası yaşlılık ya da bir hastalıktan dolayı kendine bakamadığı için bir hizmetçi tutarsa, o takdirde onun da nafakası adanîın zengin oğullarına vâcib olur.[509]

 

Ana Ve Babası Fakir Olan Evlâd İkisinin Nafakasını Karşılıyamazsa :

 

Erkek evlâd, fakir olan ana-babasmdan ancak, birinin nafakası­nı karşılıyabiliyorsa, o takdirde anneye öncelik tanınır, yani nafaka hususunda babaya tercih edilir.

Adamın bir fakir küçük evlâdı, bir de fakir babası bulunur, bun­lardan ancak birisinin nafakasını karşılıyacak malî güce sahip olur­sa, o takdirde evlâdı babasına tercih edilir.

Erkek evlâd fakir olan ana-babasmın nafakasını karşılayacak güce sahip değilse, o takdirde, ana-babasını mümkünse yanına alır ve hep birlikte mevcut ne varsa onunla geçinmeğe çalışırlar.[510]

 

Baba Bekâr Olup Evlenme İhtiyacı Duyarsa :

 

Erkek evlâd zengin olur da babasının nafakasını karşılar, ama bu arada babası evlenme ihtiyacı duyarsa, o takdirde mali imkânları nisbetinde önu evlendirmesi gerekir. Evlendirme imkânı yoksa, bu vücub kalkar.

Erkek evlâd fakir olur, ama günlük masrafını kazanacak du­rumda bulunur, babası da yaşlı bir halde hayatta olursa, bu durum­da bir nafaka ayrılmaz, evlâd babasına günlük yediğinden yedirme­ğe çalışır.[511]

 

Babasının Babası Fakir Olursa :

 

Erkek evlâdın babası hayatta olmaz da dedesi hayatta bulunur ve aynı zamanda fakir durumda olursa, o takdirde torununa onun nafakasını karşılaması vâcib olur. Fakir değilse, hiçbir şey gerek­mez. Anne tarafından olan dedesi hakkındaki hüküm de böyledir:

Bunun gibi adamın baba ya da ana tarafından fakir ninelerinin de nafakaları ona vâcibdir.   Fakir olmadıkları takdirde   bir şey gerekmez. Tabii bu durumda da adam onlara nafaka verecek malî gü­ce sahip bulunursa da yedirmekle yetinir.[512]

 

Fakir Olan Zevcenin Nafakası :

 

Fakir olan zevcenin nafakasını karşılamada hiçbir yakını onun kocasına yardım etmekle yükümlü tutulmaz. Buna. bir misal vere­lim : Adamın durumu iyi olur, ama kansı fakir bulunursa, ayrıca kadının oğlunun durumu da iyi olursa, o takdirde nafakası sadece kocasına vâcibdir, oğlu bu hususta babasına iştirak etmez.[513]

Fakir adamın zengin bir babası, bir de zengin torunu (oğlunun oğlu) bulunursa, bu durumda nafakası babasına aittir.

Yine aynı adamın zengin bir kızı, bir de zengin torunu (oğlunun oğlu) bulunursa, nafakası kızma vâcib olur.

Fakir adamın zengin kızının kızı veya kızının oğlu ve bir de ba-ba-ana bir erkek kardeşi bulunursa, nafakası torununa gerekir.

Görülüyor ki, nafaka konusunda miras derecesi dikkate alınmı­yor. Bazı meselelerde ise miras nisbeti dikkate almıyor. Buna bir mi­sal verelim : Fakir adamın zengin bir dedesi, bir de oğlunun oğlu bu­lunursa, miras hissesine göre, nafakası ikisine gerekir. Yani altıda birini dedesi, geriye kalanını torunu karşılar.

Fakir adamın zengin bir kızı, bir de ana-baba bir kızkardeşi bu­lunursa, nafakası kızına gerekir.

Aynı adamm zengin bir Hırisyiyan oğlu, bir de zengin bir Müs­lüman erkek kardeşi bulunursa, nafakası oğluna gerekir. Burada mi­ras hususunda her ne kadar mal kardeşine kalsa bile, nafaka husu­sunda oğlu yükümlü tutuluyor.

Adamın zengin bir annesi, bir de zengin dedesi (babasının ba­bası) bulunursa, mirastaki hisselerine göre, nafaka vermeleri gere­kir. Yani üçte bir annesine, üçte iki dedesine gerekir.

Bunun gibi fakir adamın zengin bir annesi ve zengin bir baba -ana bir kardeşi veya kardeşinin oğlu, ya da baba ana bir amcası bu­lunursa, nafakası bunların mirastaki hisselerine göre, verilir. Yani annesi üçte birini, kardeşi veya "kardeşinin oğlu ya da amcası üçte ikisini karşılamakla yükümlü tutulur.

Adamın zengin bir dedesi, bir de ninesi bulunursa, nafakası bun­lara gerekir. Adamın zengin ana-baba bir amcası ve bir de halası bulunursa, nafakası amcasına gerekir. Bunun gibi ana-baba bir am­cası bir de dayısı bulunursa, yine nafakası amcasına gerekir. Ama adamın ana-baba bir halâsı ve bir de ana-baba bir dayısı bulunursa, o takdirde nafakası bu ikisine gerekir : Üçte ikisini halâsı, üçte biri­ni dayısı öder.[514]

Adamın ana-baba bir sayılan bir dayısı, bir de ayni ölçüde tey­zesi bulunursa, nafakası bu ikisine gerekir -. Dayısına üçte ikisi, tey­zesine üçte birini vermek düşer.

Adamın ana-baba bir zengin dayısı, bir de ana-baba bir amcası­nın oğlu bulunursa, nafakası sadece dayısına gerekir. Halbuki mi­rasta dayı değil, amca çocuğu hak sahibidir.[515]

Fakir adamın üç tane farklı cihetten kardeşi bulunursa, nafa­kası ana-baba bir kardeşiyle, ana bir kardeşine -mirastaki hisseleri nisbetinde- gerekir.

Adamın, yani kadının kocasının bir amcası, bir halâsı, bir de teyzesi bulunursa, nafakası amcasına gerekir. Amca fakir ise, halâsı ile teyzesinin nafaka vermeleri gerekir.

Bu husustaki genel kaide şudur :

Kim mirasın tamamını almaya hak kazanıyorsa, fakir olduğu takdirde ölü mesabesinde kabul edilir ve kadının nafakası geriye ka­lan yakınlarına gerekir. Buna bir misal verelim ; Çalışıp kazanmak­tan âciz bir adamın yine çalışıp kazanmaktan âciz fakir bir oğlu var veya oğlu henüz küçük yaşta bulunuyor ve ayrıca adamın, birisi ana-baba bir, birisi yalnız baba bir, birbirisi de yalnız ana bir olmak üzere üç kardeşi varsa, oğlu ölü mesabesinde sayılır. Halbuki mira­sın tamamım alacak durumdadır. Adamın-nafakasının altıda birini ana bir kardeşi, altıda beşini ana-baba bir kardeşi karşılar. Mirasta >aldıkları hisse dikkate alınarak bu taksim yapılmıştır.                      

Fakir ve aynı zamanda çalışıp kazanmaktan âciz olan adamın birisi ana-baba bir, birisi yalnız anabir, birisi de yalnız baba bir üç tane kızkardeşi bulunursa, nafakasının beşte üçünü ana-babe. bir kızkardeşi, Deste birini bababir kızkardeşi, beşte birini de ana bir kız kardeşi karşılar. Bu da mirastaki paylarına orantılıdır.[516]

 

Baba İle Oğul Nafaka Konusunda İhtilâfa Düşerse :

 

Babası fakir olduğunu iddia ederken, oğlu onun zengin olduğu­nu söylerse, babası iddiasını isbat edemediği, yani beyyine ile doğ­ruluğunu kanıtlamadığı takdirde, oğlunun sözüne itibar edilir.[517]

 

Babası Muhtaç Olduğu Halde Oğlu Nafaka Vermezse :

 

Babası çok fakir ve âciz olduğu halde oğlu ona nafaka vermez ve onu zorlayıp nafakayı alacak hâkim de bulunmazsa, o takdirde baba kendisine yetecek kadarını oğlunun malından çalabilir. Hâkim varsa, çalması günah kabul edilir, durumunu hâkime bildirmesi ge­rekir.[518]

Babasının sadece oturacak bir evi ve binecek bir hayvanı bulu­nur, başkaca bir geliri olmazsa, o takdirde oğlunun onun yiyecek ve giyeceğini karşılıyacak kadar nafaka vermesi gerekir. Ancak baba­sının oturduğu ev büyük olup ihtiyaç fazlası bir bölümü bulunuyor­sa, o zaman fazla kısmı satıp geçinmesi gerekir.[519]

 

DİNLERİ AYRI OLANLARIN NAFAKA DURUMU

 

Dinleri ayrı olanlar birbirine nafaka vermekle yükümlü sayıl­mazlar. Ancak karı koca, evlad ile ana babası, torun ile dedeleri, to­run ile nineleri arasında dinleri ayrı da olsa- nafaka hükmü aynen câridir.

O halde Hıristiyan olan bir kimseye, Müslüman fakir kardeşinin nafakasını vâcib değildir. Bunun aksi de vâcib değildir. Yani Müs­lüman bir kimseye, Hıristiyan olan fakir kardeşinin nafakası gerek­mez.[520]

 

Dar-İ Harpte Bulunan Ana-Babamn Nafakası :

 

Ana-baba dar-i harp (gayr-i müslim bir ülke) de bulunursa, dar-i İslâm'daki oğulları onların nafakasını karşılamaya zorlanamaz. An­cak kendi rızalarıyla verirlerse, buna da engel olunmaz. Ana-baba îslâm ülkesine iltica da etseler, hüküm yine böyledir.[521]

Bunun gibi, ana-baba îslâm ülkesinde oturur, oğullan ise dar-i harpte oturur, ancak İslâm ülkesine sığınırsa, yine de ana babasının nafakasını vermek için zorlanmaz.

Gayr-i müslim vatandaşlar arasındaki nafaka hükmü, Müslü­manlar arasında câri olan hükme göredir.[522]

Gayr-i müslim vatandaş İslâm'a girer, karısı ise Kitap Ehlinden , değilse, birbirinden ayrılmaları sağlanır ve kadının nafakası ona gerekrnez. Yani iddet içinde bulunan o kadına adam nafaka vermekle t yükümlü sayılmaz. Ama kendi arzusuyla verirse, buna da engel olun­maz.                                                                                                     

Ama kadın İslâm'a girer, kocasıyla bu yüzden ayrılırlarsa, adam İslama girsin girmesin, iddet içinde bulunan karısına nafaka ver­mesi gerekir.[523]

 

Köle Ve Cariyelerin Nafakası :

 

Köle ve cariye ister sıhhatli, ister hasta, ister kör ve sakat, ister­se çalışacak durumda olsunlar, nafakaları efendilerine vâcibdir. Ver­mediği takdirde hâkim zorla ahp köle ve cariyelerin yiyecek, giye­cek ve mesken ihtiyaçlarını karşılar.

Bugün artık köle ve câriye kalmadığına göre, bu konu üzerinde fazla durmamıza gerek görmüyoruz.[524]

 



[1] Nisa Sûresi, Ayet: 21.

[2] Ebû Dâvud - Hâkim: îbn Ömer (RA.) 'dan.

[3] Ebû Dâvud – Nesâi.

[4] Eshab-ı Sünen - Tirmizi - Hadistin Hasenün, demiştir.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/21-22.

[5] Bahririk tbn Nüceym - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[6] El-Kafî -. Hakim-i Şehîd - El-Mervezî.

[7] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/22-23.

[8] Fethü'l-Kadîr - Kemal b. Hümam.

[9] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/23.

[11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/23.

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/23-24.

[13] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[14] El-Hidaye - Merğinani - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[15] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[16] Tatarhaniyy.

[17] EzZahîre - Burhaneddin Mahmud.

[18] El-Bedayi' – Kâsanî.

[19] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

[20] El-Mebsut - Şemsü'l-Eimme Serahsü.

[21] Siracü'l-Vehhac - Şemsül-Eimme Halvanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/24-25.

[22] El-Kâfi - Hakim-i Şerhi Merkezî.

[23] Hulu,   genellikle bir ivaz kaışıhğında meydana gelen talaktır.

[24] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/25-26.

[25] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/26.

[26] El-Hidâye – Merğinanî.

[27] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/26-27.

[28] Şerh-i Tahavî - Fetâvâ-yi Kindiyye.

[29] El-Mebsut - Şemsü'l-Eimme Serahsî.

[30] Et-Tebyin – Zeylaî.

[31] Şerhu Camii's-Sağir – Kaadıhan.

[32] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/27-28.

[33] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[34] El-Bedayi' – Kâsanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/28.

[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/28-29.

[36] Ebû Dâvud - Tirmizî - îbn Mâce : Ebû Hüreyre (R.A.) 'den.

[37] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[38] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/29-30.

[39] Fethü'l-Kad'r - Kemal b. Hümam - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/30.

[40] El-Cevheretü'n-Neyyire - Fetâvâ'yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/30.

[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/30-31.

[42] Tatarhaniye - Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/353.

[43] El-Muhiıt - Radıyüddin Serahsî - Fetâvâ-yi Hinidyye.

[44] Kitabu'l-Fıkhi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 4/284.

[45] Fethü'l-Kadîr - Kemal b. Hümam.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/31.

[46] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/31.

[47] Şerh-i Tahavî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/31-32.

[48] Bahriraik - tbn Nüceym - Fetava-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/32.

[49] Tatarhaniyye - El-Mebsut - Şemsu 1-Eimme Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/32.

[50] Ma'racü'd-Dİraye - Fethü'l-Kadir - Kemal îbn Hümam.

[51] El-Mobsut - Şemsûl'-Eimme Serahsî.

[52] El-Hidaye = Merğinanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/32-33.

[53] Ez-Zahîre – BurhaneddinMahmud.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/33.

[54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/33.

[55] El-kenz Burhaneddin Mahmut.

[56] Et-Tebyin-  Zeylar.

[57] El-İhtiyar.

[58] Fetâvâ-yi Hindiyye.

[59] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[60] El-Bedayi' – Kâsanî.

[61] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[62] Fetâvâryi Kaadılıan.

[63] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmut.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/34-37.

[64] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/37.

[65] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/37.

[66] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[67] Fetâvâ-yi Kadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/37-38.

[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/38.

[69] Fetava-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/38.

[70] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[71] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanl.

[72] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/38.

[73] Fethül-Kadîr - Kemal İbn Hümam.

[74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/38-39.

[75] Fetavâ-yi Hindiyye.

[76] El-Muhit - Radıyüddin Serâhsi - Fetava-yi Hisndiyye.

[77] Fetavâ-yi Kaadıhan.

[78] Ez-Zahire - Burhaneddin Mahmud.

[79] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[80] Tatarhaniyye.

[81] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[82] Bahrirâik - tbn Nüceym.

[83] El-Hulaaa -. Fetâvâ-yi Hindiyye.

[84] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[85] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[86] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[87] El-Muhit - Radıyüddin Serahi.

[88] El-Hulasa - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[89] Tatarhaniyye -. Fetâvâ-yi Hindiyye.

[90] El-Muhit - Radiyüddin Sarahsi (Teşkik-Î Tahyîr Bahsi).

[91] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

[92] El-Muhit - Radiyüddin Serahsî.

[93] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani - El-Cevheretü'iı-Neyire.

[94] El-Kâfî - Hâkim-i Şehîd Mervezâ.

[95] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[96] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani.

[97] Siracü'lVehhac - Fethü'l-Kadîr - Kemal İbn Hümam.

[98] Et-Tebyîn – Zeylaî.

[99] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[100] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/39-43.

[101] El-Muhit - Radiyüddin Serahsi - Fetâvâ-yi Htndiyye.

[102] Fetâvâ-yi Hindiyye.

[103] El-Muhlt - Radıyüddin Serahsi.

[104] Gayetü's-Sürucî - El-Mebsut - Şemsü'l-Eimme Serahsî.

[105] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[106] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn Hümam.

[107] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[108] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[109] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/43-45.

[110] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[111] Tatarhaniyye - El-Hidâye – Merğinanî.

[112] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[113] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[114] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

[115] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[116] El- Kâfi - Hâkim-i Şehid Mervezî.

[117] El-Muhit - Radıyüddin Serahs.

[118] Bahr-i Râik - tbn Nüceym.

[119] El-Muhit - Radıyüddin Seralısî.

[120] El-Muhît - Radıyüddin Serahaî.

[121] El-Hidıye . Merginani.

[122] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[123] El-Muhit - Radıyüddih Serahsi.

[124] Ez-Zabife - Burhaneddin Mahmud.

[125] El-Kafî Hâkim-i Şehîd Mervezi.

[126] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[127] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/45-50.

[128] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî - Fetftvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/50.

[129] Fethül-Kadir - Kemal tbn Hümam - Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[130] Muhtarü'l-Fetâvâ"- Fetava-yi Hindiyye.

[131] El-Bedayi' Kâsanî.

[132] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[133] El-İhtiyar Şarhül-Muhtar.

[134] Et-Tebyîn – Zeylaî.

[135] El-Hidaye – Merğinani.

[136] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'1-Eünme Halvanî.

[137] Fetâvâ-yi Kaadriıan - Fetavü-yi Hindiyye.

[138] Fetâvâ-yi Kaadüıan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[139] El-Bedayi' „ Kâsani.

[140] Et-Tebyîn  Zeyîai.

[141] El-Muhit - Radiyüddin Serahsi.

[142] Fetavâ-yi Kadıhan.

[143] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyyo.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/50-54.

[144] El-Hidaye – Merginani.

[145] Siracü'I-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[146] El-Muhit - Radıyüddîn Serahsî.

[147] El-Cevheretü'n-Neyy ire.

[148] Bahrirâik - İbn Nüceym - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[149] El-Cevheretü'n-Neyyİre.

[150] Siracü'l-Vehhac Şemsü'lEimme Helvana.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/54-56.

[151] El-Cevheretü'n-Neyyire.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/56.

[152] El-Kâfi- Hâkim-i ŞehldMervezi.

[153] Şerhü'l-Vikâye - Fetâfâ-yi Hindİyye.

[154] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[155] Mi'racti'd-Diraye.

[156] El-Bedayi' , Kâsanî.

[157] Bahrİrâik - îbn Nüceym.

[158] El-Muhit - Radıyücidin Serahsî - Fatâvâ-yi Hindiyye.

[159] Fetavâ-yi Kaadıhan.

[160] Siracû'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[161] El-Hulasa - Fetava-yi Hindiyye.

[162] Fetavâ-yİ Kaadıhan.

[163] Mecmu'un-Nevazil , Hızanetü'l-Fıkıh - Ebu Leys Semerkandî.

[164] Mi'racû'd-Diraye = Fetâvâ-yi Hindiyye.

[165] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

[166] El-Muhit - Radıyüddîn Serahsî.

[167] El-Hulasa - Fetâva-yi Hindiyye.

[168] Tatarhaniyye -. Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/56-62.

[169] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/62.

[170] Bahrirâİk - Ibn Nüceym.

[171] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/62-63.

[172] Fetâva-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[173] El-Hulâsa - El-Mebsut - Şemsü'lEimme Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/63-64.

[174] Fetavâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[175] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/64-65.

[176] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[177] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[178] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/65.

[179] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/65-66.

[180] Bedayiu's-Sanayi' - Kasani : 2/336.

[181] Bedayi'us-Sanayi' - Kasani ; 2/336.

[182] Bedayiu's-Sanayi1 - Kasanı: 2/337.

[183] Bedayiu's-Sanayi' - Kasani: 2/337.

[184] Bedayiu's-Sanayi' - Kâsani: 2/337.

[185] Bedayiu's-Sanayi' - Kasam : 2/337.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/66-68.

[186] Fetâvâ-yi Bezzaziyye : 1/524 - Bahrirâik : 3/36.

[187] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/68-69.

[188] Kitabul-Fıkhı Aiâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/272.

[189] Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibl, Arbaa : 4/272.

[190] Kitabu'l-Fıkhı Ala'l-Mezahibi', Arbaa : 4/375.

[191] Bezzaziyye : 1/531 - 532 - Fethü'I-Kadir : 3/118.

[192] Bahriraik - îbn Nüceym ; 3/360.

[193] Fetavâ-yi Hindiyye : 1/410.

[194] Fetavâ-yi Hindiyye : 1/393 - Bahriraik : 3/335.

[195] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/69-73.

[196] El-Cevheretü'n-Neyyire - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[197] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'I-Eimme Halvanî.

[198] Et-Tebyîn – Zeylâi.

[199] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[200] El-îhtiyar Şerh-i Muhtar - El-Musili.

[201] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/73-74.

[202] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/74.

[203] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/74.

[204] El-Bedayi' = Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/74.

[205] Fetava-yi Htadiyye.

[206] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanl.

[207] El-Bedayi' – Kâsanî.

[208] El-Muhit - Radıyüddin Serahsİ.

[209] Siracü'l-Vehhac - Şemsül-Eimme Halvanî.

[210] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[211] El-Hidâye , Merğinani.

[212] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/74-76.

[213] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[214] Fetavâ-yi Kaadıhan.

[215] El-Muhit -. Radıyüddin Serahsi.

[216] Nehrü'l-Faik - İbn Nüceym - Et-Tecnîs – Hâherzade.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/76-77.

[217] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Etanme Halvanî.

[218] Mi'racü'd-Diyare -- Fetavâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/77.

[219] El-Muhit -. Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/77-78.

[220] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/78.

[221] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/78.

[222] Fetava-yi Kaacbhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/78.

[223] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/78.

[224] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[225] Fetava-yi Kaadıhan.

[226] En-Nihaye - Fetavâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/78-79.

[227] El-Bedayi -. Kâsanî -. Fetavâ-yi Hindiyye.

[228] Et. Tebyin – Zeylai.

[229] El-Bedayi' – Kasanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/79.

[230] Et-Tebyîn - Zeylai - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[231] Fetâvâ-yiy Kaadıhan.

[232] El-Kâfi - Hakim-i Şehîd Mervezi.

[233] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî - Fetavâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/79-80.

[234] Timurtaşi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/81.

[235] El-Bedayi' – Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/81.

[236] Siracü'l-Vehhac - Şemsül-Eimme Haİvanî.

[237] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/81.

[238] Ez-Zahire - Burhaneddin Mahmud.

[239] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[240] EI-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[241] El-Hidâye - Merğinani - Fetâvâ-yi Hîndiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/82.

[242] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/82-83.

[243] Tepyînül-Hakayik – Zeylai.

[244] El-Cevheretü'n-Neyyire - Fetavâ-yi Hilndiyye.

[245] Fethü'l-Kadîr - Kemal İbn Hümam.

[246] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[247] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/83-85.

[248] EI-Hidâye – Merğinani.

[249] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/85.

[250] El-Hidâye - Merğinanî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[251] Bahrirâik - İbn Nüceym.

[252] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/85.

[253] Mi'racü'd-Dirâye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/86.

[254] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn Hümam.

[255] El Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[256] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/86-87.

[257] El-Hidâye - Merğinanî - El Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/87.

[258] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/87.

[259] Bahrirâik - Ibn Nüceym - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/87.

[260] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/87.

[261] El-Muhit - Radiyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/88.

[262] Fazla bilgi içn bak : Rur'ân Ahkâmı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Fark­ları: C. 1, S. 237 - Celâl YILDIRIM - Bahar Yayınevi – İstanbul.

[263] Ahmed Bin Hanbel: Hz. Ali (RA.)'den.

[264] Tirmizi : Câbir b. Abdülah (R.A.) dan.

[265] İbn Mâce.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/88-90.

[266] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâ,va-yi Hindiyye.

[267] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/90.

[268] El-Kâfi - Hâkim-i Şehîd Mervezi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/90-91.

[269] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[270] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/91-92.

[271] El-Bedayi'- Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/92-93.

[272] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/93-94.

[273] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/94.

[274] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/94-95.

[275] Fethü'lKadir - Kemal îbn Hümam.

[276] Et-Tebyin - Zeylai - Fetâvâ-y i Hindiyye.

[277] Şerh-i Câmü's-Sağîr – Kaadıhan.

[278] El-Bedayi' - Kâsani - El-Hidâye – Merğinanî.

[279] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi - El-Bedayi' – Kasanı.

[280] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/95-96.

[281] El-Hidâye – Merğinani.

[282] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/96.

[283] Fethü'l-Kadir - Kemal tbn Hümam - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[284] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/96.

[285] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/96-97.

[286] El-Hidâye - Merğinani - El-Bedayi1 – Kâsanî.

[287] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[288] El-Cevheretü'n-Neyyire.

[289] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[290] El-Cevheretü'n-Neyyire - Fetavâ-yi Hindiyye.

[291] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[292] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/97-98.

[293] Fetâvâr-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/98.

[294] Fetâva-yi Kaadılıan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/98.

[295] Siracül-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/99.

[296] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/99.

[297] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetavâ-yi Hindiyye.

[298] El-Cevheretü'n-Neyyire.

[299] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn Hümam.

[300] Nehr-i Faik - îbn Nüceym.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/99.

[301] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/100.

[302] Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Bedayi' – Kâsanî.

[303] Fetâvâ-yi Hindiyye - Gâyetü'l-Beyân.

[304] Şerh-i Tahavî.

[305] Gâyetü'l-Beyân - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[306] Cevheretü'n-Neyyire.

[307] Tatarhaniyye.

[308] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/100.

[309] Şerh-i Tahavî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/102.

[310] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani.

[311] Bahr-i Râik - îbn Nüceym.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/102.

[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/102.

[313] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/102-103.

[314] Nûr Sûresi, Âyet: 7.

[315] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/103.

[316] Fazla bilgi için bak. : Tefsir-i Kurtubî - İbn Cerîr Taberî - Ibn. Kesir - Ebû'l-Fidâ.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/103-104.

[317] El-Kâfî - Hâkim-i. Şehîd El-Mervezî.

[318] El-Mubit - Radıyüddîn Serahsî.

[319] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/104.

[320] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/104.

[321] El-Bedayi' - Kasanı - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[322] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvaiü.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/104-105.

[323] Gayetü'l-Beyan - Fetavâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/105.

[324] El-Bedayi' – Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/105.

[325] Siracü'l-Vehhac - Semsü'l-Eimme Halvanî.

[326] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/105-106.

[327] El-Bedayi' – Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/106.

[328] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/106.

[329] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/106.

[330] Fetâvâ-yi Hindiyye.

[331] El-Hidâye – Merğinanî.

[332] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/106.

[333] El-Bedayi' – Kâsanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/106-107.

[334] Fetâvâ-yi Kerhi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[335] Fetâvâ-yi Kerhi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/107.

[336] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/107.

[337] Şerh-i Camü'l-Kebir -El-Hasîrî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[338] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'.l-Einune – Halvanî.

[339] Gaayetü's-Süruci - Fetâvâ.-yi Hindiyye.

[340] Gaayetu s-Sürucî - Fetavâ-yi Hindiyye.

[341] El-Hidâye - Merğinanî - El-Mebsut - Şemsül-Eimme Serahsî.

[342] El-lhtiyar Şerhü'l-Muhtar – Musuli.

[343] Et-Tahrir - Şerhu Telhîs'l-Câmi'i-Kebîr.

[344] El-Mubit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/107-109.

[345] En-Nihaye - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[346] Bahr-i Râik - İbn Nüceym.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/109.

[347] El-Bedayi -. Kasanı.

[348] Siracül-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî - El-Hidâye – Merğinani.

[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/109-110.

[350] Şerhu Câmii's-Sağır ~ Kaadıhan.

[351] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[352] Et-Tebyin - Zeylai - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[353] El-Bedayi – Kâsanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/110-111.

[354] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/111.

[355] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/111.

[356] Et-Teby İn Zeylai - Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/524.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/111.

[357] Fetâvâ-yi Kadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/111-112.

[358] Mi'racü'd-Diyare - Fetâvâ-yi Kadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/112.

[359] El-Kafî - Hakim-i Şehit el-Merkezî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/112.

[360] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/112.

[361] El-Mebsut - Şemsü'l-Eimme Serahsİ - Siracü'l-Vehhac - Semsüll-Eimme Halvanl.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/113.

[362] El-Bedayi' - Kâsanî - Fetâvâ-yi Hindiyyo.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/113.

[363] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[364] Bahr-i Râik - İbn Nüceym.

[365] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[366] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[367] Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/113-114.

[368] El-Bedayi' Kâsaiü.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/114-115.

[369] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/115.

[370] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/115.

[371] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/115.

[372] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/115.

[373] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[374] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[375] Nükaye - Sadru'ş-Şerîa Ubeydullah.

[376] Gayetü's-Sürucî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[377] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî.

[378] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[379] Fetâvâ-yi' Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[380] Mi'racü'd-Diraye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/116-117.

[381] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[382] El-Kâfi - Hâkim-t Şehîd Mervezi.

[383] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[384] El-Bedayi' – Kasanı.

[385] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/117-18.

[386] El-Hidâye – Merginani.

[387] EI-Bedayi' – Kâsanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/118-119.

[388] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/119.

[389] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/119.

[390] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[391] Efendisine çocuk doğuran câriye.

[392] El-îhüyar Şerhü'l-Muhtar - El-Musuli.

[393] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/119-121.

[394] El-Hidâye = Merğrnani.

[395] Bu örfe ve bazı akiflara dayalı bir ictihaddır.

[396] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/121-122.

[397] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/122.

[398] Fetâvâ-vi Hindiyye.

[399] El-Kâfi    HAkim-i Şehid Ei-Mervezî.

[400] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/122.

[401] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/122-123.

[402] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/539.

[403] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/123.

[404] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/123.

[405] El-Yenabi' - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[406] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/123.

[407] El-Kâfî - Hâkim-i Şehîd El-Mervezî.

[408] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/124.

[409] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/124.

[410] El-Kâfî - Hâkim-i Şehid El-Mervezî - Bahrirâik - İbn Nûceym.

[411] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/124.

[412] Nehr-i Faik - İbn Nüceym.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/124.

[413] El-Ayni Şerhü'1-Kenz - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/125.

[414] Fethü'l-Kadir - Kemal tbn Hümanı.

[415] El-thtiyar Şerhü'l-Muhtar - El-Musuİî.

[416] El-Bedayi1 - Kâsani - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[417] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[418] El-Hidaye . Merğinanî.

[419] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/125-126.

[420] Et-Tebyin - Zeylaî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/126.

[421] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/126.

[422] Fethü'l-Kadîr - Kemal îbn Hümam.

[423] Tatarhaniyye - Fetavâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/126-127.

[424] El-Bedayi' – Kasani.

[425] El-Bedayi1 – Kasanî.

[426] Bahrirâik - İbn Nüceym.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/127-128.

[427] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/128.

[428] Fetavâ-yi Kaadıhan - Fetava-yi Hindiyye.

[429] El-Cevheretü'n-Neyyire.

[430] Tatarhaniyye - Fetava-yi Hindiyye.

[431] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/128-129.

[432] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/129.

[433] Fetava-yi: Kaadıhan - Fetava-yi Hindiyye.

[434] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/129.

[435] Bak El-CevHeretü'n-Neyyire.

[436] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/129-130.

[437] Fetavâ-yi Kaadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/130.

[438] El-Bedayi' – Kâsanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/130.

[439] Et-Tebyîn – Zeylaî.

[440] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/131.

[441] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[442] El-Bedayi1 – Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/131.

[443] El-Cevheretü'n-Neyyire - Fetava-yi Kaadıhan.

[444] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/131-132.

[445] Ez-Zahire - Burhaneddin Mahraud.

[446] El-Bedayi;' – Kâsanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/132.

[447] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/132.

[448] El-Muhit - Radıyüddin Serahsİ - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[449] Et-Tebyin – Zeylaî.

[450] Fetâvâ-yi Kaadihan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/132-133.

[451] Fetâvâ-yi Hindiyye.

[452] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/133-134.

[453] El-Bedayi' Kâsani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/134.

[454] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/134.

[455] Tatarhaniyye - Fetâ-vâ-yi Hindiyye - Fethü'l-Kadîr.

[456] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi - El-Kinâye - Fetavâ-yi Kaadıhan.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/134-135.

[457] Fetâva-yi Kaadıhan - Fetavâ-yi Hindiyye.

[458] El-Cevheretü'n-Neyyire.

[459] El-Bedayi1 – Kâsanî.

[460] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi Hidiyye.

[461] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/135-136.

[462] Fetâva-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/136.

[463] Hakim-i Şehid el-Mervezî - Fetavâ-yi Hindiyye.

[464] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/136.

[465] Nehrü'1-Fâik - îbn Nüceym.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/136.

[466] Fetâvâ-yi Kaadıhan - El-Bedayi' – Kâsani.

[467] El-Bedayi1 – Kasanı.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/137.

[468] El-Ayni Şerhü'1-Kenz.

[469] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/137.

[470] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/138.

[471] Gaayetü's-Sürucî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[472] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[473] El-Hidâye , Merğinanî.

[474] Fethü'l-Kadîr - Kemal îbn Hümâm.

[475] Fetâvâ-yİ Hindiyye - Fethü'l-Kadir - Kemal îbn Hümâm.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/138-139.

[476] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/139.

[477] Fetâv-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/139.

[478] Fetâvâ-yi Kaadıhan.

[479] El-Bedayi' – Kâsanî.

[480] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/139-140.

[481] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[482] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/140.

[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/140.

[484] El-Cevheretü'n-Neyyire.

[485] Fetâvâ-yi Kaadihan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[486] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

[487] Fetâ.vâ-yi Hindiyye : 1/561 - Mekteb-i îslâmiyye.

[488] El-Kâfi - Hâkim-i Şehid El-Mervezî.

[489] Cevâhir-i Ahlatî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[490] El-Hidâye – Merğinani.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/141-142.

[491] El-Muhit - Radiyüddin Serahsî.

[492] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

[493] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[494] Siracü'l-Vehhac - Şemaü'l-Einune Hatvanî.

[495] Ez-Zahire - Burhaneddin Mahmud.

[496] Fetavâ-yi Kaadıhaa – Kudurî.

[497] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/142-143.

[498] Ez-Zahîre . Burhaneddin Mahmud.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/143.

[499] El-Hulasa - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/143-144.

[500] El-Hulasa - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[501] El-Muhit - Kadıyüddin Serahsi.

[502] Fetava-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/144.

[503] Fazla bilgi için bak: El-lhtiyar Şerhü'l-Muhtar.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/144-145.

[504] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/145.

[505] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/145.

[506] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/.

[507] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/145-146.

[508] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/146.

[509] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/146.

[510] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/147.

[511] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/.

[512] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi - Fetâvft-yi Hindiyye.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/147-148.

[513] El-Bedayi' – Kâsaiü.

[514] Fetâvâ.-yi Hindiyye.

[515] Şerh-i Tahavî.

[516] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/148-150.

[517] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/150.

[518] Bahrirâik - İbn Nüceym - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[519] Ez-Zahîre - Burhaneddin Mahmud.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/150.

[520] El-Hidâye = Merğinanî.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/150.

[521] El-Muhit = Radıyüddin Serfthst.

[522] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.

[523] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/150-151.

[524] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/151.

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.01 saniye 14,865,930 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024