VASİYETLER.. 3
Vasiyetin Rüknü : 3
Vasiyet Müstehabdır : 3
Vasiyetin Şartı : 3
Malın Ne Kadarı Vasiyet Edilebilir?. 3
Az Malı Bulunan Kişinin Vasiyeti : 3
Hiç Vârisi Bulunmayan Kişinin Vasiyeti : 4
Vârise Vasiyet Caiz Midir?. 4
Kendisine Vasiyet Yapılanın Durumu : 4
Vârislerden Bir Kısmı Vasiyeti Red, Bir Kısmı Uygun
Görürse : 4
Kaatil İçin Vasiyet : 4
Kaatil Çocuk Ya Da Deli Olursa : 4
Kadın Keskin Bir Aletle Adamı Yaralarsa : 4
Mirasçının Oğluna Vasiyet Caiz Midir?. 5
Canlı Bir Hayvan Îçin Vasiyet : 5
Gayr-İ Müslim Vatandaşa Vasiyet : 5
Murtedde Vasiyet Caiz Midir?. 5
Bıraktığı Mal Ancak Borçlarını Karşılarsa : 5
Çocuk Ve Delinin Vasiyeti Caiz Değildir : 5
Vasiyetten Vazgeçmek Caiz Midir?. 6
Bu Manayla Vasiyet Dört Kısma Ayrılır : 6
Vasiyet Ettiği Malı Sattıktan Sonra Tekrar Alırsa : 6
Vasiyet Anlamına Gelen Sözler : 7
Lüks Sayılacak Bir Kefen Vasiyet Etmek : 7
Beni Evinmin Önünde Veya Bahçemde Gömün Diye Vasiyet
Etmesi : 8
Falan Adam Namazımız! Kılsın : 8
Malının Üçte Birini Müslümanlara Kefen Alınmasına
Vasiyet Ederse : 8
Zinet Eşyamla Veya En Güzel Elbisemle Beni Defnedin
Diye Vasiyyette Bulunursa : 8
Kabrinin Sıvanmasını Vasiyet Ederse : 8
Kur'ân Okutulmasını Vasiyet : 8
Mevcut Kitaplarının Toprağa Gömülmesini Vasiyet Ederse
: 9
Bir Cami'ye Sarf edilmek Üzere Yapılan Vasiyet : 9
Kendi Adına Allah Yolunda Savaşa Çıkanlara Verilmek
Üzere Vasiyette Bulunursa : 9
Gayr-i Müslimlerden Fakir Çocuklara Harcanmak Üzere
Vasiyet : 9
Kilise ve Havra Yapılması İçin Vasiyet : 9
Mutlak Anlamda Vasiyet : 9
Ekili Tarlanın Toprağını Vasiyet Ederse : 9
Atını Veya Silâhını Vasiyet Ederse : 10
Câmi'lerde Okunmak Üzere Mushaf Alınıp Konulması
Vasiyet Edilirse : 10
Malının Üçte Birini Allah Yolunda Harcanmak Üzere
Vasiyet Ederse : 10
Malımı Hayırlı İşlerde Harcayın : 10
Vasiyetin Hükümsüz Kalması : 10
İşaretle Vasiyette Bulunmak : 10
Felçli, Yatalak Ve Çok Yaşlı Kimsenin Vasiyet Ve
Bağışlan : 10
Vasiyetten Sonra Aklî Dengesi Bozulursa : 11
BİRÇOK ŞEYLERİ BİRDEN VASÎYET ETMEK.. 11
Hacc Îçin Yapılan Vasiyet : 12
Hısımlara, Komşulara, Yetimlere Ve İlim Ehline
Verilmek Üzere Yapılan Vasiyetler : 12
Ev, Bağ, Bahçe Ve Benzeri Şeyleri Vasiyet Etmek : 13
VASİLİĞİ KABUL ETMEK.. 14
Vasinin Vasiyeti Kabul Etmesi : 14
Vasinin İstifa Etmesi : 15
Vâsi Fâsık Olursa : 15
Harbî Ya Da Zimmî Vasî Ta'yin Edilebilir Mi?. 15
Birden Fazla Vasî Ta'yin Etmek : 15
Hasta Bulunan Kimse Oğlunu Vasî Ta'yin Ederse : 16
Musînin Vasî Ta'yin Edilmesi : 16
Bir Cemaati Birden Vasî Ta'yin Etmek : 16
Birden Fazla Vasinin İhtilafa Düşmesi : 16
Yetimlerin Birden Fazla Vasileri Bulunursa : 17
VASİYET ÜZERİNDE ŞEHADET. 17
Miras bölümünde bu
konuya kısmen dokunmuş bulunuyoruz. Ancak fukaha bunun önemini dikkate alarak
ayrı bir bolümde belirtmeyi uygun görmüşlerdir. Biz de onların bu görüşüne
uyarak tamamını miras bölümünde belirtmedik, onu özel bir bölüm haline
getirmeyi uygun gördük.
Vasiyet : îslâm
Şeriatına göre, ölümden sonraya yönelik teberru = bağış yolu bir temliktir. Bu,
bir ayn olabileceği gibi, bir menfaat de olabilir.
Şu kadar mal veya
paramı falan kişiye verilmek üzere vasiyet ettim veya falan kişiye vasiyet
ettim, demesidir.
Vasiyet eden kişinin
üzerinde zekat, namaz, oruç, hac ve benzeri Allah'a ait bir borç yoksa, vasiyet
etmesi müstehabdır. Bu tür
borçlar varsa, o takdirde vâcibdir.
Vasiyete, kendi için
vasiyet yapılan kişinin kabulü şarttır. Öyleki, vasiyet eden kişi ölünceye kadar
o kimse kendisi için yapılan vasiyeti ya açık, ya da delâleten reddetmemis.se,
bu bir kabul sayılır. Vasiyet eden henüz ölmeden, kendisi için vasiyet yapılan
kimse ya açık ya da delâleten bunu reddetmişse, yapılan vasiyet huküm-
süz kalmıştır. Bu
bakımdan vasiyeti yapan ölünce vârisleri reddedilen o vasiyeti artık yerine
getirmezler.
Vasiyeti kabul ise,
vasiyet edenin ölümüyle gerçekleşir. Yani o rihe kadar bir red sözkonusu
değilse, vasiyet edenin ölümüyle yap-İı vasiyet kabul edilmiş olur.
Vasiyet edenin temlike,
kendisi için vasiyet edilenin de temellü-3 ehil olmaları ve yapılan vasiyetin de
temlike kabiliyetinin bulun-tası şarttır. Aksi halde yapılan vasiyet
geçersizdir.
Bunu bir iki misal ile
açıklıyalım :
Kaybolmuş bir malın
vasiyet edilmesi, temlike kaabiliyeti olma-an bir maldır. Akli dengesi yerinde
olmayanın vasiyeti veya aklî engesi bozuk olan kimse için vasiyet edilmesi ise,
vasiyet edenin ve :endisi için vasiyet edilenin temlik ve temellüke ehil
olmadıklarına aisaldır.
Ölümünden sonra yerine
getirilmek üzere yapılacak bir vasiyet, çişinin malının üçte birini açmamalıdır.
Yani bir kimse ancak mah-ıın üçte birini vasiyet edebilir. Fazlasını vasiyet
etmesinin geçerliği, rârislerinin iznin© bağlıdır.
Bu bakımdan fukaha
vasiyet konusunda şu hükmü tesbit etmişlerdir : Mahn üçte birinden azını
vasiyet etmek müstehabdır. Bu, vasiyet edenin ister fakir, ister zengin
olmasına bağlı bir sınırlama değildir. Herkes için geçerli olan bir istihbab
kapısıdır.
Fakir sayılacak kadar
az bir malı olan kimsenin varisleri bulunuyorsa, o takdirde hiç vasiyet
etmemesi daha uygundur. Çünkü varisleri aç ve perişan bırakıp başkasına yardım
elini uzatmak, fazilet değildir. Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bu hususta
uyarılan vardır.
Mah çok olup zengin
sayılan kişilerin de en çok mallarının üçte birini vasiyet etmeleri mümkündür.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, fazlasını vasiyet etmeye yetkili ve me'zun
değildir.
Yapılan vasiyetin de
bir hayır ve iyilik anlamı taşıması şarttır. Günahı gerektiren konular için
yapılan vasiyet, Allah katında bir serdir.
Hiçbir vârisi
bulunmayan zengin bir kimse malının tamamını vasiyet edebilir ve devlet hazinesi
buna müdahale yetkisine sahip değildir. Yani bu hususta Beytü'1-Malm iznine
başvurmasına gerek yoktur. Kendi malında -varisleri olmadığına göre- her türlü
tasarrufa sahiptir.
Allah her hak sahibinin
hakkını belirlemiştir. Bir kişi öldüğünde terikesi Allah'ın belirlediği ölçüde
mirasçıları arasında taksim edileceğinden, bir vâris için vasiyet etmek, doğru
değildir. Ancak di-, ğer vârisler bu vasiyeti uygun görüp kabul ederlerse,
geçerlik kazanır, uygun görmedikleri takdirde, hükümsüz kalır.
O halde bir kimse
ölmeden önce hem kendi vârisine, hem de bir yabancıya vasiyet ederse, öldükten
sonra yabancı hakkındaki vasiyeti -malının üçte birini aşmıyorsa- geçerlik
kazanır. Vârisi hakkındaki vasiyeti, diğer varisler tarafından uygun görülürse
geçerlik kazanır, aksi halde hükümsüz kabul edilir. Vasiyet eden ölmeden önce,
mevcut vârislerin yapılan vasiyeti uygun görüp görmemeleri bir hüküm taşımaz,
ancak vasiyet eden murisleri öldükten sonraki icazetleri hüküm taşır.
Kendisine vasiyet
yapılan kişinin durumu, vasiyeti yapanın ölümü anındaki durumuyla anlam taşır.
Vasiyet eden ölmeden önce vârisi bulunan kardeşine vasiyet eder, fakat ölmeden
önce bir oğlu doğarsa, o takdirde kardeşine yaptığı vasiyet geçerlik kazanır.
Çünkü oğlu yokken kardeşi vâris idi, vârise ise vasiyet doğru değildir. Ama bu
arada bir oğlu doğunca, kardeşi vâris olmaktan düştü, o nedenle de kendisi için
yapılan vasiyet geçerlilik kazandı.
Bunun aksini düşünecek
olursak :
Adamın bir oğlu
bulunduğu halde kardeşine vasiyet etti, kendisi ölmeden önce oğlu öldü. Bu
durumda kardeşi için yaptığı vasiyet geçersiz kalır. Çünkü oğlunun ölmesiyle
kardeşi vâris durumuna geçmiş oluyor, vârise ise vasiyet yapılmaz.
Adam ölmeden önce ya
bir yabancıya malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmiş, ya da
vârislerinden birine vasiyette bulunmuşsa, öldükten slonra onun bu vasiyetini
vârislerinden bir kısmı red, bir kısmı da uygun bulursa, o takdirde, uygun
bulanlara düşen hisse nisbetinde geçerlik kazanır, red edenlerin hisselerine
nisbetle düşer.
Kaatil için vasiyet
caiz değildir. İster kasden, ster hataen öldürmüş olsun, farketmez. O halde bir
kimse kendi vârisine veya bir yabancıya vasiyet ettikten sonra o vâris ya da o
yabancı tarafmdan-ya kasden ya da hataen öldürülürse, yapılan vasiyet hükümsüz
kalır. Ancak İmam A'zam Ebû Hanîfe'ye göre, diğer vârisler bu vasiyeti geçerli
sayarlarsa, o takdirde yerine getirilir. İmameny ise buna muhalefet etmişlerdir.
Adam küçük oğluna veya
deli bulunan bir vârisine veya yabancı küçük bir çocuğa ya da deliye vasiyette
bulunduktan sonra o çocuk veya deli tarafından öldürülürse, vârisler buna
icazet vermese-ler bile yapılan vasiyet geçerli sayılır.
Bir kadın keskin bir
alet veya keskin olmayan başka bir aletle bir adamı yaraladıktan sonra adam
ölmeden ona vasiyet eder ve evlenir, sonra da Ölürse, kadın ne mirasçı olur, ne
de kendisi için yapılan vasiyete hak kazanır. Ancak mehr-i mislini alır.
Mirasçının oğlu ona
vâris olmadığına göre, onun için vasiyet etmesi caizdir. Bunun gibi, kendisini
öldürenin babasına da vasiyet caizdir, çünkü o kaatil değil, kaatilin
babasıdır. Aynı zamanda kaati-lin oğluna da vasiyet etmesi caiz kabul
edilmiştir.
Adam ölmeden önce,
«falan adamın atına veya öküzüne yedirilmek üzere şu kadar para vasiyet ettim»
derse, öldükten sonra bu vasiyet geçerli sayılır ve yapılan vasiyet at veya öküz
sahibine teslim edilir. At ve öküz öldüğü takdirde vasiyet de hükümsüz kalır.
Bunun gibi, at veya öküz sahibi onu sattığı, yani başka bir adamın malı olduğu
takdirde de vasiyet hükümsüz kalır. Çünkü yapılan vasiyet hayvanla sahibi
arasındaki bağlantıyla ilgili bulunuyordu. Bu ilgi kalkınca, vasiyet de hükümsüz
duruma gelir.
Müslüman kimsenin
gayr-i müslim vatandaş için, gayr-i müslim vatandaşın da müslüman için vasiyeti
sahihtir, geçerlidir. Ama
müslümanm harbî (= gayr-i müslim bir ülkede yaşıyan kimse) için vasiyeti caiz
değildir. O halde bir müslüman,
darü'l-harbde bulunan bir harbî için vasiyette bulunursa, varisler bunu uygun
görseler bile geçerli kabul edilmez. Harbî kendisine yapılan vasiyeti almak
üzere eman dileyerek îslam ülkesine geçse, yine de vasiyet ona verilmez. îsterse
vârisler o vasiyeti uygun görmüş olsunlar, hükmü değiştirmez.
Vasiyet eden Müslüman
da dar-i harbde, kendisi için vasiyet edilen harbî de dar-i harpte bulunursa,
yapılan vasiyet geçerli olur mu? îlim adamlarının bunun geçerliği hakkındaki
görüşleri farklıdır.
Harbi, eman dileyerek
îslâm ülkesinde bulunuyor ve bir müslüman onun için vasiyet ediyorsa, o
takdirde yapılan vasiyet terike-nin üçte birinden geçerlidir. Bu hususta
vârislerin icazetine başvurulmaz, ancak yapılan vasiyet terikenin üçte birini
aşıyorsa, o takdirde icazetlerine başvurulur.
Bunun gibi, İslâm
ülkesinde bulunan bir harbiye sadaka da verilebilir.
Bilindiği gibi,
murtedd, dinden dönen kimseye denilir. Bu durumda olan bir kimseye vasiyet
yapmak caiz değildir, yapılsa bile geçerli kabul edilmez.
Bir kimse borçlu olduğu
halde vasiyette bulunursa, ölünce bakılır : Bıraktığı mal borçlarına yetiyor
mu? Yetiyorsa, olduğu gibi borçları ödenir ve vasiyeti yerine getirilmez.
Borçlardan sonra bir şey artarsa, o takdirde artan kısmın üçte birinden geçerli
olur. Varisler icazet verdiği takdirde, üçte birini aşarsa yine yerine
getirilir. Ancak alacaklılar alacakanndan vazgeçerlerse, o takdirde vasiyeti
yerine getirilir.
Çocuk temyiz çağına
girmedikçe, yaptığı vasiyet geçerli sayılmaz. Deliren kimsenin de vasiyeti caiz
değildir. Ancak ölmeden önce aklı yerine gelir de vasiyet yaptıktan sonra
ölürse, o takdirde geçerli kabul edilir.
Geveze alaycının,
zorlananın ve bir de yanlışlıkla söyleyenin vasiyeti sahih değildir. Ciddi olup
hür ve akıl bulunanın vasiyeti ancak geçerlidir.
Kanunen tasarruftan
men'edilen çocuğun temyiz çağında da bulunsa vasiyeti kıyasen caiz değildir.
Yolda kalmış, evinden ve malından uzakta olan kimsenin vasiyeti ise caizdir.
Ancak çocuk vasiyet
ettikten sonra ergenlik çağına girer ve yaptığı vasiyeti geçerli kabul ederse,
o takdirde caiz olur ki aslında bu yeni bir vasiyet sayılır.
Ana rahmindeki çocuk
için vasiyet etmek caizdir, eğer vasiyet tarihinden itibaren altı aya varmadan
doğarsa böyledir. Daha geç doğarsa, yapılan vasiyet geçerli değildir. Çünkü bu
çocuğun ondan olup olmadığı kesin değildir.
Ana rahminde bulunan
çocuk için vasiyette bulunduktan sonra adam ölür, kadın da bir ay sonra ölü bir
doğum yaparsa, vasiyet geçerli olmaz. Ama diri doğduktan sonra ölürse, vasiyet
geçerlidir, te-rikenin üçte birinden çıkarılıp anasına, yani vârislerine
verilir.
Ana rahmindeki çocuğu
vasiyet yapıldıktan ve adam öldükten sonra kadın kısa bir süre sonra ikiz
doğurur. Her ikisi de diri doğar, ancak biri ölürse, vasiyet nasıl taksim
edilir? Yapılan vasiyet ikiye ayrılır, yarısı diri kalan çocuğundur, yarısı da
ölen çocuğun varislerinindir.
Bir kimse önce vasiyet
ader, sonra henüz ölmeden o vasiyetinden vazgeçerse, bu caizdir ve geçerlidir,
Ancak bu vazgeçmek sözlü mü olmalıdır, yoksa delâleten de olabilir mi? Her ikisi
de mümkün ve caizdir. Sarih biçimde sözlü olarak «Ben yaptığım vasiyetten
vazgeçtim» demesi kâfidir. Delâleten vazgeçmek ise, vazgeçtiğine delâlet eden
bir davranışta bulunmasıdır.
Birincisi : Hem söz,
hem davranış bakımından feshettiği ihtimalini taşır. İkincisi : Sadece söz
bakımından feshettiği ihtimali taşır. Üçüncüsü : Yalnız fiil cihetiyle fesh
ihtimali taşır. Dördüncüsü her iki cihetle de fesh ihtimali taşımaz.
Birinci şekil, belli
bir mal veya parayı vasiyet ettikten sonra, «vasiyeti feshettim» veya
«vasiyetimden döndüm» demesidir. Fiil cihetiyle de o malı satması ve o parayı
harcayıp tüketmesidir. İkinci şekil, sadece sözlü olarak feshi mümkündür,
fiilen mümkün değildir : Malının üçte birini veya dörtte birini vasiyet etmesi gibi. Bu öldükten
sonraya yöneliktir. Aynı
zamanda belli bir mal veya belli nis-bette bir para da değildir. O takdirde «Bu
vasiyetimden vazgeçtim veya onu feshettim» demesi kâfidir ve bu fesh sadece
sözlüdür. Üçün-3iı sekil, sadece fiilen vazgeçilir, yani feshedilir, sözlü
olarak değil. Vasiyet ettiği bir malı, hiçbir şey söylemeden satması gibi.
Dördüncü şekil, vasiyet ettikten sonra ne sözlü, ne de fiili bir vazgeçme
durumu olmayanıdır.
Bir kimse belli bir
malı vasiyet ettikten sonra satar veya birine bağışlar, sonra pişman olup geri
alırsa, vasiyet hükümsüz kalır.
O halde vasiyet edilen
bir koyunu boğazlayıp yemesi vasiyetten dönüş kabul edilir. Onun yerine başka
bir koyun vasiyet olarak verilmez. Çünkü belli bir koyunu belirlemiş ve sonra
da onu boğazla-mıştı, artık başkası onun yerine geçmez.
Aima vasiyet ettiği
elbiseyi yıkatması, bir dönüş sayılmaz. Falan kimse için yapmış olduğum
vasiyetin tamamı hararadır veya faizdir, demesi bir rücu' anlamına gelmez. Ancak
«Yaptığım vasiyetimin tamamını ibtal ettim veya tamamı hükümsüzdür, boştur.»
derse, o takdirde hükümsüz kalır.
Vasiyeti yaptıktan
sonra geciktirdim, demesi dönüş sayılmaz. Ama «onu terkettim» demesi dönüş
sayılır. Yani vazgeçmiş kabul edilir.
Bunun gibi, «falan
adama vasiyet ettiğim şu kadar malımı veya şu binamı, falan adam için vasiyet
ediyorum, onun değil bunun olacak şekildeki ifadeler de ilk vasiyetten rücu'
sayılır.
Vasiyet ettiği ikinci
adam hayatta değilse, birinci vasiyet geçerli sayılır. Vasiyet ettikten sonra o
ikinci adam ölürse, bu durumda vasiyet edenin ölümü onun ölümünden sonra meydana
geldiğinden her iki vasiyet de hükümsüz kalmıştır. Vasiyete konu olan mal
olduğu gibi vasiyet edenin varislerine kalır.
Ölümünden sonra falan
adama verilmek üzere bir miktar külçe halindeki altını vasiyet ettikten sonra
onu kuyumcuya götürüp bir takım zinet eşyası haline getirirse, bu vasiyetten
rücu' ettiğini gösterir ve ona göre işlem yapılır. Yani altını zînet eşyası
haline getirdikten sonra ölürse, artık o eşyalar vasiyet edilen kişiye değil,
vasiyet edenin varislerine intikal eder.
Tarlasını veya boş bir
arsasını vasiyet ettikten sonra o tarlada ekin ekerse, bu rücu' sayılmaz. Ama
ağaç, bağ ve benzeri şeyler dikerse, bu vasiyetten rücu' sayılır. Vasiyet
ettiği boş arsa üzerine bina ve benzeri bir şey yapması da rücu' anlamına
gelir.
Bunun gibi bağındaki
taze üzümü veya tarlasındaki henüz yeşil bulunan buğdayı veya kümesindeki
yumurtaları birisi için vasiyet edip kendisi henüz ölmeden üzüm olgunlaşıp kuru
üzüm haline getirilir, başaklar kuruyup biçilir ve yumurtalar kuluçkaya
bırakılarak civciv olursa, yapılan vasiyet hükümsüz kalır. Çünkü bu
değişiklikler vasiyetten rücu' anlamına gelir.
Ama bunlar vasiyet
edenin ölümünden sonra değişikliğe uğrarsa, vasiyet muteber sayılır ve vasiyet
edilen kişilere verilir.
Birisine «sen benim
ölümümden sonra vekilimsin» derse, bu vasiyet anlamına gelir, o nedenle adam
vekil değil, vasî sayılır.
Bunun aksine «Benim
hayatımda sen vasisin» derse, bu vekâlet anlamına gelir. O nedenle adam onun
vasisi değil, vekili kabul edilir. Çünkü kişi hayatta iken vasisi olmaz, vekili
olur.
«Vasim olman üzere sana
üçbin lira ücret verdim» derse, şart hükümsüzdür; üçbin lira ise vasiyet olarak
caizdir.
«Sizler şâhid olun ben
falan adam için bin lira vasiyet ettim ve falan adam için de vasiyet ettim onun
benim malımda bin lirası var-dir», derse, birinci sözü muteber bir vasiyettir;
ikinci sözü ise ikrardır, yani o adama bin lira borçlu bulunduğunu ikrar etmesi
anlamı-nadır.
«Malımdan onbin lira
falanadır» derse, bu ikrar değil vasiyet kabul edilir. Bunda istihsan vardır.
Yani kıyasa pek uygun değildir.
Ölüm hastalığında
kardeşine «Falan adamı ücretle tut da benim vasiyetimi infaz eylesin, yerine
getirsin» derse, kardeşi onun vasîsi olur, tabii kabul ettiği takdirde.
«Ben öldüğümde cenazemi
falan yere nakledin ve şu yerde de malımın üçte birinden bir hastane yapın»
dedikten sonra vefat ederse, hastane hakkındaki vasiyeti vasîsi tarafından
aynen yerine getirilir. Sözünü ettiği yere cenazesinin nakliyle ilgili vasiyeti
geçerli sayılmaz. Vasî bu vasiyeti yerine getirir de hayli masraf yapar,
varisler ise buna razı olmazsa, vasi yaptığı masrafları kendisi öder. Ama
vârisler buna izin verirlerse, o takdirde vasî o vasiyeti de yerine getirir.
Zengin bile olsa, öldükten sonra kabrinin mermer ve benzeri şeylerle
yapılmasını ve gereken tezyinatın yerine getirilmesini vasi-ı
yet ederse, bu tür vasiyetler -gereksiz harcamaya yol açtığından
batıldır, hükümsüzdür, yerine getirilmez.
Öldükten sonra ta'ziye
için gelenlere yemek verilmesini vasiyet ederse, fakih Ebû Cafer'e göre : Onun
bu tür vasiyeti, malının üçte birinden karşılanmak kaydiyle caizdir. Uzun
mesafeden gelenlerle cenaze evinde bazı hizmetlerden dolayı uzun süre kalanların
hazırlanan yemeklerden yemeleri helâldir. Tabii ölenin terikesinin üçte birini
aşmıyorsa, aksi halde vârislerin iznine başvurulur. Bu hususta, yani ölü evinde
yemek yiyecekler hususunda fakirle zengin arasında bir ayrım yapılmaz.
İhtiyaç fazlası yemek
hazırlanırsa, fazla kısmına vasî zamın olur. Çünkü gereksiz bir harcama
tazminatı gerektiren hususlardandır.
«Ben öldükten sonra
gelenlere ve çevrede oturanlara üç gün yemek verin» diye yapılan bir vasiyet de
geçersizdir. Çünkü İslâm'da böyle bir sünnet yoktur. Vârislere intikal edecek
malı gereksiz yere harcamak anlamındadır.
Zengin de olsa,
normalin üstünde bir kefen vasiyet etmemelidir. Çünkü bunlar arızi şeyler.
Aslolan güzel ameller, üstün meziyetlerle kabrin içini süslemek, oraya
sönmeyecek bir meş'aîe götürmektir. Kabrin üstünün mermer veya benzeri şeylerden
yapılıp süslenmesi İslâm nazarında bir değer taşımaz. Çünkü Allah şekillere ve
mallara değil, kalblere ve amellere bakar.
Bu bakımdan lüks
sayılacak evsafta bir kefen vasiyet eden kimsenin bu vasiyeti yerine
getirilmez. Yani vasisi olan kişi bu tür vasiyetleri yerine getirmekle mükellef
değildir, aynı zamanda yetkisi de yoktur.
Fukahanm çoğuna göre,
adam nasıl bir kefen vasiyet ederse etsin, emsaline ve örfe uygun bir kefene
sarılarak defnedilir.
Kadın da
hastalandığında kocasına, üzerinde borç kalan mehri-ni tamamen kefene
sarfetmesini vasiyet ederse, onun da bu vasiyeti hükümsüzdür, yerine getirilmez,
emsaline uygun bir kefen yapılır.
Bu tür vasiyetler de
geçersizdir. Çünkü bir Müslümanın dindaşlarına ait bir kabristanda gömülmesi
hem sünnet, hem onun için daha hayırlıdır. Ancak evimi kabristan olmak üzere
vasiyet ettim, der ve orası kabristan olmaya elverişli bulunursa, vasiyetine
itibar edilir. Aksi halde değil.
Falan adam namazımı
kılsın veya kıldırsın, diye yapılan vasiyetler de muteber doğildir. Bu bakımdan
ehil olan herhangi bir adam onun cenaze namazını kıldırabilir. Bunda bir sakınca
yoktur. Hattâ el-Hulasa adlı kitapta bu tür vasiyetlerin sahih olmadığı
belirtilmiştir.
Zengin bir adam malının
üçte birini Müslümanların kefen ihti-tiyacmı veya onların kabirlerini
hazırlatmayı veya defin masraflarını karşılamayı belirterek vasiyet ederse, bu
vasiyet hükümsüz kabul edilir. Ama bunu fakir müslümanlarm kefenlenmesi,
kabirlerinin hazırlanması için vasiyet edecek olursa, bu geçerli sayılır.
Bu ve benzeri
vasiyetler de sünnete aykırı olduğundan yerine getirilmez. Vârisler istese bile,
bu caiz değildir. Yapılacak tek şey, emsaline uygun bir kefen ile defnedilmesini
sağlamaktır.
Kabrinin iç veya
dışının sıvanmasını veya kabrinin üzerine kub-bemsi bir şeyin yapılmasını veya
mermerden bir dış kabir yapılmasını vasiyet ederse, bunların hiçbiri caiz
değildir. Vasisi bulunan kişi bu tür vasiyetleri yerine getirmez.
Ancak gevşek bir
arazide kabri canavarlardan korumak için sıvamak ta bir sakınca yoktur.
Kızma veya oğluna elli
bin lira verip, «bununla ben öldüğümde kabrimi imar et, beşbin lirasını kendine
harca ve geriye kalanıyla buğday alıp fakirlere dağıt» diye vasiyet ederse,
Fakîh Ebu'l-Ka sım'a göre, vârisi için vasiyet ettiği beşbin lira hükümsüzdür.
Çünkü vârise vasiyet yapılmaz. Sonra kabrine bakılır, sünnete uygun bir onarıma
muhtaçsa ona göre, sarfedilerek onarılır. Geriye kalan paranın tamamı fakirlere
sarfedüir.
Adam hastalanınca, «Ben
öldükten sonra bir kimseye şu kadar para verip kabrim üzerinde Kur'ân okutmanızı
vasiyet ettim» derse, bu vasiyet hükümsüzdür.
Çünkü bu gibi
hususlarda Kur'ân-i bir geçim vasıtası haline getirmemek lâzım. Aksi halde bu
bir âdet haline gelir de bir kısım insanlar işini gücünü bırakıp ölülere Kur'ân
okumayı meslek edinir ki bu Sünnet-i
Rasûlüllah'a aykırıdır.
Ancak tanıdığı bir
kişinin kendisi için Kur'ân okumasını vasiyet ederse, o kimse bir ücret
almaksızın Kur'ân okuyabilir.
Kitaplar bilindiği
gibi, okunup yararlanmak içindir. O bakımdan
bir kimse «Ben öldükten sonra kitaplarımı da bir yere gömün» diye '
vasiyet ederse, onun bu vasiyeti caiz değildir,' yerine getirilmez. Ancak o
kitaplarda toplumun ahlâkını bozan, inançları zayıflatan, nesli bozan
düşünceler varsa, o takdirde vasiyet yerine getirilir. Bunda dinen bir sakınca
yok, belki sevap vardır.
Cami ve mescidlere
sarfedilmek üzere yapılan vasiyetler caizdir. Adam öldükten sonra vasiyet
ettiği para câmi'lerin aydınlatma temizletme ve benzeri ihtiyaçlarına
sarfedilir.
Adam hastalığında
vasisine, «Ben öldükten sonra şu kadar paranın benim yerime Allah yolunda
savaşacak bir kimseye veya birkaç kimseye vermenizi vasiyet ettim» derse, onun
bu vasiyeti aynen: yerine getirilir. Ancak savaşa çıkan kimseye vasiyet edilen
para teslim edilince, o kimsenin de bu parayı sadece o yolda harcaması, ar-:; ta
kalanı getirip vasiyet edenin vârislerine vermesi gerekir. İsterse^ Allah
yolunda savaşa çıkan kimse zengin olsun, yine de vasiyet uya-' rmca para ona
verilebilir.
İslâm, insan unsuruna
değer verir. Bu bakımdan hayır işlerinde gayr-i müslimleri bir tarafa itmez;
onlara da sadaka olarak yardım yapılmasını tavsiye eder.
Nitekim Müslüman bir
kimse ölmeden önce, «Şu kadar para ayırdım, ben ölünce bu yarayı gayr-i
müslimlerden fakir çocuklara dağıtırsınız» derse, bu vasiyet caizdir ve vasisi
aynen yerine getirir.
Bir Müslüman ölmeden
önce, bir miktar para ayırıp vasisine «Ben Ölünce bu para ile bir kilise veya
havra yaptırınız» derse, bu vasiyet caiz değildir, yerine getirilmez. Çünkü
bunda ma'siyet vardır. Ama malının üçte birini cami ve mescid yapılmasına
harcanmak üzere vasiyet ettim, derse, bu vasiyet geçerlidir. Çünkü bunda sevap
vardır.
Adam hastalandığı
günlerde yanında toplanan dost ve yakınlarına, «Ben öldükten sonra benim için
vasiyet konusunda caiz olan ne varsa, onları yerine getirin» der, belli bir
miktar ve belli bir cihst tayin etmezse, îmam Muhammed'e göre, vasiyeti caizdir.
Ancak te-rikesinin üçte biri hesaplanarak çıkarılır ve fakirlere dağıtılır.
Vârisler buna müdahale edemezler. Çünkü bir kimse malının üçte birini vasiyet
edebilir.
«Ama vârislerim nasıl
isterlerse, öylece benim için hayır yapsınlar» diye vasiyet ederse, o takdirde
bu varislerin takdirine bırakılmış bir vasiyet kabul edilir, nisbeti üzerinde
durulmaz.
Ekili bulunan
tarlasının toprağı, yani mülkiyetini hayır yapılmak üzere vasiyet ederse, ekin biçildikten sonra bu
vasiyet yerine getirilir. Çünkü ekin vârislerin hakkıdır.
Hastalanınca mevcut
atım veya silahını -Allah
yolunda savaşa çıkanlara verilmek üzere- vasiyet ederse, bu caizdir ve öldüğünde
vasisi bu vasiyeti aynen yerine getirir. Savaşa çıkanın fakir ya [a zengin
olması bu hususta farketmez.
Cami' ve mescidlerde
okunmak üzere ya yanındaki mevcut mus-lafların oralara konulmasını ya da parayla
satın alınıp konulmasını ırasiyet etmek caizdir. Vârisleri ya da vasisi onun bu
husustaki va-siyetini aynen yerine getirir.
Ancak bu tür vasiyetler
İmam A'zam Ebû Hanife'ye göre, hükümsüzdür, yerine getirilmez.
Mevcut arsasını cami'
yapılmak üzere veya cami1 yapmak isti-yenlere verilmek üzere vasiyet etmesi
caizdir.
Adam malının üçte
birinin Allah yolunda harcanmasını vasiyet eder, fakat bunun cihetini tahsis
etmezse, o takdirde bu vasiyet caizdir ve daha çok Allah yolunda savaşa
çıkanlara harcanır. îmam Muhammed'e göre, hacce gidip te yolda kalan ve parası
yetmiyen-lere de verilebilir.
Ölüm hastalığında,
«Malımı hayır yollarında harcayın» diye vasiyet ederse, o takdirde öldükten
sonra vârisleri veya vasisi onun terikesinin üçte birini cami' köprü, okul,
hastahane ve benzeri hayır yerlerine sarfederler.
Adam hasta bulunduğu
bir sırada yabancı bir kadının kendisinde şu kadar alacağı bulunduğunu ikrar
eder veya ona bir şeyler verilmesini vasiyet eder, ya da ona bir bağışta
bulunur ve sonra da o kadınla evlendikten sonra ölürse, borçlu bulunduğuna dair
ikrarı geçerlidir. Vasiyet ve bağışı geçersizdir.
Müslüman olan kimse,
kâfir oğlu için bir miktar para veya mal ayırıp öldükten sonra ona verilmesini
vasiyet eder veya ona bir şey bağışta bulunur veya ona borçlu bulunduğunu ikrar
eder ve adam henüz ölmeden oğlu Müslüman olursa, ikrarı da, bağışı da, vasiyeti
de hükümsüz kalır.
Ağır hasta olup
konuşamıyacak durumda olan ve fakat aklî melekesi yerinde kabul edilen kimse,
el veya baş işaretiyle vasiyette bulunur, yanındakiler de onun bu işaretinden
arılarlarsa; yaptığı vasiyet caizdir. Aynen uyulur. Ama etrafındakiler onun
yaptığı işaretleri anlamazlar veya farklı biçimde anlarlarsa, o takdirde
geçerli kabul edilmez.
Ölmeyecek şekilde
felçli, yatalak ya da yaşlı bulunan ve aklî dengesi yerinde olan kimselerin hem
yaptığı vasiyet, hem de bağışları geçerlidir. Çünkü hayır konularında bunlar da
sağlam kişiler gibi kabul edilir. İsterse malının tamamını bağışlayabilir. Yani
tasarrufa ehildirler.
Ama felçli, yatalak ya
da çok yaşlı kimse, bu duruma düştükten sonra çok yaşamaz da ölürse, o takdirde
onun hastalığı, ölüm hastalığı sayılır ve bağış olarak yaptığı şey, ancak
bıraktığı malın üçte birinden çıkarılır. Çünkü bu artık ölümden sonraya yönelik
bir vasiyet kabul edilir.
Vasiyetten sonra aklî
dengesi bozulur ve kendine gelmeden ölürse, daha önce yaptığı vasiyet geçerli
sayılır mı? Fukahamn çoğuna göre, durum hâkime iletilir. Uygun görürse, vasiyeti
yerine getirilir. Uygun görmediği takdirde geçersiz kabul edilir.
Hapishanede idama
mahkûm olan bir kimse hasta durumunda kabul edilir ve yapacağı vasiyetler bu
ölçüde itibar görür. Ama savaşta olan kimse böyle değildir. Çünkü onun kurtulma
şansı vardır. Bu bakımdan savaş alanında yaptığı vasiyet, hasta olmayan kişinin
vasiyeti mesabesindedir. Ama savaş alanında bilfiil savaşa başlarken yaptığı
vasiyet, hasta kimsenin vasiyeti mesabesindedir. Çünkü ölme ihtimali daha
kuvvetlidir.
Hapisteki idamdan
kurtulur, bilfiil savaşa giren öldürülmeden geri dönerse, hastalandıMan sonra
iyileşen kimseye benzetilir ve artık malının tamamında tasarrufa yetkili kabul
edilir.
Cüzamlı, çok ateşli
sıtmalı kimseler ayakta duramayıp
sık sık yatıyorlarsa, hjasta
kabul edilirler ve
vasiyetleri ona göre, tecviz görür. Yani ölüm hastalığı
kabul edilerek, yaptıkları vasiyetlerimi iyîleşmeyip ölürlerse, aynen uygulanır.
Kendisine felç
geldikten veya dili tutulduktan sonra artık konuşma imkanı bulunmaz da baza
işaretlerle veya yazılı olarak bildirmekle derdini anlatabilir ve bu hali bir
yıl devam ederse, o takdirde bu" kimse dilsizler hükmünde kabul edilir. Otıa
göre, hibe ve vasiyet konusu değerlendirilir.
Doğum sancılan içinde
kıvranan bir kadının o esnada yaptığı, vasiyet mal mm üçte birinden muteber
tutulur. Eğer kurtulursa, artık malında istediği gibi tasarruf edebilir.
Ölüm hastalığında adam
bazı hayır kurumlarına verilmek, kılmadığı namazların, tutmadığı oruçların
keffareti olmak, vermediği zekâta mahsup edilmek, gitmediği farz haccm yerine
getirilmesini dilemek gibi birçok vasiyetleri birden yapar ve sonra ölürse,
nasıl bir yol takip edilir? Malının üçte biri bütün bunlara yetiyorsa, o
takdirde hepsi de yerine getirilir. Yetmediği takdirde, vârislere başvurulur,
varisler kendilerine düşen hisssden bunu karşılarsa, yine hepsi yerine
getirilir. Karşılamadıkları takdirde, farz olanlar öne alınır, sonra vâcib.sonra
da sünnet olanlar..
Yapılan vasiyetlerin
hepsi de farz kapsamına giriyorsa, o takdirde vasiyet eden kişinin önce hangi
farzdan söz etmişse ona öncelik tanınır.
Ancak Hacc ve Zekât
gibi önemli iki farz için vasiyette bulunmuş ve önce .zekattan sözetmişse, yine
de hacce öncelik verilir. Arta kalanı zekât borcu olarak fakirlere dağıtılır.
Katil keffaretiyle
yemin keffareti hususları için vasiyet ederse önce hangisini anmışsa, ona
öncelik tanınır.
Fıtır keffaretiyle,
hataen adam öldürme keffareti için yapılan vasiyette ise, adam öldürme
keffaretine öncelik tanınır.
Sadaka-i Fıtır ile
Kurban vasiyet etmişse, Sadaka-i Fıtra öncelik tanınır. Her ne kadar kurban
kesmek vacibse de Sadaka-i Frfr'ın vü-cubu muttafekun aleyhdir. Kurbanın vucuibu
ise ictîhad konusudur. Hatta sadaka-i fıtır Ramazanda bozulan orucun keffaretine
de takdim edilir.
Kurban ise nafile-
mahiyette olan vasiyetler üzerine takdim edilir. Aynı derecede olan
vasiyetlerde ölenin malının üçte biri hepsine kâfi gelirse mesele yok.
Gelmediği takdirde hepsini yerine kısmen olsun getirmede eşit şekilde bir
dağıtım yapılır. Ancak hacc ibâdeti müstesna, onun gibi farzlar bulunduğu halde
önce o yerine yerilir artan bir şey olursa, diğer farzlar için harcanır.
Yapılan vasiyet tamamen
nafile ibadetlerle ilgiliyse, hangisini önce anmışsa, onunla başlanır. Arta
kalanı sırasiyle diğerlerinin yerine getirilmesine harcanır.
Ölüm hastalığında on
bin lira fakirlere, on bin lira hısımlarına ve on bin lira da kılmadığı
namazlara keffaret olmak üzere muhtaçlara vasiyet eder ve ölür, ancak malının
üçte biri bu vasiyeti karşılamazsa, o takdirde sözü edilen üçte bir mal üçe
ayrılır. Hısımlara isabet eden onlara verilir. Üzerindeki bir aylık namaza
keffaret için ayrılan yetmiyecek olursa, fakirlere ayrılan kısım Üe takviye
edilir. Çünkü keffaret de fakirlere dağıtılmaktadır. Aynı zamanda vasiyet
edilmiş bir ilahi haktır, o nedenle fakirlere takdim edilir.
Ölen kişi kendisine
gerektiği halde haccetmeden ölmüş, ancak eyerine hac yapılmasını vasiyet etmişse,
malının üçte biri yetecek
olursa, bulunduğu şehir ya da kasabadan güvenilir bir adam tutularak ona bedel
hacce gönderilir. Para yetmediği takdirde, nereden göndermeye yeterse, oradan
gönderilir.
Hac yolunda hastalanıp ölen
kimse, ölmeden yerime hac yapılsın diye vasiyet ederse, imam Ebû Hanîfe'ye göre,
yine de ölenin oturduğu beldeden adam tutulup gönderilir. İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, öldüğü yerden adam tutulup hac yaptırılır. Bunda istihsan
vardır.
îmam Ebû Hanîfe'ye
göre, yukarıda sözü edilen sınıflara yapılacak vasiyetlerde dört şart aranır :
1 — Vasiyete müstehak olanların iki ya da daha fazla
olması,
2 — Hısımlarda en yakınlarına sırasiyle öncelik verilmesi,
uzak hısımların bu haktan mahrum kalması, miras hukukunda olduğu gibi,
3 — Hısımların zirahm bulunması,
4 — Bunların vasiyet edenin mirasçıları olmaması..
Bu türlü vasiyetlerde
taksim yapılırken kadın erkek ayırd edilmez, hepsine de eşit biçimde verilir.
Yine bu gibi
vasiyetleri taksimde müslüman, kâfir, köle, hür, küçük ve büyük eşit biçimde
alırlar, herhangi bir ayırım yapılmaz,
îmameyne göre, bu gibi
vasiyetlerde sadece zirahm değil, baba ve ana tarafından mirasçı olmayan bütün
yakınlara verilebilir. Aynı zamanda yakın akraba ile uzak akraba, bir kişiyle
bir kaç kişi arasında da bir ayrım yapılmaz. Kâfir ile Müslüman da eşit biçimde
vasiyetten alırlar.
imam Ebû Hanîfe'ye
göre, vasiyete müstahik olan yakın akraba bir tane ise malın yarısı ona verilir.
Gerisi diğer uzak akrabaya taksim edilir.
Baba ve oğul -akraba
tabiriyle- bu vasiyete dahil olmadıklarına göre, dede ve torun, yani babanın
baba ve oğlun oğlu dahil olurlar mı? Ez-Ziyadat adlı eserde bunlar dahil olur,
denilmiş ve muhalefet edip etmiyenlerden sözedilmemiştir. Hasan bin Ziyad'in Ebû
Hanî'-fe'den yaptığı rivayete göre, dede ile torun da bu vasiyete girmezler,
îmam Ebû Yusuf'tan da böyle rivayet edilmiştir. Ve sahih olan da budur.
Ölen kimse
mirasçılarından başka iki amcasını ve iki de dayısını bırakacak olursa,
akrabaya yaptığı vasiyetten sadece iki amcaya verilir, dayılara verilmez. Bu da
îmam Ebû Hanîfe'nin içtihadıdır. İmameyne göre, dayılarada verilir.
Vasiyet edenin bir amca
iki de dayısı bulunursa, îmam Ebû Hanîfe'ye göre, amcaya üçte birin yarısı, iki
dayıya vasiyetin yarısı verilir. İmameyne göre, eşit biçimde alırlar.
Yalnız bir amcası
bulunursa, îmam Azam'a göre, üçte birinin yarısı ona verilir ve geriye kalan
yarı da ölenin mirasçılarına redd-olunur. îmameyne göre, geriye kalan nısıf
mahrem olmayan zirah-me verilir.
Akrabaya vasiyet eden
kimse geriye bir halâ bir amca, bir dayı bir de teyze bırakırsa, vasiyetin
tamamı amca ile halâya eşit şekilde verilir.
Vasiyet edenin akrabası
sayılmıyacak kadar çok ise, ne yapılır? Fukahadan bir kısmına göre, vasiyet
hükümsüz kabul edilir. Mu-hammed bin Seleme'ye göre, caizdir, ona göre bir
taksimat yapılır. Fetva da buna göredir.
Vasiyet edenin bir oğlu
bulunduğu halde nesepte farklı durumda olan üç kardeşine vasiyette bulunursa,
bu caizdir. Çünkü oğlu varken bunlar mirasçı olamıyorlar, o nedenle vasiyet
bunlar arasın- da eşit biçimde taksim olunur. Ölenin bir kızı ve yine farklı
durum- da üç kardeşi bulunur da onlara vasiyet ederse, ana-baba bir kar- dese
verilmez, çünkü o, ölenin kızıyla birlikte mirasçı olabiliyor. Di- ğer iki
kardeş mirasçı olamadıkları için vasiyet o ikisi arasında tak- sim olunur.
Vasiyet eden geriye oğlunu, kızım bırakmamış,
sadece farklı du- rumda bulunan üç kardeşini bırakmışsa, yaptığı vasiyetin
tamamı baba bir kardeşine verilir.
Çünkü Ana-baba bir kardeşle, ana bir kardeş mirasçı oluyor.
Kadın malının yarısını
bir yabancı kimseye verilmek üzere vasiyet eder ve geriye sadece kocasını
bırakırsa, malının yarısı vasiyet ettiği yabancıya verilir. Kalanın üçte biri
kocasına ve geriye kalan altıda biri Beytü'l mal'e serilir. Bunun taksim şekli
şöyledir : Yabancı önce terikenin üçte birini alır. Geriye üçte iki kalır.
Kocası geriye kalan o üçte ikinin yarısını mirasçı olarak alır ki bu üçte
birdir. Geriye malın üçte biri kalır, yabancı vasiyetinin tamamı olan altıda
birin yansını alır. Geriye o üçte birin yansı yani altıda biri kalır, o da
Beytü'1-male devredilir.
Kadın malının yarısını
kocasına vasiyet eder. başka mirasçı bırakmazsa, o takdirde bu vasiyet caiz
kabul edilir, kocasLmalın yansını miras yoluyla, yarısını da vasiyet sebebiyle
alır.
Adam malının tamamını
bir yabancıyla karışma vasiyet eder ve ölürse, o takdirde, önce yabancı malın
üçte birini alır. Kansı ise geriye kalan, yani üçte bir çıktıktan sonraki malın
dörtte birini alır ki bu altıda bir eder. Geriye malın yansı kalır, o da vasiyet
gereği ikisi arasında eşit biçimde taksim olunur.
«Malımın üçte birini
yalanlanma ve başkalarına verilmek üzere vasiyet ettim» derse, malının üçte biri
mirasçı olmayan yakınlarına verilir.
Malının üçte birini
kavmine veya aşiretine vasiyet ederse, bu caiz değildir. Ancak kavminin veya
aşiretinin fakirleri diye bir açıklama yaparsa, o takdirde caiz olur.
«Malımı falan adamın
kızlarına vasiyet ettim» derse, o falan adamın aynı zamanda erkek çocukları da
bulunursa, mal sadece kızlarına verilir. Adamın oğullan ve bir de oğullannın
kızları bulunursa, vasiyetin tamamı oğullannın kızlarına verilir. Adamın sadece
kızlarının kızlan bulunursa, bunlar vasiyete dahil olamazlar. Çünkü bunlar
falanın ne kızları, ne de oğlunun kızlandır. Kızının kızlan «falanın kızları»
tabirine girmiyor. Ancak bu tabirle kızlarının kızlarını kasdettiğine dair bir
belirti, bir işaret bulunursa, o takdirde onlara verilir.
«Malımın üçte birini
falanın babalarına verin» diye vasiyet eder, o falanın hem babalan, hem de
analan bulunursa, hepsi de vasiyetin kapsamına girer. O falanın babalan ve
analan yok da sadece dedeleri ve nineleri varsa, vasiyet kapsamına girmezler.
Bu gibi şeylere vasiyet
etmek caizdir. Ne var ki vasiyet eden kimse, vârislerini aç ve muhtaç
bırakmamaya dikkat etmelidir. Çünkü önce onlann doyması gerekir. Vasiyet ancak
fazla maldan yapılırsa, daha hayırlı ve feyizli olur. Bununla beraber fakir,
zengin herkes malının üçte birini vasiyet edebilir.
O halde adamın sadece
bir evi bulunur, onu da bir fakire vasiyet ederse, öldükten sonra ancak o evin
üçte biri fakire verilir. Üçte ikisi mirasçılara kalır. Bölünmesi mümkün
olmadığında bir ay ya da bir yıl fakir oturur, iki ay ya da iki yıl mirasçılar
oturur.
Hastalanmadan önce
vasiyette bulunur ve bunu bir kâğıda yazar, sonra hastalanır ve ikinci bir
vasiyet daha yazarsa, bakılır, ikinci yazıda birinci vasiyetinden rücu'
ettiğine dair bir kayıt yoksa ikisi de geçerli olur.
Vasiyet ettikten sonra
kendisini vesveseye kaptırır ve çok geçmeden bunar ve kendine gelmeden, yani
şuuru yerine gelmeden ölürse, îmanı Muhammed'e göre, yaptığı vasiyet
hükümsüzdür. Ancak aklı başına gelir de baş işaretiyle olsun o vasiyetinin
yerine getirilmesini anlatabilirse, o takdirde caiz olur. Fukahanın çoğu ise
bunağın baş işaretiyle yaptığı tasvibi uygun görmemişlerdir.
Üzerinde bir oruç
keffaretinin bulunduğunu söyler ve bunun ödenmesi için vasiyet ederse, malının
üçte biri altmış fakire -herbi-rine yanmşar sâ (1667 gr.) verilmek üzere-
yetecek olursa, dağıtılır. Yetmiyecek olursa, vârislerin icazetine başvurulur.
İcazet vermedikleri takdirde üçte biri kaç fakire yeterse Öylece dağıtılır.
Ekmek ve buğday alınıp
fakir ve düşkünlere dağıtılmasını vasiyet eder, ancak bunun nakil ve hammaliye
ücretlerinden sözetmezse, o takdirde vasî bunları sadaka yolu taşıtıp dağıtma
imkânım bulursa öyle yapar, imkân bulamadığı takdirde, malının üçte birinden bu
kabil ücretleri çıkarıp gerekeni yaptmr.
Ama câmi'e verilmek
üzere bazı mallar vasiyet etmişse, o takdirde nakil ve hamaliye ücretleri bu
vasiyete dahildir.
Bir miktar para ayınp
bunlann beş yıl içinde eşit taksitlerle fakirlere dağıtılmasını vasiyet ederse,
vârisleri ya da vasisi vasiyet yollu bırakılan paranın tamamını bir sene içinde
fakir ve muhtaçlara dağıtabilirler. Bunda bir sakınca yoktur.
Kendisini öldüren
kaatilin -henüz ölmeden önce- bağışladığını vasiyet ederse, Ebu Hanîfe'nin
kıyasına göre, yapılan vasiyet caiz değildir, uygulanmaz.
Bir mecliste malının
altıda birini, diğer bir mecliste yine malının altıda birini vasiyet ederse,
ister bunlardan birine şahit tutsun, ister tutmasın, fukahanm icma'iyle, sadece
malının altıda biri dağıtılır, yani vasiyet ettiği yerlere verilir.
Bir meclisde malının
dörtte birini, diğer bir mecliste altıda birini vasiyet ederse, az çoğa dahil
edilerek sadece malinin dörtte biri vasiyeti gereğince harcanır. Gerisi hükümsüz
kalır.
Adam malının üçte
birinin- öldükten sonra fakirlere dağıtılmasını vasiyet eder de vasisi bilerek
veya bilmiyerek o malı zenginlere dağıtırsa, zamın olur. Bu îmam Muhammenin
içtihadıdır.
Bir kişideki alacağının
öldükten sonra hayır işlerine sarfedilme-sini vasiyet ettikten sonra, o
alacağının bir kısmını borçluya bağışlar veya kendisi alıp harcarsa, yaptığı
vasiyet bozulmuş olur.
Vasi : Bir ölünün
vasiyetini yerine getirmekle me'mur olan kimseye denilir. Böyle bir hizmeti
Allah (C.C.) için yapmakta büyük sevap olmakla beraber, dikkat edilmediği
takdirde vebalı da o nisbette büyüktür.
Bunun için îmam Ebû Yusuf
şöyle demiştir : «Vasiyet konusuna girip vasi olmanın ilk adımı bir hata-,
ikinci adımı hıyanet, üçüncü adımı hırsızlık olabilir.» îmam Şafiî de, «Vasiliğe
ancak geri zekâlı ya da hırsız olan heves eder.» demiştir.
Vasiler genel anlamda Üçe
ayrılır :
1 — Güvenilir, aynı zamanda kendisine ölenin yaptığı
vasiyetleri yerine getirmeye yetecek, güc ve bilgisi vardır. Hakim böyle bir
vasîyi azledemez.
2 — Güvenilirdir, ancak beceriksiz ve âcizdir. Hâlkim ona
yardım edecek ikinci bir kimseyi görevlendirebilir.
3 — Açıktan günah işliyen bir inkarcı ya da sefih bir
kimse olabilir. O takdirde hâkimin onu azletmesi vâcibdir.
Vasî edinilmek istenen
kimse, kendi arzusuna bağlıdır, dilerse böyle bir hizmeti kabul eder, dilerse
reddeder. Bu hususta zorlanamaz.
O halde hasta bir kimse
tanıdığı bir adama : «Seni kendime vasî ta'yin ettim» der, o da sesini
çıkarmazsa, hastanın ölümünden sonra verilen görevi yapmaya başlarsa, kabul
etmiş sayılır. Başlamazsa, kabul etmemiş olur.
Hasta böyle bir
vasiyeti ona tevdi ettiğinde, O, «Kabul etmiyorum» derse, yapılan vasiyet
hükümsüz kalır.
Vasiyet yapan kimse,
bir adamına «Senin vasilik görevini kabul edeceğini sanmıyorum» der, o da,
«Hayır, kabul ettim» derse, böyle bir vasiyet de caiz ve geçerli sayılır.
Hasta kişi bir
tanıdığının gıyabında onu kendine vasî ta'yüı eder ve ölürse, durum ne olur?
Vasiyet edenin ölümünden sonra vasî ta'-yin edilen adama haber gönderildiğinde,
önce «kabul etmiyorum» der, sonra pişman olup «kabul ettim» derse, bu geçerli ve
caizdir. Yetkili makam onu bu hizmetten men'etmediği takdirde, verilen görevi
Allah CC.C.) rızası için yerine getirir.
îmam Muhammed
(Rahmetullahi aleyh) el-Câmiu's-Sağîr adlı eserinde diyor ki : «Hasta bir adam,
tanıdığı bir kimseyi kendine vasî ta'yin ettikten sonra o vasî pişman olup
vasilik yapmayacağını söylerse, bu isteği reddedilir. Çünkü vasiyet edenin
hayatında bu hizmeti kabul etmiş bulunuyordu. Hayatında da bunu yüzüne karşı
red-detmişse, reddi sahih kabul edilir; gıyabında reddetmişse, kabul edilmez.
Vasi ta'yin edilen
kişiye, istediği zaman bu hizmeti bırakabilir serbesti verilmişse, o takdirde
istediği zaman bırakabilir.
Bir adamı vasî ta'yin
etmek arzusuyla hasta «Seni kendime vasî ta'yin ettim» der, o da «kabul
etmiyorum» diye reddeder ve vasiyeti yapan da hiç sesini çıkarmaz da ölürse,
vasî ta'yin etmek istediği adam, onun vasiyetini kabul ettim» diye açıklamada
bulunursa, buna itibar edilmez, yani artık vasî sayılmaz. Ama kendisine bu
hizmet tevdi edildiğinde hiç sesini çıkarmaz, adamın ölümünden sonra «Ben
vasiliği kabul ettim» derse, bu caizdir ve geçerlidir.
Bu durumda önce «Kabul
etmedim» der, sonra da «kabul ettim» diye ilâve eder ve bunu hâkimin huzurunda
söylerse, hâkim onu vasilikten çıkarır.
Gıyabında kendisine
vasilik verildiği bildirilir, o-da ya bir adamla, ya da mektupla bunu kabul
etmediğini vasiyet edene bildirdikten sonra «kabul ettim» diyerek pişmanlık
gösterirse, artık buna itibar edilmez, yani yapılan vasiyet geçersiz kalır.
Hasta kimse önce bir
tanıdığının yüzüne karşı «Seni vasî ta'yin ettim» der, ö da bunu kabul edip
ayrıldıktan sonra, vasiyeti yapan kimse, «bundan vazgeçtim, onu vasiliğimden
çıkardım» der ve hazır bulunanları şahit tutarsa, Ebu Hanife'den yapılan
rivayete göre, onu vasilikten çıkarması gıyabında da sahih olur,
Vasinin, vasiyet edenin
gıyabında «vasiliği reddettim, kabul etmiyorum demesi, hükümsüzdür. Çünkü
vasiyet edenin bundan herhalde haberdar edilmesi gerekir.
Ölüm hastalığında adam
tanıdık iki kişiyi vasî ta'yin eder, ama onlardan biri «kabul ettim» dediği
halde diğeri susup cevap vermez ve
sonra da vasiyeti yapan ölünce, vasiyeti kabul eden kimseye diğeri, «haydi
çarşıya çık da vasiyet eden için kefen ve lüzumlu teçhiz malzemelerini al» diye
teklifte bulunur, o da sesini çıkarmadan gidip satın alırsa, bu vasiyeti kabul
anlamına gelir ve o da vasî sayılir.
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi, vasî, vasiyet edenin ölümünden sonra vasiliği artık
reddedemez. Ancak bir takım mazeretleri ortaya çıkarsa, o takdirde hakime
başvurup azledilmesini talep eder, hâkim bunda maslahat görürse, o takdirde onu
azleder.
Vasinin güvenilir bir
kimse olması gerekir. Aksi halde yapılan vasiyeti çar-çur edip hem kendisi kul
hakkına tecavüz etmiş olur, hem vasiyet sahibine ihanette bulunur, hem de
çevreye kötü misal olur. Vasiyet eden kimse, onun fâsık olduğunu bilmez de vasî
ta'yin eder, öldükten sonra bu hususta şikâyet vaki olursa, hâkim derhal işe
müdahale edip o fâsıkı azleder. İmam Ebû Hanîfe ve Hasan bin Ziyad'e göre, hâkim
onu azlettikten sonra yerine emîn bir kişiyi ta'yin edebilir.
Ama fâsık dürüst
davranır ve fisk-u fücurdan tevbe edip vazgeçer, bu yolda salahı zahir olursa,
artık azledilmesine gerek kalmaz.
Yukarıda da
belirtildiği gibi, harbînin vasî ta'yin edilmesi caiz değildir, isterse güven
istîyerek İslâm ülkesine girmiş bulunsun, far-ketmez.
Zımmî'ye gelince,
Müslim kişi onu vasî ta'yin ettiği takdirde hâkim isterse, bu vasiyeti ibtal
edebilir. Bunun gibi, bir zımmînin bir harbî'yi vasî ta'yin etmesi de caiz
değildir.
Zimmînin zimmîye
vasiyeti caiz ve geçerlidir. Hâkim böyle bir vasiyeti ibtal etmez.
Harbî eman dileyerek
İslâm ülkesine girer de bir Müslümanı kendine vasî ta'yin ederse, bu caiz ve
geçerlidir. Hâkim yine böyle bir vasiyeti ibtal cihetine gitmez.
Bir Müslüman bir
harbîyi vasî ta'yin ettikten sonra o harbî Müslüman olursa, o takdirde yapılan
vasiyet geçerli sayılır. Bunun gibi, murteddi vasî ta'yin ettikten sonra
müslüman olursa, vasiyet sahih kabul edilir.
Bilindiği gibi, çocuğu,
bunağı ve cinneti devam eden kimseyi vasî ta'yin etmek caiz değildir. Çünkü
bunlar ehil sayılmazlar. Ama kadım veya iki gözünü kaybetmiş bir a'mayı vasî
ta'yin etmek caizdir.
Bir kişiye iki adam vasî
ta'yin edilmişse o takdirde bazı hususlar müstesna olmak üzere, vasiyet
işlerini beraber yürütmeleri ve birbirlerinden izin almadan tasarrufta
bulunmamaları gerekir. Ancak şu hususlar da münferiden hareket edip tasarrufta
bulunabilirler :
a) ölüyü teçhiz ve tekfinde,
b) Ölünün borçlarını ödemede,
c) Emanetleri sahiplerine vermede,
d) Bozulması veya değerini kaybetmesi kesin olan
mallarının satışında münferiden hareket edebilirler.
ölene ait alacakları,
emânetleri münferiden almazlar; ikisi bir-araya gelip öylece teslim ve tesellüm
işlemini yürütürler.
Ancak iki kişiyi vasi
ta'yin ettiğinde, herbiriniz tasarrufta tamamen serbestsiziniz, münferiden de
yürütebilirsiniz, derse o takdirde vasilerin münferiden de tasarrufta
bulunmalarında bir sakınca yoktur.
Vasiyette bulunan kişi
ta'yin ettiği birden fazla vasinin herbiri-ne ayrı ayrı hizmetler belirlerse,
durum ne olur? İmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf a göre, herbiri hem
kendilerine tahsis edilen meselelerde, hem de diğerlerinde tasarruf edebilir.
Bunda bir 'sakınca yoktur. îmam Muhammed'e göre, herbiri ta'yin edildiği hususla
ilgilenir. Bu
meselede fetva, îmam Ebû Hanîfe'nin kavline göredir.
Her birine ayrı bir
hizmet verilen iki vasiden biri ölürse/durum hâkime arzedilir. Hâkim, sağ kalan
vasinin bütün işleri güvenle yürüteceğine itimad ederse, ona yetki verir,
şüpheli kalırsa, başka emîn bir kişiyi ölenin yerine geçirir.
Üzerinde borç bulunan
ve alacakları olan, aynı zamanda vârisleri de mevcut kimse öldükten sonra, bir
adam şahid getirip hem kendisinin, hem de hazır olmayan bir adamın vasi
bulunduklarını iddia ederse, hâkim şahitlere veya elindeki belgeye istinaden
onun ve hazır olmayan kişinin vasiliğini kabul eder. Ancak İmam A'zam'a göre,
istisna edilen bazı hususlardaki tasarruflar dışında gaib olan vasi gelmedikçe,
hazır olan vasi tasarrufta bulunamaz.
îmam Ebû Yusuf'a göre,
gaib olan da ortaya çıkıp beyyine getirmedikçe vasiliği onaylanmaz.
Adam hastalığında bir
tanıdığına, ben ölünce malımın üçte birini vasiyet ediyorum, dilediğin yere
koyabilirsin, derse, vasî de muhtaçsa, o takdirde kendine sardedebilir. Ama
«Malımın üçte birini dilediğine verebilirsin» derse, kendi nefsine harcıyamaz,
çünkü «verebilirsin» tabiri, onun bir başkasına vermesini gerektirmektedir.
Vasiyet ederken
vasisine «Falan adamın görüşünü veya bilgisini alarak tasarrufta bulun» derse,
vasi onların görüşünü almak zorunda değildir. Ama «Ancak falan kişinin görüşünü
alarak tasarrufta bulunabilirsin» şeklinde bir ifade kullanırsa, o takdirde
vasî sözü edilen kişinin görüşüne başvurmadan tasarrufa yetkili değildir.
Hasta bulunan kendi
vârislerinden birini vasi ta'yin eder, öldükten sonra vârisi henüz onun
vasiyetini yerine getirmeden hastalanır ve umudu kalmaz da başka bir adamı
çağırarak, «Seni hem kendime, hem de vasisi bulunduğum murisimin vasiliğine
ta'yin ettim» der, o da kabul ederse, bu üçüncü şahıs, her ikisinin de vasisi
durumuna geçer. Ama ona «Seni vasî ta'yin ettim» der ve başka bir şey
söylemezse, yine de her ikisine vasî ta'yin edilmiş sayılır. Fukahamn çoğunun
görüşü bu doğrultudadır. îmameyn'e göre, sadece ikinci kişinin vasisi sayılır,
birinci kişinin değil.
Hasta bir adam tanıdık
bir kimseyi kendine vasî ta'yin edip henüz ölmeden önce başka bir adam da onu
(hasta kimseyi) kendine vasi ta'yin ettikten sonra ölürse, birinci musi hem
vasî, hem de musî olmuş oluyor. Bu durumda vasiliği reddetmeden ölürse, onun
vasisi her ikisinin de vasisi sayılır ve her iki malda tasarrufa yetkili
kılınır.
Hastalandığında
başucunda toplanan beş on kişiye hitaben ben öldükten sonra malımın üçte birini
şu ve şu hayır yollarında dağıtın diye hepsini vasî ta'yin eder ve ölürse, hepsi
de vasî ta'yin edilmiş kabul edilir. Ama o cemaat hastanın bu teklifine karşı
susup cevap vermezlerse, ölümünden sonra bir kısmı bunu kabul etmiyebilir.
Kabul edenler vasî kalır ve vasiyetin gereğini yerine getirirler,
Bu durumda olan
vasiyeti cemaatin -biri müstesna- hepsi reddederse, durum ne olur? Ölen kişi
onların hepsinin vasi olmasını istemiş, fakat onlar sükût ile karşılamışlar,
adam ölünce bu işe yanaşmak istemiyerek reddetmişlerse, vasilik sadece bir kişi
üzerinde kalmışsa, durum hâkime götürülür. Hâkim güvenilir bir adamı da vasi
ta'yin ederek ikisinin birlikte tasarruf etmesine cevaz verir.
Vasiler birden fazla
olur da mal üzerinde ihtilafa düşerlerse, mal kabil-i taksim ise ikiye ayrılır,
herbirine bir kısmı verilerek ihtilâf giderilir. Mal kabü-i taksim değilse,
isterlerse biri diğerine tasarrufu terkeder> isterlerse bir başka adama emanet
olarak bırakıp öylece tasarrufu yürütürler.
Yetimlerin birden falza
vasisi bulunduğu takdirde, tasarruf için ikisinin de hazır bulunması gerekir.
Sadece birinin tasarrufu, imam Ebû Hanife'ye göre, caiz değildir. Bilhassa
onların malından bir şey satmak istediklerinde, biri hazır olmasa bile,
müsaadesi istihsal edilerek bir vasî tarafından satışın sağlanması ancak caiz
olur.
îki vasî kendileriyle
birlikte üçüncü bir şahsa (falan adama) da vasiyet yapıldığını, yani onunda vasî
bulunduğunu iddia ederlerse, istihsanen şahitlikleri kabul edilir. O
üçüncü şahıs da kendisine vasilik verildiğini aynen söylediği takdirde vasiliği
kabul edilir. Kendisi böyle bir iddia da bulunmadığı halde diğer ikisinin
iddiası hem kıyas, hem istihsan yoluyla kabul edilmez.
Bunun gibi, ölenin iki
oğlu, babalarının falan adamı vasî ta'yin ettiğini iddia eder, o adam da aynı
iddiada bulunsa, yine kıyasen kabul edilmese de istihsanen kabul edilir. Ama o
adamın kendisi böyle-bir iddiada bulunmazsa, geriye kalan vârisler de iddiada
bulunmazlarsa, o takdirde ölenin iki oğlunun şahitliği kabul edilmez. Bu hem
kıyasen, hem istihsanen böyledir.
îki adam, ölen kimse
üzerinde alacakları bulunduğunu iddia edip ölenin bu konuda falan adama
vasiyette bulunduğunu söyler ve o falan da aynı iddiada bulunursa, bu da ancak
istihsanen kabul edilir. O falan böyle bir iddiada bulunmazsa, ikisinin şehadeti
kabul edilmez.
Bunun aksine iki kişi,
ölen kimsenin kendilerinde alacağı bulunduğunu ve bu hususta falan adamı vasî
ta'yin ettiğini iddia ederler, o falan adam da aynı şeyi söyleyip iddia ederse,
hem kıyas, hem istihsan üzere bu şahitlik kabul edilir. Ama vasî gösterdikleri
adam böyle bir iddiada bulunmuyorsa-, -vârisler böyle bir iddiada bulunsalar
bile- şahitlikleri hem kıyasen, hem istihsanen kabul edilmez.
Vasinin iki oğlu falan
kimse babamıza vasiyette bulundu der, vasî de aynı iddiada bulunur, vârisler ise
böyle bir iddiada bulunmazlarsa, o iki oğlanın şahitlikleri hem kıyas, hem
istihsan yoluyla kabul edilmez. Bu bakımdan hâkim o adamı vasî ta'yin edemez.
Ancak başka şahit getirdiği takdirde kabul edebilir.
Vasilik yapmak istiyen
kimse vasiyet hususuna çok rağbet ediyorsa, o takdirde iki oğlunun şahitliği
hiç kabul edilmez. Ama o vasiyete hiç rağbet etmiyor, bilâkis kaçıyorsa,
vârisler de murislerinin onu vasî ta'yin ettiğini iddia ediyorlarsa, o takdirde
onların bu husustaki şahitlikleri kabul edilir.
Bu meselelerde kardeşin
ve iki ortağın -durumları farklı olsun olmasın- şahitlikleri kabul edilir.
İki vasiden birinin
oğulları falan kimsenin babamızı falan kişiyle birlikte vasî ta'yin ettiğini
iddia ederler, ama babalan böyle bir iddiada bulunmazsa, şahitlikleri kabul
edilir. O da böyle bir iddiada bulunursa, kabul edilmez.
îki başka şahit ortaya
çıkar da ölen falan kimsenin falan kişiyi vasî ta'yin ettikten sonra bu
vasiyetinden döndüğünü iddia edip şahitlikte bulunurlarsa, kabul edilir. Aynı
zamanda bu iki şahit, ona yaptığı vasiyetten döndükten sonra falan adamı vasî
ta'yin etti derlerse, bu da kabul edilir.
İki şahit, ölen
kimsenin falan adamı vasî ta'yin ettiğini iddia eder, ama o adamın iki 'veya
daha fazla oğlu da ölenin bu vasiyetinden rücu' ettiğini, yani babalarını
vasilikten azledip yerine falan adamı vasî ta'yin ettiğini iddia edip şahitlik
ederlerse, bunların şehadeti kabul edilir.
Bunun gibi, iki oğlu,
falan adamın babalarını önce vasi ta'yin ettiğini sonra onu azlederek yerine
falan adamı ta'yin ettiğini iddia ederek şahitlik ederlerse, yine şehartetleri
kabul edilir. Çünkü bu ve benzeri iddialarda gizli bir amaç güdülmediği açıktır.
îki şahit ölen falan
kimsenin falan kimseyi vasî ta'yin ettiğini söyler, ancak bunlardan birisi, ölen
bana cuma günü bunu söyledi, diğeri de bana cumartesi söyledi diyerek değişik:
tarih verseler yine de şahitlikleri kabul edilir. Çünkü bu konudaki şahitlikte
zaman farkı şehadete mani1 değildir.
İki vasi, ölen kimsenin
malında onun küçük varisine ait bir hissenin bulunduğunu iddia ederlerse, bu
husustaki şehadetleri kabul edilmez. Büyük bir vârise ait olduğunu iddia
etmeleri de caiz görülmemiştir. Ama bunlara ait malın başka birisinin malında
bulunduğuna o iki kişinin şahitlik etmesi geçerli sayılır. Bütün bunlar îmam
Ebû Hanîfe'ye göredir. îmameyn'e göre, iki şahit büyük bir varise ait malın
ölenin malında bulunduğuna şahadette bulunurlarsa, kabul edilir.
Şayet vasî belli olur,
ancak kendisine neyin vasiyet edildiği bilinmez, ama iki kişinin ona vasiyet
edilen şey hususunda şahitlik ederlerse, şahitlikleri kabul olunur.
Bir kimse hastalığında
ikiden fazla kişiyi fazılı vasiyette bulunduğuna şahit tutar, ancak vasiyeti
okumazsa, ileride kâğıtta yazılı bulunan şeyler hususunda o şahitlerin şahitliği
kabul olunmaz. Allah
(C.C.) daha iyisini bilir.